BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR -20

Bu sefer gene böyle BEDENSİZ bir VARLIK'la, bir RUH'la yapılmış olan kısa bir Celse verecek, uzun bir açıklama yapacağız.

Medyum Karanlık Tabaka'da NESİBE adlı bir varlıkla irtibat kurduktan sonra yükselmeye devam ediyor.

Varlık : VASFİ HOCA
Tarih : 13.1.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisal
Medyum: Ali

Medyum - Artık çıkıyorum... Koku... Bunların arkasında çok kalabalık var... Bulutlar açılıyor...
Yeşil bulutun üstünde oturuyorum... VASFİ HOCA.... Biraz yalnız bırakın beni!...
İ- Bize irşatları var mı?
Varlık- Berhüdar olsunlar!..
M- "Ne istiyorlar?" diyor... Arkadaşınız yine hatâya düşüyor... Mefhumlara dikkat etsin.

V- İRŞAD, KUTB-ÜL AKTABLAR'A MAHSUSTUR!.. ... Ne arzuları var?

İ- İnsanlar imajine ettiği herhangi bir suçtan dolayı cezâya çarptırılır mı?

V- İNSAN HAYÂTINDA RUH VE NEFSİN DÂİMİ MÜCÂDELESİ VARDIR.
RUHUN MAĞLUP EDİLDİĞİ YERDE NEFİS GALEBE ÇALAR VE İNSAN BENLİĞİ SUÇA İNKILÂB EDERSE,
İNDALLAHTA SUÇ, CEZÂSINI GÖRÜR...

Nefsin hâkim olmadığı, Ruh tesiriyle suç olursa, Ruh zâten emir almıştır. O zaman cezâ mevzuu değildir...
İnsanlar başarabildikleri şeyle uğraşmalı!
İ- Arkadaşlar şahsî sorularını soruyorlar.
(şahsî sorulardan sonra)

M- Gidiyor... Aşağı iniyorum...

Bir VASFİ HOCA buiduk ama, o mudur, değil midir, bilmiyoruz. Ne zaman, nerede yaşadı, bilmiyoruz. Çünkü Celse'de hayâtı ve kendisi hakkında hiçbir sual sorulmamış...

Kısa bir bölümünü verdiğimiz bu celsede Muhterem Varlık, iki önemli hususa temas etmiş... Birincisi suçlardan dolayı cezâ çekmek... Suç ve cezâ sonunda TEKÂMÜL ETMEK... Yalnız bu noktada çok dikkatli olmak lâzım. Çünkü RUH, ALLAH'ın "Kendi Ruhumdan üfledim" (Hicr Sûresi, 29 Âyet) dediği varlıktır. Onun cezâ görmesi, Tekâmül etmesi diye birşey olamaz. MÜKEMMEL niye Tekâmül etsin ki?..

İşin içinden çıkamayışımızın sebebi, "Sana Ruh'u soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindedir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir'" ” (İsrâ Sûresi, 85. Âyet) ifâdesidir. Az bilgimiz olduğu için kavrayamıyoruz... Ama durumu en iyi açıklayabilecek misâl, ALTIN'dır. Bildiğiniz gibi, ALTIN paslanmaz, çürümez, kaybolmaz, çamura düşse bile değerini kaybetmez. Ama onu işlemek için ateşe tutup yumuşatmak, çekiçle dövmek, sonra da ogarak parlatmak gerekir. Ancak o zaman göz kamaştırıcı bir ziynet eşyâsı hâline gelir. ALTIN, ALTIN olarak değişmez!..

İşte Dünya hayâtına gelen Ruh ta (aslında bu gelip-gitme tâbiri bile anlayışı kolaylaştırmak için) tıpkı mâdenden çıkan toz-toprakla karışmış ALTIN cevheri gibidir. Önce bir sürü muameleden geçer, cüruftan ayıklanır, sonra ateşte yumuşatılır, çekiçle dövülür. Yâni, Dünya hayâtına insan olarak uyum sağlar, sıkıntılar çeker, olgunlaşır. Gayret az, hatâlar çok olursa; çekiçle dövme Öbür Âlem'de de devam eder.

Bilmem anlatabildim mi , yoksa kafanız daha da mı karıştı?..

VASFİ HOCA, KUTB-ÜL AKTÂB ifâdesini kullanıyor, ÇOĞUL olarak kullanıyor, "İRŞAD ONLARA MAHSUSTUR" diyor... İşte açıklama gereken ikinci kısım bu.

İRŞAD "doğru yolu gösterme, gafletten uyandırma" demek... MÜRŞİD, "irşad eden, doğru yolu gösteren, kılavuz, gafletten uyandıran, Peygamber vârisi olan, Tarikat piri, tarikat şeyhi" anlamları taşır... Bu kelimelerin kökü REŞİD, "Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinden, iyi ve doğruyu seçebilen, malını idâre gücü olan, akıllı hareket eden, doğru yolda giden, Hak yolunda olan. rüşd yaşına ulaşmış âkil ve bâliğ (kişi), ergin, olmuş, yetişmiş, kemâle ermiş, haklarını kendi kullanmak için yasanın gösterdiği yaşa gelmiş olan (kimse), erişkin" demek... Buna göre KUT-ÛL AKTÂB, "insanları İRŞAD EDEN, yâni HAK YOLU'na ileten, REŞİD olmalarını, kemâle ermelerini sağlayan MÜRŞİD" oluyor.

AKTÂB, KUTB'un çoğulu... KUTB, veyâ KUTUP değirmen taşının miline verilen addır. Tasavvufta, Kâinat'ın mânevî idâresinden yetkili ve sorumlu "veliler hükûmeti"nin başkanına verilen isimdir... Bunlar ALLAH tarafından görevlendirilen veya ALLAH'ta yok olmuş kişilerdir ki, durumlarına akıl sır ermez!.. Spiritualizm'de bu kavrama karşılık "Yönetici Üstün Varlıklar" ifâdesi kullanılır Herhangi bir sıfatla birlikte kullanılmadığında kutup kelimesi bu başkanı dile getirmekle birlikte, her meclisin bir kutbu olduğundan, birden çok kutuptan söz etmek mümkün olduğundan, Kutb-ûl Aktâb (Kutuplar Kutbu) deyimi kullanılır. Kutba, "kendisine sığınanlara yardım eden" anlamında GAVS, Kutb-ûl Aktâb'a da GAVS-ÛL ÂZAM dendiği de olur.

Kettânî, RİCÂL-ÛL GAYB'dan bahsederken, "kutup anlamında kullanılan Gavs'ın bir tâne olduğunu" söyler. GAYB, "bilinmezlik" olduğu için bu RİCÂL "bilinmez kişiler" , "ALLAH'ta yok olmuş kişiler"dir... Yâni, ortalıkta "tarikat şeyhi, devrin imamı, mürşit" sıfatıyla dolaşan kişilerin GAVS, KUTUB olarak kabul edilmesi son derece yanlıştır. RİCÂL-ÜL GAYB'ın, GAVS'ın, KUTB'un herkesce, hatta müritlerince bilinmesi mümkün değildir.

Tasavvufta KUTUP; varlığın yaratılış sebebi olan Muhammedî hakikatin (Hakikat-ı Muhammediye) kendisinde tecelli ettiği kişidir. Veliliğin son ve en yüksek makamı olan kutupluğa kişi, sâdece kendi çaba ve çalışması ile değil; ancak ALLAH'ın lûtfu, vergisi, görevlendirmesi sonucu gelebilir. Kettani'den sonra kutuptan daha açık ve geniş olarak Hucvîri bahsetmiştir. Hucviri'ye göre KUTUP; zâhir ve bâtın, maddî ve mânevî bütün varlıkların eksenidir. Yâni. her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Onun her şeye feyiz veren bir özelliği vardır. ALLAH âlemi ve âlemdeki nizâmı onun aracılığı ile devam ettirir. Cebrâil onun nefs-i nâtıkası (Ruhu, konuşması); Mikâil kuvve-i câzibesi (çekme gücü) ve Azrâil kuvve-i dâfiası (itme gücü) hükmündedir. İsrâfil olarak sûra üfler, istediğinin kıyâmetini koparır! Kâinat'ta dilediği gibi tasarruf eder. Tasarrufu ilmine; ilmi ise ALLAH'ın İlmine tâbidir. Zâhiriyle âlemin zâhirini, bâtınıyla âlemin bâtınını idâre eder. Ama bilinmez!.. Bilinenler sahte KUTUB'dur.

Sûfîlerin bu tarz kutup inancı ve kutba yükledikleri işlevler bâzı âlimlerin eleştirilerine yol açmıştır. Kur'an'da, hadiste, selefte ve ilk sûfîlerde kutup inancının bulunmadığını söyleyen Takıyyuddin İbn Teymiyye'ye göre (1263-1328); her şeyden önce bazı velîlere kutup ve gavs denilmesi yanlış bir adlandırmadır. Ona göre
bu inanç, Şiîler'in "mâsum imam" veya astronomi âlimlerinin kutup fikrinden kaynaklanmış olup, temelinde "ALLAH'ı hükümdâra benzetme" fikri yatmaktadır. "ALLAH'a âit bâzı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da, İslâm'ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz," der. (Mecmu'u fetâuâ, II, 363, 376,433,440) İbn Teymiyye'nin bu yaklaşımının çarpıtılmasından Selefîlik, Vahâbilik, IŞİD doğmuş, İslâm Âlemi'ni sapkınlığa sürüklemiş, kana boğmuştur.

İbn Haldun da kutup fikrinin İsmâiliyye inançlarıyla benzerliğine dikkat çekmiştir.

Yalnız, şu gerçeği unutmamak gerekir: Yüce ALLAH bir kavmi helâk etmek istedi mi, yıldırımları, depremleri, tufanı vâsıta ediyor... Yahudiler'i yok etmek istedi mi, Hitler'i kullanıyor... Bu yüzden muhterem zatlara da bir takım görevler vermesi, bir kısım icrâatını onların eliyle yapması da, öyle sayılmaz mı?.. Yüce ALLAH, "Onları siz öldürmediniz, fakat Allahı öldürdü. (Onlara toprak atarken, ok atarken) Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. İnançlıları kendinden güzel bir sınavla sınamak için (yaptı). Kuşkusuz Allah işitendir, bilendir" (Enfâl Sûresi, 17 Âyet) demiyor mu?.. ALLAH hiçbir zaman devreden çıkmaz!.. İrâde O'nundur, icraatçı biz!.. O mertebeye ulaşmış bir Muhterem Varlık şöyle izah etmiş:

CÂHİLLER ZANNEDER Kİ, BİZİMDİR FELEKLER,
GÖRÜNEN DİDÂR-I HAK'TIR, CAM GİBİYİZ, YOKUZ!..

Bu yüzden biz "kutup" anlayışına inanıyoruz. Bilhassa İRŞAD yönünden bir görev ifâ ettiklerini düşünüyoruz. Aynı şekilde Âhıret Âlemi'ndeki bâzı Muhterem Ruhlar bu İRŞAD görevini üstlenmekte. Hatta bir kısım "evliya" bilinen Muhterem Varlıklar, türbelerine yığılan halktan lâyık olanları boş çevirmemek için, ellerinden geleni yapmaktadırlar. Yalnız dikkat edin, Dünyâ'daki bu Yönetici Varlıklar, öyle Uzay'dan, başka gezegenlerden falan gelmiş değil; burada yaşamış Varlıklar'dır hep!

Ha, "işleyiş" nasıldır, onu biz bilemeyiz. Ama bu konuda fikir yürütenler var... Meselâ, El-Kaşanî şöyle diyor:

- "Kutup, ya madde âlemindeki yaratıklara nisbetle kutuptur ki, ölünce ona yakın bedel yerine halife olur...
ya da gayb ve şehâdet âlemindeki bütün mahlûklara nisbetle kutuptur ki, onun yerine ne bir bedel halife olur,
ne de bir başka yaratık yerini tutar. Bu da şehâdet âleminde birbirini takip eden kutuplar kutbudur.
Ondan önce ne bir kutup olur, ne de yerine başkası geçer. O da 'Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım'
ifâdesinde sözü edilen Muhammed Mustafa'nın Ruhu'dur."

Ne anlayabildiyseniz... Gavs'ın ya da Gavs-ul Âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne RİCÂL-UL GAYB (Gayb Erenleri) adı veriliyor. Bunlar, Kur'an-ı Kerim'deki, "Yeri döşedik ve oraya sâbit dağlar (revâsi) yerleştirdik" (Kaf Sûresi, 7. Âyet) ibâresinde geçen "dağlar" mesâbesindedir. EVTÂD (direkler) bunlardır. Ricâlullah, Merdân-ı Hüdâ, Merdân-ı Gayb, Hükûmet-i Sûfiye gibi adlarla da anılır.

Kutupluk makamının Kutb-ul İrşad ve Kutb-ul-Vücud denilen iki çeşidi vardır. Kutb-ul İrşad, nübüvvet kurumunun bâtınını; Kutb-ul Vücud ise son Peygamber
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bâtınını temsil eder. İrşad kutupları çok olabilir; fakat Vücud Kutbu her dönemde ancak bir tânedir.

Mâdem tasavvuftan bahsediyoruz, mutasavvıfların tasnifi ile devam edelim... Her kutbun yâverleri vardır. Bunlar,

1- İmâmeyn (İki imam): Kutbun iki veziri mesâbesindedir... Biri melekût, diğeri mülk âlemi ile görevlidir. Sağdaki imama "İmâm-ı Yemîn", soldaki imama "İmâm-ı Yesâr" denir. İmâm-ı Yemîn, Gavs'ın hükümlerinin, İmâm-ı Yesâr Gavs'ın hakîkatinin mazharıdır. Gavs öldüğü zaman yerine İmâm-ı Yesâr geçer. ÜÇLER de denilen Gavs ile İmameyn'in altında Yeryüzü'nün dört yönünü yöneten Evtâd-ı Erbaa (dört direk), Abdallar (kırk derviş) Nuceba (necibler -güzel huylular-, yetmiş veli) ve Nükebâ (nakibler -denetçiler-, üçyüz veli) yeralır.
2- Evtâd-ı Erbaa (Kâinat'ın dört direği): Zamanın kutbu ölünce yerine İmâm-ı Yesâr geçer. Onun yerine de Evtâd'dan biri geçer. Bilgileri Kutb-u1 Aktâb'tan bir feyizdir."Bunlar ölecek olursa, bütün âlem bozulur," denir... Aslında ALLAH'ın nizâmı hiçbir zaman bozulmaz!..
3- Abdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olan bölge Ruhlarının toplandığı rûhânî bir hakikattir. Sayılan kırktır. "Yirmi ikisi Şam'da, onsekizi Bağdat'tadır," denir. Tabii geçimişteki âlilerin zannına göre, mecâzen alınmalı,,, Şimdi ne Şam kaldı, ne Bağdat!
4- Nuceba' (Soylular, iyi huylular): Bunlar Abdal'ın altındadır. Yerleri Mısır'dır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır. Yetmiş kişidirler.
5- Nukeba' (Başkanlar): Sayılarının üçyüz olduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır. "Yerin Altı" da mecazdır, "içte olan" demektir.

Velilerden bir kısmına İRŞAD görevi verilmiş, bir kısmına bu görev verilmemiştir. İrşadın en üstün mertebesi Gavsiyyef'tir. Gavs, mânevî mertebelerin en yükseğinde bulunan zattır. Bu zâta "Kutup" da denir. Bir başka deyişle Kutb-ül Aktâb, yani "kutuplar kutbu" demektir.

Yukarda belirttik. Kutb, "Dünyâ'nın maddî ve mânevî düzenini sağlayan" diye bilinir. Ancak buradaki "dünya" kelimesi temsilîdir, mecazdır!.. Kişi neyi düzene koyuyorsa, onun kutbudur!.. Her meclisin bir kutbu vardır. Her devrin de bir kutbu vardır. Ama devrin kutbu, asrın kutbu bilinmek istemez!.. Ve bilinmez!.. Bu yüzden durup dururken kendilerini "Kutb, Gavs, Müceddid, Mehdi, Mesih" ilân eden, kerâmeti kendinden menkûl şeyh-şıh-mürşid bozuntularına inanmamak gerekir!..

Bu bir... İkincisi şu ASR kelimesi... Bir sürü anlamı var... Birincisi İKİNDİ VAKTİ... İkincisi ASIR, yâni YÜZYIL... Üçüncüsü ZAMAN... sonra DEVİR... ÇAĞ... AN... GÜNDÜZ... GECE... böyle gidiyor... Durgun zekâlı mankafalar bunu sâdece "yüzyıl" olarak alıp, HİCRÎ her ASIR için bir MÜCEDDİD icâd ederler.

Alın size bir liste:

1- Ömer b. Abdülaziz (H. 17-102 / M. 638-720)
2- İmam-ı Şafii (H. 150–204 / M. 767–819)
3- Ebu’l-Hasan Ali El- Eş’ari (H. 260–324 / M. 873–936)
4- Ebu Hamidi’l-Isfarayani (H. 344-406 / M. 955-1016)
5- İmam-ı Gazali (H. 450–505/M. 1058–1111)
6- Fahreddin-i Razi (H. 544–606 / M. 1149–1209)
7- Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (H. 604–672/ M. 1207–1273)
8- Zeynüddin-i Irakî (H. 725-806 / M. 1325-1403)
9- Celâleddin-i Suyutî (H. 849–911/ M. 1445–1505)
10- İmam-ı Rabbani (H. 971- 1033 / M. 1563-1624)
11- Şah Veliyullah Dehlevî (H. 1114–1176 / M. 1702–1762)
12- Mevlânâ Halid-i Bağdadî (H. 1193–1242 / M. 1776–1826)
13- Bediüzzaman Said Nursî. (H. 1293 – 1379 / M. 1878–1960)

Bunu sıralamayı neye dayandırıyorlar?.. Said-i Nursî'nun (aslı Sâid-i Kürdî'dir) şu lâflarına:

- “Her asırda dîne ve imâna tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi,
bu acip ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında
bir şahs-ı mânevî müceddid olmak lâzım gelir.”
(Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 377)

Said Kürdi bununla da yetinmemiş, Abdülkadir Geylânî’nin aşağıdaki beyitleri kendisi için 8 asır önce yazdığını iddia etmiştir :

Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde, her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun, ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdâda!”
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat, İstanbul 1991, s. 119)

Nurcular, Fethullahcılar, Menzilciler, Aczimendîler, hatta İBDA-C ile Adnan Hoca hep Said-i Kürdî'nin risâletlerine bağlıdır, Saidci'dir... Menzilciler'e göre Zamanın Gavsı Adıyaman ilinin, Kâhta İlçesinin Menzil köyünde yaşamakta olan şeyhleridir... Fethullahçılar'a göre elbette Fethullah'tır... Ne diyelim??? ALLAH inananlara, tâkipçilerine akıl fikir versin!.. Doçent Dr. Mehmet Kemâl Irmak bu kişileri "cinli", "cinnete uğramış" sayıyor ki, doğrudur... Kürt asıllı Mevlânâ Halid-i Bağdadî ise ülkemizdeki Nakşıbendî, Kaadırî gibi tarikatların esas rucularından koparıp kendine bağlamış tehlikeli bir şahsiyettir. FERİT BEY Celsesi'nde kendisi hakkında geniş mâlûmat verdik.

İsmâil Ağa cemaati 15. Asrın müceddidi olarak "Üstadımız Hazret-ü Mevlânâ eş-Şeyh Mahmud en-Nakşibendî el Müceddidî el-Halidî Efendi Hazretleri"ni ilân etmiş!.. Böylece kendilerine mürid toplamaya çalışıyorlar!.. Hiç reklâmla mürşitlik, müceddidlik, kutupluk, gavslık olur mu?

Başka bir tasnife göre, Ricâl-ûl Gayb toplam dörtbin velîden oluşur. Bunlar halktan gizlidirler (mektûm). Bilinmezler!.. Bunlar içinde Ahyâr (hayırlılar) adı verilen üçyüz velî, ilk grubu oluşturur. İşlerin yapılmasına ya da yapılmamasına karar veren Ehl-i Hâl ve'l Akd velîler, komutan velîlerdir. Bunların üstünde kırk velîden oluşan ve Abdâl, Budelâ denilen velîler; bunların üstünde de Ebrâr (iyiler) denilen yedi velî yer alır. Örgütün en üst mertebelerini de dört velîden oluşan Evtâd (direkler); üç velîden oluşan Nükebâ (denetçiler) ve Gavs (ya da Gavs-ul Âzam) işgâl ederler. Ricâl- ul Gayb, yardımlaşarak ALLAH'ın irâdesiyle Kâinat'ı idâre ederler.

Kutup bilinmez , dedik ya, yine de ortalıkta bir takım isimler dolaşır. Arabistan için Aktab-ı Erbaa (Dört Kutub) deyimi genellikle Abdülkadir Geylânî, Ahmet El Rufaî, Ahmet Bedevî ve İbrahim Desukî'yi kasteder. Bâzen Ebu'l-Hasan eş-Şazili, İbrahim Desukî yerine dördüncü kutub olarak anılır. Mevlâna Celâleddin Rumi, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli ve Şeyh Şaban Veli de Anadolu'nun dört kutbu kabul edilir.

Nerden nereye geldik?.. Biz Üstâd'ın "İRŞAD, KUTB-ÜL AKTABLAR'A MAHSUSTUR " ifâdesini açıklıyacaktık, lâf uzadı. İrşad gerçekten Kutb'a, Kutb-ûl Aktab'a mahsustur.

Burada tereddütle karşıladığımız husus, "lar" takısıdır. Doğru değildir. Kutb-ûl Aktâb zâten "kutuplar kutbu" demektir. Onun da çoğulu olmaz diye düşünürüz... Doğrusunu ALLAH bilir. Hangi suç cezâ görür, hangi davranış görmez, onu da ALLAH bilir.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR