ÂHIRETTEN SİMÂLAR -38
Bu sefer bir Geri Varlık ile bir eski Büyükelçi Diplomatımız'la karşılaşacaksınız.
Varlık : Makbule Demirci
Medyum - ..... MAKBÛLE DEMİRCİ....
Tarih : 10.10.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali
İdâreci- Daha yüksek sesle.
M- Makbûle Demirci.
İ- Hangi senede yaşamış? Nerede yaşamış?
M- .... Çerkeş'te doğmuş... 1304'de... İstanbul'da 1935'de ölmüş... Mâsum karı...
Muhabbet tellallığı yaparak para kazanıyormuş...
İ- Anlaşılmıyor... Daha rahat konuşunuz.
M- Muhabbet tellallığı yaparak para kazanıyormuş... MAHBES-İ İLÂHÎ'de MAHŞER'den
sonra da kalmaya mahkûmmuş... Mağfiret istiyor.... Mağfiret!..
İ- ALLAH taksirâtını affetsin.
M- ... Boğazına kadar simsiyah, katran gibi bir çamurun içinde görünüyor...
Varlık- ... Mağfiret!...
İ- Sür'atle yükselmeye devam ediniz.
M- ... Korkunç!... Korkunç!... Buranın da Katlar'ı var...
İ- Lûtfen gördüklerinizi ve hissettiklerinizi bize söyleyiniz.
M- ... Her taraf abanoz siyahlığında... mâden kömürü gibi... Yalnız yolumun üzerinde ve
tepede bir ışık var... Sanki bir mahrutun içindeyim gibi... Mahrutun kaidesi geniş... Gittikçe
daralıyor... En tepede, zirvede ışık... Benim yolum orada... Oraya gidiyorum...
İ- Evet, efendim.
M- ... Uçak şeklinde, yarasaya benziyen, gözleri ateş gibi parlıyan, kuş gibi birşeyler
dolaşıyor... Ben geçerken uçmaları kesiliyor...
İ- Yükselmeye devam ediniz.
Medyum, Karanlık Tabaka'da katrana batmış MAKBÛLE DEMİRCİ ile karşılaşıyor... Bir muhabbet tellalı... Âmiyâne tâbirle pezevenk kadın... Başka zavallı, mâsum kadınları satarak, onların sırtından geçinen birisi imiş..... 1888'de doğmuş, 47 yaşında ölmüş... Söylediğine göre çok uzun bir cezâya çarptırılmış... Buna rağmen Medyum'da bir sempati, bir acıma duygusu uyandırmıyor. Halbuki Medyum, genelev kadını KARACABEYLİ FATMA'yı görünce duygulanmış, onu da alıp çıkarmak istemişti... Hep söyleriz, hiçbir kadın fâhişe olmak istemez. Onları bu yola düşürenler, bu yolda zorla tutanlar, bizce onlardan daha günahkârdırlar... Yine de doğrusunu ALLAH bilir.
Devam edelim:
Varlık : Mim Münir Ertegün
Medyum- ... Kalabalık .... İNTİZAR MEVKİİ altımda kaldı...
... Önümde hiçbir şey yok... Bir uğultu başladı... Korkunç bir uğultu değil... Tekbir sesi desem... değil... İlâhî desem...
değil... ... Uğultu gittikçe artıyor... Haşmetli bir uğultu... Bir... pembe tüllere bürünmüş bir
kalabalık çok uzaklardan göründü... .... Yaklaştılar... Çok yaklaştılar... Sağ ve soldan genişliği yolun genişliği kadar, ama
derinliğine ... Uğultu kesildi... En orta yerden birisi ağır ağır, kayar gibi bana yaklaşıyor... Bunun
sakalı uzun değil...
Tarih : 10.10.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali
İdâreci- Lûtfen daha yüksek sesle... Muktedirsiniz.
M- ... MAKSUT MENZİLİ... Oturdum.... Diz çökerek oturdum... Etrâfımı gâyet açık
görebiliyorum...
Işık!:. Işık!... Işık!... Gz kamaştırmıyor... Aydınlık!... Sağımda berrak...
berrak bir su...
Göl değil... Irmak değil... Berrak bir su... Büyük, berrak bir su... Sağ tarafım
hem kiraz ağaçlarına benziyen,
çiçekleri olan ağaçlarla çevrili... Suyun üzerine sarkmışlar...
Solum zambaklarla dolu... Zambakların rengi pembe...
Gözümün alabildiğine pembe
zambaklar görüyorum... Bir ıssızlık var ama, kendimi yalnız hissetmiyorum...
Nefis koku etrâfımda... Nefis!...
İ- Derin derin nefes alın. Bu kokuyu unutmıyacaksınız.
M- ... Yalnız sağıma soluma başımı çevirebiliyorum... Arkama çeviremiyorum... Arkamı
göremiyorum...
Elimi, ayaklarımı görüyorum... Pembe bir minderin üstünde oturuyorum...
Önüm göz alabildiğine
pembe renkli çayır veya otlardan kaplı sanki bir halı ile döşenmiş...
Nefis bir pembe!...Çiçek değil..
Alelâde ot değil... Halı gibi sık, ama nebat... rengi pembe!...
Gözümün alabildiğine bir boşluk... Ufuk da yok... Ufuk
da yok... Gök de yok... Her taraf aydınlık...
Kımıldamak istiyorum, kımıldıyamıyorum...Yalnız
başımı sağa sola çevirebiliyorum...
Bir uğultu... Tatlı bir uğultu... Hiç kimse yok... Ama sanki otlardan, pembe renkli
solumdaki zambaklardan
o uğultu çıkıyor... Rüzgâr da yok... Hiçbir şey kımıldamıyor...
Sağımdaki su parçası sanki bir tablo...
Hiçbir kımıldayış yok...
Pembe tüllere bürünmüş bir kalabalık çok uzaklardan
göründü... Yavaş yavaş.... yürümüyorlar,
sanki altlarında müteharrik bir nesne var... Kayıyorlar
gibi... Hepsi de uzun boylu, heybetli kimseler... Yaklaşıyorlar...
Uğultu gittikçe çoğalıyor...
binlerce baş görüyorum... Gâyet muntazam sıralar hâlinde dizilmişler... Üzerleri
pembe renkli tülle kaplı...
Saçları ve sakalları bembeyaz... Kar renginde bembeyaz...
Çok tatlı bir yüzü var... Başka birşey görmüyorum... Elleri, ayakları pembe
tülün içine sarılmış gibi...
Yalnız başı...ve pembe tüle sarınmış vücudunu görüyorum...
... Uğultu kesildi... Tatlı gülümseyişi var... MİM MÜNİR ERTEGÜN ... MİM MÜNİR
ERTEGÜN... (1)
İ- Ben ve arkadaşlarım dua ettik. TANRI kabul etsin.
Varlık- Berhudâr olsunlar! Duacıları çok olsun!
İ- Nur içinde yatsınlar, efendim... Evvelâ Muhterem'in emirleri, arzuları, âile efrâdına
birşeyleri var mı, efendim?
V- Hâşâ!... Hiçbir istirhâmım yok.
İ- Hâlihazırda âile efrâdınızdan hayatta kimse var mı, efendim?
V- İki yeğenim ve yeğenimin çocukları.
İ- Nerede oturuyorlar, efendim? Ankara'da mı, İstanbul'da mı?
V- Yeğenim NEDİM ERTEGÜN... İstanbul'da, CAĞALOĞLU'nda, Defterdarlık Şubesi
Müdürü. ..
Kızı İCLÂL DEMİRBAĞ Stockholm'de ... Kocası yanında...
İ- Bunlara birşey söylemek istiyor mu Muhterem?
V- Mutluluklarının devâmı için tazarruda bulunuyorum. Yalnız onlar için değil, kendilerine
bahtiyarlık ihsân-ı ilâhî olanların gazâba uğramamaları için tazarruda bulunuyorum.
İ- Kendilerine bunu bildirelim, efendim. Bizler için birşey söylemek ister misiniz?
V- Aynı temenniyi niyâz ederim.
İ- Nur içinde yatasınız. Muhterem Üstâdım, acaba kendi hayâtınıza âit enteresan vak'aları
bize anlatır mısınız?
V- Bir tek husûsiyetim vardı. Kendimi anladığımda son nefesime kadar nâçiz bedenimi
(zirâ beden bana âitti, Ruhum değildi) milletimin teâlisi için vakfiye hâline getirdim.
İ- Yalnız Medyumumuz'dan rica ediyorum, daha rahat olarak nakletsinler.
V- Emeline ulaşmış bahtiyar kişi olarak Fenâ'dan Bekaa'ya intikâl ettim.
İ- Hangi vazifelerde bulundunuz? Son vazifeniz neydi?
V- Washington Sefir-i Kebiri idim. Orada vefat ettim.
İ- Hangi senede, efendim?
1943'de...
İ- 1943'de?
V- 11 Nisan 1943'de... O zamanlar Washigton'da duayendim. Nâşım için Missouri
Zırhlısı'nı tahsis ettiler. (2)
İ- Efendim, Hüsâmettin Bey diyorlar ki, "Acaba Medyumumuz bize târihi yanlış mı
naklettiler?
Çünkü 1945 senesi olarak biliyorum. Ben de çünkü karşılamaya gittim."
V- 11 Nisan 1943 ... 19 Nisan 1945'de İstanbul'a vâsıl oldum....
İ- Efendim, arkadaşımız hâlâ ısrar ediyor. Diyor ki, "1945'de harp bitti. Missouri o zaman
Japonya'da mütârekeyi imzaladı, " diyor.
V- 11 Nisan 1943... (1)
İ- Acaba 1943 senesinde hemen nâşınız Türkiye'ye getirildi mi, efendim?
V- Hayır...
İ- Ne zaman nakledildi, efendim?
V- 19 Nisan 1945... (1)
İ- Vatana getirildi, öyle mi, efendim?
V- .....
İ- O zaman mı getirildi?
V- Evet...
İ- Şimdi kabriniz nerdedir, efendim?
V- İstanbul'da, Zincirlikuyu Kabristanı'nda, 63. Parsel. (1)
İ- Muhterem Üstâdım, arkadaşlarımızın umûmî ricâsı şu: Hayattayken siyâsî faaliyetlerde
bulunduğunuz için,
memleketimizin bugünkü siyâsî durumu hakkında bize mâlûmat verebilir misiniz?
V- Maalesef Asya-yı Suğra'nın ma'kus kaderi henüz neticelenmiyecek!.. Siz ma'şerî
husûsiyet olarak,
alaca düşürmüş üzüm salkımını, olmasını beklemeden yemek istiyorsunuz.
Asırlar boyunca târihî ve içtimâî bu hatâ tekrarlanmış... Yine ders almadan, tekrarlamakta
devam ediyoruz...
TANRI encâmımızı hayırlara tebdil etsin!
İ- Bugünkü Amerika'nın durumunu nasıl buluyorsunuz?
V- Amerika'nın durumu, İhtilâl-ı Kebir'deki
Marie Antionette'in pasta hikâyesine
benzemektedir.
Hatâlı hareketleri önleyecek zecrî harekete geçmezse, ecdâdımızın
çok mânidâr sözü
medlûlü tahakkuk edecek, atı alan Üsküdar'ı geçmiş olacaktır.
Bunun tohumları
Roosevelt zamanında
atıldı. Ufak tefek değişikliklerle aynı hatâ devam etmektedir.
İ- Kennedy
bu açığı kapatabilecek bir durumda mıdır, efendim?
V- TANRI hidâyetini esirgemesin! Peşine yetişin!
İ- Muhterem Ustâdım, Berlin Buhranı iyi bir şekilde halledilecek mi?
V-
Berlin Buhranı , elfâz-ı siyâsîde çok sık kullanılan horoz döğüşüdür. Bunlar cüz hâlinde
muhtelif buhranlar birbirine kozal olarak bağlanmazsa, Dünya siyâsetini tebdil ve tahyirde
mühim rol oynayamazlar. Sâdece kuvvet derecesi bakımından mühimdir. Taraflar esas niyet
ve kudretlerini perde arkasında gizliyerek faaliyette bulunmaktadırlar. Demokratik cephenin
bu noktada da aldığı tedbirler hatâdır.
İ- Birleşmiş Milletler
istenilen vasfını kazanabilecek mi? Ve dünya tek bir millet hâlinde
idâre altına girebilecek mi?
V- Muhâl!.. İCTİMÂİYAT İLMİNİN BİZE SON OLARAK GÖSTERDİĞİ BİR TEK
TOPLULUK VARDIR.
O DA MİLLET TOPLULUĞU!.. Eğer beşeriyetten hâfıza ve idrak
kaldırılır,
veya başka dünyâlardan Dünyâmıza bir tehlike melhuz olursa, o zaman bir TEK
DÜNYA DEVLETİ
bahis mevzuu olur. Aksi hâlde bu sâdece diplomatlara geçim vâsıtası
bulunması için kurulmuş
teşekkül olur.
İ- Muhterem Üstâdım, Sabri Bey diyorlar ki, "Başka dünyâlardan bahsettiler.
Acaba bu
Dünyâ'dan başka dünyâlarda da hayat var mıdır? Varsa, hangilerinde vardır?"
V- Mükevvenât'ın en güzel izahını, âit olduğu Tabakalar'a çıktığınız zaman yaptırınız.
Kudret ve selâhiyetimin hâricindedir.
İ- Efendim, Bedri Bey diyorlar ki, "Acaba yakın târihte yapılacak olan seçimler
memleketimiz için
hayırlı olabilecek mi?"
V- Büyük Üstât Descartes, "Cogito ergo sum" dedi... Büyük Üstât Descartes.
"Cogito ergo sum" dedi.
"Düşünüyorum, o hâlde varım," demektir. Eğer millet mukadderâtına
el koyanlar
kendi saadetlerini, kendi tenâsül ve tegaddilerini millet saadetinden üstün tutarsa,
elbette eyvah!...
Bütün bunların üstünde "Mukadderat değişmez!" hadisini unutmayınız.
İ- Üstâdım, umûmî konuşmalarınızdan istifâde ettik. Yalnız seçimler hakikaten
memleketimiz için
fâideli olacak mı, netice olarak?
V- Descartes ,
"Cogito ergo sum (Düşünüyorum, o hâlde varım)" dedi.
İ- ??? Başka sual var mı, efendim? "ATATÜRK'ün Ruhu memleketin bugünkü durumuyla
yakından nigâhbân mıdır?" diye soruyorlar.
V- Bir asker kumandanından emir almadıktan sonra nasıl ki ateş edemez ise, bizler de
En Büyük kumandan,
GERÇEK SÂHİP'ten emir almadıktan sonra en ufak bir yer değiştirmesi
dahi yapamayız.
İ- ??? Evet, efendim.
V- Eğer nazarla alâkaları üzerine olsaydı, o zaman kendilerinin ya KUTB-ÛL AKTAB
veyâ PEYGAMBERÂN-I İZ'AM'dan olmaları lâzımdı. Ancak müsaadesiz hareket bunlara
vergidir.
İ- Efendim, arkadaşlarımızın ricâsı şu: Son siyâsî olaylar, mahkemeler neticesinde
ÜÇLER'den biriyle
karşılaştınız mı, efendim? (3)
V- TANRI yarlıgamasından esirgemesin! Mağfiret!
İ- Sabri Bey diyorlar ki, "Muhterem Üstâdım acaba kendi dost ve akrabalarıyla orada
buluşmak
imkânını elde ettiler mi?"
V- Ne zaman bir mektup gönderdiler de, yazdığı adresten başka bir yere gitti?
İ- Hüsâmettin Bey diyorlar ki, "Acaba hayatta çocukları var mı?"
V- Tescil niyetindeyseler, boşuna yorulmasınlar. Tescil edildi. Siz benden "Kendilerine
birşey söyliyeceğiniz kimseler var mı/" dediniz. Ben de onun için öyle söyledim.
İ- Arkadaşımız diyorlar ki, "ben hayatta bir kızının olduğunu biliyorum. Yanlış mı acaba?"
V- Kendileri ilm-i istatistikiyet ile mi, yoksa nüfus-u ahvâl kayıtlarıyla mı iştigâl
ediyorlar?
İ- "Ben bunu işittim," diyorlar.
V- İki yeğenimden bahsettim... bir beyaz kâğıda kurşun kalemle bir yazı yazar, sonra
onun silinmesi
gerektiğini idrak eder, silgi ile silersiniz.
Artık bir daha oradaki evvel yazıyı okumak istemezsiniz.
Ben sülbümden kendilerini sildim! Ve teessüflerim bu izâhatla birliktedir. Beni bu izâhâta
mecbur ettiniz!
İ- ..... Muhterem Üstâdım, arkadaşların şahsî sualleri var. Müsaade eder misiniz?
V- Suali sorunuz ve insâfı elden bırakmayız.
İ- Arkadaşlar sualleri zihni olarak mı sorsunlar, yoksa şifâhî olarak mı?
M- ... "Nasıl arzu ederlerse, öylece sorsunlar," diyor.
İ- Peki, efendim. Türkân Hanım diyorlar ki, "Benim hakkımda söyliyecekleri birşey
var mı?"
V- .... Evvel kalemde yazılmış olanların tebdili imkânsızdır. Mâhiyetini bilmediğiniz
şeyler hakkında
peşin hükümler bâzen bizleri zarara götürür. Dört hâne öteden ibret!..
Dört hâne öteden ibret!.. Evet... Evet...
Müsterih olsun!.. Şu anda düşündüğü hakkında
müsterih olsun. Ama sabrı da kendilerini yardımcı edinsin!
İ- Sabiha Hanım soruyorlar.
V- .... Sonuncusu mu evvel?... Evvel mi sonuncu?
İ- Hangisi?... Öyleyse başkaları birşey düşünmesin!
V- .... Bir saça beyaz düştüğü zaman, kabahat havâ-yı nesimde değildir. Beyazdan
kaçınmak
siyâha boyanmaya yol açar!
İ- Sabri Bey zihnen soruyorlar.
V- .... Kış gününde ayak üşüdüğü zaman karla oğarlar... Sıcak suyla yıkanırsa, ayak
daha çok üşür...
İ- Hatice Çankaya soruyorlar.
V- ... Maya hazırlanmadan hamur yoğrulmaz!
İ- Nâdire Hanım soruyorlar.
V- ... Hem iğne oyasıyla oya yapmak, hem de o oyayı tabii çiçekmiş gibi tanıtmak,
sâdece kendinizi aldatmak olur
İ- Üstâdım, Hüsâmettin Bey diyorlar ki, "Ben de sual sormak istiyordum. Fakat Muhterem
Üstâdımız
bana kızdıkları için cesâret edemiyorum. Eğer beni affettilerse, sorayım."
V- Kendi anneleri hiç kendilerine tatlı pişirdiği zaman, üzerine limon sıktılar mı?
İ- Sorsunlar mı, efendim?
V- Rica etmiştim: Zamânı israf etmeyiniz!
İ- Peki. Hüsâmettin Bey soruyorlar.
V- ... ŞAFAK SÖKERKEN MEVCUT KARANLIK, GECENİN DEĞİL; SABAHIN
BAŞLANGICINA ALÂMETTİR.
İ- Nebahat Hanım soruyorlar.
V- .... Kumaşın muhâfaza kaabiliyeti, kalınlığıyla mebsûten mütenâsiptir.
İ- Efendim, Nebahat Hanım ikinci bir sual daha rica ediyorlar.
V- ... HİÇBİR YARIM İŞ, BÜTÜNÜN ANASI OLMAMIŞTIR!.. Evvelâ birincisini
tamamlasın,
ondan sonra ikincisi hakkında hakkını kullanmaya başlasın.
İ- Üstâdım, bu söylediğiniz ikinci sualle mi alâkalı?
V- İkinci sualin cevâbıdır.
İ- Şefkat Erkey Hanım soruyorlar.
V- ... Dam akmasından şikâyet eden, evvelâ çatısını aktarır.
Son kısmı olmasa da, enteresan bir Celse, değil mi?... Bizim en beğendiğimiz Celseler'dendir. Çünkü bir sual hâriç, bütün sualler Varlığın şahsiyetine, mesleğine, müktesebâtına uygun sorulmuştur. O bir tek soruya da, başka dünyâlar hakkında olduğu için, Varlık "Benim kudret ve selâhiyetim hâricindedir" diyerek çok yerinde bir cevap vermiştir.
Önce yine az kullanılan kelimeleri verelim... Bâzılarını daha önceden vermiş olduğumuz
için "yazmıyalım" diyorum ama, bilirim, çoğu okur tembeldir, şimdi geri dönüp onları aramaz...
Biz yine yazalım...
MÜTEHARRİK , "hareketli, yer değiştirebilen, oynar, devingen,
İşleyen, çalışan " demektir.
MAHRUT , "koni" anlamında geometrik tâbirdir.
MAHBES , "hapishâne, cezâevi" demektir.
NEBAT , "bitki" demektir.
EFRÂD , "fertler, bireyler, askerler" demektir.
TAZARRU , "yakarma" demektir.
BERHUDÂR , "mutlu. mükâfata ulaşan, mutluluğu yakalayan kimse, selâmette olan,
nasibli" demektir.
SEFİR-İ KEBİR, "büyükelçi" demektir.
ASYA-YI SUĞRA , Küçük Asya" demektir. Anadolu'yu, Türkiye'yi kastetmiş.
NÂÇİZ , "değersiz, önemsiz" demektir.
TEÂLİ , "yücelme, yükselme, ululanma" demektir.
İNTİKÂL , "bir yerden başka bir yere geçme, geçiş, anlama, kavrama" demektir. Celse'de
"geçme" mânâsına kullanılmış.
DUAYEN , "kordiplomatikte kıdemlilik bakımından başta gelen diplomat, bir meslekte
yaşça ve kıdemce ileri olan kimse" demektir.
MA'KUS , "uğursuz, kötü, ters çevrilmiş, baş aşağı getirilmiş, aksetmiş" demektir.
MA'ŞERÎ , "insan topluluğuna âit, topluma âit, cemaata âît" demektir.
ENCÂM , "son, işin sonu, gelecek" demektir.
TEBDİL , "değiştirme" demektir. "TANRI encâmımızı
hayırlara tebdil etsin!" ifâdesi, ""ALLAH sonumuz kötü ise hayırlara dönüştürsün" duasıdır.
İHTİLÂL-I KEBİR ,
"Büyük İhtilâl" demektir, 1789 Fransız İhtilâli kastedilmiş.
ZECRÎ , "zorlayıcı, zorlayan, yasaklayan" demektir.
MEDLÛL , "anlam, içerik" demektir.
ELFAZ , "Sözler, kelimeler" demektir.
TAHAKKUK , "gerçekleşme, yerine gelme" demektir.
TAĞYİR , "başkalaştırma, bozma, değiştirme" demektir.
MUHÂL , "olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi imkânsız" demektir.
İÇTİMÂİYAT , "Sosyoloji, toplum bilimi" demektir.
NİGÂHBAN , "bekçi, gözcü, gözleyen" demektir.
TESCİL , "herhangi bir şeyi resmî olarak kaydetme, kütüğe geçirme,
bir taşınmazın üzerinde, bir aynî hakkın kurulması için, tapu kütüğüne yapılması gerekli kayıt"
demektir.
TENÂSÜL , "üreme" demektir.
TEGADDİ , "beslenme" demektir. Varlık , "millet mukadderâtına
el koyanlar kendi saadetlerini, kendi tenâsül ve tegaddilerini millet saadetinden üstün tutarsa,
elbette eyvah" ifâdesiyle "eğer milletin kaderine el koyanlar kendi mutluluklarını, kendi akrabalarını,
cinsî arzularını, yeyip, içmelerini milletin mutluluğundan üstün tutarlarsa, yandınız" demek istemiş!..
Yanmışız ki, ne yanmışız!..
SÜLB , 'döl, sülâle, nesil, zürriyet" demektir.
AHVÂL , "durum, vaziyet" demektir. Celse'de "Şimdinin nüfus memuru musun?"
anlamında kullanılmış.
(1)
MEHMET MÜNİR ERTEGÜN 1883 doğumludur. Osmanlı Devleti ve Türkiye
Cumhuriyeti dönemlerinde görev yapmış diplomat ve devlet adamıdır.
Babası Evkaf Nâzırları'ndan Mehmet Cemil Bey, annesi ise İstanbul Sultantepe'deki
Özbekler Tekkesi Şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin kızı Ayşe Hamide Hanım'dır.
Mehmet Münir 1908 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, Hâriciye Nezâreti'nde
memur olarak görev aldı. Sonrasında ise Bâbıâli Hukuk Müşâvirliği'na atandı. I. Dünya
Savaşı sırasında İttifak Devletleri ile Rusya arasında yapılan
Brest Litovsk Antlaşması'na
katılan Osmanlı delegasyonunda yer aldı.
Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemâl Paşa'yla görüşmek üzere İstanbul Hükûmeti'nce
gönderilen Ahmed İzzet Paşa heyetinde görevlendirilerek Ankara'ya gitti, orada kalarak
Millî Mücâdele'ye katıldı. Dışişleri Bakanlığı Baş Hukuk Müşâvirliği'ne atandı. Lozan
Antlaşması'na katılan Türk delegasyonunda Hukuk Müşâviri olarak bulundu.
Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemâl Atatürk tarafından Cemiyet-i Akvam'a
Türk gözlemci ve aynı zamanda Bern Ortaelçisi olarak İsviçre'ye gönderildi. Ardından Pâris
ve Londra'da Büyükelçilik görevlerinde bulundu. 1934 yılında Washington, D.C. Büyükelçiliği
görevine atandı ve
11 Kasım 1944 günü kalp krizinden dolayı hayâtını kaybedene kadar bu göreve devam etti.
ABD'de görev yaptığı sırada Başkan Franklin D. Roosevelt ile yakın dost oldu. Türkiye ile
ABD arasında kuvvetli ilişkiler kurulmasını sağlayan, sevilen ve etkin bir büyükelçi oldu. Ancak
TÜRKİYE'ye kanca atmak isteyen A.B.D. tarafından kemikleri, 1946 yılında ünlü Missouri
Zırhlısı ile Türkiye'ye getirildi. Eğer bu davranış, kendisine verilen değerin bir yansıması olmuş
olsaydı, vefâtının hemen ardından, savaşa rağmen 1944 yılında getirilir, gemide TÜRKİYE'ye
çöreklenen Amerikan askerleri olmazdı!.. Kemikleri İstanbul Üsküdar'da Özbekler
Tekkesi'ndeki, dedesi İbrahim Edhem Efendi'nin de bulunduğu kabristana defnedildi.
MİM MÜNİR ERTEGÜN, Şirket-i Hayriye idârecilerinden Rüstem Bey'in kızı, Darül
Muallimat'tan (Kadın öğretmen Okulu) mezun Hayrünnisa Hanım ile evlenmiş, bu evlilikten
Nesuhi, Ahmet ve Selma adında üç çocuğuı olmuştur. Oğulları Ahmet Ertegün (1923–2006) ve Nesuhi Ertegün
(1917-1989) dünyânın en büyük plak şirketlerinden olan Atlantic Records'un kurucularıdır.
Kızkardeşleri
Selma Göksel ise evlidir.
Varlığın Siyâset ve Diplomasi üzerine verdiği Tebliğler bizce çok değerli ve şahsiyetine
uygun... Ancak kendisi ile alâkalı bilgilerin çoğu yanlış... Birincisi ölüm târihi... Yeri doğru,
târih yanlış, "11 Nisan 1943" diyor, halbuki 11 Kasım 1944'de vefât etmiş... Kemiklerinin
getiriliş târihini "19 Nisan 1945" diye veriyor, halbuki Avra'da bulunan ve cenâze merâsimine
katılmış olan bir zâtın hatırladığı gibi 5 Nisan 1946 günü getirilmiş... Yalnız dikkatinizi çekeriz,
sanki yanlışlardaki rakamlar kasıtlı seçilmiş gibi... "11 Nisan"
diyor, "11 Kasım" doğru... "11" rakamı aynı... "19 Nisan" diyor,
"5 Nisan" doğru... "Nisan" ayı aynı... Her iki yanlışta da
bir yıl fark var... "43'te öldüm" diyor, "44"de ölmüş...
"45'de getirdiler" diyor, "46"da getirmişler...
Sanki yanlışlar kasıtlı yapılmış, biz araştıralım, diye!.. Bir yanlış daha var, kabirin yerini
"İstanbul'da, Zincirlikuyu Kabristanı'nda, 63. Parsel" diye
veriyor. Halbuki
Özbekler Tekkesi'nde
medfun... Şimdi meraklandım, acaba "Zincirlikuyu Kabristanı'nda,
63. Parsel"de önemli kimler yatıyor?...
Daha önce de defaatle söyledik... Üstün Varlıklar bizim tembel tembel oturup Ruh
Çağırmamızı istemezler. Onlar bu faaliyetin bir bilgi, araştırma, çalışma olmasını arzu ederler.
O yüzden de sık sık böyle yanlış, ama zararsız bilgiler verirler. İstisnâsız her türlü İspirtizma
çalışmasında buna rastladık. Ve araştırıp doğrusunu buldukça, bilgimiz, irfanımız arttı... Bunu
bir aldatma, Obsesyon kabûl etmiyoruz. Şu yukarda konuşmasını naklettiğimiz Varlık'tan ne
zarar gelir ki?.. Bizden ne istemiş ki?.. Avra'da, Medyum dâhil, kimi rahatsız etmiş ki?..
Demek ki, yanlışlar başka bir maksada mâtuf!..
Varlık, İki yeğeninden bahsetmiş.... Biri NEDİM ERTEGÜN ... İstanbul'da,
CAĞALOĞLU'nda, Defterdarlık Şubesi Müdürü imiş... O târihte
araştırıldı mı, bilmiyorum.
Ancak İstanbul Defterdarlığı hâlen "Alemdar Mahallesi, Ankara Caddesi Hükûmet Konağı
Sokak. No.11 ... 34110 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL" adresinde... Adres doğru... Belki
geçmiş müdürleri araştıran biri çıkar... İCLÂL DEMİRBAĞ'ı aradık, ama İnternet'te genç İclâller
var. Bizim aradığımız o târihte Stockholm'de olduğu için İnternet'e düşmemiş... Bilen varsa,
yazsın, öğrenelim.
Avra'da Bulunanlar'dan bir zâtın M. Münir Ertegün'ün bir kızı olduğunu dile getirmesi ve
ısrar etmesi üzerine, Varlığın Celse'de "İki yeğenimden bahsettim... Bir beyaz
kâğıda kurşun kalemle bir yazı yazar, sonra onun silinmesi gerektiğini idrak eder, silgi ile
silersiniz. Artık bir daha oradaki evvel yazıyı okumak istemezsiniz.
Ben sülbümden kendilerini sildim! Ve teessüflerim bu izâhatla birliktedir. Beni bu izâhâta
mecbur ettiniz!" demesinden üç çocuğunu da defterden sildiğini anlıyoruz. Onlar yerine
kardeşinin çocuklarından bahsediyor!.. Baba M. Münir Ertegün öldüğünde Nesuhi 27, Ahmet 21,
Selma genç bir kız idi. Onları defterden silmesinin ne gibi bir sebebi olabilir, bilemiyoruz.
(2)
MISSOURI ZIRHLISI 'nın tam adı "USS Missouri (BB-63)"dür. "Mighty Mo" veya "Big Mo"
diye de bilinir... ABD Deniz Kuvvetleri'ne bağlı Iowa sınıfı zırhlı. ABD Deniz Kuvvetleri'nde
Missouri eyâletinin onuruna isimlendirilmiş dördüncü gemidir.
MISSOURI ZIRHLISI,
güvertesinde Japon İmparatorluğu'na diz çöktürüp kayıtsız şartsız teslimiyet belgesinin
imzalanması ile II. Dünya Savaşı'nın sona ermesini temsil ettiği için meşhur olmuştur.
Emperyalist, kapitalist, zâlim Amerikalılar'ın Mim Münir Ertegün'ün mubârek nâşını âlet edip,
TÜRKİYE'ye bu savaş gemisi ve askerler ile gelmeleri, hem gözdağı vermek için, hem de bizi de
mağlup saydıkları içindir. Bir daha da gitmemişlerdir.
Sovyet Rusya’nın yeniden boğazlara göz dikmesi ve Stalin’in Kars ve Ardahan’ı istemesi
gibi nedenler ve iddialar sonrasında, hızla ABD eksenine kaymaya başlayan mandacı, korkak İsmet
İnönü'nün, Rusya’ya, "ABD desteğini arkasına aldığını göstererek gözdağı vermek istediği" öne
sürülürse de, A.B.D,'nin bu fırsatı iyi değerlendirdiği ve Türkiye'ye ilk bu gemi ziyâreti ile
çöreklendiği ortadadır.
Neye yarayacaksa, Amerikan denizcilerinin İstanbul'da iyi şeyler görmesi isteniyordu. Şu yavşaklığa
bakın:
Missouri, I. Dünya Savaşı’ndan kalma Yavuz, Sultanhisar ve Demirhisar gemilerince
Çanakkale’de karşılandı.
Missouri, Kızkulesi önünde “Welcome” pankartıyla selâmlandı.
Missouri’nin gelişinin anısına PTT, “Missouri” adlı 3 pulluk bir seri yayınladı.
Missouri’nin şerefine TEKEL de 50 sigaralık özel bir sigara paketi üretti.
Missouri’nin gelişi anısına, Hereke Halı Fabrikası'nda 18 küçük halı üretildi.
Missouri’nin gelişi öncesinde Karaköy-Beşiktaş sâhili arasındaki evler ve
Beyoğlu’ndaki bâzı binâlar boyatıldı.
Jest olsun diye Taksim’e büyük bir Missouri resmi kondu.
Genelevlerin bulunduğu Abanoz Sokağı da içten ve dıştan badana edildi.
Joniler hastalık kapmasın diye hayat kadınları muayeneden geçirildi.
Missouri mürettebatının hoşuna gitmesi için
gece kulüpleri ve barların önüne “Welcome “ ve “Burada İngilizce konuşulur” yazılı tabelalar
konuldu.
Missouri hakkında şiirler yazıldı.
Ankara’nın en iyi lokantalarından biri adını Washington Restoran olarak değiştiridi.
O zamana kadar "Rus Salatası" diye bilinen soğuk yiyeceğin ismi İstanbul'da "Amerikan
Salatası" olarak değiştirildi. (Rusya'ya gidenler bilir, o salatanın adı orada "Fransız Salatası"dır...
Ne komik, değil mi?)
Beyoğlu’nda bulunan “Rus Çorapevi” tabelâsındaki ilk harf silinerek “Us Çorapevi”ne
dönüştürülmesi gibi operasyonlar, kimi tepeden inme emirle, kimi de gönüllü olarak
gerçekleştirildi.
Ve Missouri’nin gelişinde, İstanbul’da, Türk-İslâm târihinde bir ilk yaşandı:
Dolmabahçe Sarayı’nın hemen yanıbaşındaki Bezmiâlem Valide Sultan Câmii’nin minâreleri
arasına “Welcome” mahyası asıldı!...
Artık, eski dost Sovyet Rusya ve Almanya’dan uzaklaşan Türkiye, sessiz sedasız ABD
güdümüne girmiş, hatta bu değişiklik, Türkiye'nin "geleneksel dış politikası" diye dillendirilmiş,
hatta rahmetli ATATÜRK'e iftira atılarak, onun "Batı'ya yönelik politikası" olarak yutturulmaya
çalışılmıştır, hem de yıllarca!.. Çok tuhaftır, bu dönemin Sağcılar'ı Amerikancı ve Batıcı
olur; Solcular'ı ise sözde Rus, Çin, hatta Arnavutluk yanlısı görünür ama Sağcılar gibi
Amerikalılar'ın oyununa gelerek yurtta bir iç savaş çıkaracak tutum izlerlerdi.
1946’dan sonra, Marşal Yardımı, Truman Doktrini, 1950'den sonra ABD ile imzalanan ikili
anlaşmalar, yurdun dört bir yanına açılan üsler, o üslere yerleştirilen nükleer bombalar,
o üslerden kalkıp Rusya üzerinde düşürülen U-2 uçakları, Avrupa Birliği kapısında köpek
deliği önünde bekleyen şahsiyetsiz politikacılar, hep (3) Celse İdârecisi'nin ÜÇLER diye sorduğu "Menderes, Zorlu, Polatkan" üçlüsüdür.
Celse târihinde daha yeni idâm edilmişlerdir. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan hakkındaki
idâm cezâsı 16 Eylül 1961'de, Adnan Menderes hakkındaki cezâ ise 17 Eylül 1961'de
İmralı Adası'nda infaz edilmişti.
Aslında bu Celse hakkında konuşacak, yazacak çok şey var. Ama birazını da size
bırakalım. Meselâ, Berlin'in 4 ülke tarafından işgâl edilip 4 bölgeye ayrılmasının bizim NATO
kafa, NATO mermer bâzı generallerimiz tarafından ülkeye nasıl yansıtıldığını tesbit edenler
çıkması lâzım. Sonra Roosevelt'in de yaptığı bugünlere yansıyan Amerikan hatâsı nedir?..
Tâ 1960'larda beynimize sokulan
TEK DÜNYA DEVLETİ hayâlinin günümüzde globalleşme
olarak tezâhür etmesi üzerinde durmak lâzım. KUTB-ÛL AKTAB gibi daha önce geçmiş olan
kavramlar için önceki Celseler'e dönüp bir bakmak lâzım...
Ohooo, sizin de işiniz çok!.. ALLAH kolaylık versin!
Ruhi Selman
selman@journalist.com
- BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
bu lânet Missouri’nin gelişi ile başlamıştır.
- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
- BİR OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON - 1
- REİNKARNASYON - 2
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI
YAŞADI?
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
- J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
- SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
- MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
- "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
- RA "TEBLİĞ"LERİ
- HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
- VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
- HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
- ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
- ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
- MEKTUPLAR