BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25

Bu Celse'de intihar etmiş ve ızdırâbını çeken bir kadın ve bir KERKÜK TÜRKÜ ile karşılaştık. SOHBET'te ne önemli konulara temas edildi, bir bilseniz!.. Günümüzün (2017) siyâsî, askerî olaylarıyla da Celse önem kazanıyor.

Varlık : Gülizar
Tarih : 14.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- .... Karanlık.
İdâreci- Sür'atle geçiniz.
M- .... Yolum kesildi.
İ- Kimmiş bu yolunuzu kesen, efendim?
M- ... Sâdece birisi ayakta... Diğerleri yerde sürünüyor... Hayat Kadını GÜLİZAR...
İ- Hangi senede ve nerede yaşamış?
M- ... Merzifon...
İ- Hangi senede yaşamış?
M- ... 1341... İntihar...
İ- İntihar sebebi neymiş?
M- ... Kendisini seven adamın intihârına sebep olmuş...
İ- Neden olmuş? Ne yapmış sevdiği adam?
M- ... Kızı kandırmak için, yapmadığı şeyleri yaptı gibi göstermiş... Sonra acısına tahammül edememiş... intihar etmiş.
İ- Peki, kendisi intihar ettiği zaman ne şekilde karşılandı, Öbür Âlem'e intikal ederken? Onu bize anlatsın.
M-... Hazret-i Fatma, Fahr-i Kâinat'ın şefaatinden mahrum olması için tazarruda bulunmuş...
Varlık- Şefaat!.... Işık!.... Şefaat!... Işık!....
İ- Şefaat, ışık istiyor.
M- ... Görüşmek için izin vermişler...
İ- Muktedirsiniz, yüksek sesle.
M- ..... Çıktım!...
İ- Rahat olarak yükseliniz.

Burada duralım... Hayat kadını Gülizar Hicrî 1341, Milâdî 1925 yılında beri ızdırap çekiyor. Hem sevgilisinin intihârına sebep olduğu, hem de kendisi intihar ettiği için... Bunu hiç akıldan çıkarmamak, bu sahneden ibret almak lâzım.

Maalesef günümüzde, 2000'li yıllarda, 21. Asır'da kadınlar değil; sözümona erkek kisvesinde bir takım yaratıklar, kendisini boşayan, kendisinden ayrılan, ya da hiç görüşmek istemeyen kadınları "Ya benimsin, ya kara toprağın" çarpık zihniyetiyle bıçaklıyor, kurşunluyor, öldürüyor, sonra da bir mârifet yaparmış gibi, intihar ediyor!.. Aklısıra nâmusunu kurtarmış ama, hapis yatmamış olarak Âhıret Âlemi'ne intikal ediyor!... Kendisini orada neler bekliyor, haberi yok!..

Bir defa insan öldürmek çok büyük bir günah!.. Bunun nâmusla, şerefle, gururla, erkeklikle alâkası yok!.. Düpedüz zâlimlik!.. Ama insanımız sâdece sevdiği kadını değil; yan bakanı dahi öldürmeye hazır!.. Buna her gün başka bir olayla şâhit oluyoruz. Camına kar topu geldi diye adam bıçaklıyanlar, trafikte yol vermedi diye adam vuranlar, ardı arkası kesilmiyor... Halbuki ALLAH şöyle diyor:

- "BİRBİRİNİZİN KANINI DÖKMEYİN!"
(BAKARA SÛRESİ , 84. ÂYET)

Ki bu; ipe sapa gelmez sebepler yüzünden "kafasını bile yarmayın", "burnunu bile kanatmayın" anlamlarına da gelir.

- "KİM BİR MÜMİNİ KASTEN ÖLDÜRÜRSE,
CEZÂSI, İÇİNDE TEMELLİ KALACAĞI CEHENNEM'DİR."

(NİSÂ SÛRESİ , 93. ÂYET)

- "NEFSİNE UYARAK (MÜSLÜMAN) KARDEŞİNİ ÖLDÜREN
DÜNYÂ VE ÂHIRETTE KAYBETMİŞTİR."

(MÂİDE SÛRESİ , 29. ÂYET)

Sâdece Müslüman öldürmek mi günah?.. Hayır!.. Kim olursa olsun, birini öldürmek yeri göğü sarsar:

- "KİM (MÜSLİM-GAYRIMÜSLİM) BİR KİMSEYİ ÖLDÜRÜRSE,
BÜTÜN İNSANLARI ÖLDÜRMÜŞ GİBİDİR."

(MÂİDE SÛRESİ , 32. ÂYET)

SAVAŞ sırasında düşmanı öldürme mubah ise de; silahsız kişileri öldürmek, hattâ aman diyen düşman askerini öldürmek câiz değildir. O dahi günahtır. Öyleyse BARIŞ zamanlarında dâima öfkemize hâkim olmak, kendimizi kontrol etmek zorundayız. Öyle trafikte önümüzdeki adam yol vermedi diye levyeyi kapıp saldırmak, bırakın bir Müslüman'a; hiçbir insana yakışmaz!.. Hele futbol maçına döner bıçakları ile gidenleri; tanımadıkları, kendilerine hiçbir zarârı olmamış insanlara, sırf rakip takımdan diye öldüresiye saldırma havasına girenleri hiç anlıyamıyoruz. Ve biliyoruz ki, bu kişiler yukarda verdiğimiz âyetlerden tamâmen bîhaber!..

Öyleyse, hacılar hocalar, imamlar, şeyhler, şıhlar, mürşitler, profesörler!...
Câmi vaazlarında, hutbelerde, radyo-televizyon sohbetlerinde durmadan bu konuyu işleyelim. Hem de öyle bir işleyelim ki, insanlar bir sinek bile öldürürken, bir yaprağı koparıp canını alırken, titresin, tereddüt etsin!..

Adam, kendini reddeden kadını öldürmekle yetinmiyor, bir de kalkıp intihar ediyor!.. Bakın bu konuda ALLAH ne buyurmuş:

- "(NE KADAR SIKINTIDA OLURSANIZ OLUN,)
KENDİ HAYÂTINIZA SON VERMEYİN!
ALLAH SİZE KARŞI ÇOK MERHAMETLİDİR.
(MUTLAKA SİZE YARDIMCI OLACAKTIR.)
KİM BU İNTİHAR SUÇUNU,
DÜŞMANLIK VE ZULÛM HÂLİNDE İŞLERSE,
BİZ ONU CEHENNEM'E SALIVERECEĞİZ."

(NİSÂ SÛRESİ , 29-30. ÂYETLER)

HAZRET-İ MUHAMMED (s.a.v.) intihar edenlerin cenâze namazını kıldırır, ama kendisi kılmazdı.

Âyetin "intihar" kısmı üzerinde durulur da, meâlinde ve tefsirinde yer alan "ölüme yol açabilecek davranışlar" kısmı üzerinde durulmaz!..
Mevâkıb Tefsiri âyetin meâlini şöyle vermiş:

- "EY İMAN EDENLER!... KENDİ KENDİNİZİ ÖLDÜRMEYİN!.
(YAHUT KATLİ GEREKTİREN ŞEYİ İRTİKAPLA, KENDİNİZİ ÖLDÜRTMEYİN!)
(VEYA NEFSİNİZİ TEHLİKEYE KOYARAK ÖLDÜRMEYİN!..)
ŞÜPHE YOK Kİ ALLAH SİZİ ÇOK ESİRGEYİCİDİR."

(NİSÂ SÛRESİ , 29. ÂYET)

Elmalılı ise, bu davranışları tefsiri içine almış... Yâni, sâdece kendini öldürmek değil, bile bile ölümüne yol açacak bir davranışta bulunmak, veya hayâtını boş yere tehlikeye atacak işler yapmak, (otomobil yarışı gibi, uçurum kenarında "selfi" çekmek gibi)... Bunlar da intihar kadar günah!.. Hele bir de önce kadın öldürüp sonra
intihar ettiyseniz, cezânız katmerli oluyor!.

