BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23

Bugün önce iki Geri Varlık, sonra yine siyâsî bir şahsiyetle yapılan görüşmeyi nakledeceğiz. Dikkatle okuyalım, sonra inceliyelim.

Varlık : Çulhacızâde Zeki, Kadiroğlu İsmâil
Tarih : 11.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ... Karanlık yerdeyim...
İdâreci- Sür'atle geçiniz!
M- ... Geçemiyorum...
İ- Niçin geçemiyorsunuz?
M- ... Yolumu kestiler...
İ- Kimmiş bu Muhterem?
M- ......
İ- Kimmiş bu Muhterem? Kendisini bize tanıtsın.
M- ... Aslen Muğlalı'ymış... İstanbul'da, Karagümrük'te oturuyormuş...
İ- Hangi târihte yaşamış?
M- .... 1335'te ölmüş... ÇULHACIZÂDE ZEKİ'ymiş...
İ- Suçu neymiş?
M-... Mütâreke yıllarında ordu müteahhidi imiş... Ekmek yapılan madde içine nebât-ı ecnebiye karıştırmış...
Gayrımeşrû kazanç elde etmiş...
Varlık- ... Dua ve ışık!...
İ- Evet efendim.
M- .... "Boşuna yorulmasınlar," diyor... "Onların duası buraya işlemez!"
İ- ALLAH taksirâtını affetsin.
V- ... Işık!... Işık!... Işık!... Işık!...
İ- Yukarki Katlar'da Muhteremler'den rica ederiz.
M- .... Birisi daha geliyor... 1935... 26 Nisan'da... Konya'da asılarak ölmüş...
İ- Suçu neymiş, efendim?
M- ... Katil... Parasına tamâhen kaatil... KADİROĞLU İSMÂİL... "Işık, ışık" diyor... Kayboldu...
İ- Sür'atle yükseliniz.
M- ... Yükseliyorum...
İ- Sür'atle yükseliyorsunuz.

Burada biraz duralım... Günümüzde de çok müracaat edilen Ordu Müteahhitliği'nden söz edilmiş!.. Çulhacızâde Zeki ordu müteahhidi, hem de Mütâreke yıllarında... Kalantor bir âileden olduğu belli... Zengin... Gözü doymamış, zenginler hep öyle olur, daha da zengin olmak için 1918-1923 arasında zâten kıt kanaat karnını doyurmaya çalışan askerin belki tek gıdası ekmek yapılan unun içine, nebât-ı ecnebiye karıştırmış... yâni olur olmaz bitkilerle ekmek yapmış.. Bundan gayrımeşrû kazanç elde etmiş... Tabii bu sâdece onun suçu değil, levâzımat subaylarının buna göz yumması lâzım ki, askerin mutfağına girebilsin!..

Eskiden de buna benzer olaylar çok olurdu. Sâdece orduya askerlere değil, Balkan Savaşı sırasında bütün halka una kil katarak ekmek diye satan ve binlerce insanın sancıdan kıvrana kıvrana ölümüne sebep olan Topal İsmâil Paşa gibileri de vardır!.. Rahmetli Ömer Seyfettin "Niçin Zengin Olmamış?" adlı gerçek hikâyesinde bu nâmussuzun yaptıklarını anlatır!:. NURİ SUNGUR celsesinde de benzer biri olay var.

Bu mevzu son derece önemli!.. Çünkü Başbakan Erdoğan ve AKP iktidârı herşeyi özelleştirdi ya, askerin devlet dâirelerinin, hastanelerin, okulların, hapishânelerin mutfaklarını kapattı. Devlet'i örnek alan özel şirketler, fabrikalar da aynı yolu tercih ettiler. Oralarda çalışan binlerce aşçıyı, garsonu, işçiyi patronun insâfına terkettiler. Yemek şirketleri kuruldu.

Bir şirketin tek gâyesi nedir? KÂR!.. (KAR değil; (^) inceltme işâreti ile KÂR) Nasıl kâr edilir?.. Masraftan, malzemeden kısarak!.. Çulhacızâde Zeki gibi una yabancı madde katarak!.. Kötü yağ, bozuk et, kokmuş tavuk kullanarak!.. Dikkat edin; askeriyede, okullarda, fabrikalarda, devlet dâirelerinde, hattâ hastanelerde TOPLU ZEHİRLENME vak'aları arttı.

- Hatay’da 121. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı'nda 28 asker hastaneye kaldırıldı

- Kırşehir Polis Eğitim Merkezi'nde 74 öğrenci yemekten zehirlendi

- İzmir’de iki hastanede aynı özel şirketin verdiği yemekten dolayı 180 kişi zehirlenirken, 3 kişi yoğun bakımda

- Adıyaman’ın Sincik ilçesine bağlı Çamdere Köyü Ortaokulu'nda 30 öğrencide gıda zehirlenmesi

- Siverek'te 27 öğrenci gıda zehirlenmesinden hastaneye kaldırıldı

- Manisa'nın Sarıgöl ilçesinde 20 öğrenci gıda zehirlenmesinden hastanelik oldu

- Kahramanmaraş'ın Göksun ilçesinde taşımalı eğitim gören öğrenciler, verilen öğle yemeğinten zehirlendi

- Kütahya Ahmet Yesevi Yurdu'nda 37 öğrenci akşam yemeğinden zehirlenerek hastaneye kaldırıldı!

- Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde taşımalı eğitim gören 332 öğrencinin yedikleri yemek zehir oldu!

- Bartın'da 140 öğrenci yemekten zehirlendi

- Şırnak’ın Silopi ilçesinde taşımalı eğitim gören 107 öğrenci zehirlendi

- Tekirdağ'ın Malkara ilçesinde bir fabrika çalışan 24 işçi yemekten zehirlendi

- Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kıyıkışlacık Mahallesi'ndeki şantiyede 37 işçi yemekten zehirlendi

- Kütahya’nın Hisarcık ilçesinde taşaron bir şirkette çalışan 12 işçi yemekten zehirlendi

- Antalya'nın Alanya ilçesinde cezâevindeki yemekten zehirlenen tutuklu ve hükümlülerin sayısı 50'yi aştı

- Ordu’nun Fatsa ilçesinde Fındık işçileri yedikleri yemekten zehirlendi

- Eskişehir Açık Cezâ İnfaz Kurumu'nda yedikleri yemekten 100'ü aşkın hükümlü hastanelere kaldırıldı.

- Edirne’nin Keşan ilçesinde aşevi tarafından dağıtılan yemeklerden yiyen çok sayıda kişi zehirlendi

- İzmir'in Aliağa ilçesindeki limanda yedikleri kahvaltıdan zehirlenen işçi sayısı 40'a ulaştı

Ortalık Çulhacızâde Zekiler ile, ve onlara göz yuman idâreciler, politikacılarla doldu!.. Yukardaki ÂHIRET SAHNESİ'ni onlara da hatırlatmak isteriz!.. ERDOĞAN dahi aynı âkıbete düçâr olabilir!.. Mâlûm,"FIRAT KENARINDA BİR OĞLAK KAYBOLSA, KORKARIM Kİ, HESÂBI ÖMER'DEN SORULUR!"sa; ERDOĞAN'dan da "zehirlenen askerler, polisler, öğrenciler, işçiler, memurlar, hastalar, hatta mahkûmların hesâbı" sorulur!..

İkinci husus; YEMEK ŞİRKETLERİ, ÖZELLEŞTİRME, TAŞARON FİRMALAR ve SÖZLEŞMELİ MEMUR-ÖĞRETMEN ile ilgili... Erdoğan Başbakan iken "İNSAN'ı yaşat ki, DEVLET yaşasın" vecizesini çok sık kullandı. Ama İNSANI, İNSANCA YAŞATMAK gerektiğini unuttu. Çalışma saatlerinin yüksekliği, çalışma şartlarının kötülüğü, asgarî ücretin düşüklüğü, işverenlerin zûlmüne karşı hiç tedbir almadı... Sonra Cumhurbaşkanı olunca, "TÜRKİYE bir anonim şirket gibi yönetilmeli" dedi. Bu aklı kim verdiyse!.. Dünyâ'da hiçbir gelişmiş devlet anonim şirket gibi yönetilmez!.. Çünkü anonim şirketin pek çok ortağı olur. Türkiye'yi, Türk Devleti'ni Erdoğan başka ortaklarla mı idâre edecek?.. Kim bu ortaklar?.. Sonra şirketlerin amacı kârdır. Yukarda belirttik, kâr için malzemeden çalarlar, hile yaparlar. Türkiye'yi yönetenler de (hoş, şimdi de çalıyorlar ya!) memurun maaşından, işçinin ücretinden mi çalacaklar?..

Devlet KÂR için değil, HİZMET için vardır. Hizmet'i ya kendi yapar, ucuza mâleder, ya da başkasına yaptırır ama masrafını zenginlerden aldığı yüksek dolaysız vergi ile karşılar, fakiri dolaylı vergiler ile ezmez... Hani "holding gibi yönetilecek" deseydi, bir ölçüde kabul edebilirdik. Bir kişiye âit holding birçok şirketten oluşur. Bir şirket zarar ederse, bir başkası kâr eder, birbirini kapatır.
Ama o dahi İNSAN'I İNSAN GİBİ YAŞATMA'ya yetmez!.. DEVLET, DEVLET GİBİ, MİLLET ADINA YÖNETİLİR! DEVLET adı "şirket" nâmıyla aşağılanamaz!

İkinci şahsiyet Kadiroğlu İsmâil, parasına tamâhen birisini öldürmüş, katil suçu işlemiş... "KATİL, kısa "A" ile... adam öldürme suçu... Öldüren de KAATİL, uzun "A" ile.. ("^" inceltme-uzatma işâreti koyamıyoruz, KÂR gibi incelmesin diye...Böyle başka kelimeler de var, KAABİLİYET, KAABİL, KAADİR gibi... KADİR başka, KAADİR başka...) O da mirâs için yakınlarını öldürenlere, evlere dalıp yaşlıları öldürenlere örnek olsun!.. Üç kuruş için Âhıret azâbına değmez!

Celseye devam edelim:

Varlık : Kenân Öner, Saraçoğlu Şükrü
Tarih : 11.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali

M- .... Aydınlık...
İ- Vasatınızı bildiriniz, lûtfen.
M- .... Issız... Çok aydınlık... Çok güzel sesler işitiyorum... Oturarak yükseliyorum...
İ- Daha rahat konuşunuz. Muktedirsiniz.
M-... MAKSUT MENZİLİ...
İ- Burada dolaşınız. Bizimle konuşmak isteyen Muhteremler varsa, Temas temin ediniz.
M- ... Dört tarafım şeffaf bir duvarla çevrilmeye başladı... Ney ve flüt gibi âletlerin çıkardığı sesler işitiyorum...
Ön tarafımdan yine bir bulut kümesi geliyor... Tepemde bir minder üzerine oturmuş insan... boşluklarda dolaşıyor...
... Yaklaşıyor bulut kümesi... O müzik âletlerinin sesleri kesildi... Duvarlar kayboldu...
Pamuk yığını gibi bulutun içinde başlar görüyorum...
Hiç kadın başı yok... İki kişi yanyana ilerliyorlar... Durdular... ve birisi orta yerde
kümenin önünde kaldı... diğeri ilerliyor... Çok uzun saçları var... Yüzü çok nurlu...
Kalın bir sesi var... Birşeyler söylüyor... Anlamadım... ... KENÂN ÖNER'miş... (1)
İ- Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. ALLAH kabul etsin.
M- ... "ALLAH râzı olsun," diyor.
İ- Bize bir emirleri, tavsiyeleri var mı, efendim? Evvelâ emirlerini dinleyelim, sonra ricâlarımız olacak.
M- ... "Ben de Hizmet Edenler grubundanım," diyor.
İ- Evet efendim.
M- ... Arkasındaki şahıs SARAÇOĞLU ŞÜKRÜ BEY... (2)
İ- Onun için de dua edelim, efendim.
M- ..." Fertten ferde dua etmesinler... Teşmil etsinler," diyor.
İ- Bütün Ruhlar Âlemi'ne ben ve arkadaşlarım okudular.
M- ..."Ne arzuları var?" diyor.
İ- Evvelâ kendi âilelerine bir mesajları var mı? Lûtfen bidirsinler. Söyliyelim kendilerine.
Varlık- ... Her zaman ifâde ettiğim temenniyâtımı bildirin. TANRI hak yolundan ayırmasın!
... İzzet Pınarı'ndan kana kana içmekteyim... TANRI onlara da nasip etsin!
İ- Hangi Muhterem'le konuşuyorsunuz?
M- Kenân Öner Bey karşınızda.
İ- Peki, efendim. Kendi âilelerine birşey söylemek istemiyorlar mı?
V- Bey oğlum, Yahudi tefecisi gibi zaman kazanmak için zaman kaybetmiyelim.
İ- Muhterem üstâdım, biraz evvel "İzzet Pınarı'ndan kana kana içmekteyim" dediniz.
Bu nedir? Bize târif eder misiniz?
V- ... Fenâ'daki arzular hep birer ilâhî arzu yanında gölgedirler. Arzuların hakikisi
İzzet Pınarı'ndan içilir. Çünkü kökü arştadır.
İ- Bu İzzet Pınarı mecâzî mânâda mıdır?
V- Evet... Siz hiç Kevser Şarâbı diye birşey işitmediniz mi?... Fenâ'da iken ona Kevser Şarâbı derler...
Sizin anlıyacağınız gibi maddî bir şey değildir. Nasıl ki Ruh zaman ve mekândan münezzehdir,
onun da gıdası mânâdır. Sâdece İzzet Pınarı'nın suyudur.
İ- Öğrenmek için soruyorum: Bizim sizleri Dâvetimiz sizler tarafından nasıl hissediliyor?
V- Kelin tırnağı olsa, başını kaşır!.. Nasıl Dâvet edebilirsiniz?..
Siz ona muktedir olsanız, evvelâ benliğinizi dâvet edersiniz.
İ- Şimdi birçok tecrübeler yapılmaktadır. Fincan, Masa... Dâvet ediliyor ve Muhteremler'le Temâs temin ediliyor.
Bu Dâvet ne şekilde hissediliyor?
V- Bir karaböcek hikâyesini hatırlattınız bana... Karaböcek ekmek içine girmiş.
Çocuklarını başına toplamış. "ALLAH'a hamdediniz. Bütün Dünyâ'yı bizim için yarattı.
Fırıncı ekmek yapıyor. Çiftçi buğday ekiyor. Biz de yiyoruz."
Sen kendini karaböcek mi zannediyorsun?.. Biz ancak emir alarak geliriz.
Bu, "emir almadan gelenler yoktur" demek değildir.
İ- Bu emir almadan gelenler, aynı anda çağrılacak olursa, bir kaç yerde aynı anda çağrılırsa,
ne şekilde hareket ederler, efendim?
V- Biz nereye emir almışsak, oraya gideriz. Onlar da sizdeki işin hususiyetlerine göre giderler.
İ- Efendim, bu Dünyâ'da iken Saraçoğlu Şükrü ile ihtilâfınız vardı. Bu ihtilâfı ne şekilde hallettiniz?
Hangi taraf daha haklı imiş? Halledebildiniz mi. efendim? (4)
V- Fenâ'daki fikir ihtilâfları, mide ihtilâfları, etimizin kemiğimizin ihtilâflarıdır.
"İnna lillâh ve inna ileyhi râciûn" dendiği gün, artık birşey kalmaz. Herkes Derecesine
göre kümelenir. (5)
İ- Buradaki Derece'den murad nedir?
V- Demin, "Fenâ'daki arzular ilâhî arzuların gölgesidir" demiştim. Tabii süflî olmayan
arzulardan bahsettim. Fenâ'daki tabakalaşma da,
buradaki Tabakalaşma'nın bir
gölgesidir. Kiminiz nefer, kiminiz bölük kumandanıdır. O İlâhî Mahbes'teki yazıya göre
burada da Mevki ve Rütbeler'imizi alırız.
İ- Oradaki Rütbeler'de zamanla bir terfi olabilir mi?
V- Hayır... Ancak Karanlık'tan Aydınlığa bir geçiş olur.
İ- Karanlık'tan Aydınlığa geçenler hep aynı Derecedeler, öyle mi?
V- Orasının Hapishânesidir. Cefâ çekerler. Kimisi müebbet hapistir, kimisi muvakkat.
İ- Yâni, Cehennem dediğimiz o Hapishâne midir, efendim?
V- Hayır. Burası Muvakkat İkametgâh'tır.
İ- Efendim, siz Dünyâ'dayken Hasan Âli Yücel'le de bir dâvânız vardı, ve bu dâvâ yarıda kaldı.
Bu husustaki düşünceniz nedir? (1)
V- Ben Medyum vâsıtasıyla anlatmaya çalıştım ve konuşmadım. Karşıma bütün
düşüncelerden tecerrüt ederek geliniz!
İ- Efendim, Ahmet Yıldız Bey diyorlar ki, "Bu sizin dâvâda Polatlı istasyonunda ben
kendisiyle konuştum. Bunu hatırlıyorlar mı? Ve o zaman kendilerine birşey söylemiştim."
V- Cevap: Bunda haklı olduklarını üç kere tekrar ettiler. Niye tekrar soruyor?
İ- Ahmet Yıldız Bey anlıyamadı.
V- Ben cevap verdim. Bundan sonra da muhtelif zamanlarda üç defa haklı olduğunu söyledim.
Neden tekrar soruyorsunuz?
İ- Evet, efendim. Şimdi hatırladılar.
V- Sonuncunun, Hasan Âli'nin Fenâ'ya intikâlinin haftasında bir konuşmada söylemiştim. (3)
İ- Medyumumuz'dan rica ediyorum, daha rahat konuşunuz. Anlaşılamadı.
V- Ne istiyorsunuz?... Ne istiyorsunuz?
İ- Son cümle anlaşılamadı.
V- Cevâbımı sonuncu defa tekrar edişim, Hasan Âli'nin Fenâ'ya intikal ettiği hafta,
müdde-i umûmî toplantısındadır. (3)
İ- Hasan Âli'nin Bekaa'ya intikalinden. (3)
V- "Kırkıncı gün beni rahmetle anarlar" sözünü beklememiştim.
İ- ??? Evet, efendim.
V- On gün evvel yine beni hatırladı. Bir kitabı karıştırırken hatırladı.
İ- Evet, efendim.
V- O meselede Hasan Âli sâdece tebasbus etmişti ve o zaman da, bu zaman da
vatan toprakları üzerinde bulunan şer kuvveti tesir ediyordu.
Ben hakla şerrin çarpışmasında bir vâsıta olarak hakkın müdâfiiydim. Mükâfatını gördüm.
İ- Evet. Başka var mı sual?... Efendim, Ahmet Yıldız Bey diyorlar ki, "Siyâsî gelişmeleri
nasıl görüyorlar?"
V- COŞKUN AKAN SULARIN ÖNÜNE İZ'AN, İNSAF BARAJLARI KURULMAZZA, O SUDAN
HAYIR YERİNE FELÂKET GELİR.
İ- Ahmet Yıldız diyor ki, "Kendi kurduğu partinin sonunu nasıl görüyor?"
V- O babasından "e üskürü mevtaküm bil hayr"ı öğrendi. Ölüler, ne kadar kötü olsalar,
hayırla yâdedilirler.
İ- Efendim, arkadaşlar, "Yassıada Mahkemeleri hakkında bize mâlumat verirler mi?" diyorlar. (6)
M-.... Anlıyamadım...
V- ... Kerremallah'ım da, "İhsan dağıtan Elim, tecziye eden Kılıcım görünmez" demedi mi?
İ- Anlaşılmadı.
V- Kerremallah'ım da, "İhsan dağıtan Elim, tecziye eden Kılıcım görünmez" demedi mi?
İ- Bunu iyi anlıyamadık. Acaba muhterem biraz daha açıklarlar mı?
V- Beyoğlum, Kerremallah'ım da, "İhsan dağıtan Elim, tecziye eden Kılıcım görünmez"
demedi mi?... Daha ne istiyorsunuz?
İ- ???
M- .... Affedersiniz...
İ- Konuşuyorlar.
M- ... "Sorsunlar," diyor.
İ- Efendim, Dr. İbrahim'in ricası: Hâfıza ve muhâkeme nedir?
V- HÂFIZA, BİR MADDÎ OLMAYAN MALZEMELER LÂBORATUVARIDIR. BU LÂBORATUVAR
VE İMÂLÂTHÂNEDEKİ MALZEME İLE FİKİR İMÂL EDİLİR. MUHÂKEME, BU FİKİR İMÂLİNİN
FİİLİDİR.
İ- Çok güzel!.. Nur içinde yatasınız. Üstâdım, bir de "Adâlet mülkün temelidir" sözünü
bize geniş anlamda anlatır mısınız?
V- Mükevvenat zannediyor musunuz ki, sâdece ilmâdan mühâsebe-yi câzibe-i arziye
kanunlarına tâbidir?.. Dünyâ'nıza benziyen binlerce dünyâlar üç direk üzerinde durmaktadır.
Bunlardan bir tânesi ADÂLET'tir. Hangi ülkede bu ihlâl edilirse, o ülke için evvelâ mânen,
bilâhâre ilâhî şekilde maddeten izmihlâl muhakkaktır.
Arşın altında da yazılı olan bu cümledir. Yalnız mülkün değil, FENÂ'NIN TEMELİ ADÂLETTİR!
İ- 2. ve 3. Direkler nelerdir, efendim?
V- Birisi UHUVVET ve MÜRÜVVET , diğeri İHSAN'dır. İHSAN'ın içinde KITLIK ve BEREKET vardır.
UHUVVET'in içinde de FAZİLET vardır.
Şimdi, efendim, Ahmet Yıldız Bey diyorlar ki, "Mareşal ile sizin D.P.'den ayrılmanızdan
dolayı pişman oldunuz mu?" (1)
V- Fenâ'da hatâlar ve sevaplar terâzi kefesine benzerler. TANRI'ya o zaman da hamdettim.
Burada hamd olmadığı için, nefiste maddî vücudumu yıkamadığım için bahtiyârım.
İ- Anlaşılmadı.
V- Fenâ'da hatâlar ve sevaplar terâzi kefesine benzerler. Bu hatâlardan birinin ağırlığı
burada insanı ya Karanlık Mıntıka'ya, ya Aydınlık Mıntıka'ya götürür. Fenâ'dayken Rabbânî
bir ikazla ayrıldığım o yerden ayrıldığıma hamdetmiştim. Burada hamd yoktur. Bedenimi
nefiste yıkamadığım için bahtiyârım.
İ- Muhterem üstâdım, arkadaşların arzusu üzerine Yeni Anayasa'mız hakkında görüşlerinizi
lûtfeder misiniz?
V- Hepiniz câhil insanlarsınız. Ne zaman HALKIN SESİ HAKK'IN SESİDİR düsturunu unuttunuz?
İ- Dr. Gazanfer Bey diyorlar ki, "Bu referandumda % 35 'Hayır' çıktı. Bu 'Hayır' oyunu atanlar
acaba demokrasi ve hürriyeti istemiyorlar mı?" (6)
V- Sual sâhibi gönüllerin diktatörü mü olmak istiyor?
İ- Gülseren Hanım diyorlar ki, "Millî Birlik Komitesi'nin çalışmaları nasıldır? Ve muvaffak olacak mıdır?" (6)
V- İki esasta cevap vereceğim: İlâhî emirler ikinci defa tekrar edilmezler. Edilmiştir!..
Büyük yükler ... Büyük yükler zorlu pazu kuvveti ister!..
İ- Arkadaşlar şahsî suallerini soracaklar. Müsaade eder misiniz, üstâdım?
M- ... "Evet," diyor...
İ- Hatice Çankaya Hanım zihnen soruyorlar.
V-... Oluruna bırasın! ZARDA ZARAR VARDIR!..
İ- Saadet Hanım soruyorlar, efendim.
V- ... Bir araya toplasın!
İ- Bir araya toplayın!
V- ... Aza kanaat, çoğu kazanmanın şartıdır.
İ- Hatice Hanım soruyorlar.
V- ... Evvelâ Ruhuna çöreklenmek üzere olan ifriti içinden kovsun! Ondan sonra vazifesini yapsın!..
Sonra da hak talep etsin!
İ- Ahmet Yıldız Bey soruyorlar.
V- ... VEBÂLLER, ÜZERİNİZE TONLARCA YÜK YAPAN HAVA GİBİDİR. ÖNCE HİSSEDİLMEZLER.
BOŞLUĞA GİDİNCE TESİRLERİNİ GÖSTERİRLER!
İ- Ahmet Yıldız Bey "Anlıyamadım, biraz daha açıklarlar mı?" diyorlar.
v- VEBÂLLER, OMUZLARINIZA YÜKLENEN FAKAT TESİRİNİ HİSSEDEMEDİĞİNİZ TONLARLA
AĞIRLIKTA HAVA GİBİDİRLER. ÖNCE HİSSEDİLMEZLER, BOŞLUĞA GİDİNCE
TESİRLERİNİ GÖSTERİRLER!
İ- Muhterem üstâdım, son olarak Medyumumuz hakkında birşey söylemek ister misiniz?
V- Pınar başına oturan adamın susamasına imkân yoktur.

(Celsenin bundan sonra kaydedilmemiştir.)

Celse'nin bu kısmını incelemeye, Muhterem Varlığı tanımakla başlıyalım.

(1) KENÂN ÖNER, 1881 yılında, İstanbul'da doğdu. İstanbul Hukuk Mektebini bitirdikten sonra 1922 yılında Adliye Vekâleti'nea girdi ve burada Teftiş Kurulu Başkanlığı'na kadar yükseldi. Bu görevi sırasında bir yandan da Ankara Adliye Meslek Okulu'nda ceza hukuku dersleri verdi. Sağlık durumunun bozulması nedeniyle 1925'te resmi görevinden ayrılarak İstanbul'a yerleşti. İstanbul’da serbest avukatlık yanı sıra Hukuk Fakültesi'nde hocalık yaptı.

T.B.M.Meclisi içinde muhâlefet, 1945 bütçe görüşmelerinde su yüzüne çıkmıştı. Mustafa Kemâl Atatürk'ün son başbakanı Celâl Bayar, Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak bütçeye red oyu verdiler. Asıl kırılma İsmet Paşa'nın "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" görüşülürken ortaya çıktı. Tasarının 17. ve 21. maddeleri tartışılırken Celâl Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Emin Sazak sert eleştiriler dile getirdiler. Bu yasanın görüşüldüğü günlerde Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, CHP Grubu'na Dörtlü Takrir adlı bir önerge verdiler. Önerge ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenlemeler yapılmasını öngörüyordu. Ancak Dörtlü Takrir 12 Haziran 1945 târihinde reddedildi . Bunun üzerine, Menderes ve Köprülü o günkü Vatan Gazetesi'nde, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı o güne değin örneğine rastlanmayan sertlikte yazılar yazmaya başladılar. Sonuç olarak Menderes, Koraltan ve Köprülü Eylül 1945'te partiden ihraç edildiler . Aynı gruptan olan Celâl Bayar ise önce milletvekilliğinden, sonra da CHP'den istifa ettti. Celâl Bayar, 1 Aralık 1945'te parti kuracaklarını açıkladı. İnönü tarafından Çankaya Köşkü'ne çağrılan Bayar, cumhurbaşkanından gerekli desteği aldıktan sonra, 7 Ocak 1946 günü Demokrat Parti (DP) kuruldu ve ilk kurultayını yaptı. Bu toplantıda özgürlük ve demokrasi arzuları bir defa daha vurgulanırken, bunları içeren Hürriyet Misâkı kabul edildi. Bunun üzerine CHP iktidarı tarafından DP'ye sert hücumlar başladı. Haziran ayında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Demokrat Parti Genel Başkanı Celâl Bayar arasında bir dizi görüşmeler yapıldı ve sonunda İnönü "12 Temmuz Beyannâmesi"ni yayınladı. Beyannâmede İnönü, siyâsî partilerin Türk demokrasisinin vazgeçilmez unsurları olduğunu vurguladı. Başbakan Recep Peker ayrıldı ve yerine Hasan Saka getirildi. DP içerisindeki bu yumuşama ve iktidarla düzeltilen ilişkiler tepki çekti ve bunun "güdümlü demokrasi" olduğunu öne süren bir grup partiden ayrıldı.

Kenân Öner'in siyasi hayatı 1946'da Demokrat Parti (DP) İstanbul il başkanı olmasıyla başladı, fakat bu pek uzun sürmedi. 1947'de DP Büyük Kongresi Başkanlığı sırasında ortaya çıkan bâzı görüş ayrılıkları yüzünden partiden istifa etti,

Bu grubu oluşturan, Fevzi Çakmak, Yusuf Hikmet Bayur, Kenân Öner, Osman Bölükbaşı, Sadık Aldoğan ve Yusuf Kemâl Tengirşenk, 20 Temmuz 1948'de Millet Partisi'ni (MP) kurdu. Böylece 12 Temmuz Beyannâmesi ile hem Cumhuriyet Halk Partisi, hem de DP sertlik yanlısı gruplardan kurtulmuş bulunuyordu. DP, 17 Ekim 1948'de ara seçimlerine, seçime güven duymadığı için MP ile birlikte katılmadı. 16 Ekim 1949 ara seçimlerinde de bu tavrını sürdürdü.

Kenân Öner siyâsî olayları yakından izlemeye devam etti. MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK 'ın ESKİ MAARİF VEKİLİ HASAN ÂLİ YÜCEL hakkında ileri sürdüğü "solculuk" suçlamasını dâvâ konusu yaptı ve o târihte siyâsî çalışmalarından çok bu dâvâ dolayısıyla ilgi çekti. Kısa bir süre sonra da, 1949 yılında vefat etti.

(2) SARAÇOĞLU ŞÜKRÜ BEY'in adı MAHMUT ESAT BOZKURT celsesinde geçmişti. Kendisiyle 21.7.1961 târihli Celse'de görüşülmüştür. Hayatı hakkında bilgiyi o zaman vereceğiz. Şimdilik sâdece Mehmet Şükrü Saracoğlu'nun (1886-1953) siyâset ve devlet adamı olduğu, 1924 ile 1938 arasında değişik hükûmetlerde Maarif Vekili, Mâliye Vekili, Adliye Vekili olduğu, 1938-42 arasında Hâriciye Vekili,1942-46 arasında Türkiye Başvekili, 1948 ile 1950 arasında da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olduğunu, İsmet İnönü ile beraber II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'yi savaşın dışında tutan politikalara yön verdiğini belirtmekle yetineceğiz.

(3) Medyum, Hasan Âli Yücel'den bahsederken "Fenâ'ya intikâli" diyor... "Bekaa'ya intikâli" olması gerekirdi, İdâreci düzeltiyor. Bu yanlış nakil Medyum'dan kaynaklanıyor. Varlık'tan öyle aldığını zannediyor herhalde...

Celse'de sorulan sualler ve verilen cevapları değerlendirmeyi siz okurlarımıza bırakıyoruz. Katılmadıklarınız olursa, bize yazabilirsiniz... Şunu unutmıyalım ki, görüşülen Varlıklar beşer Ruhlarıdır. Yâni, sizden bizden farklı değildir. Belki eğitimleri ve tecrübeleri, bir de Âhıret Âlemi'nde edindikleri Mertebe açısından bizden daha bilgilidirler, o kadar. Biz de hep verilenleri sorguluyoruz.

(4) Kenân Öner'in Şükrü Saraçoğlu ile olan ihtilâfı sorulmuş... Her iki Muhterem Varlığın hayâtlarını inceledik, bu konuda bilgi bulamadık. Varlık ta zâten "artık birşey kalmadığı"nı belirtiyor... Celse'ye ikisi berâber geliyorlar...

(5) "İnna lillâh ve inna ileyhi râci'ûn" ifâdesi Bakara Sûresi 156. Ayeti'nde geçer, "biz Allah'tanız ve muhakkak O'na döneceğiz" demektir. Hep akılda tutulması gerekir.

(6) Bu Celseler'in yapıldığı târih 1960-1961 yıllarıdır. 27 Mayıs İhtilâli'nin olduğu, başta Millî Birlik Komitesi'nin bulunduğu, Yassıada Mahkemeleri'nin yapıldığı, Yeni Anayasa'nın referanduma sunulduğu günlerdir... Bunları unutmıyalım. Bu konularda bilginiz yoksa, geri dönüp İnternet'teki o sayfalara bakmanızı tavsiye ederiz.

Az kullanılan kelimelere gelince, İZZET , "büyüklük, yücelik, ululuk, değer, kıymet, kuvvet, kudret, hürmet, saygı, ikram, iz'an, bir kimse zelil iken kavi ve kudret sâhibi olması, ziyâdelik, üstünlük" anlamlarına gelir. Celse'de İZZET PINARI diye gecen tâbir, "ALLAH'ın kuvvet, kudret, nimet bahşettiği ikram pınarı" demektir.
TEMENNİYÂT , "temenniler, dilekler, istekler" demektir.
İHTİLÂF , "ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık" demektir.
SÜFLÎ , "aşağı, aşağılık, bayağı, âdi, (insan için) kılıksız, pis kılıklı, hırpânî"" demektir.
MAHBES , "hapishâne, cezâevi" demektir.
TEBASBUS , "yaltaklanmak, kendini küçülterek riyakârlıkla kendini beğendirmeğe çalışmak" demektir.
MÜDÂFİ , "savunucu" demektir.
TECZİYE , "cezâlandırma" demektir.
İLMÂ , "parlatma, belirleme, işâret etme, çalma, hırsızlama, sirkat" demektir. Cümleye pek oturtamadık. Ama yine de "ALLAH'ın ilminden zar-zor ulaştığınız, çaldığınız" anlamına yorduk.
MUHASEBE , mâlûm, "hesaplaşma, karşılıklı hesap görme, hesap işleriyle uğraşma" demek...
CÂZİBE-Yİ ARZİYE , "yer çekimi" demektir. Celse'de "Mükevvenat zannediyor musunuz ki, sâdece ilmâdan mühâsebe-yi câzibe-i arziye kanunlarına tâbidir?" cümlesinde geçiyor. "Koca Kâinat, bir tek zor-zor öğrendiğiniz yer çekimi kanunlarının hesâbına mı dayanır sanıyorsunuz?" anlamındadır.
UHUVVET , daha önce verdik, "kardeşlik, dostluk, arkadaşlık" demektir.
MÜRÜVVET , "cömertlik, yiğitlik, mertlik, insanlık, iyilikseverlik, insaniyet, insanlığa uygun olan şeyi yapmak, güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve halleri bırakmak" demektir. Ayrıca "bir âilede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri gibi olaylardan duyulan mutluluk, sevinç" anlamı da vardır ama, buradaki o değil.
İHSAN , "iyilik, lütuf, bağışlamak, iyilik etmek, iyi davranmak, bağışta bulunmak, bağışlanan şey, kayra, lûtuf, inâyet, atıfet, karşılık beklemeden yapılan yardım" demektir.
KEREM, "Cömertlik, el açıklığı, bağış, bağış olarak verme, iyilik, eli açıklık, lûtuf, soyluluk, ululuk, büyüklük, asâalet" demektir. KERREMALLAH , "ALLAH'ın cömertliği" demektir.
DÜSTUR , "genel kural, esas, prensip, yasaları içine alan kitap" demektir.

Geldik KEVSER ŞARÂBI'na... KEVSER, KUR'AN-I KERİM'de "iİnnâ a'taynâkel kevser" âyetiyle geçer. (Kevser Sûresi, 1. Âyet) "Muhakkak ki, Biz, sana Kevser'i verdik" demektir. "rabbu-hum şarâben tahûrâ" âyeti de (İnsan Sûresi, 21. Âyet) "onlara tertemiz bir şarap içirmiştir" demektir. Hep "içecek" diye tercüme edilmiş... Gerçekten de ŞARAB , "üzüm veya başka meyve sularını türlü yöntemlerle mayalandırarak elde edilen alkollü içki, mey" demekse de; Arapça'da "şurup, şerbet, meşrubat" kelimelerinde olduğu gibi "içecek" anlamına da gelir...

Ancak "meselul cennetilletî vuidel muttakûn.... ve enhârun min hamrin lezzetin liş şâribîn" (Muhammed Sûresi, 15. Âyet) " Kötülükten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şöyledir: Cennet'te içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar (var)" demektir. Lezzet veren.... Başka bir yerde "beydâe lezzetin liş şâribîn lâ fîhâ gavlun ve lâ hum anhâ yunzefûn" (Saffat Sûresi, 46-47. Âyetler) "başağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kadehler sunulur" ifâdesi "lezzet veren"e eklenince, ALLAH'ın insanlara Cennet'te temiz, sarhoş etmeyen bir şarap içireceği sonucuna varılmıştır, kaçınılmaz olarak, KEVSER ŞARÂBI olmuştur... Hatta rahmetli ÖMER HAYYAM , Âhıret Âlemi'nden verdiği bir şiirde:

CÂİZ Kİ ŞARÂB, CENNET'E GİTTİN Mİ İÇERSİN,
İTLÂB-I MEZAK, DOST, BU KADAR ZEVKLİ Mİ, DERSİN
MÂDEM Kİ OL_ÂB BÖYLECE MAKBÛL. NİYE BEKLE?
CENNET ŞU GÖNÜLDÜR, BUNU BİL, İMDİ İÇERSİN!

demişti... Şiir "Ser'i" diye bilinen aruz vezniyledir, ona uygun okunmalıdır.

Birileri diyor ki, "Dünyâ'da haram olan şarap, Âhıret'te nasıl helâl olur?.." Daha önce belirtmiştik, Bektâşîler şarap için, "ehline helâl, nâehline haram" derler ki, doğrudur. Zâten şarap, içmesini bilmeyenler yüzünden "haram" olmadı mı? Şarabın nasıl haram olduğunu daha önce anlatmıştık.

Bu sefer fazla uzatmadan Celse incelemesini tamamladık. Aslında tamamlamadık. Varlığın ifâdelerini incelemek size kaldı... Hadi, iş başına!.. .

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR