BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2

Türkiye'de "Spritualizm" deyince akla iki ekol gelmelidir. Birincisi Bedri Ruhselman Ekolü , diğeri Sapkın Ergün Arıkdal Ekolü... Rahmetli Bedri Ruhselman üç ciltlik Ruh ve Kâinat, 1946 kitabında hem Dünya Hayâtı'nı, Ölüm'ü, Ruhlar Âlemi'ni anlatmış, insanların bu konularda ufkunu açmış, hem de ardından yazdığı kitaplarla Spiritualizm'in ne olduğunu, Ruhlar'la nasıl görüşülebileceğini, nasıl yararlanabileceğini göstermişti. Bedri Bey'in Medyumlar'ı sâdece Dünyâ'da yaşamış Ruhlar'la İrtibat kurmuş; hiçbir Uzaylı, Agartalı, Atlantisli Varlık onun Celseler'inde boy göstermemiştir... Bedri Bey'in ikinci özelliği kurduğu İrtibatlar'ı iyi gözlemlemesi, aldığı Tebliğler'i inceden inceye tetkik etmesidir. Beğenmediği, safsata gördüğü bütün "tebliğ"leri yırtıp atmıştır!..Son yazdığı "İlâhî Nizam ve Kâinat, 2013" kitabındaki tebliğleri anlıyamadığı, yorumlıyamadığı için Noter'e teslim etmiş, anlaşılabileceği bir zaman gelince ortaya çıkmasını istemiştir. Nitekim 50 küsur yıl sonra ortaya çıktığında doğru ve yanlışları üzerinde tartışmalar başlamıştır... Bedri Bey'in bir başka özelliği de Türkçe'yi çok iyi bilmesi, kelime haznesinin çok zengin olması idi. Kitaplarının sâdeleştirilmiş baskılarını değil; orijinallerini okumak, zor da olsa, yeni kelimeler öğrenmek ve onun üslûbunun zevkine varmak için gereklidir. Ama aslını bulamazsanız sâdeleşmişleri dahi onun çalışmaları hakkında bir fikir verebilir: "Ruhlar Arasında (1949)" , Allah (1951), Medyumluk (1952), Mukadderat ve İcâbat (1953)...

Ergün Arıkdal ise Bedri Ruhselman ile hiç çalışmamış, onun ayrılmasından sonra Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'ne girmiş, Başkan olmuş ve Bedri Bey'in anlayışını tümden terkederek Spiritualizm'i safsataya boğmuştur. Onun yüzünden İnternet ve kitapçı vitrinleri "Uzaylı Mesajları" ile dolmuştur. Bunun nasıl olduğunu "Sâdıklar Plânı" sayfamızda uzun uzun anlattık. O târihten beri de Siriuslu, Pleiadesli, Atlantalı, Agartalı olduğunu iddia eden Geri ve Vasat-altı Varlıklar'ın yanıltıcı, sapıttırıcı mesajlarını didikleyip duruyoruz. Ama yılanın başı Ergün Arıkdal Ekolü...

Daha önce Ergün Arıkdal'ın Medyumluğu ile alınan "Sâdıklar Plânı Uyduruk Tebliğleri"ne değinmiştik. Ama yetmez!.. İşe Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman'ın bir hâtırası ile başlıyalım... Bu kadın daha ziyâde erkekler ile uğraşır. 10-15 sene önce erkeklerin şeyinin sertlik türleri üzerine bile yazı yazmıştı. Ama bu sefer bir Rûhî İrtibat tecrübesi ve Ergün Arıkdal ile tanışması üzerine kalem oynatmış... Enteresan bulduk, naklediyoruz:

- "Bu öyküyü anlatmak için geriye gitmem gerekiyor. Epey geriye...
Takriben 20 yıl geriye... Ruh çağırmaların aşırı moda olduğu zamanlardı.
Bir masa etrafında heyecan içinde toplanır, biraz meraklı, biraz mahcup,
'Acaba şimdi n'olacak?' diye bekleşirdik...
İşâret parmaklarımız ters çevrilmiş bir kahve fincanın üzerinde...
Kesilmiş harfler, 'EVET' ve 'HAYIR' sözcükleri önümüzde...
Can alıcı cümle şuydu: 'Ey Ruuuuuh!.. Geldiysen 3 kere vuuuuuur...
Kendi belli et ve EVET'e doğru git...'
- 'Sen hareket ettirdin, değil mi, o fincanı?'
- 'Valla, ben bir şey yapmadım!'
- ''Kim yaptı o zaman?! Resmen hareket etti...' Gülüşmeler, kıkırdamalar...
Yanlış anlamayın, keyiften ve eğlenceden değil, sinirden ve korkudan...
Yâni evet, çağırır gelsin diye beklerdik ama, içimizden de, bilinçaltımızdan
'En azından bu Seans'ta gelmesin!' diye gizlice dua ederdik.
Çünkü asıl korkunç olan, o anda, o mekânda o çağrılan Ruh'un gelmesiydi. Muhtemelen altımıza ederdik.
Neyse ki, o Ruh bizim çocuksu oyunlarımızı ciddiye alıp hiçbir zaman gelmedi.
Fincanı içimizden kimin hareket ettirdiği de hep muamma olarak kaldı."

"Sırma'yı daha sonraki yıllarda tanıdım. Ben artık eşek kadar olmuştum, lise sondum.
Ama ne yalan söyleyeyim, hálá şöyle oyunlar oynuyordum:
'Güzel Allah'ım! Senin varlığına inanıyorum. Ama yatak odamın perdesini birazcık hareket ettirirsen,
daha da çok inanacağım. En inançlı kulun ben olacağım.
Ve merak etme, bu ikimizin arasında kalacak, yemin ederim, kimseye bir şey söylemeyeceğim...'
Ne o Ruhlar geldi, ne o perdeler kıpırdadı... Ama ben o işâretleri aramaktan hiçbir zaman vazgeçmedim.
Sırma, benden daha küçük bir kızdı. Küçük Ev'in Laura Ingels'ı gibi saçlarını iki yana örerdi.
Ama asıl özelliği masmavi gözleriydi. İçinde yüzebileceğiniz kadar engindi gözleri...."

"Bir gün dedi ki bana: 'Biliyor musun, Ayşe Abla?'
- 'Abla deme bana!..'
- 'Tamam Ayşe Abla... Biliyor musun biz Ruh çağırıyoruz!'
Gerçi ben artık büyümüştüm, Ruh çağırmak filan benim için ilkel eğlenme biçimlerindendi.
Ama o eski merak var ya, peşimi bırakmadı. Kayıtsız kalamadım:
- 'Öyle mi? Geliyor mu bâri?'
- 'Geliyor. Ama hep aynı Ruh geliyor. Adı George... Çok iyi biri...
Onu seninle de tanıştırmak istiyorum. Bir gün gelsene bize, banyoda çağırıyoruz.'
- 'Neden banyoda?'
- 'Yer seramik ya, Fincan daha kolay hareket ediyor...
Bir de annem böyle şeylerden hoşlanmıyor, ondan gizli yapıyoruz.'
Ben de o aralar Stephan King'in CARRIE adlı kitabını okuyorum.
Gözleriyle yangın çıkarabilen, özel güçleri olan bir kızın öyküsü.
Hem korkarım, hem okurum... Hem burun bükerim, hem de nerede Ruh Çağırma faaliyeti varsa, giderim...
Bu işte bir yanlışlık var. Sırma dua bile etmedi... Dua etmeyince gelmez ki bu Ruhlar!
Görüntü şu: Üzerinde ördek resmi olan kocaman bir kahve fincanı
-bildiğimiz kupa büyüklüğünde yâni- banyonun orta yerinde ters çevrilmiş bir vaziyette duruyor,
Sırma da çökmüş dizlerinin üzerine, onunla konuşmaya çalışıyor. Komik bir manzara...
Millet zarif Türk kahvesi fincanlarıyla çalışırken, bizimki annesinin hışmından kurtulabilmek
ve annesine çaktırmamak için dev gibi bir kahve fincanıyla çalışıyor,
- 'George, sana yalvarıyorum, lûtfen beni mahcup etme! Bak Ayşe Abla burada... Hadi hareket et!'
diyor. Sonra gözlerini kapatıyor, nasıl desem, sanki konstantre olmaya uğraşıyor.
Yere yayılmış harfler yok, 'EVET', 'HAYIR' yazan kâğıtlar yok...
Bu kızlar bu işi bilmiyor, benim vaktimi boşa harcıyor!
Ben tam 'Hadi, bana müsaade' demeye hazırlanırken, o ördekli kupa hareket etmeye başlamasın mı?"

Size yemin ederim, o gün orada, hayatım boyunca bir daha hiç tanık olmadığım şeylere tanık oldum.
Sırma, o fincan formundaki, ya da fincanın altındaki enerji George'la resmen konuştu, güldü, sohbet etti.
Her istediği yere aldı, götürdü.
Bir ara, 'Baksana, belki de senin bu George hep aynı Fincan numaralarını yapmaktan sıkılmıştır.
Şu havluları da hareket ettirmeyi bir denese' dedim. Okuduğum kitapta Carrie öyle şeyler yapabiliyordu.
Sırma o gün o banyoda, gözlerini kapattı, duvarda asılı duran havlulara dokundu-mokundu,
artık konsantre mi oldu, ne yaptı, bilmiyorum ama, bir süre sonra o havlular havalanmaya başladı...
Elini nereye hareket ettiriyorsa, havlular oraya geliyor!..
Tabanları yağlayıp kaçmak istedim. O kadar korktum. Ama bir taraftan onu teşvik de ediyorum...
- 'O zaman muslukları da açmaya çalış... Sifonu da çek... Hadi dene!' ..."

O gün o banyoda havlular havada uçtu, sifon kendiliğinden açılıp kapandı, musluklardan sular aktı...
Ve Sırma mavi gözleriyle, 'Nasıl olur?' der gibi bana baktı... Korku filmi gibi!..
Ben nereden bileyim, nasıl oluyor! Bunu George Amca mı, Sırma mı yapıyor?
Anneme sormam gerekiyor... 'Sırma' dedim, 'Ben annem ne derse, ona inanırım hayatta.
Ama haberin olsun, Ruhlar'a muhlara inanmaz!' ..."

Bizim evdeyiz. Mami ütü yapıyor. Sırma mârifetlerini anneme de gösterecek...
Bakalım ütüyü de hareket ettirebilecek mi? Annem oralı bile değil, ama bizi kırmak da istemiyor.
Zoraki de olsa, babamın lâcivert pantolonunu ütülemeyi bırakıyor, bizi izliyor...
Sırma çalışmaya başlıyor...O da ne?! Ütü, resmen babamın pantolonunun üzerinde yürümeye başladı,
yürüdü, yürüdü bütün bir masa boyunca ve küt diye yere düştü!
Annemin ne dediğini dün gibi hatırlıyorum: 'Mein Gott!' ... "

Bu kadar lâfı neden ettim?.. Ben bu işlere yabancı değilim, onu anlatmaya çalıştım.
Sırma'yla birlikte yaşadığınız deneyimden bir sene sonra İstanbul'a gelince, soluğu
Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar Derneği'nde aldım. Derneğin Başkanı Ergün Arıkdal ile tanıştım.
Yaşadıklarımızı ona anlattım. En sâkin haliyle 'Telekinesis vak'ası' dedi,
'Olur. Bâzı insanlarda böyle bir güç vardır.'
Eşyaları hareket ettiren George Amca değil, Sırma'nın bizzat kendisiymiş.
Artık Ergün Arıkdal yok. O rahmetli oldu. Oğlu Târık Arıkdal aynı dernekte
(bu arada vakıf oldular, Bilyay Vakfı), babasının görevini devraldı.
Ve bu hafta onlar müthiş bir işe imza attılar. Türkiye'de 1. İstanbul Parapsikoloji Konferansı'nı topladılar.
Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nin Anadolu Oditoryumu Dünyâ'nın çeşitli yerlerinden gelen
bilim adamlarını ağırlayacak. Parapsikoloji'ye ilginiz varsa kaçırmayın derim... "

" - ... 'Rüyâmda bir kıt'anın battığını gördüm. Tsunami oldu!' ...
Yalan söylemesi için bir sebep yok... Karşımda oturuyor... Beden dili güven verici...
Adının açıklanmasını istemiyor. Sâhip olduğu bu farklı özelliği kullanarak para kazanmak,
şöhret olmak, başkalarına üstünlük kurmak gibi dertleri yok.
Aksine, gördüğü rüyâlardan o da rahatsız oluyor. Korkuyor, çekiniyor. Ona 'Seninki Durugörü fenomeni' diyorlar.
Olacak olayları rüyâsında görüyor. Onunki 'haberci rüyâlar'... Henüz zaman ve mekân belli değil.
'Çeşitli alıştırmalarla sâhip olduğun bu özelliği geliştirebilirsin' diyorlar.
O da 'Aman eksik kalsın, istemem!' diyor. Anadolu'nun bir kentinde ev yemekleri yapıp satan biri o.
Uzmanlık alanı su böreği, öyle kalsın istiyor. Mütevazı, kendi hâlinde bir hayâtı var,
karışsın istemiyor. Ama öyle şeyler görüyor ki rüyâsında, birilerine de anlatmak istiyor.
Bilyay Vakfı'nın varlığını öğrenince rüyâlarından onları da haberdâr eder olmuş.
Rüyâyı görüyor, onları arıyor, hep birlikte bekliyorlar.
Ve üzülerek rüyâların bir bir çıktığına tanık oluyorlar. Tahmin edeceğiniz üzere
çevresindeki herkesin ondan ortak ricâsı şu: 'Lûtfen beni rüyânda görme!" ... "
Ayşe Arman 14.05.2005 aarman@hurriyet.com.tr

Enteresan, değil mi?.. Ayşe Arman'dan beklemezdim, diyecektim, vazgeçtim. Yazıyı 2005'te yazmış, 20 yıl öncesi 1985 eder. 15 yaşında falan olmalı. Sırma'yı tanıdığında ise 17-18 yaşındadır. Bu da herhalde 1992-93 yıllarına denk gelir.

Yalnız "Ey Ruh!.. Geldinse üç kere vur!" galat bir ifâdedir, hemen hiç kullanılmaz. Kullananlar Masa tecrübesi yapıyorlarsa, "vurma" geçerlidir. Fincan'da vurma olmaz.

Kuşkulanma hep vardır. Olmalıdır!.. Birisi fincanı itiyor mu?.. Masayı birisi mi kaldırıyor? Tıkırtı seslerini birisi ayaklarıyla, dizleriyle mi çıkartıyor? Bundan kuşkulanmak tabiidir, ama mümkünse biraz ertelemek, Celse'nin gelişmesini beklemek daha uygun olur. Bu tarz şuurlu veya farkında olmadan yapılan hileleri tesbit için bir çok yol vardır. Gerekirse anlatırız. Ayşe Arman da bir kısmını denemiş.

"Rüyâmda bir kıt'anın battığını gördüm. Tsunami oldu," diyen kişi de herhalde Bilyay Vakfı'nda karşılaştığı Medyum tabiatlı biri... Ondan birkaç rüya nakletseydi, iyi olurdu!..

Sırma gerçekten iyi bir Medyum imiş... George ise Vasat-altı bir Varlık olmalı... Kıza zarar vermediğine göre Geri bir Varlık değil... Biz Sırma için "medyum" dedik, George'dan bahsettik ama, Ergün Arıkdal hemen "telekinezi olayı" deyip çıkmış işin içinden... Evet, kızda böyle bir kaabiliyet olabilir ama, o zaman "George" diye sohbet ettiği Varlığı ne yapacaksınız?.. George'u çağırmadan eşyaları, hatta kupayı hareket ettirememesini nasıl izah edeceksiniz?

Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'ni biliyorsunuzdur. Bilyay Vakfı'nı da duymuşsunuzudur... Bir de Ergün Arıkdal Ruhsal Araştırmalar Enstitüsü varmış... Oğlu Târık Arıkdal bu üçünde de görev alıyor sanırım... Ama gelen gidene pek iyi davranmıyormuş galiba... Maalesef böylelerine Spiritualist çevrelerde de rastlanıyor. Tevâzu, müsamaha, hoşgörü, anlayış ve sabır Tekâmül'ün icaplarından olmasına rağmen; bunlardan en çok bahsedenlerde pek bulunmuyor anlaşılan!..

Bakın Enstitü'nün toplantılarına katılanlardan biri ne anlatıyor:

- "Selam millet!.. Bugün RUHSAL ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ nün bir toplantısına katıldım.
Nâçizâne görüşlerimi bildirmek, biraz da içimi dökmek adına birşeyler yazmalıyım diye düşündüm yol boyunca.
Mekân Beşiktaş'ta, gâyet sâde ve olması gerektiği gibi bir yer...
Uzun zamandır Ergün Bey'in çalışmalarını ve Bedri Bey'in çalışmalarını yakından tâkip ettiğimden
bu enstütünün faydalı olacağını düşündüm ve kafamdakileri sonunda sorabilirim,
paylaşabilirim niyetiyle gittim. Bu arada 50'lerden günümüze kadar kayıtlı çoğu Celse'yi okumuş
ya da dinlemişimdir, diyebilirim. Azçok bu konuda biraz ilgiliyim, fan düzeyinde ama, asla bilgiçlik olarak anlaşılmasın."

"İlâhî Nizam ve Kâinat'tan bahsederek konu başladı, gâyet mantıklı ve olumlu bir sunumla karşıladı Târık Bey.
Yalnız soru-cevap kısmına geldiğimizde kafama uymayan şeyleri sorma ihtiyacı duydum.
Târık Bey'in iddiasına göre Ruhsal Plânlar tüm iyilik ve kötülüklerin kaynağıdır.
'O yüzden Şeytan veya Melek'ten bahsedemeyiz, yoktur,' dedi. Bu anlamda dualiteden de bahsedildi
ve Târık Bey, 'yükselmenin tek yolu vicdan ve sâdece iyi olmaktır,' dedi.
Benim aklıma RA'da okuduklarımdan Cengiz Han ve Hitler örneği geldi
ve ben 'Tanrı'ya bir seviyeye kadar ulaşan yollar sadece pozitif olmak zorunda değil.
Dualitenin diğer kutbuyla da yaşamlarını deneyimleyen Varlıklar olabileceğini,' söyledim.
Yâni, KH'den bahsetmeye çalıştım. Aslında beni dinlemeden, daha beni negatifi savunan
ve 'IŞİD kelle keserek yükselcek mi yâni?' diye ithamda bulunan bir muhabbete dönüştü.
Ben daha kendimi anlatamadan, soru bile sormama izin verilmeden
saçma bir hoca-öğrenci azarlama tipi bir muhabbetin içinde buldum kendimi.
Kısaca evrende KH'nin olabileceğini söylemeye çalışırken beni Satanist sandılar. :)"

"Neyse, takıldığım nokta bu değil. Sâdece böyle kendilerine görev edinen insanların
herşeyi sorgulamadan bâzı bilgileri nasıl içselleştirdiklerini anlamıyorum.
Dr. Bedri Ruhselman ve ekôlü herşeyi sorguladıkları, kabul etmedikleri için
yeni bilgilere ulaştılar. Birçok kitap yazdılar.
Şimdi bu ekôlü devam ettiren ve kendine "enstitü" diyen bir grubun farklı düşünceyi
egoyla bastırarak susturmalarını anlamıyorum. Bu enstitünün durumuna göre
her olumsuzluğun sebebi Ruhsal Plân ise hiçbirşeyi sorgulamamız gerekiyor.
Nasılsa her negatif şey bir ders... Tamam, doğru. Herşey ders üzerine ama,
bizim gelişmemizi engelleyen gruplar, başka plânlar yok mu?..
Herşeyin üstündeki bir plân olduğu ve oyunun kuralları olduğunu biliyorum ama.
bu KH durumunu açıklayamaz onların mantığında."

"Bilemiyorum... Benim için böyle bir kurumun yeni bir bilgiye bu kadar kapalı olmaları
ve azarlar bir ego ile sorularıma cevap bile vermeden susturmaları beni büyük hayal kırıklığına soktu,"

diye yazmış forumda Ka rumuzlu kişi... Ne kadar haklı, değil mi?.. Yalnız bu KH nedir, bilemedim, câhilliğime verin. Sözlüklerde KH "karbonat sertliği" diye geçiyor. Bizim gençliğimizde böyle alangirli Spiritualist tâbirler, kısaltmalar yoktu. Üşenmedim, araştırdım, KH; "ilksel başlangıç, doğal güç" gibi bir anlam ihtiva ediyormuş. Başka anlamı varsa, ben târifi yapanın yalancısıyım... Bir de bu Ka rumuzlu kişi RA okumuş... Sakın "RA-KA tebliğleri" olmasın?.. Veya Cenap Başman'ın Axoy-Ra'sı?.. Onları tam ele alamadık ama, pek çok tutarsız ifâde tesbit ettik.

Ergün Arıkdal'ın mühendis oğlu Târık Arıkdal, "Şeytan veya Melek'ten bahsedemeyiz, yoktur,' demiş!... Hangi otoritesine veya hangi kaynağa dayanarak?.. Sâdıklar Plânı "tebliğ"lerine mi?.. E, biz o "tebliğ"lerin ıcığını, cıcığını çıkardık. Şimdi burada da çıkaracağız. Az sabır!.. Şimdilik bir tek şeye cevap verelim: MELEKLER'e imân İSLÂM'ın 5 temel şartından biridir. 6'ıncısına kime "kader" der, kimi "adâlet"...

- "Ey iman edenler, Allah'a, Elçisine,
Elçisine indirdiği Kitâb'a ve bundan önce indirdiği Kitâb'a imân edin.
Kim Allah'ı, Melekler'ini, Kitaplar'ını, Elçiler'ini ve Âhiret Günü'nü
inkâr ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır."

(Nisâ Sûresi, 135. Âyet)

Biz "Ergün Arıkdal ve oğlu sapıtmış" deyince inanmıyorsunuz, işte ALLAH diyor, isterseniz inanmayın!.. KUR'AN'dan, VAHİY'den daha büyük TEBLİĞ var mı?.. Daha pek çok âyet Melekler'den bahseder... Gelelim Şeytan'a...

- "Ey insanlar! Bütün yeryüzündeki nimetlerimden
helâl olmak, temiz olmak şartıyla yiyin.
Fakat Şeytan'ın adımlarına uymayın.
Çünkü o size belli bir düşmandır."

(Bakara Sûresi, 168. Âyet)

- "Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selâmete girin de
Şeytan'ın adımlarına uymayın.
Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır."

(Bakara Sûresi, 208. Âyet)

- "Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin çirkin şeylere teşvik eder.
Allah da lûtfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor.
Allah'ın lûtfu geniştir. O herşeyi bilendir."

(Bakara Sûresi, 268. Âyet)

- "Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar.
Oysa Şeytan'ın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildir."

(Nisâ Sûresi, 120. Âyet)

Ey aldanmışlar, hadi gelin, şimdi Şeytan'a da inanmayın!..

Forum'da birisi Ka'ya teselli vermiş:

- "Kurum, enstitü, şirket, tarikat gibi olguların ne olduğunu hepimiz biliyoruz.
Gerek Kasyopya Celseleri'nden, gerekse günlük yaşantılarımızdan edindiğimiz bilgilere göre
bu olgular oldukça kolay bir şekilde herne kadar iyi, temiz, saf niyetlerle kurulmuş olurlarsa olsunlar,
bu olgular çok kolay yozlaşabiliyor.." (Rumuz: Maglor)

Aman ALLAH'ım!.. Başıma bir de Kasyopya Celseleri mi çıktı?.. Şöyle bir baktım, Amerikalı Laura Knight Jadczyk'in iletişime geçtiği Cassiopeia Takımyıldızı'ndan geldiğini söyleyen Soyut Varlıklar'ın tebliğleri imiş!.. Şimdi uğraş, dur!.. Tabii başka sayfada!..

Neyi anlamıyorum, biliyor musunuz?.. 1847 yılında Fox âilesinin Charles Rhine'nın Ruhu ile görüşmesi sonucu başlayan Spiritizm-Spiritualizm, 1960'lara kadar hep ilim adamı ve araştırmacılar önderliğinde gelişmiştir. Medyumlar hep arka plândadır, adları bile bilinmez. Allan Cardec (1804-1869) , Charles Richet (1850-1935) , Dedektif Sherlock Holmes'un mâcerâlarının yazarı Conan Doyle (1859-1930) ve tabii rahmetli Dr. Bedri Ruhselman (1898-1960) ilk akla gelen isimlerden... Bunlar gecelerini gündüzlerine katmışlar, Dünyâ'da yaşayıp ta ölmüş pek çok Ruh'la irtibata geçmişler, kitaplar yazmışlar. Bedri Bey'in "Ruhlar Arasında" kitabı en meşhuru... Hiçbiri Uzaylılar'la, Agartalılar'la, Atlantisliler'le görüşmeye kalkmamış... Ama son 50 yıldır hem Türkiye'de, hem de Batı Dünyâsı'nda ortalıkta dolananlar sâdece "medyum"lar!.. Hiç ilim adamı yok, hiç araştırmacı yok, hiç denetleyici yok!.. Amatörü bile!.. O "medyum"lar da sanki Dünyâ'da yaşayıp ta Âhıret'e göçmüş hiç Ruh yokmuş gibi hep Uzaylılar'la, Agartalılar'la, Atlantisliler'le al takke, ver külâh görüşüyor!..

O yüzden biz işi-gücü bıraktık; katıldığımız Celseler'i, kendi yaptığımız Celseler'i, çalışmalarımızı yazacak yerde, bu sahte "medyum"ların ve Vasat-altı, Geri Varlıklar'ın "tebliğ" diye yutturduğu safsataları çürütmekle uğraşıyoruz.

Bakın İzmir'den birisi neler yazmış aynı foruma:

- "İzmir"de toplantılarına bir çok kez katılmıştım, sizin bugünkü yaşadıklarınızı yaşamadım ama,
aynen benzeri bir hava vardı, sorulara cevap verişlerinden belli oluyordu.
Son derece temkinlililer, ast-üst ilişkileri ağırlıklı gibi geldi.
Yâni sohbetimsi sıcak bir atmosfer yerine, soğuk bir anfide anlatılan ders misâli idi
ve çok açık fikirli değiller. Yâni temel aldıkları öğretilere sıkıca tutunup,
başka şeylere karşı mesâfeli duruyorlar. Spiritüel konularla ilgilenen birçok kişi
negatif faaliyetlerin farkında değil, ya da 'aman, düşünmiyelim de büyümesin, enerji vermeyelim' ,
ya da başka bir mantıkla görmezden geliyorlar ama, büyük bir eksiklik bence.
Belki de bu fikirler bile bir kertişlerin yerleştirdiği by-pass yöntemidir.
RA'da bahsedilen Cengiz Han, Rasputin gibi gezegenden negatif usta olarak mezun olanlar konusu önemli.
Pozitif kutbiyet yanında negatif kutbiyetinde farkındalığı olmalı. Tek taraflı eksik kalır
ve gerçek bir kutbiyet gelişmesi zor olur. Yeryüzü'nü, Varoluş'u anlamak için
bence 'kendine hizmet, başkalarına hizmet' temel kavramını kavramış olmak gerekiyor.
Bu konu üzerinde açıkça duran ne kadar az Spiritüel eğilimli kişi, ya da kaynak var. İlginç!..
Devre sonunda olduğumuz için, zaman darlığı için, bu kavramların farkındalığı
ve seçim yapmak ve seçime göre kutuplaşmaya çalışmak çok önemli ama,
bunları orada anlatamazsın." (Rumuz: Maiterya)

Bu kişi de RA meraklısı... Acaba RA-KA mı?.. Kutbiyet'ten, Devre Sonu'ndan bahsediyor. belli ki "spiritüel" sandığı bir toplulukta eğitim almış. Pozitif kutup, negatif kutup terimlerini mıknatıstan biliyoruz ama, Tekâmül safhalarında bir çekme-itme var mı, bağdaştıramadım.

Devre Sonu tâbiri herhalde "Kıyâmet yakın" demek... Zâten birileri Maya Takvimi'ne göre 2012'de Kıyâmet'i koparacaklardı, 6 sene geçti, birşey olmadı. Halbuki bakın, KUR'AN 1400 yıl önceden ne diyor?.. Peygamberimiz'e nasıl hitap ediyor?

- " Sana Kıyâmet'in kopacağı ânı soruyorlar:
'Kâinat'taki hayâtiyet ne zaman
ebedî âlemin limanına demir atıp duracak?' diyorlar.
Onu bilip söylemek nerde, sen nerde?"

(Naziat Sûresi, 42-43. Âyetler)

- " Gerçekleşecek olanın (Kıyâmet'in)
ne olduğunu sen nereden bileceksin?"

(Hakka Sûresi, 3. Âyet)

Şimdi Peygamber'in bilmediğini, birileri biliyormuş gibi davranıyor!.. "Devre Sonu" tâbiri, Varlığın iddiasından öteye geçmez!.. Son Saat'in ne zaman olduğunu ALLAH'tan başkası bilmez!

Aynı forumdan birisi daha:

- "Bahsettiğin derneğin yerini sanırım, biliyorum. Bizim oturduğumuz yere çok yakın.
Hatta bir gün o sokakta yürürken apartman kapısının kenarındaki sekizgen işâreti görünce şaşırmıştım.
Ruhsal Araştırmalar Enstitüsü diye yazıyordu. Sonra o tabelânın yazılı kısmı ya düştü,
ya kestiler, bilmiyorum, sâdece sekizgen işâret kalmıştı son gördüğümde.
Ondan sonra İnternet'ten biraz araştırma yapıp BİLYAY'la doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı
bir dernek olduğunu anlayınca, çok sevinmiştim."

"Bundan birkaç ay önceydi. O sırada bir eğitim faaliyeti yoktu, sanırım.
Ve sitelerindeki mesaj formundan bir faaliyetleri olup olmadığını sormak istediğimde form çalışmadı.
Daha doğrusu, benim e-posta adresime, mesajın ulaştırılamadığına dâir bir bilgi geldi.
Ben de herhalde artık bir faaliyette bulunmuyorlar, diye düşündüm. Şimdi sen bahsedince,
siteyi tekrar kontrol ettim ve gerçekten de yeni bir faaliyet/seminer döneminin başlatıldığını anladım.
Salı günleri düzenli olarak yapılacak, anladığım kadarıyla. Katılır mıyım, hiç bilmiyorum.
Dediğin gibi, o tür yerlerde gerçek bir tartışma ortamı yaratmak çok zor.
Büyük ölçüde tek yönlü bir faaliyetleri var, bu tür derneklerin.
Usluca ve ciddice dinlemeni, anlamaya çalışmanı istiyorlar yalnızca.
Kesinlikle faydasız veya zararlı olduğunu iddia etmiyorum, BİLYAY ve bağlantılı dernek faaliyetlerinin.
Ama Ra, Pleiades ve özellikle Kasyopya Bilgileri gibi kaynaklardan hoşlanan insanların
orada tek yönlü bir dinleme işlevini benimsemesi kolay değil.
Bu tür halka neredeyse rastgele biçimde açık seminerlerin çoğunda
sâdece giriş seviyesi bilgileri vereceklerdir pek muhtemel olarak.
Halkın ortalama algı/bilgi/farkındalık seviyesi ve önyargıları
göz önünde bulundurulursa, bu bile fazla gelebilir pek çoklarına."

Şimdi daha iyi anlaşıldı. Bu arkadaşlar hem RA, hem PLEİADES, hem de KASYOPYA "tebliğ"lerini okumuş, benimsemiş. Acaba niye KRYON yok, anlamadım... Yalnız değerlendirmesi doğru. Çoğu Spiritualist geçinen Dernekçi veya Vakıfçılar'ın burnu Kaf Dağı'da... Herşeyi onlar biliyor!.. Size de lûtfen bildiklerinden kırıntılar bahşediyorlar. Yine de bizim Dernekçiler'in çoğu insaflı... Hiç değilse bir kısmı para filân istemiyor. Mazaallah, İngiltere veya Amerika'da olsanız, bir konferansta cebinizi boşaltırlar!

Bozadi rumuzlu bu kişi bundan sonraki paragrafta geçtiği çarpık eğitimden bir kesit sunmuş:

- "Yaşadığın deneyim üzücü olmuş Ka. O tür bir ortamda, o tür bir toplantıya iştirak edenlerin
genel bilgi seviyesiyle ilgili bir varsayıma göre hareket ediyorlar, sanırım.
Yani KH güçleri realitesini ele almayı ya sıradan halk için fazla ileri düzey bir konu olarak görüyorlar
ve bunları yalnızca daha özel toplantılarda veya toplantı dışı bağlamlarda ele alıyorlar
veya belki de bu konuları ele almaktan gerçekten kaçıyorlar ve konu gündeme getirilince de
doğrudan veya dolaylı olarak bir inkâr mekanizmasına başvuruyorlar.
Bu konuda gerçekten üç maymunu oynamıyorlarsa, devam eden eğitim ve etkileşimlerin
daha ileri bir aşamasında ele alıyorlar belki de bu tür mevzuları.
Büyük ihtimalle kurumsal olarak bu tür konuları ele alacak oluşumlar üzerinde
feci bir baskı yapıyordur / yapacaktır İlüminati unsurlarının yerel uzantıları.
Kolay konular değil gerçekten. O ipin ucunu tutup ilerlemeye başlayınca,
sonunda 7 milyar insan olarak Şeytan'ın kucağında oturmakta olduğumuz
gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalınıyor. Yâni Matrix realitesi bütün çıplaklığıyla ifşâ oluyor.
Ve bunu kurumsal bir şekilde ilân etmek veya paylaşmak veya tartışmak,
Şeytan'ın egemenliğindeki (hâlâ üstü örtülü bir şekilde bile olsa) bir toprakta Şeytan'ı ifşa etmek gibi olur.
Yâni örneğin IŞİD'in kontrol altına aldığı bir şehirde veya köyde IŞİD aleyhine konuşmak gibi birşey bir yönüyle.
Bu özellikle de pek çok takipçisi olan, ciddi, disiplinli ve kendi hitap ettiği kitle açısından
son derece saygın bir kurum tarafından açıkça yapılması hiç kolay
(ve hatta "akıllıca"!) olmayacak birşey belki de."

"Eğer sandığımız kadar sağlamsa bu adamlar, yani 'çalışma'yı yeterince ciddi bir şekilde
yapıp uyguluyorlarsa, Şeytan'a özellikle başlangıç aşamasında doğrudan değil,
dolaylı yollarla mücadele ediyorlardır. Tüm saldırılarda bizim açıklarımızdan yararlanıldığı için,
Şeytan'ın saldırıyor olmasına değil de, bizim bir açığımız olmasına vurgu yapıyorlardır.
Yâni, Şeytan'a kızacak yere kendimize kızmak, kızmaktan da ziyâde,
ilgili hatâmızı veya eksiğimizi tespit ve kabul etmek ve sonra da o sorunumuzu düzeltmek."

"Bence ikisinin de önemi var. Yâni varlığını açıkça kabul etmediğimiz Şeytan'ı
tespit ve teşhis etmek de çok önemli, Şeytan'ın bizi kontrol etmesini sağlayan açıklarımızı
fark edip onları (sırf Şeytan o açıklardan yararlanıyor diye değil,
o açıkların zâten olmaması gerektiği için) kapatmak veya iyileştirmek de önemli.
Bir süre sonra bu ikili çalışma birleşecektir. İki ayrı ve hatta birbiriyle zıt
(birbirini inkâr eden) uygulama olmak zorunda olmayacaktır.
İkisi de kişisel gelişimin, disiplinin ve bilginin gereğidir."

Gördünüz mü?.. RA, PLEİADES, KASYOPYA "tebliğ"lerini okumuş olanların ortak yönü ne?.. "7 milyar insan olarak Şeytan'ın kucağında oturmakta olduğumuz gerçeği" ve "Şeytan'ın egemenliğindeki bir toprak" ifâdeleri, Hıristiyanlar'ın daha önce anlattığımız Hz. İsâ'dan sonra, zaman içinde dine râhipler, papazlar ve bilhassa Papalar tarafından yapılan ilâvelerle, Şeytan'ın yenilmez bir varlık hâline dönüşmesidir. Hemen hiçbir Batı filminde Şeytan'ı İnsanoğlu yenemez. Onlara göre, Şeytan'ın Dünya üzerindeki hükmü, Hz. İsâ tekrar Dünyâ'ya gelinceye kadar sürecektir. Amerikalı, İngiliz "medyum"lar o uyduruk "tebliğ"lerinde hep bu konuyu işlerler. Ne yazık ki, bu görüş bizim zeki, ama akılsız gençlerimize de bulaşmış. "Şeytan'a İnanmamak" kadar "Dünyâ'ya Şeytan Hâkim" inancı da yanlış!..

Halbuki, Şeytan Âdem ile Havva'yı kandırınca,

- "(Allah) buyurdu: 'Öyleyse oradan in! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir.
Çık!.. Çünkü sen aşağılıklardansın!' (dedi.)"
- "(Şeytan). '(Bâri) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver,' dedi."
- (Allah), '"Haydi, sen süre verilmişlerdensin." buyurdu."
- "(Şeytan) 'Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki,
ben de onlar(ı saptırmak) için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım,' (dedi.)"
- "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım
ve Sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın,' (dedi.)"

(A'raf Sûresi, 13-17. Âyetler )

- "(Allah cevap verir:) Doğrusu Benim (ihlaslı) kullarım üzerinde
senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. Vekil olarak Rableri yeter."

(İsrâ Sûresi, 65. Âyet)

Biz Müslümanlar'ın inancı böyle... Ne kadar farklı değil mi, o Vasat-altı Varlıklar'ın söylediklerinden?.. Yok, "7 milyar insan olarak Şeytan'ın kucağında oturmakta" imiş!.. Yok, "Dünya, Şeytan'ın egemenliğindeki bir toprak" imiş!.. Bunların hiçbirini kabul etmeyiz!.. Kim söylerse söylesin!..

- "Şüphesiz ki imân edip de Rablerine
tevekkül edenler üzerinde o Şeytan'ın hiçbir nüfûzu yoktur.
Şeytan'ın nüfûzu, ancak onu dost edinenlere
ve Allah'a ortak koşanlaradır."

(Nahl Sûresi, 99-100. Âyetler)

"Believer Planet" rumuzlu kişi bu forumda başka fikirler de ileri sürmüş:

- "Bu dünyada yaşamı deneyimlemenin bazı illüzyonları var ne yazık ki.
Bu forumu takip ettiğimden beri şurdaki spiritual bilgilerden bence en önemlisi,
gerçekten herne kadar pozitif yönelimli de olsak,
aslında gerçekte bi KH oluşumuz. Bu şu demek;
Dünyâ'nın 3. Yoğunluk Düzeni'nde sâdece pozitif yönelimli olabiliriz.
Gerçek anlamda bir pozitif varlık olamayız. Neden? Hep düşünmüşümdür.
Bu bedenler de yaşamak için başka canlıları (hayvanları, bitkileri, mineralleri) tüketiyoruz.
Onları öldürüp yiyoruz. En ileri veganlar bile bitkilere acımıyor, onları koparıp kesip yiyor :)...
Zâten vejeteryanların etle beslenmeyi bir hayvan katliamı gibi lânse etmesini de anlamıyorum,
yaşadığımız düzenin kuralları gereği davranıyoruz. Vejeteryan beslenmeyi savunanlar
et yiyen insanı eleştirirken, doğadaki etcil hayvanları eleştiriyor mu?
KH Dünyâsı'nın gereği bu. Ve bu Dünyâ'da bu bedenlerde yaşadığımız sürece,
nasıl % 100 pozitif varlık olabiliriz ki?
Celseler'de Evren'de gerçek pozitif yönelimli varlıkların yaşamak, vârolmak için
başka varlıkların yaşamlarını hiçbir şekilde manüple etmedikleri
ve onların yaşamlarına müdahale etmedikleri yazılıydı... Bu çok açık bir cevap.
Yâni sürekli pozitif bir tablo çizmeye çalışan grupların düşünceleri tehlikelidir.
Zâten Spiritual Gruplar arasındaki çatışmalar çoktur. Bâzen diğer sitelerdeki çalışmaları
takip ediyorum da, 180 derece tersimiz şeyler yazılı. Bizler pozitif yönelimli Varlıklar'ız.
Ve öğrenciyiz, öğreniyoruz. Pozitif olmak ve yükselmek için öğreniyoruz."

Sevgili Ka, içsel olarak nereye yöneleceğini, ne yapacağını biliyorsun.
Senin için farklı bir tecrübe olmuş. Yolunda ilerlemeye devam."

Dikkat ediyor musunuz, biz sâdece Spiritualist Geçinenler'i, Uyduruk Medyumlar'ı, Vasat-altı Varlıklar'ı, Geri Varlıklar'ı değil; onların peşine takılan Saf Vatandaşlar'ı da tenkit ediyor, doğru yola getirmeye çalışıyoruz.

Bu kişi "Dünyâ'nın 3. Yoğunluk Düzeni"ne inanmış!.. Nedir, bilen var mı?.. Gene Uydurulk Medyumlar'a gelen Vasat-altı Varlıklar'ın, hatta Geri Varlıklar'ın Uyduruk Tebliğler'inden kaynaklanan bir inanç herhalde... Peki, "Dünyâ'nın 2. Yoğunluk Düzeni" neymiş, ne zamanmış?.. Ya "Dünyâ'nın 1. Yoğunluk Düzeni" ne ola ki, bilen var mı?..

Biz Bilimsel Araştırmalar'ı, Kâinat'ı ve Hayât'ı anlamak için yeterli bulmayız, ama daha iyisi, daha doğrusu ortaya çıkana kadar onlara inanırız. Hiçbir Bilimsel Yön'ü olmayan iddiaları da kabul etmeyiz. En basit teori bile Gözlem'e dayanır, bir Felsefe'ye oturur. Ne idüğü belirsiz, üstelik benim ülkemden, benim kültürümden, benim inancımdan olmayan, tanımadığım kadın-erkek zibidilerin üfürdüklerini kaale alamam!..

"Pozitif Varlık Olmak" ne demek?.. Kastedilen "ihlaslı, sâlih amel işleyen, yâni iyi işler yapan biri olmak" ise, niye işin içine Matematik veya Fizik kavramlar sokuyorsun?.. Dünyâ'ya Tekâmül etmek için gelmişsin. Yâni, ALLAH'ın sana bahşettiği Rûhî güç ve kaabiliyetlerini kullanarak hem kendini geliştirmek, hem de Dünyâ'yı imâr etmekle vazifelisin.

- "O sizi Yeryüzü'nden (topraktan) yarattı
ve sizden Yeryüzü'nü imar etmenizi istedi."

(Hud Sûresi, 61. Âyet)

İlk cümleye dikkat!.. ALLAH bizi Yeryüzü'nde, Yeryüzü'nden (yâni topraktan, Dünya maddelerinden) yaratmış!.. Öyle Uzay'dan falan tohumlanmamışız!.. Burada doğdun, burada öleceksin. Ve burada Tekâmül edeceksin. Kimse seni alıp, Kıyâmet'ten kurtarıp başka bir gezegene götürmiyecek!.. O ancak kostüme Uzay filimlerinde olur.

Dünya, Tekâmül'ün sâdece bir safhası olabilir. Meselâ İlkokul, veya Ortaokul gibi.. Ama nasıl bir İlkokul'da Üniversite eğitimi, hatta Ortaokul eğitimi verilmezse, Dünyâ'da da ilk canlının ortaya çıkmasından itibâren ancak ve sâdece o seviyede bir Tekâmül ortamı sağlanmıştır. Bu ortamın iki değişmez kanunu vardır. Birincisi, "Her nefis (birey) ölümü tadıcıdır" (Ankebut Sûresi, 57. Âyet). İkincisi, her Varlık, bir başka Varlığı yiyerek, tüketerek varlığını sürdürecektir. Onun için et yemesen, ot yesen, ot değil de taş yesen de bu kural değişmez. Taşın senin idrâk edemediğin bir canlılığı, hattâ Ruh'u olmadığını nereden biliyorsun?.. Burada önemli olan, hiçbir tarz tüketimde israf edici olmamaktır. Yeryüzü'ne tahrip edici bir etki yaratmamaktır.

Bu kişi "diğer sitelerdeki çalışmaları takip ediyorum da, 180 derece tersimiz şeyler yazılı" demiş... Haklı!.. Herkes birşey söylüyor... Peki, hangisi doğru?.. Kıstas ne?.. Mihenk taşı ne?.. İşte, her zaman dediğimiz gibi, kıstas-ölçü KUR'AN... Mihenk taşı KUR'AN!.. "Tebliğ" denilen ifâdeleri o mihenk taşına vurunca belli olur altın mı, bakır mı?.. Yoksa gübre mi, pislik mi?..

Bu arada MİHENK TAŞI, (veya denektaşı), çakmak taşı cinsinden siyah bir taştır. altın veya gümüş üzerine sürüldüğü takdirde, bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri anlaşılır. Bundan hareketle; MİHENK, "bir şeyin veya birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt, kıstas" demektir.

Velhâsıl, lâfı epey dolandırıp, konuya böylece girdikten sonra Ergün Arıkdal vâsıtasıyla alınan Hz. İsâ hakkındaki "tebliğ"leri inceliyelim, bakalım.

SÂDIKLAR PLÂNI- "İsa'nın Baba veya Rab diye çağırdığı şüphesiz Vicdan Plânı'dır.
Vicdan Plânı bir Mekanizma'dır. Evrenin pozitif, ışık, hayır, yücelik ve iyilik tarafıdır.
Bu yüzden İsâ tamâmen bu tesirlerle doluydu. Tesirlerin zayıfladığı anda
kendi Ruhsal potansiyeliyle hareket edebiliyordu, çünkü öyle istenmişti."
(26.3.1966 târihli Celse)

Ne anladınız bundan?.. RAB, yâni ALLAH (ama ilk yazımızdan hatırlayın, Ergün Arıkdal'a gelen Varlığa göre sâdece bu Dünyâ'nın Rabbi değil; böyle her gezegenin, her yıldızın bir Rabbi, dolayısiyle yüzbinlerce Rab var.) Rab neymiş?.. Bir "plân"mış! Plân ne demek?.. Bir takım Bedensiz Varlıklar Heyeti değil mi?.. Meselâ "Sâdiklar Plânı" kendilerinin "sâdık" olduğunu iddia edenlerin bulunduğu heyet değil mi?.. Yâni İsâ'nın Babası, yâni Rab, yâni ALLAH, TEK bir Yaratan değil; (tövbe hâşâ!) bir "heyet"miş!.. Yediniz mi?.. Üstelik bu "heyet" bir "mekanizma" imiş!.. Bakıyoruz sözlüğe... MEKANİZMA , çok anlamlı bir kelime... Daha önce de vermiştik, "belli bir sonuca ulaşmak için karmaşık bir biçimde düzenlenmiş organ veya parçalar birleşimi, sistem, düzenek, organların işleyiş biçimi, ateşli silahların işlemesini sağlayan mekanik bölüm, tüfeğin kubuzu/gövdesi içinde ileri geri hareket ederek fişeği namluya yerleştiren, iğne ve kilidi bünyesinde bulunduran düzenek, oluş, ortaya çıkış, işleyiş, belirli sorunları çözmek ya da belirli sonuçları elde etmekte kullanılan, canlıda aşağı yukarı kökleşmiş davranış kalıpları" demek... Buradan "Vicdan Plânı"na en uygun karşılık "sistem" olarak ortaya çıkıyor. Böylece Rab (tövbe hâşâ!) bir "sistem" oldu. Bu sistem "Evren'in pozitif tarafı" imiş, ayrıca "ışık, hayır, yücelik ve iyilik" de barındırıyormuş. Yâni Rab, "Evren'in iyilik, hayır barındıran pozitif tarafı" oluyor!.. Peki, Evren'in negatif tarafı ne oluyor?.. Orası Rabb'in, yâni ALLAH'ın kontrolü, hâkimiyeti dışında mı?.. Yoksa Evren'in negatif tarafının da bir Rabbi mi var?

İsâ, tamâmen bu "ışık, hayır, iyilik, yücelik (his değil) tesirleriyle dolu"ymuş. Vicdan Plânı, yâni Baba, yâni Rab, yâni ALLAH'tan gelen bu tesirler zayıflayınca, İsâ "Senin tesirlerine mi kaldım?" (tövbe hâşâ!) deyip, "kendi Ruhsal potansiyeliyle hareket ediyor"muş!.. Benim bildiğim POTANSİYEL , "Varlığı, gücü ortaya çıkmamış olan, gizil güç, durum ya da konuma bağlı eylem yeteneği" demek... Yâni YETENEK var da, HAREKET yok!.. Harekete geçince o KİNETİK ("hareketle ilgili, hareket sebebiyle oluşan") oluyor!..

Deveye sormuşlar, "Neden boynun eğri?" diye... "Nerem doğru ki?" demiş. Ben bunun neresini düzelteyim?..

Devam edelim zırvalara... İşin kötüsü Ergün Arıkdal öldü gitti, ALLAH taksirâtını, Rabler icâd edip şirk koşmasını affetsin, bu zırvaları şimdi oğlu Târık Arıkdal yaymaya devam ediyor.

SADIKLAR PLANI- "Baba ile Oğulluk şu demektir: Bir Varlık, hayâtının belirli bir noktasında
öyle bir istek ve öyle bir açlık içerisinde bulunur ki, belirli bâzı tesirlere hak kazanır.
Yâni onlar belirli bir Tesir Plânı'ndan, bir Üstün Tesir Plânı'ndan tesir alabilecek
ve o tesirle eylemde bulunabilecek ve bu eylemiyle de o Tesir Plânı'nın bir organı
(oğlu) hâline gelebilecek Varlıklar'dır." (9.4.1966 târihli Celse)

Daha önce de söylemiştik, Âhıret Âlemi'ndeki Varlıklar orayı kendi bulundukları yere göre (orada mekân yok ama başka türlü açıklıyamıyoruz) târif ederler. Bizim naklettiğimiz Ali Bey'in Celseleri'nde Âhıret Âlemi MENZİLLER hâlinde tanımlanmıştı. Başka Varlıklar KATLAR ifâdesini kullanmışlardı. Ama bir Varlık ta, "Siz hangi kattasınız?" diye sorunca, "Ne katı?.. Apartman mı bu?" demişti. Bedri Bey'e gelen bir Varlık (veya birkaç Varlık) KAT karşılığı PLÂN ifâdesini kullanmış olabilir. Ne var ki, Ergün Arıkdal, PLÂN'ın dalağını yardı. Herşeyde bir PLÂN... Sâdıklar Plânı, yukarda Vicdân Plânı, burada Tesir Plânları, sür gitsin... Onun kuyruğuna takılanlar da bu PLÂN kelimesini pek sevdiler, sık sık kullandılar.

Şimdi "Tesir Plânı" ne olabilir?.. Âhıret Âlemi'nde bir Kat mı?.. Bu Kat'taki Varlıklar hep aynı tesiri mi yayıyor?.. Aynı frekanstan mı yayın yapıyor?.. Biz aynı Varlık'la Temâs'a geçen iki ayrı Medyum'un ayrı frekanstan bilgi aldığına şâhit olduk. Bir tek Varlık'ta bile bu böyleyken, bir Kat'ta bulunan onlarca, yüzlerce, belki binlerce Varlığın aynı tesiri yayınlaması, bana pek mantıklı gelmiyor... Sonra bir "üstün"ü olduğuna göre, başka Tesir Plânları da var. Çık çıkabilirsen işin içinden!..

Haa, bir de "İsâ tek değil"miş!.. "Herhangi bir Varlık istek ve açlık içinde bulunursa, o Tesir Plânı'nın oğlu olabilir"miş. Böyle ALLAH'ın oğlu (tövbe hâşâ!) olacak başka Varlıklar da varmış"!.. İyi mi?..

SÂDIKLAR PLÂNI- "İsâ'yı, insan olarak anlattığımız ideal varlığa yakın,
yüksek nitelikte bir ara model olarak kabul edebilirsiniz.
Şu şartla ki, kendini İsâ olarak tanıtan Varlık bir Evrensel İdâre Mekanizması'nın unsuru idi.
Bağlı bulunduğu sistemin kendine vermiş olduğu görevi yerine getirmek için
yine kendi seçmiş olduğu bir araç ve kanalla Yeryüzü'ne inmiştir.
Siz İsâ'yı babasız olarak bilirsiniz. O, Yeryüzü'nde fizik olarak kendisine baba olacak
herhangi bir kimseyi bulamazdı! Bu yüzden onun babası kendisidir
ve bu yüzden baba olarak kendi Plân'ını seçmiştir, Semavi Baba deyimi bu kasıtla söylenmiştir.
O oğuldur, çünkü kendi Plân'ının bir ilkahıdır!" (17.4.1970 târihli Celse)

Efendim, "İnsan, İdeal Varlık"mış... Bir diyeceğimiz yok... Ama İsâ, "bu İdeal Varlığa yakın, ama altında, yine de 'yüksek' bir 'ara model' imiş." Ne anladınız?..

Yine bir meçhûlü başka meçhûller ile târif kalkışmışlar, bu onların en yaygın oyunudur. Bir bilinmeyen, başka bilinmeyenlerle tanımlanamaz ki!.. İnsan, İdeal Varlık, Ara Model... Üstelik bu ifâdeler bildiğimiz ALLAH'ın kulu ve Peygamber'i İsâ'yı "bilinmez" yapıyor!.. Bitmedi, arkası geliyor, "İsâ, Evrensel İdâre Mekanizması'nın bir unsuru" imiş!.. Hani canım, bizim şu Evrensel İdâre Mekanızması var ya, 13,5 milyar ışık yılı ebâdındaki Kâinat'ı idâre ediyor. 300 ilâ 500 milyar galaksiden sorumlular... Her galakside 200 ilâ 400 milyar yıldız varmış, onları da idâre ediyorlar. Geçenlerde bu İdâre Mekanizması'nda bir tanıdığımdan torpil istedim, yapmadı, yahu!.. Baksana, İsâ da oraya mensupmuş. Acaba onu mu arasaydım?..

"İsâ insan değilmiş, insana yakın bir ara modelmiş" ya, onun için Dünyâ'da kendisine baba bulamamış. Anası da kendine uygun bir koca bulamamış. Bakmışlar, olacak gibi değil; İsâ'nın kendi Plân'ı (tövbe hâşâ!) onu Meryem'e ilkah etmiş, yâni döllemiş!.. ALLAH bizi bağışlasın, Hz. İsâ da, Hz. Meryem de, ayaklarını öpeyim, kusuruma bakmasın!.. Başka türlü bu uyduruk "tebliğ"i açıklıyamadım. Haddimi aştım, affedin.

Hz. Meryem'in durumunu ve Hz. İsâ'nın doğumunu KUR'AN-I KERİM'den veriyoruz:

- "Gerçekten Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrâhim soyunu
ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.
Bir zürriyet olarak birbirinden gelmişlerdir. Allah her şeyi işitendir, bilendir.
İmran'ın karısı: 'Rabbim, karnımdakini tam hür olarak sana adadım,
benden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin.' demişti.
Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu bilip dururken- şöyle dedi:
'Rabbim, onu kız doğurdum; erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim.
Onu ve soyunu koğulmuş Şeytan'ın şerrinden sana ısmarlıyorum'.
Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabûl buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi
ve Zekeriyya'nın himâyesine verdi. Zekeriyya ne zaman kızın bulunduğu mihraba girse,
onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. 'Meryem! Bu sana nereden geldi?' deyince,
o da: 'Bu, Allah Katı'ndandır,' derdi. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
Hani Melekler: 'Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı
ve seni Dünya kadınlarına üstün kıldı.
Ey Meryem! Rabbine dîvan dur ve secdeye kapan
ve rüku' edenlerle beraber rüku' et,' demişlerdi.

İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.
(Yoksa) 'Meryem'i kim himâyesine alıp koruyacak?' diye kalemlerini
(kur'a için suya) atarlarken sen yanlarında değildin.
(Bu hususta) Tartışırlarken de yanlarında bulunmadın.
Melekler şöyle demişti: 'Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor ki,
adı Meryem oğlu İsa Mesih'dir; Dünyâ'da da, Âhıret'te de itibarlı,
aynı zamanda Allah'a çok yakınlardandır."

(Âl-i İmran Sûresi, 33-45. Âyetler)

- "(Kâlblerinin mühürlenmesinin diğer bir sebebi de İsa'yı) inkâr etmeleri
ve Meryem'e büyük bir iftirâda bulunmalarıdır."

(Nisâ Sûresi, 156. Âyet)

- "(Ey Muhammed!) Kur'ân'daki Meryem Kıssası'nı da an (insanlara anlat).
Hani o, âilesinden ayrılarak (mescidin) doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra âilesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu.
Biz ona Meleğimiz (Cebrâil')i gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü.
Meryem: 'Ben senden Rahmân (olan Allah')a sığınırım.
Eğer Allah'dan korkuyorsan (dokunma bana,)' dedi.
Melek: 'Ben, sana temiz bir oğlan bağışlamak için, Rabbinin gönderdiği bir Elçiyim,' dedi.
Meryem: 'Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmamıştır.
Ben iffetsiz de değilim,' dedi.
Melek: 'Bu, dediğin gibidir. Ancak Rabbin buyurdu ki:
>Bu (babasız çocuk vermek), Bana pek kolaydır.<
Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mûcize ve rahmet kılacağız.
Hem, bu önceden (ezelde) kararlaştırılmış bir iştir,' dedi.
Nihâyet (Allah'ın emri gerçekleşti) Meryem İsâ'ya gebe kaldı
ve o hâliyle uzak bir yere (yalnız) çekildi.
Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı.
'Keşke bundan önce ölseydim de, unutulup gitseydim,' dedi.
Melek, Meryem'e, aşağı tarafından şöyle seslendi.
'Sakın üzülme! Rabbin alt tarafında bir ırmak akıttı.
Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün.
Ye, iç! Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen, (seni kınamaya kalkarlarsa)
>Ben Rahmân'a bir oruç (susma orucu) adadım.
Onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım,< de (işâretle)'.
Sonra Meryem onu (İsâ'yı) yüklenerek kavmine getirdi. Onlar (hayretler içinde şöyle) dediler:
'Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın!
Ey Hârun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi,
annen de iffetsiz bir kadın değildi. (Nasıl yaptın bu işi?)'
Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi.
Onlar; 'Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?' dediler.
(Allah'ın bir mûcizesi olarak İsâ şöyle) dedi: 'Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum.
O bana Kitab verdi ve beni bir Peygamber yaptı.
Beni, nerede olursam olayım, mübârek kıldı.
Hayatta bulunduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.
Beni anneme hürmetkâr kıldı. Beni zorba ve isyankâr yapmadı.
Doğduğum gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün selâm ve emniyet benim üzerimedir.'

İşte hakkında (Yahudiler'le Hıristiyanlar'ın) ihtilâf edip durdukları
Meryemoğlu İsâ'ya dâir Allah'ın sözü budur.
Çocuk edinmek asla Allah'ın şânına yakışmaz. O bundan münezzehtir.
O, bir şeyin olmasını dilerse, ona sadece "ol" der, o da oluverir!"

(Meryem Sûresi, 16-35. Âyetler)

- "Meryem'in oğlu Mesih (İsa), sadece bir peygamberdir.
Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir.
Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi.
Bak onlara âyetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak nasıl yüz çeviriyorlar!"

(Mâide Sûresi, 75. Âyetl)

Olay şeksiz şüphesiz bu!.. Sâdıklar Plânı da, onlara inananlar da yüz çevirmiş oluyorlar!..

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - ERGÜN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - MEKTUPLAR