BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?

1 Mayıs 1803 târihinde, Dublin’de doğan, yaşayan ve 20 Haziran 1849 günü ölen, İrlanda Ulusal Marşı’nın söz yazarı İrlandalı şâir James Clarence Mangan dil, din, târih, iklim, yiyecek, kültür bakımından kasvetli, hemen her gün yağmurlu, yemyeşil İrlanda ile hiçbir benzerliği olmayan, en az 4.000 km uzaklıktaki Türkiye’yi hiç görmemiş olmasına rağmen, sanki Osmanlı döneminde Anadolu’da, İstanbul'da, Karaman’da, Erzurum'da yaşamış bir Türk şâiri gibidir.

Elbette ki, Mangan başka konularda daha yüzlerce şiir yazmıştır. Sibirya'dan, Büyük İskender'den bahseder. Ama onu enteresan bir şahsiyet hâline getiren şiirleri Türkler, Türkiye ve İslâmiyet üzerine olan şiirleridir.

Mangan hakkındaki bu yazıyı Bülent Pakman'ın sayfasından, Arda Arıkan ve Nurten Birlik 'in PDF dosyasından ve diğer yerli-yabancı bâzı sayfalardan yararlanarak, çoğu yerde aynen alarak hazırladık. Yazanlara şükran borçluyuz.

Bir manavın oğlu olan, Clarence göbek adını sonradan alan Mangan, gerçekten hayâtı boyunca İrlanda’dan hiç çıkmamış, ama Erzurum civârına savaşmaya giden Karamanlı bir delikanlının sıla hasretini anlattığı "Karamanian Exile-Karamanlı Sürgün” adlı olağanüstü bir şiiri yazabilmiştir.

Şiiri tercümesiyle vereceğiz. Siz de göreceksiniz ve anlıyacaksınız ki, bu bir Reinkarnasyon olayıdır. Mangan bir önceki hayâtında Osmanlı topraklarında yaşamış ve bunun etkisini Ruh'unda bu hayâtına taşımıştır.

The Karamanian Exile - Karamanlı Sürgün

I see thee ever in my dreams, - Seni hep rüyalarımda görüyorum,
Karaman,
Thy hundred hills, thy thousand streams, - Senin yüzlerce tepen, binlerce deren,
Karaman! O Karaman
As when thy gold-bright morning gleams, Altın ışıltılı sabahların parladığı zaman,
As when the deepening sunset seams - Derin gün batımı şuaları,
With lines of light thy hills and streams, - Derelerini ve tepelerini aydınlattığı zaman,
Karaman!
So thou loomest on my dreams, - Sen hayâlimde belirirsin,
Karaman! O Karaman!
The hot, bright plains, the sun, the skies, - Sıcak, parıltılı ovalar, Güneş ve semâ,
Karaman!
Seem death-black marbles to mine eyes, - Gözlerime ölüm siyahlığında mermer görünür,
Karaman! O Karaman!
I turn from summer blood and dyes; - Kanlı yazdan döner, ölürüm,
Yet in my dreams thou dost arise - Yine de, hayâllerimde sen dost görünürsün!
In welcome glory to my eyes, - Gözlerime bir zafer karşılaması
Karaman!
In thee my life of life yet lies, - Hayâtımın hayâtı sende yatar
Karaman!
Thou still art holy in mine eyes, - Senin hâlâ var olan sanatın kutsaldır benim gözümde
Karaman! O Karaman!
Ere my fighting years were come, - Benim savaştığım yıllar ah bir geri gelse!
Karaman!
Troops were few in Erzeroum, - Az sayıda bölük vardı Erzurum'da
Karaman! O Karaman!
Their fiercest came from Erzeroum, - En acımasızı Erzurum’dan geldi bölüklerin,
They came from Ukhbar’s palace dome, - Uhbar sarayının kubbesinden indiler,
They dragged me forth from thee, my home, - Beni senden, vatanımdan söküp kopardılar,
Karaman!
Thee, my own, my mountain home, - Sen, öz vatanım, dağlık yurdum,
Karaman!
In life and death, my Spirit’s home, - Hayatta ve ölümde Ruh'umun ocağı,
Karaman! O Karaman!
O, none of all my sisters ten, - On kız kardeşimden hiçbiri,
Karaman!
Loved like me my fellow-men, - Hemşehrilerini benim kadar sevmedi,
Karaman! O Karaman!
I was mild as milk till then, - O âna kadar süt kadar lâtif,
I was soft as silk till then; - İpek kadar yumuşaktım.
Now my breast is as a den, Şimdi göğsüm mağara gibi
Karaman!
Foul with blood and bones of men, - insanların, kan ve kemikleriyle kirlenmiş,
Karaman!
With blood and bones of slaughtered men, - Öldürülen insanların, kan ve kemikleriyle!
Karaman! O Karaman!
My boyhood’s feelings newly born, - Yeni doğmuş gençlik duygularım,
Karaman!
With life’s young flowers were all uptorn, - Hayâtın tomurcuk çiçekleri gibi soldu,
Karaman! O Karaman!
And in their stead sprang weed and thorn; - Yerlerinde dikenler ve yabânî otlar fışkırdı,
What once I loved now moves my scorn; - Bir zamanlar sevdiklerim simdi küçük düştü gözümde,
My burning eyes are dried to horn, - Ateş gibi yanan gözlerim oyuğuna kadar kurudu
Karaman!
I hate the blessed light of morn, - Sabahın bereketli ışığından nefret ediyorum,
Karaman! O Karaman!
The Spahi wears a tyrant’s chains, - Sipâhi bir zorbanın zincirlerine vurulmuş,
Karaman!
But bondage worse than this remains, - Ki, kölelik şu cesetten daha kötüdür,
Karaman! O Karaman!
My heart is black with million stains: Kâlbim binlerce lekeyle kararmış;
Thereon, as on Kaf’s blasted plains, - Kaf Dağı’nın yanıp kavrulmuş ovaları gibi,
Shall nevermore fall dews and rains, - Hiç yağmur ve çiğ düşmeyecek,
Karaman!
Save poison-dews and bloody rains, - Ancak zehir çiğleri ve kan yağmurlarıdır yağacak,
Karaman!
Hell’s poison-dews and bloody rains, - Cehennem'in zehirli çiğleri , kan yağmurları!
Karaman! O Karaman!
But life, at worst, must end erelong, - Fakat en kötüsü yakında hayat bitecek,
Karaman!
Azreel avengeth every wrong, - Azrâil her günâhın intikamını alacak,
Karaman! O Karaman!
Of late my thoughts rove more among - Son zamanlarda düşüncelerim daha çok geziniyor
Thy fields; o’ershadowing fancies throng - Çayırlarında; hayâl kümeleri zihnimi ve
My mind, and text of bodeful song, - Kehânetli şarkı güftelerini gölgede bırakıyor,
Karaman!
Azreel is terrible and strong, - Azrâil çetin ve güçlü,
Karaman!
His lightning sword smites all erelong, - Işıldayan kılıcı çok yakında çarpacak,
Karaman! O Karaman!
There ’s care to-night in Ukhbar’s halls, - Bu gece Uhbarın salonlarında endişe var,
Karaman!
There ’s hope, too, for his trodden thralls, - Ezilmiş esirler için umut da var,
Karaman! O Karaman!
What lights flash red along yon walls? - Şu duvarlar boyunca yanan kızılışık da nedir?
Hark! Hark! The muster-trumpet calls! - İçtima borusu "Sus, dinle!" diye bağırıyor!
I see the sheen of spears and shawls, - Mızrakların ve salların parıltısını görüyorum,
Karaman!
The foe! The foe! They scale the walls,- Düşnan!, Düşman!... Duvarlara tırmanıyorlar,
Karaman!
To-night Muràd or Ukhbar falls, - Bu gece Murad veya Uhbar düşecek!
Karaman! O Karaman!

Mangan bu gibi şiirlerinde kendini Türk görerek, Anadolu’da otururmuşcasına Türkler'e hitâp etmektedir. Türk olmayanların bu şiirleri anlaması, hissetmesi mümkün değildir. Şiirlerin aslını veriyoruz, bir kısmının tercümelerini de nakletmeye veya yapmaya çalışacağız. Bir kısmının da sâdece adını verebileceğiz. Kitabı bizde yok, İnternet'te de bulamadık.

The Wail and Warnings of the Three Khalanders - Üç Kalenderin Feryâd ve Îkazı

THE WAIL - FERYÂD
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
Here we meet, we three, at length, - İşte burada buluştuk , açık söylemek gerekirse, biz üçümüz
Amrah, Osman, Perizad! - Emrah, Osman, Perizad
Shorn of all our grace and strength. - Bütün zerâfetimizden ve gücümüzden yoksun
Poor and old and very sad. - Fakir, yaşlı ve çok yaslı
We have lived, but live no more; - Yaşadık ama artık yaşamıyoruz
Life has lost its gloss for us, - Hayat bizim için parlaklığını kaybetti
Since the days we spent of yore - Geçmiş günlerden bu yana,
Boating down the Bosphorus! - İstanbul Boğazı'ndan aşağı kayıkla gezdiğimiz günlerden beri
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
The Bosphorus, the Bosphorus! - Ah Boğaziçi, Ah Boğaziçi
Old time brought home no loss to us; - Eski zamanlar bize ve evimize hiç zarar getirmemişti
We felt full of health and heart - Sağlığımız ve yüreğimiz hep sağlamdı
Upon the foamy Bosphorus. - Köpüklü Boğaziçi'nde
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
Days indeed! A shepherd's tent - Ne günlerdi onlar! Bir çobanın çadırı
Served us then for house and fold; - Bize ev ve sığınak görevi görürdü
All to whom we gave or lent - Bütün verdiğimiz kişiler ve borçlularınız
Paid us back a thousand fold. - Biz bin mislini geri ödediler
Troublous years, by myriads wailed, - Dertli, sıkıntılı yıllar, acıyla feryâd eden pek çok yıllar
Rarely had a cross for us, - bizimle çakışmadı hiç
Never when we gayly sailed - Biz mesut ve neş'eli bir şekilde gezerken
Singing down the Bosphorus. - Boğaziçi'nde şarkı söyleyerek
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
The Bosphorus, the Bosphorus! - Ah Boğaziçi, Boğaziçi
There never came a cross for us. - Hiç engel çıkmadı karşımıza
While we daily, gayly sailed - Her gün mesut, neş'eli gezerken
Adown the meadowy Bosphorus. - Yemyeşil bir çayırı andıran Boğaiçi'nde bir yukarı, bir aşağı
La' laha. il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
Blithe as birds we flew along, - Kuşlar gibi neşeli uçtuk
Laughed and quaffed and stared about; - Güldük, şakalaştık ve seyrettik.
Wine and roses, mirth and song, Şarap, güller, neş’e, türküler
Were what most we cared about. - Bizim en çok kıymet verdiklerimizdi
Fame we left for quacks to seek, - Şöhretten geçtik, şarlatanlara bıraktık onu
Gold was dust and dross for us. - Altın tozdu bizim için, değer vermedik hiç.
While we lived from week to week, - Günden güne, haftadan haftaya yaşarken
Boating down the Bosphorus. - Boğaziçi'nde kayıkla gezerek
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
The Bosohorus, the Bosphorus! - Ah Boğaziçi, Boğaziçi
And gold was dust and dross for us - - Altın tozdu bizim için, değer vermedik hiç.
While we lived from week to week, - Günden güne, haftadan haftaya yaşarken
Boating down the Bosphorus. - Boğaziçi'nde kayıkla gezerek
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
Ah! for youth's delirious hours - Ah! Gençliğin çılgın anlarının
Man pays well in after days, - Bedelini insan ağır öder sonraki günlerde
When quenched hopes and palsied powers - Sönmüş ümitler ve tükenmiş güçler
Mock his love-and-laughter days. - İnsanın aşk dolu kahkahalı günleriyle alay ederken
Thorns and thistles in our path - Yolumuzun üzerindeki dikenler, hele deve dikenleri
Took the place of moss for us - Yumuşak yosunların yerini aldı
Till false fortune's tempest-wrath, - Kahpe kaderin fırtınayı andıran lâneti
Drove us from the Bosphorus. - Bizi Boğaziçi'nden sürdü götürdü
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
The Bosphorus, the Bosphorus! - Ah Boğaziçi, Boğaziçi
When thorns took place of moss, for us, - Dikenler yosunların yerini alınca
Gone was all! Our hearts were graves - Herşey kayboldu, giti! Kâlplerimiz kabire döndü
Deep, deeper than the Bosphorus. - Derin, Boğaziçi'nden daha derinbir kabire!..

THE WARNING - ÎKAZ
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
Pleasure tempts, yet man has none - Zevkler baştan çıkarır, lâkin insanda zevk mi var?
Save himself to accuse, If her - Kendini suçlama, eğer o kadının
Temptlngs prove, when all is done, - Kışkırtmaları, herşey olup bittiğinde gösteriyorsa
Lures hung out by Lucifer. - Ki bunlar Seytan'ın yemlemeleri
Guard your fire in youth, o friends! - Aman dostlar, gençliğin ateşine kapılmayın!
Manhood is but phosphorus, - Erkeklik fosfor gibi parlak görünür
And bad luck attends and ends - Ama işe kötü tâlih karışır ve söner
Boating down the Bosphorus. - Boğaziçi'nde kayıkla gezerken
La' laha, il Allah! - Lâ ilâhe, illallah!
The Bosphorus, the Bosphorus! - Ah Boğaziçi, Boğaziçi
Youth's fire soon wanes to phosphorus. - Gençliğin ateşi kısa zamanda donuk bir parlaklığa döner
And slight luck or grace attends - Tâlih az güler, zerâfet az bulunur
Your boaters of the Bosphorus. - Boğaziçi'nin siz kayıkçılarında!

Bunları yazan James Clarance Mangan’ın “Oxford İngiliz Şiirleri Antolojisi'nde (Oxford Anthologie of English Verse) İrlandalı şâirler arasında değil, Türk şâirleri başlığı altında gösterilmiştir.

Bu şiirlerde tasavvuf vardır. Olaylar sanki bizzat yaşanmış gibi anlatılmaktadır. Sanki Mangan Erzurum, Karaman, Boğaziçi'nden çıkıp Dublin’e gelmiştir. Öyle ki Mangan kendi ölümü hakkındaki düşüncelerini bile bizlerin hayâl gücü ile ifâde etmiş:

Şimdi kervan yola çıkıyor… Meçhûl bir ülkeye doğru.
Çanları hareket işâretini vermeye başladı bile!
Sevin Ruhum! Zavallı kuşum, kurtuldun nihâyet!
Nihâyet kafesin çöküyor… Demirleri dağılacak yakında.
Elvedâ gaileli Dünya, günahlarla haşır-neşir olan Dünya <
Ruhum Allah’ın sâkin yurdunda dinlenecek artık!

“Kuş-kafes”, “ten-can” ilişki ve benzetmeleri Doğu, dolayısıyla Tasavvuf edebiyâtına âit motifler... Kervan’ın “meçhûl bir ülkeye doğru” yola çıkması, bilinmeyene gidiş...

Hancı, kervan, seyyah, kefen motifleri de öyle:

Bu hana ve bu handan
Kaç seyyah geldi geçti?
Kaç kervan kefenlenip gitti?
Herkes geldi, herkes gitti.
Kimse bilmedi neden geldiğini,
Nereye gittiğini!”

Bunlar da Doğu edebiyatını ve yakın zamana âit Yahya Kemâl’in:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan!

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

Biçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayâtın ne de son mâtemidir bu.

Dünyâ'da sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti, dönen yok seferinden.

satırlarını hatırlatırken Yahya Kemâl ile Mangan’ın kendi ölümleri hakkındaki düşüncelerinin tam örtüştüğü görülüyor.

Mangan’ın “Gül Zamanı” adlı şiiri Mesîhî’nin murabbasıı üzerine kurulmuştur. MURABBA , "dört mısralı 3 ilâ 7 kıt'adan oluşan şiirdir. Önce Mesihî'nin murabbasını verelim. Şiir "Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün" veznindedir:

Dinle bülbül kıssasın kim geldi eyyâm-ı bahar
Kıırclı her bir bağda hengâm-ı bahar
Oldı sîm-efşân ana ezhâr-ı bâdâm-ı bahar
Ayş u nûş it kim geçek kalmaz bıı eyyâm-ı bahar

Yine envâ'-ı şükûfeyle bezendi bâğ u râğ
Ayş içün kurdı çiçekler salm-ı gülşende otağ
Kim bilür ol bir bahara kim ölüp kim kala sağ
Ayş ıı nûş it kim geçer kalmaz bu eyyâm-ı bahar

Ruhlan rengin güzellerdür gül ile lâleler
Kim kulaklarına düıiü cevher asmış jaleler
Aldanup sanma ki bunlar bile bâkî kalanlar
Ayş u nûş it kim geçer kalmaz bu eyyâm-ı bahar

Ârif isen hoş geçür gel bu demi yârân ile
Bağda kan aldı şimşek neşter-i bârân ile
Gisitâda görinen lâle vü gül nu'mân ile
Ayş u nûş it kim geçer kalmaz bu eyyâm-ı bahar

Gi teli ol demler ki olup sebzeler sâhib-firâş
Gonca fikri olmış idi gülşenün bağrında baş
Geldi bir dem kim kızardı lâlelerle dağ u taş
Ayş u nûş il kim geçer kalmaz bu eyyâm-ı bahar

Ebr gülzâr üstüne her subh gevher-bâr iken
Nefha-i bâd-ı seher pür-nâfe-i Tâtâr iken
Gaafil olma âlem ün mahbûbn da var iken
Ayş u nûş it kim geçer kalmaz bu eyyâm-ı bahar

Şimdi Mangan'ın şiirini verelim:

Morning is blushing; the gay nightingales, - Sabahın mahcup kızıllığında şakıyor,
Warble their exquisite songs in vales; - Neşeli bülbüller, güzelim şarkıları dolduruyor ovaları;
Spring, like a Spirit, floats everywhere, - Bahar Üflenmiş Ruh gibi her yeri kuşatıyor,
Shaking sweet spice-showers loose from her hair, - Silkeleyerek saçlarından tatlı baharat sağnakları;
Murmurs half-musical sounds from the stream, - Pınarlardan müzikli seslerle mırıldanıyor;
Breathes in the valley and shines in the beam. - Vâdide soluklanıyor, güneşte parıldıyor;
In, in at the portals that youth uncloses,- Giriyor kapılardan gençliğin açtığı,
It hastes, it wastes, the Time of Roses! - Hızlandırırken zamanı, tükeniyor Gül Zamanı!

"Lamii’s Apology for his Nonsense-Lâmiî’nin Saçmalığına Dâir Sunduğu Özür" şiirinde şöyle der:

I was a parrot mute and happy, till, - Ben bir zamanlar suskun ve mutlu bir papağandım
Once on a time, - Bir zamanlar
The fowlers pierced the wood and caught me; - Tâ ki kuş avcıları dalı kırıp beni yakalayıncaya kadar
Then blame me not ; for I but echo still - Suçlama beni ama, Ben hâlâ
In wayward rhyme - o dikbaşlı, kafa tutan nakaratı,
The melancholy wit they taught me. - Bana öğrettikleri karasevda nakaratını tekrarlar dururum!

Lâmiî (1473-1539) bir Tasavvuf şâiri ve Nakşıbendî şeyhidir. Saçmalığı ve özrü hakkında bilgi bulamadık. Ama eserlerinde yer aldığı muhakkak. Mangan da bulup okumuş.

Mangan'ın Türkler ve Müslümanlar'ae ilgili diğer şiirleri:

- "Relic of Servi - Servi'nin Yâdigârı"
- “Relic of Prince Bayazed - Şehzâde Bayezid’in Yâdigârı”
“Relic of Yusuf Scheiki - Şeyh Yusuf Yadigârı”
“To Bakki - Bâkî’ye”
“It is All One in the Turkish - Türkçe’de Hepsi Bir”
“Ghazel (I give God Thanks) - Gazel (Tanrı’ya Şükranlarımı Sunarım)”
“To the Ingleezee Khafir, Calling Himself Djaun Bool Djenkinzun - Kendine Can Bul Cenkinzun (John Bill Jenkinson) Diyen İngiliz Kâfir’e”
“The Dervish and Vezeer - Derviş ve Vezir”
“The Richest Caliph - En Zengin Halife”
“Ghazel (All that hath existence is eternal) - Gazel (Var Olan Herşey Sonsuzdur)”
“The Time of the Roses - Güllerin Zamanı”
“The Time of the Barmecides - ‘Barmakiler’in Zamanı"
"The World a Ghazel - Dünya bir Gazeldir"
"Lament from the Farewell-book of Ahi - Ahî'nin Vedâ Kitabından Figanlar"
"Trust not the World, nor Time - Ne Dünyâ'ya, Ne de Zaman'a Güven"
"Jealousy - Kıskançlık"
" Love - Aşk"
"To Amine, on seeing her About to veil her Mirror - Emine'ye, Aynasını Peçeyle Örtmek Üzere Görünce"
“Sayings and Proverbs - Deyişler ve Meseller”
"Saying of Kemaleddin Khogendi - Kemaleddin Khogendi’nin Deyişi"
“Song for Coffee-Drinker - Kahve İçenler İçin Şarkı”
“The Howling Song of Al Mohara - Muharrem’in Haykıran Şarkısı”
“The City of Truth - Hakikatin Şehri”

“Servi’nin Yâdigârı” (Relic of Servi) başlıklı şiirde adı geçen Servi’nin kim olduğu bilinmemekle birlikte Servi şiirde şöyle anılmaktadır:

Ümidin açacak gülleri çoktan ölmüş,
Ve sevdiklerimin hepsi de mezarda toz,
Ve Servi’ye haz ya da acı veren her şey!

“Meryem’e, Saçı Üzerine” başlıklı şiirinde Mangan Osmanlı topraklarına gönderme yapar ve şiiri Selman adlı bir Türk şâirden tercüme ettiğini iddia eder. “The Time of the Roses-Güllerin Zamanı” şiirinde “ânı yaşamak” teması ön plana çıkmaktadır. Şiirde, Leylâ’ya “Gel ve mutlu ol!” diye seslenirken,

Biliyor musun, var mı , yok mu senin için
Gelecekte seneler?

diye sorar. Leylâ kimdir, bilinmez ama sonra Leylâ’ya

Güleç ve mutlu olabilir misin onlar gibi?
Ah, hazzın önerdiği her tavsiyeyi izle!

diyerek tabiatta gördüğü çiçekler gibi gülümsemesi ve mutlu olması öğütler.

Mangan’ın Rahiki’den çevirdiğini iddia ettiği “Mihri’ye” başlıklı şiirde de Orta Doğulu kadının yine yüceltildiğini görürüz. Saçları geceden bile kara olan kadına “Yıldız ışığım, ay ışığım, gece karanlığım, öğle ışığım” diye hitap eder ve “Açma, açma!” diye seslenilerek ondan peçesini açmaması ister, çünkü eğer o peçe açılırsa, kadının “ışıldayan yanağı karşısında gül utanacak” ve “ak bağrı” karşısında da “parlayan Güneş karanlık kalacak”tır.

“A Ghazel-Bir Gazel” başlıklı şiirin ilk iki kıt'ası şöyledir:

Yeryüzü'nde Sultan yalnızdır diye şaşırma sen!
Gökyüzünü aydınlatan Güneş de yalnız;
Pıtırdamış ve açılmış bir orman dolusu çiçek de var ama,
Hanım Sultan bahçesindeki gül de yalnız,
Allah’a hamd olsun!
İnsanoğlu içinde yalnız olmayan ne var ki?
Ruhunun gözlerini Osmanlı Tahtı'na kaldır da gör,
Kâbe’ye dön ve onun muhteşem Taşına bir bak;
Gül gibi, Sultan gibi, onlar da yalnızdır:
Allah’a hamd olsun!

Mangan’ın şiirlerinde Süleyman imgesi önemlidir. “The Time of the Roses - Güllerin Zamanı” başlıklı şiirinde adı geçen Süleyman’ın hem Hazret-i Süleyman, hem de Sultan Süleyman olabileceğine dâir imâlar vardır şiirin bağlamı içinde. Bu şiirde Süleyman tüm kargaşaya, savaşlara ve hatta tabiat olaylarına bile hükmedebilen bir kahraman olarak betimlenmektedir, ki Hz. Süleyman öyle biridir.

Fırtına ve gök gürültüsü ve savaş her yandaydı
Ayaklanma ve karmaşa korkusuzca zafer kazandı
Süleyman kalktı ve gök gürlemeleri susturuldu
Karşı çıkanlar serilip yattı, karmaşa kırıldı.
Bir kez daha barış bütün ihtişâmıyla nizamda
Bir kez daha mutlu gökler parlar vâdilerimizde
Ve tatlı tatlı yenilenen o şâir yazar
Öykülerini övmek için güllerin zamanının.
Süleyman! Tahtın nerede? Rüzgârla birlikte gitti.
Bâbil! Kudretin nerede? Rüzgârla birlikte gitti.

“Relic of Prince Bayazeed - Şehzâde Bayezid’in Yadigârı” başlıklı şiirde de ana tema ölümdür; ancak bu korkutucu bir son değil, sevinçle karşılanan bir sondur. Şiir kişisi, başlıkta da belirtildiği gibi, Kanunî Sultan Süleyman'ın öldürttüğü oğlu Şehzâde Bayezid’dir. Şiirdeki benzetme ve semboller Doğu kültüründen alınmıştır. Şehzâde Bayezid ölümün eşiğindedir, bağrındaki damarlarında “son soğuk kan” akmaktadır ve “Kâlbimin üzerinde yeşeren gür ot tabakasını hissediyorum” der. Artık kervan, “hiçlik ülkesine doğru yola çıkıyor” ve “Onun çanı şimdiden ayrılığı muştular”. Ruhuna “zavallı Kuş” diye seslenerek yine de mutlu olması çağrısında bulunur çünkü bu “zavallı kuş” nihâyet ebedî evine kavuşacaktır. Şehzâde Bayezid kendi ölümüne tanık olmaktadır:

Kafesin hızlıca çatırdıyor, çubuklar birazdan parçalanacak.
Elvedâ günah ve suçun isyânıyla depreşen bu sıkıntılı Dünya!
Bundan böyle Şâhî, Tanrı’nın huzur dolu evinde dinlenecektir.

Kervan, kervansaray, şal, bülbül, ceylân, sürme, misk kokusu, limon, hurma, nar, şeftâli, Karaman kılıcı gibi araç ve nesneler şiirlerde sıklıkla ve İngilizce değil, özgün yazımı ve özgün söylenişlerine yakın bir şekilde sesletilerek yer almaktadır.

Mangan’ın şiirlerinde bolca Müslüman, Lâ ilâhe illallah, Kâbe, Muharrem, Yê Hû, Kur'an, sekiz işâret, dört gardiyan, Lokman, Sırat Köprüsü ve Allahu Ekber gibi İslâmiyet kaynaklı kelimeler yer almaktadır. Bunlardan dört gardiyanın, Hz. Muhammed’den sonra gelen Dört Büyük Halife; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali oldukları şiirin, bulunduğu dipnotta verilmektedir. Bunun dışında “The Howling Song of Al Mohara - Muharrem’in Haykıran Şarkısı” başlıklı şiiri “Allah, Allah, Hû!” nidâlarıyla şu şekilde son bulmaktadır:

Ah, elleri kanlı olan dâima görür
Ama onu pişman eden o görüntüler
Şimdi bana olduğu gibi, ağlatır böylece,
Bütün bir gece boyunca, dizlerimin üstünde,
Dâima:
Allah, Allah Hû!

“Sayings and Proverbs - Deyişler ve Meseller” başlıklı şiirin üçüncü kısmını oluşturan “Saying of Nedschati - Necâti’nin Deyişi” başlıklı şiir şöyledir:

Dünya uçsuz bucaksız bir kervansaray,
Kimsenin konaklayamadığı,
Ama her misâfirin duvarına bu sözü kazıdığı yerdir:
Ey, Ulu Rabbim!

Burada kastetiği 15. Asır şâirlerinden Necâti midir, acaba?.. Şeyhî ve Ahmet Paşa'dan sonra asrın üçüncü büyük sanatçısı Necâti'dir. Kastamonu'da nakkaşlık yapan şâirin şiirleri Fâtih'e kadar gelince; o, Necâti'yi Saray'a almış ve ona kâtiplik görevi vermiştir.

Halk içinde yetişen ve önemli bir medrese eğitimi olmayan şâir, şiirlerinde sâde halk Türkçesi kullanmıştır. Bu yönüyle hem Bâkî, hem Fuzûlî tarafından şiirlerine nazireler söylenmiştir. Elde şâire ait sâdece Dîvân'ı vardır. Mangan onu nasıl bulmuş, bilinmez.

"The Howling Song of Al Mohara - Mohara'nın Uğuldayan Şarkısı" başlıklı şiiri “Allah, Allah, Hû!” nidâlarıyla şu şekilde son bulmaktadır:

Ah, elleri kanlı olan dâima görür
Ama onu pişman eden o görüntüler
Şimdi bana olduğu gibi, ağlatır böylece,
Bütün bir gece boyunca, dizlerimin üstünde,
Dâima: Allah, Allah. Hû!

Yine “Trust not the World, nor Time - Ne Dünyâ'ya Güven Ne de Zamana” başlıklı şiirinde Mangan “Yâ Hû!” nidâsını tekrar tekrar kullanmaktadır:

Dünyâ'ya güvenme, ne de Zaman'a; onlar yalancı arkadaşlardır.
Yâ Hû!
Servet kanatlanır ve kadın da kendi yoluna gider.
Yâ Hû!
Eski kapılı o harap eve
Yâ Hû!
Giren herkes misâfirdir ve ben de kalamam ki orada.
Yâ Hû!

Burada Mangan’ın tasavvuftaki "her şeyin beyhûde olduğuna, Allah’tan bir talepte bulunmadan, yalnızca O'nun Mutlak Varlığına göndermede bulunmak için 'Hû!' çekilişini" kullandığını görüyoruz... Bu ifâde aslında "Allah dışında herşey yok hükmünde" anlamında kullanılır... Çoğu "Hû çekenler" dahi bunu bilmez!

“Relic of Yusuf Scheiki - Şeyh Yusuf'un Yadigârı” başlıklı şiirinde de Mangan, “insan hayâtı” yerine Doğu kültüründen aldığı, “büyük kervan” benzetmesini kullanır. Şiirde kervan oradan oraya seyahat eden, bir hedefi varmış izlenimi veren ama aslında köksüzlüğü temsil eden bir benzetmeden ibârettir. Bu kervan Dünyâ'nın sisli vadisinde yol almaktayken kervanın çınlayan zilleri de yolculuk boyunca yarım yamalak da olsa duyulur. Kervan Âşık Veysel'in dediği gibi "uzun ince bir yolda"dır. Bu şiirde, ne bir aşkınlık fikri, ne de başka bir mistik çağrışıma tanık oluruz. İnsanoğlu gelir ve göçer bu Dünyâ'dan ve Allah’ın İrâde ve Varlığının sırrına eremeden yarım yamalak duyulan yankılar bırakarak gider.

Yine “The City of Truth - Hakikatin Şehri” başlıklı şiirde Cennet'i anlatırken aynı zamanda Orta Doğu halklarının bir dökümünü verir:

Bütün hayatları selâm (barış), ve her geldiklerinde bir araya,
Hepsi de kardeş kardeş buluşurlardı.
Burada ne ast, ne üst rütbeler vardı:
Suriyeli, Türk, Mısırlı, Yunan ve Galli,
Esmeri de, beyaz tenlisi de, Arab'ı, Fars'ı, Frank'ı,
İşte burada ortak bir birlikte bağlanırlardı.

“Song for Coffee--Drinkers- Kahve İçenler İçin Şarkı” başlıklı şiirinde Mangan Doğu’nun ahlâkî dokusuna yerleştirdiği şiir kişisine, şakacı bir bağlamda kahvenin şarap ve rakıya olan üstünlüğünü şiirsel bir ifâdeyle anlatır. 19. yüzyılda Osmanlı’nın, ya da Orta Doğu’nun Batı’da bilinen kültürel timsâllerinden birinin ve belki de en ünlüsünün kahve olduğunu düşünürsek, bu konuda uzunca bir şiir yazılmış olmasını yadırgamayız. Bu şiirde dikkatimizi çeken bir ayrıntı vardır ki, bu da ikinci kıt'ada geçen ve şarabın neden olduğu başağrısının, o zamana değin işlenilen günahların ateş şeklinde hâsıl olması olarak yorumlanmasıdır. Bu rahatsızlıktan kurtulabilmek için kendisine bir “hekim” tarafından verilen kahve içilmektedir.

“Türk” kelimesini zengin çağrışımlarla kullanan Mangan, uyuşturucu özelliği de olan "katranlı su"yun târifini verirken şöyle der: “Katranlı su gücünü bilir. Kıskanç bir ilâçtır. Ölçülerin imparatorudur ve Türk gibidir; tahtının yakınlarında hiçbir kardeşini barındırmaz.”

Ama bu ifâdesinden kardeş katlini kınadığı sonucu çıkmaz. Sultan II. Murad’a ithaf ettiği şiirinde bütün Dünyâ'nın Sultan Murad’ı tâkip ederek titrediğinden dem vurarak şöyle yazar:

Dünya görür sende
Kendi kaderini!
Sen Kutup misâli dururken--o benzer
İğneye çünkü; sana döner ve titrer!

Mangan İngiliz şiir tekniğine uymayan Türk kafiye anlayışına bağlı kalarak Türk kültürünü özümsemiş Türk gazel formunu ustalıkla şiirlerinde kullanmıştır. Mangan sâyesinde 1937'de İrlandalılar “Söz gümüşse sükût altındır - Speech is Silver but Silent is Golden" , "Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan iyidir – A bird in hand is worth two in the bush” gibi bâzı Türk atasözlerinden haberdâr olmuşlardır.

Mangan’ın bu Anadolu ilgisi nereden gelebilir?.. Arapça, Farsça ve Osmanlıca dillerini ne derece bildiği bilinmeyen Mangan, çalıştığı kütüphânede Osmanlı’ya dâir kimi târihi ve folklorik bilgileri barındıran kitaplar okumuş olabilir. Türkçe ve Türk şiiriyle Almanca bir tercüme sâyesinde tanıştığı söylenir. Ama bunlar Mangan’ın neden geçmiş Osmanlı dönemindeki Anadolu hakkında o zamanlar yaşamış bir Türk şâiriymişçesine şiirler yazdığını bana açıklıyamamaktadır. Bunun kolay bir iş olmadığını Türk şiiri üzerine çalışmanın zorluğunu anlattığı “University Magazin”deki bir yazısında şöyle ifade etmiş:

- “Türk edebiyatını anlamak çok zor.
Türkçe gramer okumakla, küçük izahları dinlemekle olacak iş değil bu.
O bilgiyle Osmanlıca'yı yazıp okuyamazsınız.
İşi ciddi tutmak, uzun bir süre için kendi memleketinizi unutmanız gerekiyor.
Âdeta yeminli bir Müslüman gibi olmalısınız.
Osmanlı’yı, Türk şiirini anlamak ancak böyle mümkün.”

Peki, o nasıl olmuş da zoru başarmıştır?.. Avni Özgürel onun hakkında şöyle demektedir:

- “Döneminde bedâva gezi, tantanalı ağırlamadan yararlanmak,
Osmanlı Sarayı'ndan bahşiş koparmak için eser üreten tipte sanatçılardan
biri değil Mangan.”

Zâten Osmanlı Sarayı şöyle dursun, kimse onun bu şiirlerinden haberdar olmamış, sanki o sâdece kendi duygularını şiire dökerek tatmin olmak istemiştir.

Sonuçta Mangan’ın Türkiye’ye ve Türkçe’ye neden ilgi duyduğu ve sanki eskiden yaşamış bir Türk gibi eskiye âit şiirler yazdığı, başkalarınca bir “sır” olarak kabul edilse de, bence bunun kolay bir açıklaması vardır: Osmanlı döneminde Karaman’da yaşamış, Erzurum ve İstanbul’a da gitmiş biri, yıllar sonra Dublin’de James Mangan adıyla yeniden doğmuştur. Yâni tipik bir Reinkarnasyon örneği ile karşı karşıya olduğumuzu ifâde edersek, taşlar yerine oturur.

James Clarence Mangan İrlanda’da fakir bir hayat sürmüş olup, kısa hayatına "yeterli beslenememesinin neden olduğu" iddia edilmektedir... Belki de şiirlerindeki Karamanlı ile aynı fakirliği paylaşmıştır.

Bu arada ODTÜ İnşaat’da 40 yıl önce Yüksek Mühendis olan Bayburt’lu bir öğrencinin soyadı da Mangan idi.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - MEKTUPLAR