ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 50
Bu sefer bir başka Medyum, bir başka Operatörden MÜZİK ve SAN'AT üzerine nefis bir sohbet nakledeceğiz... "Nefis" diyoruz, çünkü Sohbet, Ruh'un gıdasıdır. Güzel olursa hem nefis, hem besleyici olur. Medyum Hepşen Hanım ile, 1965-1966 yılları arasında 32 Celse yapılmış, değişik konularda bilgi alınmış, sohbet edilmiştir. Şimdi vereceğimiz Celse bunların en enteresanlarından biridir.
Medyum yükselirken önce Annette adlı bir Geri Varlık'la karşılaşır. Annette zararsızdır, yardım görmektedir. Başka iki Medyum vâsıtasıyla da bizle görüşmüştür... Annette'ten sonra Medyum NÂZIRÎ adını veren Hindistanlı bir feylezofla İrtibat'a geçer... Yanlış anlaşılmasın, Hindistan'da sâdece Hindular, Budistler değil; Dünyâ'nın en kalabalık Müslüman nüfusu yaşar... Artık Nâzırî Üstâdımız Hindu mu, Budist mi, Müslüman mı imiş, siz karar verin. Varlık hiç beklemeden, teklemeden sorulara uzun ve detaylı cevaplar verir, Medyum da bunu kolaylıkla naklederdi.
Varlık: Annette, Nâzirî
Celse İdârecisi- Şimdi Ruh ve beden münâsebetleriniz gevşiyor... Yükseliyorsunuz...
Önce Bugünün İnsanı'nı ele alalım... Bugünün İnsanı herşeyden önce, bundan önceki
devirlere nazaran pek çok şey öğrenmiş, pek çok şey bilen ve pek çok şey bilmediğini
bilen insandır. Belki bildiğinden daha fazla şeyleri bilmediğine inanan insandır...
Aslında belki bütün öğrendikleriniz size yeni şeyler öğretiyor, yeni kapılar, yeni
ışıklar açıyor gibi gelir ama, gerçek hiçbir zaman böyle değildir. Her öğrendiğiniz
şey sizi daha karanlık, daha ışıksız ve daha gerçeğe uzak bir âleme sokuyor... Belki
ilk anda bunu yadırgıyacaksınız... Niçin öğrendiklerimiz bizi gerçekten uzaklaştırıyor,
diye... Çünkü her öğrendiğiniz şeyle, gerçekten çok uzakta olduğunuzu
hissediyorsunuz da, ondan!..
İşte Müzik de böyle... Resim de böyle... Diğer bütün San'at kolları da böyle
oluyor... Sizin dediğiniz gibi, isterseniz, önce Müzik'ten başlıyalım... Bugüne
kadar gelmiş geçmiş devirlerde, devrinde isim yapmış, veya devrinden sonra tanınmış
pek çok Sanatkâr geldi ve geçti. Bunların her biri kendi devrine göre bir yenilikti.
Her biri kendi devrinden daha ilerisine hitap ettiği için, kendi devrini aşıp daha
sonraki nesillere ulaşabildiği için kendi devrinde anlaşılamadı, sevilmedi, sayılmadı.
İşte Bugünkü Müzik de aslında hepinizin, -hepinizin diyemiyeceğim- bir
kısmınızın "Biliyorum, anlıyorum, hissediyorum" veyâhut "Duyuyorum" dediğiniz Bugünkü
Müzik de, aslında bugün için yazılmış değildir. Çünkü bugünkü devirde isim
yapabilmek için herhangibir San'at dalında, veya herhangibir İlim dalında isim
yapabilmek, sivrilebilmek, veyâhut tanınabilmek için, bugünkü insanların bilgi
sınırlarının üzerine geçebilmek lâzımdır. Ancak Bugünkü İnsan'ın anlıyamadığı,
Bugünkü İnsan'ın duyup hissedemediği şeyler Bugünün İnsanı tarafından anlaşılamadığı
için, tanınamadığı veya hissedilemediği için belki bir istihfam olarak ortaya çıkar.
Fakat yine de büyük bir merak uyandırır.
Bugün o dopdolu olan konser salonlarına
gidin... Ve orada sizin "Bugünün Müziği" dediğiniz Modern Müziği dinleyen halkla,
ve hattâ bu konuda bir hayli kültürü, bilgisi olan kimselerle konuşun... Acaba
onların duydukları ve hissettikleri nelerdir?.. Veya sâdece anladıkları için mi buna
ilgi gösteriyorlar?.. Hiç zannetmiyorum!.. Çünkü bütün San'at dallarında olduğu gibi,
Müzik'te de bugün için Eser veren kimseler hiçbir zaman bugünün bilgi sınırları
içinde kalan kimseler değildir... Ve yine her devirde olduğu gibi, bugünkü
bütün San'at eserlerinin ve bunların yanısıra Müzik eserlerinin değeri de bundan
belki 10, belki 20, belki 100 yıl sonra gerçek anlamıyla anlaşılacaklardır.
Çünkü herşeyde olduğu gibi, Müzik'te de anlıyabilmek, hissedebilmek bir çeşit alışkanlığa
bağlıdır. Bu öylesine bir alışkanlıktır ki, insanın zevkine, fikrine, Ruhuna veya
düşüncesine tesir eder. Daha doğrusu, insanlar nasıl ki, alıştıkları şeylerden kolay
kolay sıyrılamazlarsa, veya birşeyi tanıdıkça onun içine iner, onun gerçek değerini
tanımlamaya çalışırlarsa... Ki bu, insanlar için de öyledir. İlk anda tanıdığınız
bir insandan hoşlanabilirsiniz. İlk duyduğunuz Müzik eseri size bir zevk verebilir.
Veya ilk okuduğunuz bir şiir, ilk seyrettiğiniz bir tablo sizde herhangibir tepki
uyandırabilir. Bu iyi veya kötü olabilir. Her ikisi de aynı derecede mümkündür.
Fakat bu Eseri 1-3-5 defa dinlediğiniz zaman, veya o Bir Müzik eserini dinlerken de böyledir. İlk duyduğunuz, eserde belki tek tek notaları,
veya bütün olarak bir melodiyi duyarsınız. Fakat gerçekten anladığınız, gerçekten
hissedebildiğiniz, duyabildiğiniz bir eserde bu notalar, bu akorlar, bu melodiler
silinmiş de, tamâmen bunlardan apayrı bir tesir kalmıştır sizdeki... Bu da işte o
kalıplardan sıyrılabilen... daha doğrusu, o kalıpların dışında kalabilen bir dış
etkinin sizde yarattığı bir izlenim, bir tesir, bir etki olabiliyor.
Medyum: Hepşen
Târih: 2 Mart 1967
Hâzirûn: Muhtelif kişiler ve İdil Hanım
Annette- ...... Merhaba.
İ- Nasılsın?
V- İyiyim.
İ- Birşey söylemek ister misin?
V- Hayır.
İ- Peki... Üstâd'a çıkalım.
Nâzırî- ..... Merhaba, dostum.
İ- Merhaba, efendim. Tanrı râzı olsun. Bu akşam o güzel konuşmalarınızdan
istifâde etmek isteriz.
V- Sizin sorularınıza göre ayarlanmak isteriz.
İ- Peki, efendim. ... Müsaade ederseniz, İdil Hanım'ın bir suali var.
V- Evet.
İdil Hanım- Birşey öğrenmek istiyorum: Modern Müzik nereye gidiyor? Bunu
merak ediyorum.
V- Niçin bunu sâdece Müzik olarak alıyorsunuz?..
İdil Hanım- Çünkü o konu beni alâkadar ediyor, ondan.
V- Önce Müziği yapan insanların arzuları, hevesleri, düşünce ve fikirleri olarak
incelemeniz gerekir, bu konuyu... Çünkü Müzik aslında insanlardan ayrı birşey
değildir. Onun için önce, isterseniz, sizinle "Bugünün İnsanı nereye doğru gidiyor?"
diye düşünelim. Çünkü Müzik insanın düşüncelerini ve fikirlerini kendinden ayrı olan
insanlara, topluma, çevresine, ondan sonra gelecek insanlara hissettirebilmesi için
bir çeşit imkân, bir çeşit sebeptir.
Burada duralım... Varlığın fikirlerini değerlendirmeyi size bırakacak, biz sâdece bir hususta düşüncemizi belirteceğiz... Evet, bugüne hitap eden sanatkârlar vardır elbette, ama en meşhur sanatkârlar, en büyük sanatkârlar geleceğe de hitap edenlerdir. Ben burada üç misâl vereceğim. Birincisi TÜRKÂN ŞORAY... Bu hatun 1960'lı yıllarda Sinema'ya girdi. Nedense halk onu çok tutarken, entel-dantel, sosyetik geçinen züppe tabaka ona burun kıvırdı. Hattâ acıklı, dram türü filimleri "Türkân Şoray filmi" diye alaya aldılar. 200'den fazla filim, 10 kadar da dizide oynadı. Nihâyet 2000'li yıllarda o entel-dantel-sosyetik tabakanın da kabullenmesiyle "Sultan" ünvânıyla anılmaya başladı.
İkincisi MÜSLİM GÜRSES'tir... İlkokul mezunu Müslim, 1960'lı yıllarda 14 yaşında meşhur olmuş, halkın kendisini pek beğenmesine rağman, entel-dantel-sosyetik tabakaya ne kendisini, ne de eserlerini bir türlü sevdirememiştir. Ama sonraları "Müslim Baba" diye anılmaya başlamış, hayâtı filim olmuştur.
Daha çok örnek var ama, bir üçüncü ile bitireceğim: KEMÂL SUNAL ... Onunla da uzun süre dalga geçilmiş, ama halk hiçbir zaman ondan vazgeçmemiştir. Âhırete intikâl edişinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmesine rağmen, her gün televiyon kanallarında en az bir filmi oynar. Üstelik her filmi de Türk toplumunun bir sosyal meselesine el atar!.. Mesajı hiç eskimez!
Hepşen Hanım gerçekten çok değerli bir Medyum idi. Varlığın sözlerini aynen, duraksamadan naklederdi. Çok nâdir hatâ yapardı. Bu Celse'de "o kitabı üç-beş-yedi defa okuduğunuz zaman" diye nakletti, biz de ifâdenin akışından dolayı "kitap" kelimesini "şiir" olarak değiştirdik... Hoş, bir kitap 3-5-7 defa okunmaz mı?.. Okunur elbet... Bu satırların yazarı Mişel Zevako'nun dört ciltlik bir romanını çok beğendiği için 3-5 defa okumuş, âdetâ ezberlemişti.
Üstâd'ın adı NÂZIRÎ'ye gelince; bugün BAKAN dediğimiz hükûmetteki görevliye, Cumhuriyet'in başında VEKİL denirdi. Osmanlı döneminde ise o görevli NÂZIR diye anılırdı ki, "bakan, nezâret eden, baktığının sorumluluğunu üstlenen" demektir. Sondaki "Î" takısı hep "oralı, oraya âit" anlamı verir. Cüneyd-i Bağdâdî , meselâ, "Bağdatlı Cüneyd" demektir. Peki, NÂZIRÎ ne oluyor?.. "Bakanlara, nezâret edenlere âit, onlara hizmet eden"mânâsını veren bir kelime olduğunu düşünüyoruz. Üstâdımızın çok daha Üst Makamdakiler'e hizmet eden Üstün bir Varlık olduğu inancındayız. Mâlûm, Öte Âlem'de HİZMET EDENLER-HİZMET EDİLENLER var.
Nâzırî- İşte bugünün Müziğinden sizin alabildiğiniz
şeyler, daha henüz kalıp olan, daha henüz şekilden ileri gidemiyen maddedir...
Bugünün Müziği, daha doğrusu Modern Müzik gerçek anlamını, daha doğrusu gerçek
izâhını, gerçek tanımlanmasını ancak bu kalıplaşmadan sıyrılabildiği zaman sizlere
hissettirebilecektir ki, bu sâdece Müzik'te değil, her konuda böyledir.
Bugün için pek çoğunuz o "modern" dediğiniz Müziği dinlerken Onun sâdece yanyana
getirilmiş ve çoğu zaman birbiriyle ilgisiz bulduğunuz seslerin bir toplamı olarak
ele alırsınız. Ama aslında bu gerçekten böyle midir?.. Bugün sizin beğendiğiniz,
bugün sizin alıştığınız, bugün sizin sevdiğiniz eserler de bundan 100 yıl önce,
200 yıl öncenin insanına göre, işte böyle karmakarışık seslerin bir aray
getirilmesinden meydana gelmiş hissini uyandıran eserlerdi. Niçin bugünün Modern
Müziği bugünün insanları tarafından anlaşılmıyor ve niçin bundan 200 yıl öncenin
insanı tarafından da yine bugünün Modern Müziğinin yarattığı tepkiyle karşılanıyor?..
İşte bunun sebebi sâdece hem madde olan, hem de maddeden ayrı olan şuurun henüz bu
kalıplaşmalardan kurtulmamasıdır.
BUGÜNÜN MÜZİĞİ ASLINDA DÜNÜN MÜZİĞİNİN GİTTİĞİ YERE GİDİYOR!..
Herşeyden önce şunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerektir:
BİR İNSANIN KAABİLİYETLİ OLABİLMESİ, BİR İNSANIN SANATKÂR OLABİLMESİ İÇİN
O İNSANIN KENDİ DEVRİNDE, KENDİ ÇEVRESİNDE YAŞAYAN İNSANLARIN ORTALAMA TEKÂMÜL
SEVİYELERİNİN ÇOK DAHA ÜSTÜNDE OLMALARI GEREKİR.
Çünkü zâten onlara benzeyen bir insan, onlarla aynı tekâmül seviyesinde olan bir
insan, onların arasından sıyrılıp ta kendini Sanatkâr olarak o insanlara kabul
ettiremez! Sâdece onların arasında kaynayıp gider!
Ama bugün için bunu tam anlıyamamanızın sebebi de, bu kalıplardan henüz
sıyrılabilecek alışkanlığa erişememiş olmanızdır.
Ama bu alışkanlığa erişebilmek
de kimisi için bir, kimisi için beş, kimisi için yüz yıl kadar bir zaman ister.
Aslında dünün Müziği de o günün insanları tarafından tıpkı bugünkü Müzik gibi
anlaşılmaz, sevilmez, hattâ değersiz olarak tanımlamışlardı ki, bugün kıymet
verdiğiniz, değer verdiğiniz eserlerin çoğu o zamanın pek çok sanatkârları tarafından
basit bir dudak bükülmesiyle bir kenara itilmiş eserlerdi. İşte bugün Modern Müziğin
gittiği yer de sâdece dünün Müziğinin gittiği yer olacak. Şöyle ki, insanlar tekâmül
ettikçe, insanlar gerçekten tekâmül edebildikçe, işte kendilerinden daha üstün, daha
tekâmül etmiş olan bugünün sanatkârlarının meydana getirdikleri eserleri anlamaya
başlıyacaklar.
Bir kısa açıklama... Burada kullanılan "tekâmül" kelimesi, Rûhî Tekâmül'e işâret edebileceği gibi, Müzik konusunda ilerlemiş, gelişmiş olmayı da kastetmiş olmalıdır. Herhangi bir ilim veya san'at dalında bilgi ve kaabiliyet sâhibi olma, "o sahâda tekâmül" demektir.
Nâzırî- Şu hâlde aslında Sanatkâr olan bir kimse, veya
Müzisyen olan bir kimse ve bu kimsenin meydana getirdiği eserler sâdece kendi devrinde
çağında ve kendi dünyâsında yaşayan insanlara nazaran çok daha üstün seviyede,
daha doğrusu, yârına, geleceğe çok daha yakın olduğu için, onlar tarafından
değerli veya isterse değersiz olsun, ama bir tepkiyle karşılanmıştır. Bir ilgiyle
karşılanmıştır. Ve insanlara değerli veya değersiz, "Sanatkâr" denilmiştir.
"Değerli veya değersiz" dememden kasıt şu ki, değerleri anlaşılsın veya
anlaşılmasın, bir insanın mâdem ki Sanatkâr olabilmesi için kendi devrinde yaşayan
insanların daha üstünde bir Tekâmül seviyesine erişmiş olması gerekir. Şu hâlde, bu
insanın meydana getirdiği eserin de kendi devrindeki insanların anlıyabileceğinden
daha üstün olması lâzım gelir. Bunun içindir ki, işte "Bugünün Modern Müziği"
dediğiniz, "Bugünün Modern San'atı" dediğiniz şey, sâdece bugünün insanına göre daha
üstün, daha ileri ve daha gelişmiş olduğu için bugünkü, daha doğrusu, o devirde
yaşayan insanlar tarafından "anlaşılmaz" olarak vasıflandırılmıştır. Ama aslında
Müzik, dâima kendi devrinden daha üstün olabilirse, Edebiyat dâima o devirde
yaşayan insanların düşüncelerinden çok daha fazla Aslında Müzik bir yere doğru gidiyor değil; o kendi Tekâmül seviyesini yapıyor!..
Fakat ilerlemekle bugünün insanını da yârına götürüyor!.. Onun madde olan ve madde
olmayan birşey, şuurunda ileri doğru bir çekim yaparak, onu bir çeşit alışmış olduğu
kalıplardan sıyırarak, bu kalıpların dışına çıkarmaya çalışıyor. O böylece bugünün
insanını Yârının San'atı'na doğru çekiyor!
Aslında Müzik ilerliyor... Fakat insanları, daha doğrusu, kendini anlıyabilecek,
kendini değerlendirme gücüne sâhip olacak olan insanları dâima daha geride bırakarak
ilerliyor... İşte Müzik, daha doğrusu Bugünün Modern Müziği'nin gittiği yer olacak!
Ama San'at dâima insanları yücelten ve onlara dâima daha iyiyi, daha güzeli ve daha
doğruyu öğretmeye, göstermeye
Öyle değil mi?.. San'at, Edebiyat sâdece içinde bulunduğu çağa hitap ederse, gelecekteki insanlara birşey vermezse, bir değeri olur mu?.. Unutulur gider. Nice Şâir, nice Müzisyen, nice Mîmar-Mühendis silinip unutulmadı mı?.. Ama bir Mimar Sinan, bugün dahi seviyesine ulaşılamıyor... Sofokles'in (M.Ö.495-406) ANTİGONE'si bugünün insanına dahi çok şey vermiyor mu?
Medyum'un yanlış naklettiği kelimeleri gene düzeltip yazdık. "düşünebilirse" diye nakletmiş, düzelttik. "hissetmeye" demiş, yine düzelttik... Rûhî İrtibatlar'da olur böyle şeyler... Aldatma, kıtır atma olmasın da...
İdâreci- Buyurun, sual soracaksanız.
Aslında her San'at eseri, eskiyle kıyaslanınca yepyeni birşeydir. Meselâ, Resmi
ele alalım... Resim de böyledir. Bundan iki yüz yıl önceye, dört yüz yıl önceye inin...
Ve bu devirleri birbirleriyle karşılaştırın... Yeni bir akımın ortaya çıktığı
görülecektir. Çünkü biraz önce de dediğim gibi, San'atta gerçek anlaşılma veya
San'atın gerçek değerini kavrıyabilme, ancak bu San'at eserine bir çeşit alışkanlığın,
daha doğrusu, bu San'at eserinin madde olan kalıplarının dışına sıyrılabilmeyi
başarabildiğiniz anda, mevcut olmaya başlıyor. Fakat bu alışkanlıklardan, daha doğrusu,
bu San'at eserinin gerçek değerini anlamaya başladıktan sonra da insanın Tekâmül
seviyesinin bir çeşit ilerlemiş olması lâzım geliyor. Şöyle ki, ilk önce gerçek
değerini anlamadığınız bir esere bakarken sizin ulaştığınız Tekâmül Seviyesi
İdil Hanım- Evet... Çok enteresan... Azıcık daha düşünüyorum şimdik.
V- Şöyle düşünüyorsunuz: Bugünkü Müziği, bugün alışılageldiğimiz Müzik'ten biraz
daha farklı ... Ama bugünün insanı da öyle değil mi?..
Hattâ bugün siz bir çocuk
olarak annenizden, anneniz bir büyük olarak kendi annesinden daha farklı değil mi?..
İdil Hanım- Evet... Hayır, benim merak ettiğim şey, tekrar bir dönme olacak mı?..
Yoksa en son bu yeni yapılan denemelerden başka birşey çıkacak mı?.. Tekrar klâsik
bir anlayış mı gelecek?
Yoksa yeni birşey mi çıkacak?
Nâzırî- Dâima yeni ve eski değerli oldukları sürece San'atın bütün kollarında
yerlerini muhafaza edecekler... Çünkü Yeryüzü'ne gelen insanlar mâdem ki aynı zamanda
Yeryüzü'ndeki veya Kâinat'taki yaşantılarına başlamamışlardır,,. şu hâlde aynı zamanda,
-"aynı Dünya üzerinde" diyeyim- yaşayan insanlar dâima birbirlerinden farklı Tekâmül
seviyelerinde olacaklar. Bunun için de bu birbirinden farklı olan Tekâmül'e ulaşmış
insanları tatmin edebilmek için San'atın eskisi veya yenisi dâima berâber olacak.
Çünkü onu değerlendirebilen ve ondan anlayan dâima aynı zamanda, aynı Dünya üzerinde
yaşayacaklar. Yeninin yanında dâima daha eskisi olacak. Dâima Klâsiği olacak. Çünkü
çok Tekâmül etmiş insanın yanında dâima çok az Tekâmül etmiş insan da bulunacak. Ama
eskinin vârolması hiçbir zaman yeniliğin önlenmesi veya yeniliğe doğru gidişin bir
sonu veya bunun engellenmesi şeklinde olmıyacak. Dâima insanlara göre San'at olacak!..
Ve dâima Yeryüzü'nde vârolan San'attan faydalanabilecek ve bunun değerini
anlıyabilecek insanlar Yeryüzü'nde vârolacak!
Burada durmamız gerek... Hiç dokunmadan naklettiğimiz Medyum'un ifâdeleri biraz karışık... Bu yorgunluğundan da olabilir, Varlığın anlattıklarının yoğunluğundan da... Önce bir kere daha tekrarlıyalım ki, Celse'nin muhtelif kısımlaında kullanılan "Tekâmül Seviyesi" ifâdesi, hem Rûhî Tekâmül'e, hem de San'at Anlayışının Tekâmülü'ne işârettir. Çoğu yerde ikincisi kastedilmektedir.
Varlığın veya Medyum'un "daha doğrusu" tâbiriyle birbirine bağladığı cümle, "San'atta eserin gerçek değerini kavrıyabilme; o San'at eserine olan alışkanlığın veya o San'at eserinin maddî kalıplarının dışına çıkabilme ile mümkündür" şeklinde olması gerekirdi. Sonra bu San'at eserinin gerçek değerini anlamaya başladıktan sonra da insanın Tekâmül seviyesinin bir çeşit ilerlemiş olması lâzım geliyor" cümlesi yanlış kurulmuş. Tekâmül'ün önce gelmesi icâbederdi. Sonradan ilk önce gerçek değerini anlamadığınız bir esere bakarken sizin ulaştığınız Tekâmül Seviyesi ile , gerçek olarak anlıyabildiğimiz, gerçek değerini kavrıyabildiğiniz an ulaştığınız Tekâmül Seviyesi arasında fark vardır. Siz Tekâmül ettiğiniz için o San'at eserini, o tabloyu veya o Müzik eserini anlıyabilecek duruma gelmiş sayılıyorsunuz" açıklaması ile düzeltilmiş, "ile" kelimesi bizim ekimiz...
Görüyorsunuz, değil mi; Celse Yapmak, Ruhlarla İrtibat, Celse İdâresi, Celse Kaydı'nın Tape Edilmesi, Celse İncelemesi öyle kolay işler değil... Kılı kırk yaran titizlik istiyor... Hele bir de Celse'yi İnternet'e çıkarmak isterseniz, yandınız!..
Nâzırî- Fakat insan dâima Tekâmül ettiğine göre, orada
kalamıyacağınıza göre, dâima yeni şeyler istiyeceksiniz... Ve işte bir Sanatkâr
da dâima kendi devrinin üstün olan insanlarının Tekâmül Seviyeleri'nin üstünde bir
eser, daha doğrusu, onların anlıyabildiği, onların alıştığı eserlerinin üstünde
bir eser verebilmeyi başardığı zaman, o insanlar arasında sivrilecektir.
San'atta dâima devre devre, zaman zaman yeni okulların açılması, yeni bir devrin
başlaması, işte bunun tesiri ile olmaktadır.
Bunun için Müzik de, Resim de, Şiir de, Edebiyat da, hepsi dâima bir önceki devre
nazaran daha değişik, ve hattâ çoğu zaman ondan büsbütün başka bir şekilde ortaya
çıkmalıdır ki, işte o alışabildiğiniz eserler içinde sivrilip bir değişiklik
yaratabilsin. Çünkü, unutmayın!.. İnsanları çeken şey, bir süre için, alışkanlıklardır!
Fakat ondan sonra bu alışkanlıklar da bir çeşit bıkkınlık uyandırır. Ve insanlar dâima
yeniliğe, değişikliğe doğru gitmek isterler. Bunu isteyen insanlar değildir de,
onların bulunduğu seviyedir. Çünkü insanlar dâima ileri doğru gidiyorlar. Ve bu
insanlığın ilerlemesi de dâima daha ileri, daha yeni ve daha değişik şeyler
yaratabilme arzu ve çabasını ortaya koyuyor.
Bunun için Bugünün Müziği'nden apayrı bir Müzik olacak Yârının Müziği!.. Nasıl
ki, Bugünün Müziği de Dünün Müziği'nden apayrı birşeydir. Ama bugün, hem Dünün, hem
Bugünün Müziği'ni bâzen zevkle, bâzen alışkanlıkla, bâzen isteyerek ve bâzen de
istemiyerek dinliyorsunuz. Ama bu, sizin için böyle... Aranızdaki insanların bâzıları
Bugünün Müziği'nden hoşlanıyorlar, bâzıları da Dünün Müziği'nden.
İşte bunun için de hem Bugünün, hem Dünün Müziği mevcut, bugün için... Yârın da
dünden ve bugünden ayrı birşey olmadığı için, yârın da... O gün geldiği zaman,
sâdece bugün ve o gün geçtiği zaman da yalnızca dün olacağı için, bugünkünden ayrı
birşey olmıyacak. Yârının Müziği yine Bugünün Müziği gibi Dünkü'nden apayrı, fakat
yârınınkine de benzemeyen bir Müzik olacak. Ama tıpkı bugün olduğu gibi, hem Dünün,
hem Bugünün Müziği aynı zamanda değişik insanlar tarafından aynı zevkle dinlenmekte
devam edecek.
İdil Hanım- Bana öyle geliyor ki, Müzik'te çok şey söylendi. Artık sonuna geldik.
Gerileme vaziyetine giriyor gibi... Ben ondan korkuyorum. Acaba ne kadar bu gider?
V- Hayır, hiçbir şeyde çok şey söylenmedi, henüz... Dikkat edin, yeni birşeyin
doğabilmesi, yeni birşeyin vârolabilmesi için ilk önce eskinin yakılması lâzımdır.
Birşeyin yıkılabilmesi için de, onun dejenere olması lâzımdır, sizin deyiminizle...
İşte bu sâdece bir yeniliğin meydana gelmesini sağlayacaktır.
İdil Hanım- Yâni, yenilik muhakkak olacak?
V- Evet... Herşeyde olduğu gibi...
İdil Hanım- Fakat bu, yeni bir insan tipinin çıkmasından mı olacak?
V- Tam "öyle" diyemiyeceğim... Ama Yârının İnsanı Bugünkü'nden farklı olacak.
Çünkü Yârının İnsanı'nın elinde Bugünkü'ne nazaran çok daha fazla, çok daha geniş
imkânlar mevcut olacak... Dikkat edin, bu imkânların artması, dâima yeniliklerin
daha sür'atle meydana ve daha sür'atle insanlar arasında yayılabilmesini sağlıyor.
Şöyle ki, bundan asırlar öncesinin insanı sâdece basit Müzik âletleri arasında
birşeyler yapmaya çabalarken, bugün hattâ âletsiz Müzik çalabilme, âletsiz Müzik
yapabilmeye çalışıyor insanlar... Bu da onların imkânlarının dünün imkânlarına
nazaran çok daha gelişmiş olmasındandır. Tıpkı bunun gibi, Yârının İnsanı'nın elinde
çok daha geniş imkânlar olacak. Çünkü Yârının İnsanı bugün sizin duyabildiğiniz,
bugün sizin bilebildiğiniz şeylerdan çok daha fazlasını duyabilecek ve bilebilecek.
Bugün için sizin bildiğiniz şeyler size, sâdece size ulaşmış olan şeylerdir.
Ben bu Celse'nin bu kısmını çok sevdim... Çünkü yıl 1967... Daha Ay'a gidilmemiş. Televizyon yayını Türkiye'de deneme olarak yeni başlamış. "Uzay Yolu" dizisi bile renksiz olarak gösterime girmemiş!.. Yâni, Kaptan Kirk'ün elinde görüntülü "cep" telefonunu bile görmemişiz ki, hayâlini kuralım... Varlık 2000'li yılların bilgisayar, telefon ve bilgisayarlı telefonların müjdesini veriyor. Bilgisayarla, hattâ cep telefonuyla âletsiz Müzik yapma imkânından bahsediyor!.. Gel de, hayret etme!..
Nâzırî- Sizin duyduğunuz sesler, sâdece size kadar gelebilmiş seslerdir. Ama Yeryüzü'nde tek yaşayan "insan türü" diyeyim, veya "sizin bildiğiniz canlı Varlıklar" diyeyim, sizin sesleri alabildiğiniz kadar değil; bundan önce -"bugünkü Yeryüzü'nde yaşayan insan nesli" demiyeyim de- bugün için "Yeryüzü" dediğiniz, Kâinat'ın ufacık bir noktasında vârolan madde veya madde olmayan Varlıklar'dan önce, onların bu Dünya yüzündeki yaşantılarına başlamalarından önce, onlardan çok daha önce, çeşitli nesiller geldi ve geçti buradan... Ve onlar Bugünün İnsanı'nın eriştiği medeniyet seviyesinin, bugünkü insanın bilebildiği bilgilerin çok daha üstüne çıktılar. Onların yaptıkları şeyler, onların birbirlerine gönderdikleri sesler, veya onların meydana getirdikleri eserler sanır mısınız ki, şu "Kâinat" dediğiniz sonsuzluk içinde kaybolup gidiyor?.. Hayır!... Sâdece siz o sesleri alabilecek âletleri henüz bulamadığınız için onların varlığından haberdâr değilsiniz... Ve bunları öğrendiğiniz, daha doğrusu, bu mevcut olan titreşimleri alabilecek bilgi seviyesine erişebildiğiniz zaman, onlardan öğrenebileceğiniz şeyler çok daha üstün olacak.
Bu kısım akıl karıştırabilir... Bizden önce, yâni homosapien diye bilinen insan türünden önce
Homo Erectus.
Homo Rudolfensis. ...
Homo Ergaster. ...
Homo Antecessor. ...
Homo Heidelbergensis. ...
Homo Neanderthalensis. ...
diye türler yaşamış... Homosapienler'den Mısırlılar piramitleri dikmiş. Dogonlar Sirius yıldızının eşini görmüş. Sonra Atlantis, Mu, Lamurya kıt'alarında yaşayanlardan söz ediliyor. Mısırlılar ve onlar bizden üstün müydü, bilemem... Ama bugün kabul edilen gerçek şu ki, geçmişteki ve bugünkü bütün sesler titreşimler hâlinde havada, Uzay'da mevcut... Hiç kaybolmuyor!.. Onları alacak ve deşifre edecek bir âlet olsa, Hz. İsâ ile Yahudi Kralı Herod'un konuşmaları bile dinleyebiliriz.
Nâzırî- Ve işte bu üstün bilgilerle meydana getireceğiniz
San'at veya İlim de bugüne nazaran çok daha başka olacak... Dikkat edin, bugün
için hiçbir şeyde çok fazla şey söylenmemiştir. Şöyle ki, siz daha söylenenlerin
kaçta kaçını biliyorsunuz ki?.. Veya sizin bildikleriniz, söylenen şeylerin yanında
acaba bir damla kadar bile değerli mi?..
Bunun için hiçbir şeyde çok şey söylenmiş değildir!.. Çok şey söylenmiştir, bu
doğrudan doğrudur. Ama bu söylenen çok şeyleri henüz hiçbiriniz bilmiyorsunuz.
Bugünkü, -sâdece Müzik'te değil, dikkat edin- bu çırpınma, bu çabalama ve bir çeşit
alışılan kalıpların dışına sıyrılabilme arzusu ve isteği sâdece Müzik'te değil,
hemen bütün San'at kollarında, hemen İlmin bütün dallarında, ve hattâ tek tek
insanların hepsinde var... Şu hâlde bu çırpınma San'atın bir çeşit gerileyeceği
değil de, aksine, ilerliyeceğine bir işârettir. Çünkü eskisi yıkılmadan yeni birşey
yapılamaz!.. Ve yıkılabilmek için de herşeyden, onun kökünden, temelinden sarsılması
lâzımdır. İşte bu sarsılma, bu çırpınma, insanlığın bu çabası, San'atın bu bir
çeşit altüst oluşu, sâdece eskiyi yıkabilmek ve onun yerine bir yenisini koyabilmek
arzusundandır... Ve bu, hiçbir zaman geriye dönüş değildir. Çünkü insanlar hiçbir
zaman yeni olan birşeyi yıkarak eskiyi meydana çıkarmazlar. Sâdece eski olan
yıkılarak yerine yenisi yapılır.
Müzik açısından bakarsak, burada yıkılacak olan Klâsik Müzik değil; o varlığını sürdürecek. Yıkılacak olan Klâsik Müzik tarzı Müzik yapma alışkanlığıdır. Ondan vazgeçilir, yeni tarz Müzik yapılır.
İdil Hanım- Ne kadar zamanda bu devrimi görüyorsunuz?
Yeni Müziğin başlıyabilmesi ne kadar zaman içinde olacak?
Nâzırî- ...
Muhterem Üstâdımız Nâzırî'nin cevâbını vermeden önce, bir açıklama yapmak isteriz. Geleceği, gaybı ancak ALLAH bilir. Bu bakımdan falcılara, Ruhlar'a gelecek hakkında sualler sormak doğru değildir. Haa, ALLAH bâzı kullarına geleceğe dâir bâzı işâretler vermez mi?.. Verir, ama kime verdiğini biz bilemeyiz. O yüzden böyle bir işâret almamış birini gelecek hakkında konuşmaya zorlamak doğru değildir. Hem onu müşgül durumda bırakır, hem ikimizi de günâha sokar. Buna rağmen, insanız, hepimiz bu hatâya düşüyoruz. İdil Hanım'ın suali, Varlığı, doğruluğunu şimdi dahi tesbit edemiyeceğimiz bir cevap vermeye mecbur bırakıyor... Ne var ki, o târihten (1967) 75 yıl sonra (2042), ne İdil Hanım, ne de o Celse'de bulunanlar böyle bir değişim oldu mu, olmadı mı, göremeden Âhıret'e intikâl etmiş olacaklar.
İdil Hanım- Ne kadar zamanda bu devrimi görüyorsunuz?
İnsanda dış görünüşe tesir eden, daha doğrusu, sizin insanı tanımanızı sağlayan
sizin sâdece Tekâmül seviyenizdir. Ve aynı zamanda insanı sizin gözünüze şöyle veya
böyle gösteren onun Tekâmül seviyesidir... Şöyle ki, aynı insanı bâzen şöyle, bâzen
böyle, bâzen iyi, bâzen güzel, bâzen çirkin görürsünüz... Bu sâdece onun hisleri ile
ilgili birşeydir. Çünkü insanların yüzünde dâima hissettiği birşeyler vardır. Aslında
insan belki madde olarak görebildiğiniz kadarıyla belki çok küçük şeydir. Ama asıl
insan bu değil. SİZ ONUN ETRÂFINDAKİ O MUAZZAM RENK TABAKASINI GÖREBİLİYOR MUSUNUZ?..
HİSSEDEBİLİYOR MUSUNUZ BUNU?
İdil Hanım- Hayır.
Mâdem ki "insan" dediğimiz şey hem madde, hem de maddeden ayrı bir Varlık olarak
mevcut, şu hâlde gerçeğe yaklaşabilme hem mânâ olarak, hem madde olarak
Aslında değişen birşey olmayacak! Sâdece bunu anlıyabilme gücünüz ilerliyecek.
Nasıl ki mânâ olarak gerçeği daha kolay hissedebilecekseniz, madde olarak da gerçeği
daha kolay görebilecek, duyabilecek ve alabilecek
Yeni Müziğin başlıyabilmesi ne kadar zaman içinde olacak?
Nâzırî- ... 75 yıl...
İdil Hanım- 75 yıl içinde acaba ne gibi şeyler olacak ki?... Bunu merak ediyorum.
V- Bugün için duyduğunuz seslerden çok daha değişik, çok daha farklı titreşimlere
sâhip seslerle meydana gelecek bir Müzik... Çünkü o zaman bu sesleri alabileceksiniz...
Ve unutmayın, Müzik sâdece duyabildiğiniz, bilebildiğiniz seslerin sınırından dışarı
çıkamayan eserler meydana getirir. Ama bu sınır genişledikçe, bu sınır büyüdükçe,
işte o zaman yeni yazılacak, yeni yaratılacak eserler de bugünkülere benzemiyecekler.
O zaman, daha doğrusu, Müzik'te böyle bir ilerlemenin temelini teşkil edecek olan
İlim'deki ilerleme olacak... Ki, San'ata yararlı olabilsin. Çünkü o devrin Müziği
bugünkü bilinen seslerin dışına çıkacak... Ki, bu yolda bir adım atıldı sayılır.
İdil Hanım- Yâni bu
Modern Müzik onu hazırlıyor mu?
V- Evet.
İdil Hanım- Bu Müziğin represantörleri var. Yâni, meselâ, bir Bret'i
(tam anlaşılmıyor) ele alalım.
V- Bu yolda adım atıldı.
İdil Hanım- Yâni, Bret (tam anlaşılmıyor, acaba
Bret Michaels mı? ) attı mı bir adım?
V- Henüz tam değil. Çünkü daha bu sesleri tam olarak alamıyorsunuz.
İdil Hanım- Ama başlangıcı var, elektrolarda.
V- Başlangıcı, evet, var... Dikkat edin, insanlardaki Tekâmül seviyesi
ilerleddikçe, insanların Tekâmül'ü ile berâber Ruhunun alabilme gücü geliştikçe,
işte bugünün insanının duyabildiği frekansların dışına çıkacak... Ve bu duyabildiği
frekanslardan meydana gelen Müzik eserleri yaratılmaya başlayacak.
İdil Hanım- Birşey daha merak ediyorum: İnsanlarda bir değişme olacak mı?
V- Madde olarak bir değişmeden mi bahsettiniz?
İdil Hanım- Evet.
V- Herşeyden önce size şunu söylemek isterim:
İnsanın maddesini değişik
şekillerde gösteren sâdece Ruhudur... Size bundan daha önce de söylemiştim. Sizin
görebildiğiniz insan, aslında vârolan insanın sâdece dokuzda biridir.Aslında insan,
daha doğrusu, bir çeşit kalıplaşmış, bir çeşit sıkıştıran, bir çeşit enerji -veya
"titreşim" diyeyim, belki en doğru bu olacak- bu görebildiğiniz gibi değil... Siz
sâdece onu, o kadarı ile görebildiğiniz için öyle görünüyor... Ama insan aslında
gerçekten hiçbir zaman sizin gördüğünüz gibi değil.
V- Hayır, değil mi?.. Veya o insandan çıkan bir çeşit incecik, bembeyaz, belki
saç telinden daha ince, belki bir iğneden daha keskin o ışınları görebiliyor musunuz?..
Hayır, değil mi?
İdil Hanım- Hayır.
V- Aslında insan değişmeyecek... Aslında insan madde olarak değişmeyecek te, onu
gören, daha doğrusu, insanın Tekâmül seviyesi ilerledikçe, insan Ruh olarak daha
üstün bir seviyeye ulaştıkça bütün hisleriyle berâber görmesi -biraz önce işitmesinden
de bahsetmiştim- o işitme yeterliliğiyle berâber görme yeterliliği de artacağı ve
gelişeceği için insanı daha olduğuna yakın bir tarzda görmeye başlıyacaksınız. Bu,
hiçbir zaman insanın madde olarak değişeceği değil de, mânâ olarak değişmesinden
meydana gelen bir görebilme gücünün artacağını gösterir. Yoksa insan, aslında yine
aynı insan kalacak. Sâdece onu gören gözler, onu değerlendiren gözler değişecek.
İnsan sâdece o günkü ihtiyaçlarını karşılıyabilecek. Daha doğrusu, çağının sorunlarına
cevap verebilecek bir madde olmaktan uzağa geçemiyecek. Ama onu gören, onu tanımlayan
gözlerin alabilme gücü, alabilme yeteneği gelişeceği için siz onu gerçeğe daha yakın
şekilde göreceksiniz. Zâten insanların Yeryüzü'ndeki yaşantılarının amacı gerçeğa
yaklaşmak değil mi?.. Şu halde bu, gerçeğe yaklaşmak demek olabilir mi?..
Burada durmak gerek... Hem de uzunca bir süre... Önce şunu belirtelim, Medyum artık yorulmaya başladığı için yanlış nakiller yapabiliyor. Onları düzelttik ve siyah harflar ile belirttik. Bunu tabii görüyoruz, her Celse'de, her İrtibat'ta olur böyle şeyler.
İnsan aurasından ve astral-mental diye bir sürü bedenden bahseden görüşler vardır. Üstâdımız insanın bu varlığının ancak 1/9'undan haberdâr olduğumuzu söylemiş, tabii teyidi imkânsız. Ama karşımıza gelen insanda çok şeyi göremediğimiz âşikâr...
Dikkatinizi çekmiştir, Üstâdımız sürekli olarak TEKÂMÜL'den bahsediyor... İster "Yeryüzü" deyin, ister "Dünya"; bu bizim Tekâmül ortamımızdır. Ama bir hususu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Dünya; bir ilkokul, bir ortaokul, bir lise, veya bir üniversite gibidir. Hangisi bilmiyoruz. İlkokul ise, Tekâmül'e yeni başlıyan Varlıklar için, üniversite ise Tekâmül'ün son mertebesine ulaşmış Varlıklar için olması gerekir. Ama değişmeyen bir özelliği vardır. O da ilkokulda lise dersleri okutulmaz. 2 artı 2 4 eder... Eksi sayı (-2) olmaz!.. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, ilkokul öğrencileri hep aynı şeyleri okur, aynı bilgileri edinirler. Dünyâ'ya gelen Varlıklar da 3.000 yıl önce de, 5.000 yıl önce de, 300.000 yıl önce de aynı Tekâmül aşamasından geçiyorlardı. Yanlış anlaşılmasın, madde bilgisi artıyor. Ama bugün bilgisayar cambazı bir gencin Hz. Mevlâna'dan veya Yunus Emre'den daha mütekâmil bir insan olduğunu söyleyebilir misiniz?.. Hayır, değil mi?.. O gencin Yunus Emre'nin Tekâmül seviyesine ulaşması için daha çook fırın ekmek yemesi lâzım!..
Yine Üstâdımız Tekâmül ettikçe insanları daha farklı gözle görebileceğimizi söylüyor... Şimdi Hacı Bektâş-ı Veli, kendisinden buğday istemeye gelen Yunus Emre'de ne gördü de, "Sana buğday değil, himmet vereyim" dedi?.. Şimdiki himmet değil de, ders veren profesörlerin Hacı Bektaş'ın seviyesine ulaşması için daha çoook fırın dolusu ekmek yemesi lâzım!..
Bir de şunu unutmamak lâzım: Nasıl ki, ilkokulda 1-2-3-4-5 sınıf varsa, (maalesef şimdilerde bunu dahi değiştirdiler) Dünya mektebinde de insanlar Tekâmül seviyeleri bakımından sınıf sınıftır. Ve dâima, her zaman 1. sınıfta olanlar da vardır, 5. sınıfta olanlar da!.. Geçmişte bu böyleydi, gelecekte de öyle olacak!.. O yüzdendir ki, Dünyâmızın bir adı da Âlem-i Fark, veya Farklar Âlemi'dir.
İdil Hanım- Ama yâni bu sefer daha sert bir
şekilde... Bu 75 yıl içinde...
Nâzırî- Bundan 75 yıl önceye gidin... Bugünle kıyaslayın... Gene sert bir fark
görmüyor musunuz?.. Dâima bir yenilik, eskiye göre mühim bir farktır. Çünkü zâten
birşeyin yeni olabilmesi için eskiden değişik olması lâzımdır... Ve dâima değişik
olan şey farklıdır... Ve dâima bu fark serttir. Dünün, 100 yılın, 50 yıl öncesinin
insanının belki masal olarak dinlediği şeyleri, bugünün çocuğu bile gülerek, hattâ
önemsemiyerek işitiyor... Bundan 150 yıl önceye gidin... 200 yıl önceye
gidin... Ay'a gitmek o zaman için masaldı. Belki masal bile değildi, Yeryüzü'ndeki
insanların çoğuna göre... Ama bugün sizin için tabii. Hattâ... Hattâ bunun 20 yıl
öncesine gidin... 30 yıl öncesinin insanının bilgisiyle, ilmiyle, inançlarıyla
bugünün insanının bilgisi, ilmi ve inançları aynı mı?.. Yâni o okullarda okuduğunuz
Fizik ne oldu bugün?.. Şimdi sizin okuduğunuz Fizik ne oldu?.. İşte Fiziğin bu sert
farkı neden Müzik'te olmasın?.. Hem de, düşünün, arada geçen zaman Fizik'te ne kadar?..
Belki 15 yıl... Neden Müziğe 75 yılı az gördünüz?
İdâreci- Hüsnü soruyor.
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Müzik hakkında konuşurken şöyle birşey dediniz. Bunu sual hâlinde
güç ama, şöyle izah edeyim. Benim anladığıma göre, dediniz ki, "İnsanların Maddî
Tekâmülü olgunlaştıkça, Rûhî tekâmülü'ne paralel olarak, eskiden kullanılan âletlerin
sesini tekrardan alabilecekler." Meselâ bundan 3.000 sene önce bir köylünün çaldığı
kavalı, ondan çıkan titreşimler gittikçe zayıflamakta olduğu hâlde, ortadan kalkma
olmıyacak. Ve istikbâlde insanlar öyle bir âlet yapabilecekler ki, bu titreşimler ne
kadar zayıf olursa olsun, onu belli bir güçte yükselterek, 3.000 sene önceki köylünün
kavalını alabileceğiz... Onu mu demek istediniz?
V- Evet... Sâdece 3.000 değil, 300.000, 300 milyon yıl öncekinin seslerini!..
Sizin bugünkü ilminizin esaslarından biri "hiçbir şey yoktan vârolmaz ve vârolan
hiçbir şey yok olmaz" değil mi?.. Bunu herşeyde kabul ediyorsunuz, öyle değil mi?
İ- Evet.
V- Şu hâlde mâdem ki vârolan hiçbir şey yok olamaz, vârolan şey dâima vardır...
Sâdece siz vârolan şeyleri sizin alabildiğiniz, sizin duyabildiğiniz şeyler olarak
kabul ettiğiniz sürece, onlar yoktur. Ama onları duyabilmeye, onları alabilmeye
başladığınız zaman da onlar vardır. İşte gerçeğe ulaşabilme budur. Gerçeği tanıdıkça
siz gerçeğe yaklaşacaksınız. Aslında gerçek bugün için de var. Dün için de vardı.
Ama siz ondan uzak olduğunuz için o sizin için yok... VÂROLAN ŞEY DÂİMA VAR!..
Burada mutlaka durmamız lâzım. Üstâdın dediği hepimizin bildiği bir gerçek... Sessiz, ıssız bir ortamda yalnız başınıza dururken size hiçbir şey yokmuş gibi gelir. Ama elinizde bir radyo olur, ve onu açarsanız, o ortamda ne kadar çok değişik ses olduğunun farkına varırsınız. Hele bir televizyon alıcısı olursa, o seslere ne kadar çok görüntü katılır!... Hele hele bir de o o televizyon alıcınız 360 derece dönebilen 4 metre çapında bir çanak antene bağlıysa, Dünyâ'nın dört bir yanında yüzlerce televizyon kanalının, yüzlerce radyo kanalının onlarca dildeki yayınlarını, seslerini, görüntülerini alır, o ıssız yerde ne kadar çok titreşim olduğuna hayret edersiniz.
Yalnız burda bir hususu hatırlatmadan geçemiyeceğim. Üstâdın kullandığı "gerçek" kelimesi tek anlamlı değil. "Gerçeği tanıdıkça siz gerçeğe yaklaşacaksınız" cümlesindeki birinci "gerçek" Rahmetli Bedri Ruhselman'ın tâbiriyle "realite" , ikinci "gerçek" ise yine merhumun deyimiyle "verite"dir. Birincisi her devre, her ortama, hattâ her insana göre değişen "gerçek" ikincisi ise yalnız ALLAH'ın bildiği Mutlak Hakikat'tir. İlgilenenlerin "Ruh ve Kâinat" eserine dönmelerinde yarar var.
Biz İLİM ve BİLİM kelimelerini ayrı mânâlarda kullanırız. Nâzırî dostumuz İLİM demiş ama, kastettiği BİLİM'dir. Yâni sâdece gördüğüne, lâboratuvara sokup deneyler ile tekrarlıyabildiğine inanan BİLİM'e göre "hiçbir şey yoktan vârolmaz, vârolan birşey de yok olmaz". Bu BİLİM Ruh'u da göremediği, tutamadığı için kabul etmez. İLİM ise ALLAH'a âittir, O, ÂLÎM'dir. Herşeyi esâsıyla, özüyle bilir. seçtiği kullarına da bu İLİM'den bahşeder ki, BİLİM bunun çok cüz'i bir kısmıdır. ALLAH'ın İLMİ'ne göre yukardaki önerme yanlıştır, çünkü O, bu Kâinat'ı yoktan vâretmiştir, ( "O Allah, yaratan, yoktan vareden, şekil verendir" Haşr Sûresi 24. Âyet) sonunda o şimdi vârolan Kâinat'ı yine yok edecek, Kendine döndürecektir. ( "Göklerde ve yerde bulunanların sâhibi olan Allah'ın yoluna götürüyorsun. İyi bilin ki bütün işler sonunda yalnız Allah'a dönecektir." Şûra Sûresi, 53. Âyet)... Bu da Bedri Bey'in "realite-verite" kavramlarına uygundur.
Daha önce de vermiştik. ALLAH'ın Güzel İsimleri'nden EL BEDÎ "yoktan eşsiz benzersiz yaratan" ; EL MUSAVVİR "tasvir eden, şekil veren, sûret veren" ; EL HÂLİK "yaratan, vârolan birşeyden yeni birşey yaratan" demektir. Haşr Sûresi'ndeki âyette üçü de geçer. EL BÂRÎ ise "en uygun şekilde kusursuz yaratan" anlamındadır.
Nâzırî- Siz insanlar için de öyle dersiniz. Sâdece
yanınızda olana vârolarak kabul eder, yanınızda olmayana "yok" dersiniz. Maddenin Tekâmülü nasıl sağlanır?.. Sâdece ondaki bâzı
Ama
yok mudur onlar?.. Vardır, değil mi?.. İşte duyduğunuz sesler de böyle...
Duyduklarınıza "var" dersiniz, ama sizin "var" dediğinizin...
belki milyonlarcası
o "yok" dediğiniz sesler, o "var" dediğiniz seslerden çok daha kuvvetle Yeryüzü'nde
hüküm sürmekte... Sâdece duyamıyorsunuz siz onları... Nasıl ki az işiten bir
insana göre bâzı hafif sesler yoktur, normal işiten bir insanla kıyasladığınız zaman...
İşte sizler şimdi o az işiten insanlar gibisiniz. Ama aslında o sesler hiçbir zaman
yok değildir. Sâdece siz onları duymuyorsunuz.
Ama sizin madde olmayan gerçek
Varlığınız Tekâmül ettikçe, mâdem ki kendi Tekâmül'üyle uygun olan bir beden yaratmaya
çalışıyor...
Daha doğrusu, kendi Tekâmül'üyle orantılı olarak gelişmiş bir bedeni
canlandırıyor, ve bu bedenle Dünyâ'ya geliyor, şu hâlde sizin
Rûhî gelişiminizle
aynı yönde olmak üzere maddenin gelişimi de, Maddenin Tekâmülü de sağlanmış oluyor...
yeteneklere sâhip olmaktır.
Nâzırî Üstâdımız çok derin konulara girmiş... Medyum bu yüzden naklederken biraz bocalamış, çünkü kendisinin de anlamakta zorlandığı ifâdeler var... meselâ "yetenek" yerine "yeterlik" demiş, düzelttik... "Duyamadığımız sesler" konusunda anlaşılamıyan birşey yok herhalde... Mesele o sesleri nasıl ilerde duyabileceğimiz... Üstat buna "Maddenin Tekâmülü" ile diyor... Bu da iki yönlü... Birincisi, maddenin kendi Tekâmül'ü, yâni yeni Müzik âletlerinin, Müzik cihazlarının ortaya çıkması ve bunların daha önceden hiç duymadığımız sesler çıkarması şeklinde... İkincisi, Ruhun kendi bedenini Tekâmül ettirmesi... Yâni bedeninden daha iyi kullanarak bildiğimiz beş duyu ile alamadığımız sesleri, kokuları, hisleri alabilmesi... Üstât buna "beş duyunun dışına çıkma" diyor, kastettiği "dışına taşma" ki, Spiritualist âlemde "6. His" falan diye bilinir. Aslında bu tip insanlar şimdi dahi var. Parmakları ile gören, bizim aldığımız tatlardan çok daha fazlasını ayırt edebildiği için "şarap uzmanı" olarak çalışanlar, gözleri ile bizden fazla rengi farkedebilenler ve tabii sıradan insanların alamadığı titreşimleri alarak Ruhlar Âlemi ile İrtibat'a geçebilen Medyumlar... Üstat sanki ilerde bu tip insanların sayısının artacağını imâ ediyor... Bilemeyiz.
İdil Hanım- Birkaç sene evveline kadar büyük
personaliteler "vardı" diyeyim. Şimdi gittikçe bir jenerasyon yetişiyor ki, büyük
piyanist... Fakat kendinden fazla birşey katmadan fotoğraf çalma yoluna gidiyor.
Yâni büyük personaliteler gün geçtikçe kayboluyor. Bu acaba böyle mi olacak?..
Yeni birşey mi açılacak?.. Yoksa yine büyük personaliteler devam mı edecek?..
Aslında bugünün maddeye dönüşü nedendir?.. Neden Bugünün İinsanı biraz biraz
mânâdan sıyrılmaya başlamıştır?.. Aslında bu daha değişik... Bugünün maddesinden
daha yeni bir madde meydana getirebilmek için böyledir. Çünkü bugünün maddesinden
sıyrılamıyan bir Ruh, daha Tekâmül etmiş bir maddeye İşte Ruh'un Madde'den ayrılmasıdır ki, daha doğrusu, Ruh'la Madde arasındaki
bağlantının zayıflamasıdır ki, Madde'yi çoğu yarlerde Ruh'tan daha ön plâna geçirmiştir.
Aslında Bugünün İnsanı büyük bir devrimin, büyük bir hamlenin başlangıcında olan
insandır. Tıpkı bir asır öncesinin insanı gibi...
İşte Müziğin Ruhunuzu doyurabilmesi, maddenizden öteye gidebildiği içindir...
Ama acaba sizin Ruhunuza birşeyler verebilen Müzik, bir diğerine de aynı şekilde
hitap ediyor mu?.. Hiçbir zaman!.. Siz sâdece kendi Tekâmül seviyenizle uyuşabilecek
olan dış etkiler en -Müzik olsun, Resim olsun veya herhangi bir başka şey olsun-
zevk alabilirsiniz. İşte ancak bu sesler, bu renkler ve bu şekiller size birşeyler
verebilir. Çünkü onları anlıyabilirsiniz. Çünkü onlar sizin maddenizin ötesine
geçebilir. Bir çeşit Rûhî Tekâmülünüze eş frekansları meydana getiren dış tesirler
sizde tatmin olunma hissi uyandırır. Veya sizin Ruhunuzun (Şimdi bu tâbir çok tuhaf
oldu. fakat başka şekilde söylersem, belki tam anlıyamıyacaksınız) frekansının
noksan titreşimini size verebilen bir eser, onda bir çeşit doyma hissi uyandırıyor.
Eğer aynı frekans olursa, siz onun içinde eriyip gidiyorsunuz zâten... Ama onun
eksiğini verebilen birşey olursa, bu da bir çeşit açığı kapatıyor. Ama aynı eserden
onu seyreden, onu dinleyen veya onu gören kimselerin aynı zevki alamamaları, aynı
tatmine ulaşamamalarının sebebi de budur. Çünkü her madde olmayan Varlığın frekansı
bir diğerinden farklıdır. Ve ancak bu farklı olan frekanslara farklı titreşimler
verebildiğiniz takdirde onda bir çeşit doyma meydana getirebilirsiniz. Ve ancak
bu farklı titreşimler de değişik olacağından aynı eserden herkes aynı derecede zevk
almaz.
İşte bunun gibi, insanlar Yeryüzü'ne gelip gittikçe dâima bir bahçedeki çiçeklerden
bir tânesini yetiştirirler ve geliştirirler. Ama bütün bu bahçeyi meydana
getirebilmesi için, bu çiçeklerin bir tânesi... Onu bir başka çiçek yapmanıza imkân
yok! Ama bir bahçe yapabilmek için o çiçek yetmez ki!.. Onlar o tarafını, o çiçeği;
siz bu tarafını, bu çiçeği ekin ki, bahçeyi meydana getirebilesiniz.
İşte gelip gittikçe dâima eksik olan taraflarınızdan birini Tekâmül ettiriyorsunuz.
Hep aynı şeyi sonuna kadar Unutmayın, San'at ve İlim dâima
insanların isteklerine ve ihtiyaçlarına cevap verebildiği sürece bir kıymet taşır.
Demek ki Bugünün İnsanı'nın istediği şey, Dünün İnsanı'nın istediğinden çok farklı...
Onun için bunları meydana getiriyor. Belki zevk olarak bir şey, o günküne nazaran
farklı birşey vermiyor, bugünün İlim yönünden, dünün San'at yönünden kıymetli olan
eserinden üstün olan eseri... Ama Bugünün İnsanı'nın istediği o!.. Bugünün hayat
şartlarının gereği o!.. Eğer... Bugünün İnsanı istese o dünün beğendiğiniz eserlerini
yapamaz mı?.. Veya niçin yapmıyor?.. Yapmaya zorlayan herhangi bir sebep var mı?..
Hayır, değil mi?..
Şu halde Bugünün İnsanı'na o sizin hissî olmadığını iddia ettiğiniz eserler daha
çok tesir ediyor... Biraz önce de demiştiniz ki, "Bugünün İnsanı biraz hissî olmaktan
uzaklaşıyor." Ve bunun da yeni bir hamlenin eşiğinde olduğunuz şeklinde izah etmeye
çalışmıştım. İşte Mimârî yönden de bu sizin dediğiniz durum aynı.
Yâni bir yaratıcı birşeyler verecek adamlar mı olacak?.. Yoksa doğrudan doğruya
notalar mı yapılacak?
Nâzırî- Dikkat edin, doğrudan doğruya notalara çalanlar Bugünün İnsanı için
birşey ifâde ediyor mu?.. Veya "değerli" olarak vasıflandırılıyor mu?.. Hayır!..
Dâima gerçek değer, dâima gerçek kaabiliyet yerini muhafaza edecek.
İdâreci- Mehmet soruyor.
Öğrenci Mehmet - Muhterem Üstâdım, ben bu mevzunun başka bir yönünü sormak istiyorum.
Müzik'te veya resimde ne gibi birşey var ki, bizi doyuruyor?.. "Rûhî gıda" dediğimiz
şeyi temin ediyor?.. Neye açız biz?.. Neyi temin ediyor bize?
V- Sizi doyuran o duyduğunuz sesler midir? Veya gördüğünüz renkler, şekiller
midir?.. Hayır!.. Sâdece bunların size verdiği bâzı şeylerdir. Bunların size bir
çeşit hatırlattığı şeylerdir. Veya hissettirdiği şeylerdir ki, bunlar hem geçmişe,
hem de geleceğe âit ümitlerinize dâir olabilir. Şöyle ki; geçmişte olan pek çok
şeyler bugün sizin hatırlıyamadığınız, duyamadığınız, bilmediğiniz şeylerdir. Ama
onlar o gün için vardı. Onlar o gün için değerliydi. Ve onlar o gün için büyük
şeylerdi. Nasıl ki bugün sizin duyduğunuz bir ses, sokakta yürürken gördüğünüz bir
insan, veya bir taşın, bir yaprağın düşüşü size bâzı şeyler hatırlatırsa, işte
aslında o Müziğin veya Resmin, veya San'atın herhangi bir kolunun sizde meydana
getirdiği bir çeşit Rûhî Tatmin de, size bir takım şeyler hatırlatmasındandır. Ama
bu hatırlanan şeylerin ne olduğun siz tam olarak bilmezsiniz. Ama birşeyler
hissedersiniz. Çünkü Ruh'u doyuran sâdece ona hitap eden şeylerdir ve Ruh'a kadar
işleyebilen birşeylerdir. Ve Ruh'a kadar işleyebilen birşey, ancak onda bir çeşit
tatmin hissi meydana getirir. Bu da ancak madde olan kalıpların, daha doğrusu,
madde olan Varlığınızın ötesine geçebilen bir tadım dış etkilerdir.
İ- Hüsnü soruyor.
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Üstâdım, bu Güzel Sanatlar'da, Müzik'te olsun, Mimârî'de
olsun, Resim'de olsun, Tekâmül Razariyesi'ne aykırı bâzı noktalar var. Meselâ, eski
Yunanlılar'ın yaptıkları öyle tapınaklar var ki, bunlar teknik Tekâmül değil, fakat
San'at yönünden ele alınınca, adamlar öyle bir mükemmeliyet kurmuşlar ki, bu kadar
yıl geçmiş, hâlâ bunun üzerinde bir eser verememişiz. Bu herhalde Müzik'te de öyle.
Mâzide öyle kompozitörler yetişmiş ki, üstünden asırlar geçtiği hâlde onların üstünde
bir eser verilememiş daha... Burada Tekâmül nasıl izah edilebiliyor?
V- Şimdi bir bahçeyi ele alın... İçinde değişik renk renk, çeşit çeşit çiçekler
olan bir bahçeyi... Her bir çiçeğe elinizden geldiği kadar iyi bakın. Onu
geliştirmeye, onu büyütmeye çalışın... Ama hiçbir zaman bir gül, bir menekşe olamaz.
Veya bir menekşe bir diğer çiçek... O ne olursa olsun, dâima gül olarak kalacaktır.
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Fakat, Üstâdım, bizim sonradan ektiğimiz çiçekler ilk
ektiklerimizden daha Tekâmül etmiş olması lâzım gelmez mi? Dikkat edin, yalnız hissî
olarak alıyorum, bugün meselâ Amerika'da yapılan
bir gökdelen her zaman için
Parthenon Tapınağı'ndan teknik olarak çok daha üstündür. Fakat hissî olarak değil.
Güzel Sanatlar yönünden sonradan yapılan, bu ilk yapılana hissî yönden erişemiyor.
Halbuki Tekâmül fikrine göre, sonradan ektiğiniz çiçeğin daha Tekâmül etmiş olması lâzım.
V- Hangi çiçeği en çok seversiniz?
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Menekşe, diyelim, meselâ.
V- Niçin?... Bir başkası, bir başkasını sever. Neden her çiçeği her derecede
aynı sevebilmeyi düşünüyorsunuz?.. Ama bahçede hepsinden olması lâzım, değil mi?..
Siz ne dersiniz, bilmem ama, bu açıklama bana çok doğru geldi... Dikkatinizi çekmiştir, bizim Celselerimiz öyle Varlığın her dediğine "Evet efendim, sepet efendim" diye kafa sallıyarak geçmez. 18-19 yaşındaki bir öğrenci bile kafasına takılanları dile getirebilir, itîraz edebilir, itîrazında ısrar edebilir, Varlığı terletebilirdi. Ama gördüğünüz gibi Nâzirî dostumuz terlemedi ve son derece mantıklı bir cevap verdi.
Her dönemin eseri o dönemin isteklerine, ihtiyaçlarına, bâzen de kaprislerine göre yapılır ve Dünya Bahçesi'nde ayrı bir çiçek olarak kendini gösterir. Kimi güldür, kimi sümbüldür, kimi de zakkumdur, kaktüstür. Şimdi Mimar Sinan merhumun İstanbul'un ortasında yaptığı muhteşem Süleymaniye Câmii bir ihtiyâcı karşılamak içindi. Ama Çamlıca tepesine dikilmekte olan câmi , Türkiye'nin en büyük câmisi olsa da, bir seferde 63.000 kişiye ibâdet imkânı sağlasa da, bir kaprisin tecellisinden başka birşey değildir. Çamlıca'nın tepesinde 63.000 kişilik bir cemaat mi var da, onların ihtiyâcına binâen bu câmi yapıldı?..
Gösteriş için yapılan her câmi, "mescid-i dırar" olmaktan öteye gitmez!.. Orada namaz kılmaz câiz değildir, Kur'an-o Kerim'de bunu yasaklayan âyetler vardır:
- "Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek,
inkarcılıklarını pekiştirmek, "Orada asla namaza durma!.. Daha ilk günden Takva Temeli üzerine kurulan mescid,
"Binâsını Allah'a saygı ve O'nun hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir,
"Onların kurduğu binâ, yürekleri paramparça olmadığı sürece
müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne
savaş açmış kişi lehine
fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. 'Amacımız sadece iyilikti'
diye de yemin edecekler,
Allah şâhit, onlar kesinkes yalancıdırlar!"
namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır.
Allah da temizlenenleri sever."
yoksa binâsını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak
onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı?
Allah kötülükte ısrar eden kimseleri doğru yola iletmez!"
içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir.
Allah bilen ve hikmetle yönetendir."
(Tevbe Sûresi, 107-110. Âyetler) (Sûre, çoğunlukla Münâfaklar,
yâni Müslünüp görünüp te, başka inançlar, sinsi fikirler tayıyanlar hakkındadır.
Peygamberimiz bu tarzda yapılan câmiyi yıktırmıştır!..)
İdâreci- İdil Hanım konuşuyor.
İdil Hanım- Kaç ayrı entonasyondan sonra insan bir...
Bugüne kadar tam 72 dünyâdan geçtiniz... Hayır, 71... Bu 72'inci...
Nâzırî- Bu soruyu siz sabahtanberi, aşağı yukarı, düşünüyorsunuz, değil mi?
İdil Hanım- Evet... Diyorum ki, kaç tâne Dünyâ'ya gelmeden sonra insan bir
perfeksiyona geliyor? Kaç defa bunu yapmak lâzım? Veya bu arbitrer birşey mi?
V- Bu, sizin sür'atinize bağlı... Meselâ uçüğı, treni, otomobili, ne isterseniz...
Bir de kağnıyı ele alın... Ve bunların belirli bir hedefe ulaşabilmek için aradan
geçecek zamanı düşünün... Nasıl ki her biri kendi sür'atlerine göre bu yolu değişik
zamanlarda alacaklarsa, işte insanlar da sür'atlerine göre, kendi frekanslarının
sür'atlerine göre işte bu gelişecekleri üst basamağa değişik değişik zamanlarda
erişecekler... Her birisi için aynı yere gelebilmelerini sağlıyan belirli bir zaman
yoktur.
İ- Kimin için bu? Hepimiz için mi?
V- Evet. Dünyâ'ya gelene kadar... Bu Yeryüzü'ndeki yaşantınıza başlayana kadar
71 başka dünyâda yaşadık.
İ- Olabilir.
V- Milyonlarca dünya var... Değişik şartlarda...
Sonran başlarsak, Kâinat'ta milyarlarca galaksi, trilyonlarca yıldız, güneş, gezegen var. ALLAH, "Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık" diyor KUR'AN'da (Sad Sûresi, 27. Âyet) Öyleyse o dünyâlarda Hayat olması, bizim de onlardan bâzılarından geçmiş olma ihtimâlimiz var... Ama İHTİMÂL!... Gerçekten nelerden geçtiğimiz yalnız ALLAH bilir. O yüzden Varlığın "71, 72" sayılarını dinlemekle yetiniyoruz. Doğru mu, bilemeyiz. Kaldı ki, bu bilgi doğru olsa dahi, bu hayâtımıza ne fayda sağlar, ne de zarar... E, kalkıp ta etrâfa, "Bana bak, ben 71 dünyâdan geçip gelmişim, senin haberin var mı?" diye hava atacak hâlimiz yok ya!:.. Lâkin başka dünyâlarda Hayat olduğunu bildiren âyetleri vermeden geçmiyelim. Hoş, başka bir sayfada vermiştik, ama tekrardan zarar gelmez:
"Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları
oyun olsun diye yaratmadık."
(Enbiya Sûresi, 16. Âyet)
"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur.
Hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. "
(Rum Sûresi, 26. Âyet)
"O Allah ki, Yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca vâredendir,
'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur.
Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim'dir."
(Haşr Sûresi, 24. Âyet)
"Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi.
Yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.
Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için âyetler (deliller)vardır."
(Nahl Sûresi, 12. Âyet)
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
ardarda gelişinde
temiz akıl sâhipleri için gerçekten deliller vardır. Onlar, ayakta iken, otururken,
yan yatarken Allah'ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler.
(Ve derler ki:)
'Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin,
bizi ateşin azabından koru.' (derler.)"
(Al-i İmran Sûresi, 190-191. Âyetler)
"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu)
genişleticiyiz."
(Zâriyat Sûresi, 47. Âyet)
"Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç
tartışmasız,
gökler, yer ve bunların içinde olan Herkes (ve her şey) bozulmaya uğrardı."
(Müminûn Sûresi, 71. Âyet)
- "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih
etmektedir.
O, mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir."
(Haşr sûresi, 1. âyet)
- "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih
etmektedir.
O, mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir."
(Saff sûresi, 1. âyet)
- "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih
etmektedir.
Mülk yalnızca O’nundur, hamd de O'na mahsustur.
O, her şeye
hakkıyla gücü yetendir."
(Tegabun sûresi, 1. âyet)
- "Göklerde ve yerde olan herşey, Allah'ı yüceltip
tesbih etmektedir.
Çünkü O, çok üstün ve güçlüdür,"
(Hadid sûresi, 1. âyet)
- "Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar
Allah'ı tesbih ve tenzih ederler.
Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih
etmesin!
Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız."
(İsrâ sûresi, 44. âyet)
TESBİH , "ALLAH'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek, zikretmek, anmak; Sübhanallah demek, "ALLAH'ın Zâtında, Sıfatlarında ve Ef'alinde her türlü noksanlıktan, kusurdan âri, münezzeh olduğunu ifâde etmek" demektir. Tâneli nesne, aslında MESBAH'dır.
Paragrafın başına dönersek, her insanın Tekâmül sürecinin farklı olması, yükselme sür'atinin farklı olması son derece mantıklı. Bunu Dünyâ'daki okul hayâtımızda örnekleriyle görüyoruz. Çift dikiş gidenler mi istersiniz, sınıf atlayanlar mı?.. Her türlüsü var. Dünya Tekâmülü'nde de öyle.
İdil Hanım Benim için "espri leguardian"ım var mı? Onu merak ediyorum.
İ- Hâmi Ruh.
V- .... Bir daha sefere...
İ- Peki. efendim. Müsaade ederseniz, ayrılalım.
V- Evet.
Oh, çok şükür... İki küsur saatlik Celse'nin sizlere ulaştırma çabamız hedefine vardı. Artık Müzik'ti, Sanat'tı, Tekâmül'dü, üzerinde düşünüp değerlendirmesi size kaldı.
Ruhi Selman
selman@journalist.com
- BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
- NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
- BİR OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON - 1
- REİNKARNASYON - 2
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI
YAŞADI?
- KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- İMAJ VE İLK YÜKSELME
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
- KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
- J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM ve RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
- MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
- AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
- SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
- "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
- SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
- KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
- RA "TEBLİĞ"LERİ
- HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
- VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
- HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
- MEKTUPLAR