Devam edelim, Celse'ye:

Varlık : Nalbantzâde Sâlih
Tarih : 14.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ....... Uçsuz bucaksız..... Rahat yükseliyorum...
İdâreci- Lûtfen gördüklerinizi ve hissettiklerinizi anlatınız.
M- ... Oturdum... Uğultu... Uğultu... Üstümeki gök bir yeşil, bir mâvi... Zemin yeşil bulutlarla kaplı... Minderim de yeşil... Ön tarafım...
... Çok uzağımda buz dağları gibi şeffaf bir şeyler görüyorum... Üzerinde kuleye benzer birer pencereli bir sürü ev gibi şeyler var...
... Hep tepelerinde yarm Ay'lan yıldız ... alem gibi... O pencerelere renkli ışıklar vuruyor... Uğultular oradan geliyor...
... Hiç yol görmüyorum... Sağ tarafımdan büyük bir su sesi işitiyorum... ama su göremiyorum... Bomboş bir taraf...
Çok güzel renkler değişiyor başımın üstünde... alâim-i semâ gibi... Gök kapalı ama, kubbe gibi...
... Uğultu yaklaşmaya başladı... Etrafıma bakıyorum... birşey göremiyorum...
... Birden önüme şeffaf bir duvar indi!... Ama arkasını göremiyorum... Gene camdan bir odanın içindeyim...
... Ön kısmım sanki buzdanmış da, ışıkta erimiş gibi, birden ön kısımdaki duvar kayboldu...
Ama tavanım yine alâim-i semâdaki renklerlen donanmış vaziyette...
... İnsan sesine benzer gürültüler işitiyorum... bedenleri bir bulut içinde, başları bulutun dışında bir küme insan bana doğru geliyor...
... Sağ... Başı usturayla kazınmış gibi ... Hiç saç yok.. Konuşmak istiyor...
İ- Kimmiş bu muhterem?
M- ... NALBANTZÂDE SÂLİH... 1312'de Kerkük'te ölmüş... (1)
İ- Neyle meşgûlmüş, efendim? Kendini bize iyice tanıtsınlar.
M- ... Bağdat İdâdisi'ni bitirmiş... Çiftçilik yaparmış...
İ- Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. ALLAH kabul etsin.
M- ... "HEDÂYENİZ MAĞFİRETE SUSAMIŞ DUDAKLARIMA SOĞUK BİR PINARIN SUYU GİBİDİR," diyor....
Henüz yeni kurtulmuşlar... Yeni emir bekliyorlarmış...
İ- Nereden kurtulmuşlar? Bize bunu anlatsın lûtfen.
M- ... BEKAA MAHPESİ'nden...
İ- Bu Bekaa Mahpesi denen yer, suçluların yeri midir?.. Bilmediğimiz için izah ediniz.
M- ... Fenâ'da irâde-yi cüz'iyeleri ile suç işleyenlerin kâh bir ebed boyunca, kâh muvakkaten kaldıkları yer.
İ- Şimdi ne vazife verilmiş kendilerine? Ne yapıyorlar?.. Bulundukları yeri bize anlatsınlar.
M- ... MECBÛRÎ İNTİZAR MAHALLİ'ymiş. ..
İ- Peki, buradan nereye geçişi olacak, efendim?
Varlık- Alınacak ilâhî emre bağlı.
İ- Bizimle bu akşam görüşecekler, değil mi? Müsaadeleri var mı?
V- Ben mağfirete garkedilenim... Hizmet edebilirsem, bahtiyâr olurum... Siz de berhudâr olun.
İ- Nur içinde yatasınız... Peki, öyleyse, bizim bu akşam öğrenmek kastıyla soracağımız sualler var.
Muhteremden bir şey rica edeceğiz. Acaba bunu yaparlar mı?
Ben içerideki odaya kâğıtla bir kalem bırakacağım. Ve bu kâğıda bir sual yazacağım. Acaba bu sualin cevâbını
bize yazabilirler mi?
V- HAYÂTIN BALÇIK İÇİNDE BAŞLADIĞINI BİLSEYDİNİZ... Gerçi bu ilâhî emirle olmuştur, ama balçık olmasaydı,
orada hayat meydana gelmezdi.
İ- Benim sualimle bunun arasında bir müşâhebet bulamadım, efendim. Lûtfen açıklar mısınız?
V- ZEMİN OLMADAN ZAMAN TEŞEKKÜL ETMEZ!
İ- Demek ilâhî müsaade ile olacak, değil mi, efendim?
V- Mağfiret için tazarruda bulunanlar, ârifîn safında olurlar, zannederim.
İ- Efendim, Dünya tecrübelerinin mânâsı nedir? Tecrübeden kasıt nedir?
V- Ne bilirim?... Yere darı tânesi serpilmişse, onu horoza toplatırlar.
İ- Muhterem üstâdım, bu söylediğinizle gene bağdaştıramadık sualimi. Dünyâ'da bir takım tecrübeler var.
Tekâmülümüz için tecrübe şart mıdır?
V- "Fenâ'da yaşamak için yemek yemek lâzım mıdır, değil midir)" diye soruyorsunuz.
Sualleri sâde mantık çerçevesinde sormazsanız, mânâ ifâde etmez, muhâl olur.
İ- Ben anlatamadım şu hâlde, efendim.
V- Sualiniz 5 yaşındaki bir çocuğun sualinden daha fazla mantıktan mahrumdur. Elbet!...
"Yaşamak için yemek lâzım mıdır?" diye sorarsanız, bu sualde bediîyat ve bedahat olur mu?..
Taşa, "Sen taş mısın?" diyorsunuz.
İ- Muhterem üstâdım, sizler gerek bilgi, gerek görgü bakımından bizlerden üstünsünüz.
Bu sualleri biz öğrenmek için soruyoruz. Binâenaleyh sinirlenmeden cevap vermeniz lâzım.
Bize ikna edici cevap vermeniz lâzım.
V- Zamanı, daha vâzıh, mantıkî suallerde sarfediniz.
İ- Peki, efendim. Bu Dünya tecrübeleri karşısında saadet ve felâket mefhumlarını nasıl izah edersiniz?
V- Saadet, felâket ve tecrübenin hiç birbiriyle en ufak bir münâsebeti yoktur.
İ- Tecrübeler bâzen felâket, bâzen de saadet getiriyor. Niçin münâsebet olmasın?

Dayanamadım, burada duracağım... Celse İdârecisi bir türlü kullandığı kelimelerin bağlantısız olduğunu farketmiyor. Yanlış kelime kullanıyor, düzeltmiyor... Tecrübe felâket getirmez. Karşılaştığımız olaylar felâket getirebilir, o felâket karşısındaki davranışlarımız da bize tecrübe kazandırır.... Neyse, devam edelim:

V- Tecrübe, insan irâdesinin varmak istediği netice ile, başlangıç arasındaki bir mesâfedir.
Sâadet ve felâket irâdeyle değil; Küllî İrâde'yle ilgilidir. Levh-i Mahfuz'da ne yazılmışsa, odur.
İ- Son kısım anlaşılamadı, lûtfen Medyum tekrarlasın.
V- Levh-i Mahfuz'da ne yazılmışsa, odur. Tecrübenin Küllî İrâde'yle değil; cüz'i irâdeyle alâkası vardır.
Bâzı insanlar pekmezin içine limon sıkarlar. Bu da bir zevk meselesidir, ama mantıkla kaabil-i telif değildir.
"Tecrübeyle saadet ve felâketin münâsebeti nedir?" derseniz, bu limonla pekmezi karıştırma kadar münâsebetsizce
bir sual sormuş olursunuz ve bu da sizin bilgi bakımından çok dun bir seviyede olduğunuzu,
hattâ mantığınızın muhâfazasında yürütülmesi lâzım gelen bir durumda olduğu kanaatini verir.
İ- Şimdi, muhterem üstâdım, siz "Bir tecrübeden geçtim" diyorsunuz. Bizlere nasihat vermeye, bilgi vermeye geldiniz.
V- Ne gezer??? Ben MECBÛRÎ İNTİZAR MEVKİİ'ndeyim... Buradaki tecrübe ile Fenâ'daki tecrübenin ne alâkası vardır?
Burada tecrübe diye birşey yoktur. Sâdece hüküm vardır.
İ- Peki. Siz Fenâ'dakinden daha fazla sinirlendiniz. Biz belki de size nazaran mantıksız bir sual sorduk.
Ama neden bu kadar asabî olarak cevap veriyorsunuz?
V- Eğer ben sabretmesini bilseydim, şimdiki mevkiim, inanınız, bu İntizar Yeri olmazdı.
İ- Şu halde pek bizde bir hatâ yokmuş!.. Şimdi, efendim, sizin hayâtınıza âit soralım.
Kerkük'te yaşadığınızı söylüyorsunuz. Oranın Türkler'inden misiniz?
V- Elhamdülillah Türk'üm ve Müslüman'ım.
İ- Şu halde oranın milliyetçilerindensiniz. Bugünkü Kerkük dâvâsını nasıl görüyorsunuz?
V- Kadere rızâ.
İ- Ölümünüzden evvel Türkiye'de akrabalarınız, ahbaplarınız var mıydı?
V- Küçük bir sıcağın karşındaki buz, sizin hâfızanızdan daha dayanıklıdır.
Ben 1312
( Milâdî 1896) yılında öldüğümü söyledim.
O zaman cennetmekân Sultan ABDÜLHAMİD pâdişâhımızdı ve biz bir tek ülkenin teb'asıydık.
İ- Efendim, Dr. Yavuz Bey diyorlar ki, "Ruslar'ın Türkiye hakkındaki bugünkü düşünceleri nedir?"
V- Beşer târihinin ilk başlangıcından beri âli kavmimize hiçbir topluluk yâr olmamıştır.
İ- Anlaşılmadı, efendim.
V- Beşer târihinin başlangıcından bu zamana, bu zamandan ebediyete kadar âli kavmimize hiçbir kavim yâr olmamıştır.
Yâr olsaydı, BAKARA SÛRESİ'NİN 17. ÂYETİ izah edilmezdi. (2)
İ- Şimdi, muhterem üstâdım, Hatice Hanım'ın bir ricâsı var, zihnen soracaklar.
V... Noksan avadanlıkla marangoz dükkânı açanın dükkânına kilit tez vurulur.
İ- Adnan Bey diyorlar ki, "Bizim dâmâdın bir döviz meselesi vardı. Kayboldu. Hâlâ bulamadık.
Acaba muhterem üstâd bize bu konuda yardım ederler mi?"
V- Ne ben, ne de buradakiler, ne ilâ-i simyayla, ne ilm-i nücumla uğraşmadık.
İ- Bunu bilmek arzu ederseniz, bilemez misiniz, efendim?
V- Asla!..
İ- Yavuz Bey soruyorlar.
V- ... Elbette her netice, çekilen ve sarfedilen mesâiyle mebsûten mütenâsiptir ama, bu tabiidir.
Ne var bunu gayrıtabii telâkki edecek?
İ- Nur Hanım rica ediyorlar.
V- ... O hâdise, kadınların yüzlerine sürdüğü aklıkla allığa benzer. İyi görmesini bilen allığı da,
allığın altındaki nasıl çirkin bir çehre olduğunu da farkeder. Tozpembe gözlüğünü çıkarsın da, hakikate iyi bakmasını bilsin!
Aldandığı nisbette aldatsın. Rahata erer.
İ- Dr. İbrahim Bey soruyorlar.
V- ... İNSAN MÜFEKKİRESİNİN DE MİDESİ VARDIR. BİR YEMEK HAZMEDİLMEDEN DİĞER BİR YEMEK YEMEK İSTEMEZ...
Ona bunun daha evvel cevâbı verildi. Evvelâ onu hazmetsin...
(Diğer şahsî suallerden sonra)
İ- Muhterem üstâdım, biz biraz sonra bir Masa tecrübesi yapsak, bizimle Masa'da görüşür müsünüz?
V- Bana vazife-yi asliye verildiği için zâten kâfi miktarda ızdırap çektim. İnşaallah yeniden bize böyle hiçbir vazife verilmez!
İ- Bize nasihatleriniz var mı, efendim?
V- Nasihat edebilecek durumuda olsaydım, 1312'den beri İLÂHÎ MAHPES'te bulunmazdım.
İ- Peki, muhterem üstâdım. Medyumumuz yoruldu. Müsaadenizle ayrılalım.
V- ....... Gitti.... kimse yok...
İ- Peki, öyleyse aşağıya inelim.
.

(1) Nalbantzâde Sâlih diye birini bulamadık. Yüzelli yıl kadar önce yaşamış bir çiftçi olduğu, başka bir özelliği bulunmadığı için bu son derece tabii... Salih'in suçunun ne olduğunu da öğrenemedik, Celse'de sorulmamış. Ancak 1896'dan 1961'e kadar İlâhî Mahpes'te, yâni Âhıret Âlemi'nin Hapishânesi'nde olduğu için suçu önemli olmalı. Sonunda kurtulmuş...

Bir Hıristiyan Ruh dostumuz da kurtulmuş, hatta çok yükselmişti. Ona nasıl olduğunu sorduğumuzda, "Yalvardım" demişti. Âhıret'te hatâlarını kabul etmek, onlardan dolayı pişmanlık duymak, tövbe etmek, ALLAH'a dua etmek, yalvarmak elbette ki sıkıntılardan kurtulmaya, yükselmeye yardımcı oluyor.

Az kullanılan kelime ve tâbirlere gelince; İDÂDİ , "Lise derecesindeki okul" demektir.
MAĞFİRET , "bağışlama, ALLAH'ın, kullarının günahlarını bağışlaması, günahlarını örtmesi" anlamındadır
ALÂİM-İ SEMÂ , "gök kuşağı" demektir.
MUVAKKATEN , "geçici olarak, az bir zaman süresince, eğreti olarak" mânâsı taşır
İNTİZAR , "bir şeyin olmasını, birinin gelmesini, bekleme, gözleme" demektir.
GARK ETMEK , "batırmak, boğmak, mecâzÎ anlamda birine bir şeyi bol bol verme" anlamındadır.
BERHUDÂR , "mutlu, mükâfata ulaşan, mutluluğu yakalayan kimse, selâmette erişen, nasibli" demektir.
TEŞEKKÜL , "belli bir varlık ve biçim kazanma, şekillenme, kurulma, oluşum, kuruluş, örgüt" mânâsındadır
TAZARRU , "yakarma" demektir.
BEDAHAT , "bedihî"nin çoğuludur. "delil ve isbata ihtiyâcı olmayan şekilde âşikar olan şeyler" anlamındadır.
BEDİİYAT , "Estetik Bilimi, Güzel Sanatlar" demektir.
BİNÂENALEYH , "bundan dolayı, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine" anlamındadır
VÂZIH , "açık, belli" anlamındadır.
BEŞER , "insanoğlu, insan" demektir. Ancak İNSAN dendiğinde "olgun, bilgili, tekâmül etmiş" hâli; BEŞER dendiğinde "kusurlu, noksan" hâli kastedilir.
BEŞER ŞAŞAR "insanoğlu hatâ yapar" anlamındadır, "İnsan şaşar" demeyiz.
ÂLİ , "yüce, ulu, yüksek." demektir. Peygamberimiz'in dâmâdının adı bu yüzden ÂLİ'dir, ama biz kısa "A" ile söylüyoruz.
YÂR OLMAK , "yardım etmek, yararlı olmak" demektir. O yüzden şimdiki politikacıların "ALLAH yâr ve yardımcınız olsun" demesi, "yardımcı"yı iki kere tekrarlaması anlamına gelir.
NÜCÛM , "Tulu' etmek, doğmak" demektir. İLM-İ NÜCÛM , "yıldızların ahvâlinden, hareketlerinden mânâ çıkarmağa çalışmak ve araştırmak ilmi"dir.
SİMYA , "Kimya ilmi" demektir. İLÂ , "-den, -ye değin" anlamında takıdır. Böylece İLÂ-I SİMYA , "Kimya ilmiyle" mânâsına gelir.
MEBSÛTEN MÜTENÂSİB , "biri, ötekinin sayısına göre büyüyen veya küçülen iki adedin aralarındaki nispet, doğru orantılı" demektir.
MÜFEKKİRE , "düşünme gücü, fikir üretme kaabiliyeti" anlamındadır
DÛN , "durgun zekâlı" demektir.

İRÂDE-Yİ KÜLLİYE ve İRÂDE-Yİ CÜZ'İYE ile LEVH-İ MAHFUZ ve KADER hakkında bilgi daha önce verilmişti.

Bunları yazınca görüyoruz ki, kelime haznemiz ne kadar küçülmüş, daralmış!.. O yüzden birbirimizi anlamaz olmuşuz!..

Burada dikkat çeken husus, Varlığın "Bize bilgi vermeye geldiniz" lâfına "Ne gezer???" diye cevap vermesi, yâni haddini bilmesidir. Bir aldatmaya teşebbüs etmediğinin delilidir. Söyledikleri kendi idrâkine göredir. Beğenmezseniz, kabul etmezsiniz. Celse İdârecisi baştanberi bunu farketmediği için, Varlığın cevaptan kaçınan tavırlarını sinirlilik olarak yorumluyor.

Yine Varlık KERKÜK konusunda "kadere rızâ" göstermiştir... Nedir KERKÜK'ÜN KADERİ?..

KERKÜK; HATAY, MUSUL, HALEP ve BATI TRAKYA gibi MİSÂK-I MİLLÎ'ye dâhil bir TÜRK şehridir. IRAK TÜRKMENLERİ, SURİYE TÜRKMENLERİ diye bilinen halk, aslında TÜRKMEN adının kullanılarak biz TÜRKLER'den ayrıymış gibi gösterilmek istenen kandaşlarımız, soydaşlarımız, kardeşlerimizdir. TÜRKMEN adı OĞUZLAR'ın Müslüman olan boylarına verilen ad idi. Onları Şamanist Türkler'den ayırmak için kullanılmıştı. Selçuklular döneminde ise, konar-göçer boylara o ad verilmişti. "TÜRK'ün iyisi" demektir.

Irak ve Suriye dolaylarına TÜRKMEN göçü 675 yılından sonra başlamış ve devam etmiştir. Yâni, Irak ve Suriye Türkleri'nin bölgeye yerleşmesi, bizim Anadolu'ya yerleşmemizden çok öncedir. O târihte Kürtler Irak-İran arasındaki dağlarda yaşıyorlardı. Anadolu'ya Sultan Alparslan'ın ordusunun peşine takılarak gelmişlerdir. Daha önce Anadolu'da hiç Kürt yoktu.

Osmanlı'nın Musul vilâyetinin İngiltere tarafından, Şam vilâyetinin de Fransa tarafından haksız bir biçimde Türkiye'den alınması, Türkmenler'in Anadolu'dan kopmalarıyla sonuçlanmıştır. Irak'ta 1925'te İngilizler'in baskısıyla ilân edilen Anayasa'da hiçbir etnik gruptan söz edilmediği gibi, Türkmenler'den de hiç bahsedilmemiştir. Zâten yabancılaın yaptığı hiçbir Anayasa'da halkın millî menfaatleri ikorunmaz. >aqonya, Almanya, Bosna, Kosova Anayalaları'nı hep Avrupalılar ve Amerikalılar yapmıştır. Durumu görüyorsunuz. Japonlar ve Almanlar yurtdışına izinsiz asker gönderemezler.

Ancak 1932'de Irak devletinin İngiliz mandasından çıkarak bağımsızlığını kazandığı günlerde, Irak'ın Milletler Cemiyeti'ne verdiği beyannâmede; Irak Türkmenleri'nin haklarının korunacağı, varlıklarının tanınacağı, kendi dillerinde eğitim yapmalarına izin verileceği, Türk dilinin Türk bölgelerinde resmi dil olmasının ötesinde, bu bölgelerde görev yapacak memurların mümkün olduğunca Türk kökenli olacağı konularında güvenceler verilmiştir.

Çeşitli değişiklikler geçiren bu Anayasa, krallık rejiminin yıkılması ve cumhuriyetin kurulması ile, yerini 1958 Anayasası'na bırakmıştır. Yeni Anayasa Irak'ı bir yandan "Arap anavatanının bir parçası", diğer yandan ise "Araplar'ın ve Kürtler'in vatanı" olarak gösterirken, Anayasa'da Türkmenler'den hiç söz edilmemiştir. Halbuki Irak Türkmenleri bölgede en az Kürtler kadar bir nüfusa sâhiptir. O dönemde sarsıntı geçiren Menderes Hükûmeti de Kıbrıs'la uğraşırken Kerkük-Musul ile ilgilenmemiştir. Ondan sonra gelen hiç bir Başbakan, hiçbir Türk hükûmeti Kerkük Türkleri'ne ilgi göstermemiş, hatta İsmet Paşa, Demirel, Ecevit, Özal, Çiller, Erdoğan (2017'e kadar) adını bile anmamışlardır... Varlığın "kadere rızâ" dediği herhalde bu terkedilmişlik olsa gerektir.

Türkmenler'in en kötü dönemi ise, Irak halkının diğer unsurları için de son derece korkunç bir devir olan Baas iktidarıdır. Saddam Hüseyin'in kanlı rejimi ile özdeşleşen bu iktidar boyunca Türkmenler büyük baskılara mâruz kalmıştır. Bâzı liderler tutuklanıp yargılanmış, ya da sun'i yargılarla hapiste yatmışlar, hattâ idâm edilmişlerdir. Irak hükûmeti devamlı olarak bölgede Türkmen nüfusunu azaltmaya çalışmış, Türkmenler'in Irak için göçmelerine yol açmıştır. Dolayısıyla şimdiye kadar Türkmen nüfusunu tespit eden tarafsız bir sayım yapılmamıştır. 1957 yılında yapılıp sonuçları 1959'da açıklanan sayımda, Irak'taki Türkmenlerin sayısı yaklaşık 567.000 kişi olarak tespit edilmiştir.

Irak Türkmen Cephesi'nin bir yayınında ALİ KERKÜKLÜ eliyle bu konuda şunlar yazılıdır:

1981 yılı istatistik tahminlerine göre 1.227.025 nüfuslu Musul, 402.067 nüfuslu Selâhattin, 567.957 nüfuslu Kerkük, 637.778 nüfuslu Diyala ve 632.252 nüfuslu Erbil gibi Türkmenler'in bulunduğu vilâyetlerin nüfus toplamı 3.467.269'dur. Aynı tahminlere göre Irak'ın toplam nüfusu 13.669.689'dur. Irak'ta yayınlanan kaynaklarca Türk nüfusun % 2'lik bir nispet ettiği iddia edildiğine göre, bölgede bulunan 3.467.269 nüfusun sadece 273.393'ü Türktür ki, bu da bölgeye göre % 7.88'lik bir oran demektir. Yâni, Irak'ın Türkler'le meskûn vilâyetlerinde "her 100 kişiden ancak 8'i Türk'tür" anlamına gelir... Ancak bölge gezildiği zaman bu rakamın gerçeklerden ne kadar uzak olduğu hemen göze çarpmaktadır. Hatta bâzı vilâyetlerde bunun tersini iddia etmek daha doğru ve daha mantıklı olur.

1960'a kadar Kerkük nüfusunun % 95'inin Türk olduğu bilinmektedir. Ancak daha sonra güdülen Araplaştırma politikası nedeniyle on binlerce Arap âilesi Kerkük'e yerleştirilmiştir. Bunun yanısıra Kürtler'le meskûn civar illerdeki köylerin yıktırılması, Kürtler'in de Kerkük'e göç etmelerine neden olmuştur. Dolayısıyla 1980'li yıllarda Kerkük'teki ezici Türk yoğunluğu zedelenmiş ve % 95'lik oran %75'e düşürülmüştür.

1957 Krallık Dönemi'nde yapılan sayımda Irak'ta 500.000 Türkmen'in yaşadığı belirtilmiş ve 1959'da yayınlanan sayım verileri, sayılarının 567.000 olduğunu göstermiştir. Irak'taki yıllık nüfus artış hızı, yapılan hesaplamalara göre % 3.296'dır. 1959 yılını baz alarak bu verilere göre 1994 yılında Irak'ta yaşayan Türkmen sayısı ise:

P1 = P0 ( 1+t) 35 P1 = 567.000 (1+0.03296) P1 = 1.764.029

olarak bulunur, bu da Irak'ın iddialarını başka bir yöntemle çürütmektedir. Dolayısıyla, Irak'ta gelmiş-geçmiş iktidarlar ve özellikle Saddam Hüseyin'in baskıcı rejimi her ne kadar Türk nüfusunu gizlemiş ve az göstermiş olsa bile, Kerkük, Erbil, Musul vilâyetleri, Selâhattin ile Diyala'nın ilçe ve köyleri ile Bağdat'ta yaşayan 300.000 civârındaki Türkmen nüfusunun en düşük rakamla iki milyonun üzerinde olduğunu ispatlamaktadır.

İşgâl döneminde Erbil'in siyâsi vâlisi olan W. R. Hay, bölge hakkında yazdığı bir kitapta şöyle demektedir:

- "Belli bir şerit üzerinde bâzı şehirler vardır. Bu şehirlerde yerleşik vatandaşlar Türkçe konuşurlar.
Bu şerit, çoğunluğu Kürt olan bölgeyle çoğunluğu Arap olan bölgeyi birbirinden ayırır.
Kerkük, Türkler'in yoğun olduğu merkezdir. I. Dünya Savaşı'ndan önce
nüfusu 30.000 idi. Şehrin etrâfında da Türkçe konuşulan birçok köy vardır."

Saddam Hüseyin döneminde ise (1980-2003), Türkmenler'e uygulanan baskının dozu daha da artmıştır. Bu baskıların bazı örnekleri şöyle sıralayabiliriz:

Birçok yerleşim yerinin Türkçe olan adları Arapçayla değiştirilmiştir.
Hamzalı, Beşir, Yayçı Kümbetler, Karahasan, Sarıtepe, Topuzova, Yahyaova ve onlarca Türkmen köy ve yerleşim yeri yıkılmıştır.
Devrim Komuta Konseyi'nin 29 Ocak 1976 tarih ve 41 no'lu kararı ile Kerkük ilinin adı Al-Tamim olarak değiştirilmiş ve en büyük ilçesi olan Tuzhurmatu, Saddam'ın doğum yeri olan Tikrit'e bağlanmıştır.
20 Ekim 1981'de 1391 no'lu karar ile Türkmenler'in Güney illerine tehcir edilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu karar son aylarda (2015) Kerkük'te yeniden uygulanmaya konulmuştur.
27.09.1984 tarihinde 1081 no'lu karar ile Türkmenler'in arâzilerinin istimlâk edilerek güneyden getirilen Araplar'a dağıtılması sağlanmıştır.
Yine aynı konseyin 8 Nisan 1984 tarih ve 418 sayılı kararı ve 11 Eylül 1989 tarih ve 434 sayılı kararı ile Kerkük'te Türkmenler'in gayrimenkul satın almaları yasaklanmıştır.
Binlerce Türkmen, Irak yönetiminin insanlık dışı uygulamalarının kurbanı olmuştur. Bir o kadarı da kayıptır.
Irak yönetiminin ırkçı ve insanlık dışı uygulamalarının en açık örneği, Saddam kuvvetlerinin 31.08.1996'da KDP'nin dâveti üzerine Erbil'e yaptığı baskın sırasında yaşanmıştır. Irak kuvvetleri ve güvenlik birimlerinin, Türkmen okullarına, kültür merkezlerine düzenlediği baskınlar sırasında 34 Türkmen öldürülmüş veya tutuklanmıştır. Tutukluların âkıbeti hakkında bugüne kadar âileleri ve Türkmen cephesi sağlıklı bir bilgi elde edememiştir. Konu, BM İnsan Hakları Komisyonu'nun (A/51/496/ add.18 Kasım 1996) raporunda tescil edilmiştir.

İş Saddam'la da bitmemiştir. 1991'de ne yaptığının farkında olmayan Özal'ın katkısıyla Irak'ın kuzeyine uygulanan "Arap askerine yasak bölge"de Barzanî-Talabanî Kürtleri azıtmış, tapu ve nüfus dâirelerindeki belgeleri yok etmiş, Türkmenler'i birçok eziyete tâbi tutarak iç bölgelere veya Türkiye'ye kaçmaya zorlamıştır. Bu tavır 2003'te başlayan Amerikan ve İngiliz işgâli hız kazanmış, 2011'de başka bir oyun tezgâha konmuştur. Sözde Irak'tan çekilmiş olan Amerikalılar, İngilizler, Mehmet Âkif'in tâbiri ile "kimi bilmem ne belâ" milletler İŞID bahânesiyle gelip hem Irak'a, hem de Suriye'ye çökmüşler, "kürt" diye PKK-PYD'yi destekliyerek Türkmenler'i, Araplar'ı, hatta kendilerini desteklemeyen diğer Kürt grupları kovarak Musul'u, Kerkük'ü ve civârını kontrol altına almış, Özerk Kürt bölgesine bağlayarak Irak'tan koparmak için "referandum" bile yapmışlardır.

Bakın, Doçent Dr. Mehmet Âkif Okur, Musul-Kerkük üzerindeki haklarımızı nasıl dile getirmiş... Acaba Hükûmet'te, Dışişleri Bakanlığı'nda bundan haberi olan, bölge siyâsetini bu esaslar üzerine kuran uzmanlar var mı?

- "Türkiye, Irak'taki mevcut askerî varlığını kendisinin ve bölgenin güvenliğiyle ilgili hukukî/siyâsî
argümanlara dayandırıyor.
Detaylarına aşağıda değineceğimiz bir çeşit 'egemenlik devri mukavelesi' mâhiyetindeki 1926 Antlaşması,
Türkiye-Irak sınırını bir çizgi değil; 75 kilometrelik bir alan olarak tanımlıyor...
1946 Antlaşması'nda da tekrarlanan hükümlere göre, bu bölgeden Türkiye’ye yapılacak saldırıları
Ankara ile işbirliği halinde önlemek ise, Bağdat'ın sorumluluğunda."

"1925'te Musul'da incelemeler yapan Milletler Cemiyeti (MC) Komisyonu'nun hazırladığı rapor,
önemli bir tarihî malzeme hüviyetini taşıyor. Her ne kadar raporun sonuçları İngilizler'in beklentileri
doğrultusunda yönlendirilmiş olsa da, Türkiye’nin “tarihî haklar” tezini destekleyen pek çok husus,
bu metin aracılığıyla MC/BM’nin uluslararası hukuk arşivine dâhil edilmiştir.
Raporda, İngilizler'in MC Heyeti’ni yönlendirmek için ahâli üzerinde kurdukları baskıya dâir
şâhitliklerden bölgedeki Türk varlığı ve Türkiye sempatisine kadar pek çok önemli tespit yer almakta,
netice olarak sunulan üç seçeneğin ikisinde ise Musul’un Türkiye’ye bırakılması teklif edilmektedir.
Bunlardan biri, Musul vilâyetini kapsayan 'tartışmalı toprakların' bütün hâlinde, diğeri de Küçük Zap’ın
kuzeyindeki arâzinin Musul ve Erbil’i kapsayacak şekilde Türkiye’ye iadesini öngören tavsiyelerdir."

"MC’nin Musul Komisyonu üyesi Kont Teleki, 27 Ocak 1925’te, heyette yardımcı olarak bulunan
Cevat Paşa ile Musul’da yürüyüşe çıkar... Cevat Paşa’nın üzerinde Türk üniforması vardır.
Daha ana caddeye ulaşmadan bir grup Arap etraflarını sarar ve Cevat Paşa’nın elini öpmek için kuyruk oluşturur!
Sayıları bir anda iki yüzü bulur. 'Yaşasın Türkiye!' sloganları atmaktadırlar.
Pazar yerine geldiklerinde grup daha da büyür. Bir müddet sonra İngiliz polisi müdâhale eder.
Kenara çekilenler sopalarla dövülür. Kalabalık dağıtılmaya çalışılır. Kont müdâhale eder.
Hükûmet konağına, oradan da ikametlerine uzanan yürüyüşte Musullular, İngiliz polisine rağmen
Komisyon üyelerine eşlik etmeyi sürdürürler. Raporda yer alan bilgilere göre, gösteriye katılanlar
daha sonra tutuklanır. Heyetin hareketleri polis tâkibi altına alınır. Heyete yardımcı olan
Türk görevlilerden ikisi de hapsedilir. Türkler, ancak Komisyon’un faaliyetlerini durdurma tehdidi üzerine
serbest bırakılırlar."

"Yaklaşık sekiz yüz kişi ile konuşularak hazırlanan Milletler Cemiyeti Komisyonu raporunun
muhtelif yerlerinde, İngiliz baskısının yarattığı etkiye dikkat çekilmektedir. Heyetle buluşanlar
tâkibat korkusu yaşamışlardır. Görüşmelerde bâzıları bir yandan Türkiye yanlısı gerçek
tutumlarını usulca belirtirlerken, diğer yandan da kendilerini kapıda bekleyenlerin duyabileceği
yüksek bir sesle Irak’tan yana olduklarını beyan etmeye mecbur hissetmişlerdir. Irak’a katılmaya
taraftar olduklarını bildirmeye geldiklerini söyleyen kimi heyetler, özel görüşmeye geçildiğinde
Türkiye’nin inanmış destekçileri olduklarını ifâde etmişlerdir. Raporda, temsilcileri Irak lehine
tavır koyan bir mahalledeki köylülerin, Komisyon’daki Türk yardımcı ile karşı karşıya gelince
yaşadıkları sevince ibretlik bir örnek olarak yer verilmektedir."

"Musul halkındaki Türkiye sevgisinin farkında olan İngiltere, bölgede referandum yapılması taleplerine
şiddetle karşı çıkmıştır. Ankara, 'Halkların kendi kaderini tâyin hakkı'ndan söz edilecekse,
sandığa danışılmasını ister. Nitekim daha önce Yukarı Silezya, Saar Havzası, Doğu Prusya’daki bazı arâziler,
Schleswig ve Klagenfurt bölgeleriyle ilgili ihtilâflarda referandum yöntemi kullanılmıştır. '
Aksi takdirde,( der Ankara; 'Doğu halkları, niçin Avrupa halklarından ayrı muamele görmeleri
gerektiğini anlayamayacaktır.'
İngilizler'in cevâbına emperyalizmin Dünyâ'yı hiyerarşik olarak tasnif eden mantığı hâkimdir.
İngilizler, 'yüksek bir eğitim düzeyine ve medeniyete erişmiş toplumlarda yapılanlar dışında'
referandumun uygun sonuçlar vermeyeceğini ileri sürerler!.. 'Eğitimsiz seçmenler stratejik, coğrâfî, ekonomik
ve idârî faktörlere yeterli önemi vermeyeceklerdir.' Ayrıca referandum kararının alınmasıyla başlayacak
Türk kampanyasının Irak hükûmetini âciz bırakmasından endişe ettiklerini de eklerler."

"Referandumu reddeden İngilizler, Komisyon’un Musul’daki nüfusun etnik dağılımı üzerinden
Irak lehine bir değerlendirme yapmasını beklemekteydiler. Wilson ilkelerinde de kendisini gösterdiği gibi,
I. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası düzen, etnik kimlikler arasındaki farklılıkların doğal karşıtlıklar
anlamına geldiği ve her etnisitenin yalnızca kendi devletinin çatısı altında yaşamak istediği varsayımına
dayandırılmaktaydı. Bu anlayışa göre; Türkler, Avrupalı benzerleri gibi muhtelif kimlikleri devletlerinin çatısı altında
sâdece zorla tutabilmekteydiler. Fırsat bulanlar, 'milletler hapishanesi'ni hemen terk edeceklerdi.
Bu yüzden Komisyon’un raporu, Musul’da yaşayan unsurların köken ve âidiyetlerine ilişkin
uzun antropolojik, linguistik ve tarihî referansların resmî geçidi gibidir. İlgili sayfalarda, Türk idâresinin
bölgedeki bin yılı aşkın tarihî paranteze alınmaya çalışılırken, Asur ile Bâbil arasındaki sınırın
nereden geçtiğine dâir münâkaşalara yer verilişi, okuyucuları ister istemez gülümsetmektedir."

"Ankara, farklı tarihî bağlamlarda Osmanlı Devleti’nin eski toprakları üzerindeki egemenlik değişimleriyle yüzleşti.
Böyle dönemlerde, söz konusu coğrafyaların elden çıkışları esnâsında imzalanan anlaşmalardaki hükümlerin
yeniden değerlendirilmesine dayanan 'tarihî haklar'a dâir iddialar da kamuoyunun gündemine taşındı.
Diplomasimizin bu türden tezlere uluslararası toplum önünde 'resmen' başvurduğu en önemli örnek Kıbrıs meselesidir.
29 Ağustos-7 Eylül 1955 tarihleri arasında toplanan Londra Konferansı’nda, Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu,
Kıbrıs’la ilişkimizi kesen uluslararası anlaşmaların ilgili hükümlerini yorumlayarak, İngilizler'in çekilmesi durumunda
Ada’nın tamamının Türkiye’ye iâdesini talep etmişti!"

ALİ KERKÜKLÜ Son derece haklı!.. Acaba şimdilerde bu hakkımızı savunan var mı?

Kerkük, Musul, Halep, Batı Trakya, Kıbrıs, Ege Adaları için yüreğimiz kan ağlıyor, ama elimizden bunları yazmaktan başka birşey gelmiyor... Yeterli bulmayanlar, Ali Kerküklü'nün "Irak’a Özgürlük Operasyonu ve Kerkük" adlı eserini okuyabilirler.

Dayanamadım, ALİ KERKÜKLÜ'den bir yazı daha vereceğim:

- "Kerkük resmî olarak Bağdat yönetimine bağlı bir kenttir. Kerkük İl Meclisi, Türkmen ve Araplar'ın boykot ettiği oturumda
Kerkük’ün de 25 Eylül’deki referanduma katılması kararını aldı. Toplantıya Kerkük’ün Kürt Valisi Necmeddin Kerim de katıldı.
Necmeddin Kerim'in Irak Anayasası'nı da hiçe sayarak yaptığı provokatif referandum başvurusu,
Kerkük İl Meclisi'nde Kürt üyelerin oylarıyla kabul edildi."

"Kerkük, asırlardan beri IrakTürkmenleri'nin bu coğrafyada şekillenmiş Türk kültürünün merkezidir.
Diktatör Saddam Hüseyin, kentin Türk kimliğini ortadan kaldırmak istedi. Birçok yerleşim yerinin
Türkçe olan adları Arapça isimler ile değiştirildi. Kerkük Kalesi ve onlarca Türkmen köyü ve yerleşim yeri yıkıldı
ve Türkmenler Irak’ın güneyine ve farklı illerine sürüldü."

"Başlangıçta, 'Araplaştırma' politikası ile Türk kimliğini eritme çabaları, günümüzde 'Kürtleştirme' politikasına dönüştü.
Türkmenler'e yönelik yıllarca insanlıkdışı uygulamalarının bugün daha beteri yapılmaktadır. Çeşitli siyâsî gelişmelere bağlı olarak
Kerkük ve çevresinin demografik yapısı değiştirilmeye çalışılmıştır.
Bunda bölgenin zengin petrol kaynaklarına sâhip olması en önemli etken olmuştur.
Dün ve bugün emperyalist devletler ile bunların yönlendirdikleri Arap ve Kürt gruplar bölgenin nüfus yapısını KerkükTürkleri'nin aleyhine
değiştirmek için her yola başvurmuşlardır."

"Ne zaman ki işgâl güçleri ABD ve İngiltere Irak’a girdi, Kerkük’te tapu ve nüfus kayıtları yakıldı ve bu kent talan edildi, yağmalandı.
Türkmen şehri Kerkük’ün nüfusunda ve nüfuzunda büyük hareketlenmeler ve oynamalar baş gösterdi."

"2003 yılında Amerika ve İngiltere’nin Irak’ı işgâlinin ardından Kürtler'in Türkmen bölgelerinde etkin konuma getirilmesi sonucu,
Türkmenler'in hakları yok sayıldı. Daha önceden olan Araplaştırma politikasının yerini Kürtleştirme politikası aldı.
İşgâal sırasında oluşan istikrarsız ortamda Kürtler'in Kerkük’e kamyonlarla taşınması, Saddam Hüseyin döneminde,
Araplar ve Kerkük petrol şirketi çalışanları için yapılan konutlara, askeri garnizonlara, sosyal tesislere, devlet dâaireleri
ve hatta Kerkük Stadyumu´nun soyunma odalarına bile Kürtler yerleştirildi. Onbinlerce Kürt planlı ve programlı bir şekilde
çadırları ile getirildi, Kerkük’e 700 bin Kürt ithâl edildi. Dün çadırlarla gelen bu ithâl Kürtler bugün konut sâhibi oldular.
Kürt grupları, devletin tüm imkâanlarını sözde göçmen diye bu ithâl Kürtler'e seferber ettiler. Onlara aş, iş, aylık maaş
ve konut imkânı sağladılar. Getirilen Kürtler'e sahte “Kerkük” nüfus kâğıdı ve gıda karnesi (bu karne her Iraklı'nın
devlet işlemlerinde bulundurması gereken bir belge) verildi. Bu ithâl Kürtler Kerkük’e yerleştiği için de Kürt partiler
ve Devlet’ten de “göçmen adıyla” maaş almaktalar."

"Kerkük’teki kürtleştirme hareketlerinin ne derece tehlikeli bir noktaya geldiğini kanıtlayabilecek en önemli durum,
Kerkük-Erbil ve Kerkük-Süleymaniye şehirleri yolu üzerinde kurulan yeni mahallelerdi. Petrol kenti Kerkük´e yerleşen
ve ev kurmak için geniş arâziler üzerinde hak iddia eden onbinlerce Kürt, Kerkük üzerinde hak iddialarını
güçlendirmek için kurduğu konutlardan bir kısmı, dumanların yükseldiği doğal gaz tesislerine sâdece yarım mil uzaklıkta.
Kerkük’e ithâl edilen Kürtler, Kerkük petrol yataklarını ele geçirmek için kentin zengin petrol yatakları ve rafinerisi etrafındaki
devlete âit arâzilere kanunsuz konutlar yaparak yerleştirildiler. Çeşitli vaatlerle Kerkük’e getirilen Kürtler'in oluşturduğu
bu mahalleler kentin demografik yapısının nasıl değiştirilmeye çalışıldığına en belirgin örneklerinden bir tânesidir.
Kültür ve medeniyet şehri olan bir kent ancak bu kadar acımasız bir şekilde tahrip edilebilirdi."

"Bu yerleşen kişilere para verilmesi, 'tecavüz evleri' olarak nitelendirilen gecekondulaşmanın yoğunlaşması,
700 bin Kürt’ün Kerkük’e ithâl edilmesi, nüfus kayıtlarının ve tapu dâirelerinin tahrip edilip yakılması,
tüm devlet dâireleri ve müdürlüklerin Kürtler'in eline geçmesi gibi gelişmeler, Türkmen toplumu üzerinde
psikolojik etki yaratmıştır. Bunun akabinde kamunun üst düzey Türkmen yetkililerine, siyâsetçi, doktor, iş adamı,
bilimadamı, askerî komutan ve sivil halka karşı tehdit, yıldırma, sindirme, fidye isteme, göçe zorlama,
bombalı saldırı ve suikast girişimlerinin devam etmesi,Türkmenler üzerinde bu psikolojik etkiyi daha da arttırmıştır.
Türkmen bölgelerinde ve diğer kritik merkezlerde oluşan şiddet olayları, Türkmenler'e yönelik eylemler
bu çerçevede değerlendirilmelidir."

"Irak Türkleri'nin Irak’taki binlerce yıllık varlığı tehdit altında. Baas rejimi 35 yıl baskı ve zulüm altında tuttuğu
ve Araplaştırma politikalarına mâruz bıraktığı Irak Türkleri, bugün dışgüçlerin işbirlikçilerinin zulmü altında yaşam
ve kimlik mücadelesi veriyor. Bölgedeki binlerce yılık Türk kimliği ve varlığı yok ediliyor!"

"Çocukken yaşadıklarını hiçbir zaman unutmazsın. Çünkü hafızanın en temiz en güçlü olduğu zamanlardır çocukluk.
Çocukluk cenneti Kerkük'ün, nasıl bir "yitik cennet"e dönüştüğünü görüyoruz. Bu da bize derin bir acı ve keder veriyor.
Zâlimler, çocukluk cennetimizi harabeye ve hayatımızı da cehenneme çevirdiler. Kerkük giderek solan, eldeğiştiren,
artık tutunamayan bir kent. Ötesi, hâlen, belleğimizde yaşayan, kanayan hâliyle çocukluk cennetimiz."

Ne dümenler dönmüş, gördünüz mü?.. Celse incelemesine devam edelim.

(2) Varlık, Bakara Sûresi, 17. Âyet'ten bahsetmiş... Bakara Sûresi, 17. Âyet şöyledir:

- "Meseluhum ke meselil lezistevkade nâren fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu
bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn"
- "Onların hâli, ateş yakan kimsenin hâli gibidir. Ateş çevresini aydınlatmaya başlayınca,
TANRI onların nurunu giderir ve onları karanlıklar içinde görmez bir halde bırakıverir."

Biz bu âyeti TÜRKLER'in durumu ile bağdaştıramadık. Ama eğer TÜRKLER'e yâr olmayan, düşmanlık eden kavimleri kastetmişse, o zaman kabul edilebilir.

Varlık, her zaman olduğu gibi belki de bu âyet numarasını bizi araştırmaya sevketmek için vermiştir. Çünkü KUR'AN-I KERİM'de TÜRKLER ile ilgili, Araplar'a ve diğerlerine hitap eden ÜÇ âyet vardır.

-" İn tetevellev yestebdil kavmen gayrakum summe lâ yekûnû emsâlekum"
- "Eğer O'ndan yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de, onlar sizin gibi olmazlar."

(Muhammed Sûresi, 38. Âyet)

- "Fe lâ, uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn âlâ en nubeddile hayran minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn"
- "Andolsun doğuların Rabbine ve batıların Rabbine, gerçekten de bizim gücümüz yeter.
Şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez"

(Mearic Sûresi , 40-41. Âyetler)

- "Yâ eyyuhâllezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye'tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum
ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu'minîne eizzetin alâl kâfirîn, yucâhidûne fî sebîlillâhi
ve lâ yehâfûne levmete lâimin, zâlike fadlullâhi yu'tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm"
- "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki,
Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak,
kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler;
Allah yolunda mücahede eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar.
Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sâhibidir, her şeyi çok iyi bilendir."

(Mâide Sûresi , 54. Âyet)

Bilhassa bu üçüncüsü son derece önemlidir. Zâlim Hırıstiyan Batı Ülkeleri'ni korkutan da bu âyettir. Varlığın TÜRKİYE ve TÜRKLER konusunda söylediği, "Beşer târihinin başlangıcından bu zamana, bu zamandan ebediyete kadar âli kavmimize hiç bir kavim yâr olmamıştır" son derece doğrudur ve dâima akılda tutulması gerekir. Geçmişte bizimle uğraşanlar Çinliler, Farslar ve Haçlılar'dı. Epey şaşkın tavuk gibi dönüp dolandıktan sonra, bugünlerde (2016) silkinip kendine gelen Erdoğan ve AKP iktidârı hep Avrupa Birliği'nden ve Amerika'dan, yâni emperyalist Hıristiyan Batı Dünyâsı'ndan şikâyet eder oldular... Tâ İsmet Paşa'nın Misouri zırhlısı ile gelen Amerikan askerlerine kapıyı açıp (1946), Marşal Yardımı aldığı 1947 yılından beri, Menderes'in Türkiye'yi NATO'ya soktuğu 1952 yılından beri hiçbir iktidar, hiçbir Başbakan, hiçbir Cumhurbaşkanı bu gerçeği bu kadar açık dile getirmemişti. Ne çabuk unutmuşlardı daha 1914'de, bugün müttefik saydığınız Avrupa ülkelerinin Osmanlı topraklarını işgâl edip, lokma lokma kopardıklarını, bize sâdece TÜRKİYE'yi bıraktıklarını!.. Bu topraklar 1096 yılından beri Haçlılar'ın saldırısına mâruz kalmadı mı?.. Ne zaman vazgeçeceklerini umuyorsunuz?.. Onların amacı TÜRKLER'i Orta Asya'ya sürmek!.. Bunu hep söylemişlerdir, ve hiç vazgeçmemişlerdir!.. "TÜRKİYE, TÜRKLER'e bırakılamıyacak kadar değerli bir ülkedir" demiyorlar mı?

ALLAH bizi 1400 yıl önce uyarmış:

- "Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ
ve le initteba'te ehvâehum ba'dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr"
- " Sen onların dinlerine uymadıkça,Yyahudi ve Hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir.
De ki: 'Şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur.' Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu
ve tutkularına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı!"

(Bakara Sûresi , 120. âyet)

- "Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum"
- "Kitap ehli'nden olan kâfirler de müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır inmesini istemezler."

(Bakara Sûresi , 105. âyet)

- "Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye'lûnekum habâlâ, veddû mâ anittum,
kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber, kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta'kılûn"
- "Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin! Kendi dışınızdakilerden müsteşar, danışman,
sırlarınıza vâkıf olacak çalışma arkadaşı edinmeyin! Onlar, size fenâlık etmekten, ortalık bulandırmaktan,
bozgunculuk etmekten geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır.
Kâlplerinde gizledikleri düşmanlıkları ise, daha fazladır. Aklınızı kullanırsanız eğer,
size karşı azılı düşman olduklarının delillerini açıkladığımızı anlayacaksınız."

(Âl-i İmran Sûresi , 118. âyet)

- "İnnel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ"
"Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır."

(Nisâ Sûresi , 101. Âyet)

- "ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû"
- "Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler."

(Bakara Sûresi , 217. âyet)

İşte bu zihniyeti bilen ve son derece açık bir ifâde ile dile getiren rahmetli MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'tür. Aşağıdaki ifâdeleri unuttuk ta, bugün konuşanları,
"Ne güzel! Avrupa'ya, Amerika'ya meydan okuyor!" diye övüyoruz.

- "Milletimiz asırlardan beri iki müstebit kuvvetin, iki imhâkâr kuvvetin baskısında müteessir ve müteellim olmakta idi...
O iki kuvvetten birisi doğrudan doğruya MEMLEKET ve MİLLET'İ İDÂRE ETMEK İDDİASINDA BULUNAN
MÜSTEBİTLER, ikincisi bütün bir EMPERYALİST ve KAPİTALİST ÂLEM'dir!..
Asırlarca bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan MİLLET, tabii gâyet zebûn bir hâldedir."

- "EMPERYALİST KUVVETLER; MİLLET'imizi HUKUK, HAYSİYET ve İSTİKLÂL'den mahrum ve bunları gayr-ı müdrik
bir HAYVAN SÜRÜSÜ telâkki ettiği için, böyle bir sürünün elinde SONSUZ TABİİ KAYNAKLAR'a mâik
KIYMETLİ ve GENİŞ bir memleketin bırakılmasını tabii câiz görmezlerdi...
Onların telâkkisine göre bu memleketi parçalamak ve bu memleketteki insanları esâretleri altına almak lâzımdı...
Harb-i Umumî'nin neticesiyle hâsıl olan fırsattan istifâde ederek, mütâreke ile MİLLET'in ve ORDU'nun elinden
silâhlarını aldıktan sonra, fiiliyata girmişlerdir... Bir taraftan da DÂHİLDE bulunan GAAFİL ve HÂİN KUVVETLER,
MEMLEKET ve MİLLET'i âdetâ bu HÂRİÇ KUVVETLER gibi telâkki ediyorlardı... Binâenaleyh onların dahi mesâisi,
en hâin düşmanların mesâisi mâhiyetinde tecelliyâtını göstermiştir."

- "Halbuki MİLLETİMİZ hiçbir vakit düşmanlarımızın telâkki ettiği gibi HUKUK'una, İSTİKLÂL'ine yabancı değildir!..
Bilâkis büyük bir AŞK ile ve VİCDAN bağı ile İSTİKLÂL ve HAYSİYET'ine merbuttur! Ve yine MİLLETİMİZ,
dâhildeki câhil ve gaafillerin ve hâinlerin telâkki ettiği ve ifâde ettiği mâiyette değildir."
(13.10.1924)

- "GARB'IN HİÇ BİR VAKİT AFFETMEYECEĞİMİZ ZÂLİMLERİ, memleketimiz TÜRKİYE'yi parçalamak,
bu topraklarda yaşayan MİLLETİMİZİN HAYSİYETİ'ni, İSTİKLÂLİ'ni pâyimal etmek için verdikleri asırlık kararı,
en nihâyet tatbike koyarken, MİLLETİMİZ bugün cihâna şâmil inkılâblar ve ihtilâller içinde mevcudiyetini
muhâfaza lüzumuna kaanidir."

- "TÜRK MİLLETİ HAKKINI, HAYSİYETİNİ, ŞEREFİNİ TANITMAYA KAADİRDİR!.. TÜRK VATANI'nın bir karış toprağı için
bütün MİLLET bir vücut olarak ayağa kalkar! Tecâvüzün küçüğü, büyüğü yoktur!"

- "MİLLET'in müdâfaada sebâtı devâm ettikçe, GARP milletleri kendi hükûmetlerinden başka türlü düşünmeğe başladılar...
FRANSIZLAR, İTALYANLAR hakikaten son zamanlarda fikirlerini tashih ve tebdil ettiler."
(13.10.1924)

- "İstilâ fikri ile açılmış olan Cihan harbini hitâma erdiren galipler, teklif ettikleri barış şartları ile ANA TOPRAKLARIMIZ'ı,
İSTİKLâL ve HÜRRİYETİMİZ'i elimizden almaya, asırlardan beri İSLÂM'IN ve TÜRKLÜĞÜN fedâkâr MUHÂFIZI olan
MİLLETİMİZ'i ESİR derecesine indirmeye kalkıştılar!"
(14.10.1921)

- "Bu ülkelerde duygular, fikirler TÜRKİYE'NİN YOKEDİLMESİ noktasında yoğunlaşmıştır!.. Ve bu yoğunlaşma
yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda âdeta tahrip edici bir GELENEK biçimine dönüşmüştür...
Nihâyet "TÜRKİYE'yi ıslâh etmek", "TÜRKİYE'yi uygarlaştırmak" gibi bir takım bahânelerle TÜRKİYE'NİN İÇ HAYÂTI'na,
iç YÖNETİMİ'ne sızmışlardır!.. Bunun etkisi altında kalarak milletin, en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur."

- "Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka AVRUPA'dan nasihat almak,
bütün işleri AVRUPA'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri AVRUPA'dan almak gibi
bir takım sihniyetler ortaya çıkmıştır."

- "TÜRKİYE'nin nasılsa başına geçmiş olan bir takım insanlar, galip düşmanlar karşısında susmaya mahkûmmuş gibi,
TÜRKİYE'yi âtıl ve çekingen bir hâlde tutuyorlardı... Korkak ve mütereddit idiler."

- "TÜRKİYE'nin fikir adamları âdetâ kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, 'Biz adam değiliz ve olmayız.
Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.'.. Canımızı varlığımızı BİZE DÜŞMAN OLDUĞUNDAN
HİÇ ŞÜPHE EDİLMEYEN AVRUPALILAR'a kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı!..
'Onlar bizi idare etsin' diyorlardı."
(6.3.1922)

- "Oysa HANGİ İSTİKLÂL VARDIR Kİ, YABANCILARIN NASİHATLARIYLA, YABANCILARIN PLÂNLARIYLA YÜKSELEBİLSİN!..
Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir!"

- "GARP ÂLEMİ, OSMANLI DEVLETİ'ni yıkmak için ortaya ŞARK MESELESİ nâmıyla bir mesele çıkarmıştı.
GARP öyle zannediyordu ki, OSMANLI DEVLETİ'ni yıkmakla, onu vücuda getiren ASIL UNSUR'u da yıkacaktı."
(31.1.1923)

- "Yüzyıllardır DÜŞMANLARIMIZ, AVRUPA ULUSLARI arasında TÜRKLER'E KARŞI KİN ve DÜŞMANLIK fikirleri telkin etmişlerdir...
Bu fikirler bir zihniyet meydana getirmiştir... AVRUPA'da bugün de TÜRK'ün her türlü ilerlemeye düşman bir adam olduğu,
gelişmeye elverişsiz bir adam olduğu sanılmaktadır... Bu çok büyük bir yanılgıdır!... Bizi aşağı olmaya mahkûm bir halk olarak
tanımakla yetinmemiş olan BATI, YIKILMAMIZI ÇABUKLAŞTIRMAK İÇİN NE LAZIMSA YAPMIŞTIR!"
(1923)

- "Düşmanlarımızın emellerini yakından biliyoruz. DÜŞMANLARIMIZIN bu emellerini elde etmek için,
amaçlarına ulaşmak için KEŞFETTİKLERİ EN GÜÇLÜ ARAÇ, yine BİZİ BİRBİRİMİZE ÇARPIŞTIRMAKTAN İBâRET OLMUŞTUR!"
(24.4.1920)

- "Bu vaziyette ANADOLU'yu gözönüne getirmeniz rica ederim.
ANADOLU; bütün ASYA'NIN, BÜTÜN MAZLUMLAR DÜNYÂSI'NIN ZÛLÜM DÜNYÂSI'NA DOĞRU
İLERİ SÜRDÜĞÜ BİR VAZİYETTE bulunmaktadır... ANADOLU bu vaziyeti ile bütün ZÛLÜMLERE,
HÜCUMLARA, TAARRUZLARA MÂRUZ bulunuyor!.. BU HÜCUMLARIN UMUMÎ HEDEFİ, BÜTÜN ŞARK'TIR!..
ANADOLU her türlü tasallutlara, taarruzlara karşı bütün mevcudiyetiyle NEFİS MÜD"AFAASI etmektedir!...
ANADOLU bu müdâfaası ile yalnız kendi hayâtına âit vazifeyi ifa etmiyor. Belki bütün ŞARK'a müteveccih hücumlara SET çekiyor!.."

- " BU HÜCUMLAR ELBETTE KIRILACAKTIR!.. Bütün bu tasallutlar mutlaka nihâyet bulacaktır!
İşte ANCAK O ZAMAN GARP'TE, BÜTÜN CİHÂNDA HAKİKİ SÜKÛN, hakiki REFAH VE İNSÂNİYET HÜKÜM SÜRECEKTİR!"
(18.10.1921)

- "TÜRKİYE'nin bugünkü mücâdelesinin yalnız TÜRKİYE'ye âit olmadığını, bir defa daha teyit etmek istiyorum!..
TÜRKİYE'nin bugünkü mücâdelesi yalnız kendi nam ve hesâbına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur
ve daha çabuk bitebilirdi... TÜRKİYE mühim bir gayret sarfediyor! Çünkü müdâfaa ettiği, bütün MAZLUM MİLLETLER'in,
bütün ŞARK'IN DÂVÂSI'dır!.. Ve bunu nihâyete getirinceye kadar TÜRKİYE, ŞARK milletlerinin berâber
yürüyeceğinden emindir. "
(Temmuz 1920)

- "Biz BATI EMPERYALİSTLERİ'ne karşı yalnız KURTULUŞ ve BAĞIMSIZLIĞIMIZ'ı korumakla yetinmiyoruz...
Aynı zamanda BATI EMPERYALİSTLERİ'nin, güçleri ve bilinen amaçlarıyla TÜRK MİLLETİ'Nİ
EMPERYALİZME ARAÇ OLARAK KULLANMAK İSTEMELERİNE ENGEL OLUYORUZ...
Bununla bütün İnsanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz!"
(20.6.1920)

- "DOĞU'da ittifak vardır, BATI'da KARA ve müthiş bir PENÇE sürüp gitmektedir!.. (25.9.1920)

- "(Bir gün sabaha kadar meşhur sofrasında sohbet ve fikir alış-verişi ettikten sonra, köşkün bahçesinde gezerken)
ŞARK'tan şimdi DOĞACAK olan GÜNEŞ'e bakınız!.. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam,
uzaktan bütün ŞARK MİLLETLERİ'nin de uyanışlarını öyle görüyorum!.."

- "İSTİKLÂL ve HÜRRİYET'ine kavuşacak olan çok KARDEŞ MİLLET vardır... Bu milletler bütün güçlüklere rağmen
muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbâle ulaşacaklardır."

- "Bugün ESÂRET elemleri altında inleyen pek çok DİNDAŞIMIZ vardır... Bunlar için de, İSTİKLÂL'lerini kesbetmeleri
ve memleketlerinin refah ve itilâsına gayret sarf eylemeleri en büyük temennilerimizdendir."
(16.1.1923)

- "MÜSTEMLEKECİLİK ve EMPERYALİZM yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında
hiç bir RENK ve IRK farkı gözetmeyen yeni bir ÂHENG ve İŞBİRLİĞİ ÇAĞI egemen olacaktır!.."
(1933)

- "Zûlüm altında tutulan ASYA ve AFRİKA halkları ile BATI'daki işçiler MİLLETLERARASI KAPİTALİZM'in
kendilerini efendilerinin çıkarları için istismar etmek gâyesiyle sabırlarını suiistimal ettiklerini anladıkları zaman,
burjuva sınıfının kuvveti ortadan kalkacaktır. SOVYET RUSYA'nın Avrupa işçileri üzerindeki yüksek otoritesi,
ve MÜSLÜMAN dünyâsının TÜRK milletine olan bağlılığı, herkesi BATILI EMPERYALİSTLER'e karşı
birleştirmeye kâfi geleceğini açık şekilde göstermektedir."
(28.11.1920)

"Bütün MAZLUM MİLLETLER ZÂLİMLER'i bir gün MAHV ve NÂBUT edecektir!" (3.1.1922)

Ne demiştik bir sayfada?.. "Dünyâda söylenmedik söz kalmadı!.." Şimdi Ruhlar'ın TEBLİĞLER'ini huşû içinde dinliyor, yararlanıyoruz da, ATATÜRK gibi muhterem ve muhteşem bir zâtın hayatta iken söylediklerinden yararlanmıyacak mıyız?..

Rahmetlinin neredeyse 100 yıl önce söyledikleri, bugüne ne kadar uyuyor, değil mi? Hele ki, "GARB'IN HİÇBİR VAKİT AFFETMEYECEĞİMİZ ZÂLİMLERİ" tanımıyla , "HANGİ İSTİKLÂL VARDIR Kİ, YABANCILARIN NASİHATLARIYLA, YABANCILARIN PLÂNLARIYLA YÜKSELEBİLSİN!.." îkazını asla unutmamak gerekir!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR