BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1

Türkiye'de "Spiritualizm" deyince akla iki ekol gelmelidir. Birincisi Bedri Ruhselman Ekolü, diğeri Sapkın Ergün Arıkdal Ekolü... Rahmetli Bedri Ruhselman üç ciltlik "Ruh ve Kâinat, 1946" kitabında hem Dünya Hayâtı'nı, Ölüm'ü, Ruhlar Âlemi'ni anlatmış, insanların bu konularda ufkunu açmış, hem de ardından yazdığı kitaplarla Spiritualizm'in ne olduğunu, Ruhlar'la nasıl görüşülebileceğini, nasıl yararlanabileceğini göstermişti. Bedri Bey'in Medyumlar'ı sâdece Dünyâ'da yaşamış Ruhlar'la İrtibat kurmuş; hiçbir Uzaylı, Agartalı, Atlantisli Varlık onun Celseler'inde boy göstermemiştir. Kurduğu derneğin adını "Metapsişik Araştırmalar" koymasına rağmen, Spiritualizm'den başka bir şeyle uğraşmamıştır... Bedri Bey'in ikinci özelliği kurduğu İrtibatlar'ı iyi gözlemlemesi, aldığı Tebliğler'i inceden inceye tetkik etmesidir. Beğenmediği, safsata gördüğü bütün "tebliğ"leri yırtıp atmıştır!.. Son yazdığı "İlâhî Nizam ve Kâinat, 2013" kitabındaki Tebliğleri anlıyamadığı, yorumlıyamadığı için Noter'e teslim etmiş, anlaşılabileceği bir zaman gelince ortaya çıkmasını istemiştir. Nitekim 50 küsur yıl sonra ortaya çıktığında doğru ve yanlışları üzerinde tartışmalar başlamıştır... Bedri Bey'in bir başka özelliği de Türkçe'yi çok iyi bilmesi, kelime haznesinin çok zengin olması idi. Kitaplarının sâdeleştirilmiş baskılarını değil; orijinallerini okumak, zor da olsa, yeni kelimeler öğrenmek ve onun üslûbunun zevkine varmak için gereklidir. Ama aslını bulamazsanız, sâdeleşmişleri dahi onun çalışmaları hakkında bir fikir verebilir: "Ruhlar Arasında, 1949" , "Allah, 1951" , "Medyumluk, 1952" , "Mukadderat ve İcâbat, 1953" ...

Ergün Arıkdal ise Bedri Ruhselman ile hiç çalışmamış, onun ayrılmasından sonra Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'ne girmiş, kısa zamanda adam yokluğundan Başkan olmuş, ölünceye kadar Başkan kalmış ve Bedri Bey'in anlayışını tümden terkederek, Spiritualizm'i safsataya boğmuştur. Onun yüzünden İnternet ve kitapçı vitrinleri "Uzaylı Mesajları" ile dolmuştur. Bunun nasıl olduğunu "Sâdıklar Plânı" sayfamızda uzun uzun anlattık, ilerde göreceksiniz... . O târihten beri de Siriuslu, Pleiadesli, Atlantalı, Agartalı olduğunu iddia eden Geri ve Vasat-altı Varlıklar'ın yanıltıcı, sapıttırıcı mesajlarını didikleyip duruyoruz. Ama yılanın başı Ergün Arıkdal Ekolü...

Biz rahmetli Bedri Ruhselman ekôlündeniz. Enis Behiç Koryürek, Turgut Akkaş, Erol Sayan ve Ferhan Erkey de o saftadır. Bundan böyle nakledeceğimiz Celseler'i o anlayışla okuyup değerlendirmeniz gerekir.

Daha önce belirttik, bir kere daha tekrarlıyalım: Medyumlar ve Ruhlar, Âhıret Âlemi'ni kendi durumlarına, seviyelerine göre algılarlar. Bunun için her birinin yaptığı târif, tasvir, tanımlama farklıdır. Hiçbirini tek başına alıp "Âhıret Âlemi böyledir" diyemezsiniz. Siz Âhıret'e intikâl edince de, içinde olacağınız ortam hepsinden farklı olacaktır... Bu bir!..

İkincisi, Spiritizma'da, yâni RUHLAR'la kurulan irtibatta öyle "plan, merkez" falan olmaz!.. Doğrudan Dünyâ'da yaşamış bir Varlık'la görüşürsünüz. Veya Cin taifesinden biri gelir, sizi aldatır!... Dünyevî o Varlığın bir Mertebe'si, Kat'ı, Seviye'si vardır ama, Bedri Ruhselman'dan kaynaklanan "üstün plânlar"dan, "yüce merkezler"den Tebliğ almak gibi bir durumu yoktur. Belki Bedri Bey almıştır ama, bu ona mahsustur. Ondan sonra gelenler hep aldatılmıştır. Hele bir UZAY GEMİSİ'nden, UZAYLILAR'dan tebliğ falan alınmaz!.. Çünkü UZAYLI bir VARLIK var ise, bir UZAY GEMİSİ'nde bulunuyorsa, o BEDENLİ'dir. Spiritizma'da, yâni halk tâbiriyle RUH ÇAĞIRMA'da biz BEDENSİZ VARLIKLAR ile görüşüyoruz

Gelelim bizim faaliyetimize... Biz bu ve bundan sonraki sayfalarda önce ALİ adındaki Medyum vâsıtasıyla alınan Celseler'i yayınlıyacağız... Sonra başka Operatörler'in, başka Medyumlar'ın ilk İrtibatlar'ında karşılaştığı Geri, Vasat-altı veya Vasat Varlıklar'dan örnekler vereceğiz. Onların Mevlâna diye, Yunus diye, Atatürk diye Medyum'u ve Avradakiler'i aldatma çabalarını, Celse İdârecisi'nin de Medyum'u koruma gayretini sergilemeye çalışacağız. Tabii arada ve çoğunlukla bizim Celselerimiz de olacak.

İnsan tereddüte düşüyor, YAYINLAMAK mı, YAYIMLAMAK MI?... ATATÜRK'ten sonra 1980'lere kadar TÜRKÇE'nin içine eden Türk Dil Kurumu "neşretme'nin karşılığı olarak YAYIMLAMA'yı vermiş... "YAYINLAMA diye birşey yok," demiş!.. Sıfattan isim yaparken -LAMAK, -LEMEK takıları kullanılır. TEMİZ-LEMEK, DURU-LAMAK gibi... Aynı takılar niye isimlere gelmesin?.. FIRIN-LAMAK, ÜTÜ-LEMEK oluyorsa, YAYIN-LAMAK ta olur. Esas uydurma olan YAYIMLAMAK'tır... Ama galiba biz de sürçüp, bir-iki yerde kullandık... Affola!..

Medyum ALİ, tanınmış biri olduğu için soyadını vermiyoruz, rahmetli ENİS BEHİÇ KORYÜREK gibi uzun yıllar Devlet görevlerinde bulunmuş, Kaymakamlık, Vâlilik, Emniyet Müdürlüğü, Başmüşâvirlik yapmış, eğitimli, kültürlü, ve son derece çalışkan ve dürüst bir insan idi. ALLAH gani gani rahmet eylesin... Diğer Medyum, Operatör ve Hâzirûn'un soyadlarını da vermiyeceğiz, bilinenler hâriç.

Medyum Ali ile 1960-1962 yılları arasında tam 52 Celse yapılmıştır... Medyum ALİ'nin nâdir rastlanan bir özelliği vardı. Her Celse'de ayrı Varlıklar ile temas kurardı. İrtibat'a geçtiği Geri Varlıklar da, Üstün Varlıklar da TÜRK ve MÜSLÜMAN idi. Önemli bir kısmı tanınmış, târihî, siyâsî ve edebî şahsiyetlerdi. Bu yüzden kurduğu İrtibatlar'ın gerçek olup olmadığını, ortada bir aldatma olup olmadığını araştırma imkânımız olmuştur.

Medyum ALİ'nin bir başka hususiyeti de, Ruhlar'la İrtibat kurma faaliyeti esnâsında geçtiği, ulaştığı Vasatlar'ı teferruatıyla anlatması, bu yolla bizim Âhıret Âlemi hakkında bir fikrimiz olmasını sağlamasıdır.

Bu sayfalarda Medyum ALİ'ye ve diğer Medyumlar'a âit Âhıret Âlemi'ne dâir bir takım Ortam tasvirleri ve oralardaki Varlıklar'ı bulacaksınız... Geri Varlıklar'ın içinde bulundukları ortam, ve çektikleri ızdırap dünya hayâtındaki hatâları ile Aldatma gayretleri, Üstün Varlıklar'ın bulundukları Vasat ise, duydukları huzur ve sürur, işledikleri sâlih ameller ile alâkalıdır.

Geri Varlıklar'ın, (intihar edenler, yetim malı yiyenler, adam öldürenler, tecâvüzculer, insanlara zûlmedenler, iftira atanlar, dedikodu yapanlar, Devlet malını zimmetine geçirenler, savaştan kaçanlar gibi) günah sayılan davranışları sonucu Âhıret Âlemi'nde çektikleri ızdıraptan, duydukları pişmanlıktan kurtulmaları için Celse İdârecisi'nin onlara yaptığı telkin ve dualar da, Ruhlar'la İrtibat'ın bir gereğidir. Nakledeceğimiz bu tarz celseler Allen Cardec'in veya Bedri Ruhselman'ın verdiği misâllere benzer olacaktır. Bedri Bey bu vak'aları "Ruhlar Arasında" adlı eserinde yayınlamıştır.

Bu arada belirtelim, biz "Ruh" veya "Varlık" demeyi tercih ediyoruz. Çoğu spiritualistin kullandığı "Bedensiz Varlıklar" ifâdesi; Ruhlar'ı, Cinler'i, Melekler'i, İblisler'i, varsa Periler'i de kapsar. Böyle bir belirsizliğe yok açmak istemiyoruz. Bedri Bey bile "RUHLAR ARASINDA" demiş, kitabının adını öyle koymuş!...

Ne dersiniz, başlıyalım mı?

Varlık: Nesibe Celse İdarecisi: Ferhan Erkey
Tarih: 13 Ocat 1960
Usûl: Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali

Medyum- Karanlık yerden Nesibe isimli bir hanım konuşmak istiyor... Fakat sıkılıyorum...
Beni salmıyor!
İdâreci- Ne istiyor? Kim bu varlık?
M- "Sağolsunlar. O kadar ihtiyacım var ki," diyor.
Kütahya'nın Tavşanlı kazasından döşeme ustası Nail Usta'nın karısıymış... 1923...
Bir kız, iki erkek çocukları varmış.
İ- Izdırabı nedir? Nedendir?
M- Dedikodu ve iftira hastalık hâlindeymiş... Ben istemiyorum!.. "Duramıyorum," diyor.
İ- ALLAH'a dua etsin. Bu durumdan kurtulacak.
Varlık- Benim kurtuluşum bir esasa bağlıdır. İftira ettiğim kimselerin hepsi burda toplanıp
TANRI'ya niyazda bulunurlarsa, o zaman kurtulurum.
M- Su istiyor.
İ- Suyu nasıl verelim?
M- ... Yeter!.. Çıkıyorum.
(ayrılır.)

Tabii Nesibe'nin iftira attığı insanların bu Meclis'te toplanıp, onun için dua etmesi hiç mümkün değil. Aradan yıllar geçmiş, hepsi ölmüş. Ama kendisi ve bizler dua ederek ona yardımcı olabiliriz.

Hepimiz dedikodunun ve iftiranın yanlış ve günah olduğunu biliriz, ama Dünyâ'da olmasa bile ilerde bir ızdırap kaynağı olacağını pek düşünmeyiz.

Dedikodu o kadar kötüdür ki, ALLAH bu kötü hareketi KUR'AN-I KERİM'de "ölmüş kardeşinin etini yemeye", yamyamlığa benzeterek insanı tiksindirir:

- "Ey iman edenler!..
Zannın bir çoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır.
Birbirinizin kusurunu araştırmayın!
Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin!
Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?
İşte bundan tiksindiniz!
O halde ALLAH'tan korkun!
Şüphesiz ALLAH, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."

(Hucûrat Sûresi, 12. Âyet)

GOĞ, GIYBET, DEDİKODU, ÇEKİŞTİRME, ARKASINDAN KONUŞMA... İFTİRA, BUHTAN, KARALAMA, ÇAMUR ATMA.... Hep bildiğimiz kelimeler... Ama idrak ettiğimiz kavramlar mı?..

Hiç niyetimiz yoktu ama, bu konuda bir TEBLİĞ verelim, yeri gelmişken.

Varlık: Dede Efendi (Musikîşinas olan değil)
Medyum: Ender
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih: 28 Ocak 1971
Usûl: Fincan

Varlık- Selâm, Selâm, Selâm!
İdâreci- Aleyküm selâm. ALLAH razı olsun efendim. Bir arzunuz var mı?
V- Hayır.
İ- Kiminle görüşüyoruz acaba?
V- Dede Efendi.
İ- Bize bu akşam vermek istediğiniz var mı?
V- BÜHTAN.
İ- Ne demektir bu?
V- GOĞ, GIYBET.
İ- Bu mevzuda mı görüşeceksiniz?
V- Evet.
İ- Lûtfediniz efendim.

V- ... Bir gün o kadar kimsenin GOĞ yüzünden azap çekeceklerini bir bilseniz!..
Bilir miyiz ki, yalnız düşüncelerimiz bile birer GOĞ'dur.

İ- Devam edecek misiniz?
V- Evet...

Bir kimse ola ki, arkadaşınız hakkında düşüne!..
Eğer o kimse kendi nefsânîyetinin hükmünü icra ediyor ise, bu yine GIYBET ola!..
Bir kişiyi halâs kapısına götüren yol bu mudur?
Bizler ki, birisi cismânî varlığımıza bir ufak fiske vursa, nârin çiçekler gibi solarız.
Peki, ya Ruhumuza vurulan bu darbeler bizi nasıl yaralar, bilir miyiz?
Yalnız bizlerin bildiğini sanırız.
Halbuki Ruh'un Ruh'la konuştuğuna şâhit olamamışızdır hiç birimiz!

Yâni, biz gönülden GIYBET ile iki şeyi kaybederiz.
Birincisi Ruh'un Ruh'a yardımını.
İkincisi bizi Tekâmül'e götürecek yolu!..

İ- Teşekkür ederiz, efendim.

Varlık başta BÜHTAN, GOĞ, GIYBET hakkında konuşacağını belirtmesine rağmen, sâdece GOĞ, GIYBET hakkında tebliğ vermiştir. Belki de "GIYBET böyle ise, varın bir de BÜHTAN neler kaybettirir, düşünün" demek istemiştir.

Yalnız, dikkatinizi çekeriz, Varlık Ruh'un Ruh'la konuştuğu"ndan bahsediyor... Yanımızda olmasa da, birisi hakkında konuştuğumuz zaman o kişinin bunu hissettiğini söylüyor... Ne demiştik, bir önceki sayfada?.. Ruhlar arası iletişim, dil aracı ile değil; TELEPATİ yoluyla, kavram ve fikir nakliyle olur. O yüzden kişi hissederek ölüye Arapça dua etse, talkın verse, bu ona ulaşır. Cesede değil tabii, Ruh'una ulaşır.

O yüzden diriler hakkında da, ölüler hakkında da sözlerimizi, düşüncelerimizi iyiye tebdil edelim.

***

BÜHTAN, İFTİRA suçu işlemiş, kötü durumda olan bir varlık daha var:

Varlık : Dürriye
Tarih : 18 Mayıs 1961
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali

Medyum- Yolumu kestiler.
İdareci- Kimmiş bu muhterem varlık?
M- "Kendisi de günaha girer," diyor, "Bana muhterem demesin."
İ- Kendisini tanıtsın lûtfen.
M- Bulunduğu yer boğanların yeriymiş... Adı DÜRRİYE imiş...
İ- Nerede yaşamış?.. Hangi senede yaşamış?
M- 1949'da Balıkesir vilâyetinin Susurluk kazasında ölmüş.
İ- Kaç yaşında imiş öldüğü zaman?
V- 68...
İ- Ölüm sebebi neymiş?
V- Kalp yetmezliği.
İ- Suçu neymiş?
M- İftiradan çok zevk alırmış.
İ- ALLAH taksiratını affetsin. Biz kendilerine ne gibi bir yardımda bulunabiliiz?
M- "Dünyâdakiler bana yardıma muktedir değillerdir," diyor.
İ- Bizim elimizden ancak dua gelir. Kendisi de bol bol dua etsin.
M- Oraya ne dua işlermiş, ne dua çıkarmış!
İ- ALLAH taksiratını affetsin.
M- Yükseliyorum.

Bu konuda Peygamberimiz'in çok değerli bir hadisini nakletmek isteriz.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) bir gün ashâbına sorar:
"GIYBET nedir biliyor musunuz?" Sahâbeler,
- "ALLAH ve Resulû en iyi bilendir" dediler. Peygamber,
- "Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şekilde zikretmendir," dedi. Bu sefer sahâbeler,
- "Söylediğim kardeşimde olsa da mı?" dediler. Peygamber,
- "Eğer söylediğin onda varsa, GIYBET'ini yapmış olursun.
Şâyet bu onda yoksa, şüphesiz ki ona İFTİRA etmiş olursun," buyurdu.

(Hadis, Müslim 4/2001)

Unutmayalım, birisi hakkında, o mecliste yokken söylediğimiz şey onda varsa, bu GOĞ, GIYBET, ÇEKİŞTİRME, ARKASINDAN KONUŞMA olur.

Eğer o sözünü ettiğimiz şey o kişide yoksa, bu İFTİRA, BÜHTAN, KARALAMA, ÇAMUR ATMA olur!..

Her ikisi de dünyada kişiler arasında kırgınlık, dargınlık, sürtüşmeye, Âhiret Âlemi'nde ise büyük azâba sebep olur.

Benden söylemesi!..

***

Şimdi bir de başka bir Celse İdârecisi'nin, genç bir İdâreci'nin başka bir Medyum ile yaptığı çalışmayı verelim. Celse İdârecisi Fethi Bey, aslında kendi de öğrenci, bu Öğrenci : Medyum Mustafa ile 1967-1971 târihleri arasında 11 çalışma yapmış. Bu ilk çalışma...

Varlık : Uzun Saçlı Kadın, Çamurlu Adam
Medyum: Mustafa
Celse İdârecisi: Fethi
Tarih : 19 Mayıs 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal

Medyum- ..... Bir nokta... Uzakta...
İdâreci- Peki, size bir şey söylemiyor mu?... Uzaktan olsun... Söylüyor mu?
M- ... Uzaklaştı nokta...
İ- Peki... Yükselmeye devam ediniz... Gördüklerinizi bize anlatınız.
M- ..... Açık yeşil...
İ- Her taraf mı yeşil? Yoksa bir yerde mi yeşillik görüyorsun?
M- ... Yeşillik...
İ- Yanaş ona.
M- .... Yeşil... Beyazlaşıyor... Yeşillik... Sol tarafımda yeşillik...
İ- Onu daha ne olarak görüyorsun... Neye benziyor?
M- ... Bir insana benziyor... Bir kadın... çırpınıyor...
İ- Çırpınıyor mu?
M- Çırpınıyor...
İ- Niye çırpınıyormuş?... Sor bakalım.
M- ... Bilmiyorum... Birisi tutuyor... Birisi tutuyor belinden...
İ- Onu mu?
M- Hıı..
İ- Kurtar onu!..
M- İmkânsız!.. Tutan çok kuvvetli.
Çok kuvvetli... Kılıcını çek!... Kılıcını çek ve "Keserim seni, bırak onu!" de...
M- İmkânsız!.. Çok kuvvetli.

Burada durmamız gerek... Genç ve tecrübesiz İdâreci kadının kim olduğunu, tutanın kim olduğunu, niye tuttuğunu anlamadan Medyum'a imaj veriyor, TELKİN'le kılıcı olduğu imajını veriyor, ama bir işe yaramıyor!.. Böyle durumlarda çok sâkin olup, gelişmeleri âzamî dikkatle tâkip etmek, ve Medyum'un hisleri ile, algıları ile Celse'yi sürdürmek gerekir.

İdâreci- Peki, kimmiş bunlar? Sorabildin mi? Sor bakalım.
M- ... Uzun saçlı bir kadın... Adamın sâdece kolu görünüyor... Bilmiyorum.
İ- Görmüyor musun kolu?
M- ... İmkânsız!..
(Medyum'da ihtilâçlı hâller, derin soluma)
İ- Buradan ayrılalım mı?
M- Evet.
İ- Yükselmeğe devam ediniz... Daha sâkin bir şekilde... Artık oradan ayrıldık.
M- ... ALLAH!..
İ-??? Yükselmeğe devam ediniz...Neler görüyorsun etrafta?..
M- ... Hiçbir şey ...
İ- Yükselmeğe devam ediniz.
M- ... Balon koyulaşıyor...
(İdâreci, Medyum'u balon imajıyla yükseltiyor)
İ- Nasıl koyulaşıyor?
M- ... SİYAHLAŞIYOR...
İ- Rengi arasıra değişir onun... Ama sağlamdır, korkma!..
Yükselmeye devam ediyoruz. Ne görüyorsun?
M- ... SİYAH kanatlar...
İ- Kanatlar... Kimin bu kanatlar?
M- ... Ay'a benziyor...

Burada durmamız gerek... Medyum uzun saçlı kadının olduğu yerde huzursuzlandı, İdâreci doğru bir kararla onu oradan uzaklaştırdı... Ama Medyum hâlâ Karanlık Tabaka'da olmalı ki, içinde olduğu balonun karardığını görüyor. Bu bir ikaz.. Fakat genç İdâreci bunu anlamıyor. Sonra Medyum SİYAH kanatlar görüyor. Bu da bir ikaz... Artık Medyum'un kendi algısından mı, yoksa Hâmi Varlıklar'ın yardımından mı, bilinmez... Ama İdâreci farketmiyor... Bundan sonraki hatâları da siz tesbit etmeye çalışın, bakalım.

İdâreci- Ay'a benziyor??? ... Ay parlak olur, beyaz.
Medyum- SİYAH...
İ- Bu niye SİYAH?.. Sor bakalım kendisine, kimmiş?
M- ... Kovuyor... "Git!" diyor...
İ- Yükselmeğe devam ediniz... Daha sâkin!... Ne görüyorsun?
M- ... Mâvilik... Alt taraf mâvi... Üst taraf koyu mâvi...
İ- Peki... Hiçbir şey görmüyor musunuz burada?.. Seslen bakalım,
"Benimle konuşmak isteyen var mı?" diye... "Ben uzaklardan sizlerle
görüşmek için geldim" diye haykır... Var mı konuşmak isteyen?
M- ... Yok... Boşluk...
İ- Yükselmeğe devam ediniz... Balonumuzla huzur dolu kalabalık yerlere gidiyoruz...
Ne görüyorsunuz?
M- ... Bir adam... Alt tarafı SİYAH... ÇAMUR gibi birşey...
Beline kadar kaplamış...
İ- Tasvir et bize o adamı biraz.
M-... Etekliği var adamın... ÇAMURDAN...
İ- Neden çamurdanmış etekliği?..
M- ... SİYAH... Bilmiyorum... ÇAMURLU mu, bilmiyorum...
Fakat üst tarafı BEYAZ... BEYAZ... Orta yaşta... Zayıf bir adam...
İ- Yaşıyor muymuş bu adam?.. Sor bakalım kendisine, kimmiş?
M- ... "Sana ne?" diyor...
İ- Tanımak, tanışmak için geldik.
M- ... "Kes sesini, be!" diyor...
İ- Bu adam nerede yaşamış?.. Sor bakalım kendisine... "Sen nerelisin? "de...
"Bize niye böyle sert davranıyorsun?"
M- ... ÇAMURİSTAN...
İ- Çamuristan mı?
M- ... Birşeyler gösteriyor...
İ- Neler gösteriyor? Anlat bize.
M- ... ENGEBE... ÇAMUR DERYÂSI gibi birşey...
İ- E, niye o ÇAMUR'a batmış?.. Testici filân mıymış da, ÇAMUR'a batmış?
Yoksa BATAKLIK'ta falan mı olmuş?
M- ... Belki... Olabilir...

Genç İdâreci SİYAH ve ÇAMUR-ÇAMURİSTAN, ENGEBE kelimelerinin Varlığın Geri yanına işâret olduğunu anlamışsa bile, belli etmiyor. Ancak o yönde sualler yöneltmesi gerekiyordu. "Sıkıntısı var mı?.. Azap çekiyor mu?.. Derdi ne?" gibi...

Medyum'un, Varlığın üst kısmını BEYAZ görmesi, onun hesâbının bir kısmını verdiğine, vicdan muhâsebesinin bir kısmını tamamladığına işâret sayılabilir. Yâni, Varlık o kadar Geri değil... Ama durumunun tesbit edilmesi lâzım. Bunu belki ileride yapacak... Bu arada Medyum'un hâli de sıkı kontrol altında olmalı. En ufak bir rahatsızlıkta oradan uzaklaştırılmalı.

İdâreci- Sor bakalım kendisine. "Sen iyi biri misin?" de.
"Seninle dost olmak istiyoruz" de. "İcâbederse, elimizden gelirse yardım ederiz," de.
M- ... Diz çöktü...
(Hüzünlü bir sesle) Ağlıyor...
İ- Ağlıyor... Neden ağlıyormuş?.. Kendisi için TANRI'ya dua ediniz. Biz de ediyoruz.
... Bizimle görüşmek ister mi?.. Onun bize söyliyeceklerini aynen naklediniz...
Kimsiniz, dostum?.. TANRI'ya dua edeceğiz sizin için...
Bizimle konuşmak ister misin?
Varlık- ... Bırakın!...
(Medyum'un gözünden yaşlar akıyor.)
İ- Neden, dostum?.. Senin acılarına merhem olmak isteriz.
V- ... Bırakın beni!..
İ- Neden?... Neden bu kadar ıstırap çekiyorsun?
V-
( Medyum'un yüzü ıstırapla gerildi ve haykırdı) BIRAKIN!..
İ- Üzülmene sebep yok. ALLAH herşeyi affedecek kadar büyüktür.
Sen ne yaptın bu kadar ki, bu kdar ağlıyorsun?
V-
(ağlıyor( ... Her tarafım ÇAMUR!..
İ- Neden ÇAMUR?.. Hiç düşündün mü?.. Neden ÇAMUR?..
V- Bilmiyorum....
(Hıçkırarak ağlıyor) Bilmiyorum!..
İ- Ne yapmıştın?
V- Bilmiyorum, bilmiyorum!..
İ- Hatırlamaya çalışın... Hiç kötü bir işte bulunmuş muydun?
V- ... Yuvarlaklar eziyor.. Eziyor beni!..
İ- Sen kimsin? Mustafa mısın?
(Medyum'u kastediyor)
V- Bilmiyorum...
İ- İsmin ne?.. Seninle tanışmak istiyoruz.
V-
(İç çekiyor) ... Bilmiyorum!..
İ- Sen kim olduğunu hatırlamıyor musun?
V-
(Haykırarak) BIRAKIN BENİ!.. (inliyor) ......
İ- Sana merhem olmak istiyoruz, dostum... Görüyorum ki, ıstırap çekiyorsun.
Eğer derdini söylemezsen, nasıl ona derman olabiliriz?..
M- .......
İ- Ne oldu o adam? Uzaklaştı mı senden?... Ne oldu?
M- ..... ..
İ- Peki, o adamla olan ilişkini kes.... O adamı görüyor musun?
M- Kayboldu.
İ- Peki. Şimdi rahat olarak aşağı doğru ininiz.

(Daha sonra Medyum, Aşağı Tabakalar'ın karakterine uygun olarak üşüdüğünü hissetti ve uyanmak istediğini söyledi.
Ruh ve beden münasebeti sağlandıktan sonra hiçbir şey hatırlamaması tembih edilerek rahat bir şekilde uyandırıldı.)

Bu Celse'nin Medyum'u belki hatırladığı için, belki de yanında konuşulduğu için bu "Çamurlu Adam" meselesine takılmış, başka bir Celse'de, aynı İdâreci ama başka bir Medyum'la, Öğrenci Medyum Cengiz'le yapılan çalışmanın sonunda sormuş... Medyum Cengiz'le 1967-1971 yılları arasında 10 Celse yapılmış. Bu onlardan biri... Aslında "Uzun Saçlı Kadın"ı da merak etmeliydi... Bakalım, ne cevap almış?.. Aldığı cevap, bakalım, sizi tatmin edecek mi?

Varlık : Hevale
Medyum: Cengiz
Tarih : 25 Mayıs 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Mustafa, Metin, Atilla, Erkan

Mustafa- O akşamki "Çamurlu Herif", benim uydurmam mıydı? Yoksa esas mıydı?
İdâreci- Efendim, Mustafa, geçen Celsemizde çamurlu, çamura batmış bir Varlık
veya bir şekil görmüştü. "Bu gerçek miydi, değil miydi?" diye soruyor.
Varlık- O gördüğü kendisinin tahayyül ettiği bir şekildir...
Fakat böyle bir Varlık vardır ve kendisine dâimi sûrette Temâs'a geçmek
istediğini söylemektedir.
İ- İçinden???
V- Evet.
İ- Ee, kim bu?.. Yâni, bununla İrtibat'a geçmemizin bir mahzuru var mı?
V-
(soruya cevap vermez.) ... Kendisi çok ıstırap çekiyor.
İ- Istırâbını hafifletmek isteriz tabii.
V- Eğer kendisine yardım etmek istiyorsanız, tekrar Temâs'a geçebilirsiniz.
İ- Bunda bir mahzur yok, değil mi, Medyum için?
V- Hayır.
İ- Peki, ALLAH râzı olsun... Bu gece yapalım mı? Yapabiliriz, değil mi?
V- Pek tabii.

Biz de farketmiştik ama, bu Varlık da itirâf ediyor, "Çamurlu Adam" Geri bir Varlık... Medyum onu "çamurlu" olarak algılıyor... Âhıret Âlemi Ortamı, Varlıklar hep böyle imajlar ile algılanır. Daha önce de söyledik, her Medyum'un algılayışı farklıdır. Gördüğü imajlar, edindiği hisler değişiktir. Önemli olan o hissi, o imajı doğru yorumlayıp Medyum'un ne gibi bir Ortam'da olduğunu, nasıl bir Varlık'la Temas'ta bulunduğunu tesbit edebilmektir.

Geri bir Varlığa yardım etmek elbette iyidir, ama tehlikelidir de... Teşbihte hatâ olmaz, köpeğe kemiği uzaktan atmalı. Yoksa ısırabilir...

Genç Celse İdârecisi ve Medyum'u herhalde o "Çamurlu Adam"a yardıma karar vermişler ki, bir sonraki Celse'de tekrar İrtibat kurmuşlar:

Varlık : Çamurlu Adam
Medyum: Mustafa
Tarih : 26 Mayıs 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Cengiz , Metin, Atilla, Erkan

(Medyum uyutulup yükseltildikten sonra) İdâreci- Çamurlu bir yerlere geliyoruz...
Ne görüyorsun?
Medyum- ... Galiba... Galiba... Geçen seferki...
İ- Çamurdan Adam mı?
M- ... Fakat BOYNUNA KADAR ÇAMUR...
İ- Niye batmış?.. Yanaş kendisine.
M- ... ÇAMUR!...
İ- Yanaşıyor musun?
M- ... Bana da bulaşacak...
İ- Hayır, bulaşmıyacak bize... Biz son derece temiziz... Ve bize bulaşmasına
imkân yok o çamurun. Çünkü onun üzerindeki çamur kendisine âit. Kendi
yaptığı işlerden dolayı o çamura batmış. Biz o işleri yapmadık ki, çamura bulanalım.
Şimdi kendisi ile direkt İrtibat tesis et... Ve bizim söylediklerimizi aynen
ve onun söylediklerini de değiştirmeden rahatlıkla bize naklediyorsun...
Merhaba, dostum.

Medyum, Varlığı gırtlağına kadar ÇAMURA BATMIŞ görüyor... Bu elbette Geri bir Varlık olduğunun belirtisi... Yanaşmaktan çekiniyor, haklı... İdâreci'nin telkini yerinde, ancak "Sana hiçbir tesiri, zarârı olmayacak" diye bir telkin daha ekleseydi, iyi olurdu.

İdâreci- Merhaba, dostum.
Varlık- Iıhıhııı...
(ağlamak üzere)
İ- Hayır, rahatsın... Rahatsın... Ağlamana lûzum yok... Dostların arasındasın.
Istırap dolu günleri arkada bıraktık artık... O günler geçmişte kaldı artık...
Rahat mısın, dostum?... Rahatladın mı?
V- Nasıl rahat olabilirim?
İ- Neden dolayı ıstırap çektiğini hatırlıyor musun?.. Neden?.. Ne yaptın?..
Ne ettin de, böyle bir ıstırap içindesin?.. Sana yardım etmek istiyoruz.
Onun için soruyoruz.
V-
(Ses değişik) ... Hayır!..
İ- ??? Efendim?
V- Hayır!..
İ- Ne Hayır?
V- Hiçbir şey hatırlamıyorum.
İ- Niye hatırlamıyorsun?.. Hatırlıyorsun sen onları. Ama hatırlamak istemiyorsun.
Halbuki söylesen rahatlıyacaksın, dostum. Hiçbir mahzur yok ki. Dostlar arasındasın.
Haydi, söyle bize.

Varlık Dünyâ'da yaptıklarından o kadar rahatsız ki, onları unutmak istiyor. Unuttuğunu zannediyor. Azap çektikçe daha da fazla o hâtıralardan kurtulmak istiyor. Ama onlar yavaş yavaş kendilerini hatırlatıyorlar:

İdâreci- Haydi, söyle bize.
Varlık- Bilmiyorum... Bilmiyorum... Belki ben öldürdüm.
İ- Kimi öldürdün?
V- Bilmiyorum.
İ- Adı neydi onun?... Hatırlıyorsun... söyle bize onun adını.
V- "Bilmiyorum" dedim ya!..
İ- Ama, dostum, bu inâdına devam ettiğin içindir ki kendini çamurlar arasında görüyorsun.
V- Ne yapalım yâni???
İ- Hatânı kabul et.
V- İyi be!..
İ- Onu öldürmüşsün, bak.
V- Kim dedi?
İ- Sen dedin.
V- ... Onlar de... öyle dediler.
İ- Öldürmemiş miydin yâni?
V- Bilmiyorum.
İ- Neden bilmiyorsun?.. Biliyorsun!.. Artık mahkeme önünde değilsin.
V- ... Belki de hak etmişti.
İ- Hak etmiş olibilir mi? İnsanlar niçin doğar, dostum? Başka birisi tarafından
öldürülmek için değil, herhalde.
V- Yeter!..
İ- Yeter ama, dostum, sen sen bu şekilde davrandikça ıstırâbın artıyor.
Halbuki bu işten vazgeçsen, inâdı bıraksan, hatânı kabul etsen, belki de
ıstırâbın hafifliyecek... Ne dersin?
V- ... Bilmiyorum hiçbir şey...
İ- İnâdı bırak... Gel, daha samimi, daha açık konuşalım seninle.
Niçin öldürdün onu?
V- ... Kavga etmişti benimle...
İ- Ne ile öldürdün?
V- ... Belki bıçak...
İ- "Belki" deme, "bıçak" de... Hatırlıyorsun, gün gibi âşikâr. Zâten sana
ıstırap veren şey de bu... Öyle değil mi?... Halbuki sen hatânı kabul etsen,
ve TANRI'ya seni affetmesi için yalvarsan, bu ıstırâbı çekmiyeceksin...
Nerde öldürdün? Hangi şehirde?
V- ... Washington desem olur mu?
İ- Bu atmosyon mu?
V- ... Bilmiyorum...
İ- Washington mu yâni?
V- .... Belki...
İ- Adınız?
V- Sana ne, be!...
İ- Ama dost olmak istiyoruz, tanışalım.
V- ... Ben benim işte!..
İ- "Ben benim" olur mu?.. Yeryüzü'nde 3 milyar insan var. Birisi çıkıp ta,
"ben benim" derse, ne anlarsın bundan?.. Haydi, gel, dost olalım seninle...
Sen aslında iyi bir insansın. Öldürmenin kötü olduğunu idrak ediyorsun artık.

Varlık hatâlarından belki de en önemlisi hatırlıyor, ama hatırladıkça asabîleşiyor, hattâ başkalarına zarar vermek istiyor:

Varlık- ... Onu da sıkacam!...
İ-??? ... Kimi sıkacan?
V- Onu işte...
İ- Kim?
V- işte... O işte...
İ- Kim?
V- ... MEDYUM...
İ- Medyum'u sıkamazsın!..
V- Sıkacam kafasını!...
İ- Yukardaki koruyor onu.
V- ... O olmasa!..
İ- Yukardaki koruyor onu... Ona hiçbir şey yapamazsın!.. Orda her yaptığın
kötülüğün ıstırâbını teker teker çekiyorsun da, daha neden kötülük yapmağa
uğraşıyorsun? Uyansana!.. Neden kötülük yapmak istiyorsun?.. Artık gör gafletini...
Yaptığın her kötülük...
V- ... Bana da yaptılar.
İ- Kim yaptı?.. Ne yaptı?
V- ... Bilmiyorum..
İ- Yapanları affettin mi? Sana kötülük yapanları...
V- Hatırlamıyorum bile...
İ- Eh, bir şey yapmamışlar şu halde... Çok ıstırap çekiyor musun?
V- ... Öyle galiba...
İ- Bu ÇAMURLAR'la ilgin ne senin?
V- ... Bakın... Şimdi o BEYAZ ELBİSE... Beni... o İDAMLIKLAR'ın giydiği
BEYAZ ELBİSE olabilir...
İ- Niye böyle hep müphem konuşuyorsun?.. İdam mı edildin?
V- ... Belki...
İ- Nerde?... Ne zaman?...
V- ... Washington... 1870...
İ- ??? ... Ne ile idam edildin?
V- Amma çok soru be!... Belki asılarak...
İ- Kim astı?.. Mahkeme kararı ile mi?
V- ... Bir yığın kalabalık...
İ- Kalabalık istediği için mi, yoksa mahkeme istediği için mi asıldın?
V-/
(soruyu duymaz) ... Herkes bağırıyordu...
İ- Ne diye bağırıyordu?.. Anlat bize...
Onlardan nefret ediyor musun?
V-
(Öfkeyle) Tabii!..
İ- Sen de onların arasında olsaydın, aynı şeyleri yapmaz mıydın?
V- İyi be!.. Kes artık!..
İ- Sana yardım etmek için uğraşıyoruz. Neden bu saçmalıkta ısrar ediyorsun?
Öldürmenin kötü olduğunu idrak etmiyorsun... Şimdi bu zihniyette olsandın,
tekrar öldürür müydün?..
V- ...
(Hayır anlamında baş sallıyor)
İ- Niye?
V- Deli miyim be!..
İ- Pişman mı oldun?.. Neden?
V- Baksana hâlime!..
İ- İdrak ediyorsun, değil mi?.. Kötü şeyler yapılınca kötü şeyler bulunacağını...
V- ...görüyorsunuz...
İ- Yaa!.. Ne ekersen onu biçiyorsun... Eee, neden iyilik etmek istemiyorsun artık?
V- Nasıl?
İ- Medyum'a kötülük etmek istediğini söyledin. Bunun yerine iyilik etmek isteseydin.
V- Elimden gelmez.
İ- Nasıl gelmez?.. Bize kim olduğunu anlat. Sana müteşekkir kalacağız...
Yapacağın iyiliklerin en basiti bu.
V- ... Beni boş verin, be!... Birşeyler anlatsanıza!..
İ- Ne anlatalım?
V- İyi birşeyler... İyiliğe dâir...
İ- İyilik yaparsan, dostum, orada rahatlık bulacaksın. Hani Yukardakiler var ya,
Daha Parlaklar var ya... İyilik etseydin, ki hâlâ var o fırsat elinde,
eğer iyi bir insan olursan, sâdece iyilikle dolarsan ve insanları seversen,
sen de onların seviyesine çıkacaksın... Benim sana verebileceğim en iyi öğüt,
iyilik etmendir. Artık kötü düşünceleri bırakmandır. Onlar senin için geçmiştir.
Kötü şeylerin neticeleri de o kötü şeyler gibi geçip gidecektir... Niçin boş kalan
bu sahâda iyi şeyler inşâ etmiyorsun?..
V- Dinle... Ben de iyi şeyler yapmak isterim. İsterim ama... İşte, olmuyor!
İ- Olmuyor olur mu?.. Bak, o Yukardakiler'e sor... "Ben ne yapabilirim?" de...
Hattâ onlardan yardım al, bilgi al, vazife iste... Ve bu bilgiyi iyilikte kullan.
V- Onlar der ki... "Herşey yapabilirsin... Kâlbinin, vicdânının söylediği herşeyi.
Ama hislerinin değil."
İ- .....
V- ... Ona söyleyin...
İ- Kim o?
V- O işte.
İ- O kim?
V- Medyum.
İ- Ne söyliyelim ona?
V- Deyin ki ona ... beni... beni... hatırlamasın.
İ- Hatırlamasın.
V- Çünki ben ona kötü bir numûne oluyorum... Ders çalışamıyor... Çalışamıyor...
İ- Sen söyle ona.
V- Ben nasıl söylerim, be!..
İ- Evet. Ben senin nâmına söyliyeceğim. O artık seni hatırlamıyacak.
V- O da onu istiyor ama.
İ- Seni tanımak, dostum, bize kötü bir numûne teşkil etmez. Bilâkis, kendimizin
yolunu çizmede yardımın olur. Anlatabiliyorum, değil mi? Seni bu yanlış yolda girenken görünce..
V- Bak... Bak... Size inanıyorum. Fakat... Sizinle dost olacağız belki... Fakat,
ne olur, ismimi sormayın. Çünki beni bir... ne bileyim... bir... insan olarak düşünün.
İ- Seni zâten bir insan gibi düşünüyoruz, dostum. Senin ismini bilsek bile
bu sâdece çağırmamızda bir kolaylık sağlayabilir.
V- Beni tanıyorsunuz... ÇAMURLU ADAM olarak... Ben de sizin adınızı biliyorum.
İ- Hayır. Biz seni ÇAMURLU ADAM diye değil, KURTULUŞA GİDEN ADAM diye çağıracağız.
V- Ne zannediyorsunuz siz beni?
İ- Neden, dostum?
V- O bile konuşurken öyle diyor... ÇAMURLU ADAM...
İ- Hayır. O öyle diyebilir. O seni o şekilde gördü ilk defa... Fakat o seni
iyilik yolunda ilerlerken gördüğü zaman, o da seni bu isimle çağıracaktır.
V- Öyleyse beni HALİM diye çağırabilirsiniz.
İ- Hatırladım seni, dostum. Ama senin Amerika'da işin ne?
V- Belki... "Belki" demiştim... Belki başka bir yer...
İ- ALLAH'ı düşünür müsün hiç?
V- Dâima!.. Belki başımın dışarda kalmasının sebebi de bu!.. Çünki beynimin içinde
dâima O... O girmez böyle yerlere!..
İ- O halde dâima ALLAH'ı düşün ve iyilikte kaymaya gayret et.

(Bu görüşme üzerine ayrılındı ve Medyum indirildi.)

***

Çamurlu Adam'ı merak mı ettiniz?.. Bakalım, bir sonraki Celse'de karşımıza çıkacak mı?...

Varlık : Çamurlu Adam
Medyum: Mustafa
Tarih : 30 Haziran 1967, Cuma
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Tâhir

İdâreci (Medyum'a imaj veriyor) - ... Görüyor musunuz seyyahat edeceğimiz aracı?..
Medyum- .... Balon...
İ- Peki, bininiz...
M- ... Evet....
İ- Yükseliyoruz..... Gördüklerinizi bize anlatınız... Neler görüyorsunuz?
M- .... Açılıyoruz...
İ- Yükseliyorsunuz...
M- .... Hih...
(Medyum birden gülümser) ...
İ- Ne gördün?
M- ... Çağırıyor...
İ- Kim çağırıyor?
- Eski Dost.
İ- Yanaşınız yanına... "Merhaba" deyiniz... Ne yapıyor?
M- ... Gülüyor...
İ- Nerede oturmuş?.. Oturmuşsa...
M- Aynı yerde.
İ- Aynı yerde... Çamurlar ne olmuş?
M- Ayaklarına kadar inmiş.
İ- Demek ki azalıyor artık... Dostumuz kurtuluş yolunda... Peki, kendisi ile
direkt İrtibât'a geçiniz.
Varlık- ..... Merhaba.
İ- Merhaba, dostum. Nasılsınız?
V- Sağolun.
İ- Ne yapıyorsun?
V- Ne böyle, gündüz gündüz sabah?
İ- Böyle vakitsiz oldu, âilesi istemediği için.
V- Biliyorum.
İ- Biliyorsun, değil mi?.. Yukar'daki dostumuza benim bazı şeyler sormam gerekli.
Bu sebeple gündüze kaldık... Yeni dostumuzu tanıştırmadım size.
Bir arkadaşımız var yanımda. İnanan bir dostumuz.
V- ... Belli ama, içinden gülüyor...
İ- Neden gülüyor?
V- ... Kendisi de bilmiyor... Sırıtıyor...
İ- O zaman acâyip bir gülme... Yâni sebepsiz olduğuna göre.
V- ... Bu genç belki...
İ- Sinirleri bozulmuştur da, belki ondandır.
V- Evet... Bugün daha iyiyim... Ama burası rahatsız.
İ- Nasıl burası?
V- Işık fazla.
İ- Ne yapalım, karartma imkânı yok.
V- Bakın dostlar, bu durumda çalışmak doğru değil.
İ- Niçin?
V- Faydasız olur, çünki başarı nisbeti az.
İ- Işık neden rahatsız ediyor? İzah eder misiniz, dostum?
V- Şimdi Medyum'un tam mânâsı ile Temas kurabilmesi için tamâmen
kendinden geçmesi lâzım. Bu ışık onun göz sinirlerine dokunuyor, ne kadar uyumuşu olsa da.
İ- Gözünü kapatsak? Bağlasak???
V- Gözü kapalı. Bağlasanız.
İ- Belki olur, değil mi?
V- Bilmem ki.
İ- Denemekte fayda var... Hiç yoktan iyidir. Öyle değil mi?
V- Evet.
(Bir bez mendil katlanarak Medyum'un gözleri örtüldü.)

Burada duralım ve sondan başlıyalım... Gerçekten ışık bu tarz çalışmalarda hem Medyum, hem de Avradakiler için rahatsız edici olabiliyor. Medyum fazla ışıktan kendini veremiyor, tedirgin oluyor. Bu yüzden pek çok celsede mum ışığının, sarfiyatsız küçük ampûlün bile fazla geldiği ikazı yapılmış, önüne engel konularak üstü örtülerek çalışmaya devam edilmişti. Avradakiler'in etkilenmesi ise dikkatin dağılması şeklinde oluyor. Işık varsa Medyum'a değil, çevreye bakıyorlar, hatta konuşuyorlar. Gerçi karanlık ortamda uyuklıyanlar da olur ama, o kısmı bizi fazla ilgilendirmiyor... Çalışmalar mümkün olduğu kadar karanlık ortamda yapılmalı, ancak bu karanlık Celse İdârecisi'nin hem Medyum'u, hem de Avradakiler'i gözlemesini, dikkatle tâkip etmesini önlememelidir. Kısacası, Celse İdârecisi karanlıkta bile kartal gözlü olmalıdır.

Medyum, Varlığın çamurlardan nisbeten kurtulmuş olarak görüyor. Bu geçen Celse'de Varlığa verilen telkinler, yapılan dualar ve onun pişmanlık duymasından dolayı olabilir. İnsanın aklına "Günahlardan dolayı çekilen azaptan kurtulmak bu kadar kolay mı?" sorusu gelebilir. Doğrudur, ama tecrübelerimize göre bâzı Varlıklar'da bu böyle kısa zamanda olmakta, bâzılarında ise yıllar, asırlar sürmektedir. Teşevvüş hâli de öyle... Yani bâzı Varlıklar Âhıret'e intikal edince şaşkınlıkları, bocalamaları, alışamamaları yıllar sürmekte; bâzısı ise kısa zamanda toparlanmaktadır.

Âhıret Âlemi muammalarla doludur. Ruh konusunda, Ruhlar Âlemi konusunda bilgimiz son derece azdır.

İdâreci- Ne konuşalım, üstâdım, bugün?
Varlık- Bugün de biraz sizden bahsedelim.
İ- Şimdi. Yukarı'da geçen Celsemizde bize...
V- Haa, evet... Evet.
İ- Sıradan bahsedildi. Sırayı soracaktım.
V- Anladım... Şimdi, bakın...
(gülüyor) ... Burada çok karışıklıklar oldu... Yukarlar'da...
İ- ??? Evet... Niçin?
V- Bâzı insanlar çok şanslıdır. Burada da, orada da... Orda bir Gülen vardı, hatırlıyor musunuz?
O da onlardan birisi ama, kötü bir insan değil... Buna emin olabilirsiniz...
Daha Yukarılar müsaade etmediler. Bugün de müsaade etmiyecekler. Oraya çıksanız bile,
sizi indirecekler aşağıya... Çünki...

Eğer burada açıklama yapmazsak, Celse'nin gidişâtı anlaşılamıyacak... Elimizde zaptı yok, ama anladığımıza göre bu Medyum'la yapılan bir önceki Temas'ta Medyum daha Yukarılar'a çıkmış gibi hissetmiş kendisini... Orada Gülen, hatta Alay Eden bir Varlık'la karşılaşmışlar. Varlık Celse İdârecisi "sırayı tâkip etmemek"le suçlamış, İdâreci de fenâ alınmış... Bizim değerlendirmemiz, bu bir aldatma idi. Çamurlu Adam daha iyi durumda ama, bir takım aldatmalar yapmaktan da vazgeçmiyor olabilir. Muhtemelen o veya onun çevresindekiler böyle bir oyun düzenlemişler. Varlığın gülmesinden bunu anlıyoruz. Ayrıca " O da onlardan birisi ama, kötü bir insan değil" diyor. Muzip Varlıklar... Öte yandan herhalde oyuna devam etmekten, cezâ almaktan çekindiği için, "Daha Yukarılar müsaade etmediler. Bugün de müsaade etmiyecekler. Oraya çıksanız bile, sizi indirecekler aşağıya" diyereki o Gülen Varlık'la irtibatı önlemeye çalışıyor. Ama Celse İdârecisi bir türlü kendisini sıra yüzünden azarlanmasının etkisinden kurtaramıyor.

İdâreci- Müsaade değil, efendim... ben sırayı öğrenmek istiyorum. Tâkip edeceğimiz sıra nedir
ilerideki Celseler için? Bunu benim bilmemde fayda var.
Varlık- Evet... Bir dakikanızı... Siz geçen defa bir soru sormuştunuz, "Vazife verilmedi mi?" diye...
Size yolu ben göstereceğim.
İ- memnun oluruz.
V- Ama bugün burda bu kadar... Daha sonraları eğer müsaade olursa, berâber çıkarız Yukarılar'a.
İ- Tamam da, ben şu sırayı öğrenmek istiyorum. Yâni bir sıra tertip edilmiş, bu anlaşılıyor...
Ve biz bozmakla itham edildik bu sırayı.
V- Bakın... Bir asansördesiniz.... Düşünün... Bir kat mı çıkmak daha kolay,
yoksa on katı birden aynı zaman içinde mi çıkmak kolay?.. İnsan vücudu üzerindeki tepkiyi
hissedebiliyor musunuz?
İ- Hayır... Hayır, ben şimdilik bilmiyorum Medyum'un üzerindeki tepkiyi ama...
V- Evet, evet, anladım sizin söylediklerinizi... Onun için yavaş yavaş...
"Erişir menzîl-i maksuduna âheste giden" demişler.... Birisi demiş... İşte onun için yavaş yavaş...
İ- Peki... Bu sırayı söyliyebilecek misiniz, dostum? Nerde durmamız gerekli?
V- Burdan sonra ben size... Bakın, şeyi anlatayım... Burdan sonra her basamağı...
Nereye çıkarız?.. Düşünün... Bakın... O dönen yere... Medyum'un döner gibi gördüğü yere...
Orayı izah edeceğim...
Tabii şimdi değil... Müsaade buyurun da, sonra...
Ondan sonra daha Yukarılar'da Gülen Arkadaş'la tanıştıracağım...
Ve Yukarılar eğer kabul buyururlarsa, ziyârete çıkacağız.

(Bundan sonra Celse İdârecisi Gülen Varlığın ismini öğrenmeye çalıştı ama muvaffak olamadı. Celse'ye son verildi.)

İşte böyle, dostlar!.. Öyle her gözünü kapayan "hooop" diye Üst Makamlar'a çıkıp, "şıp" diye Üstün Varlıklar, Mevlâna, Atatürk, Uzaylılar, Agartalılar, Atlantisliler ile görüşemez!.. Medyumlar'ın en az % 95'i böyle Karanlık Tabakalar'da bir süre takılır. Dikkat edilmezse oradaki Varlıklar'ı Üstün veya Uzaylı zanneder, yutar, yutturur... Zâten kimse Uzaylılar'la, Agartalılar'la, Atlantisliler'le, Melekler'le görüşemez. Olsa olsa Ruhlar'la veya Cinler'le İrtibat kurar. Bu İrtibat'ın hemen tümü kendi denetimi dışında cereyan eder. Tedbirli olmazsa, sabırlı olmazsa, bilgili olmazsa, başı dertten, vücudu çamurdan kurtulmaz.

Bizden söylemesi!..

***

Bir Celse daha nakledelim bu Medyum'dan.

Varlık : Çamurlu Adam, Seyit
Medyum: Mustafa
Celse İdârecisi: Fethi
Tarih : 29 Temmuz 1967, Cumartesi
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Refik, Medyum'un kızkardeşi

İdâreci- Şimdi yükselmeye başlıyoruz... Yükseliyoruz... Gördüklerinizi anlatınız.
Neler görüyorsunuz?
Medyum- ... Bulutlar...
İ- Yükseliniz... Yükseliniz... Neler görüyorsunuz?.. Geçtiniz mi bulutları?
M- ......
Varlık- Merhaba.
İ- Merhaba, dostum.
V- Nasılsınız?
İ- ??? Sağol. Siz nasılsınız? Rahat mısın?
V- Evet.
İ- Biraz daha yüksek ses.
V- Olur.
İ- Çünkü banda kaydediyoruz.
V- Peki.
İ- Lûtfen.
V- Eveeet...
İ- Nasılsın?.. İyi misin? ÇAMURLAR ne oldu? Kalmadı!
V- İyi... Hamdolsun, kurtuldum ondan.
İ- Evet, ALLAH'a şükür... Ne yapıyorsun?... Bu arada nelerle meşgûl oldun?
Ne yaptın? Ne düşündün?
Kısaca anlatır mısın?
V- ... Benim size bir vazifem vardı... Çıkacaktık.
İ- Çıkalım mı?
V- Evet.
İ- Şimdi Medyum size bağlı olarak mı çıkacak?
V- Evet.
İ- Yâni sen, sonra devredeceksin, öyle mi?
V- Ben gücümün yettiği yere kadar...
İ- Peki, yükselelim o hâlde.... Buyurun... Yükseliniz... Dostumuzla birlikte...
Ve anlatınız bize, lûtfen, neler olup bittiğini... Çevrenizde gördüklerinizi de anlatırsanız,
memnun kalırız.
M- .... Yukarı'ya doğru İTEKLİYOR...
İ- ??? Medyum mu konuşuyor?
M- Evet... Hep o İTEKLİYOR...
İ- ??? Evet... Daha sür'atli bir şekilde yükseliniz. Rahatlıkla yükseliyorsunuz. ...
Neler görüyorsunuz?
Başka bir Varlık- ... GENE Mİ SİZ???
İ- Kimsiniz, efendim?
V- Geçenlerde karşılaşmıştık... Eee, ne yapalım?.. Hoş geldiniz.
İ- Hoş bulduk.
V- Zâten bekliyorduk.
İ- Bize kendilerine dâir birkaç söz söyler misiniz? Kimliğinizi aydınlatmak için.
V- Ben Trabya taraflarında yaşamıştım.
İ- İsminiz neydi?
V- Seyit.
İ- Evet. Geçenlerde sizden bahsedildiğini işitmiştik.
V- Sâhiden mi? Nasıl?
İ- Bu Hevale dostumuz vâsıtasıyla olmuştu. Hatırlarsanız, bir Masa Celsesi'nde....
Bulunmuş muydunuz?
V- ... Olabilir...
İ- Peki, TRABYA'da mı demiştiniz?
V- Evet.
İ- Nerelerde bu TRABYA?.. Ben çıkartamadım.
V- İnceleyin, bulursunuz.
İ- TRABYA mı, TARABYA mı?
V- TE-R-A-B-Y-A...
İ- Türkiye'de mi bu?
V- İnceleyin, bulursunuz.

İnceledik, bulamadık. Trabya yok, TRAKYA var, TARABYA var. Tarabya, İstanbul Boğazı Avrupa yakasında, Sarıyer ilçesine bağlı bir mahalledir. Deniz kenarındaki tavernaları, balık lokantaları ile ünlüdür. Adı "terapi" anlamındaki Therapia'dan gelir. 5. yüzyılda adı "Therapeia" olarak Patrik Attikos tarafından değiştirilmiştir. TRAKYA ise, Güneydoğu Avrupa'da yer alan güney Bulgaristan, kuzeydoğu Yunanistan ve Türkiye'nin Avrupa kıtasındaki topraklarını içeren, târihi çok zengin bir bölgedir. Türkiye sınırları içindeki yüzölçümü 23.764 km²'dir. Adını bu bölgede yaşamış TRAKLAR'dan almıştır. Traklar M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender'in topraklarını ele geçirmesiyle asimile olmuş bir kavimdir. Herodot'a göre Hindular'dan sonra dünya üzerindeki en kalabalık halk idiler. Tabii ki doğru değil, Çinliler ve Türkler'i unutmuş... Kaldı ki, Traklar, Turak-Türk adıyla bizdendir.

1967'de bulamadık, ama 2017'de bir TEL ABYAD adı dolaşmaya başladı, Suriye karışıklıklarından dolayı... Bandı bir kere daha dinleyince varlığın TEL-AB-YAD'a yakın bir telâffuz kullandığını işittik. Araştırınca da, Suriye'de, Türkiye sınırına yakın TEL ABYAD yerleşim birimini bulduk... Demek ki Varlık hiç değilse bu konuda doğru söylüyormuş.

Öte yandan 19 Mayıs 1967 günü Cengiz'in Medyumluğu ile yapılan Celse'de Hevale adındaki Varlık, Seyit adını veren bu Varlık hakkında birkaç şey şöylemişti. Ondan bahsediyor.

İdâreci- Biraz aydınlatır mısınız? Kaç yıllarında?
Seyit Adındaki Varlık- Bugün bırakın... Bugün konuşmak istiyorum. Mâdem ilk defa şey yaptık.
İ- Peki... Ama tanışmak doğru olur, zannedersem... Önce tanışıp, sonra konuşalım.
Ama sen bilirsin gene de...
V- Ben bugün konuşmak istiyorum.
İ- O hâlde konuşunuz. Biraz daha yüksek sesle.
V- "Herşey sırayla" demiştik. Sırası geldi... Hatırlıyorsunuz, Medyum ilk geldiği zaman...
"ilk geldiği zaman" dememdeki gâyem, tek başına gelmişti. Bir zaman ortasında
konuşmak istedik, olmadı. Çünki uyumadı. Sonradan onların yemek yediği yerde,
(Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ndeki kafeterya'da) öğlenleri orda da aynı şekilde...
İ- ??? Ne zaman bu öğlenleyin, efendim_
V- Siz okula gelmiştiniz. Teknik Okulu...
(Celse İdârecisi'nin notu: 26 Temmuz 1967 günü
Medyum'u ziyarete ODTÜ'ye gittiğimde, yemekte, Medyum'un âniden gözleri
titreyerek kapandı. Bu hepimizin dikkatini çekti. Fakat bir sâniye sonra kendine geldi.)
İ- Yemekte, değil mi?... Şu geçen gün...
V- Evet.
İ- 26'sında ayın... Çarşamba günü.
V- Herhalde 26...
İ- Farkettim Medyum'un transa geçtiğini... Fakat çabuk toparlandı. Buna siz mi teşebbüs ettiniz?
O mu teşebbüs etti?
V- Onun haberi yok.
İ- Siz mi etmiştiniz?
V- Evet.
İ- Bunda gâyeniz neydi?
V- Sizinle biri an önce konuşmak. Yoksa bugün de bu kadar çabuk müsaade etmezdik.

Hemen duralım, çünkü son derece önemli... Varlık, Medyum'u üniversite kantininde uyutmuş. ALLAH'tan Medyum kısa zamanda kendine gelmiş... Böyle bir durum, En Üstün Varlık dahi teşebbüs etse, son derece gereksiz ve tehlikelidir. O yüzden biz, Operatörler, birini uyutunca, "onu başka hiç kimsenin uyutamıyacağı, kendi kendine uyumıyacağı, bu tarz çalışma dışında hiç transa girmiyeceği ve hiçbir Varlık'la Temas kurmıyacağı" konusunda çok sıkı telkinler, hattâ emirler veririz. Düşünsenize... Bir öğrenci üniversite kantininde yemek yerken, birden dalıyor, sar'a nöbetine girmiş gibi, ve başka birisi olarak konuşmaya, etrâfındakilerin anlamadığı şeylerden bahsetmeye başlıyor!.. Medyum'u ne kadar kötü bir duruma sokar!.. Ayrıca herhangi bir rahatsızlık veya tehlike hâlinde müdâhale ne kadar güçleşir!.. Hele bir Vasat-altı Varlık, hattâ daha kötüsü, bir Geri Varlık İrtibat kurmuşsa!.. O yüzden böyle teşebbüslere asla müsaade etmeyiz. Celse İdârecisi burada Varlığı çok kesin bir şekilde uyarmalı idi.

Seyit adındaki bu Varlık âcilen konuşmak istiyormuş... Ne sanırsınız?.. Kendisi ile ilgili bir husus var, veya bildirmesi gereken önemli birşey var... Halbuki Varlık Medyum'un Kızkardeşi hakkında konuşmaya başlıyor. Acaba bunu nasıl değerlendirmek lâzım?..

İdâreci - Konuşalım o halde... Ben de oturayım, uzun uzun konuşalım.
Varlık- Bugün çok iyi oldu. Kardeşini de getirdi. Ona karşı bâzı şeyler söylemek istiyorum.
O, hislerine kapılarak hareket ediyor.
İ- Ne gibi?
V- O kendisi bilir, efendim. Hislerine kapılarak hareket ediyor. Sâdece kendi yaptığını
doğru zannediyor. Kendisi ne kadar doğruysa, büyükleri ondan daha fazla doğru.
Çünki onun düşünmediği bâzı noktalar var. Ona göre hareket etsin. Dâima büyüklerini
kırmaktan çekinsin. Kendisi duyuyor, değil mi?
İ- Tabii duyuyor. Duyuyorsun, değil mi?
Medyum'un Kızkardeşi- Evet.
V- Evet... Bakın, siz... Söyliyeyim: Birşey düşünüyorsunuz, "olur mu - olmaz mı?" diye
birşey düşünüyorsunuz. Ona teşebbüs etmeyin. Çünki size hiçbir faydası olmayacak.
Sizi kötü yola, yâni kötü işlere sevkedebilir. Siz kendi çevrenizdeki büyüklerden
başkasının sözün bakmayın.
İ-Kastettiğini anlıyabildiniz mi?
Medyum'un Kızkardeşi- Evet.
V- Ben bu kadar söylemek istiyorum. Geri kalanı kendisi anlar. Sormak istediği birşey var mı?
Medyum'un Kızkardeşi- Yok.... Birşey sorabilir miyim?
İ- "Birşey sorabilir miyim?" diyorlar.
Medyum'un Kızkardeşi- Derslerim hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
V- ...
(Gülüyor)... Herkes aynı şeyi sorar. Bunun hakkında size birşey söylemek isterim.
Çalışın!... ALLAH çalışanların emeğini boşa gidermez!
Medyum'un Kızkardeşi- Kazanabilecek miyim?
V- Bakın... Bakın... Ne sorulmıyacak bir soru!.. Siz acemi olduğunuz için böyle şey ediyorsunuz.
Zannederim, ilk defa geliyorsunuz ,,, Veya duydunuz böyle şeyleri... Dinleyin beni!..
Çalışın!.. Çalışın!... Çalışın!.. Yapacağınız yegâne şey bu!.. ALLAH dâima sizinledir.
Size yardım edecektir. Kâlbinizi temiz tutun. Dâima doğrui olun ve çalışın! Başarı sizindir...
Yeter mi?
Medyum'un Kardeşi- Yeter.

Gene duralım... Varlık burada Medyum'a sempatik görünüp yamanmak için mi, yoksa gerçekten yardımcı olmak için mi kızkardeşi'ni uyarıyor, bilemedik. Ancak hem âile büyükleri konusunda, hem de dersleri konusunda söyledikleri doğru. Bu yüzden Mesaj'ını lehine sayabiliriz... Dikkat ediyorsunuz, değil mi, her cümlesini, her kelimesini, her belirtiyi değerlendirerek Varlık hakkında bir kanaate sâhip oluyoruz. Yoksa, J. Z. Knight'ın (gerçek adı Judith Darlene Hampton) 9 Şubat 1977'de, evinin mutfağında yemek yaparken, âniden karşısında beliren ve Aktör Yul Brynner'a benzeyen, Lemuria adlı kıtada, 35 bin yıl önce yaşadığını söyleyen Ramptha'ya inanması gibi, ilk andan kendini kaptırmak olmaz!..

İdâreci- Evet, Üstâdım, başka söyliyeceğiniz?
V- Şimdi sizle konuşalım... Siz birisini kurtardınız. o da sizi dostunuz olanı...
İsmini vermedi. İsmine de lûzum yok çünki. O sizin dâima dostunuz... Evet, yardım ediyor.
Onun sâyesinde buraya kadar gelebildiniz. Onun için onu bundan sonra unutumayın!
Olur ya, bâzen doğrudan buraya gelmeyin. Mümkün olabilir.
Onun için onu dâima unutmamanızı tavsiye ederim.
İ- Yok, onu unutmayız da, ben birşey söyliyeceğim. Siz şunu tasvip eder misiniz?
Şimdi Medyum Yukarı Bölgeler'e girdiği zaman, o frekans bölgesiyle uyuşurken
biraz zorluk çeker. Yüksek Bölgeler'de fazla uzun kalması başlangıçta mümkün olmaz.
Onun için Aşağı'daki dostumuzla önceleri değil de, Celselerin son kısmında görüşmek istiyoruz.
V- Bakın, zâten ortık o istemese, siz onu bulamazsınız. Çünki ona biz buraya kadar vazife vermiştik.
İ- Yâni bir daha görüşemiyecek miyiz?
V- Görüşürsünüz, ama o isterse... Ona göre.. Rastlarsa demek istiyorum... Fakat onu unutmayın.
Unuttuğunuz an...
İ- Yok, unutmayız. Dualarımız arasında dâima yer alacaktır.

Keşke Celse İdârecisi Varlığın "unuttuğunuz an" ifâdesini kesmeseydi de, unuttukları an ne olacağını öğrenebilseydik... Bir tehdit mi, yoksa sitem mi?.. Seyit adlı bu Varlık, acaba niye "Çamurlu Adam'ı unutmayın" diye bu kadar ısrar ediyor?.. Seyit, Çamurlu Adam'a vazife verdiğini söylüyor. Acaba doğru mu?.. Sonra artık onun pek görüşmiyeceğini belirtiyor. Niye?.. Kurtulduğu için mi?.. Yoksa Medyum'un karşısına Seyit olarak çıktığı için mi?.. İşte bu sualler bizim gibi Kurt Spiritualistler'in kafasına sürekli takılır.

Seyit Adındaki Varlık- Tamam!.. Onun için evvel-sonra, farketmez.
İdâreci- Celselerimize yeni katılan başka bir dostumuz var. Onun için birşey söylemek ister misiniz?
V- ... Dâima iyi olsun... İçindeki kurtlukları, Şeytanlıklar'ı atsın! Dâima iyi olsun.
İ- Şimdi, dostum, müsaade ederseniz, bir-iki soru sormak istiyorum.
V- Bugünlük yetmez mi?
İ- Aşağı'daki Varlığa soralım o hâlde.
V- Zannetmem sorularınıza cevap verebileceğini... Sorun.
V- Peki.. İstanbul'da BEYTÎ adında bir Varlık var. Bu Varlığın hüviyetini bize aydınlatır mısınız?
İcâbında Yukarı'dan alarak...
V- ... Buradaki Büyükler'den biri... Kendisi, kendisi hakkında yeteri bilgileri veriyor.
Bizim daha fazla söylememizi doğru bulur musunuz siz?
İ- Hayır.. Bilinmez... Acaba göründüğü kadar Büyük mü?..
V- Evet... İnsanların değil, fikirlerin büyük olması önemli... Sizde ona dâir bâzı bilgiler,
yazılar var. Okuyun. Sizin de aklınız var. Fikirleri büyükse, o Büyük'tür. Eğer fikirleri küçükse,
o Küçük'tür.
İ- "Bir soru sorabilir miyim?" diyorlar.
V- Yalnız... yalnız soruya cevap vermeyebilirim, ona göre.
Refik Bey- Dostum, benim mesleğimi biliyorsunuzdur.
V- Ne biliyorsunuz bildiğimi?
Refik Bey- Biliyorsunuz, açıklıyalım... Ben subayım. Şimdi bu subaylıkta mesleğimi ilerletmek istiyorum.
ve azmindeyim de. Acaba ben bu mesleğimde mi Şeytanlıklar, yâhut kurtluklar düşünüyorum?..
Bunları atmak için çalışmam lâzım. İyi olmam lâzım.
V- Ben size genel olarak konuştum. Kurtluk, Şeytanlık, iyilik bakımından olursa iyidir, makbûldür.
Fakat bu iyilik başkalarını ezerek olmasın. Dâima kendinizi yükseğe çıkartmak için başkalarını
kenara atmayın. Dâima siz yükselirken başkalarına dokunmayın! Siz yükselin. Çalışın, muvaffak olun.
Fakat ziyânınız olmasın! Benim demek istediğim bu.
İ- Başka bir söyliyeceğiniz var mı?
V- Ben size söz hakkı tanımıştım. Buraya kadar... Müsaade ediyorum, gidebilirsiniz.
İ- Kimliğinizi vermiyecek misiniz?
V- Siz de bencillik ediyorsunuz.
V- Ama merak ediyorum.
V- ALLAH'ın son günü bugün değil ya!..
İ- Peki... Aşağı'ya doğru ininiz.

Bizim bu Varlığın Geri olduğu hususundaki değerlendirmemiz değişmiş değil. Ama, gördüğünüz gibi, ondan bile yararlı sözler alabiliyoruz. Şeytanlığı bilmem ama, Subay dostumuza söylediği "kurtluk" iyi yönde olursa iyidir. Zâten biz bu kısmı yazmadan "Kurt Spiritualistler" tâbirini kullanmışız... BEYTÎ DOST diye bilinen Varlığa gelince, Ferhan Erkey'in bir Celse'sinde "Hem kendisi veriyor, hem de Yukar'dan alıp veriyor. BEYTÎ zâten 'iki' demektir" ifâdesi verilmişti. Bizce BEYTÎ Vasat veya Vasat-üstü bir Varlıktır. Öyle dendiği kadar Üstün Varlık, İsâ Peygamber falan değildir. Refet Kayserilioğlu böyle düşünerek çok kimseyi yanıltmıştır.

Varlığın "Çalışın, yükselmeniz başkalarını ezerek olmasın" türü nasihatları doğru ve yararlıdır. O yüzden biz bu Celse'yi "boşa geçmiş vakit" saymıyoruz. Her zaman dediğimiz gibi, En Geri Varlık'la kurulan İrtibat'ta bile edinilecek tecrübeler, öğrenilecek hususlar vardır. Yeter ki, aldanıp Vahiy, Üstün Mesaj falan aldığınızı sanmayın!

*****

Bir başka Medyum, başka Varlıklar... Biz bunlara "İlk İrtibatlar" diyoruz... Yeni Medyumlar yükselirken genellikle sıradan insanların Âhıret'e göçmüş Ruhlar'ı ile karşılaşırlar.

Varlık : Kadir , İnci
Medyum: Güney
Tarih : 14 Aralık 1960
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Refik, Muhtelif kişiler

İdâreci- Gördüklerinizi ve hissettiklerini anlatınız.
Medyum- .... Çok ağır çıkıyorum....
İ- Gittirkçe sür'atiniz artıyor.
( Hızlı yükselme Telkinleri verilir)
M- ..... KARANLIK....
İ- Çıkmaya devam edeniz.
M- ...... Hızlandım.... ÇOK KARANLIK...
İ- Devam ediniz yükselmeye.
M-....,. Etraf aydınlandı... Gün ışığı gibi...
İ- Biraz daha çıkınız.
M- ,,,,, Aydınlık...
İ- Biraz daha çıkınız.
M- ..... Gözlerim kamaşıyor....
İ- Durun öyleyse... Biraz aşağı inelim... ... Burası nasıl?
M- İyi...
İ- Burada durunuz. Ufkî olarak dolaşınız... Gördüklerinizi ve hissettiklerinizi bize
söyleyiniz. Bizimle görüşmek isteyen Muhterem Varlıklar'la Temâs'a geçiniz.
M- ..... Sıcak....
İ- Biraz daha aşağı ininiz..... Burası nasıl?
M- İyi...

Medyum "İyi... Aydınlık" der de, buna hemen kapılmamak gerek... Çünkü bir Geri Varlık Medyum'u ve sizi aldatmaya çalışıyor olabilir. İdâreci'nin gözleri dört değil, sekiz açık olmalı ve Medyum'un yüzündeki ve vücudundaki değişiklikleri büyük bir dikkatle tâkip etmeli, sözlerinden ne durumda olduğunu çıkarmasını bilmelidir. Bu dikkat, bir Varlık'la İirtibat'a geçince de devam etmelidir. Ruhlar'la İrtibat çocuk oyuncağı, gece eğlencesi değildir. Çok ciddi bir bilimsel faaliyettir.

İdâreci- Burada durunuz ve burada gezininiz.
Medyum- .... Hiç bir şey görmüyorum....
İ- Dolaşınız, efendim.
M- ............... Bir şeyler var gibi etrâfımda....
İ- His mi ediyorsunuz, görüyor musunuz?
M- Hissediyorum.
İ- Ne gibi bir his?.. İzah ediniz.
M- ... Birileri bana bakıyor gibi...
İ- Bu Muhterem Varlıklar'la Temas mümkün mü?
M- ... Göremiyorum ki!!... Hissediyorum...
İ- Bu hissinizden bizimle görüşmek isteyip istemediklerini anlamıyor musunuz?
M- ....... Karşıda biri oturuyor gibi.... Çok uzak...
İ- Yaklaşınız... Temâs'a çalışınız.
M- ... Şimdi görüyorum... İhtiyarca biri....
İ- Kimmiş bu Muhterem varlık?
M- .,.. Konuşmuyor ki!... Oturuyor...
İ- Bizimle görüşmek istemiyorlar mı?
M- .... Bir şey söylemiyor...
Siz sorunuz. Rica ediniz.
M- ... Evet...
İ- Bizimle görüşecekler mi?
M- Evet.
İ- Kimmiş bu Muhterem Varlık? Lûtfetsin adını.
Varlık- KADİR...
İ- Hoş geldiler Meclisimize. Kim bu? Hangi senede yaşamış? Lâkabı nedir?
V- Gezeğen...
??? Efendim?
V- Gezeğen...
(Gezegen Kadir.. İdâreci anlamaz.)
İ- ??? Bize emirleri var mı?
M- ... Dua istiyor...
İ- ... Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. ALLAH kabul etsin. Başka bir emirleri var mı?
V- Hayır.
İ- Kendileri hangi senede yaamış ve ne iş yaparmış?
V- Yeni devirde.
İ- Hangi senede?
V- 949...
1949'da ölmüşler mi?
V- Evet.
İ- Ne iş yaparlarmış?
M- ...."Hayır, diyeceğim" diyor.
İ- Hayatta tanıdıkları var mı?
V- Belki var ama, ben tanımıyorum.
İ- Peki. Ne iş yaparmış? Ona göre şey edelim.,
M- .... Söylemiyor... Fakat çok üzgün...
İ- Niçin ızdırap çekiyor?
M- ... "Dünyâ'da" diyor, "hiç bir işey yaramadım...Burada da bir kenara atıldım.
İ- Bu vaziyetten kurtulmak istiyorsa, azmetsin. ALLAH'a dua etsin. Biz de kendisi için
dua edelim. Bu durumdan kurtulacaktır.
Acaba hangi suçundan dolayı bu durumdadır? Tembellikten mi?
V- Tembel değildim.... Evden çıkışımı bile bilmiyorum... Annem ve babam var mı?...
Onu bile bilmiyorum.
İ- Oldukça mühim bir sıkıntıda bu Varlık. Vazife istesinler Yüksek Varlıklar'dan.
Azmetsin, kurtulacaktır.
V- Daha vazife almaya ehil değilim... Bunu ben de hissediyorum.
Bir daha lûtfeder misiniz?
M- "Bunu ben de hissediyorum" diyor.
İ- Bu bile iyi bir başlangıç. Bu hâlden kurtulacaktır.

İdârece o târihte acemi olmasına rağmen, Celse'yi çok iyi götürmüş şimdiye kadar. Varlık GEZEGEN lâkablı KADİR... Görüldüğü gibi daha tam kendine gelememiş Geri bir Varlık, ama tehlikeli değil. Noksanının farkında ama ne yapacağını bilemiyor. Celse İdârecisi bunu bilmesine rağmen ondan yapamıyacağı şeyler talep ediyor.

İdâreci- Kendilerinden bir şey rica edeceğim. Kabul ederler mi?
Varlık- Söyleyin.
İ- Ali Nazmi Bey'in Ruhunu rica ediyoruz. Temas ettirebilirler mi?
Medyum- ... "Buna hiç bir şey yapamam" diyor...
İ- Kendilerine biz ancak dua ediyoruz. Müsaade ederlerse, biz diğer Varlıklar'la Temas azmindeyiz. Ayrılacağız.

Hemen burada belirtelim, Varlığı böyle dışlamak doğru değil. İdâreci'nin ifâdesi, "Seni beğenmedik, biz başkasına gidelim" anlamına gelir. Kim olsa, alınır. "Başka bir arzunuz var mı? Yoksa müsaadenizi rica edelim" demesi daha uygundu.

Medyum- "Bir şey söylesem yaparlar mı?" diyor.
İdâreci- Buyursunlar, efendim. Mümkün olan her şeyi yaparız.
M- .... Vazgeçti...
İ- Peki.
M- .... Bir şey anlatmak istiyor, sonra vazgeçiyor...
İ- Kendiler için dua ediyoruz. En kısa zamanda bu sıkıntıdan kurtulacaklardır. Bir
dahaki Celsemize bu Üstâd'ı bekleriz. Şimdi ayrılalım.
M- ... Ayrıldı...
İ- Peki, efendim. Şimdi dolaşalım.
M- .... Bir KIZ görüyorum... Uzak... Şimdi yaklaşıyor...

İ- Lûtfen Temas temin ediniz...
M- .... Gene o....
(Medyum'un 22 Kasım 1960 Celsesi'nde karşılaştığı İNCİ...
Medyum ağlamaya bsşlar)
İ- İnsan sevdikleriylen görüşürken ağlar mı? Daha rahat olur. Konuşun lûtfen.
M- .... Konuştu....
İ- Bizimle bu akşam görüşmek istiyorlar mı?
Varlık- Evet.
İ- Öyleyse Meclisimize hoş geldiler... Hepimizin hürmetlerini söyleyiniz.
Bu Muhterem Varlığın ismini söyler misiniz?
V- İsim kalsın.
İ- Peki, efendim. Bize bir emirleri var mı?
V- Hayır.
İ- Hayatta âilesi var mı, efendim?
V- Evet.
İ- Âilesine kendisiyle knuştuğumuzu bildirelim mi, efendim?
V- Evet.
İ- Peki. Âilesi iç in bir mesaj versinler, kendilreine bildirelim. Hattâ Medyumumuz'dan
istifâde ederek, kendi sesleri ile konuşmaya çalışsınlar. Kaabil mi?
M- ... "Hayır," diyor...
İ- Peki, efendim. Öyleyse doğrudan doğruya söylesinler.
V- .... Özür dilerim...
İ- Ama söyliyeceklerdi. Bir şey söylemek istemiyor mu âilesine?
M- .... Âilesinden özür diliyor...
Peki. Adresini bize versinler, biz de bildirelim.
M- .... Adres vermiyor...
İ- Biz âilesini tanımıyoruz ki... Ne şekilde bildirelim bu özrü?
M- .... "Bilemiyecem ben" diyor, "bir şey".
Efendim?... Sizin için mi vermiyor?
M- Evet. ... Kolum ağrıyor.
İ- Hangi kolunuz? Sağ kolunuz mu ağrıyor?
M- Evet.
İ- Peki, ben şimdi pas yaparak geçiriyorum......
(kolu sıvazlar, ağrı geçer)
tekrar Temas temin edin... Ne zaman ölmüşler?
V- '53...
İ- Rahatszlığı neymiş?
V- Tüberküloz.
İ- Evli miymiş_
V- Evli.
İ- Çocukları var mıymış?
V- Hayır.
İ- Yâni kaç yaşında ölmüş oluyorlar?
V- 21...
İ- ALLAH rahmet eylesin... Çok genç... Âilesinden veya kocasından bir şey
istemiyor mu? Kendilerine yardım etmek istiyorum.
M- ...
(medyum tekrar üzüntülü bir hâl alır) .....
İ- Bu Muhterem Varlığın size böyle üzüntülü bir hâl vermemesi lâzım... Kendilerinden
bir şey rica edecüeğiz. Acaba kabul ederler mi?
M- .... "Söyleyin" diyor...
İ- Kendilerinden bedenleşmesini rica ediyoruz. Bize kendilerini gösterebilirler mi?
V- Hayır.
İ- Lûtfetsinler.
M- ... Gülüyor... "Hayır" diyor...
İ- Buna imkân yok mu? Rica ediyorum.
V- Hayır.
İ- Peki. bizimle daha fazla görüşmek istemiyorlar mı?
M- ... O istiyor konuşmak...
İ- Öyleyse görüşsünler.
M- Ben üzülüyorum.
İ- Bunda üzülecek bir şey yok. Mâdem sevdiğiniz bir şahıs... Sevinmeniz lâzım, değil mi?
M- Evet.
İ- Bu Muhterem Varlık, bu fikrime iştirak ediyor mu?
V- Hayır.
İ- O da mı üzgün?
M- ... Sâdece knuşmak istiyor...
İ- Peki, konuşalım...
V- ... Fakat üzgün
(Medyum) ...
İ- Peki. Kendisi bulunduğu yeri bize anlatsın. Durumu nedir?
M- ....
( gene üzüntülü) .....
İ- Anlatmıyacaklar mı, efendim?
M- ..... Konuşuyoruz....
İ- Haa, siz konuşuyorsunuz... Peki, konuşun.

Medyum'la, hayattayken tanıdığı Varlık kedi aralarında konuştuktan sonra, İdâreci Şahsi Sualler'e geçer. Varlığa, seviyesi gözönünde tutulmadan istikbâle dîr sualler sorarlar. Bir kaçına cevap verdikten sonra, herhalde Yukarı'nın uzarısıyla vazgeçer. Zâten verdiği cevapların gerçekleşeceği kuşkuludur.

İdâreci- nurver Hanım'la Şemsi Bey'in sonu ne olacak?
Varlık- İSTİKBÂL SORMAYIN! Suali geçiniz.
İ- Nazif Bey, "Medyum olabilir miyim?"^diye soruyor.
V- Deneyin.
İ- Fizikî mi?
V- Değil.
İ- Aramızda Fizikî Medyum var mı?
V- .... Evet... İki tâne... Birini itanıyor gibiyim. İsmini bilmiyorum. Biri kadın... Sarışın,
kıvırcık saçlı gibi... Sabahat Hanım... Geçen sefer uyumuştu: Ali Bey...
İ- Müsaadenizle ayrılıyoruz, efendim.

İşte böyle... Tabii her iki Varlığa da sorulacak başka sualler vardı. Maksat sohbet olmalı. Çünkü o seviyedeki Varlıklar'ın hemen hepsinin ihtiyâcı konuşmak... Onlara konuşarak ve tavsiyelerde bulunarak yardım etmek gerekir. Her Varlık'tan Tebliğ alınmaz.


*****

Diğer sayfalarda da göreceksiniz, İdâreci o dönemde Fizikî Tezâhür üzerinde çok duruyor. "İçerdeki masaya kâğıt-kalem bıraktım. Bir de soru yazdım. Lûtfen cevâbını yazın" diyor. Bu deneme gerçekleşmiyor. Yukarıda Varlığa "Bedenlenin, görünün" diyor, bu da gerçekleşmiyor. Aşağıdaki Celse'de bu konu işleniyor... Acaba neden gerçekleşmiyor?

Varlık : Hâfız Sinan
Medyum: Güney
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih : 1960
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Refik, Muhtelif kişiler

Celse'nin sâdece bir bölümü alınmıştır.

İdâreci- Biz bundan evvelki Celselerimizde Ruhlar'ın Bedenleşmesi'ni arzu ediyorduk.
Fakat bunda bir türlü muvaffak olamadık. Acaba hatâlarımız, noksanımız nedir?..
Medyum- Bende denemiştiniz... "Bulunduğun yeri hatırlat onlara," diyor...
Orta oyunu mu seyretmeye gelmişlerdi?
İ- Efendim, bütün arkadaşlar bu Muhterem Varlıklar'la Temas'ı, konuşmayı arzu
ettikleri için gelmişlerdi.
Varlık- İlk defa geliyorlardı.
İ- Evet, efendim. Ve bir çok arkadaş bunu görmeyi arzu ediyorlar.
V- ÇOK ZOR!..
İ- ??? Evet. Acaba Muhterem Üstâdımız'dan rica etsek, kendilerini bize
gösterebilirler mi?
V- Siz NE ŞARTLAR LÂZIM, onu bilmiyorsunuz.
İ- Lûtfederler mi bize acaba, şartların?.. Noksanlarımızı bilelim.
V- Çok, çok noksanlarınız var.
İ- Bizi irşat buyursunlar. Lûtfetsinler. Câhiliz bu hususta.
ZEMİN ve MEKÂN'a dikkat edin!
Buradaki ZEMİN, "VASAT" demek)
İ- Bunu bir parça açıklar mısınız, efendim?
M- ... O size soruyor...
İ- ??? Buyursunlar.
M- ... "Acaba o gece hiç sıkıntı çekmedi mi?" diyor.
İ- Anlıyamadım, efendim.
M- O size soruyor: ""O gece sıkıntı çekmedi mi?" diyor.
İ- Bu sıkıntı ne bakımdan?
V- Dış tesirler.
İ- Evet, sıkıntı çektim. Hakikaten etrâfın kalabalık olması dolayısiyle, biraz gürültü
vardı. Ve etrâfıma, "Muhterem Varlıklar'la Temas'ın olduğu"na inandırmak gâyesiyle
yapıyordum.
V- Fakat hem senlen, hem onlan ALAY ETTİLER... İsimlerini de veririm sana.
İ- Lûtfedin, efendim. O şahısları bir daha aramıza almam.
V- Siz niye kendiniz seçemiyorsunuz da, benden yardım umuyorsunuz?
İ- Siz dâima kaadirsiniz her şeyi yapmaya.
(HÂŞÂ!.. Hiçbir Varlık her şeye
kaadir değildir. Ancak ALLAH her şeye kaadirdir. Hele ki, bu ne olduğunu, kim
olduğunu tam bilmediğimiz Varlık! Zâten hemen itîraz ediyor)
V- DEĞİL!...
İ- Bizler maddeye bağlıyız. Bundan kurtulmak için hâmi olarak sizden rica ediyorum.
V-
(Medyum'a hitâben) Sen uyudun... Senin ilk girdiğin zaman sağ tarafında oturuyorlardı.
Şahıslar... Şahıs değil.
İ- Evet, efendim. Bunları Celse'ye almaktansa...
M- ... Espiri yapıyor... "Elif-Be'den mi başlayım?" diyor...
İ- Bizi irşat buyursunlar. Bu arkadaşları Celse'ye almakla, onlara inançlarımızı ispat etmek
istiyoruz. Onları da biraz olsun Tekâmül'e seketmek, nihâyet bizim Tekâmülümz
bakımından iyi bir şey değil midir?
V-
(Yine Medyum'a hitap eder) Yapmak istediğiniz şey, senin burda bulunman kadar
kolay değil... Nihâyet ilk... ilk zaman çekiyordun... Şimdi daha kolay Temas ediyorsun
bizlerle.
İ- Bizim bu Bedenleşme'deki hatâmız nedir? Lûtfederler mi?
M- Suss!... Bir şey söylüyor...
V- Bir sual sordunuz. Elimden geldiği kadar izah edeyim. Fakat kesilmesin.
İ- Özür dileriz.
V- Sözlerim bitince, soracağı olursa, sorsun.
İ- Peki, efendim.
V- Yaptığınız iş basit değildi. Ama VASATINIZ İYİ DEĞİLDİ... Sonra bu
(Medyum)
bir başkasıyla konuşmuş olsaydı, aynı şey de ondan istenseydi, onu ancak sen görebilirdin.
İ- Evet, efendim.
M- ... "Zannediyor musunuz ki," diyor, "buradakilerin hepsi olacak hâdiseyi görebilirler?"
diyor...
İ- Evet. Acaba onların görmemesinin sebebi nedir?.. Mâdem ki Ruh bir bedene sarınıyor,
bir maddeye sarnarak bize gösteriyor kendisin?
V- ....Bu gece de hep beni mat ediyor!... Zâten ben bir şey bilmiyorum.
İ- Estağfirullah, efendim.
M- .... Bir sual de o sordu: "Cam madde midir?"
İ- Cam maddedir.
V- İyi silindiği takdirde faretmediğiniz olur mu?
İ- Olur. Evet, efendim.
V- Niye maddeyi göremiyorsunuz?
İ- Nur içinde yatınız. Fevkalâde bir cevap... Evet, iyi silindiği itakdirde camı
göremeyiz. Ama bunu ben de göremem. Ama biraz evvel buyurduğunuz,
Ruh'u ancak ben görebiliyordum. Diğerleri göremiyordu. Sebebini lûtfederler mi?
V- Siz görebiliyor muydunuz?
İ- Hayır. Ben de göremiyordum.
V- Ters anlamışsınız.

Burada soru ve cevaplar biraz karışmış. Eğer şartlar yerine getirilebilse, ve bir Varlık kendisini gösterebilse, onu Medyum görebilir. İdâreci de az-çok Medyumluk olduğu için o da görebilir ve Hâzirûn'dan Medyum tabiatlı olanlar da görebilir, diğerleri göremez. Ferhan Erkey'in bir Celse'sinde, ve benim bir Celse'mde böyle bir durum hâsıl oldu, birer Fartom, yâni hayâlet ama korkutucu anlamında değil, belirdi. Ferhan Bey gördü, ben görememiştim. Benim Celse'mde de gören oldu, ben yine göremedim. Kaabiliyet meselesi...

İdâreci- Şimdi içimizde Fizikî bir Medyum var mı, efendim?
Varlık
(yine Medyum'a) Bunu sana söyliyemem. Bunun mânâsını soran da bilmiyor.
İ- Müsaade buyururlarsa, bir parça bunda mâlûmatımız olduğunu tahmin ediyoum.
Fizikî Medyumlar EKTOPLAZMA denen bir madde çıkarırlar. Ruh ta bu maddeye
bürünerek bedenleşir... Bizim Madde Âlemi'nde öğrendiklerimiz bunlar.
V- Siz bunları Madde Âlemi'nde mi öğrendiniz?
İ- Evet, efendim.
V- Yalan!
İ- Bir başka âlemi hatırlamıyorum. Ama Madde Âlemi'nde okuduklarım...
V- Şimdi oldu... Okuduklarınız neye dayanıyor?
İ- Kitabı yazan muhterem şahısların bildiklerine, tecrübelerine dayanıyor.
V- Tecrübelerine?
İ- Evet.
V- Evet. Hattâ bu uğurda bir çok resim vardır. Arzu ederlerse, çantamın içinde böyle
bir resim vardır. Belçika'da veyâhut İngiltere'de yapılan bir Bedenleşme çalışması.
V- Peki. Fotoğrafını çektiğini söylediğiniz şeyler, kitapta olduğunu söylediğiniz şeyler,
bir muharririn roman yazması gibi, hayâl mahsûlü müdür?
İ- Hayır, değil efendim. Bakınız, siz muktedirsiniz, elimde, görüyorsunuz.
V- Evet.
İ- Bu mecmuanın üzerinde Belçika Kraliçesi Arktrit bedenlenerek böyle görümüştür.
Bir tarafında kendi resmi var. Sonra mecmuayı açtığınız takdirde...
M "Bırakın onları da, benim izah etmek istediğimi anlıyabildiler mi?" diyor...
İ- Evet, VASAT üzerinde durdular.
V-
Gene Medyum'a hitap) Okuduğu şeyler de, senin benlen konuşman gibi,
deneye dayanan şeyler... Belki buna KENDİ İÇİNDEN GELEN ŞEYLERİ DE İLÂVE EDİP
yazıyorlar.
İ- Onu bilmiyorum.
V- Evet, öyle...

Bende hep o "Ruh Fotoğrafları" hakkında kaybolmayan bir şüphe vardır. Mâlûm, Fox Êilesi ilk başlarda bir Ruh'la İrtibat hâlinde idi, konuşuüyorlardı. Sonra İrtibat kesilince hile yapmaya başladılar. Sonra ormanda Periler ile irtibata geçençocuk yaşta bir Medyum, (genellikle böyle olaylar blûğ çağından önce olur) büyüyüp te çevresindekilee gördüklerini anlatınca alay etmişler, o da onları ikna edebilmek için ağaç dallarına Peri resimleri yapıştırıp kendisiyle berâber resmini çektirmiş, böyle reklâm yapmıştı.

İdâreci'nin Bahsettiği Resim

Ruh Resimleri'nden çoğunun sahte olduğu da ortaya çıkmıştır. meselâ, yukardaki resim, hayatta çekilmiş fotoğrafının aynıdır. Yâni, birisi o resmin üzerine tül geçirmiş, başının eğimini bile değiştirmemiş, duvara asmış!.. Ama Ruhlar görünür mü?.. Elbette göründüğüne, görenler olduğuna inanırım. Resimlere inanmam!.. Alın bir tâne daha!...

Burda da bir kadına beyaz gelinlik giydirmişler, başına duvak yerine omuzlarından sarkan bir tül atmışlar, perdenin arkasına saklanıp sonra meydana çıkmış... Dokunan var mı?.. . Dokunsalar da hileli!... Ruh yerine bir insan... Halbuki Ektoplazma jöle gibi, pelte gibidir, tuttun mu, elin içine geçmesi lâzım...

Haa, "Muhakkak bunlar hilelidir" de diyemem... Belki bu ikisi hakiki Bedenlenme resmidir, ama inanamıyorum işte. Çünkü çok sahtesi var. Ben de çekememişim böyle resim... Nasıl inanayım?

Yeri gelmişken Periler hakkındaki düşüncemi de belirteyim. Eskiler âlimler Anâsır-ı Arba'dan, yâni Dört unsur'dan bahsederler.TOPRAK, SU, ATEŞ, HAVA... gittikçe seyyalleşir bunlar... KUR'AN "İnsan'ın TOPRAK'tan, Cinler'in ATEŞ'ten yaratıldığı"nı söyler. Tabii bizim anladğımız mânâda olmayabilir... Ben de Periler'in SU'dan, Melekler'in HAVA'dan yaratıldığını düşünürüm. Gene tabii anladığımız mânâda olmayabilir... Bakın, İslâm Ansiklopedisi'nde Periler için ne bilgi var?.. PERİ , "efsânelerde yer alan, olağan üstü güzel, hayâlî varlık" diye verilmiş.. Makaleyi yazan Nebi Bozkurt... Kendisine şükran borçluyuz.

Farsça PERÎ kelimesinin aslı Zerdüşt dininin kitabı Zend-Avesta’nın çeşitli bölümlerinde geçen PAİRİKA olup, “büyü yapan, büyüleyen kadın” anlamına gelmektedir. Pehlevî dilinde parik/parig ve daha sonra PERÎ olmuştur. Zend-Avesta’da pairikadan ateşin, suyun, ineğin, ağacın, yerin üstüne gelen kovulmuş bir yaratık, İblîs ve şer olarak söz edilir. Eski İran efsânesinde güzel fakat şeytanî bir kadın şeklinde tasvir edilen Pairika, Hint kutsal metinleri Vedalar’da sözü edilen ve tabiatın dişil ruhu olarak kabul edilen Apsaralar’dan gelmektedir. Onlar genellikle Su Perisi veya Ormanın Ruhu diye kabul edilir, çok hünerli ve çok güzel yaratıklar şeklinde tanımlanır. Pairika'nın zamanla kötülüğü temsil eden yönü kaybolmuş ve hûri ile özdeşleşip, güzelliğin simgesi haline gelmiştir. Farsça’da “melek” anlamındaki perişte ile (ferişteh, firişte) benzerliği dikkat çeker. Batı dillerindeki fairy kelimesi perinin Araplar'ca ferî şeklinde telaffuzundan gelmektedir.

Kitâb-ı Mukaddes’te ve Kur’an’da Peri'den söz edilmez. Eski Ahid’de yer alan, “servet içinde güzelliğinden şımaran meshedilmiş Kerûbî” teşbihi Peri Masalları'ndaki ifadeleri çağrıştırır. İslâm’da Peri inancı yoktur, ancak Müslüman toplumlarda Peri Cin'le, Cinler'in aslının Melek olduğu inancı ile irtibatlandırılmıştır. Türk halkı arasında Peri genellikle Cin taifesinin güzel ve zararsız kısmına verilen addır ve bu sebeple güzelliğin simgesi olmuştur. “Perî-rû, Perî-peyker, Perî-çehre” gibi sözler yüz güzelliğini anlatmak için kullanılır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “Türkân-ı perî-çehreler”den (peri yüzlü güzeller) söz eder.

Peri'nin karşıtı çirkin ve kötü yaratılışlı Dev'dir (Dîv). Yûnus Emre’nin bir şiirinde bu ikili şöyle yer alır:

Bir dem Dev olur, yâ Perî
Vîrâneler olur yeri
Bir dem uçar Belkis ile
Sultân-ı ins ü cân olur

Yûnus’un bu ifâdesinde Devler'in daha çok virânelerde bulunduğuna ve Belkıs’ın Periler'le olan ilişkisine dâir inançlara telmih vardır. Araplar Sebe Melikesi Belkıs’ın Peri soyundan geldiğine inanırlardı. Bir rivâyete göre babası Hedahid (Hedhâd), Cinler'in Melikesi olan Rükâne bint Seken’e tâlip olmuş ve bu evlilikten Belkıs doğmuştur
(Taberî, IX, 528; Kurtubî, XIII, 187).

Bâzı eserlerde Hz. Peygamber’e izâfe edilen bir söze göre de Belkıs’ın ebeveyninden biri Cinler'dendir. Câhiz bedevîlerin Cinler'in kendilerine göründüğü, kendileriyle konuştuğu ve onlarla evliliğe dâir iddialarından söz eder. Türk Masalları'nda da Peri ile evlilik konusu yer almaktadır. Dede Korkut hikâyelerinde Konur Koca oğlu Sarı Çoban’ın Peri Kızı ile ilişkisinden, Peri Kızı'nın ondan hâmile kalıp Tepegöz’ü doğurmasından ve Oğuz’un başına kötülük getirmesinden söz edilir Türk Mitolojisi'nde Peri Kızı'na bâzı olağanüstü güçler atfedilir. O kötülük sembolü olan Karahan’ı ağaçkakan yapıp kendisini atmaca hâline dönüştürür ve onu avlamak ister.

Peri güzelliğin simgesi olmakla berâber ürperti veren bir anlamı da içinde barındırır. Nitekim eski Türkler’de aynı zamanda Görünmeyen, Zararlı bir Varlık şeklinde kabul edildiği anlaşılmaktadır. Kâşgarlı Mahmud, Türkler’de Periler'in çocuklara zarar vermesine ve göz değmesine karşı tütsü yapılıp, çocuğun yüzüne üflendiği ve “ısrık ısrık” (ey Peri, ısırılmış olasın) dendiğini nakletmektedir.
(Dîvânü Lugati’t-Türk Tercümesi, I, 99)

Doğu kültüründe olduğu gibi Avrupa’da bilhassa eski Yunan, Roma, Kelt ve Töton; Amerika’da Kızılderili ve Aztek; Afrika yerlileri ve Eskimo kültürlerinde Peri ve benzeri Varlıklar'a inanılır. Periler Yunan mitolojisinde “nereid”ler, “nymph”ler, “musa”lar (müz); İskandinav kültüründe “troll”ler ve “elf”ler; İskoç ve İrlanda kültüründe “shee”, “pixy”, “pixie” ve “sprite”; Keltler’de "Sidh"ler, Almanlar’da “undine” ve Fransızlar’da “fée”, Japonlar’da “kitsune”ler gibi birçok adla yer almaktadır. Batı’da edebiyat yanında resim, heykel ve dekoratif sanatlarda Peri tasvirleri önemli yer tutar. Periler normal boyda, kanatlı güzel kadınlar şeklinde tasvir edildiği gibi, pervâne veya kelebek kanatlı, bazan mâvi renkli bir çiçeğe konmuş böcek kadar küçük Varlıklar olarak da tasvir edilir. Batı’da çok sayıda yazar Peri Masalları kaleme almıştır. Bunlardan Hans Christian Andersen ve Jacob-Wilhelm Grimm kardeşlere âit olanlarla, Shakespeare’in "A Midsummer Night’s Dream"i (Bir Yaz Gecesi Rüyası) meşhurdur. Lâmiî Çelebi’nin Unsurî’den tercüme ettiği "Vâmık u Azrâ" Doğu kültürüne âit meşhur Peri Masalları'ndandır. Eski İran edebiyatı da Peri geleneği açısından son derece zengindir.

Biz ne yapıyorduk, yâhu?... Haa, Celse'yi naklediyorduk. Devam edelim.

İdâreci- Şimdi Muhterem Üstâdım, Bedenleşme hâdisesi
var mıdır, yok mudur? Bir Ruh istediği zaman Bedenleşebilir mi, bedenleşemez mi?
Varlık- İSTEDİĞİ ZAMAN DEĞİL... Bir şey...
(Gene Medyum'a hitap eder)
Medyumİlk nazarda senlen konuşmayan, niye konuşmadı?"
diyor...
İ- Haaa...
V- Aldılar
(o Varlığı)
Gitti. Evet, efendim. Kadir Geçzegen isminde Muhterem bir Varlık'tı. Yâni???
V- Bedenleşebilmek için de aynı şey.
İ- MÜSAADE şu hâlde...
V- Evet.
İ- Şimdi şâyet bir müsaade olursa, bizim Medyumumuz bu işe elverişli midir,
değil midir? Veyâhut içimizde bu tip bir arkadaş mevcut mudur, değil midir?
V- Yanıldığınız noktayı söyliyeyim... "Fizikî" dediğiniz Medyumlar, gene bir
Medyum'dur. Sen de bir Medyum'sun. Fakat sizlerin "fizikî" dediğiniz Medyumlar,
tesâdüflerin size "fizikî" dedirttiği Medyumlar'dır. Siz Ruh'un sâdece Fizikî
Medyumlar'da Bedenleştiğini zannediyorsunuz... Vee o iddiada bulunuyorsunuz.
İ- Evet...
V- Size şunu anlatayım ki, . Bedenleşmeyi arzu eden Ruh tesâdüfen o Medyum'un
karşısına çıkar ve ona MÜSAADE VERİLMİŞSE sizin anlamınızda olmayan bir Bedenleşme
olur... Yâni, NE ELLE TUTULUR ...
(Gözle görülmesine rağmen) Bu, burada kalsın!
İ- Evet, efendim.
V- İşin mânâsını bilmeyenler... Daha evvel bir şey söylemiştim.
(Gene Medyum'a)
sen ve o... Konduğunuz mevki... Gene aynı şey oldu...
İ- Anlamadım.
Medyum- "Senin son bulunduğun Celse'de sen ve o... Siz... konduğunuz mevkii
hatırladınız mı?" diyor...
İ- Evet, efendim. "Alay ettiler," dendi. O değil mi?
V- Evet... Bu, burada kalsın....

Varlık bizim belirttiğimizi böylemiş... Bedenleşme olur. gözle görülür ama, elle tutulmaz... İkincisi, bir önceki Celse'de "görsünler" diye Celse'ye alınanlardan bir kısmı İdareci ve Medyum'la inanmadıkları için alay etmişlerdi, Varlık "Bu Celse'de de onlardan var, aynı şey oldu" diyor. En önemli kısmı da MÜSAADE meselesi... Biz daha önce İZİN VERENLER, İZİN ALANLAR açıklaması yapmıştık.

İdâreci- Bir tek sualim daha var: Kur'an-ı Kerim'i Türkçe'ye
çevirmek doğru mudur, değil midir?
Varlık- Şimdiye kadar niye böyle bir sual sormadınız? Hem de bu hususta çok yardımım
olacağını bildiğiniz hâlde.. İnsanların İYİ'yi bilmesi, ULU'ya inanması kadar tabii bir şey
var mıdır?.. Belki bedenliyken böyle düşünmezdim... ANDAN TABİİ BİR ŞEY OLMAZ!
İ- Çok güzel!.. Nur içinde yatasınız.,
V- Yapılmış.... Hem de tefsirleriyle birlikte... Başka lisâna da tercüme ediyorsunuz.
Onlar da okuyor ve...
Medyum- Doğru söylüyor... "Sen dâhil" diyor... Bir yığın insan... Onları okuyanlar kadar
bile olamıyorsunuz."
- Belki günah diye zihninizde yer eden şey... anlıyamamak korkusundandır. Bu mevzuda
sizleri tam mânâsıyla aydınlatırdım...
M- .... Gidecek gibi davranıyor... Konuşmuyor...
İ- Peki. Bir dahaki konuşmamız Salı günü.
V- Evet.
İ- Dua edelim.... ALLAH kabul etsin.
V- Ben gidiyorum.
(Medyum'a) Sen de git...
M- ... Gitti.

Daha önce de bahsetmiştik... Yalnız İdâreci'nin sorusu lâstikli... "Kur'an-ı Keim'i Türkçe'ye çevirmek" mâlûm, tercüme etmek ve Türkçe de okunmasını sağlamak... Bu bir... İkincisi çevirip sâdece Türkçe'sini kullanmak... Bu olmaz!... Çünkü Varlığın dediği gibi, elde 50'ye yakın tercüme var. Tefsirler var. Her birinin anlatışı farklı. Çünkü tercüme edenlerin idrak seviyeleri farklı. Ama bu kötü değil, çünkü her biri o idrak seviyesinde olanlara hitap ediyor. Eğer sâdece bir tek Türkçe tercüme alınır ve Arapça Kur'an tamâmen terkedilirse, yanlışa sapılır, herkes o tercümeyi yapanın idrak seviyesinde kalır, İslâm'dan uzaklaşılır. 1400 yıl sonraki idrake göre İslâm anlayışıı bugün böyle... 1000 yıl sonra ne olacak?... O zamanki tercümeye göre olacak!...

Varlık kendini Hâfız Sinan olarak tanıtmış... Onun için "Yardımım olur" diyor. Bir de "yabancıların, Müslüman olmayanların okudukları kadar okumuyorsunuz KUR'AN'ı" diyor... Gerçekten de her Müslüman'ım diyenin Arapça bilmiyorsa, mutlaka KUR'AN'ın Türkçe tercümesini en az bir kere okuması lâzım... Okumadan olmaz!..

****

Medyum bir hafta önce bir Varlık'la karşılaşmış idi. O Celse'nin zaptı elimizde yok. Ama neler cereyan ettiği aşağıda anlaşılacak.

Varlık: Fatma
Medyum: Mediha
Tarih: 13. Ekim 1960
Usûl: Hipnoz yoluyla ruhî infisal

Medyum- ..... (gülerek) Gene ayn kadın...
İdâreci- Hangi kadın?
M- Geçen haftaki...
(gülerek) Gene aynı kadın...
İ- Tanışıyorsunuz artık. Ahbaplık edebilirsiniz. Kimmiş acaba o?
M- .... Çok ters bakıyor bana...
İ- Yanaşınız. .. konuşunuz...
M- .... "Gelme yanıma" diyor...
İ- Niçin?
M- .,.. Bilmiyorum...
İ- Kimmiş bu?...Adını sorunuz. Uzaktan sorunuz.
M- Kimsin? ...
(gülerek) FATMA... (gülüyor) ... Gene aynı sıkmalar...
Gene aynı sürmeli gözler... Kenarın dilberi bir hatun... Çok hoş vallahi!..
Pahgi sene ölmüş?
M- .... 1903...
Bizim iç in bir şey söylemek istemiyor mu?
M-..... "Seninle alay edeceğim" diyor bana...
İ- Onu sonra yapsın. Evvelâ bizim suallerimize cvap versin.
M-.... Amaan!... Çok bayağı bir kadın!... Beğenmedim bu kadını hiç!..
İ- Rica etseniz... belki İyi bir Varlık'tır... Bizlerden bir şey istediği var mı?..
Onun için dua edeceğiz. Bir sıkıntısı var mı?
M- ...
(gülerek) Deli bu kadın, canım!:.. Vallahi deli!.. Normal bir kadın değil...
(kadın bir şey diyor, medyum cevap veriyor) Zâten sana metelik veren kim, yâhu!..
(gülüyor) ... Amaan, uzaklaştırın Allah aşkına şu kadını yanımdan!.. Çok âdi!...
Hiç beğenmedim...
İ- Ona öyle diyeceğinize, dua edeceğimizi söylesenize.
M- Etmem dua. Niye edeyim?
İ- Biz ediyoruz.
M- Ben etmiyorum.
İ- Siz etmeyin. Bizim nâmımıza söyleyin.
M- .... Alaycı bir kadın bu...
İ- Bir ızdırâbı var mı?... Belki bir ızdırâbı vardır.
M- .... "Var" diyor.
İ- Neymiş?
Varlık- Kocam.
İ- Kocasına ne olmuş?
M- ... Evlenmiş bir daha...
İ- Peki, ne istiyor? Biz ne yapabiliriz?
M- .... Arkasından da "Geç!" diyor, "evlenmişse evlenmiş"...
İ- Peki, onun ordaki sıkıntısı nedir?
M- .... Hayatta iken çok gaddar bir kadınmış...
(medyum'dan kadına) Çek cezânı
şimdi işte!...
İ- Peki, bizden ne istiyor?... Kendisine dua ettiğimizi söyleyiniz. O da ALLAH'a yalvarsın.
Muhakkak bir aydınlık görecektir.
M- .... Bu kadın iflâh olmaz. .. İstemiyorum böyle kötü insanlarla bir arada olmayı...
Hayır, istemiyorum... nefret ediyorum...
O kötü olmuş...
M- İyileşmez!..
İ- İyileşir... Ne yapmamızı istiyor, onu iyileştirmek için? Ona yardım edelim. Onu yalnız
bırakmıyalım. Doğru bir hareket değil.
M- Böylei gelmiş, böyle gider...
İ- Orda muhakkak ki bir ızdırap çekiyor.
M- Çeksin!
İ- Bir Karanlık'ta kalmış... Ona yol göstermek lâzım... Bizden ne sityior? He şekilde
yardım edebiliriz?
M- Haydi, geç!..
İ- Bizden ne istiyor? Lûtfen sorunuz. Yardım edelim.
M- Asil Ruhlar'la görüşmek istiyorum. İstemiyorum bu bayağı insanları!.. Zorlamayın,
istemiyorum... Hayır!...

Bak, bak!... İyi işte, ya!... Ohh!... Çok aydınlık!... Güzel!... Kurtuldum, neyse ondan...

Varlığın sıkıntısı ne, anlıyamadık... Ancak dikkate değer bir husus var. Medyum Geri bir Varlık'la, hele bu Kadın'la hiç görüşmek, konuşmak istemiyor ve İdâreci'ye bu konuda direniyor, sonunda ayrılıp yükseliyor... Yâni, her Uyuyan, Uyutan'ın her dediğini yapmaz. Bu, onun karakteriyle ilgilidir. Karakterinin yatkın olduğu, aklının yattığı şeyleri yapar.

****

Bir başka Medyum, başka Varlıklar... Medyum'un ilk Yükselişi olduğu için daha ziyâde Geri Varlıklar ile karşılaşıyor. Yapacak bir şey yok. Dikkatli olup, çalışmaya devam etmekten, onun ilerlemesini beklemekten başka...

Varlık: Geri Varlıklar, Fatma
Medyum: Ayhan
Tarih: 2 Aralık 1960
Usûl: Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Özelliği: İlk Yükselme

Medyum- KARANLIK.... Yavaş gidiyorum... ALACA KARANLIK bir yer.... Bir HOCA gördüm...
kayboldu... Gene KARANLIK.... bir hoca var... Gene kayboldu...

..... Bir MAĞARA.... İkiye ayrlıyor... Bir ADAM... Elinde taş var... Taşa bakıyor... Cevap vermiyor...

BİRAZ AYDINLIK... Bir dağ başı... Tam zirvesinde oturuyorum... Hiç kimse yok...
... Bir adamcağız, elinde kürekle toprak kazıyor.... MISIRLI birisi... konuşmuyor...

SİYAH bir bulut.... komik şeyler oluyor... seyrediyorum... (devamlı gülümser) ....
Çok güzel bir su var... Elinde mızraklı ROMALI ASKER gibi birisi bana doğru yaklaşıyor...
Selâm veriyorum... "Bırak" diyor "beni!" ... Yardım etmiyor. "Git te bak" diyor...

Düz bir saha... GÜNEŞ IŞINLARI yerde aksediyor... Boş... Kimse yok... Asker "Bu tarafa
git" dedi ama,... Bir KADIN var... kocası ölmüş... Yazık!... Yakına geliyor...
İdâreci- konuşacak mı?
M- ... Kocasının merâsimini gösteriyor... Yeni ölmüş... Gidiyorlar... Kadınla yanyana
duruyoruz... Cenâze var... SİYAHLAR giyinmiş kendisi zâten... "İşte benim kocamdı"
diyor... Çok içmiş... seyyar satıcı imiş... Esans falan satarmış... Çok eskiden ölmüş...
Adımı da söylüyor... "Ayhan" diyor bana... "Sen geldin" diyor... Konuşacak....

Merâsim bitti... İsmini sormayalım... "Konuşalım da, sonra" diyor... Ölen adamın evini
beklerdim... Çocukları bir kız, bir oğlan... Onların da çocukları var.
İ- Bulunduğu yeri bize izah etsin.
Varlık- Ben hep iş yaparım... Sırtımda yük taşırım.
İ- Hayatta iken bir suçu, günâhı varmıymış? ... Öyle ise dua edelim.
M- ... KARANLIĞA GİRDİK... İsmi FATMA imiş... Yüzü çok parlak... Yüzüne güneş geliyor...
Bir dua istiyor...
İ- Dua edelim, efendim.... Ben ve arkadaşlarım dua ettiler. ALLAH kabul etsin...
Bize bulunduğu âlem hakkında bilgi verebilir mi/
M- ... Özür diliyor... Çok eskiden ölmüş... Ahşap bir evde otururlarmış... tekirdağ'da...
Duaya teşekkür ediyor.
İ- Bâzı sualler soracağız.
V- Cevap verebildiğim kadar.
İ- Âdil Bey'in ölen ikiz kardeşinin adı ve durumu nedir?
M- ... Gitti artık... Gitti...

Masa... Masanın üstünde işlemeli bir testi... Bir şey göremiyorum... BİRAZ ALACA... Gene
bir mağara ağzı... İÇİ ÇOK KARANLIK... Bulunduğum yer NORMAL AYDINLIK... Aydınlık
bir yer...
İ- Dolaşınız. Bizimle görüşmek isteyenlerle Temâsa geçiniz.
M- ... Kimseyi göremiyorum... Hissediyorum, fakat kimse yok... Kimseyi göremiyorum...

Bir İHTİYAR var... Elinde bir sopa var... O da gitti... İNMEK İSTİYORUM... Kimse gelmiyor.
Temas temin edemiyorum... Âdeta kaçıyorlar... Görüyorum, kayboluyor...
İ- Sizi aşağı doğru indireceğim. İnmeye başlayınız.
M- .... Bir kovuktan geçtim... İndim... Tamam...

siz ne dersiniz, bilmem ama, enteresan bir Celse... Medyum ylükselirken KARANLIK- ALACA KARANLIK- AZ AYDINLIK tabakalarda... Kendisine öyle görünüyor veya öyle gösteriliyor olabilir. Bir HOCA kılıklı, bir MISIRLI, bir ROMALI kılıklı, bir İHTİYAR adamla karşılaşıyor. Diğerleri de var... Karanlık tabaka'da olan komik şeyleri anlıyamıyoruz. Ama Medyum rahatsız olmadığı için tehlikeli bulmadık. Romalı Asker niye Medyum'u kadına yönlendiriyor, onu da anlamadık. Cenâze Töreni İmajı enteresan... Öyle törenler bu dünyâda yapılır... FATMA isimi veren kadın hem çok eskiden ölmüş, hem de şimdi cenâze için "kocamdı" diyor... Aradan o kadar uzun zaman geçmiş olamaz... belki Varlığa uzun gelmiştir... Ama daha sonra "Ölen adamın evini beklerdim" diyor ki, o zaman kocası olamaz. "Onun yanında çalışıyormuş" diye anlıyoruz. Zâten kendisi de "Ben hep iş yaparım... Sırtımda yük taşırım" diyor... Orada da mı yük taşıyor, bilmiyoruz... Çelişki sâdece bu değil. Medyum hem "Karanlığa girdik" diyor, hem de Fatma için "Yüzü pek aydınlık" diyor... Kocası da seyyâr satıcı imiş, esans satarmış... Bütün bunlardan bu zavallı Geri Varlığın Teşevvüş hâlinde olduğunu anlıyoruz. TEŞEVVÜŞ , "karışıklık, bulanma, çalkantı, karma karışık olma" demektir. Spiritualist literatürde "Âhıret'e intikâl eden Ruh'un ilk başlarda geçirdiği şaşkınlık, hâfıza karışıklığı, ne yapacağını bilememe hâli" diye geçer... Ama ya ona, ya da Medyum'a yardım eden Hâmi Ruhlar var, Medyum'u bu yardıma ve duaya muhtaç kadına yönlendirdikleri gibi, onun sıkıntısının kocasının ölümü olduğunu bize anlatıyorlar.

Medyum Ayhan'la çalışmalar devam etti mi, bilemiyorum. Hatırlamıyorum... Etse, iyi olurmuş... Hem kendisi, hem de Fatma için...

*****

Medyum Ayhan'ın ikinci Celse'si.... Hemen Üstün bir Varlık'la İrtibat'a geçecek diye bir beklentiye girmeyin... Bu o kadar kolay değil.

Varlık: Muhtelif Varlıklar
Medyum: Ayhan
Tarih: 20 Ocak 1961
Usûl: Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Özelliği: İkinci Yükselme

Medyum uyutulur, derinleştirilir. Sonra yükseltilir.

İdâreci- Gördüklerinizi söyleyiniz.
Medyum- .... Hiç bir şey... KARANLIK... Kimse görünmüyor...
İ- Hissettiklerinzii söyleyiniz.
M- .... Kırmızı damlı küçük bir ev... Net göremiyorum... ÇIKARIN BURADAN!...
Söylemek istemiyorum... Günah!... Çünkü Hazret-i İSÂ'yı görüyorum... Çarmıha
gerilmiş... ölmüş vaziyette....
Hemen duralım... Medyum yükselmeye başlar başlamaz Karanlık Tabaka'da bir İmaj görür... Önce bir ev... Sonra onunla alâkasız Hazreti İSA^'nın çarmıha gerilmiş hâli... Bunu birileri göstemektedir... Ama niye, anlıyamıyoruz... Müslümanlar'ın çoğu Hazret-i İSÂ'nın çarmıha gerilmediğine, ölmeden göğe çekildiğine inanır. Bu konudaki düşüncelerimizi aşağıda açıklıyacağız.... Medyum, Hazret-i İSÂ gibi bir Peygamber'in çarmıha gerilmesini günah saydığı için, bu görüntüden uzaklaşmak için "Çıkarın buradan!" diye feryad ediyor... Tabii Karanlık Tabaka'dan kurtulmak için de olabilir...

İdâreci- Yükseliniz... Gördüklerinizi söyleyiniz...
Medyum- .... Hiç bir şey!:.. Boşluktayım... Karanlıktayım... Bir İSPANYOL KADIN...
Oynuyor... KARANLIK'ta bir kadın...
İ- Bizimle konuşmak ister mi/
M- .... İş yok o kadında... Başımı çarptım...
(Nereye) Taşlık bir yer...
İ- Yükseliniz... mütemâdiyen yükseliyorsunuz... Ne hissediyorsunuz?
M- .... Durun bakalım.... Bu gece IŞIKLAR YOK... bri sandukanın başındayım... Kırmızı
bir ışık görüyorum... karşıda...
İ- Gördüklerinizi anlatınız.
Biraz ben seyredeyim, sonra... NASREDDİN HOCA... Eşeğe ters binmiş, geliyor...
Ayağında mestler var... Başında tavuğu var... çok hoş bir zat... Şimdi eşeğe düz
bindi... "Gel, eşeğe bin" diyor... İnsaf yâni!... Küçücük eşek... Vallahi komedi!...
İ- Bizimle görüşmek istiyorlar mı?
Varlık- ....Hayır, kat'iyen!...
İ- Biz bir fıkra anlatır mı?
M- .... İki karpuz var kolunda... "İşte ben böyle sığdırırım" diyor... Gülüyor... Gitti!...

Biri "Nasreddin Hoca'yım" dedi diye hemen inanacak mıyız?.. Hayır!.. Peki, hemen reddedecek miyiz?... Yine hayır!... Çünkü elimizde yeterli done yok... Varlığın lehine puanlar şöyle: hoş bir zat... kavuğu, mesti var... Eşeğe ters binmiş... ve koltuğun altında iki karpuz... esprili... Ama yeterli değil... Yalnız o da, İspanyol Kadın da tehlikeli değil... Medyum'a bir zarar vermiyorlar, rahatsız da etmiyorlar. Çarmıh sahnesi etmişti... Medyum'un "Çıkarın" talebine uyulmalıydı, İdâreci uymuştu... Bakalım ikincisinde ne yapacak?

Medyum- ... Bir mektup var...
İdâreci- Kime âit?... Okuyunuz.
M- ... Bir okuyabilsem... Yok ettiler mektubu... İmza biraz karışık... Hepsi bir anda
yok oluyor...

Bir hasta var.... ÇIKARIN BENİ BURADAN!...

İ- Kim hasta?
M- ... Bilmiyorum...
İ- Dolaşınız.
M- ... Yaklaşmıyorlar bana... Varlıklarını hissediyorum... Görünmüyorlar. Neden,
bilmiyorum... Halbuki şey istiyorum ben... Bir onunla konuşabilseydim...
İ- Kiminle konuşuyorsunuz?

İdâreci anlamadı... Medyum'un kafasında karşılaşmak istediği biri var... Belki bu Tabakalar'da olan Varlıklar bunu algıladıkları için, o kisveye bürünemedikleri için yaklaşmıyorlar ve görünmüyorlar... Mektup ve Hasta yine anlaşılamadı... Yukarda da bir Sanduka vardı...

Medyum- .... Bir sürü birileri geldi... Kızıl saçlı, uzun boylu, yeşil cübbeli birisi...
Gâyet hoş bir zat... MEVLÂNA CELÂLEDDİN-İ RÛMÎ galiba...
"Yere otur" diyor... Oturamam ki!.. Bir sürü kavuklu insan doldu...
İdâreci- Acaba yeni bir mısra söylerler mi?
M- ... Hayır... "Onları karıştırma" diyor... Güzel adam ama... Genç ölmüş...
İ- Hangi sene ölmüş?
M- ... 1800 galiba... Göremiyorum... "İnsaf" diyor... Hepsi bağdaş kurdu, oturdular...
Şeytan diyor ki, "Hepsine birden kalk demeli!" .... Hem de türbenin içindeler hepsi...

Burada duralım... Gelen Varlık Hazret-i Mevlâna değil... Bunu Varlık da belirtti. Kendi 1800'lerde ölmüş.. Mevlâna 1200'lerde... Ancak türbe ve yukarıdaki sanduka bağdaştı. Bir de bu kavuklu insanlar... Bir tarikat mensupları... Mevlevî olabilir... Tabii öyle görünüyor da olabilirler, bilemeyiz ki... Ama şimdilik bir tehlike yok. Her nedense İdâreci birden şahsî suallere geçiyor. Varlık da her nedense cevap veriyor.

İdâreci- Oya Hanım'ın istikbâli hakkında bir şey söyler misiniz?
Varlık- ...Uzak bir yol...
İ- Benim istikbâlim hakkında bir şey söyler misiniz?
Medyum- ... "O istikbâlini yapmış" diyor... "İyi adam" diyor... "Hem de çok iyi." ...
"Bir noktada iyi değil. Hevesi" diyor... "Hayâl âleminde yaşıyor... Bu tarafı iyi değil...
Aklını fazla kullanmıyor." .... Ondan sonra "Sus!" dedi...
İ- Songül Hanım'ı sekreter alayım mı?
M- ... "Tüh sana!" diyor...
İ- Sekreter için mi kızdı?
M- ... "Alay etmesin, fena çarparım!" diyor... "Eğer her sözünüz böyle zırva ise, sormayın" diyor....

Gene duralım... İdâreci neden birden şahsî suallere geçti, anlamadım... Bâzen böyle olur. Celse İdârecisi Avradaki şahısların etkisinde kalır. Bâzen de onları etkilemek ister ve hatâ yapar. Halbuki böyle Toplantılar'da İdâreci, sâdece kendisi, Medyum ve Carlık varmış gibi darvnmalı. Avradakiler'in ancak sağlığı ile, yâni kendinden geçen falan olursa, ilgilenmeli. Yoksa çalışma bir gösteriye döner. Burada da öyle olmuş... ve Varlık sinirlenmiş. Bundan da o kadar kötü bir olmadığı, Vasat-Altı veya Vasat bir Varlık olduğunu düşünüyorum.

İdâreci- Özür dilerim.
Medyum- ... "İstemem, söyleme" diyor...
(Medyum üzülür)
İ- Niçin üzülüyorsunuz?... Elini öpün.
M- O kadar istedim
(görüşmek) ... Beni bu duruma düşürmiyecektin.
İ- Hayır, dilemem... "Kendi gelsin, düzeltsin" diyor... Günaha girdim ben... Kendimi
affetmiyorum...

Affetti... "Ağlama, güzel yavrum" diyor... Ne kadar küçüldüm... "Affetmek büyüklüğün
şânıdır" diyor...

İdâreci'nin hatâsı hem Varlığı kızdırdı, hem de Medyum'u üzdü. Medyum da haklı olarak "Ben kabahatli değilim, niye özür dileyeyim?" dedi. Varlık ta onun hatırı için İdâreci'yi affetti. Ama İdâreci akıllanmadan şahsî sorulara devam ediyor. Halbuki Varlık hakkında, kavuklu adamlar hakkında, Türbe hakkında, o sanduka hakkında sorması gerekirdi. Belki Varlığın ismini öğrenebilir, oradan devam edebilirdi. Bunu yapmadı. Şahsî sualllerle devam etti ve Vasat değişti.

İdâreci- Margaret Hanım hakkında ne düşünüyor?
Medyum- ..... Bir papaz... Elinde İncil, başında taç... Kraliyet tâcı gibi... Hepsi kayboldu,
bu papaç var...

Biraz karışık durumu şimdi... Düzelecek, ama bir çok şartı var... Pek çok insan...
Mücâdele, mücâdele... Sonunda muvaffak olacak...
İ- Benim sayfayı da açsın.
M-... Sizin sayfaya gelince başladı gülmeye... "Her satırı bir mâcera" diyor... Bana
"Oku" diyor... 62-67 mühim seneler... Gâyet iyi... Çok yapmak isteyip yapamadığı
62'de... 67 HAYÂTINIZIN DÖNÜM NOKTASI... İYİYE DÖNÜYOR... Fakat mücâdeleli...
"Sırları ifşa etme" diyor... "Ah, ne hoş çırpınıyor" diyor... Tezatlar içinde bir adam...
Kırklar'a karışıyor... NEDEN DİNİN İCApLARINI YERİNE GETİRMİYOR?... Şimdi oruç
tutup, namaz kılacak Ramazan'da... Ama bir ay... Hani onbir ay?...
İ- Bize görünebilirler mi?... Zamânı var... Sâdece ona...
(Margaret Hanım'a)
Gece rüyâda... Uzun boylu, yuvarlak yüzlü, kaşı gözü koyu, geniş dudaklı, siyah
cüppeli,uzun kollu... Elinde kitap...

Bu Varlık Margaret Hanım'a rüyâsında göründü mü, bilemiyoruz. Ama İdâreci hakkında söyledikleri enteresan. Gerçekten 1962-1967 yılları onun en başarılı dönemi oldu. Lâkin, Varlığın söylediğinin aksine, 1967'den sonra Spiritualizm Çalışmaları duraksama, hattâ aldatma dönemine girdi ve bırakmak, yer değiştirmek durumunda kaldı.

İdâreci- Kendini göstersin.
Varlık- Ruhlar'la Madde'yi ayıramıyor. hangi Ruh madde olarak görünebilir?
İ- Görülebilirler. Böyle hâdiseler, Ruhlar'ın Bedenleşmesi vardır.
M- ... "Hayır" diyor... "Fevkalâde hallerde gâyet nâzik bir zat bu insan... Hiç bir zaman
kötü olamaz... Yanıldığı noktalar
(var) ... Hiç bir şeyde sebat etmiyor. Tuttuğu
bir şeyde ilerlemeli... Ciddi değil... Üç celse sonra çağırsın," diyor...

Bir papaz daha geldi... Boynunda madalyon var... Hepsi çekildiler... Sakallı birisi geliyor...
Onlar bir huzurda ama, bilmiyorum... Taht gibi bir yere oturdu...

İ- Deminki Ruh'a sorun. Üç Celse sonra nasıl arıyalım?
M- ... ALBERT... Türkiye'deki Sen Benoit'te imiş... 1876'da ölmüş... Albert korkuyor...
Öbürü Papa... "Ben en son Papa'yım" diyor... "Konuşma" diyor... Heyecanlanıyorum...
Korkuyorum...
İ- Peki... Şimdi iniyoruz...

Gene araştıracak çok şey çıktı. Albert'in çalıştığı Sen Benoit Lâtin Katolik Kilisesi İstanbul, Galata Kulesi yakınında... 1427'de yapılmış... O târihten beri faaliyette... Bir de Sen Benait Fransız kilisesi var, Topkapı'da... İkisi birbirine yakın... Artık Papaz Albert hangisinde çalıştı, bilinmez. Muhtemelen İtalyan olanında...

Medyum Mediha, İstanbullu olduğu için bu kiliseleri bilebilir, ama bir önceki Papa'nın kim olduğunu bilemez. Papa XII. Pius 1939-1958 târihleri arasında görev yapmış. Celse târihinde Öbür Âlem'de... Ne var ki sakallı değil...

Celse'ye gelen o madalyonlu mu, değil mi, bilemeyiz. Ama bu Papa-Papaz ekibi de kavuklular gibi zararsız... Dikkate değer husus, Celse'nin başında Hazret-i İSÂ'yı çarmıhta gören Medyum, celse sonunda Hıristiyan din adamları ile karşılaşıyor, buna da margaret adında bir Hıristiyan iştirakçi sebep oluyor... Ne güzel değil mi?... Bizi de araştırmaya sevkettiler.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR