BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30

Bu sefer Geri Varlığı tanıyan biri çıktı, Hâzirun arasından... Enteresan bir görüşme oldu. Sonra da bir Üstün Varlık ile görüşüldü.

Varlık : Kara Şâhin
Tarih : 25.8.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ............... (sıkıntı içinde) .......
İdâreci- Neyiniz var, efendim? Lûtfen!
M- ...
(sıkıntı içinde) ... Karanlık!... Kestiler yolumu!..
İ- Kimmiş bu kesen yolunuzu? Muktedirsiniz, daha rahat konuşunuz!
M- ... KARA ŞÂHİN...
İ- Kara Şâhin... Ne istiyorlar?
Varlık- ... Mağfiret!...
İ- Yalnız Karaşâhin'den birşey soracağız, efendim.
V- ... Işık!... Işık!... Işık!... Işık!...
İ- HAYÂTÎ KARAŞÂHİN değil mi, efendim?
V- Evet.
İ- Bundan evvelki konuşmamızda bize suçunu anlatıyordu. Suçu câsusluktan değil de,
bir kızı iğfâl ettiğinden dolayı idi.
Bu fiili nerede yaptı?
V- MERSİN'de.
İ- Hangi senede?
V- '46 YILI.
İ- Peki. Kızı şehrin içinde mi öldürdü?
V- Tarsus-Mersin arası.... BOLATLI...
İ- Peki, o sene ne vazifeyle orada bulunuyordu?
V- TEĞMEN...
İ- Arkadaşımız diyor ki, "Ordudan birinci atılışından sonra mı oldu bu vak'a, atılmadan evvel mi?"
V- Atılmadan evvel.
Hâzirûndan Biri- İmkânsız. O zaman atılmıştı.
İ- Birinci atılışı mı, ikinci atılışı mı?
V- Ankara'dan Mersin'e gitmiştim.
İ- Ankara'dan Mersin'e gitmiş ama, evvel olmasına imkân yok! Peki, kızın adı neydi?
V- GÜLLÜ...
İ- Şehir içinde mi yaşıyordu, yoksa bir köylü kızı mı?
V- TÜRKMEN'di.
İ- Peki, bu kızın ölümünden dolayı başka biri mes'ul oldu mu? Hapis yattı mı?
V- .........
İ- Kesildi... Yükseliyor musunuz?
M- ... Açıldı... Ohhh!... Dörd'ü geçtim...
İ- Sür'atle yükselmeye devam ediniz.
M- ...........
(sıkıntı içinde) ... Yanıyorum!...
İ- Şimdi bir Muhterem sizi rahatlatacak!.. Sâkin olunuz!
M- .... Ohhh!...
İ- Kiminle Temas hâlindesiniz?
M- ... Kimse yok.

Burada biraz duralım... Bu KARAŞÂHİN'le 11.8.1961 târihli Celse'de karşılaşmıştık. Orada bize Ankara'da casusluktan asıldığını söylemişti. Bu Celse'de Avradakiler arasında kendisini tanıyan biri çıktı ve bu yüzden kendisiyle uzun bir görüşme yapıldı. Anlaşıldığına göre Hayâtî Karaşâhin adındaki bu kişi pek öyle hayırlı bir vatandaş, hayırlı bir asker değilmiş. Ordudan iki kere atılmış. İlkinde disiplinsizlikten... ilk atılışından sonra neden geri alınmış, bilinmez... Sonra tekrar atılmış, bu sefer casusluk suçundan!.. Avra'da bulunan dostumuz ısrarla onun bu tesbit edilmemiş cinâyet târihi olan 1946'da ordudan atılmış olduğunu belirtiyor. Bizce tesbiti imkânsız ama, onun bilmesi mümkün... Sualin cevâbını alamadan Varlık ayrıldı. Bizde "Acaba bulabilir miyiz?" diye, "Türkiye'de İdâm Edilenler" listesine baktık. Sayfaya şimdi ulaşılamıyor ama, biz ne bulduk, biliyor musunuz, 1955 yılında İvane Adamidi (casusluktan), Nikolay Antonof (casusluktan) ile birlikte, A. Hayâti Karaşâhin (casusluktan) idâm edilmiş!.. 16 Nisan 1955'te!.. Zâten Avra'daki dostumuzdan böyle bir şahsın olduğunu, casusluk suçundan idâm edildiğini öğrenebilirdik ama, kaydını bulmak çok tatmin edici oldu. Varlık bâzı târihleri ve olayları karıştırıyor ki, Âhıret'e intikal edenler için bu normal. Bir Varlık, "Dünya ihzazlarım benden siliniyor" demişti.

Aynı tablodan İstiklâl Mahkemesi idâmlarını bulamadık. Şeyh Said ve arkadaşları yoktu meselâ. İzmir Suikasti idâmları da yoktu.

İçimizden geldi, "başa dönüp araştıralım," dedik. Bir de ne bulalım?.. Meğer KARAŞÂHİN'in casusluk hikâyesi İnternet'e düşmüş bile!.. James Bond romanı gibi heyecanlı... Ama uzun olduğu için buraya almadık. İsteyen linkten okur.

- 1955 yılı AKİS Dergisi'nde Karaşâhin'in Hikâyesi - Gardiyanın ağzından

- Karaşâhin Fakirdi

Asıl yapılması gereken GÜLLÜ adlı bir Türkmen kızının iğfâl edilip öldürülmesini tesbit etmek, ama o çok zor. Mersin Adliye'sinin arşivlerine girmek lâzım. Belki de dosya Tarsus'tadır. Tabii birşey bulamadık. Ancak Varlığın diğer anlattıkları doğru olduğuna göre, böyle bir cinâyeti işlediğine de inanıyoruz.

Devam edelim:

Varlık : Molla Akşemseddin
Tarih : 25.8.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

İdâreci- Burada rahat mısınız?
Medyum- Çok rahatım.
İ- Yalnız yüksek sesle1
M- Bağırıyorum, duymuyor musunuz?
(Halbuki sesi çok az çıkmaktadır)
İ- Hayır, efendim. Daha yüksek sesle bağırınız!
M- Bağırıyorum, duymuyor musunuz?
(Halbuki sesi fısıltı hâlinde çıkmaktadır)
İ- Medyumumuzdan rica ediyorum, muktedirsiniz, rahat olarak, yüksek sesle!..
M- ... Oturduğum zemin kan renginde... al bir zemin... Sâdece bir uğultu işitiyorum... Hiçbir tarafımı göremiyorum...
Karanlık değil ama, gözlerim görmüyor...
İ- Şimdi bir Muhterem'le karşılaşacaksınız.
V- ... Hiç gelmedim buraya... Korkunç değil ama, ürpertici bir uğultu... Karşıdan disk şeklinde bir ışık geliyor...
... Uğultu yaklaşıyor... Yükseliyorum... Çok daha arttı... Yaklaştıkça o ışık, yanıyorum!..
İ- Muhterem şimdi sizi rahatlatacak.
M- ... Yanıyorum!......
(sıkıntı içinde) ......
İ- Muhteremden rica ediniz... Şimdi rahatlıyacaksınız!
M- ... Kimseyi görmüyorum...
İ- Rahatladınız. Şimdi burası serinleyecek!
M- ... İnnâ fetahnâleke fethan mübînâ!... İnnâ fetahnâleke fethan mübînâ!...
... İnnâ fetahnâleke fethan mübînâ!... (1)
İ- Ben ve arkadaşlarım dua ettiler. TANRI kabul etsin. Bütün Muhterem Varlıklar için dua ettik.
M- .... İnnâ fetahnâleke fethan mübînâ!...
İ- Kiminle Temas hâlindesiniz?
M- ... MOLLA AKŞEMSEDDİN... (2)
İ- Nur içinde yatsınlar... Lûtfetsinler.
Varlık- Nur bizim altımızdadır.
İ- Muhterem üstâdımızın emirleri var mı? Bizi irşad etsinler.
V- Bilesiz, bahtiyâr olasız!
İ- Muhterem üstâdımızın emirleri var mı, efendim? İrşatlarını lûtfetsinler.
V- Fenâ'da emir, Fenâ sâkinin Fenâ sâkinine yaptığıdır.
İ- Bizi irşad buyursunlar, TANRI rızâsı için.
V- Duygu hassasını kaybetmişlerin evvelâ semiâlarını açmaları, ondan sonra kendilerine gelecekleri
dinlemeleri lâzımdır. Bilesiz, bahtiyâr olasız!
İ- Muhterem üstâdım, Hacı Bayrâm-ı Veli ile olan durumunuz hakkında bize biraz mâlûmat verir misiniz?
V- "Künh-ül Ahbar"daki kayıt aynen vâkidir. (3) Değneğ-i ilâhi ile dövdü, hamı olgunlaştırdı.
Kelbiyyundan değil, kelplerle arkadaşlık, çanakdaşlık yaptım.
İ-??? Evet, efendim.
V- O mertebeyi, hamlığım görmeme mâni idi. Üçyüz yılda yeni affa uğramadım.
İ- ???
V- Şefaat berkadem oldu... Ona Levh-i Mahfuz'da emânet edilmiştim. Emâneti Hacı Bektaş'a teslim ettim.
Yaktı, kavurttu, savurttu, topladı. Mükemmele gönderdi. Yarı yolda Fenâ'dan ayrıldım.
İ- ??? Evet, efendim.
V- KÖSE'ye feth-i mübin'i nâsib etti.
İ- ???
V- Şimdi dert kapılarının yoldaşıyım... Üç kademde içeri alırlar. Her zaman değil!..
İ- ??? Muhterem üstâdım, şimdi ricâmız şu: Eyüp Sultan Hazretleri'nin yerini sizin rüyânızda görerek
tesbit ettiğiniz, diye birşey var. Bunun doğruluk derecesi nedir?
V- Bâtıl sahih olmaz!.. SİMÂVÎ'nin hikmeti derkârdır. (4)
İ- Ne demek yâni?
V/ SİMÂVÎ'nin hikmeti derkârdır.
İ- ???
V- BEKİR-İ SİMÂVÎ'nin hikmeti derkârdır.
İ- ???
V- Hazret-i FÂTİH'in ordusunda saka, BEKİR-İ SİMÂVÎ'nin hikmeti derkârdır.
İ- O bulmuş... Peki, o bulduktan sonra size mi haber verdi?
V- Cennetmekân MAHMUT PAŞA vâsıtasıyla haber verdi. (5)
İ- Efendim, şimdi Eyüp Sultan Hazretleri'nin yerini siz rüyânızda görüyorsunuz. Sonra Saka buluyor,
sopasını koyuyor. Ama siz rüyânızda görerek bu yeri buluyorsunuz. Öyle mi, efendim?
V- Bâtıl sahih olamaz!..
İ-Şu halde o Saka'nın bulmuş olduğu yerde yatıyor, değil mi, efendim?
V- Evet. Cennetmekân FÂTİH ile birlikte geldik. Gösterdiği yer açıldı. Sanduka bulundu ve yapıldı.
İ- Muhterem üstâdım, arkadaşlar diyorlar ki, "Fâtih Sultan Mehmet ile görüşmek imkânı var mı?"
V- Biz deve kervanının başı değil, sâhibiyiz.
İ- ??? Fatih Sultan Mehmed bu ekâlliyetlere serbesti vermişti. Bu, bugün için iyi mi oldu,
yoksa memleket için zararlı mı?
V- Pâk bir inekten sağılan sütü iyi kullanmamışsanız, kabahat sütün değildir.
İ- Muhterem üstâdım, İstanbul'un fethinde ULUBATLIı HASAN sura çıkarken şehit oldu. Bu şehitlik ânında bizim taraftan
üç soysuz Rum'un attığı oklarla olduğunu söylüyorlar. Arkasından vuruldu, diyorlar. Bu doğru mudur?
V-Eski surun sonundan bir evvelki burcunda, Edirne Kapı'nın sağında, onüç küffarla, Çesar'ın leşkerini
Dâr-ı Cehennem'e gönderdikten sonra, yâ-mâsum okuyla şehit oldu. (11)
İ- Yanlışlıkla şehit oldu... Haldun Bey diyor ki, "Bir devlet büyüğü olarak
memleketimizin bugünkü durumu hakkında bizi aydınlatır mısınız?"
V- Ben ne devlet büyüğü makamı, ne ilim kapı yoldaşıyım.
İ- Fakat sizin bilgilerinizden, tecrübelerinizden istifâde ederek...
V- ÜDEBÂLİ'nin köyünden yükselen koskoca ağacı kuruttunuz!..
Kökünden filiz vereni de genç fidan iken kurutmaya uğraşıyorsunuz. (6)
Der dest-i şuur eylemezseniz, akıl ediniz!.. Hayfa!.. Hayfa!.. Hayfa!..
İ- ??? Ne bakımdan söyledi, yâni şimdi?
V- Üdebâli, Söğüt'ün Domanıç köyünde Kara Osman'la evlendi. Ondan bir ağaç doğdu.
Bu ağaç Hazret-i Fâtih'e kadar devletti. Hazret-i Fâtih imparatorluk yaptı.
Koskoca impaatorluğu kuruttunuz! Onun kökünden fışkıran, şühedâ kanıyla sulanan
genç fidanı da kurutmak üzeresiniz. Der dest-i şuur eylemezseniz, hayfa!.. Hayfa!.. Hayfa!..
İ- Tavsiyeleriniz ne olabilir, efendim?
V- Tavsiye sormamak!.. Civayı elle tutamazsınız. Aklınızı kullanarak tutup bir kabın içine koymaya çalışın!
İ- Efendim, görünüş olarak rica ediyorum. memleket bu durumdan kurtulabilecek mi?
V- İz'an ve idrâkinizi midelerinizin emrinden çıkarırsanız, evet!
İ- Fâtih gibi bir kumandan, bir devlet başkanına bu memleket bir daha kavuşabilecek mi?
V- Kader.
İ- Anlaşılmadı.
V- Kader.
İ- Bu acaba şimdiden belli olabilir mi, efendim?
V- El gaybulillah!..
İ- Muhterem üstâdım, Dünyâ'nın bugün karışık bir durumda olduğu mâlûm.
Acaba bu durumdan memleketimiz
zararsız bir şekilde kurtulabilecek mi, efendim?
V- SEMERE, NİYETİN FİİLİYÂTA KAYITSIZ ŞARTSIZ İNTİBÂKININ NETİCESİDİR.
İ- ??? Evet.
V- SEMERE, NİYETİN FİİLİYÂTA KAYITSIZ ŞARTSIZ İNTİBÂKININ NETİCESİDİR.
İ- Muhterem üstâdım, Fâtih Sultan Mehmet'i yetiştirirken ne gibi bir yol tuttunuz?
V- Ben Hazret-i Fâtih'e hiçbir emek sarfetmedim. Çünki ben muhtaçtım.
MOLLA FENÂRÎ'yi mükevvenat tâzimle anmaktadır. (7)
İ- "Ben yapmadım," diyor.
V- Fâtih'in hamurundan el nimet-i memleket hâle getiren MOLLA FENÂRÎ, MOLLA GÜRÂNÎ'dir. (8)
İ- Arkadaşlar diyorlar ki, "Fâtih Sultan Mehmet Hazretleri'nin annelerinin kabirleri nerededir?"
V- Hümâ Hatun'un kabr-i mübârekesi Murâdiye'nin sağ tarafındaki makber-i mahsusundadır.
Şüpheye mahâl yoktur! (9)
İ- Muhterem üstâdım, uğur nedir? Uğursuzluk var mıdır? Bunu bize izah eder misiniz?
V- Hazret-i Fahr-i Kâinat'ın vâsıtalık ettiği âhir zaman dîni olan dînimiz, naklî değil, aklîdir. Zaman olur da,
aklında uğursuzluk olursa, aklındandır. Bâtılla iştigâl, insanı dinden ve imândan uzaklaştırır.
İ- Muhterem üstâdım, Yakîn ile İlliyyin arasındaki fark nedir?
V- Gölge, kabak olmak için aranmaz! Şemsten korunmak için aranır. Gördünüz, murâdınıza erdiniz.
Kabaklaşmaya çalışmayın!
İ- Muhterem üstâdım, arkadaşlarım sizden cevap rica ediyorlar. Aysel Hanım zihnen soruyorlar.
V- .... Evvelkini mi, şimdi hazırladığını mı?
İ- Şimdikini söylüyorlar, efendim.
V- ... Olmuş bir meyvanın temizlenmesi bezle olmaz, yıkanarak olur.
İ- Mithat Kiper soruyorlar, efendim.
V- ... Tahta oktan demir mukavemeti beklemek, kudret helvasıyla karın doyurmayı beklemektir. (10)
İ- Sâliha Hanım soruyorlar.
V- ... Ayakkabı topuğunu yükseltmekle zevâhiri kurtarmış olur, hakikat değişmez!
İ- Muhterem üstâdım, ben soruyorum, efendim.
V- ... Vahdet!
İ- Peki.
V- ... Kireç taşından yaptığınız yalağın içine sâdece su koymanız lâzım. Kezzap dökerseniz kaybolur.
İ- Bu gidiş öyle mi oluyor, efendim?
V- Fazlasıyla!
İ- Nâci Bey soruyorlar, efendim.
V- ... Düğmeyi ters çevirmekten vazgeçsin! Aksi takdirde aldatma da mahşere kadar devam eder.
İ- Muhterem üstâdım, vaktiniz daha var mı, efendim? Medyumumuz yoruldular mı?
V- Bir cihar.
İ- Dört sual mi soralım?
V- Dörtte bir.
İ- Haldun Bey soruyorlar, efendim.
V- ... Latânızın dışını göstermeye çalıştığınız kadar içini de onarınız.
İ- Buradaki "lata" terim mi?
V- Lata... Lata... Urba... Lata..
İ- Medyumumuz için birşey söylemek ister misiniz?
V- Karıncadan ders alsanıza!.. Zahireleri ne kadar bol olursa olsun, ihtiyatlı hareketi elden bırakmasın!
Aksi hâlde kış ortasında eli böğründe kalır!
İ- Bu sözünüzü kendisine uyandığı zaman bildireceğim.
V- Bildiriniz!
İ- Nur içinde yatasınız. Bizim ricâlarımız burada bitiyor. Eğer bizlere irşadlarınız varsa, siz lûtfedin, efendim.
V- Her zaman "et tekrarı ansen, velev kâne yüz seksen" değildir! Tekrarlamak güzel şey.
Tekrarlamak, yüz seksen defâ da olsa, güzeldir, demektir. Her zaman güzel şeyi de olsa,
yüz seksen defâ tekrarlamak güzel değildir! Her zaman!

(Celse'nin bundan sonrası kaydedilememiştir.)

Enteresan bir Celse, değil mi?.. En azından bizce öyle!.. Hem bilgi dolu, hem de araştıracak çok şey var!

(1) "İnnâ fetahnâleke fethan mübînâ!" - "Şüphe yok ki Biz, sana apaçık bir fetih vermişizdir" demektir. Fetih Sûresi, 1. Âyet'tir. FETİH , "açma, açılma, bir ülkeyi ya da bir kenti savaşarak ele geçirme, savaşarak alma" demektir.

(3) "Künh-ül Ahbar", Gelibolulu Mustafa Âlî'nin 4 Bölümlü, 2 ciltlik Osmanlı Târihi'dir. İçinde "Zikr-i Saltanat-ı Sultan Murad Han bin Ebi'n-Nasr Mehmed Han"
(II. Murad) ve "Zikr-i Saltanat-ı Ebu'l-Feth Sultan Mehmed Han" (Fâtih) kısımları da vardır. Varlığın kastettiği II. Murad Han kısmı olmalıdır.
KÜNH, "öz, kök, içyüzü" demek olduğuna göre eserin adı "Haberlerin İçyüzü" anlamına geliyor.
KELBİYYUN, "kalenderâne yaşamayı alışkanlık hâline getiren meşhur Diyojenin de içinde bulunduğu bir fırka"dır. Bunlara Kelbiye taifesi veya Melâmiyyun da denir.
KELB, köpek demek... Varlık bu iki ifâdeyi kullanarak "ben kalenderlik yapmadım, köpeklerin çanağından yedim," diyor. Kıssası aşağıda...
BERKADEM, "ayak üzerine" demektir. BER kelimenin başına gelir, BERHUDÂR, BERKEMÂL gibi...
ŞEFAAT, "birinin suçunun affı için ALLAH'a başka birinin yalvarması" demektir. Varlığın "şefaat berkadem oldu" sözü , "bana hamlıktan kurtulmam için yardım, destek ayaküstünde, yâni çabuk geldi" anlamındadır.
SEMİA, "işitme duygusu" anlamında kullanılmış. SEMİ, "herşeyi duyan ALLAH" demektir.
LEVH-İ MAHFUZ, vermiştik, bir daha verelim "saklı levha" demektir, "geçmiş, gelecek, herşeyin yazılı olduğu levha" anlamındadır.
BÂTIL, "doğru ve haklı olmayan, çürük, temelsiz, asılsız, geçersiz" demektir.
SAHİH, "gerçek, doğru, hakiki" demektir.
HİKMET, "bilgelik. sebep, gizli sebep, özlü söz, vecize, TANRI'nın insanlarca anlaşılamayan amacı" demektir.
DERKÂR, "âşikâr, görünürde, açık, belli, mâlûm" demektir.
KÜFFÂR, "kâfirler" demektir.
EKÂLLİYET, "azınlıklar" demektir.
LEŞKER, "asker, er" demektir.
DÂR'ın pek çok mânâsı vardır. Türkçe'de DAR, "geniş olmayan, ensiz" anlamındır ama, uzatma işâretli DÂR, "yurt, ev. idâm mahkûmlarını asmak için dikilen direk. darağacı. sâhib, mâlik, tutan ( bayrakdâr)" demektir. Dâr-ı Cehennem, "Cehennem Yurdu" anlamındadır.
HAYFA, ""eyvah, yazık, heyhat" demektir.
DER DEST, "yakalama, tutma, ele geçirme" demektir.
EL GAYBULİLLAH, "gayb ancak ALLAH'a âittir" anlamında.
SEMERE, "yemiş, meyve, ürün, istenilen sonuç" demektir.
FAHR-I KÂİNAT, "Kâinat'ın iftihar vesilesi" demektir, Peygamberimiz Hz. MUHAMMED'i (s.a.v.) kastetmektedir.
LATA, "Osmanlılar'da ilmiye sınıfının giydiği bir tür üstlük elbise, dar ve kalınca tahta, dudak içinde olan beyazlık, dudaklarının içi beyaz olan kadın" demektir. Burada tabii URBA, yâni elbise anlamında kullanılmış.

(2) MOLLA AKŞEMSEDDİN, 5.1.1961 târihli Celse'ye gelmiş ancak uzun konuşmamıştı. Orada verdiğimiz bilgiyi burada tekrarlıyoruz. Derinlemesine de gireceğiz. MOLLA AKŞEMSEDDİN'in (1389-1459) asıl adı Şeyh Muhammed Şemseddin Bin Hamza'dır. 15. yüzyılın en büyük sûfilerinden biri ve çok yönlü birTürk bilim adamıdır. 1389 yılında Şam'da doğmuştur.

Daha sonra 7 yaşında babası Şerafeddin-i Hamza Şâmî ile çağımızda Samsun'a bağlı olan Kavak'a yerleşmişlerdi. Akşemsettin, küçük yaşlardan itibâren ilme ve sanata karşı ilgi duydu. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık’da müderris oldu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli'nin yanında tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekâsı ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslâmî Tıp, Astronomi, Biyoloji ve Latematik'te zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda Tıp ile ilgili Türkçe Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hâll-i Müşkilât ü Risâlet-ün Nuriyye adlı tasavvuf eseri vardır. Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat’ta geçen "Hastalıkların insanlarda teker teker peydah olduğunu zannetmek yanlıştır. Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer" cümlesi ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Târihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir ve Mikrobiyoloji'nin babası sayılmaktadır.

Akşemseddin'in asıl ünü, büyük veli Hacı Bayram ile tanışmasından sonra başlamıştı. Devamlı takvâ üzere Hak'la birlikte bulunurdu. Ondaki bu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamânın büyük velîsi Hacı Bayram Hazretleri'ne gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn, müderrislik görevini bırakarak, Ankara’ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî'yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek; “İşte şu gördüğün, dükkân dükkân gezerek para toplayan kişi Hacı Bayram'dır.” dedi. Akşemseddîn'in yüzü buruştu, kâlbi sıkıntıyla doldu. "Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkân dükkân para topluyor! Buralara kadar kendimi boşuna yormuşum," diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur Velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî Hazretleri'ne talebe olmak gâyesiyle Haleb'e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan Akşemseddîn, Haleb'e bir konak mesâfeye geldiğinde bir hana indi. Gece yattı, uyudu.

Sabah, dehşet içinde uyandı. Hâlâ gördüğü rüyânın etkisindeydi. Sabah namazını edâ edip, tekrar Ankara istikâmetine döndü. Oysa Haleb’e bir saat kalmıştı.

Onu geri döndüren rüyâsı idi. Rüyâsında boynuna takılan bir zincir Hacı Bayram'ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb'e gitmek istedikçe, Hacı Bayram zinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüyâ tâbir gerektirmeyecek kadar açıktı. Ankara’ya gelip, Hacı Bayram-ı Velî'nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarlada çalıştığını öğrendi. Hemen oraya koştu, fakat Hâcı Bayram hiç iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vakti gelince Hacı Bayram, hazırlanan yemeği talebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü. Akşemseddîn, bir onlara, bir de kendine bakarak, nefsine, “Sen buna lâyıksın!” diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı. Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevâzusuna dayanamayarak; “KÖSE, kalbimize girdin, gel yanıma!” diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu. Sonra, “Zincirle zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar!” dedi. Akşemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfan meclisine verdi. Akşemseddîn kısa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram Hazretleri'nden icâzetini, diplomasını aldı.

Akşemseddin Hazretleri, Fâtih Sultan Mehmed'in sohbet dostlarındandır. İstanbul’un mânevî fâtihi olarak da anılır. Saçının ve köse sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı ‘Akşeyh’ veya ‘Akşemseddin’ adlarıyla meşhur olmuştur. Bazı el yazmalarında soyu, Ebu Bekir’e kadar ulaşır.

Akşemseddîn Göynük’te 1459 (Hicrî 863) yılına kadar yaşadı. Bir gün küçük oğlu Hamdi Çelebi ile meşgûl olurken, “Bu küçük oğlum yetim, zelîl kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti çok Dünyâ'dan göçerdim.” deyince, hanımı, “Ah efendi! Göçerdim dersin, yine göçmezsin.” diye lâtife yaptı. Bunun üzerine şeyh hemen, “Göçeyim.” deyip, mescide girdi. Evlâdını topladı. Vasiyetnâmesini yazdı. Helâllaştı, vedâ etti. Yâsîn Sûresi okunurken sünnet üzere yatıp rûhunu teslim eyledi. Göynük'teki târihî Süleymân Paşa Câmii'nin bahçesine defnedildi. İskilip'te çocuklarından Nurulhüda'nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan tek bir çivi çakılmadan yapılan câmiyi onun yaptırdığı yazılıdır.

(4) SAKA BEKİR-İ SİMÂVÎ'yi, 550 yıl önce sıradan, askere su dağıtan biri olduğu için tabii ki bulamadık. Ama anlatılanın doğru olduğuna inanıyoruz,

(5) MAHMUD PAŞA , Fatih Sultan Mehmed Han devri Vezir-i Âzamları'ndandır. Doğum târihi bilinmemektedir. Sırp kavmine mensup asil bir âilenin çocuğudur. Küçük yaşta serhat gazileri tarafından esir alındıktan sonra, ümerâdan Mehmed Ağa tarafından satın alındı. Mehmed Ağa, iyi bir tahsil ve terbiye ile yetiştirdikten sonra, kendisini Sultan İkinci Murad Han'a takdim etti. Böylece tahsil ve terbiyesine sarayda da devam etti. Zekâsı, ilmi ve kuvvetli şahsiyeti Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından takdir edildiğinden, Ocak Ağalığı'na getirildi. İstanbul'un fethinde de vazife alan Mahmud Ağa, 1455'te İshak Paşa'nın yerine Vezir-i Âzamlığa getirildi. 1459'da Sırbistan Seferi'ne çıkan Mahmud Paşa, Resav, Kuruca, Ostcoviça ve Durnik kalelerini zaptetti. Daha sonra Fâtih'le birlikte İkinci Mora Seferi'ne çıkarak, Mistora'nın fethini gerçekleştirdi. 1460'ta yine Fâtih'in mâiyetinde Amasra, Sinop ve Trabzon seferlerine iştirak ederek büyük muvaffakiyet gösterdi. 1462'de Eflâk Seferi'nde, Midilli Fethi'nde ve Bosna Kralı'nın teslim olmasında önemli hizmetlerde bulundu. Macar Kralı Hunyadi Yanuş'un Bosna'ya hücumu üzerine, 1464'te sefere çıktı. Vezir-i âzam Mahmud Paşa'nın Bosna'ya gelmesiyle Macarlar kaçtı. Pek çok ganimet ve esirin ele geçmesini sağladı. Mahmud Paşa, 1466'da Kaptan-ı Derya vazifesiyle Gelibolu sancağına tâyin edildi. 1470'te üç yüz gemi ile Eğriboz Adası'nın fethinde bulundu. 1472'de tekrar Vezir-i Âzamlık makamına getirilen Mahmud Paşa, 1473'te Akkoyunlu Uzun Hasan ile yapılan Otlukbeli Muharebesi'nden önce, ileri harekâtta bulunmakla vazifelendirildi. Fâtih'in Otlukbeli Zaferi'nden sonra İstanbul'a dönmesiyle vezirlikten alınan Mahmud Paşa, Filibe civârında imâr ettirdiği Hasköy'e yerleşti. 1474'te vefat etti.

Varlık onun Paşa olduğunu söylemekle yetinmiş, doğrudur.

(2) ŞEYH ÜDEBÂLİ, genelde "Şeyh Edebâli" diye bilinir. Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış büyük İslâm âlimi, Osman Gâzi'nin kayınpederi ve hocasıdır. 29.9.1961 târihli Celsemize teşrif etmiştir. Orada daha geniş bilgi verdik.

(7) MOLLA FENÂRÎ Osmanlı Devleti'nin ilk Şeyhülislâm'ı ve zamanının müceddidi olan büyük İslâm âlimidir. İsmi, Muhammed bin Hamza bin Muhammed bin Muhammed er-Rûmî el-Fenârî'dir. Lâkabı Şemsüddîn'dir. 1315 senesinde Fenâr köyünde Dünyâ'ya geldi. Bu köyde doğduğu veya babasının fenercilik san'atiyle meşgûliyetinden dolayı "Fenârî" nisbetiyle meşhûr oldu.

Alâüddîn-i Esved'den, Cemâlüddîn-i Aksarâyî'den ve Mısır'da Ekmelüddîn-i Bâbertî'den ilim almış, babası Muhammed Hamza’dan ve Şeyh Hamîdüddîn-i Kayserî’den de tasavvuf ma’rifetlerini elde etmiştir. Kendisinden de; İbn-i Hacer ve Kafiyecî Muhyiddîn gibi meşhûr zâtlar icâzet alarak istifâde ettiler.

Bursa'da müderrislik ve kadılık yaptı. Sultan II. Murâd Hân'ın iltifât ve teveccühlerine kavuştu. Onu müftîlik ve kadılık mevkiinin en yüksek makamı olan Şeyhülislâmlık vazîfesine tâyin etti. Pâdişâh'ın her husûsta en hâs müşâviri oldu. Bu yüksek âlime karşı halkın gösterdiği hürmet ve saygı, fevkalâde idi. Tefsîr, Fıkıh, Usûl-i Fıkıh ve daha başka ilimlere dâir yazdığı çok kıymetli eserleri vardır. Mantık ilmine dâir olan "Îsâgûcî Şerhi"ni bir günde yazıp tamamlamıştır. 1431 senesinde Bursa’da vefât etti. Kabri, Bursa’da Keşîş Dağı eteğinde, Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyâret edilmektedir. Şehzâde Mehmet o târihte daha doğmamıştı. Kendisi 1432 doğumludur. Bu yüzden Molla Fenârî'nin Fâtih'in eğitiminde maddî bir katkısı yoktur. Mânen Öbür Âlem'den desteklediyse, onu bilemeyiz!.. Varlığın "Fâtih'in hamurundan el nimet-i memleket hâle getiren MOLLA FENÂRÎ, MOLLA GÜRÂNÎ'dir" sözünün ilk kısmını doğru bulmuyoruz. Ancak herşeyi doğru veren Varlık, bunu niye yanlış versin?.. Biz deriz ki, bunda gene bir imtihan amacı var. "Bakalım, araştıracaklar mı?" diye vermiştir... Gelelim MOLLA GÜRÂNÎ'ye...

(8) MOLLA GÜRÂNÎ, 1410 Gürân veya Hiler, Diyarbakır doğumludur. Şâfii mezhebine bağlı bir din âlimi olması dolayısiyle kendisine kürtçüler sâhip çıkar, Şehrizor Kürtleri'nden sayarlar. Bir torunu Türk demiş, diğeri de Arap olduğunu iddia etmiştir. Halbuki Horasan bölgesinde GUR TÜRKLERİ vardır, GÜRAN, "GURLAR" demektir, tıpkı TURAN kelimesinin "TÜRKLER" anlamında olması gibi... Kendisi aynı zamanda müderrris, kadı, kazasker, şehzâde hocası, Osmanlı Devleti Müftüsü ve dördüncü Şeyhülislam idi.. Tam ismi Şemsuddin Ahmed bin İsmâil bin Osman Gürânî`dir.

Molla Gürâni Osmanlı sarayı ve halkı tarafından çok sevilen ve sayılan değerli bir şahsiyetti. Fâtih Sultan Mehmed henüz şehzâde iken hocalığını yapmıştır.
1480-1488 döneminde Müftülük ve Şeyhülislamlık yapmıştır. 1488'de İstanbul'da vefat etmiştir. Cenâze namazı bizzat o târihte pâdişah olan II. Bayezid tarafından kıldırılmıştır.

(11) ULUBATLI HASAN bir muammadır. O dönemin kaynaklarında yer almamaktadır. Buna rağmen yazılmış bir hayat hikâyesi vardır. Bursa, Karacabey ilçesi, Ulubat köyünde 1428'de doğduğu öne sürülür. İstanbul'un fethi sırasında Doğu Roma (Bizans) surlarına ilk sancağı diktiği iddia edilen bir Osmanlı askeridir. Sipâhi veya Yeniçeri olduğu şeklinde rivayetler vardır.

İstanbul'un fethinde bizzat bulunan Bizanslı târihçi Francis'in orijinal eserinde Ulubatlı Hasan'ın ismi geçmiyorken, daha sonraki târihlerde Francis'in eserine geniş ilâveler yapan Melissinos'un yazdığı kitapta yer almaktadır. Melissinos, Francis'in eserine yaklaşık dört misli daha ilâve yapmıştır. Bunlardan biri de İstanbul surlarına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı (Lopadionlu) Hasan'dır. Birçok târihçi ve araştırmacı, Melissinos'un "eseri renklendirmek için bu tür hikayeler uydurduğu ve Ulubatlı Hasan'ın aslında hayâlî bir şahsiyet olduğu" kanaatindedir. Bir diğer dayanak ise, şehrin fethedilişi sırasında o kargaşada surlara bayrağı ilk diken kişinin isminin sağlıklı bir şekilde zikredilmesinin mümkün olmayacağıdır.

Gerçekliği tartışmalı olsa da Ulubatlı Hasan, İstanbul'un Türkler tarafından fethedilişinin simgesi olmuş ve Türk mitolojisinin bir parçası haline gelmiştir. Şöyle ki:

Osmanlı ordusu Fatih Sultan Mehmed kumandasında 6 Nisan 1453 Cuma günü İstanbul'u kuşattı. 29 Mayıs 1453 Salı günü sabaha karşı son saldırı yapılıyordu. Yeniçeriler arasında iri yarı Ulubatlı Hasan adlı bir asker surlara tırmanmaya başladı. Bir elinde palası, öteki eli ile kalkanını başının üstünde tutarak surların üstüne çıktı. Onunla birlikte otuz kadar yeniçeri de surlara tırmandı. Sonra yaralanarak şehit düştü.

Emekli yüzbaşı Mustafa Malkoç, yıllardır süren araştırmalarından sonra, Ulubatlı Hasan'ın mezarının, Fatih'in en eski semtlerinden olan Silivrikapı sur dışında bulunduğunu öne sürdü. Onun iddiasına göre, Ulubatlı Hasan'ın şehre girişte Fâtih Sultan Mehmet'in önüne geçmemesi için, Akşemsettin, tarafından, "Hasan'ın cesedini alın, bir sur dibine gömün. Mezarı da belli olmasın" diye emir verir. Bunun üzerine yeniçeriler Ulubatlı Hasan'ın nâşını Silivrikapı sur dışına gömerler. Burası yıllarca 'Elekli Baba' mezarı olarak bilinir. Bunun sebebi de bir rivâyete göre, Ulubatlı Hasan şehit olmadan önce Sultan Mehmet'in kendisine, "İstanbul sana değer miydi?" sorusu üzerine, "Elek elek oldum Sultan'ım, ancak yine de sancağımı bırakmadım. Peygamber Efendimiz de bizimle berâberdi" şeklinde yanıt vermesi olarak yorumlanıyor... Fâtih'in İstanbul için "değer miydi?" demiyeceği âşikâr!.. Ancak Ulubatlı Hasan'ın da delik deşik olduğu şüphe götürmez.

Varlık, "Üç soysuz Rum'un attığı oklarla şerit olduğunu söylüyorlar. Arkasından vuruldu, diyorlar, doğru mu?" sorusuna, "Eski surun sonundan bir evvelki burcunda, Edirne Kapı'nın sağında, 13 küffarla, Çesar'ın leşkerini Dâr-ı Cehennem'e gönderdikten sonra, yâ-mâsum okuyla şehit oldu," diye cevap veriyor... Bundan Ulubatlı Hasan diye biri olduğunu, yanlışlıkla kendi askerimiz tarafından vurulduğunu çıkarabiliriz.

Ulubatlı Hasan Topkapı Surları'nda mı vuruldu, Edirnekapı Surları'nda mı?.. Ne bilelim??? Varlık "Edirnekapı" diyor!

(10) KUDRET HELVASI , Kur'an-ı Kerim'de geçer. Mûsa Aleyhisselâm İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarıp Tîh Çölü'ne getirince, burada konakladı. İsrailoğulları'nın yiyecek ve içecekleri yoktu. Her türlü ihtiyaçları bakımından Mûsâ’ya bağımlı bulunmaktaydılar. Hazret-i Mûsa onlardan emirlerine harfiyen uyacaklarına dâir kesin söz aldı. Bunun üzerine asâsını taşa vurdu. Taştan oniki kabile için oniki gözlü pınar fışkırdı. Sudan kana kana içtiler. Güneşin yakıcı sıcağına karşı ince bir bulut gölge oldu. Belirli zamanlarda gökyüzünden kudret helvası ve bıldırcın eti indi. .

- "Ve hani bir vakitte Mûsa, kavmi için istiskâda bulunmuştu.
Biz de, 'Asân ile taşa vur,' demiştik. (O da vurunca) taştan oniki çeşme fışkırdı.
Her zümre kendisinin su alacağı çeşmeyi bildi.
(Biz de onlara dedik ki,) 'Allah'ın rızkından yiyiniz ve içiniz
ve Yeryüzü'nde müfsitlerden olarak haddi tecâvüz etmeyiniz. ' (dedik)"

(Bakara Sûresi, 60. Âlet)

- "Ve (güneşin sıcaklığından korunmanız için) üstünüze (ince bir) bulutu gölge yapmış,
size kudret helvasiyle yelve kuşunu indirmiş,
'Size rızk olarak verdiğimiz şeylerin iyilerinden, güzellerinden yeyin' (demiştik).
Onlar (o nankörlükleriyle) bize zûlmetmemişler, fakat kendi kendilerine zûlmetmişlerdi."

(Bakara Sûresi, 57. Âyet)

- "Ey İsrailoğulları, sizi düşmanınızdan kurtardık.
Tûr’un ( dağın) sağ tarafına gelmeniz için sizinle sözleştik.
Size kudret helvası ve bıldırcın indirdik."

(Taha Sûresi, 80. Âyet)

Yalnız burada dikkat etmemiz gereken bir husus var. KUDRET HELVASI, TANRI nimeti. ALLAH ikram ediyor... Varlığın "Tahta oktan demir mukavemeti beklemek, kudret helvasıyla karın doyurmayı beklemektir," sözü, hiç bağdaşmadı TANRI nimetiyle!.. Bir "yanlış nakil" var!.. KUDRET HELVASI değil, KAR HELVASI denilmiş olması gerek... Nasrettin Hoca'nın "Ben icât ettim ama, ben de beğenmedim" dediği pekmez karıştırılmış kardan ibâret "kar helvası" ile karın doymaz!.. Belki de Varlık, "Kudret Helvası'nı nereden bulacak ta, karnınızı doyuracaksınız?" demek istemiştir. O zaman doğru olur.

(9) HÜMÂ HÂTUN Fâtih Sultan Mehmed'in öz annesidir. Hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Mezarı Bursa'dadır ve Hüma Hatun veya Hatuniye Kümbedi olarak bilinmektedir. Bu türbenin 1449 târihli kitâbesinde isim belirtilmez ama, yapının II. Mehmed (Fâtih) tarafından annesi için yaptırıldığı yazılıdır.

Bursa'daki bir mahkeme kaydında ise Fâtih'in annesinin ismi Hüma Hâtun olarak geçmektedir. Kadının babasının ismi bilinmemektedir. Yalnızca bir vakfiyede Hâtun binti Abdullah, "Abdullah kızı" olarak geçer. Bu ibâre, onun mühtedi (İslâmiyet'i sonradan kabul eden) olduğuna delil olabilir. Zirâ, o dönemde mühtediler asıl babalarına değil, "bin Abdullah" veya "binti Abdullah" şeklinde, jenerik isim olarak Abdullah'a (Allah'ın kulu) isnad edilirdi.

Bu vakfiyede Hümâ adı kullanılmamasına rağmen, Fâtih'in annesine hamledilmiş, böylece Fâtih'e haketmediği halde hıristiyanlık bulaştırılmak istenmiştir. Târihçi Babinger ve yazar Lord Kinross’a göre de Fâtih'in annesi gayrimüslim bir köledir. Yine Babinger'e göre, "ölümünden sonra" Türk-Acem efsânelerindeki Cennetkuşu Hümâ'dan esinlenilerek Hüma Hatun olarak adlandırılmıştır. Hiç ölümünden sonra kendisine isim verilen bir başkası var mı ki, Babinger Efendi böyle bir iddia da bulunur?..

Mesele, II. Murad'ın siyâsî amaçla yaptığı ikinci evliliğin bir Sırp prensesi ile olmasıdır... Bu kadın Hıristiyanlık'tan vazgeçmemiş, ve sırf onun için Edirne'de bir şapel yapılmıştır, dua edebilsin diye... II. Murad vefat edince de hiç unutmadığı memleketine dönmek istemiş, Fâtih Sultan Mehmed de büyük bir saygı gösterdiği, hattâ "ana" dediği üvey annesi Mara Brankovic'i hiç itirâzsız göndermiştir. İşte bu "ana" deyiş, "Fatih'in anası gayrımüslim" iddiasına yol açmıştır!..

Olsa ne olur?.. Fâtih kadar TÜRK ve MÜSLÜMAN biri az bulunur!.. Anası aslen Hıristiyan câriye olan pâdişahların hiçbiri TÜRKLÜK'ten ve İSLÂM'dan vazgeçmemişlerdir ki!..

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    -
    BİR TEBLİĞ
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR