BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

İMAJ VE EKMİNEZİ ÇALIŞMALARI

Medyum diye bildiğimiz kişiler öyle gözünü kapayınca hemen Ruhlar'la Temâs'a geçmez. Eğer Hipnoz yolu deneniyorsa, önce başka çalışmalar yapılarak Medyum'un zihnî yapısı, Rûhî Özellikleri, geçmişi taranır. Bu çalışmalar yapılırken Medyum'un iyice derinleşmesi, uykunun Somnambül devresine girmesi, gerektiğinde acı duymaması, ağrı ve rahatsızlıklarının geçmesi, en azından hissedilmemesi ve uyandığında hiçbir şey hatırlamaması beklenir.

İşte Medyum'un derinleşmesi, zihnî yapısının ve Rûhî Özellikleri'nin tesbit edilmesi için yapılan çalışmalardan biri de İMAJ vermedir... Şimdi buna dâir bir kaç çalışma örneği vereceğiz. İlk Medyum öğrenci Tuğrul... 18 yaşlarında...


Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : Kasım 1972
Çalışma : Hipnoz yoluyla imaj çalışması

İdâreci- ... Bir kitap göreceksiniz...
Medyum- ... "Ve Durgun Akardı Don" ... Büyük... Kırmızı...
İ- Bir masa göreceksiniz.
M- ... Aluminyum bir masa... Ütü masası... Üç gözü var...
İ- Bir çiçek göreceksiniz.
M- ... Sarı bir çiçek... Adını bilmiyorum... Kokmuyor...
İ- Bir kuş göreceksiniz.
M- ... Güvercin... Balkonda duruyor... Büyük ... Ötmüyor...
Bir otomobil göreceksiniz.
M- ... Kırmızı... Reno... İçinde bir kadın, bir erkek, bir çocuk var...
... Hareket ediyor şimdi... Plâkasını görmüyorum ama aklıma 06-FD-765 geldi...
İ- Peki, şimdi kendinizi büyük bir meydanda bulacaksınız...
.... Hâldeyim... Büyük bir gürültü duyuyorum... Kalabalık... Yürüyorum...
Sağ tarafımda bir balıkçı duruyor... Sol tarafımda esnaf var, elma satıyor...
Lâf atıyorlar...
İ- Yürüyün ve anlatın.
M- ... Kasasında beyaz bir önlük giymiş bir adam... Posta Caddesi'ne çıkıyorum...
... 15-16 yaşlarında biri var... Sol tarafımda han var... Postânenin köşesinden
Ümit geliyor... Bir yere giriyoruz... "Emperyal" gibi bir yer... Kapıyı açtık... Beyaz formikalı masalar var...

Kitap Rus yazardan. medyum'un Sosyalist düşüncelerini yansıtıyorl... Çiçek kokmuyor, kuş ötmüyor... Ama otomobil hareket ediyor ve Medyum yürüyüp etrafını târif ediyor. Bu, hem onun zihnî faaliyetini, hayâl gücünü göstermekte, hem de uykusunun derinleşmekte olduğunun belirtisi...

****


Aynı Medyum'la daha sonra yapılmış çalışmadan bir bölüm nakledelim:


Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 2 Aralık 1972
Çalışma : Hipnoz yoluyla imaj çalışması

İdâreci- ... Şimdi bir rakam göreceksiniz... Gözlerinizin önünde belirecek.
Medyum- .... Dokuz...
İ- Bir harf göreceksiniz.
M- .... A...
İ- Bir kalem göreceksiniz.
M- ... Işıklı... Sarı bir kalem...
İ- Bir kitap göreceksiniz.
M- ... "Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak" ... Onu görüyorum.
İ- Bir çiçek göreceksiniz.
M- ... Menekşe...
İ- Bir kuş göreceksiniz.
M- .... Kanarya... Ötüyor ama, sesini duymuyorum.
Bir otomobil göreceksiniz.
M- .... Yüksekten görüyorum...

Peki, bu kadar yeter.Biraz sonra sizi uyandıracağım.

Dikkat ettiniz mi?... İdâreci basit şekillerden daha detaylı cisimlere gidiyor. Medyum'un "Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak" kitabını görmesi Ruh hâlinin biraz "melânkolik" diye adlandırılabilecek seviyede olduğunu gösteriyor. Çalışmadan beklediği bu... İdâreci daha sonra hareketli cisimlere geçiyor. Kuş ... Otomobil... Otomobili havadan görmesi "yükselmeye hazır" olduğunun işâreti... Ama uykusu daha yeterince derin olmadığı için İdâreci çalışmayı bitiriyor.

****


Yine aynı Medyum ve başka imajlar:


Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 2 Ocak 1973
Çalışma : Hipnoz yoluyla imaj çalışması

İdâreci- Şimdi bir kalem göreceksiniz.
Medyum- ... Dikine duran ... Siyah... Scrikss...
Şimdi bir kitap göreceksiniz.
M- ... Üç renkli... Boyanmış... Sarı hâkim... Valla kız çocuk...
(kitabı)
İ- Şimdi bir çiçek göreceksiniz.
M- ... Demet hâlinde... Adını bilmiyorum... Beyaz...
İ- Şimdi bir kuş göreceksiniz.
M- ... Serçe... Şimdi bizim evin balkonunda yüksek bir ... oraya....
... Başka kuşlar da var... Çok bir...
İ- Şimdi bir otomobil göreceksiniz.
M- ... Yandan görüyorum... Araba komisyoncularında.... Yeni... Amerikan arabası...
... Önümde...
İ- Şimdi bir caddedesiniz.
M- ... Şimdi ... aslında görüyorum da... Tâlib'in orada... Gören'in sâhibi...
... Kazak... Gözlük... Kafası çıplak... Gravat...
İ- Peki. Bu kadar yeterli.

Çocuk kitabı görmesi ilginç... Bu çalışmanın bir diğer enteresan tarafı, İdâreci tekil istemesine rağmen Medyum bir demet çiçek, bir sürü kuş görmesi... Sonra otomobili neden komisyoncuda görüyor?.. Acaba satın alma hevesi mi var?

****


Şimdi vereceğimiz çalışmanın Medyumu bir askerî doktor... 30 yaşlarında.. Çok saf ve temiz bir kişiliği var.

Medyum: Ergun
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 2 Haziran 1969
Çalışma : Hipnoz yoluyla imaj çalışması

İdâreci- Şimdi sokaktasın, yürüyorsun... Nerdesin?
Medyum- .........
İ- Sorduklarıma dâima cevap ver.
M- .... Yok. Görmüyorum.
İ- Nerdesin?
M- Pılll.
İ- Ne oldu?
M- ... O yeşil... Yeşillik bir yerdeyim...
İ- Efendim?
M- ... Anıtkabir yâhu!...
İ- Anıtkabir mi?
M- Hı hı...
İ- Dolaşın bakalım.... İçerde misin, dışarda mısın?... Ağaçlıklı yerde misin?
M-.... Yâhu, bir projektörün önünde... Bir projektör gibi bir şey gördüm... O şey...
Mor mor... mor mor şey... Çiçek gibi... Mor mor ... bak...
İ- Teferruatıyla anlat. Ne görüyorsan... Kimse var mı etrafta?
M- .... Bir asker dolaşıyor...
İ- Seni gördü mü?
M- .... Sert adım gidiyor...
İ- Peki, sen ne yapıyorsun?
M- Yahu, ben orda bakıyorum işte.
İ- Yürümüyor musun?
M- .... O da gelip geçiyor... Ben bir.... bir şeyin önünde... bir mor ağaçlar...
İ- Ağaç mı onlar?
M- Çiçek... o ağacımsı çiçek...
İ- O ağacın önünde mi duruyorsun?
M- Onu seyrediyorum yâni.
İ- Yaklaşın askere, bakalım.
M- Asker uzakta yâhu...
İ- Yaklaşın bakalım.
M- .... Hah, tamam...
İ- Selâm verdi mi?
M- hiç taktığı yok herifin.
İ- Sivilsin de ondan.
M- O da kulübenin yanında duruyor...
(Medyum birden güler)
İ- Ne oldu?
M- Aşağıda, mezarlığın orada dolaşıyor bir kaç kişi...
İ- Ne yapıyor? Dua mı ediyor?
M- Yok, yâhu!... Öyle duruyor
(lar).
İ- Peki.
M- Ohh!...
İ- Ne oldu?
M- .... Hava çok sıcak, yâhu.
İ- Peki. Otur orada bir yere.
M- Off!... Ayağım uyuştu yâhu, gezerken...
İ- Oturdun mu?
M- Şu merdivenlere oturayım.
İ- Otur. Kapat gözlerini şöyle bir dinlen... Kapattın mı?
M- Kapattım.
İ- Şimdi hepsini siliyorum kafandan.

Bu Celse'nin özelliği Medyum'un kendisini tamâmen İmaj'a kaptırmasıdır. Zâten çoğu zaman öyle olur. Meselâ mor renkli çiçek onun çok dikkatini çekmiş. Uzun uzun bahsetti. "Mezarlık" dediği yer, 27 Mayıs 1960 İhtilâli'nde ölenlerin gömüldüğü Anıttepe yamacı idi. Mezarlığı kaldırıp, sanırım, kemikleri Cebeci mezarlığı'na taşıdılar. İsmet Paşa da oraya gömülmüştü. Sonradan kaldırıp Anıtkabir avlusuna aldılar, çirkin bir kabir yaptılar.

****


Hipnoz'da Uyuyan süjeye, gerekli derinliğe ulaştığı takdirde, Telkin'le, uyanıkken yapamıyacağı veya yapmıyacağı şeyleri yaptırabilirsiniz. Sahne Hipnotizörleri bunu seyircileri eğlendirmek için kullanırlar. Halbuki Hipnoz'un bu özelliği bilhassa hasta tedâvisinde son derece yararlıdır. Ciddi Hipnotizörler bu tarz uygulamaları süjeyi iyice darinleştirebilmek için, ve hangi tarz telkinleri alıyor, onu görmek için yaparlar. Süje her telkini almaz. Karakterine uymayan, aklına yatmayan, hattâ istemediği Telkinler'i kabul etmez. Onlara uymaz.

Aşağıda bu tarz bir Telkin çalışması göreceksiniz. Medyum. aslında tedavi altında bir hastadır. Telkin algılaması tesbite çalışılmaktadır.

Medyum: Mediha
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih : 13 Ekim 1960
Çalışma : Hipnoz yoluyla Telkin
Avradakiler. Muhtelif kişiler

İdâreci- Şimdi size bâzı şeyler belleteceğim... Almanca biliyor musunuz?
Medyum- hayır.
İ- Şimdi size Almanca kelimeler söyleyeceğim. Esberleteceğim.
Bunları kat'iyen unutmıyacaksınız.
M- Almanca istemiyorum.
İ- Nece istiyorsunuz?
M- İngilizce...
İ- Ben size Almanca söyliyeceğim.
M- Almanca öğrenmek istemiyorum. En sevmediğim lisan... Fransızca veya
İngilizce...
İ- Peki, öyleyse... şimdi sizden başka ricâlarımız var... Uyandığınız zaman Mürüvet
Hanım'daki mendili alıp, İbrahim Bey'e vereceksiniz... Uyandıktan 15 dakika sonra....
(Telkin üç defa tekrarlanır.)

Sonra bakın, buradaki arkadaşlar size bir muziplik yapmışlar... Hepsi birer maske
takmışlar.
M- İstemiyorum!...
İ- İstemiyor musunuz?
M- Ben onu istemiyorum.
İ- Çok güzel ama... İbrahim Bey'e bakın. Tavşan maskesi takmış.
M- İstemiyorum.

Dedik ya, "Medyum istemidğini yapmaz" diye... Ne Almanca dinlemek istedi, ne de maske takmış insanların yüzünü görmek... Hele bu Telkin hasta Medyum'da insanların sahte yüzle, hep maskeli dolaştıkları fikrini aklına getirmiş ve o yüzden tepkisini çekmiş olabilir. Ama Telkin'i hatırlamadığı halde Celse bitip uyanınca, Mürüvet Hanım'ın mendilini alıp İbrahim Bey'e verdi... Ve bunu niye yaptığına kendi de şaşırdı... Şimdi Celse'ye devam edelim. Unutmıyalım ki, yıl 1960... Celse, 27 Mayıs İhtilâli'nden sonra cereyan etmektedir.

İdâreci- Şimdi size bir gazete havâdisi okusam... Gülünçlü bir havâdis var. Çok güleceksiniz ama...
O kadar gülünç ki!.. Artık yerlere yatacaksınız.

"Duruşmalara tâkip edecek yerli ve yabancı basın mensupları
ile avukatları dün Yassıada'ya götürülerek duruşmalar
sırasındaki çalışmalar şeklinde bir tatbikat yapılmış.... "

Medyum- ....
(gülmeye başlar).....
İ-
... ve gerekli bilgi verilmiştir."

Çok komik, değil mi?
M- ...
(gülerek) Çook!...
İ- Çok gülünçtü... Aaa!... Burda bir havâdis daha var... Buna biraz üzüleceksiniz... Ama
bunu da okuyayım... Ne yapayım?... Çok acıklı...

"Antidemokratik iki kanu daha yürürlükten kaldırıldı.
Ankara-Özel. Basın. radyo gibi çeşikli yayın organları
vâsıtasıyla işlenen suçların tâkibine âmil... "

M- ....
(ağlamaya başlar) .....
İ-
".... 6234 sayılı kanunla.... "

Çok acıklı... çok acıklı... Ama ne yapalım?... Hah, çok komik bir havâdis yakaladım...
Ona güleceksiniz... Bakın, buna çok güleceksiniz.

"Şâhitler Ankara'dan dün geldi...

Üzülmeyin artık, bakın... Çok gülünçlü...

"Yassıada'da yarın öğleden sonra başlayacak olan
Köpek Dâvâsı'nın şâhitleri Ankara'dan şehrimize
gelmişlerdir."

M- ....
(kahkahalarla gülüyor) .....
İ- Nasıl?... çok komik, değil mi?
"Şâhitler yarın sabah dolmabahçe'den kalkacak
vapurla Yassıada'ya götürüleceklerdir."

M- ....
(gülmeye devam ediyor) ....

Celse idârecisi bundan sonra İmaj çalışmasına geçer... Aslında yukardaki Telkinler de bir tür İmaj'dır, ama görüntülü değil, zihinde beliren algı hâlinde... Yoksa ortada ne Komik, ne de Acıklı bir durum, bir havâdis yoktu.... Medyum Ankara'dadır. Kendisine İstanbul İmajı verilir.

İdâreci- Şimdi, bakın... İstanbul'dasınız... İstanbul'da olduğunuza göre, şöyle bir vapura binmek
ister misiniz?... Güzel bir şey... Evet... Ağustos'tasınız... Güzel bir vapura biniyorsunuz...
Şöyle bir açılalım, bakalım, Akdeniz'e doğru... Neler görüyorsunuz?... Anlatır mısınız?
Medyum- .... Boğaziçi.... Şâir ne güzel söylemiş!
İ- Neler söylemiş?
M- ... İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı neye yarar?
İ- Sonra???
M-... Şu güzelliğe bakın!.. Şu güzelliğe bakın... Nerde var o güzellik?..
İ- Bakalım... Akdeniz memleketleri güzeldir... Akdeniz'e kadar bir yürüyün, bakalım..
Portofino'ya kadar... Ne dersiniz?
M- Portofino... Portofino... Aşk diyârı Portofino... Artık gitmek istemiyorum.
İ- Neden?
M- Gördüm çünkü geçen sefer.
İ- Neresini istiyorsunuz? Kapri'yi mi?
M/- Hayır, Nis...
İ- Nis mi?... Hayrola?... Bir şeyler var mı?... Ne duruyorsun?... Şöyle bir çık, şöyle bir
dolaşın Nis'te... Denizi güzeldir.
M- Çook!..
İ- Tatlı bir lâcivert.
M- ,,, Palmiyeler var...
İ- Yaklaşın bakalım, kimler var/...
M- ... Son derece güzel insanlar var... Oh!:.. Şıklık!... Dehşet, vallahi!... Çok güzel...
İ- Ama çok sıcak... çok sıcak... Terlemeye başladınız, değil mi?
M- Evet... Aman!.. Cehennem sıcağı var.
İ- Bâri bir otele girin de, serinlersiniz.... Girdiniz mi?
M- ... Harika bir otel... Air-condition var... Ama ben üşümüyorum... Oh!... Hakikaten...
İ- Sırtınıza bir şeyler alın..... Çok mu üşüdünüz?
M- ....
(titremeler).... Çook!...
İ- Sırtınıza kalın bir şeyler saralım... Şimdi ısınacaksınız... Dışarı çıkın... Dışarısı sıcak...
Nis'te artistler var mı? Kimleri görüyorsunuz?
M- .... Var...
İ- Kimler varmış?
M- ... Gregory Peck...
(gülüyor) ... Ohh!...
İ- Denize girsenize... Artistlerle berâber plâja gidin.
M- ... Denize girmiyorum... Çok güzel bir şey var orada...
İ- Ne gördünüz?
M- Otelin çok güzel bir dans salonu var...
İ- Ooo!... Martinez Oteli mi?
M- İksli miksli bir şey... Ekselans gibi...
İ- Biraz dans edin... Çok güzel dans ediyorsunuz... Halk sizi seyrediyor... Bir şarkı
söyleyin.
M- Ne yapsınlar benim Türkçe şarkı mı orda?
İ- İstiyorlar... Ne bileyim ben...
M- Sözlerini anlamazlar, mânâsını bilmezler. Nağmesi de acıklı üstelik bizim türkçe
şarkıların.
İ- Neşelisini söyleyin. Bakın, istiyorlar. Alkış kıyâmet!... Sizi bekliyorlar.
M- ... "Ne söylersen, söyle" diyorlar. Çok alkışladılar hakikaten...
İ- Bakın, Türkçe bilenler de var. "Gürbette Ayrılık" diye bağırıyorlar.
M- Ben içimden gelen bir şarkıyı söyliyeceğim.
İ- Herkes sizi bekliyor.
M- Çok komiğime gidiyor, böyle gurbet ellerde Türkçe şarkı söylemek... Gregory
Peck de alkışlıyor... Çok ta utanıyorum ama... Bayağı heyecanlanıyorum.
İ- Ama olmaz.
M-

"Söyleyemem derdimi kimseye"
Derman... derman .... bitti...

Sesimden de pek şey değilim yâni... Nezleden, bu sırada biraz bozuldu.
İ- Üşüttünüz demin... İsterseniz bizim Boğaz'dan bir hava söyleyin.
M- Boğaziçi'ni söyliyeceğim. Zâten ona niyetlendim.

"Boğaziçi şen gönüller yatağı" ... (şarkıyı tümden söyler.)

İ- Çok alkışlıyorlar. Yıkılıyor salon... Sofia Loren de orada.
M- ... O pek alâkadar değil...
İ- Eh, artık İstanbul'a gelmek ister misiniz?
M- Evet.
İ- Vapur kalkacak şimdi... Hadi bakalım, vapura binin... Artık İstanbul'a geliyorsunuz....
M- ....
(heyecanlanır) ...
i- Ne oldu?
M- Vapur çarptı iskeleye...
İ- Çabuk in!...
M- ...
(gene rahatsızlanır)
İ- Ne oldu?
M- Hamallar çarptı...Çok saygısızlar... Trafik kaidesi bilmez onlar.
İ- Peki... Biraz snrra sizi uyandıracağım.... Şimdi dinlenin...

Ne kadar canlı bir İmaj, değil mi?... Sesi güzel Medyum kendini tamâmen kaptırmış... İmajı kendi şuuraltındakilerle süslüyor ve bu da onun rahatlamasına sebep oluyor. Ne yazık ki şarkıları kendi sesinden veremiyoruz...

****

Gelelim EKMİNEZİ'ye... Aşağıdaki EKMİNEZİ çalışması, Gürol adlı Medyum ile yapılan ilk çalışmadır... Kendisi 1,5 dakika içinde Manyetik bir Uyku'ya girmiş, uykusu derinleştirilmiş, sonra AMNEZİ-UNUTMA çalışması yapılarak derinlik derecesi tesbite çalışılmıştır.

Burada önemle belirtmek isteriz ki, Hipnoz metoduyla uyutulan bir Medyum ile çalışma yapmak için, onun belirli bir Uyku derinliğine ulaşması gerekir. Somnambül diye bilinen bu derinlikte Medyum, verilen Telkin ile Uyutan'dan başkasını duymaz, Uyutan'dan başkasından tesir almaz, Telkin'le acı duymaz, uyandığında birşey hatırlamaz. Özellikle Operatör'ün tam kontrolünde olması ve uyandığında hiçbir şey hatırlamaması çok mühimdir. Çünkü EKMİNEZİ çalışmalarında onu üzecek olayları hatırlayabilir. Veya bir İrtibat ânında Geri ve Korkunç bir Varlık'la Temâs'a geçebilir. Bunları hatırlaması ruh sağlığı için sakıncalıdır.

Aşağıda örneklerini vereceğimiz çalışmalar sâdece bir başlangıçtır. İlerde Geçmiş Hayatlar'a uzanan Ekminezi çalışmaları da nakledeceğiz... Tekrar belirtelim ki, tecrübeli bir Operatör yanında yetişmeden bu tür çalışmalara kalkmak; hem Medyum, hem de İdâreci için tehlikeli olabilir.

Medyum: Gürol
Celse İdârecisi: Fethi
Tarih : 26.7.1967
Çalışma : Hipnoz yoluyla amnezi
Avradakiler. Nâfiz

İdâreci- 7 rakamını artık hatırlıyamaz ve söyliyemezsiniz. 7 rakamını
benim ikinci bir emrime kadar hatırlıyamaz ve söyliyemezsiniz.
7 rakamı yerine hep aklınıza 8 rakamı gelecek!.. Anladınız mı?
Medyum- Anladım.
İ- Şimdi birden ona kadar sayınız!
M- 1... 2... 3... 4... 5... 6... .... 8... 9... 10...
İ- Şimdi şu toplamı yapın: 4 artı 1 ?
M- 5...
İ- 4 artı 2?
M- 6...
İ- 4 artı 3?
M- 8...
İ- Peki... Artık 7 rakamını hatırlayabilir, ve her türlü aritmetik işlemde kullanabilirsiniz.
Anladınız mı?
M- Anladım.
İ- 4 artı 3?
M- 7...
İ- Birden ona kadar say.
M- 1... 2... 3... 4... 5... 6... 7... 8... 9... 10...

Evet, Medyum, görünüşte uyumuş, ve verilen TELKİN ile 7 rakamını unutmuştur. Ama bu yeterli değildir... Başka deneyler gerekir.

Ekminezi ile devam edelim.

İdâreci- Şimdi sizinle geçmişe bir dönüş yapacağız. Geçmiş târihleri aynen yaşayacaksınız.
Vereceğim târihleri, ay, gün, saat olarak aynen yaşayacaksınız... Şimdi sizi gençleştiriyorum.
4 Ocak 1967... 4 Ocak 1967... Saat 15:00... Neredesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- ........ Evdeyim.
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Oturuyorum.
İ- Nerede oturuyorsun?
M- Minderde.
İ- Yanında kimler var?
M- ... Kardeşim var.
İ- Daha yüksek sesle konuşun. Kim?
M- Kardeşim.
İ- Kız kardeşiniz mi, erkek mi?
M- Sağımda kız kardeşim var.
İ- Konuşuluyor mu?
M- Konuşuyor.
İ- Kim konuşuyor?
M- Babam.
İ- Söylediklerini aynen naklediniz.
M- Gazete okuyor.
İ- Anneniz de var mı orada?
M- Evet... Şimdi çıkıyor odadan.
İ- Siz ne yapıyorsunuz şu anda?
M- Oturuyorum.
İ- Siz hiç konuşmuyor musunuz?
M- Hayır.
İ- Ne düşünüyorsunuz?
M- Düşünüyorum.
İ- Ne düşünüyorsunuz?
M- Defteri düşünüyorum.
İ- Ne defteri bu?
M- Târih defteri.
İ- Eee, ne olmuş Târih defterine?
M- Târih defterine... yarıda kalmış. Tamamlamam lâzım.
İ- Tamamla o halde.
M- Fakat çok uzun sürecek. Tamamlıyacağım.
İ- Peki... Sizi daha da gençleştiriyorum.... Yıl 1966... 8 Ekim... Saat 16:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ..... Kızılay'dayım... Yürüyorum.
İ- Nereye doğru yürüyorsun?
M- ... Şeye doğru... Büyük Sinema'nın önünden gidiyorum.
İ- Sinemadan mı çıktın?
M- Hayır.
İ- Nereden geliyorsun?
M- Aşağıdan, Sıhhiye'den...
İ- Ne yaptın Sıhhiye'de?
M- Otobüsten indim.
İ- Büyük Sinema'nın afişini görebiliyor musunuz?
M- ... Görüyorum.
İ- Ne yazıyor?
M- Cehennem'den Kaçanlar.
İ- Artistleri kim?
M-... Gina...
İ- Erkek kim?
M- ... Bilmiyorum.
İ- Nereye doğru gidiyorsun şimdi?
M- Yukarıya doğru.
İ- Otobüse filân mı bineceksin?
M- Hayır.
İ- Nereye gidiyorsun, peki?
M- .... Bilmiyorum.
İ- Dolaşıyor musun?
M- Dolaşıyoruz.
İ- Yanınızda kim var?
M- Bülent.
İ- Konuşuyor musunuz?
M- Konuşuyoruz.
İ- Ne diyor, veya sen ne diyorsun?
M- Hazar günü maça gideceğiz.
İ- Hangi maça?
M- ... Galatasaray-Demirspor.
İ- Peki, öteki maç ne?.. Tek maç mı?
M- Tek maç var.
İ- Şu anda sen ne diyorsun Bülent'e?
M/ "Pazar sabahı buluşuruz" diyorum.
İ- Kaçta buluşacaksınız?
M- Onda.
İ- Kabul etti mi?
M- ... "Erken olur" diyor.
İ- Sen ne diyorsun, buna karşılık?
M-... "Peki" diyorum.
İ- Kaçta buluşacaksınız şimdi?
M- Onbirde.
İ- Nerede buluşacaksınız?
M- Evinin önünde.
İ- Bu maçın târihi kaçtır?
M-... 9 Ekim, Pazar.

Burada duralım ve iki hususa temas edelim... Birincisi, tahkik ettik, o târihte, yâni Temmuz 1967'de araştırdık, gerçekten 9 Ekim 1966, Pazar gününe denk geliyordu ve Galatasaray-Demirspor maçı vardı, ve tek maç idi.... Bu bize iki gerçeği gösterdi. Medyumumuz sâhiden uyumuş, Hipnoz'a girmiş ve sâhiden geçmişe gitmişti. Ekminezi olayı doğrulanmıştır.

İkinci husus, Celse İdârecisi için bir eleştiri... Medyum tanıdığı, yakın biri ise "sen" demesinde mahzur yoktur. Az tanıdığı biri ise, Medyum'un rahat olması için "siz" demesi uygun olur. Ama bir "sen"li, bir "siz"li konuşmak, hiç doğru değildir. Nasıl başladıysa, öyle gitmelidir.

Devam ediyoruz:

İdâreci- Peki, sizi biraz daha geriye götürüyorum... Yıl 1963... 1 Haziran... Saat 16:00...
Neredesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ..... Evden çıkıyorum... Bakkala...
İ- Ne alacaksın?
M- Bir kilo şeker.
İ- Kim için?
M- Annem istedi.
İ- Ne yapacakmış?
M- Bilmiyorum.
İ- Şimdi yürüyünüz bakkala doğru... Yolda kimler var?
M- ... Ülker...
İ- Karşıdan mı geliyor, yoksa sizle mi yürüyor?
M- Karşıdan geliyor.
İ- Kim kim?
M- Tek.
İ- Peki, nasıl bir elbise giymiş?
M- Siyah bir pantalon giymiş... Kırmızı... Kırmızımsı bir gömlek ... Siyah pabuç giymiş...
İ- Peki, bakkalın önüne geliyorsunuz... Geldiniz mi?
M- Geldim.
İ- Hangi bakkaldasınız?
M- Yukarıki bakkalda.
İ- Yarbay orda mı?
M- Orda.
İ- Ne yapıyor?
M- İskemleye oturmuş, manavla konuşuyor.
İ- Şenol filân orada mı? Şenollar'ın dükkân mı burası?
M- Hayır.
İ- Değişmiş mi? Kim?
M- Abidin.
İ- Peki, bakkla girdiniz mi?
M- Bakkala girdim.
İ- Alınız şekeri... İsmini biliyor musunuz bakkalın?
M- İsmâil.
İ- Aldınız mı şekeri?
M- Aldım.
İ- Şimdi sizi biraz daha geriye götürüyorum... Yıl 1960... 27 Mayıs...
Saat sabahın 6'sı... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ..... Evdeyim.... Radyo dinliyoruz.
İ- Ne diyor radyo?
M- "Türk Silâhlı Kuvvetleri idâreyi ele almıştır."
İ- Devam...
M- ..... Hatırlamıyorum...
İ- Kaçta haber aldınız?
M- 5 buçukta...
İ- Kim haber verdi?
M- Evde, babam verdi.
İ- Peki, şimdi tekrar yaşadığımız güne dönüyoruz. 26 Temmuz 1967....

****


Aynı Celse İdârecisi'nin başka bir Medyum'la yaptığı çalışma:

Medyum: Cengiz
Celse İdârecisi: Fethi
Târih: 6.5.1967
Çalışma: Hipnoz yoluyla Ekminezi
Katılanlar: Mustafa, Metin

İdâreci- Şimdi sizi gençleştiriyorum... Yıl 1967... 5 Nisan... Saat 21:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- .........
İ- Cevap vermiyecek misiniz?..... Uyuyor musunuz?....
M- .........
(derin nefes alışlar)
İ- Peki, 15 Nisan.. Saat 19:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Evde... Yemek yiyorum... Yumurta.... Çay...
İ- Peki, sizi biraz daha gençleştiriyorum... 31 Aralık 1966... Saat 24:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- Ders çalışıyorum.
İ- İnsan yılbaşı günü ders çalışır mı?
M- "Structure" imtihanı var.
İ- Arkadaşlarınız sizi hiç bir yere çağırmadılar mı?
M- Ergün'de buluşacaktık.
İ- Eee??? Ne oldu? Yattı mı o iş?
M- Ergün başka yere gitti. Kızkardeşine...

Burada duralım... Medyum uyuduğu saati tekrar yaşarken hiç ses vermiyor. Öte yandan Celse İdârecisi hatâsını tekrarlıyor, bu Medyum'a da bir "siz", bir "sen" diye hitap ediyor... Bu hususa dikkat edip, birini tercih etmek ve hep o hitâbı kullanmak iyi olur... Bir de târih verirken önce yıl, sonra gün ve ay, sonra da saat belirtmesi Medyum'un hâfıza kayıtlarında geriye gidişini kolaylaştırır... "31 Aralık 1966"nın yılbaşını belirtmesi işi kolaylaştırmış ama, başka târih olsaydı, Medyum zorlanabilirdi... Verilen cevaplardan Medyum'un öğrenci olduğu anlaşılıyor. Aslında orada bulunanların hepsi öğrenci!..

İdâreci- Peki... Yıl 1954... 4 Nisan... Saat 13:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ... Erzincan'dayım... Bisiklete biniyorum...
İ- Kaç tekerlekli?.. İki mi, üç mü?
M- İki.
İ- Ne renk bisiklet?
M- Gri...
İ- Peki... Yıl 1946... 5 Mayıs... Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ......... Uyuyorum.........
İ- Yatakta??? Kaç gün oldu doğalı?
M- ... Gün değil...
İ- Peki, kimler var etrâfında?
M- Annem... babam... doktor...
İ- Doktor erkek mi, kadın mı?
M- Erkek...
İ- Peki, hangi saatte doğmuşsun?
M- ... Bir (01)...

Burada İdâreci'nin "Hangi saatte doğmuşsun?" diye sorması yanlış... Saat olarak geri götürüp zamanı tesbit etmesi gerekirdi... Olur böyle hatâlar... Hepimiz yaptık. Önemli olan Medyum'u tehlikeye sokmamak...

Bundan sonra İdâreci, Medyum'u doğum öncesine götürüyor. Bakalım neler tesbit edecek?

İdâreci- Peki... 6 Temmuz 1945... Saat 17:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- .... Boşluk....
İ- Ne renk bu boşluk?
M- ... Açık mâvi...
İ- İçinde ne gibi bir his var?
M- ... Rahat...
İ- Sizi daha da gençleştiriyorum... 8 Ekim 1944... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Yıldızlar...
İ- Yıldızlar mı?... Uzay'da mı geziyorsun yoksa?... Ne yapıyorsun?...
İsmin ne senin?.. Hatırlıyor musun ismini?.. İsmin neymiş, dostum?
Biliyor musun ismini?... Söyle bakalım. Neymiş ismin?

Burada mutlaka durmamız gerek... Genç ve tecrübesiz Celse İdârecisi, "sen-siz" ve târih hatâlarından daha büyük bir hatâ yaparak Medyum'a isim soruyor!.. Böylece bir ismi olması gerektiği TELKİN'ini veriyor. Böyle bir durumda Medyum'un vereceği isme güvenilemez, doğru olsa bile!.. İdâreci "Uzay'da mısın?" veya "Ne yapıyorsun?" sorusunun cevâbını beklese, çok daha iyi olurdu. Aşağıdaki sorular da TELKİN mâhiyetinde... Onları da siz tesbit edin... Başka hâtalar da var.

"O hatâ yaptı, bu hatâ etti" derken, en çok hatâyı biz yapıyoruz, bu Celseler'i tape ederken. Yanlış tuşlara basıyoruz. Sonra dönüp düzeltmek gerekiyor... Artık kusurumuza bakmayın!

İdâreci- Söyle bakalım. Neymiş ismin?
Medyum- ... Halil.
İ- Ne zaman yaşıyorsun?... Ne zaman öldün?
M- ... 1870...
İ- Hangi gün öldüğünü hatırlıyor musun?..
M- .....
İ- Peki, 1870 yılından beri ne yapıyorsun?
M- .....
İ- Cevap verecek misin?
M- Hayır.
İ- Niye bilmiyorsun?
M- Bilmiyorum.
İ- Peki, Yıl 1869... 6 Mayıs... Sabah... Saat 10:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Alışveriş...
İ- Nerdesiniz?
.... Silistre...
İ- Mesleğiniz nedir?..
M- .....
İ- Mesleğiniz nedir, dostum?... Geçiminizi nerden sağlıyorsunuz?...
Söylemek istiyor musun?
M- Hayır...
İ- Peki...
(Bundan sonra medyum yavaş yavaş o günün târihine döndürülerek uyandırıldı)

İşte böyle... Medyum'un geçmiş hayâtına inildi ama, yapılan hatâlar yüzünden ilerleme kaydedilemedi.

****


"İnildi" diyoruz ama, hakikaten Uyuyanlar geçmişi gerçekten hatırlıyor mu?.. Bu konu Tuğrul adlı Medyumumuz'un kafasına takılmış, uyurken bile kendini test etmişti... Tuğrul 18 yaşında, üniversite öğrencisi bir genç idi. Ruhiyat ile ancak 6 aydan beri ilgileniyordu. Yukarda verdiğimiz şekilde kendisiyle İMAJ çalışmaları yapılmış, ancak EKMİNEZİ çalışması ilk olarak 2 Şubat 1973 günü uygulanmıştı.

Medyum uyutuldu. Uykusu fazla derin değildi. Göz kapakları oynuyor, el ve kollarını oynatabiliyordu. Çevresi ile irtibâtını kesmemişti. Etrâfındaki gürültüleri duyuyor ve etkileniyordu. Bu menfi duruma rağmen, yapılmaması gerekirken, İdârecinin tecrübesizliğinden Ekminezi çalışmasına geçildi. Muhtelif târihler sorularak geçmişe götürüldü. Ayrıca sorulan târihlerin hangi güne denk geldiğini söylemesi istendi. Medyum'un tahminî olarak verdiği günlerden hiçbiri tutmadı!.. Sonra Celse'nin önemli kısmı geldi:


Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 2 Şubat 1973
Çalışma : Hipnoz yoluyla Ekminezi
Hâzirûn: Ayşe, Ümit, Solmaz

İdâreci- Peki... Şimdi sizi ileriye götürüyorum... Sene 1960... 5 Haziran... Saat 11:00
nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- ... Şu târihi... 5 Haziran dediniz, değil mi?
İ- Evet.
(13 yıl öncesi, Medyum 9 yaşında)
M- .. Bu târihi kontrol etmek isterim... Çünkü benim için bir ipucu olabilir...
Çünkü... şeyde görüyorum kendimi... Dikmen'de...
Bir tâne bağ vardır... Pazar günleri giderdik oraya... O şey olabilir...
Yâni, gerçekten görüyorsam, bu ipucu olabilir... Pazar'sa... Zâten öyle gibi...

Araştırdık... 5 Haziran 1960 Pazar gününe denk gelmekteydi!.. Üstelik bu diğerleri gibi tahmin de değildi... İsterseniz bir de siz kontrol edin!

Bu arada Hâzirûn'dan Ümit, Medyum'un arkadaşı, aynı yaşta... bildiği bir târihi kontrol etmek istedi. O târih soruldu:

İdâreci- Sene 1972... 25 temmuz... Saat 11:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- ... Eveeet... 25 temmuz... Saat 11:00 ...
İ- Nerdesiniz?
M- ... Gemideyim... O... şey var ya... Şu anda aklıma gemi geldi... Fakat sonra...
... de geliyor...
İ- Sabah saat 11:00... 25 Temmuz... Aynen yaşayacaksınız!
M- ... Bir dakika... 25 Temmuz... 25 Temmuz... Gemi geliyor yine...
İ- Evet... Nerede görüyorsunuz?
M- ... Haa!.. Bak... Şu anda şeydeyim... Şey var... Ümit'le Mustafa var...
Hani şu Ada Vapurları var ya... Hani o... Şu... Ne diyeyim??? Köprü'nün altında ...
Altında sayılır tabii... Gazeteciler falan var... Orda gibiyim... Üç kişiyiz...
İ- Günlerden ne? Geliyor mu aklınıza?
M- ... Bakayım... Düşüneyim... Geliyorsa söylerim... İş günü gibi... kalabalık değil...
Böyle öğlenle sabah arası bir şey değil mi?
İ- Saat 11:00,
M- Evet... Pek kalabalık değil ortalık... O şey... Otobüsleri falan görüyorum sol tarafta...
Eminönü...

Verilen cevâbın doğru olduğunu Ümit adındaki genç tasdik etti. Birlikte Büyük Ada'ya gittiklerini söyledi.

Bu konuya başka misâller ile devam edeceğiz... Şimdilik göstermek istediğimiz, insan hâfızasının bilgisayardan daha güçlü olduğu, gerekli işlem yapıldığında kaydedilmiş herhangi bir olaya ulaşmanın mümkün olduğu husûsu idi. Başardık, sanırım.

****


Şimdi nakledeceğimiz Ekminezi çalışması önemli... Uzun ve geçmiş hâyatlara uzanıyor... Genç, öğrenci Medyum'un bir sıkıntısı vardı. Nedeni bilinmez, günün birinde kafasında 5 kuruş büyüklüğünde saçkıran oluşmuştu. Bu da onun yakışıklılığını bozduğu için çok rahatsızdı. Tedâvi için geldi. Saçkıranın sebebini araştırmak maksadıyla İmaj ve Ekminezi çalışmaları yapıldı. Birşey bulunamadı. Meraktan Medyum'un bir önceki hayâtına inildi. Paul Howell diye evli, iki çocuklu bir İngiliz'le karşılaşıldı. Celse İdârecisi de sohbeti derinleştirmek için kendini Edward diye tanıttı. Bu arada kendi de genç ve yeterince tecrübeli olmadığından çeşitli hatâlar yaptı... Aşağıdaki Celse ikinci Ekminezi çalışmasıdır. İlk Celse'yi de hazırlayınca sunacağız.


Medyum: Fikret
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : Ekim 1967
Konu : Hipnoz yoluyla Ekminezi , geçmiş hayatlar
Hâzirûn: Hüsnü

İdâreci- Şimdi seni geriye doğru, geçmişe götürüyorum... Sene 1966... 2 Şubat... Saat 20:30 ...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ... Evdeyim... Odamda görüyorum...
(kendimi)
İ- Ne yapıyorsun?
M- ... Giyiniyorum...
İ- Nereye gideceksin?
M- Bir yere gideceğim falan yok... Bir yere gideceğim...
İ- Saat 21:00... Nerdesin?
M- ..... Hatırlıyamadım.
İ- Şimdi o ânı yaşayacaksın!
M- ... 21'de evde yokum... Demolardayım.
İ- Peki... Sene 1961... 20 Nisan...Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Dersteyim...
M- Hangi derstesin?
M- ... Sevim Hanım... Edebiyat... Edebiyat... Sevim Hanım'ı görüyorum... Hepsinde var... Peki...
İ- Peki... Sene 1955... 16 Temmuz... Saat 21:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ...Sene 1955... 16 Temmuz.... ...... ?....
(kayıttan ne dediği anlaşılmıyor)
İ- Sene 1950... 5 Eylül... Saat 08:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .............?.......
(kayıttan ne dediği anlaşılmıyor ... Öksürür.)
İ- Sene 1946... 15 Ocak... Saat 11:30... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ......?.....
(kayıttan ne dediği anlaşılmıyor ) Rahat değilim...
İ- Nerdesin?
M- .... Yatıyorum orada ... Bir salıncak... Sarılı her tarafım... Annem var...
İ- Ninni mi söylüyor sana?
M- Yoo... Bakıyor böyle... Yüzüme bakıyor... Gülüyor...
İ- Peki... Şimdi daha geriye gidiyoruz... Sene 1944... 5 Ocak ... Baat 14:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ...... Hatırlamıyorum...
İ- Nerdesin?
M- .... Boşluk... Şöyle bir boşluk...
İ- Peki... 7 Şubat 1943...
(Medyum'un doğumundan 3 sene öncesi) 7 Şubat... Saat 10:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?

Bu soru ile Medyum'un bir önceki hayâtına inilmiş oldu. Karşımıza Mr. Howell'in çıkacağını evvelki çalışmadan biliyorduk. Sorular ile maksadımız o hayattan bu hayata ne gibi huylar, alışkanlıklar yansımış, bunu tesbit etmek... Ayrıca o kişiyi veya âilesinden birini târihte, basında "tesbit edebilir miyiz?" diye isim ve bilgi almaya çalışmak...

İdâreci- Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ... Evdeyim...
İ- İyi günler Mr. Howell...
M-.... İyi günler!...
(Sert ve Medyum'unkinden değişik bir ifâde ile...
Yüz hatları da gerilmiş vaziyette)
İ- Jane orada mı?
M- Evet.
İ- Selâmlarımı ve hürmetlerimi söyleyin lûtfen... Kızlarınız orada mı?
M- Hayır.
İ- Evlendiler mi?
M- Evet.
İ- Hangisi evlendi?
M- İkisi de...
İ- Kimle evlendi?
M-... Efendim?... Niye soruyorsunuz?.. Size ne?
İ- Merak ettim de... Sizi uzun zamandan beri görmemiştim.
M- Ben sizi biliyorum.
İ- Nereden?
M- ... Edward değil mi sizin adınız?
İ- Evet.
M- Ben size "Gidin" demiştim... Tekrar geldiniz karşıma!
İ- Mr, Howell, sizden özür diliyorum. Kabul eder misiniz?
M- Hayır!...
(Sinirli. Bir önceki çalışmada Celse İdârecisi boş
ve gereksiz bir lâf edip kendisini kızdırmıştı.)
İ- Özür diliyorum.
M- "Kabul edemem" dedim!
İ- Bu kadar çok mu kızdınız bana?
M- ... Kızdım tabii... Kızmaz mıyım ya!..
İ- Hak veriyorum size.
M- Hak verirsin!.. Niye yaptın öyle, ha?
İ- Kaç sene geçmiş aradan!
M- Ben unutmam!..
İ- Biliyorum unutmadığınızı... İngilizler arasında küs yoktur.
Bu en büyük an'anenimizdir Mr. Paul Howell.
M- Ben an'anelere filân inanmam!
İ- Peki, kendimi size nasıl affettireyim?
M- Ettiremezsiniz!.. Giderseniz olur!
İ- Gideceğim zâten. Fakat sizinle görüşmek istiyorum.
M- İşte, görüştünüz... Ne hakkında?.. Kâfi değil mi?
İ- Özür dilerim... Meselâ, hâlâ Rodney Street'te mi oturuyorsunuz?
M- Evdeyiz, dedik ya!
İ- Kızlarınız hangi şehirde Mr. Howell?
M- Niye soruyorsunuz, anlamıyorum. Kızlarımı tanıyor musunuz, benim?
İ- Tanıyorum tabii.
M- Söyleyin ne isimleri?
İ- Liz... Tamam mı?
M- Evet... Öbürü?
İ- Öbürünü hatırlıyamıyacağım. Ben ayrılırken ufaktı galiba.
M- Hayır, ufağı Liz'di.
İ- Ha, tamam, Liz'di... Ötekisi galiba ben ayrılırken evlenmişti.
M- ... Anlamadım.
İ- Ben sizden ayrılmadan evlenmişti. Onun için görememiştim.
M- Görmüştünüz Beyefendi, görmüştünüz!
İ- Bir dakika... Onu da hatırlıyacağım... Yalnız Liz'i tanıdığımı kabul ediyorsunuz.
Çok şeker kızdı.
M- Tabii şeker olacak.
İ- Evet. babasına çekmiş.
M- Hem de ... annesine de, babasına da...
İ- Mr. Howell, Hâlâ eski işinizde misiniz?
M- İşte çalışmıyorum artık.
İ- Emekli misiniz?
M- Evet, bıraktım.
İ- Ama hâlâ keman çalıyorsunuz.
M- Çalarım tabii.
İ- Besteleriniz var mı?
M- Yoo, hayır... Beste yapmam... Ben sizle konuşmıyacaktım, YÂHU!
İ- Siz beni seviyorsunuz, Mr. Howell.
M- "Bana uygun değilsiniz," dedim ya!
İ- Affetmek sizin şânınızdandır.
M- Yok, CANIM!!!

Medyum geçmiş hayâtını yaşayıp bir İngiliz gibi davranmasına rağmen, arada bu hayâtından unsurlardan yararlanıyor. YÂHU ve CANIM kelimelerini İngilizler kullanmaz elbette.

İdâreci- Mr. Howell.
Medyum- Evet?
İ- Bana kızgınlığınız devam etsin, fakat 1-2 soruma cevap verin. Ne dersiniz?
M- Buyurun.
İ- Teşekkür ederim... Kaç yaşındasınız şu anda?
M- VALLA, tam bilmiyorum ama, 65-70 civârı...
İ- Rahatsızsınız şu anda herhâlde
M- Ben mi?.. Yoo!.. Pek rahatsız değilim.
İ- Hayır, ben azıcık pratisyen doktorum da...
M- Doktor mu?.. Püf!.. Sizin gibi doktor mu olur be!..
İ- Hayır, hâlinizde bir rahatsızlık hissettim de...
Şimdi sizi 6 ay yaşlandırıyorum... Sene 1943... 8 Temmuz ... Saat 17:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Ohh!...
İ- İyi akşamlar.
M- MERSİ...
(Bu MERSİ kelimeside nereden geldi acaba?)
İ- Nasılsınız Mr. Howell?
M-... Eh...
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- ... Oturuyorum yine...Jane'le karşılıklı... İşte oturuyoruz.
İ- Torunlarınız var mı?
M- Hayır.
İ- Kızınızın soyadı ne oldu?
M- ... Niye soruyorsunuz bunları?
İ- Biliyorsunuz... Niye cevap vermekten kaçınıyorsunuz?
M- Efendim???... Size güvenim yok çünkü.
İ- Şimdiye kadar güvendiniz iyi cevaplar verdiniz ama.
M- Havadan sudadandı o cevaplar.
İ- Kızınızın soyadı havadan sudan...
M- ... değildir!..
İ- Tabii, haklısınız... 3 ay daha ileri gidelim... Sene 1943... 11 Ekim... Saat 14:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Öhöö!...
(öksürür)....
İ- Geçmiş olsun... Rahatsız mısınız?
M- ......... Boşluktayım...
(Ruhlar Âlemi'nde)
İ- Sizi bir ay geriye götürüyorum... Sene 1943... 24 Eylül... saat 09:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Ay!...Hastayım...
İ- Geçmiş olsun Mr. Howell... Neyiniz var?
M- Birşeyim yok... Hastayım biraz...
İ- Kâlbiniz mi?
M- Yoo...
İ- Nereniz?
M- Öyle biraz... yorgunluk... İhtiyarlıktan... İhtiyarladık artık.
İ- Ee, ikimiz de yaşlandık, Mr. Howell.
M- Yaa!..
İ- Şu çiçekleri bir kenara koyar mısınız?
M- Teşekkür ederiz.
İ- Kimler var?
M- Karım var.
İ- Kızlarınız geliyorlar mı sizi ziyârete?
M- Kızlarım da geldi.
İ- Oradalar mı şimdi?
M- Hıhı...
İ- Hangisi orada?
M- İkisi de...
İ- Beyleri de orada mı?
M- Hıhı... Evet.
İ- Tanıştırır mısınız beni?
M- Benim hâlim yok tanıştıracak.
İ- İsimlerini söyleyin, ben tanışayım.
M- ...... Ben size ne demiştim, YÂHU?...
İ- Hâlâ mı dargınsınız? Hasta hâlinizde bile kızıyorsunuz.
M- Sebebini benden iyi biliyorsunuz.
İ- Biliyorum fakat en kötü anlarınızda bile yanınızdayım.
Kendimi affettirmek için uğraşıyorum.
M- Hıh!... Ben affetmem!..
İ- Belki bir ümit... İnsan hayâl ettiği müddetçe yaşarmış.
M- O da hikâye!..
İ- Peki, Mr. Howell... Sene 1943.. 29 Eylül... Saat 10:00...Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ...... ?....
(anlaşılmıyor) ....
İ- Sene 1938... 6 Haziran... Saat 19:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
İ- Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Sofra başından yeni kalkıyorum.
İ- Kimler var?
M- Karımla ben.
İ- Kızlarınız evlendi herhâlde.
M- Evet.
İ- Kaç sene oldu evleneli, küçük kızınız?
M- Evli değil daha.
İ- O da sizinle berâber mi?
M- Hayır. Dışarı çıktı bir arkadaşınla.
İ- Kimle çıktı dışarı?
M- Bizim komşunun kızı... Onlan...
İ- Hâlâ Rodney Street'te misiniz?
M- Evet.
İ- Komşunun kızının ismi ne?
M- Komşuma sorun!
İ- Lûtfen.
M- Irene...
İ- Soyadı ne?
M- ..... Ne yapacaksınız soyadını?
İ- Tanıyor muyum diye soruyorum.
M- Yok, tanımıyorsunuz onu!.. Tanımıyorsunuz!
İ- Hele bir söyleyin. Irene...
M- Irene... "Söyliyemem" dedim mi söyliyemem!..
İ- Peki... Sene 1933... 31 Aralık... Gece saat 23:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Gece klubündeyim...
İ- Hangisinde?
M- Hangisinde mi?..Bilmiyor musunuz?... Manchester'lı değil misiniz?
İ- Manchester'lıyım ama bir kaç tâne var.
M- "Night Club" yazan sâdece üstünde ... İstasyonun yanındadır.

Manchester

İdâreci- Haa, tamam!.. Dâima oraya gidiyorsunuz herhâlde.
Medyum- Yoo... Bâzı bâzı gideriz.
İ- Yâni, gittiğiniz zaman oraya gidiyorsunuz.
M- Hıhı...
İ- Kimler var yanınızda?
M- Karım var, ben varım... Tanıdıklarımız var...
İ- Çocuklar???
M- Çocuklar arkadaşlarıylan gittiler. Bir komşumuzun şeyine.. Evin oradadır.
İ- Peki.... Sene 1923... 7 Kasım... Saat 15:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Liz'le berâber dolaşıyorum... Şeyin önünde... O meydanda işte...
İ- Hangi meydan?
M- Bilmiyorum hangi meydan olduğunu... İstasyonun yakınında bir yerde işte...
Sağ tarafından iki büyük meydan var... Oradan yavaş yavaş işte eve gidiyoruz.
İ- Ne konuşuyorsunuz Liz'le?
M- Ha???... Ne mi konuşuyorum?.. Beni alâkadar eder o!..
İ- Kaç yaşında Liz şimdi?
M- ... Niye soruyorsunuz, CANIM?
İ- Biliyorsunuz... Kaç yaşında?
M- 15...
İ- Siz kaç yaşındasınız?
M- VALLA, tam bilmiyorum ama yaşımı, 45-46... O civarda...
İ- Peki... Sene 1913... 8 Mayıs... Gece saat 21:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Sene?...
İ- 1913...
M- ....... Şöyle biraz dalmışım...
İ- Hangi odada?
M- Efendim??? Üff!... Odadayım işte!.. Odada...
İ- Kitap mı okuyordunuz?
M- Yoo... Öyle dalmışım işte otururken.
İ- Kimler var?
M- Tek başımayım.
İ- Jane nerede?
M- İçerde.
İ- Kızlar???
M- Onlar da yukarda yatıyorlar.
İ- Sahi, büyük kızın ismi neydi?
M- ..... Size ne?...
İ- Küçüğünkini söylediniz de...
M- Küçüğün, biliyorsunuz, ben söylemedim. Öyle dediniz.
İ- Ne zaman dedim?
M- Sordum size.
İ- Ne zaman sordunuz?
M- Ne bileyim ben???
İ- Peki. Söylemiyecek misiniz?
M- Hayır.
İ- Kaç yaşında?
M- 7...
İ- Çok teşekkür ederim... Sene 1903... 4 Mart... Saat 18:99...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ...... Sene???...
İ/ 1903.
M- ...
(esner)... Ohoo!... Siz bilir misiniz Manchester'ı?
İ- Azıcık.
M- İstasyonun yanında "pub" vardır bir tâne.
İ- Biliyorum.
M- Hah... Oradayım işte... İçiyorum.
İ- Bira içiyorsunuz.
M- Nerden bildiniz?
İ- Ben de karşı masada oturuyorum.
M- Hıhım... Çok iyi!..
İ- Kaç sene oldu evleneli, Mr. Howell?
M- Anlamadım.
İ- Evli misiniz?
M- Hayır.
İ- Bekârsınız.
M- Evet.
İ- Jane nasıl?
M- Kim???
İ- Jane.
M- Nereden tanıyorsunuz onu?
İ- Jane'i tanırım... Nasıl Jane?
M- Jane evde... İşte gördünüz, ben de burada başka kızlayım.
İ- Söyliyeceğim ama Jane'e.
M- Gördün... Söyle... Ne çıkar ki?
İ- Çok eminsin kendinden.
M- Tabii.
İ- Mâdem ki Jane'i seviyorsun, niye bu kızla buradasın?
M- Efendim?... Aaa!... Size ne be!... Üff!... Sevmek başka, dolaşmak başka.
İ- Merak ettim, tanıştırmıyacak mısın beni?
M- Tanış işte... Oturuyor.
İ- İsmini söyledi, anlamadım... Hadi, Paul.
M- ........
İ- Söylemiyecek misin?
M- Niye söyliyeyim?... Niye yâni?..
İ- Konuşayım. Ne mahzuru var?
M- Ben istemem yanımdaki kızlarla konuşulmasını... İşte, bu kadar!..
İ- Şimdi konuşuyoruz ama.
M- Konuşuyorsanız, sorunuz o zaman.
İ- Olur mu?.. Çok ayıp!.. Söylemiyecek misin?
M- ......
(yavaş sesle) Annette....
İ- Efendim?
M- Söyledik ya!..
İ- Çok yavaş sesle söyledin.
M- Duymasın diye...
İ- Tamam... Çok teşekkür ederim... Şimdi sene 1890... 7 Temmuz... Saat 08:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ........
(derin nefesler) ....
İ- Nerdesiniz?
M- ...............
(derin nefesler) ......
İ- Saat 10:00...
M- ....
(esner)...
İ- Günaydın Paul.
M- Günaydın...
(sesi yumuşamıştır) ...
İ- Nasılsın Paul?
M- İyiyim.
İ- Kaç yaşındasın Paul?
M- Niye soruyorsun?... Anneme sorsana...
İ- İki yaşındasın.
M- ...
(güler) ...
İ- Üç?...
M- Hayır.
İ- Kaç yaşındasın?_
M- Bilmiyorum.
İ- Peki, beni tanıdın mı?
M- Tanımaz olur muyum?
İ- Merhaba.
M- Merhaba.
İ- Şimdi hâlâ söylemiyecek misin yaşını bana?
M- Çıhk!... Anneme sor.
İ- Edward Amca'na yaşını söylemiyecek misin?
M- Edward Amca, yaşımı anneme sor.
İ- ... Peki, ne zaman tanışmışık biz senle?
M- Annemle tanıştığınız gün.
İ- Kaç gün oldu?... Kaç sene oldu_
M- ..... Bilmiyorum.
İ- Geçen sene tanıyor muydun beni?
M- ...... Bilmiyorum.
İ- Şimdi ne yapıyorsun, Paul?
M- Yok yapacak işim... Ohhh!... Yatacağım gene...
İ- Peki... Sene 1891... 6 Aralık... Saat 11:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ...............
İ- Paul???
M-......,, Hıı..... Üff!... Evdeyim.
İ- Ne yapıyorsun?
M- ... Okula gitmedim bugün.
İ- Hastasın galiba.
M- Hıı...
İ- Boğazından, değil mi? Bademciklerin şişmiş.
M- Hıı.... doktor musun sen?
İ- Bilirim ben.
M- ... Keşke hiç gitmesek te, yatsak böyle...
İ- Gitme.
M- Bugün gitmiyeceğiz... Yarın gideceğiz.
İ- Kaç gündür hastasın?
M- İki gün.....
(hep yutkunmakta) ... Üff!...
İ- Kaçıncı sınıftasın sen, Paul?...
M- .... Off!... Boğazım!... Efendim???
İ- Kaçıncı sınıftasın?
M- Kaçıncı sınıfta mıyım?... Offf!...
(birşey çiğnemekte)...
İ- "Primary School" değil mi?
M- Evet.... 4....
İ- Bu ilâç iyi geldi, değil mi?
M- Hıhıı.... Annem veriyor.
İ- Şimdi geçecek boğazın.
M- Geçmesin mi?
İ- Geçsin.
M-... Kalkıp okula gideceğiz.
İ- Geçmesin mi yâni?
M-... Ahh!..
(Ne iyi olur gibisinden) ...
İ- İstersen ben senin hastalığını geçirmiyeyim, sen de gitme okula...
Yalnız sorduklarıma cevap ver.
M- ... Sen geçirebilir misin ki zâten?
İ- Tabii geçiririm.
M- Eh, hadi CANIM..
İ- Geçireyim mi?
M- Şimdi mi?
İ- Tabii... Peki, hangi okula gidiyorsun, Paul?
M- hı??? Hangi okul ne demek?... Dedik ya!
İ- "Primary"e gidiyorsun ama, ismi ne?.. Bir tâne mi var koca Manchester'de?
M- Evet... Kaç tâne!... Bir tâne olur mu?
İ- Hangisine gidiyorsun?
M- Kilisenin yanındakine.
İ- İsmi yok mu okulun?
M- Efendim?... Yok.
İ- Hangi kilise?
M- Bir tâne büyük kilise var, işte o.
İ- Protestan kilisesi mi ?
M- Efendim?... Çıhk...
İ- Katolik mi?
M- Hıım...

Burada duralım... Bilgi gerçek olmayabilir. İngilizler Anglikan mezhebine bağlıdır. Irlandalılar Katolik'tir. Mr Howell'in âilesinin Katolik olması az bir ihtimal.

.İdâreci- En çok sevdiğin hocanın ismi ne?
Medyum- ....
(hâlâ çiğnemekte) ... Efendim??? ... Sue...
İ- Su mu istiyorsun?
M- Sue.
İ- Mrs. Sue, ha?
M- Nerden bildin Mrs. Sue olduğunu?
İ- Tanıyorum ben onu.
M- Ne hocaısı, peki?
İ- Hayat Bilgisi hocası.
M- Iıh...
İ- Ne hocası?
M- Bize bir hoca gelmiyor ki... Tanıyormuşun, bilmen lâzım.
İ- Târih-Coğrafya'ya geliyor... Tamam mı?
M- ... Yalnız Târih'e geliyor...
İ- Peki, Paul... Sene 1886... 4 Ağustos ... Saat 17:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ..... Babamlayım... Dolaştırıyor babam beni...
(bir melodi mırıldanır)
İ- Nerede dolaştırıyor?
M-
(melodiyi mırıldanmakta devam eder)...... Sen nerden geldin gene?
İ- Tanıdın, değil mi?
M- ... Bilmem...
(birşey çiğnemektedir) ...
İ- Edward Amca'yı tanımadın mı?
M- Kimi???
İ- Edward Amca'yı.
M- ...Tanıdım mı? ...
İ- Sen tanımadın mı?
M- Babama sor...
İ- Babanın ismi ne ki, sorayım?
M- .... Efendim???... A, bu şekeri de hiç sevmiyorum be!.. "Al" dedik, aldı...
İ- Yeme sen de...
M- Niye yemiyeyim?... Kızar babam sonra...
İ- İsmi ne babanın?
M- ... Bilmiyor musun babamın ismini?
İ- Bilmiyorum.
M- Mr. Howell.
İ- İlk ismi ne?
M- İlk ismini ne yapacaksın?... Robert...
İ- Nerede oturuyorsunuz?
M- Manchester'da...
İ- Ama hangi sokakta?
M- ... Manchester'da... Babama sor işte.
İ- Rodney Street'e yakın oturuyorsunuz... Ama nerede?
M- .... Şu şekeri sen yer misin?
İ- Yerim... Yersem, söyler misin?
M- Hıı!... Sen yer misin? Ben sana onu soruyorum.
İ- Yerim.
M- Yersin!... İşte ben de sevmeye başladım şimdi şekeri... Ben yiyeceğim!..
Sen "yerim" dedin ya!...
İ- Sen benden bu kadar mı nefret ediyorsun?
M- Nefret etmiyorum ama, seni kızdırmaktan hoşlanıyorum.
İ- Niye?
M- Çünkü çok soru soruyorsun diye.
İ- Peki, ben sormıyayım, sen konuş.
M- ne konuşayım ben?
İ- Babanla ne konuşuyorsun?.. Anlat.
M- ,,, Tattali...
(mırıldanır, çiğnemeye devam eder) ... Neredesin sen?
İ- Buradayım.
M- ... Hım!.... Hııı...
İ- Ne oldu?
M- Sana ne?... Ben babamla konuşuyorum... Duymuyor musun?
İ- Duyuyorum.
M-... Hım... Hım...
(gene bir melodi mırıldanmaya başlar) ... Üff!... Yoo!...
New shoes?..
(yeni ayakkabılar)
... New shoes fon me!.,.
(bana yeni ayakkabılar) .... Thanks, dady!.. (teşekkürler babacığım!)...

Medyum'un İngilizce konuşması şaşırtıcı değil. Kendisi zâten İngilizce biliyor. Bu yüzden Paul'un ağzından da konuşabilir. Olağanüstü bir durum yok.

İdâreci- Ayakkabı mı aldı baban?
Medyum- Yoo!... Alacak!*... Ayakkabı...
İ- Hangi rengi beğendin?.... Baban beğendi, değil mi?
M- Ben beğenirim.
İ- Hangi rengi beğenirsin?
M- Siyah.
İ- Peki... Paul, Kaç yaşındasın?
M- 5...
İ- Peki... Sene 1881... 6 Kasım... Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ...... Uyuyorum...
İ- Aynı gün saat 13:00...
M- .......
(derin nefes alışlar) ...
İ- Saat 15:00... Ne yapıyorsun?
M- Hiç.
İ- Nerdesin?
M- Annemin yanında.
İ- Kundakta mısın?.. Salıncakta mısın?
M- ... Yok...
İ- Kaç günlüksün?
M- ...............
İ- Küçüksün, değil mi?
M- Tabii küçüğüm...
İ- Bir yaşında???
M- Hayır.
İ- Altı ay?
M- Hayır.
İ- Dört ay?
M- Hayır.
İ- İki ay?
M- Hayır.
İ- Bir ay?
M- Hayır... Buçuk...
İ- Peki... Sene 1881... 15 Eylül...
M- ....
(derin nefesler) ...
İ- Uyuyor musun?
M- Hıhı...
İ- Saat 11:00....... 12:00...
M- ......hım....
İ- Saat 13:00...
M- ....
(ağzını şapırtatır) ....
İ- Kim var yanında?
M-.... Babam... Annem...
İ- Süt mü emiyorsun?
M-... Mama...
İ- Kaç gün oldu doğalı?
M- ... Beş...
İ- Peki.... Şimdi iki sene geriye git.... Sene 1879... 6 Ocak... Saat 14:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?

..M- ...............
İ- Nerdesiniz?..... Evet.... Nerdesiniz?
M- ............................ Cıhk! .........

Celse İdârecisi bu sualle Medyum'u iki önceki hayâtına götürmüştür. Bakalım, karşımıza ne çıkacak? ... Belki MERSİ kelimesinin nereden geldiğini de öğreniriz.

İdâreci- Nerdesiniz?... Lûtfen, konuşunuz.
Medyum- ...........Cıhk...
(derin nefes alır) Cıhk...
İ- Lûtfen cevap verin... Duyuyor musunuz?
M- ....... Ohh!....
İ- Hangi memlekettesiniz?
M-........
İ- Avrupa'da mısınız?... Evet'leri sağ elle, Hayır'ları sol elle gösterin.
M- ...
(sağ el, Evet) ...
İ- İngiltere'de misiniz?
M- ....
(sol el, Hayır) ...
İ- İtalya'da mısınız?
M- ....
(sol el, Hayır)
İ- Almanya'da mısınız?
M- ....
(sol el, Hayır)
İ- Fransa'da mısınız?
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Erkeksiniz tabii..
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Kaç yaşındasınız?...... Peki, asil bir âileye mi mensupsunuz?
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Hânedandan mısınız?
M- .......
(sağ-sol el, Eh) ...
İ- Parle vu Franse?
(Aslı "Parlez-vous francais?" ama İdâreci
kulaktan dolma idâre ediyor.)
M- ....
(sağ el, Evet) ......
İ- Niye konuşmuyorsunuz?... Marie Antionette'i tanıyor musunuz?
M- ....
(sağ el, Evet)

Burada duralım ve hem Medyum'un hem de Celse İdârecisi'nin 20'li yaşlarda gençler olduğunu hatırlatalım... Celse İdârecisi 1789 Fransız İhtilâli'ni ve Krallık ile asâlet ünvanlarının kaldırıldığını, herkesin "Yurttaş" diye birbirine hitap ettiğini biliyor ama, Celse ânında bunları hatırlamıyor. Kral'dan, Hânedan'dan, Asâlet Ünvanları'ndan söz ediyor. Bu bakımdan Medyum'un vereceği cevapları şüphe ile karşılamanız tabiidir. Ancak şu ek bilgiyi de vermek isteriz: 1789 Devrimi'nin ardından Bourbon monarşisi devrilmiş ve 1792'de Birinci Cumhuriyet kurulmuştu. Ancak Cumhuriyet kısa bir süre sonra 1799'da Napoleon Bonaparte tarafından devrildi. Fransızlar Avrupa'da Kral oldular... Napoleon’un İmparatorluğu ise 1815'te sonlandı. Napoleon'un tahttan indirilmesinden ve sürgüne gönderilmesinden sonra, XVI. Louis'nin yeğeni olan XVIII'inci Louis’nin egemenliği altında monarşi, yani Krallık yeniden kuruldu... 1848 Devrimi'nin Kral Louis-Philippe'in tahttan indirilmesi ile sonuçlanmasından sonra İkinci Fransız Cumhuriyeti kuruldu. O yıl Louis-Napoleon anayasal Fransız Cumhuriyeti'nin başkanlığına seçildi. Louis-Napoleon'un 1852'de İmparator yapılması ile ülke İkinci İmparatorluk dönemine girdi. 1870'de III. Napoleon tahttan indirilmesiyle Fransa'nın Üçüncü Cumhuriyeti başladı ve 1940 kadar, Naziler'in Fransa'yı işgâline kadar sürdü.
(Alıntı: http://azizyardimli.com/fransiz_devriminden_napoleona/13_napoleondan_sonra.html)

Şmdi aşağıdaki Kral, Dük, Baron ifâdelerini bu târihlere göre değerlendirin ve Celse İdârecisi'nin rastgele kullandığı bu tâbirlerin târihe uyup uymadığını siz kontrol edin. ...

İdâreci- Kimdir Marie Antionette?... Konuşunuz... Beni tanımadınız ama,
ben İngiliz Kraliyet Sarayı'ndan Lord Kinross.
Medyum- Üfff!..
İ- Ne oldu? Beğenmediniz mi?
M- Kimse yok öyle... Kral âilesinde, İngiliz... Kimse yok öyle...
İ- Nerden tanıyorsunuz?
M- Bilirim az çok.
İ- İngiltere'ye hiç gittiniz mi?
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- İsminizi söyler misiniz, Sayın Şövalye?... Şövalye misiniz?
M- ....
(sağ-sol el, Eh) ... .... (sol el, hayır) ...
İ- Evli misiniz?
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Ben size demin azıcık takıldım. Ben İngiltere Sarayı'ndan değil, Osmanlı Sarayı'ndan
Sultan Abdülhamid'in kayınpederiyim. Mehmet Paşa... Duydunuz mu hiç?
M- ....
(sol el, Hayır) ...
İ- Osmanlılar'la münâsebetiniz var ama???
M- Hıı...
İ- Konuşun lûtfen... Bir Osmanlı ile konuşmak istemez misiniz?
M- sevmem!
İ- Niye sevmiyorsunuz?.. Gelin tartışalım.
M- ... Üfff!...
İ- İsminiz neydi?
M- Üfff!..
İ- Lûtfediniz.
M- Cıhk.
İ- Peki... Kaç yaşındasınız? Sol elinizle onlar, sağ elinizle birler hânesini gösterin.
M- ....
(sağ el 4-5, sol el 6) ...
İ- İsminizi lûtfen söyleyin... Bir Osmanlı Paşası ilk defa bir Fransız'a yalvarıyor...
Utanacak bir şey mi var?
M- ... Yok...
İ- Burgonya Dükü müsünüz?
M- Hayır.
İ- Akrabalığınız var mı onlarla?
M- ....
(sol el, Hayır) ...
İ- Dük müsünüz?
M- ....
(sol el, Hayır) ...
İ- Baron???
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Lûtfen söyleyin... Şanlı Osmanlı ülkesinden size hediye gönderelim.
M- Püfff!...
İ- Niye küçümsüyorsunuz?... İstemez misiniz?
M- Püff!...
İ- Sayın Barın, sizi 10 sene gençleştiriyorum... Sene 1869... 5 Kasım... Saat 18:00....
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ..................
İ- Konuşmıyacak mısınız?.... Niye?.... 54 yaşındasınız.
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Sarayda mısınız şu anda?
M- ....
(sağ el, Evet) ...
İ- Kralın yanında mı?
M- Hayır.
İ- Kralın ismi ne?.. Lûtfen konuşun.
M- ..................
İ- Sayın Baron... Sene 1859... 5 Temmuz... Saat 19:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ...... Ayy!...
(şapırtılar) ...
İ- Konuşmıyacak mısınız?
M- .............
İ- Bana düşman değilsiniz ama, değil mi?
M- ....
(sol el, Hayır) ...
İ- Herkesle konuşmazsınız, ama yardım edin.... Peki, sene 1849... 23 Eylül...
Sabah saat 10:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Janette... Arabadayım...
İ- Arabadasınız???
M- Evet, beyefendi!..
İ- Janette yanınızda mı?
M- Ha... Oturuyor.
İ- Nereye gidiyorsunuz?
M- ... Dolaşıyoruz kırlarda...
İ- Araba sizin mi?
M- Efendim??? At arabası???... Benim tabii... Kimin olacak?..
İ- Zenginsiniz?
M- Tabii.
İ- Baronsunuz?
M- Evet.
İ- İsminiz neydi?
M- .... Hatırlamıyorum...
İ- Niye?
M- Bilmem!..
İ- Şimdi hatırlıyacaksınız... Janette'e sorun, bakalım.
M- ... Neyi sorayım?
İ- İsminizi.
M- Niye?
İ- "Hatırlamıyorum" dediniz... Hatırladınız şimdi ama...
M- Hah!... Hatırlıyorum zâten...
(güler) . Size söylememek için dedim.
İsmimizi mi unutacağız?
İ- Niye söylemiyorsunuz?
M- Nerkese söylemem.
İ- Niye beni herkesten addediyorsunuz?
M- Çünkü herkessiniz.
İ- Her zaman sizinle berâberim ama.
M- Yok canım!..
İ- Bu da benim sizin gibi asil olduğumu göstermiyor mu?
M- Kat'iyyen!.. Benim arabacım da her zaman benlen berâber.
İ- Çocukluğunuzdan ölünceye kadar mı?
M- Efendim??? Kim?
İ- Arabacınız.
M- Tabii!..
İ- Adı ne?
M- Kendisine sorun.
İ- Peki... Sayın Baron, sene 1839... 5 Aralık... Saat 11:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Hocam geldi şimdi...
İ- Ne dersi alıyorsunuz?
M- Eh işte... ders... Eh işte... Anlatıyor... Târih mârih birşey...
İ- Babanızın konağında mısınız?
M- Hıhım...
İ- Oldukça çapkın bir delikanlısınız ama...
M- Tabii.
İ- Derslerle aranız hiç iyi değil.
M- ... Yok...
İ- Kılıç dersleri de alıyor musunuz?
M- Ara sıra alıyoruz işte.
M- Fakat o kadar iyi bir silâhşör değilsiniz.
M- Hım... Sevmem doğüşmeyi pek.
İ- İsminiz neydi?... Lûtfen...
M- ... Bilmem... Bilmem...
İ- Ferdinand mı?
M- Cıhk!..
İ- Babanızın ismi?
M- Babamın isme ne?... Babamın ismi... Kimbilir!..
İ- Babanız sağ mı?
M- Evet.
İ- Anneniz???
M- Evet.
İ- Kardeşleriniz???
İ- Evet.
İ- Kaç kardeşiniz var?
M- İki.
İ- Kız mı?..
M- Evet.
İ- Onun ismi ne?
M- Hıh!.. Hoşunuza gidiyor kızların ismini öğrenmek!
İ- Evet. Ben de sizin kadar çapkın sayılırım.
M- Yok canım!...
İ- Peki, Janette yanınızda mı?
M- Kim?
İ- Janette.
M- Kim o, be???...
(Tabii ki daha tanışmamış) ...
İ- Tanımıyorsunuz... Kim var yanınızda şimdi?.. Annette mi?... Helen???...
M- Cıhk!... Bilemedin!..
İ- Maria???
M- Hıh???... Biraz daha uzat... Mariat...
İ- Güzel bir kız.
M- Eh işte... İdâre eder...
İ- Başkası bakmıyor mu sana?
M- Püff!... Deli misin sen, yahu?
İ- Yakışıklısın gene, değil mi?
M- Tabii.
İ- Peki... İsmini söylemiyecek misin?
M- Cıhk!..
İ- Sen beni biliyor musun? Kim olduğumu...
M- Hep işte konuşup duruyorsun... Ne bileyim???
İ- Ben İtalya'dan geldim buraya.
M- Kim??? ... Nereden?
İ- İtalya'dan...
M- . Vaktimiz kalmıyor...
İ- Niye?
M- Öyle ya, baksana şu kızlara.
İ- Etrâfında mı şimdi?... Neredeler?
M- ... Nasıl?... Şimdi işte var... Söyledik ya... Mariyet...
İ- Mariyet'e selâmlarımı söyle.
M- Kime??? Mariet sana şeyeder mi?... Bakar mı sana, be!..
İ- Niye bakmasın?
M- Bana bakar o!.. Senin ismin ne?... Haa???
İ- Sen ismini söyle, ben de söyliyeyim.
M- Git şuradan artık!.. Git!.. Yeter!... Sıkmaya başladın beni, ha!..
İ- Niye?
M- Git, yâhu!..
İ- Söyle ismini, gideyim.
M- "Git" dedim!... söylemiyorum ismimi!.. Tamam mı?..
İ- Ben de gitmiyorum.
M- Çağırttırır, attırırım seni şuradan, uşaklara!
İ- Çağırttır!.
M- Şeyetmiyelim git!... Git artık!..
İ- "Ben şuyum" de, gideyim.
M- Şuyum, buyum, seni alâkadar etmez!
İ- Niye etmesin?
M- Şuna bak!.. Deli mi, ne!..
i- Bana lâf söyliyecek adam, benim kadar asil olmalı!
M- Hadi, canım!.. Sana kim dedi, "asilsin" diye?.. "Git" diyorum ben sana, yâhu!..
İ- Peki. ALLAH'a...
M- Git!.. Eyi eyi, git!...

(Celse'nin bundan sonra kaydedilmemiştir. Ancak Celse İdârecisi Medyum'un iki geçmiş hayâtını araştırma faaliyetine son vermiş, Medyum'u ileri götürerek o günün târihine sâlimen getirmiştir. Medyum uyanınca bu konuşmalardan hiçbirini hatırlamamıştır.)

****


Şimdi gelen inanmayan birinin Ekminezi çalışması... 1966 yılında, bir gece Diş Tabibi Ferhan Erkey'in Ankara-Kızılay'daki muayenehanesindeki Toplantı'ya gelen bir genç kız, Sohbet esnâsında hiçbir şeye inanmadığını söyledi. Ne Ruhlar'a, ne Âhıret'e, ne Ölümden Sonra Hayat'a, ne de Hipnoz'a!.. Hattâ doktorla iddialaştı. Bunun üzerine Doktor kızı içerdeki çalışma odasına aldı.

Yarım saat kadar sonra, kız gülerek Doktor'la birlikte tekrar toplantı salonuna geldiler. Doktor onu Medyum koltuğuna oturttu ve hemen uyuttu. İnanmayan kız hem Hipnoz'a girmiş, hem de çalışma yapılacak kadar derinleşmişti. Ama hiçbir şey hatırlamıyordu. Niye o koltuğa oturduğunu bile anlamadan uyuyuvermişti.. Elektrikler söndürüldü. Celse başladı. Ekminezi yapılıyordu.

Medyum : İnci
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih: 1966
Usûl: Karma
Konu: Ekminezi, Âhıret Âlemi

İdâreci - Sene 1965... 20 Nisan... Saat 17:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum - ... 20 Nisan ... Salı... Kafeteryadayım.
İ - Kim var yanınızda?
M - Arkadaşlar var. Muzaffer abi, Serap, Çiğdem, Atila... Çok kalabalık.

Hemen burada duralım....Zaman zaman böyle târihleri kontrol ederiz. Yukarda da vardı böyle bir kontrol... 1965 yıl 20 Nisan'ı acaba gerçekten Salı mı diye baktık., April 20th, 1965, Tuesday | 13 Must Know Facts... öyleymiş...

İdâreci - Peki... Sene 1965... İki sene daha gençleştiniz. 17 Nisan... Saat 20:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum - Yaş günüm bugün... Evdeyim. Ders çalışıyorum. Annem, babam, Engin var.
Engin de ders çalışıyor.
İ - Kaç yaşı kutluyorsunuz?
M - 17.
İ - Sene 1960... 10 Ağustos... Sabah 11:00... Neredesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M - ... Evdeyim. İş yapıyorum. Toz alıyorum.

Siz de uyandınız, değil mi?... Acaba 10 Ağustos hangi güne geliyor? 12 yaşındaki çocuk sabah niye okulda değil?... Ağustos olduğu için okullar tâtil... Ama söyleyelim, 10 Ağustos Çarşamba...

İdâreci - Peki... Sene 1955... 20 Ekim... Saat 16:00...
Medyum - ... Resim yapıyorum.
İ - Ne resmi yapıyorsun?.. Kim var?
M Annem var... Dağlar... Güneş... Nehir akıyor... Bir tâne ev var... sağda... küçük...
İ - Peki... Sene 1950... 15 Kasım... Sabah 10...
M - ... Annem sobayı yakıyor.
İ - Sen ne yapıyorsun?
M - Ona bakıyorum.
İ - Kaç yaşındasın.
M - 4.
İ - Sene 1946... Dört sene daha gençleştirdim seni. 17 Nisan... Sabah saat 5:00...
(Doğum gününü öğrendi ya, Doktor kızın doğumuna gitmeye çalışıyor.)
M - Karanlık bir yerdeyim.
İ - Ne yapıyorsun?
M - ... Üşümüyorum.
İ - Saat 6:00... Nerdesin?
L - Aynı yerdeyim.
İ - Saat 7:00...
M - ....? .....
(Ne dediği anlaşılmıyor)... Hiç rahat değilim.
İ - Saat 8:50...
M - ..... ?....
(anlaşılmıyor)... yine...
İ - 9:00...
M -... Karanlık...
İ - 11:00...
M - ..... ?....
(anlaşılmıyor)
İ 12:00 ...
M - ..... ?....
(anlaşılmıyor)
İ- Saat bir (13:00)
M - İçimde bir eziklik var.
İ - İki?..
M - Karanlık.
İ - Üç?...
M - ..... ?....
(anlaşılmıyor)
İ - Dört?
M - Bütün vücudumda birşeyler oluyor.
İ - Beş?..
M - Başım çok acıyor.
İ - Saat 17:10?..
M -
(sık nefes alıyor) Bir uyuşukluk hissediyorum... Biraz başımda ağrı var ama, iyiyim.
İ - Neredesin?
L - Bilmem?... Çok aydınlık.
İ - Peki... Şimdi daha geriye doğru gidiyoruz..... Sene 1940... 10 Haziran... Neredesin?
M - ..... ?....
(anlaşılmıyor. Bir önceki hayâtına geçti. )
İ - Neredesiniz?
M - Çok güneş!... Susadım.
İ - Neresi orası?
M - ... Viyana...
İ - Adınız ne?
M - ... ŞİZEL...
İ - Kaç yaşındasınız Şizel?
M - ... 25...
İ - Anneniz var mı?
M - Hımm.
İ - Babanızın adı ne?
M - ... Babam yok ki!
İ - Yoksa baban belli değil mi?
M - ... Hayır.
İ - Ne işle meşgûlsunuz Şizel ?
M - Ben dikiş dikiyorum, terzihânede.
İ - Anneniz ne yapıyor?
M - ... Fenâ!... Fenâ!...
İ - Onun çocuğusunuz, öyle mi? Müteessir misiniz?
M - ... Onu seviyorum.
İ - Kaç yaşında anneniz?
M - 47 olduğunu söylüyor.
İ - Sizi bir sene daha yaşlandıracağım....
(Doktor Şizel'in ölümüne gitmeye çalışıyor) ...
Sene 1941... 9 Eylül... Saat 17:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M - Aynı terzihânede çalışıyorum.... Çok fazla!...
İ - Annenizle beraber mi oturuyorsunuz, Şizel?
M - Evet.
İ - Peki... Sene 1942... 4 Nisan ... Saat 11:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M - .... ?....
(anlaşılmıyor).... Evdeyim ve hastayım.
İ - Neyiniz var?
M - Bilmiyorum. Baygınlık hissediyoum.
İ - Anneniz evde mi?
M - Yok.
İ - İşe mi gitti?
M - Evet.
İ - Ne zamandır hastasınız?
M - Aşağı yukarı bir aydır.
İ - Geçmiş olsun... Sene 1942... 15 Mayıs... Saat 10:00...
M - ... Hastayım.
İ - Neyin var, Şizel?
M - Bilmiyorum... Galiba çok terliyorum... İşten çıkardılar.
İ - Annen ne yapıyor?
M - Hizmetçilik yapıyor.
(Medyum'un nefes alışları normal değildir.) ...
Çok fenâyım.
İ - 20 Mayıs... Saat 10:00.... Nerdesin?
M - ...
(öksürür)... Çok fenâyım.
İ - Annen yok mu yanında?
M - İşe gitti.
İ - 30 Mayıs... Saat 10:00...
M - ....
(Medyum çok kötü öksürmektedir. Nefes alışları sıklaşmıştır. )
İ - ... Ateşin var mı, Şizel?
M - ... Çok terliyorum...
(Nefes alışlar sık) ... Öleceğim galiba... Annem gelse...
İ - Saat 20:00...
M -
Medyum'un nefes alışları çok kötü, hırıltılı) ... Puding yapıyor annem bana...
İ - Sen nasılsın şimdi?
M -
( Nefes alışlar sık) Ohh!... Ohh!... Biraz soğuk.
İ - 30 Mayıs... Saat 22:00...
M - Ohh!... Ohh!...
(Nefes alışlar iyice sıklaşır) ... Ohh!... Ohh!...
İçimde bir şey... Ohh!... Ohh!... İçim sıkışıyor... Ohh!... Ohh!...
İ - 22:15...
M - Ohh!... Ohh!... Ohh!...
İ - 22:30...
M - Ohh!... Ohh!... Ohh!...
(Nefes alışlar seyrekleşir) Ohh!... (inleme hâlinde) ...
Ohh!... Ohh!...

(Nihâyet sâkinleşir) Ohh!... Ohh!.. Ohh!..
İ - Rahatladın mı, Şizel? Ağrıların geçti mi?
M - Ohh!... Ohh!.... Ohh!..
İ - Rahatladın mı, Şikel= Saat 22:45...
M - Ohh!... Ohh!....... Ohh!..
İ - Saat 23:00...
M Ohh!... Ohh!....
İ - Rahat mısın, Şizel? Lûtfen.
M - .... Çok karanlık.... Ohh!...
İ - Peki... Sene 1945... Neredesin ve ne yapıyorsun?
M - Ohh!... Ohh!....
(Âhıret Âlemi'nde) Çok iyiyim.
İ - Ne yapıyorsun? Neredesin?
M - .... Uçuyor gibiyim.
İ - Sene 1944... 5 Haziran... Neredesin ve ne yapıyorsun?
M - O kadar seviyorum ki burayı!..
İ - Anlatır mısın bize gördüklerini?
M - Bir su akıyor... Öyle güzel ki!.. köpük köpük... taşların üstünden... Yemyeşil...
İ - Sen ne yapıyorsun?
M - Suyun yanında yatıyorum... Bak, su ne güzel akıyor!.. Sesini duyuyor musun?
İ - Duyuyorum tabii.
M - Ne güzel!..
İ - Başka neler görüyorsun?
M - Bak!... Yemyeşil... O kadar güzel ki!.. Çok, çok yeşil... Yemyeşil.
İ - Yalnız mısın?
M - Hımm... Çok seviyorum yalnızlığı... Başkaları geliyor ama, istemiyorum onları...
İ - Peki... Sene 1944... 6 Haziran... Neredesin?
M - Fenâ değil, iyi...
İ - Nedir o?
M - Bak!.. Öyle güzel uçuyorum ki!:.
İ - Nereye doğru uçuyorsun?
M - Bilmem!.. Kocaman bir mâvilik... Koskocaman... Ohh!... Çok güzel uçmak!...
İ - Peki... Sene 1945... 1 Ağustos ... Saat 22:00... Neredesin ve ne yapıyorsun?
M - ... Bak!... Hani benim çok sevdiğim bir dere var ya, oradayım....
Ama iyi değilim, biliyor musun?
İ - Neden iyi değilsin?
M - Bilmiyorum... Burayı çok seviyorum.
İ - Bu dere nerede?
M - ... Bak... Kocaman bir kapı var... Kocaman... O kadar büyük ki!... Yeşilden...
O kapıyı açacaksın....İçinden geçeceksin...Kocaman bir yeşillik....
Görebildiğin kadar bir yeşillik... Gideceksin... Ağaçlar var....
Onları geçeceksin... On adım geçaceksin... Orada!...
İşte, bak!... Gördün mü?... Hemen karşına çıkıyor... Zâten ağaçların yanındayken
derenin sesini işitirsin. Suyun akışını bir göreceksin!
İ - Peki... Sene 1945... 5 Ağustos...
(Doktor Medyum'un ilkah ânını, ana rahmine düşüş,
bedene bağlanış ânını yakalamaya çalışıyor.)
M - (Acı bir ifâdeyle güler) Beni istemiyorlar galiba burada.
İ - Kim istemiyor?
M - Bilmem!
İ - Neden?
m - Bilmiyorum. İstemiyorlar galiba. Beni derenin yanına yollamıyorlar artık.
İ - Nereye yollamak istiyorlar?
M - Bilmiyorum. "Bekle" diyorlar.
İ - 6 Ağustos... saat 17:00... Nerdesin?
M - Üff!... Sıkılıyorum. Burayı sevmedim ki!
İ - Neresi orası?
M - Ne bileyim ben! Bir yerler... Kalabalık... Kalabalık insanlar... Hep bekliyoruz...
Hep ayakta... Üff!...
İ - Sene 1945... 7 Ağustos... Saat 23:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M - Niçin?
M - Off!... Bir yere gidiyorum... Gidiyorum bir yere... Off!... İstemiyorum ben gitmek!
İstemiyorum ki!... Off!...
İ - Nereye edoğru gidiyorsun?
M - Bilmiyorum.
İ- Bir şey görmüyor musun?
M - Çıhk!
İ - Saat 24:00...
M - Off!... Ay!...
İ - Ne oldu? Lûtfen.
M - Sıkılıyorum.
İ - Neden?
M - Bilmiyorum.... Karanlık yine... Off!..
(Medyum'un nefes alışları değişir.)
İ - Dar yer mi?
M - Üff!... Sıkışıyorum be!...
(Sıkıntılı nefes alışlar)
İ - Sene 1946 ... 17 Nisan... Saat 17:15...
M - Ay!... Karanlık...
İ - 17:20...
M - Başım çok fenâ... Ay!...

Medyum doğmuştur... Celse'nin bundan sonrası kaydedilmemiş... Ama İdâreci Medyum'u uyuduğu tarihe getirip, gerekli telkinleri verdikten sonra uyandırır. Hiçbir şey hatırlamaz. şaşkındır. Avradakiler eğitimli ve tembihli oldukları için İnci Hanım'a uyuduğunu dahi söylemeden sohbete koyulurlar.

Çoğu Topluluk'ta bu kurala uyulmaz. Pişkin kişiler Medyum'a hemen "Ya, gördün mü? 'Uyumam' diyordun, bal gibi uyudun, hem neler anlattın, neler!" diye yüklenirler, daha tam durumu kavramamış zavallının aklını büsbütün karıştırırlar, belki de o gece uykusundan ederler.

Kural kesindir. Hatırlamayan kişiye hiçbir şey söylenmez. Ertesi gün kendisi ilgi duyar, "Dün ne oldu?" diye sorarsa, tecrübeli bir kişi ağır ağır anlatır. Anlatışını sorulara göre ayarlar. Aradan bir süre geçtikten sonra Medyum'a o günün Celse'si dinletilebilir.

Spiritualizm şakaya gelmez. Oyun değildir.

Bu Celse'nin önemli tarafı biraz kendini beğenmiş, gururlu ve inatçı genç kız İnci Hanım'ın sâdece uyuması değil; Geçmiş Hayâtı Şizel'e inmesi, Şizel'in annesinin fâhişe olduğunu, babasının belli olmadığını, kendisinin bir terzihânede çalışan fakir bir kız olduğunu kabullenmesidir. Bu hususu, Celse'nin gerçekliğine delil sayıyoruz. Yâni Medyum yalandan uyuma ve Tebliğ verme taklidi yapmamıştır.

***

Bir başka Medyum'la Ekminezi çalışması ve geçmiş hayat.

Medyum: Mediha
Tarih : 13 Ekim 1960
Usûl:: Hipnoz
Özelliği : Ekminezi
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Sizi on yıl gençleştiriyorum... Sene 1950... 18 Ekim...
Sabah saat 10:00. Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- ... Dâirede...
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- ... Birisi yazı getirmiş...
İ- Kimdir o?
M- Yardım Memuru.
İ- Ne yazıyor kâğıtta?
M- ... Uşak Şubesi'ne yazılmış bir yazı...
İ- Peki. Saat 12:00... Nerdesiniz?
M- ...Çıkıyoruz dışarı...
İ- Saat 21:00... Nerdesiniz?
M- Gezmeye gidiyoruz.
İ- Nereye gidiyorsunuz?
M- ... Bir pavyona...
iE- Kiminle?
M- .....
İ- Peki. Sene 1945... 5 Ağustos... Sabah saat 10:00... Nerdesiniz?
M- .... Denizdeyim...
İ- Nerede?
M- Florya'da...
İ- Yalnız mısınız?
M- Hayır.
İ- Kiminle?
M- Yengem var..
İ- Peki... Saat 18:00.... Nerdesiniz?
M- Taksim'deyim.
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Çay içiyoruim.
Nerede?
M- Evede.
İ- Kimin evi?
M- Dayımın.
İ- Kimler var?
M- Dayım var, yengem var.
İ- Sene 1940.... 15 Ekim... Sabah saat 11:00... Nerdesiniz?
M- .,.. Bahçedeyim...
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Çiçek koparıyorum.
İ- Çiçek mi koyarıyorsun? Kimin bahçesi?
M- Bizim evin bahçesi?
İ- Peki. Sene 1940... 5 Ocak... Nerdesin?
M- ..... Mektepteyim.
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Sırada oturuyorum.
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Tabiiye dersi...
İ- sevdiğiniz arkadaşlar var mı orada?
M- Kız-erkek karışık...
İ- Tabiiye öğretmeniniz erkek mi?
M- Erkek.
İ- Ne dersi anlatıyor?
M- Tahtada bir şeyler yazıp çiziyor.
İ- Siz ne yapıyorsunuz?
M- Dinliyorum.
İ- Peki. Sene 1935... Ağustos'un 15'i... Sabah saat 10:00.... Nerdesiniz?
M- Bizim köşkteyim.
İ- Sizin köşktesiniz?... Kiminle?
M- Büyükbabam filân... Bütün ev halkı...
İ- Ne yapıyorsunuz? M- Hiç!... Bahçede geziniyorum.
İ- Kaç yaşındasın?
M- ... Bilemiyeceğim şimdi...
İ- Başka kimler var bahçede?
M- Bahçe büyük... Babam var... Bahçe belliyor...
İ- Peki. Bir sene daha gençleşiyorsunuz. Sene 1934...
Ağustos'un 15'i... sabah saat 10:00... Nerdesiniz?
M- .... İzmir'deyim...
İ- İzmir'desiniz. Nerede oturuyorsunuz?
M- Kordon'da.
İ- Ne yapıyorsun?
M- ...Hastayım...
İ- Nedir hastalığın, biliyor musun?
M- ... Dizanteri...
İ- Kaç yaşındasın?
M- .... Herhâlde 7-8 yaşlarında filân...
İ- Sene 1930.... 6 Temmuz... Saat 11:00... Nerdesiniz?
M- ... Gene köşkteyim..
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Salıncak sallanıyorum.
İ- Kiminle?
M- Yalnız.
İ- Sene 1928... 5 Ocak... nerdesiniz?
M- .......
İ- Ne oldu?
M- Tehlike atlatıyorum. Oh!... Aman!...
İ- Ne oldu? Kimse yok mu yanında?
M- Var. Aman!... Zor yetiştiler.
İ- Kim var yanında?
M- Annem, babaannemvar... Balkondan düşüyordum... En üst kattan...
İ- Sene 1926... 1 Ocak... nerdesiniz?
M-.... Bir aylığım...
İ- Sene 1924...
M- ..... Yokum ortalıkta...
İ- Nerdesiniz?
M- Boşluktayım....
İ- Etrâfınız nasıl?
M- Kapkaranlık...
İ- Niçin ızdırap çekiyorsunuz? Söyleyin, yardım edelim. Dua edelim.

Burada duralım... 1960 Celse İdareci'sinin acemilik yılı... Daha yeni başlamış Spiritualizm'e... O yüzden Ekminezi çalışması yaparken bâzen saat vermeyi unutuyor. Bâzen "siz" diyor, bâzen "sen"... Bu hatâyı biz de çok yaptık... Sonra Medyum'u doğum târihine götürmeden daha önceye gidiyor... Verdiği târih bir önceki hayâta mı âit, yoksa Âhıret hayâtına mı, anlamadan "Niçin ızdırap çekiyorsunuz?" diye soruyor... Ve Celse'nin bundan sonrası karışıyor... Bakalım, içinden çıkabilecek miyiz?

İdâreci - Tekrardan Dünyâ'ya geliyorsunuz... Biraz daha
ihtiyarladınız. İki ay... Şimdiki durumunuz?....
Medyum- .....
i- Ne oldu?
M- ....
(gülüyor) ....
İ- Lûtfen söyleyiniz. Plânınız hazır mı?
M- ... Seksenlik bir Kontes... Böyle dik yakalı... Dar bir elbise...
Arkası hafif uzun... Burası bütün düğmeli... daracık bir elbise içindeyim... İ- Ne yapıyorsunuz ve neredesiniz?
M- ... Emir veriyorum...
İ- Kime veriyorsunuz?
M- Saray erkânına... Saraydaki müstahdemime...
İ- Neresi bu saray?
M- Saray Londra'da... londra Sarayı...
İ- Orada nesin?
M- Bir kontes...
İ- 5 ay daha ihtiyarladınız.... Şimdi neredesiniz?
M- ... Torunumun çocuğu oldu... Böyle... Bakın...
İ- Torununuzun ismi ne?
ALEKSANDRA... Bakın, böyle... Ceviz bir karyola... Yaldız, oymalı sütunlar...
gâyet garip bir karyola şekli... ceviz... burmalı... yukarı üstü kapalı...
İ-Peki. Sene 1925... 10 Şubat... Nerdesiniz?
M- ... Pis Dünyâ'ya geldim gene...
Sene 1925... 10 Ocak... nerdesiniz?
M- ... Hazırlık devresindeyim...
İ- Ne zaman geleceksin Dünyâ'ya?
M- 26 Aralık...

Duralım... Medyum 26 Aralık 1925'de doğmuş... 9 ay geriye gidiyoruz.... Nisan1925'e denk geliyor. Nisan'ın 15'i gibi ilkâh olması, yâni döllenmesi gerekir. Öteki Varlık, iddiaya göre Kontes ise, bu târihten önce ölmüş olması lâzım.... İdâreci "1924" demiş ama, bırakın saati, günü; ayını bile vermemiş... Biz Ocak'tan başlıyalım... Sonra ""İki ay yaşlandırdım" diyor, ne olur? 1924 Martı'na geldik... Kontes hayatta... Sonra gene "Beş ay yaşlandırdım" diyor, Ağustos 1924'e geldik, Kontes turp gibi hayatta, torununun çocuğunu seviyor. Torun Odası İmajı güzel... Aksayan ne?... İdâreci "Sene 1925... 10 Şubat... Nerdesiniz? " diye sorunca, Medyum'un "Pis Dünyâ'ya geldim gene" demesinde!.. Gelmedi ki!.. Ana karnında bedene bile bağlanmadı!... Burada bir tek izah tarzı olabilir, Medyum'un 1925 târihini, 1926 diye anlaması... Seksenlik Kontes'in de Ağustos 1924 ile Nisan 1925 arasında ölmüş olması lâzım, o konuda bilgi yok. ... Neyse, devam edelim...

İdâreci- Dünyâ'ya gelmeden evvel anneni, babanı tanıyor muydun?
Medyum- .....
(Gene İdâreci'ye cevap vermez) ... Muazzam bir kuvvet tarafından
deniyor ki, "Gelebilirsin... Git, memnun olacaksın" diyor.
İ- ??? Plânlar yapıldı mıydı?
M- Evet.
İ- Plânınızdan biraz bahseder misiniz?
M- ...Plân hep ızdırap...
İ- Sene 1930... 4 Ocak.... Nerdesiniz?
M- Kardeşlerimle oynuyorum.
İ- Ne oynuyorsunuz?
M- seksek.
İ- Nerdesiniz?
M- Köşkteyiz.
i- Sene 1936...
M- ...
(ağlamaya başlar) .....
İ- Ne oldu?.... Peki. Sene 1940... 8 Haziran... nerdesiniz?
M- ... İstanbul'dayım.
İ- Ne yapılorsunuz?
M- Çarşıya çıktım.
İ- Sene 1950... 5 Ekim... Saat 18:00... Nerdesiniz?
M- ... Dâireden çıkmak üzere hazırlanıyorum.
İ- Saat 21:00.... Nerdesiniz?
M- ... Baloya gidiyorum.
İ- Nerede bu balo?
M- Ankara Palas'ta...
İ- Kiminle?... Kalabalık mı?... Yanında sevdiğin arkadaşın var mı?
M- Var..
İ- Hanımlardan kimler var?
M- kimse yok.
İ- Peki. Sene 1958... 31 Aralık... Saat 21:00... Nerdesiniz?
M- ... Yürüyüş yapıyorum.
İ- Nerede?
M- Bulvar'da.
İ- Saat 22:00...
M- ... Bir yere girdik... Bir şey yiyoruz. Çok muzdaribim gene...
İ- Başınızda ağrı var mı?
M- Hayır...
İ- Rahat uyuyorsunuz...

İdâreci'nin ikide bir "Başınız ağrıyor mu?" diye sormasının sebebi, hayâtı gerçekten sıkıntılarla geçmiş ve sık sık baş ağrısı çeken Medyum'un "Çok muzdaribim" sözünün 1958'e mi, yoksa Celse ânına mı âit olduğunu tesbit etmek içindir... Medyum, aynı zamanda Doktor'un hastasıdır.

İdâreci- Evet... 1958... 31 Aralık... Saat 22:00... Nerdesiniz?
M- ... Evimdeyim...
İ- Saat 23:00...
M- ... İnsanlara lânet ediyorum...
İ- Nerdesiniz?
M- ... ve o hırsla yatağa giriyorum...
İ- Peki. Sene 1959... 31 Aralık... Saat 22:00... Nerdesiniz?
M- ... En mesut yılbaşılarımdan bir tânesi...
İ- Çok mu eğleniyorsunuz?
M- Çok eğleniyorum...
İ- Kimler var etrâfınızda?
M- Çok sevdiğim insanlarım...
İ- Peki. Sene 1960....13 Ekim... Saat 21:00... Nerdesiniz
M- Suallerinize cevap veriyorum.
İ- Peki. sene 1959... 27 Şubat... Saat 5'e çeyrek var... nerdesiniz?
M- ... Söylemiyeceğim...
İ- Niçin?.... saat 5:00....
M- Hayır.
İ- Saat 6:00...
M- Hayır. O güne âit hiç bir şey söylemiyeceğim.

Dedik ya, Medyum aynı zamanda hasta... Bir takım sıkıntıları var. Çok ızdırap çekiyor. Doktor da sebebini öğrenmek için onu geriye götürüyor... Bunu Psikiyatristler de yapıyor. Ama onlar koltukta uzanan hastaya ancak hatırladıklarını söyletebilirler. Hipnozla, uyanıkken hatırlamadığınız olayları da hatırlayıp anlatabilirsiniz. Tabii bu herkes için geçerli değil... Doktor hastayı rahatsız eden olayların geçtiği günü tesbit etmiş, fakat onları hipnoz altında, Telkin altında bile hastaya anlattıramıyor... Bu hasta, iyileşmek istemiyor belki de... Gördüğünüz gibi Uyuyan bir kimseye her istediğiniz yaptırmak mümkün değil... Karakterine uygunsa ve isterse yapar!

*****

Bu da sıradan bir Ekminezi çalışması... Ama gene de enteresan...

Medyum: Gülistan
Tarih : 1968
Usûl:: Hipnoz
Özelliği : Ekminezi
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Sizi bir yıl gençleştiriyorum... Sene 1967... 7 Mayıs... Saat 10:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- ... Pazar günü...
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Ders çalışıyorum. Arkadaşımdayım.
İ- Hangi arkadaşındasın?
M- Mülkiye'den... Komşu... Ders çalışıyoruz.
İ- İsmi nedir?
M- Tülühan.
İ- Peki. Sene 1965... 9 Ağustos... Sabah saat 10:00...
M- .... İstanbul'dayım...
İ- Neresinde?
M- Bostancı.
İ- Sene 1960... 27 Mayıs... Sabah saat 5:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- O günü çok iyi hatırlıyorum... Sabahleyin... O sene orta okulu
bitiriyorduk... Kitaplar bitmiş, hoca tekrar yapıyordu.
İ- Sabah saat 5:00... Ne yapıyorsun?
M- Erken kalktım. Ders çalışacaktım. Çok zor kalktım. Yenimahalle'de
oturuyoruz. Orta üçteyim... Târih çalışacaktım. Sonra sabahleyin radyoda
ilk haberleri öğrendim. Okula gitmedim.

Burada duralım... İki nokta var tesbit etmemiz gereken... Birincisi 1967 yılı 7 Mayıs günü gerçekten Pazar mı?... Pazar'mış... Bu medyum'un uyuduğuna ve Ekminezi'nin gerçek olduğuna bir delil... İkincisi, 28 Mayıs 1960 günü "Okula gitmedim" diyor. benim bildiğim ihtilâller tâtil günlerine denk getirilir. Ben de 27 Mayıs'ı hatırlıyorum, ben de orta okulda idim ama, hangi gün olduğunu şimdi çıkaramam. Bir bakalım... 27 Mayıs 1960 Cuma günü imiş!.. Kız gene haklı çıktı. O gün okul vardı, ama kimse gidemedi. Bu da Medyum'un lehine bir puan...

İdâreci- Peki... Sene 1955... 30 Kasım... Saat 17:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ... İstanbul'dayım.
İ- Ne yapıyorsun?
M- ... Hoşdere'deyim... Hoşdere'de... İlkokul ikideyim...
İ- Kaç yaşındasın?
M- Yedi buçuk.
İ- Peki... Sene 1950... 25 Ekim ... Saat 19:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ......... İstanbul'dayım.
İ- Ne yapıyorsun?
M- ......?.....
(kayıttan anlaşılmıyor) ....
İ- Kim var yanında?
M- Babaannem...
İ- Ne yapıyorlar? Sen ne yapıyorsun?
M- Oturuyorum.
İ- Sırtında hangi elbisen var?
M- Hırka var.
İ- Ne renk?
M- Kırmızı... Sevdiğim çoraplar vardı.
İ- Ne renk?
M- renkler... Yuvarlık çizgili... Annem getirmişti.
İ- Sene 1949... 8 Nisan... Sabah saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Konya'dayım...
İ- Neredesin?
M- Uyuyorum...
İ- Kaç yaşındasın?
M- Yaşımda değilim.
İ- Ne kadarlıksın?
M- İki aylık.
İ- Sene 1948........?.....
(kayıttan anlaşılmıyor) ....
M- Doğdum.
İ- Peki... Sene 1947... 1 Ocak... sabah saat 4:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Karanlık bir şey...
İ- Ne yapıyorsun?
M- Hiç bir şey yapmıyorum.
İ- Saat 4:30...
M- ... Hareket ediyorum..
İ- 4:45...
M- ... Dışardayım...
İ- Dünyâ'ya mı geldin?
M- Evet...
İ- Şimdi sene 1946... 7 Mart ... saat 23:00... Nerdesin?
M- ... Hiç bir yerde... Bilmiyorum...
İ-
(İlkah ânını yakalamaya çalışıyor) Sene 1946... 15 Mart... Saat 22:00... Nerdesin?
M- ..... ORTA YAŞLARDA GÖRÜNÜYORUM...
(Evvelki hayâtı)
İ- ??? Devam et. Anlat.
M- ... Ankara'dayım...
İ- Adın ne?
M- ... Perizat...
İ- Kaç yaşındasın?
M- 35...

Celse İdârecisi, Medyum'un ilkah ânını, yâni bedene bağlanışını yakalamaya çalışırken, Medyum'un bir evvelki hayâtına denk geldi... Bu nasıl oldu?.. 1 Ocak 1947'de doğmuş Medyum... 9 ay geriye gidiyoruz, Mart 1946... Ama sonu... 10 gün daha geriye... 21 Mart... Tabii 9 ay 10 günü tamamlamışsa... Daha da erken doğmuş olabilir...

Celse İdârecisi 7 Mart'ı tarıyor, Medyum hiç bir şey görmüyor... Niye, bilinmez. belki de saklamak istediği bir şey vardır... Çünkü 15 Mart'ta kendini orta yaşlı bir kadın olarak gördüğüne göre, 7 Mart'ta da hayatta, adı da Perizat... Eğer bu kısım doğruysa, Perizat'ın 21 Mart'tan önce ölmesi lâzım... Ne var ki, İdâreci bunu araştıracağına başka şeylerle meşgûl oluyor... ve enteresan bir teferruat yakalıyor.

İdâreci- Nerde oturuyorsun?
Medyum- ....
(güler) ...
İ- Neden?... Neredesin?
M- Yatıyorum.
İ- Yanında kim var? Kocan mı/
M- ... Kocam değil...
İ- Tanıyor musun yanındakini?
M- Tanıyorum... Tanıyorum...
İ- Nerede oturuyorsun?
M- tepede.
İ- Ankara'nın neresinde?
M- ... Bilmiyorum...
İ- Hacettepe var, Maltepe var...
M- Maltepe...
İ- Hangi sokak?
M- .... Toprak bir yol... boş arâziler var...
İ- Peki, kaç numaraydı? Hangi sokaktaydı?
M- .... 24...
İ- Apartman mı?
M- Cıhk!..
İ- Ev???
M- Bahçeli...
İ- Sokağını söyliyebilir misin?
M- ... Unuttum...
İ- Ne iş yapıyordun?
M- ... Âilem çok zengin...
İ- Yalnız mı yaşıyorsun?
M- Yalnız yaşıyorum... Yanımda yaşlı bir kadın var.. Emektar...
İ- Onu uyuttun?
M- Uyutmadım...... ?.....
(anlaşılmıyor) ....
İ- Babanın adı ne?
M- ... Babam ... Ben babamı hiç görmedim...
İ- Araban var mı?
M- Cıhk...
İ- Peki... Sene 1946... 19 Mart... Sabah saat 10:00... Nerdesin?
M- .... Üzülüyorum...
İ- Neden?
M- Yakınım kaybolmuş!
İ- Kim?
M- Çok sevdiğim bir insan.
İ- Eİrkek mi?
M- Erkek.
İ- Peki. Sene 1946... 8 Mart... Sabah saat 11:00... Nerdesin?
M- ... Evdeyim... Yeni kalkmışım...
İ- Sene 1946... 7 Mart... Saat 23:00... Nerdesin?
M- ... Uyuyorum... Bir şey bilmiyorum...
İ- Saat 20:00...
M- ... Bilmiyorum...
İ- Saat 16:00...
M- Niye bu 7 Mart'ı soruyorsunuz?
İ- Niçin söylemek istemiyorsunuz? Lûtfen.
M- Ben o gün hiç dışarı çıkmadım.
Peki... 6 Mart... Saat 17:00.... Nerdesiniz?
M- ... Hasta...
İ- Neyiniz var?
M- .... Hastayım...
İ- Hastalığınız ne?
M- ... Halsizlik...
İ- Saat 23:00...
M- Gece... rüzgâr çok fenâ!..
İ- Sen hasta mısın gene/
M- Ben hep hastayım... çocuk kaybediyorum.
İ- Sene 1946... 20 Mart... Saat 20:00... nerdesin?
M- ... Çocuğumlayım... geldi... Çocuğum geldi!..
İ- kocan nerede?
M- Kocam yok...
İ- Kaç yaşında çocuğun?
M- Büyük oğlum ... Görmeye geldi.
İ- Sene 1946... 30 Mart... Saat 21... Nerdesin?
M- Söylemedim mi?
İ- Söylemedin. 30 Mart'ı soruyorum.
M- Çok hastayım...
İ- Neyin var?
M- Çok genç yaşta... Çok genç yaşta gidiyorum...
İ- Saat 22:00... Vaziyet iyi mi?
M- Cıhk...
İ- Sene 1946... 31 Mart... Sabah saat 8:00... Nerdesin?
M- ... Yokum...
31 Mart... Saat 22:00... Nerdesin?
M- ........?....
(anlaşılmıyor) ....
İ- 3 Nisan... Saat 23:00... Nerdesin?
M- .... Çok ufak...
İ- Nerdesin?
M- ... Karanlık bir yerdeyim...
İ- Daha oraya gelmedin.
M- Bir aylığım...
İ- Olmaz!... 1 Nisan... saat 9:00...
M- ... Düyâ'dayım... Bilmiyorum...
İ- 3 Nisan...
M- .... Burdayım... Bilmiyorum...

Celse burada kesilmiş... Ve son kısım iyice karışmış... Şimdi ilk akla gelen Medyum'un uydurduğu ve sonunda karıştırdığı... Olabilir... Ama bizce olay öyle değil... Medyum bir evvelki hayâtında öldükten hemen sonra bedene bağlanmış... Onun için o hayâtın son dönemi ile, bu hayâtının ilk dönemini karıştırıyor... Buna biraz da İdâreci'nin düzensiz, hesapsız soruları sebep oluyor... Bizim anladığımız Perizat bir çocuk düşürüyor... Bunun için halsiz ve hasta... 31 Mart'ta vefat ediyor. 1 Nisan'da yeni bedenine bağlanıyor... Bunu da "Dünyâ'dayım" diyerek ifâde ediyor...

Şimdi diyeceksiniz ki, "Hiç Âhıret Âlemi'nde kalmadı mı?.. Hiç cezâ görmedi mi?.. Eski hayâtının hesâbını vermedi mi?"... Hepsi olmuştur ama, bizim anladığımız zaman birimiyle değil... Orada bir gün bâzen bir asır gibidir... Yine de inanmıyabilirsiniz.

*****

Bu sefer sâdece Celse'nin İmaj kısmını vereceğiz... Kendini Ulubatlı Hasan diye tanıtan Varlık, Medyum'a bir İmaj gösteriyor... Daha doğrusu, canlandırıyor... Ama önce bir talebi var... Peşînen söyleyelim, bir başka sayfada da Celse'sini verdiğimiz bu Varlığın Ulubatlı Hasan olduğundan kuşkuluyuz. Ama tam bilemeyiz ki...

Varlık: Ulubatlı Hasan
Medyum: Güney
Tarih : 1961
Usûl:: Hipnoz
Özelliği : İmaj
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

Medyum- .... Çok Aydınlık.... Gözlerimizin içi yanıyor gibi... Bir Masa... Tanıdıklar
geliyor... Daha evvelce de konuşmuştuk... Ulubatlı Hasan...
İdâreci- Kahramanlığı ile övünüyoruz.
M- Yapamadık ki zâten
(isteğini) ...
V- Doktor Bey iki şeyi yanlış anlattınız... Kabir değil, Âbide...
"3" yerine "2" yazılacakmış. Bir de etrâfındaki zincirler kopmuş, "yapılsın" dedi.
İ- Târih olarak mı?
V- Birinci târihin son rakamı...

Hemen durup anlatalım. Kendini Ulubatlı Hasan diye tanıtan Varlık, bundan önce geldiğinde kendisi için yapılmış olan "âbidenin üzerindeki doğum-ölüm târihlerinin yanlış yazıldığı"nı söyleyip düzeltilmesini istedi. Gerçekten de âbide terkedilmiş, kötü durumda imiş. Sonradan düzeltmişler. Ama rakamları göremediğimiz için bir şey diyemiyoruz. Medyum uğraşmış, fakat bir şey yapamamış. Belki gidememiş bile...

Varlığın aynı talebi iki kere tekrarlaması, Ulubatlı Hasan oma ihtimâlini artırıyor ama, yeterli değil. Aşağıdaki İmaj dahi yeterli değil... Ama gerçekten canlı ve güzel bir İmaj...

Medyum- Ben anlatayım, siz kesmeyin.

1453 Salı günü... Berâberce gidelim... İki kişi vardı... İsimleri Yogo Dimitri... Antolezi
Ntopalir... Kendisini öldürenler... Ben size anlatamam ki... Çok muazzam şeyler
görüyorum... Tuhaf tuhaf âletler... Üstüne koyduğu şeyler büyük duvarlar aşıyor...
Bir tarafta büyük bir vazo var... Ağzı var, dibi ikapalı... Çok uzun... oymalı... Geniş
ağızlı...
İdâreci- Top mu?
M- ... Asker... Yeniçeri gibi... bıyıklı... uzun boylu... Ellerinde pala var... İçine bir şey
koyuyorlar..., Tekrar lüle gibi bir şey koydular... elinde bir ateş... üstünden fitilleniyor...
Beni yanına kadar götürdü... Minicik bir deliği var... O fitil o delikten içeri giriyor...
Muazzam bir şey!... sesini duymadım, ayrıldım...

... Bir sürü adamlar koşuyor... İşte bunların içindeyim... Elinde bir bayrak var... Duvarların
dibine gitti... Duvar patladı, delik açıldı... İçeri koşuyorlar... Girdiler buradan içeri...
Önünde kendilerini görüyoruz, arkasında diğerlerini görüyoruz... Asker veya yeniçeri...
Bayrağı dikiyor... Fakat Dimitri bir okla vurdu... Hâlâ ölmemiş gibi bayrak elinde...
Ötekiler gördü... Arkadan gelen er... iki kafa... Hiç kan görmüyorum... Yorgi'yi
öldürdüler... Çok korkunç şeyler!...

.... Beyaz bir atlı görüyorum... Bir sürü gruplar toplanmış... Sanki onun iki tarafına
toplanmışlar... Beyaz atın üzerindekini göremiyorum, çok uzakta... Çiçekler atıyorlar...
Beyaz atlı ilerliyor... Üstünde bir adam var... Haşmetli!.. Sanki açılan bir delikten değil,
başka bir yerden giriyor... Arkasından bir sürü atlı...
(Varlık) târif ediyor...
Üstü siyah kadife pelerin... Atının kuyruğu pelerinin içinde... Dizginler ve özengiler çok
parlıyor... RESMİNİ GÖRDÜĞÜM ADAM GİBİ.... İki gözü biraz içeriye geçik... Hafif
sakalları çıkmış... Âdeta elmacık kemiklerinin üstünde sakal var... Karga gibi bir burun...
Çok haşmetli bir adam... Ben korkuyorum... RESMİNİ GÖRDÜM...

FÂTİH içeri girdi... Bir kız atıldı, anlatamam!.. Yalnız arkadaki iki adam teslim aldılar gibi...
Bir yere götürdüler... Büyük bir yerden içeri girdik, bu atlıdan evvel... Bir salon... ..?...
(anlaşılmıyor) ... Üç basamaklı... dört basamak ve düzlük... Arkası kafesli gibi
bir yer... Ortada da bir taht var... Sandalye gibi bir şey... Beyaz atın üstündeki geldi...
Bir adam elinde sedef bir şey tutuyor... Sağ tarafı da yüksek... Yanında iki kişi daha
durdu...

Hasan konuşuyor... "Gördüğün Fâtih... Yanındaki vezirleri..." Bana, "Bu hayâtı görmek
istemişsin," diyor... Buradaki hayâtı... Gördüğün sahneyi... Peki...

(Şimdi) Odada yalnız Fâtih... Elinde bir şey tutan herif kaldı... Atına atlayan kız geldi...
Yeşille sarı arasında, kahverengi elbiseli... ayakları çıplak... Diz çöktü... İçerden bir
adam çağırdılar... Kız da onunla berâber gitti... Biz de tâkip ediyoruz...

... Orayı bıraktık... Büyük, havuz gibi bir şey var... Etrâfında bir çok kızlar... Pâdişah
Haremi imiş... Kapı dağa karşı... Gene içerisi kalabalık... Bir sürü kızlar var... Sadrazam
Haremi... O bana soruyor... "Yoruldun?"... Bir yere gittik... Haremin içinde "makat" adı
ile büyük bir sedir gibi bir şey var... Fâtih oturmuş... Gerisinden birisi el salladı... Benim
Hâmim... Bir şey sesleniyor...

... Haftaya bugün saat 8'de daha rahat konuşabilirmiş...

İmaj bu kadar... Kendini Ulubatlı Hasan diye tanıtan Varlık, Medyum'a Konstantaniye Kuşatması'nı göstermiş... O zaman adı İstanbul değildi... Sonra Ulubatlı Hasan'ın burca bayrak dikmesini görüyor.

İki ad veriyor ama ikincisinin Rumca olduğu bile kuşkulu... Halbuki, daha önce de yazdık, "Eski surun sonundan bir evvelki burcunda, Edirne Kapı'nın sağında, onüç küffarla, Çesar'ın leşkerini Dâr-ı Cehennem'e gönderdikten sonra, yâ-mâsum okuyla şehit oldu" diye cevap verilmiş, arkadan atılan oklarla ve yanlışlıkla vurulduğu söylenmişti. Doğrusunu elbet ALLAH bilir.

Medyum, Fâtih'in fetihten sonra şehre girişini de anlatıyor... Ama, "Resmini gördüm" diyor, Hem Fâtih'in kendisinin, hem de şehre girişinin resmini görmüş... Acaba Varlık onun zihninden alıp mı, gene ona veriyor İmaj olarak?.. Osmanlı'nın bir âdeti vardı; muhasara ettiği kalelere, şehirlere önce teslim olmasını teklif ederdi. İçerdekiler kabul ederlerse; kendilerine, can, mal ve ırzlarına bir zarar gelmeden çıkıp gitmelerine veya şehirde cizye ödme şartıyla kalmalarına izin verilirdi. Teslim olmazlar ve kale kolayca zaptedilirse; idarenin malı-mülkü, parası ve belki de zenginlerinki alınır, direnenler esir edilir, halka gene dokunulmazdı. Ganimetin beşte biri Saray'a gönderilir, kalanı gazilere dağıtılırdı. Kale veya şehir uzun süre direnirse, askerin şevkini artırmak için "üç gün yağma" izni verilirdi. Bu izinle şehir fethedilirse; üç gün asker dilediği malı, eşyayı, kadını, kızı, erkeği, çocuğu esir alır, köle ve câriye yapabilirdi. İstanbul direndiği için üç gün yağma edilmiş, ondan sonra düzen kurulmuştur. İmaj'da Fâtih'in atına atlayan kız da, sevgisinden olabilir ama, belki de askerden korunmak için öyle davranmıştı. Sonra nereye götürüldüğü belli değil ama, harem olabilir... Elinde sedef bir şey tutan adamı ben de anlamadım...

Medyum'un gördüğü Harem İmajı abartılı... Fâtih döneminde ne onun haremi, ne de Sadrazam'ın haremi öyle dolu değildi. Bildiğimiz kadarıyla... Ortada Medyum'un "havuz gibi bir şey" dediği havuz falan değil, odanın orta yeri... Topkapı Sarayı'nda, ki daha yapılmamıştı bile, gezerken bahçede gördüğünüz binâlar büyük yuvarlak odalar gibidir. Kadınlar orada otururdu. Sedirler vardı, ortası boştu. Şu anda bizim kapıcı dâirelerinden bile daha sâde idiler... MAKAT, "kıç, anus" anlamına geldiği gibi, "Minderli alçak sedir" demektir, tam da benim anlattığıma denk düşer. Medyum'un o kelimeyi bu anlamıyla bildiğini zannetmiyorum.

*****

Medyum Güney'den bir İmaj Celsesi daha... Bu sefer Varlık kendi hayatının safhalarını gösteriyor Medyum'a...

Varlık: Hâfız Sinan
Medyum: Güney
Tarih : 20 Şubat 1961
Usûl:: Hipnoz
Özelliği : İmaj
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

Medyum- .... Sene 1800... Bir kapı... Sanki berâber girdik... Bir eve giriyoruz... Birisi
kapıyı açtı... Bir kadın... İçeri girdi... Bir yatak görüyorum... İçinde bir hasta var...
Bir kadın... Sinan Amca yanımda... Annesi imiş... Doğumunu gösteriyor...

... Karşımda bir çocuk var... kafasında feb gibi bir şey... Siyah çizgili, şalvar gibi
bir şey giymiş... Koltuğunun altında da bir şeyler var... Mektebe gidiyormuş...

Sınıf gibi bir yere girdiler...

... Biraz daha büyükçe bir insan karşımda... Daha büyük, uzun boylu, geniş omuzlu...
sarı gibi saçları... kepinden gözükmüyor... Gene mektep gibi bir yere girdik... Ak
sakallı biri kitap açmış, okuyor... Onlar da tekrar ediyorlar... Seslerini duyamıyorum...
Uğultu geliyor...

.... 1835... Aynı şahıs... Saçları biraz aklaşmış gibi... kepinin kenarından görünüyor...
Yanında bir çocuk var... Elinden tutmuş, bir yere gidiyor... Oğlu Ömer...

.... Bir yatak görüyorum... İçinde kendi yatıyor... Etrâfında (bir) delikanlı dolaşıyor...
Bir târih gözüme çarptı... 1361... Bu hastalğı atlatmış... İki sene daha yaşamış... SİNAN...
Sinan... Gene yatak içinde... Öksürüyor... Gözleri kapandı!...

Dünyâ'daki hâli bu imiş...

.... Osmaneli'li bir köy... OSMANELİ'ne bağlı... İlk doğduğu yer orası imiş... HÂFIZ imiş...
Varlık- Siz gençler, belki bilmezsiniz. İzah edeyim.

M- ... Gene geriye döndük... Genç iken gittiği yere götürdü... Birinin söylediğini,
diğerlerinin tekrar ettiği
(yere) İşâret ediyor karşısındaki hoca...
Önündeki kitap KUR'AN.... bir sandalye üstünde gibi kitap... İsmini de söylüyor, "rahle
işte" diyor... Biz burda bunu tekrar edip, anladıktan sonra ancak hâfız olabilirdik.
eğer hoca beğenmezse, tekrar baştan başlarmış... Hocasının ismi Ömer imiş... HÂFIZ
ÖMER... Çok nûrânî yüzlü birisi...

V- Ben sâdece bunları size CANLANDIRDIM... Aslında göremezsin...
M-Çünkü ben kendim arzu ettim... "Hoca ile konuşayım" dedim. Çok nûnânî yüzlü idi...
V- Benimle konuştuğun gibi konuşamazsın...
M- ... Hocası vazifeli imiş... Ben sâdece GÖZLERİMDE CANLANDIRDIM...

Evet... Varlık ta, Medyum da söylüyor... Bunlar Medyum'un gözü önünde canlandırılıyor... Canlı imiş gibi gösteriliyor ki, bi buna İMAJ diyoruz...

Varlığın dediğine göre Osmaneli'ne bağlı bir köyde doğmuş. Varlık önce doğum ânını gösteriyor. Anası herhâlde yer yatağında yatıyordu, çünkü o zaman karyola diye bir şey bilinmiyordu.

Geçmişi M.Ö. 1000 yılından kalma Trak mezarı kalıntısı kadar uzanan Osmaneli, 1308 yılında Osmanlı topraklarına katılmış bir Anadolu ilçesidir... Varlık ondan mahalle mektebine gidişini gösteriyor. Sonra Hâfız Mektebi veya Medrese tahsilini... 1835 de koca adam, evlenmiş bir de oğlu olmuş. Oğluna hocasının adını vermiş.... Sonra ilk önemli hastalığını, ve ölümünü...

Yalnız Hicrî 1361 târihi yanlış, çünkü Milâdî 1942 demektir... Milâdî 1861 olmalı... Medyum "rahle" kelimesini bilmiyor... O tarihlerde mekteplerde de yerde oturulur, kitap rahle üzerine konur, öyle okunurdu... Yalnız KUR'AN'ı "anladıktan" sonra hâfız olunmaz, EZBERLEDİKTEN SONRA hâfız olunur. HIFZETMEK , "aklında tutmak, bellemek, ezberlemek, saklamak" demektir. KUR'AN'I ANLAMAK bizce her hâfız her imam, hatta HER MÜSLÜMAN İÇİN ŞARTTIR, Arapça bilmese de!..

*****

Yine bir Ekminezi çalışması... ve geçmiş hayatlar...

Medyum: Rüksan
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih : 21 Şubat 1967
Usûl:: Hipnoz
Özelliği : Ekminezi, geçmiş hayatlar
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Şimdi sizi bir yıl gençleştiriyorum... Sene 1966... 3 Ekim ... Saat 17:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorunuz?
Medyum- ... Atabey'den geldik...
İ- Neden?
M- Beni muayene etti. Çok asâbım bozuldu. "Ben kötü kadın mı oldum?" diye
üzüldüm.
İ- Bunları düşünme.
M- Bütün lıırsımı ondan aldım... Onu dövdüm. Adamı toplamakla meşgûller
şu anda...
İ- Peki, geç bunları... Seni bir sene daha gençleştiriyorum. Sene 1965...
4 Ocak... Saat 20:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Gene evdeyim... Annemle tavla oynuyoruz.
İ- Vaziyet nasıl?
M- Yendim, yendim... Bir mars ettik, onu da saymıyor... Ben yaptım, sen
yapmadın... Üzüldüm. Kapadım tavlayı. Ondan sonra kalktım. "Gel" dedi,
"nâmusluca 5 lirasına oynıyalım" dedi.
İ- Sonra???
M- Gene yendim. Hem 5 liraydı. Nakit saydı elime...
İ- Peki... Sene 1965... 7 Ağustos... Saat sabah 9:00... Nerdesin ve
ne yapıyorsun?
M- ... Gezmeye gidiyorum.. Ekmek alınacak... Annem para verdi. Gidiyorum
eczâneye... Bir de ağbimden azar işittik... O eşşoğlu herif!.. Ne var sanki?..
Ekmek almaya gidiyormuşuz. Evde kadın varmış. O niye gitmiyormuş?..
İkide birde kendimi sokağa atmaya bayılıyormuşum... Tövbe tövbe
estağfirullah!.. Orospu mu olacağız be bu sokağa çıkmakla?.. Görüyorsun
sen... Şu hâle bak!..
İ- Aldırma sen. Üzülme.
M- Yok yok!.. Üzülmedim. Güldüm, geçtim gittim...
İ- Sene 11964... 20 Haziran...
M- Ağbimin doğum günü...
İ- Öyle mi_... Ne var? Kim var evde?
M- Evde mi?... Vallahi bana sitem etti, geçti karşıma. "Ben senin doğum
gününde böyle mi yapıyorum?" ... Ben ama çikolata almıştım. Kocaman
çikolata aldım. En az 10 liraya... Sitem etti, geçti karşıma... Güldü falan...
Beni çok sever.
İ- Muhakkak... Sene 1960... 9 Haziran... Saat 17:00.... Nerdesin ve
ne yapıyorsun?
M- ... Evdeyiz...
i- Ne yapıyorsun evde?
M- Biz mi?... Bak şimdi... Yeni evimize yeni taşındık... çok yeni... Arka odaya
gitmekten korkuyorum... Ondan sonra mutfağa kadar geldim. Bir gümbürtü
koptu!... Meğersem raftan bir çanak düşmüş. Bir fırladım. Bir korktum! Bir
kaçtım içeri, "Geliyorlar, anne!" diye... "Kızım, yok kimse. Bak dışarı!"...
"Yok" diyorum ısrarla, "var"... Ondan sonra zorla annem elimden tuttu.
içerdeki odaya gittik. "Bak, ne görüyorsun burda? Ne görüyorsun? Ne var?"
dedi. "Ben de yanındayım" dedi. Kulağımı şu kadar çekti giderken içeri,
ama şu kadar. Ben de bir şey demedim. Ağlamadım..
İ- Boşver... Sene 1955... 20 Nisan... Saat 18:00... Nerdesin, ne yapıyorsun?
M- ... Bilecik'teyiz... Yeni geldik Bilecik'e... Ordayız... Eczânenin karşısında
evimiz var... Pencerenin önüne oturdum. Ufacık bir şeyim.. 5 yaşında...
Ondan sonra Münevver teyzem de bizde...
İ- Ablan orda mı?
M- Hayır, yok... Ne sineması vardı bizim orda?...Kıçına bir tekme vurdular,
top gibi uçtu havada... Bu gece hep Ezo Gelin çalar... Ezo Gelin, Ezo Gelin...
İ- Sene 1950... 11 Mayıs... Saat 4:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Ben karanlıklardayım... Annem çok ağrı çekiyor... Çok sıkıntıda annem...
İ- Sen ne yapıyorsun?
M- Çok sıkıntıda annem!.. Ben mi ne yapıyorum?... Çıkacağım yolculuğa
hazırlanıyorum... Ne yapayım?... Annem çok ağrı çekiyor...Babam, ağbim
hemen giyindi gitti... Çok fena annem!.. Ağrı çekiyor... Sıkılıyorum ben de
zâten... Çok karanlık... bağrım sıkılıyor benim... Çok fenâyım!...

ALLAH kahretsin!... Biri tepemden çekiyor... Kafam kopacak... Ay!... Pek
sıkıntıdayım... Ay!... Annem... Annem nasıl bağırıyor, bir bilsen!... Onun
sesini duyuyorum... Ben ağlıyorum... Benim sesimi duyuyor, o ağlıyor...
İstemiyordu zâten beni... İstemiyordu... Masaya yattı... Ona kâbus
gösterdiler, tekrar kalktı anam...
İ- Saat 4:20...
M-... İşte çıkıyorum...
İ- 4:30...
M- Ay!... Kurtuldum!:.. Kurtuldum!... Çıktım...
İ- Nereye?
M- Ay!... Çok rahatım... Baş aşağı tutuyorlar... Baş aşağı tutuyorlar...
Fenâlık geliyor içime... Off!... Babama haber verildi... Haber verildi
babama... O da seviniyor. Kız evlâdı ona uğur getiriyormuş. Bunu, benden
büyük bir ablam var, onda denemiş.
İ- Sigara içiyordur şimdi.
M- Çok fenâyım... Çok sıkıldım...
İ- Peki.
L- Annem bu gece marul yediydi. Ona ben demiştim ki, anneme... Ağrı
çekiyordu. "İçimden geldi" dedi o... Dedim... Ben dedim... "Marul ye,
ondan sonra iyi doğum yaparsın" dedim...

Annem çok üzgün bu gece... "ALLAH'ım, ben nasıl bakacağım herkesin
yüzüne?.. Nasıl bakacağım?"
(diyor) ...
İ- Peki.
M- "Benim kızım doğurdu. Herkes bana ne diyecek? Annesiyle yarış mı
edecek?.. Kızım doğurdu.... Onun var çocuğu"... Yüzümü görmek istemid.

Burada durup iki hususu açıklıyalım... Birincisi, İdâreci "Sene 1950... 11 Mayıs... Saat 4:00" deyince, Medyum saet 4'ten başlayıp 4:30, belki de daha ilerisini anlatıyor. İdareci sonra "4:20... 4:30" deyince, geri dönüp olayları tekrarlıyor...

İkincisi, bu âilede ender görünen bir durum var... Büyükanne de hâmile, kızı da hâmile... Kızı daha önce doğum yapıyor. Böylece bebeğin bir kaç ay sonra doğan teyzesi, kendinden küçük oluyor!.. Bayramda birbirlerine takılırlardı, "Öp bakim elimi, ben senden büyüğüm" diye... Onun için Büyükanne dediğimiz Medyum'un annesi üzülüyor, "herkesin
yüzüne nasıl bakacağım?"
diye... Kızıyla birlikte doğum yaptı çünkü...

İdâreci- Şimdi seni 10 sene gençleştiriyorum... Sene 1940... 5 Haziran... Saat 10:00
Medyum- ..... Görmüyorum... Çok Karanlıklar'dayım...
İ- Ne yapıyorsun orada?
M- ... Bak, bir tek ışık geliyor karşıdan... Bir tek ışık... yalnızım Karanlığın
içinde... Yalnızım... Çok , çok Karanlık... Sıkıldım... Niye bu kadar
Karanlık'tayım?... Çok fenâyım... Üşüdüm... Çok üşüdüm... hava soğuk...
İ- Sene 1930... 15 Nisan... Saat 10:00... Nerdesin, ne yapıyorsun?
M- .... Görmedim... Gene Karanlık'tayım... Kurtar, ne olur? Sıkıldım...

(Muhtemelen Âhıret Âlemi'nde, ızdırap çekiyor)
İ- Sene 1920... 15 Kasım... Saat 10:00... Nerdesin, ne yapıyorsun?
M- ..... Tahiti'deyim...
(Bir önceki hayâtı)
İ- Ne yapıyorsun?
M- ... İki yaşındayım ben...
İ- Adın ne?
m- ... POMEO...
İ- Peki, annenin adı ne?
M- ... Hatırlıyamadım...
İ- Baban var mı?
M- .Var... Hem de itin biri...
İ- Ne yapıyor?
M- Annem çalışıyor. Babam bütün gün evde... Anneannem var... Hırıstıyan
bir âilenin kızıyım... Kırmızı elbiselerim var... Babamın tek gâyesi beni alıp
gezdirmek... Annem ise tek başına çalışıyor... Anneannem çok sinirlendi...
Nasılım, biliyor musun?... Nasılım?... SAĞ KOLUM YOK... SAKATIM... SAKAT
DOĞMUŞUM... Babam hep geçer gülerdi karşıma...
İ- Peki, annen ne iş yapıyor?
M- Annem boynunda bir ip ve tahta.. üstünde niyet çektiriyor..

Buna inanıp inanmakta serbestsiniz. Çünkü ispatlıyacak bir delil yok elimizde. Yalnız Medyum'un kendini sakat doğmuş bir kız olarak görmesi enteresan ve olay lehine bir puan... Kimse böyle hikâye uydurmaz. Uydursaydı, kendini prenses, kraliçe, artist falan yapardı. Üstelik o sakat kolun bir de bağlantısı var....

İdâreci- Sene 1910... 5 Kasım... Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun/
Medyum- .... Karanlık'tayım.
(Gene Âhıret Âlemi'nde)
İ- Sene 1900... 8 Mayıs... Saat 10:00....
M- ..... Gene görmüyorum...
İ- Sene 1850... 9 Mart... Sabah saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ..... Görmüyorum.... Çok sıkıntıdayım... Çok sıkılıyorum...
İ- Nerde sıkılıyorsun? Bize anlatır mısın bulunduğun yeri?
M- ... Bir mağara gibi bir yerdeyim...
İ- Ne yapıyorsun orada?
M- Ben mi?... Hiç!.. Dolaşıyorum... Görmüyorum ama... Ruh olarak... HİÇ BİR
ŞEY SORMAYIN!*...
İ- Peki... Sene 1800 ... 7 Nisan... saat 10:00, sabah... Nerdesin, ne yapıyorsun?
M- .... Görmüyorum...
İ- Sene 1750.... 10 Temmuz... Saat 10:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Barselona'dayım... Barselona'dayım....
(İki önceki hayâtı)
İ- Ne yapıyorsun orada?
M- Ben mi?... 5 yaşındayım...
İ- Adın ne?
M- GURSANA
(Kayıttan tam anlaşılamadı) ...
İ- Kız mısın?
M- Evet.
İ- Annen var mı?
M- Annem yok.
İ- Baban var mı?
M- Var.
İ- Ne iş yapıyor?
M- Ticâretle meşgûl oluyor... Annemi doğarken kaybetmişim...
İ- Babanın adını biliyor musun?
M- .... Hayır...
İ- Peki. Sene 1765... 9 Mayıs... Sabah saat 10:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Büyüdüm... Genç kız gözüyle bakıyorlar bana artık...
İ- Güzel misin?
M- Çok güzelim hem!..
İ- Babanın adı ne?
M- Babamın.... Hatırlamıyorum... Ama çok çok güzelim... Çok üstüme
düşüyor.
İ- Baban mı?
M- Evet... Aaa!... ORİNA...
İ- Kim Orina?
M- Annemin adı... Annemin adı Orina... Benim de aynı zamanda ikinci adım.
Ben doğarken annem ölmüş. Çok iyi bir kadınmış. Şimdi babam üstüme çok
düşüyor, "evlâdım öksüz" diye... Ama aynı zamanda bildiğini yapmaktan geri
kalmıyor, pezevengin oğlu karılarla... Karılarla düşüp kalkıyor, iyi mi?... Hiç
düşünmez biri... Yapsın yapabildiği kadar... Babaannem de çok serbest
davranyor zâten... bilmez ki evlâdına kötü isim takılacağını.. Boşver!..
İ- Peki. Başka kardeşin var mı?
M- Annemle babam zâten yeni evliydi doğduğum zaman... Nerden olsun?..
Ama babamın başka varsa, onu bilmem... Çünkü o karılarla çok düşüp kalkardı.
İ- Hiç İspanyolca biliyor musun?
(Medyum hiç İspanyolca bilmez)
M- Sen biliyor musun?
İ- Biliyorum.
(Halbuki bilmez)
M- Söylediğimin cevâbını verebilir misin?
İ- Veririm, ne olacak!...
M- Chento... Chento ne demek?
İ- Chento... Ne olacak?
M- bildiğin chento değil senin. Chento ne demek?
İ- Bilmiyorum.
M- Bilmezsin, yaa!...

Kelimeyi bant kaydından doğru mu aldık, bilemem ama "çento" İspanyolca değil, İtalyanca "yüz"sayısı... Medyum İtalyanca da bilmez... Nereden uydurmuş o kelimeyi İdâreci'yi imtihan için?... Bu arada Guistina İspanyolca bir kadın adı... Kayıttaki kelime o olabilir... Oriana da kadın adı... Tabii Celse'de Orina deyip öyle yazıya geçmişiz banttan...

Gene ispatlayacak bir delilimiz yok ama, Medyum'un kendini bu iki evvelki hayâta kaptırarak anlattığını belirtelim.

İdâreci- Konuşalım azıcık.
Medyum- Ne lûzum görüyorsun? Bu arada konuşuyorum, ya!.
İ- Sesin güzelmiş ama.
M- Hiç değil, yoo...
İ- Çok güzelmiş.
M- Vallahi hiç değil.
İ- Ben dinledim, çok güzel sesin vardı.
M- Nerden dinledin?
İ Sen şarkı söylüyordun, Evin önünden geçiyordum, ya.
M- Yoksa sen benim o zaman konuştuğum musun?...
(güler) ...
İ- Bilmiyor musun sen? Bendim tabii.
M-
(Kız yutmuyor) Adın neydi?
İ- Pierro.
M- Yok.
İ- Esperanto.
M- Sen dalga mı geçiyorsun benle?... Benim öyle bir tanıdığım yok!
İ- Sen, peki, sevdiğin çocuğu bilmiyor musun?
M- "Sen acaba sevdiğim gibi misin?" diyorum, bak!... Eee?.. Sen neyimsin
benim o hâlde?.. Sen beni tanıyor musun o zamanda?
İ- Ben senin sesini işitiyordum, evin önünden geçerken.
M- İşitemezsin!
İ- Neden?
M- İşitemezsin de, ondan... Çünkü babaannem beni çok sıkıyordu.
Sen beni hiç bir yerde görmemişsindir, ALLAH bilir.
İ- Sıkarken bir defa bağırıyordun.
M- Aaa!... Üstüme iyilik sağlık, BİSMİLLAH!.
İ- Hadi, bir şarkı söyle.
M- Ben mi?.. Sesim çok çirkin.
İ- Zararı yok, ne olacak?
M- Sen söyle de, ben dinliyeyim... O ÂNI BİR DAHA YAŞIYAYIM, BÂRİ...
İ- Güzel dans edermişsin.
M- Hakikaten doğru orası.
İ- İyi ki babaannen sıkıyormuş seni.
M- Yok, yâni öyle sokakta gezme falan... gezmezdim... Zâten yoktu.
İ- Nerde raks ederdin?
M- Evde... Kendi evimde.
İ- Şimdi yapabilir misin?
M- Neyi?
İ- Dansı.
M- Hayır...
İ- Peki. Sene 1775...12 Ağustos... Saat 17:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Ben evliyim...
İ- Kimle?
M- Dört senelik...
İ- Kiminle evlisin?
M- .... MARGUA....
(kayıttan zor anlaşılıyor)
İ- Çocuğun var mı?... Ne iş yapıyor kocan?
M- Benim kocamın ne iş yaptığını bilmiyor musun?
İ- Yoo... Ben sizin evin önünden geçiyordum o zaman.
M- Sesimi işitmişin, raks ettiğimi duşmuşun, kocamın işini bilmezsin!..
İ- Ne yapacağım? Kocanla işim yok benim.
M- Çiftçiydi, çiftçi...
İ- Çift sürüyordunuz.
M- Hayır, o sürüyordu. Beni çıkartmazdı dışarı.

Burada durup bir tahlil yapalım... Evvelâ, Hıristiyan, İspanyol bir kadının Vallah, ALLAH, BİSMİLLAH demesi sizi şaşırtmış olabilir. Ama Medyum o târihleri hatırlarken şuurunu terketmiş değil, tepkileri şimdiki kültürü ile... Üstelik o târihi aynen yaşamıyor, hatırlıyor, bunu da arada "geçmiş zaman" kullanmasından anlıyoruz, "çiftçiydi" gibi... MARGUA diye yazıya geçmiş olan isim MARCO olmalı... Bir de Medyum'a o târihte şarkı söyleyen biri olmuş, onun için "O ÂNI BİR DAHA YAŞIYAYIM, BÂRİ" diyor...

İdâreci- Kaç tâne çocuğun var?
Medyum- İki tâne...
İ- Kız mı, erkek mi?
M- iki tâne kömür gibi kız ikisi de... Çünkü babaları çok esmer...
İ- Aaa, çingene.
M- Niye çingene olsun, be!... Sensin çingene!... Pezevenk!... Sen kendi çingene
hâline bak!.. Benim kocam çingene değil ki.
İ- Çingene değil miydi?
M- Değil tabii, esmer... Yâni, "esmer" dediysek, çingene değil... Sensin çingene,
eşşek herif!.. Aman, ne sinir adamsın be!..
İ- Kocanı çok mu seviyorsun?
M- Evet.
İ- Şimdi seni 10 sene daha yaşlandırıyorum. Sene 1785... 9 Eylül.. Saat 10:00...
nerdesin ve ne yapıyosun?
M-... HONERO büyüdü... En büyük kızım o... Bütün âile, hepimiz onunla
iftihar ediyoruz... Daha ufacık yaşına rağmen, kaç kişi istiyor onu... İftihar ediyorum.
Vermem ki Honero'yu kimseye!..
İ- Peki. Sene 1795... 10 Kasım... Sabah saat 11:00... Nerdesin, ne yapıyorsun?
M- ... Kızım Honero... Kızım Honero ile uğraşıyorum.
İ- Kaç yaşında kızın?
M- Kızım mı? 24 yaşında...
İ- Evlenmedi mi?
M- Sen mi istiyecektin?
İ- Hem "Bu kadar tâlibi var" diyorsun... 24 yaşına gelmiş.
M- "Nişanlı" demedik mi?
İ- "Evlendi mi?" diyorum.
M- Hayır.. Ben zâten çok büyük yemin etmiştim. Ben kendim küçük evlendim.
"Çocuğumu vermem" demiştim. Honero çok tatlı kız ama... Çok uzun
saçları var.
İ- Babaya mı benziyor, sana mı?
M- Valla, ikimizden de almış.
İ- En güzel tarafını babadan mı almış?
M- Hakikaten öyle... Burnu çok güzeldi...
İ- Çocuklar güzel taraflarını, huyllarını babadan alır.
M- Vay!... bok yemişsin sen!... En güzel taraflarını benden almış. Vücut var,
güzellik var, karakter var.
İ- Babasında karakter yok muydu?
M- Onda da var. Ama bana biraz yalan söylerdi.
İ- Yalan söylermiş işte. Kendin çıkardın meydana.
M- Sen âile sırlarına ne karışıyorsun bizim?
İ- E, ben sizi çok yakından tanıyorum.
M- İsmin ne? Ben seni tanımıyorum.
İ- Tanıyorsun.
M- Hayır...
İ- Ben seni tanıyorum.
M- Bir kaç defa düşüp kalktık mıydı?
İ- Yoo, hiç değil.
M- Eee?.. nerden tanıyorsun?
İ- Seni istemiştim, annen vermemişti bana...
M- Hadi, al bir tâne daha!... Senin gibi kaç tâne çıktı daha, vallahi!..
İ- Bana gelip günah çıkartmıştın.
Hadi!... Nerden çıkarttın günâhı sen, be!.. İlk önce kendi günâhını çıkart!..
İ- Ben papazım da ondan... Sen gelmedin mi hiç?
M- ... PIERRO musun sen?
İ- Tabii...
M- Acaba???
İ- Acabası var mı?
M- Sen PIERRO'sun.
İ- Nerden tanıyorsun o adamı?
Çok seviyordum onu. Çok iyiydi.... Benim kızım vardı Homero... Pierro'ya gitti.
Ona gitti kızım... Anlata anlata bitiremedi. Çok iyi insanmış.
İ- Öyle mi?.. Nerde bulunuyordu Pierro?
M- Valla, babası daha iyi bilir. Onunla gitmişlerdi o gün..
İ- Protrestan mı, Katolik misiniz?
M- Katolik.

Burada duralım, her şey birbirine karışmadan... Dikkat çekici husus, Doktor'u çok iyi tanıyan Medyum, geçmiş hayâtına dönünce tanımamaya, hatta kavga etmeye, küfür etmeye başlıyor... Bu da en azından Medyum'un derin uyuduğunu, Ekminezi olduğunu, Ekminezi olmasa bile ortada bir İmaj olduğunu gösteriyor. Yâni, Medyum ya gerçekten geçmiş hayâtını yaşıyor, ya da kendini "Barselona'da bir kız" İmajı içinde görüyor... Bizce birincisi doğru, ama "ispatla" deseniz, elde delil yok... Kayda HONERO diye geçmiş ama, İspanyolca kız ismi HONORİA var, belki odur. PİERRO diye yazılmış olan isim ise PIRRO ... Aşağıda düzelterek yazdık. Bunlar hep İspanyolca bilmeyen Medyum'un ve Ekminezi çalışmasının lehine puanlar... İdâreci İspanyollar'ın tümden Katolik olduğunu bilmiyor, Medyum nerden bilsin?.. Ama doğru cevap veriyor.

İdâreci- Siz şimdi Barselona'da mı oturuyorsunuz?
Medyum_ Evet... sen İspanya'daydın... Bak, dinle.
İ- ???
M- Kızım Honoria, babasının işi dolayısiyle geldiler... ve seni çok beğenmiş... O zaman
tahta üstünde, iki tekerlekli ve çekilerek giden araba, bizim arabamızdı ya...
Biliyor musun?
İ- ???
M- Biliyor musun onu?... Duydun um?
İ- Hayır, duymadım. Bilmiyorum.
M- Nasıl duymazsın?.. Sen bile şaşırmıştın Pirro. Sen esmermişsin. Uzun
boyluymuşsun... Yeşil gözlerin varmış...
İ- Ne için gittiler oraya?
M- O zaman kızımın saçları dükülüyordu, saç tedâvisiyle uğraşıyordu.... Ve
nasıl, biliyor musun?.. dökülen saçlara ilâç sürerek onların tekrar çıkmasını
sağlıyordu. Buna inandı babası... Kızım Honoria'yı çok severdi. İkimiz de
geceleri onu aramıza alır, yatardık.
İ- ....
M- Ne tatlı adammış... Dünyâ'nın en iyi insanıymış ki, kızımın saçlarına câre buldu...
Babasıyla ben aramızda yatırırdık onu... Sabahleyin yatağın üstünde o saçlarını
görmez miydim, içim parçalanırdı... Hep onun saçlarını taramak bana âitti.
Öteki kızımı hiç sevmezdim...
İ- Neden?
M- Niye seveyim?... Çünkü o biraz babaannesinin huyunu almış. Çirkin zâten...
İ- Peki... Sene 1800... 21 Mayıs... Saat 10:00... nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Görmüyorum... Görmüyorum...
(Âhıret Âlemi'nde)
... Kocam öldürdü beni...
İ- Hı?... Senin sevgilin vardı demek?
M- Evet... ve nâmusum için öldürdü beni kocam... Yaa!... Duydun mu şimdi?
Kim kime şey yaparmış?...Zâten ben onunla zorla evlenmiştim... Benim sevgilim
MARIO'ydu. Çok seviyordum. Zorla evlendim ... ve gizli gizli buluştuk... Bir çocuğum da
ondan oldu.
İ- Hani biraz evvel kocanı çok sevdiğinden bahsettindi.
M- Kocamı seviyordum... Ama ötekini unutamıyordum. Çünkü o ilk aşkımdı.
İ- Peki.
M- Sen beni kötü mü zannediyorsun?
İ- Yok, öyle bir şey demedim.. Bırak bunları şimdi... Sene 1740... 9 Şubat...
Saat 16:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Görmüyorum...
İ- Görmen lâzım. Neden?
M- Görmek istemiyorum da, ondan!
İ- Neden?
M- İstemiyorum!... Keyfim misin?
İ- Rica etsek anlatır mısın? Baban mı dövüyordu?
M- Hayır.
İ- Annen mi dövüyordu? Kim dövüyordu seni?
M- Hiç!
İ- Peki, niçin görmek, hatırlamak istemiyorsun?
M- İstemiyorum işte!.. sevmiyorum... Sıkılıyorum işte...
İ- Peki... Sene 1700... 15 Nisan... Saat 15:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Sıkılıyorum...
İ- Peki, şimdi tekrar yaşlandırıyorum... Sene 1740... 9 Şubat...
M- Bastın, kaldı be!.. Aman be!...
İ- Orada mühim bir şey var ama, söylemiyorsun.
M- Ne söyliyeyim?
İ- Söylesen ne olur? Var bir şey orada.
M- Ne var?
İ- Ne bileyim ben? Senden rica ediyorum.
M- Hayır, söylemem!
İ- Sene 1795... 10 Kasım... Sabah saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?..
Hasta mısın?
M- Evet...
İ- Nerde hastasın?
M- Nerden çıkardın hastalığı?
İ- Sen söyledin.
M- Hayır, ben öyle bir şey söylemedim. TÂRİHLERİ DOĞRU VERİR MİSİN?

Burada bir açıklama yapmamız gerekli... Târihler hakikaten karıştı... Medyum 1750 yılında "5 yaşındayım" demişti. Buna göre 1745'de doğmuş oluyor... İdâreci 1740 târihini sorunca, Medyum'un ya Öbür Âlem'de olması gerek, ya da üç evvelki hayâtına geçmesi lâzım. Medyum daha evvelden uyutulduğu ve Ekminezi yapıldığı için bir "dövme" hâdisesi var. İdâreci onu soruyor. Ama bu herhalde 1740 yılında değil... 1740'da gerçekten Medyum'u rahatsız eden bir olay var, ama ne?... Eğer "5 yaşındayım" doğruysa, bu olay iki evvelki hayâtında değil... Acaba târihleri İdâreci mi karıştırdı, yoksa Medyum mu?.. Anlayamadık... Yalnız daha önce 1795 sorulduğunda Medyum, "Kızım Honero ile uğraşıyorum" demiş, hastalıktan bahsetmemişti. Gerçekten târihler karıştı... İdâreci 1900'lere gelmiş olması lâzım. Bu da Tahiti'deki bir önceki hayâtı...

İdâreci- Bir daha anlatır mısın? Baban seninle alay mı ederdi?
M- Evet.
İ- Ne diye alay ediyordu?
M- Bak, dinle... Benim anadan doğma KOLUM YOKTU. HEM DE DİRSEKTEN... BABAM
GEÇERDİ KARŞIMA, GÜLERDİ. Çok zeki adamdı. O kadar zekiydi ki, Tahiti'de
oturuyorduk. Geçerdi karşıma, gülerdi... Annem, "Yapma, etme! Bu kızda kötü
duygui yapacak bu"
(derdi) ... Ben de buna karşılık, bir gün ÇOK İÇİME İŞLEDİ.
"SEN BENİM KOLUM YOK DİYE GÜLÜYORSUN, İNŞALLAH ALLAH ta çok kısa zamanda
SENİ BENİM GİBİ YAPAR. Çok beğendiğin kolunu tek eder. Anlarsın üzüntüsünü" DEDİM...
Ve işte bugün o var ya... o zavallı...
İ- Kim o?
M- O zavallı insan, benim babam.
İ- Kim bu?
M- YEĞENİM VOLKAN... KOLU YOK ONUN... Ağbim sigara dâvâsında ben içmediğim
hâlde itham edip, azarladığı gün, ben de ona karşılık, "Sen de evlâtlarından çek!..
Haksız yere itham nasıl olurmuş, anla" dedim. İşte o olaydan 19 saat sonra kazâ oldu...
(Volkan sol kolunu kaybetti) ...
İ- Volkan geçmişte babandı demek.
M- Biliyor musun, onun kolu yok ama, onu çok seviyorum. O kadar seviyorum ki!..
İ- Tabii. Hem baban...
M- ... hem yeğenim... Canım o benim!.. O kadar pişmânım ki Tahiti'de o lâfı
söylediğime şimdi... Keşke söylemeseydim!.. Keşke!..

Hemen belirtelim, bu Celse'ye kadar Medyum, yeğeni Volkan'ın geçmiş hayâtındaki babası olduğunu bilmiyordu. Trans hâlindeyken farketti. Uyandığında da kendisine söylenmedi. Yeğenini çok sevmekte devam etti. Yalnız yeğen biraz eski babanın tabiatında idi. Adam olması için daha epey bir zaman gerekebilirdi.

İdâreci- Peki... Sene 1949... 5 Eylül... Saat 23:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ... Annemin karnındayım...
İ- Sene 1950... 11 Mayıs... Saat 4:30...
M- Dünyâ'ya geldim.
İ- Hoş geldin!
M- Aman, bok vardı!.. Hoş gelmişim...
İ- Sene 1960... 9 Haziran... Saat 17:00... Nerdesin?
M- 1960 mı dedin?... Evimize yeni taşındık.
İ- Sene 1967... 21 Şubat... Saat 20:340... Nerdesin?
M- 21 Şubat... 20:30... Huzur Evi'ndeyim...
(Doktor'un Muayenehânesi)
İ- Teşekkür ederim.
M- Çok mesudum.
İ- Teşekkür ederim. Şimdi rahat mısın?
M- Evet...

Medyum dinlendirilir, hiç bir şey hatırlamaması Telkin'i verilir. Zâten çok derin uyuduğu için hatırlamaz. Sonra uyandırılır.... Bizce bu çok enteresan gerçek bir Ekminezi ve Geçmiş Hayat çalışmasıdır. Bir tek Medyum'un POMEO diye banttan söktüğümüz adını bulamadık, çünkü Tahiti Dili'nde isimleri veren bir site yok.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM VE RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - MEKTUPLAR