BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9

Bu sefer de tanınmış din ve tasavvuf ehli Muhterem Şahsiyetler'le yapılmış olan bir Celse'yi vereceğiz.

Medyum yükselirken Karanlık Tabakalar'dan geçtikten sonra hissettiklerini anlatmaya başlar.

Varlık : Seyyit Nesimî
Târih : 14 Aralık 1960
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisal
Medyum: Ali

İdâreci- Yükseliyorsunuz. Gördüklerinizi ve hissettiklerinizi lûtfen söyleyiniz.
Medyum- ... Koku duydum...
İ- Burada durunuz. Derin derin nefes alarak ciğerlerinizi doldurunuz.
M- ... Etrafımdan başları yerde, bir kadın, bir erkek grubu halka olmuş vaziyette dönmeye başladılar...
İ- Bu Muhterem Varlıklar kimlermiş?
M- ... Birisi ayrıldı... Bana doğru geldi... Ben elini öpmek istedim... Kaşlarını çattı... Uzaklaştı benden...
İ- Dolaşmaya devam edin. Muhterem Varlıklar'la Temas temin etmeye çalışın.
M- ... Oturduğum yerden kalkamıyorum...
İ- ... Sizi rahatlattım. Kalkabilirsiniz.
M- ... Tekrar geldi...
İ- Görüşmek istediğine göre, bu Muhterem Varlık kimdir?
M- ... Birşey söyledi, anlamadım... Eliyle itti... "Câhil!" dedi...
İ- Bizi bağışlasınlar.
M-... "Siz bir müddet aradan çıkın," diyor...
İ- ??? Bizimle doğrudan doğruya mı görüşmek istiyorlar?
M-... "Niçin kulun emrine tâbi oluyorsunuz?" diyor...
İ- Bizimle görüşmek istiyorlar mı?
M- ... HURUFÎLİK ...(1) SEYYİT NESİMÎ... SEYYİT NESİMÎ... (2) ENEL HAK... (3)
i- Hoş geldiler Meclisimiz'e... Kendilerine minnettârız.
M- ... 873 Hicrî'de, Bağdat'ta, benim gibi câhil insanlar öldürmüşler...
... Yüzde TANRI'nın tecellisini görmüş... Hurûfîlik Âdem'den evvel varmış....
Cennet nimetleri Fenâ'da inanmaya hürmet edenlerin olacaktır....
Derisini yüzmüşler... Hurûfîliğin kurucusu SEYYİT NESİMÎ... (2)
V- Ne istiyorlar?
İ- Bize yaşadığı devre dâir târihî mâlûmat verirler mi?
M- ... Aydınlık içinde karanlıkta kalmış insanların devri imiş... LEVH-İ MAHFUZ'da (4) onun kaderi ters olarak görülmüş...
V- Neden öğrenmek istiyorlar?
İ- O zaman hakkındaki târihî mâlûmatı öğrenmek, bizim Tekâmülümüz bakımından elzemdir de, onun için rica ediyorum.
O devri yaşamak istiyoruz.
M- "Kaybederler," diyor.
İ- Neyi?
V- O devri yaşamak isterlerse, kaybederler.
İ- Öğrenmek için istiyoruz.
V- Okusunlar!.. Ne istiyorlar?
İ- Anlatmıyacaklarsa, bizim şahsî suallerimiz var. Müsaade ederlerse soralım.

V- OLGUNLAŞMAK İÇİN YANMAK LÂZIM!

İ- Bu yanmadaki kasıt, ilâhî bir yanma mıdır? Yoksa ilim ışığında bir yanma mıdır?
M- ... Kendisi yalnız elinin yanığını biliyor... Kahkaha ile gülüyor. (5)
İ- Bizi bağışlasınlar, câhiliz.
V- Üzülmesinler... Fenâ'dakilerin bilgi hududu ancak tenâsül ve tereddinin halline yarar. Hepimiz birbirimize benzeriz.

AYIN HER GÖRÜNÜŞÜ, YANMAYA BİR ADIM DAHA ATMA VESİLESİDİR.

Hamlığın karanlığı içinde havâsât-ı nefsâniyeme uyarak yıllar boyu vakit geçirdim. Hidâyete kul oldum. Vakit çok geçti. Tenâsül ve tereddiye tapanlar benden hınç almak istediler. Ten kafam onlarla birlikti. Onlarınkini HÂLİK'in emriyle onlara verdim. Şimdi onlar teker teker buraya geldikçe, ilâhî müsaade ile yaptıklarının aksini yapıyorum. Fenâ'da giydiğim melâmet hırkası, şimdi nur-u ilâhî şeklinde tecelli etti. ... (6)

M- ... Buradakiler "evet" diyorlar. Ona çok hürmet gösteriyorlar. Etrafındakiler hep kendisine Fenâ'da iken sıkıntı verenlermiş... Şimdi peşini bırakmıyorlarmış... (Medyum teşevvüş içinde)... Ayırttı beni!..
Bir ses var... O sesi duyunca hepsi yere kapandı... O da yok... Kayboldu!...

Burada biraz duralım, verilmiş olan bilgileri inceden inceye tahlil edelim...

Şimdi biz yukarda "tanınmış din ve tasavvuf ehli Muhterem Şahsiyetler'le" olan bir Celse nakledeceğizimizi belirtmiştik. Ancak ilk sayfamızda da "Peygamberlerle, Dört Halife ile, öyle pek Muhterem Varlıklar'la görüşülemiyeceğini, bu adları verenlerin aldatma gayreti içinde olduklarını" yazmıştık.... Acaba bu gelen gerçekten Seyyit Nesimî mi? Çünkü Seyyit Nesimî Bektâşîler'ce, Alevîler'ce sayılan sevilen çok Üstün bir Şahsiyet'tir. Öyle kolay kolay herkes ile İrtibat'a geçeceği düşünülemez.

(2) Fikir yürütmenin tek yolu, SEYYİT NESİMÎ'yi tanımak, verilen bilgilerde onu aramaktan geçer: Asıl adı Ömer'dir. Seyyid, yani Peygamber soyundandır. Aleviler, Bektâşiler, Şiiler Ömer adını sevmezler. Ama işte Hz. Ali'nin sülbünden gelen Nesimî'nin adı Ömer'dir... Çoğu Alevî-Bektâşî bunu dahi bilmez! Bilmez de, Ömer adına kızar, hatta küfreder!.. Câhilin sünnîsi, alevîsi olmaz, câhil câhildir, cehâlet son derece kötüdür.

Nesimi'nin asıl adı, Şiiler'in arasında dolaştığı için, unutulmuş, bu unutkanlık Anadolu'ya da yansımıştır. Bizden de hemen hiçbir Alevi Seyyid Nesimi'nin asıl adını bilmez. Şiiler'in baştâcı şâiri HAYYAM'ın adı da ÖMER HAYYAM'dır. Ondan da ibret almazlar!

Seyyit Ömer, Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğduğu için Nesimi diye anılır, derler. Ancak böyle bir kasaba, köy tesbit edilememiştir.

Bir Türk şâiri olan Seyyid Nesimi, soyunun Peygamber'e dayandığını anlatır ama, esas öğündüğü husus başkadır:

- "Gerçi bugün Nesimi'yem, Haşimi'yem, Kureyşi'yem...
Bundan uludur âyetüm, Âyet-ü şâna sığmazam!..."

Gençliğinde Sihabüddin Fazlullah'a mürid oldu. Ondan Hurufiliği benimsedi... Şeyhi, 1394'de Timur'un oğlu Miranşah tarafından öldürülünce Anadolu'ya geldi.... Suluca Karahöyük'teki Pir Evi'ne (Hacıbektaş ilçesi) uğramış, ama saklanmamış, yine Hurufiliği yaymaya çalışmıştır.

Namaz kılmaya gerek olmadığını savunan Seyyid Nesimi, imânsızlıkla suçlanarak gittiği Halep'te, 1404 yılında, Halife El Müeyyed'in fermanı ile şehit edilmiştir. Hem de boynu vurularak ve derisi yüzülerek!

Nesimi; Şeriatı da, Tarikatı da, Mârifeti de aşmış, Hakikat mertebesine ulaşmış ululardandı. Onun için herşey iyi, herşey güzeldi... "İman edinceye kadar ibâdet ediniz," (Hicr Sûresi, 99. Âyet) gereğince ibâdete ihtiyâcı kalmamıştı. Bir hatâsı, kendini bir tarikatın savunucusu durumuna sokmasıydı. Hurufilik, öyle herkese uygun ve kolay bir tarikat değildi. Çoğu kişinin sapıtma ihtimâli vardı. En önemlisi de Nesimi, Hallac-ı Mansur gibi sırrı ifşâ etmişti. Hem de kardeşinin îkazına rağmen!..

Söylendiğini göre Nesimi,

"Bende sığar iki cihan, Ben bu cihâna sığmazam
Gevher-i lâmekân benem, Kevn-ü mekâna sığmazam"

gibi şiirler söyleyince, kardeşi ona şu beyti yazıp göndermiş:

"Gel bu sırrı kimseye fâş eyleme,
Hân-ı hası ammeye âş eyleme!.."

Ama Nesimî dinlemedi, bu yüzden başını verdi.

Seyyid Nesimi'nin hem Türkçe, hem de Farsça şiirleri vardır. Ama bunlara başka şâirlerin şiirleri de karışmıştır. Özellikle kendinden üç asır sonra, XVII. Asır'da yaşamış olan Kul Nesimi'nin pek çok şiiri Seyyid Nesimi'ye mâl edilir. Bektâşî, Alevî meclislerinde dilden dile dolaşan bu şiirlerle Seyyid Nesimî'ninkileri ayırmak zorlaşır.

Halbuki Seyyid Nesimî, Alevî meşrepli Hurûfi'dir. Türk'tür ama, genelde Farsça da yazar, hep aruz vezni kullanır. Kul Nesimî ise müfrit sayılacak ölçüde Alevî'dir. Hece vezniyle yazar, Farsça bilmez ve dili Seyyid Nesimî'ninki kadar zengin değildir.

Seyyid Nesimi'ye boynunu vurduran mısralardan bir kaçını tekrarlayarak, Hazret'i yâdedelim:

"Her zerre güneşten oldı zâhir
Toprağa sücud kıldı tâhir
Külli yer-ü gök Hak oldı mutlak
Söyler def-üşeng-ü ney "ENEL HAK"

Çün mü'mine mü'min oldı mir'at
Mirâtına bah u anda gör ZAT
Âdem'de tecelli kıldı ALLAH
Kıl âdem'e secde, olma gümrah!.."

Bu şiirlerin Seyyid Nesimi'ye atfedilen

"Nesimi'ye sordular ki
Yârin ile hoş musun?
Hoş olayım, olmayayım
O yâr benim, kime ne?"

diye biten şiir ile üslûp farkı, açıkça görülmektedir.

Görüyoruz ki, dinin şekil yönünü, yani ŞERİAT'ı, 650'lerden başlayarak mezhep imamları tesbit etmiş, bu iş 950'lere kadar sürmüştür. Dinde derinleşmeyi, yani TARİKAT yönünü de Hz. Ali'den başlayarak imamlar, sonra Seyyidler ve zaman zaman ortaya çıkan Hasan Basri, Cüneyd Bağdadi gibi zatlar sağlamıştır. Türkler'in İslâmiyet'te ön plâna çıkmasını sağlayan bakış açısını ise Ömer Hayyam, Nizâmî, Hafez, Hallac-ı Mansur ve Nesimi'den elde etmişizdir. Horasan ahlâkı, Horasan kültürü, Horasan'ın İslam anlayışı, Yâni TÜRKLER'İN İSLÂM ANLAYIŞI dünyanın en yüce İslam görüşünü oluşturmuştur.

(1) HURÛFÎLİK , Fazlullah-ı Hurûfî (ölümü Hicrî 796 / Milâdî 1394) tarafından XIV. yüzyılda İran coğrafyasında kurulmuş olan Hurûfîlik, şahsına münhasır bir dinî akım olarak gelişmiş, doğuda Hindistan, batıda ise Anadolu ve Balkanlar'a kadar etki alanına sâhip olmuştur. Huruf, "harfler" demektir. Hurufîlik, "harflerden ve sayılardan mânâ çıkarmak" demektir.

Fazlullah, kendinden önce de vârolagelen "harflere bâtınî anlamlar yükleme" çabasını daha da ileri götürerek, yeni bir sistem kurmuştur. Ne var ki, onun ölümünden bir müddet sonra Hurûfîlik, kendi müstakil yapısını koruyamamış, başka dinî akımların içerisine nüfuz ederek varlığını devam ettirmiştir.

"Hurûfî" kavramı, harf'in çoğulu olan huruf'tan türetilmiştir. Sözlükteki anlamı "harflere tâbi olan, harflerle uğraşan" demektir. Hurûfîliğin temeli, eski çağlardan gelen ve harflerle sayıların kutsallığını kabul edip, bunlara çeşitli sembolik anlamlar yükleyen anlayışa dayanır. Çok eskiden beri tabiatta varlığı kabul edilen gizli güçler şekil ve harflerle ifâde edilmeye çalışılmış, sonuçta tabiat bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi tekniklerle "hurûf" ilmi adı altında ilimler ortaya çıkmıştır. İslâm düşüncesinde harflerle ilgili yorumlar denildiğinde ilk akla gelen ebced kavramıdır. Ebced, Arap alfabesindeki her harfin bir sayı değeri olduğunu kabul eden ve hesap etmek için kullanılan sistemdir.

(2) Varlık ölüm târihini Hicrî 873 olarak veriyor ki, Milâdî 1468 eder. Halbuki Seyyit Nesimî 1404'de öldürülmüştür. Tarih tutmadı!.. Ama ölümü hakkında söyledikleri doğru.

Kendini "Hurûfîliğin kurucusu" olarak tanıtıyor, doğru değil!.. Hurûfiliğin kurucusu Fazlullah-ı Hurûfî'dir. Nesimî ona mürid olmuştur. Ancak belki Hurûfilik'te Fazlullah'tan daha çok adı geçer.

Fazlullah, Bâtınîler’in te’vil metotlarıyla harflerin değerini ve sayılarla olan münasebetini belirleyerek dinî emir ve mükellefiyetleri Arap ve Fars alfabelerindeki harflere irca etmiştir. Kur’an dili olan Arapça’da 28, Farsça’da 32 iki harf vardır. Farsça’daki dört fazla harfin yerine Arapça’da lâmelif bulunmaktadır. Bu harf okunduğu gibi yazılırsa dört harf eder . İnsanın yüzünde iki kaş, dört kirpik ve saçtan ibaret yedi siyah hat mevcuttur. İnsan bu yedi hatla doğduğu için bunlara “hutût-ı ümmiyye” (anne hatları) denir. Bunlar “hal” ve “mahal” yani hatlar ve yerleri bakımından hesaplanınca 14t sayısına ulaşılır. Erkekte ergenlik çağında beliren yedi hat daha vardır. Bu hatlar yüzün sağ ve sol yanlarında iki bıyık, iki sakal, iki burun hattı, bir de dudak altındaki hattan oluşur ve bunlara da “hutût-ı ebiyye” (baba hatları) denir. Bu hatlar da hâl ve mahâl itibâriyle toplanınca 14 sayısı elde edilir. Böylece anne ve baba hatlarının toplamı 28'e ulaşır, bu sayı ise Kur’an’ın 28 harfine tekabül eder. Saç ve dudak altındaki hatların ortadan ikiye ayrılması ile elde edilen dört hat 28'e eklenince anne ve baba hatlarının toplam sayısı hâl ve mahâl itibariyle 32'ye ulaşmış olur ki bu sayı Câvidânnâme’nin yazıldığı 32 harfe karşılıktır.... Câvidannâme bende var.

Fâtiha sûresi Kur’an’ın özüdür ve yedi âyettir; yedi de adı vardır. Bu sûre yüzdeki yedi anne hattına karşılıktır ve Fâtiha okunduktan sonra elin yüze sürülmesi buna işarettir. “Âmin” denirse sûre sekiz âyet olur. Sünnet uyarınca saç da ortadan ikiye ayrılırsa baba hatları sekiz olur. Fâtiha sûresinde Arapça’daki yedi harf bulunmadığı gibi kadının yüzünde de baba hatları yoktur. Bu sebeple Fâtiha’ya “ümmü’l-kitâb” denilmiştir. Kur’an’ın sırrı 29 sûrenin başında bulunan hurûf-ı mukattadadır. Bunların tamamı 14 harften ibarettir. Bu harfler söylendiği gibi yazılırsa, sayı 17'ye çıkar. Bu 17 harfe “muhkemât” denir. İnsan günde farz olarak 17 rek‘at namaz kılar. Muhkemât buna işarettir. 17 harfin dışındaki 11 harfe “müteşâbihat” denir. Seferî birinin kıldığı 11 rek‘at namaz da müteşâbihat sayısıncadır. Bunların toplamı 28 eder. Fazlullah böylece bütün dinî hükümleri 28 ve 32 sayısına tatbik edip, bu harflerin insanda da olduğunu kabul eder. Fazlullah’a göre ilâhî feyze ancak rüya yoluyla ulaşılabilir. “Beni gören Hakk’ı görmüş olur” anlamındaki hadis ilâhî feyiz kapısının açık olduğunu göstermektedir.

(5) Varlığın kahkaha atması da hafiflik timsâlidir. Genelde üstün şahsiyetler kahkaha atmaz. Ancak tutucu sünnî inanca değil de, Hurûfîliğe bağlı Nesimî böyle davranır mı, bilinmez.

Bâzı kelimeler var ki, bilinmesi gerek... TENÂSÜL, nesil'den gelir "cinsiyet" demektir.
TEREDDİ, "yozlaşma" demektir.
(6) MELÂMET "kınama, ayıplama" demektir. Ama başkasını değil, kendini kınayıp yola getirmeye çalışmaktır. "Melâmet Hırkası" ise Kul Nesimî'nin

Ben melâmet hırkasını
Kendim giydim eynime
Ar-u nâmus şişesini
Taşa çaldım, kime ne?

türküsünde geçer.

HAVÂSAT-I NEFSÂNİYE, "nefsin bitmez tükenmez arzuları, hevesleri" demektir.
HİDÂYET, "doğru yol, Hak yolu, hak olan Müslümanlık yolu, Hak yoluna, doğru yola girmek, müslüman olmak, Hak yolunu, doğru yolu gösterme, doğruluk. İslamlık, hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp, doğru yola girme, dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşma" demektir. .

(3) ENEL HAK , "Ben HAKK'ım" mânâsındaki HALLAC-I MANSUR'un ifâdesidir. Bu tâbiri Seyyit Nesimî de kullanmışır.

(4) LEVH-İ MAHFUZ , kelime açısından "korunmuş levha" demektir. Daha önce de vermiştik. Yaradılmışlar hakkındaki geçmiş, gelecek bütün bilgilerin bulunduğu kitap demektir. Orada herşey yazılıdır. LEVH-İ MAHFUZ ve KADER mevzuunu merak ediyorsanız; TALÂT PAŞA Celsemiz'e bakmanız gerekecek.

Şimdi bu varlık Seyyit Nesimî mi?.. Yoksa Seyyit Nesimî diye bilinen Âşık Nesimî mi?.. Seyyit Nesimî adıyla görünen başka bir Üstün Varlık mı?.. Vasat bir Varlık mı?.. Geri bir Varlık mı?

Geri bir Varlık olduğunu sanmıyoruz. İki hatâdan başka bütün verilenler doğru, mantıklı ve aydınlatıcı. Tebliğ olarak büyük harflerle yazdığımız kısımlar, üzerinde durup düşünülecek kıymetli ifâdelerdir.

Bizce, daha evvelce de belirttiğimiz gibi, bu yanlışlar neden meydana gelmiş olabilir?.. Yâni,Seyyit Nesimî diye gelen bir Varlık, niye Fazlullah-ı Hurûfî'nin kuruculuğunu kendine mâletsin?.. İyiniyetle yaptığımız ilk değerlendirmede, Medyum'un yanlış naklettiğini düşünebiliriz... Târihi de... Bu şekilde "yanlış nakil" olayları sık olmaktadır. Daha sonra ya Medyum kendi düzeltir, ya da sonraki Celseler'de gelen Varlıklar bir düzeltme yaparlar... İkinci ihtimal, bâzı Üstün Varlıklar bizi imtihan ederler. Acaba verilen Tebliğleri yeteri kadar inceliyor, gerekli araştırmaları, çalışmaları yapıyor muyuz, diye... Böyle bir gâye ile verilen yanlış bilgiyi, ya siz araştırırken bulursunuz, ya da sonraki Celseler'de gelen Üstün bir Varlık doğrusunu verir, ve size yeterince araştırmadığınız içini sitem eder, hatta bâzen azarlar. Böyle durumlarla da çok karşılaştık...
Üçüncü ihtimal, yine Üstün bir Varlığın kendilerince geçerli bir sebepten dolayı "Seyyit Nesimî" olarak göründüğü şeklindedir.... Böyle bir durumla daha sonraları karşılaştık. Belki bir çok defa... ama birisinde açıklama yapıldı. EINSTEIN diye gelip Kâinat ve Fizik konularında doğru bilgiler veren Varlığın, aslında "bir matematik öğretmeni" olduğu, başka Üstün bir Varlık tarafından söylendi. Bu bir aldatma değildi. Çünkü saçma, yanlış bilgiler verilmemiş, uygunsuz taleplerde bulunulmamış, Medyum'da rahatsızlıklar hissedilmemişti. Tek sebep, bizimle İrtibat'a geçen o öğretmenin kendi kimliği ile karşımıza çıktığı takdirde, hakettiği ilgiyi görmiyeceği gerçeği idi. Halbuki onun bize nakletmek istediği, gerçekten önemli bilgiler vardı.

Biz sık görülen bu tarz bir uygulamayı "aldatma" saymıyoruz. Çünkü zararlı bir yanı yok. Ha Ali gelmiş, ha Veli... Verdiği bilgi mühim. Ancak hâzirûnun, Spiritualist tâbirle avranın dikkati ve ilgisi ancak böyle çekilebiliyorsa, Öte Âlem'de bu mubah sayılmaktadır

Varlığın Seyyit Nesimî olup olmadığını tesbit için kendisi hakkında, Hurûfilik hakkında, o dönem hakkında, dönemin halifesi hakkında, din ve tasavvuf hakkında sorular sorulmalıydı. Bu da tabii bilgi, vukuf gerektirir... Bizce bu Varlık, Geri değildir. Vasat bir varlıktır.

Celse'yi nakletmeye devam ediyoruz.

Varlık : Hazret-i Ali
Tarih : 14 Aralık 1960
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisal
Medyum: Ali

Medyum - ... Başka bir diyar... Ses devam ediyor!... Çok sıcak.... Ohhh!... oooh!...
İdareci - Sükûnet bulunuz.... Rahat nefes alıyorsunuz.
M- .... HAZRET-İ ALİ.... (7)
İ- Hoş geldiler Meclisimiz'e... Hürmetlerimizi söyleyiniz lûtfen.
M- Aradan çekiliniz!...... ...Alnımdan öptü... Beni de bir tüle sardı... Şimdi üşümüyorum artık...
İ- Lûtfen yüksek sesle.
M- ... Kucakladı, alnımdan öptü.
İ- Ne mutlu size!..
M- ... Üşüyordum, beni tüle sardı.... Çok rahatım... Çok güzel... Nefis saçlar... koku...
"Ne istiyorlar?" diyor.
İ- Ben ve arkadaşlarım huzurlarında hürmetle eğiliyoruz. Ellerinden öpüyoruz. Dua ediyoruz.
M- ... HÜDÂ'nın şefkati üstlerine nur olsun!
İ- Nur içinde yatsınlar. Zâten nurdurlar.... Bizden bir emirleri var mı? İrşatları var mı?
M- ... Çok az vakti varmış...
İ- Bu az vakitte lûtfen bize irşatta bulunsunlar.
M- ... Haknâşinaslık olurmuş...
İ- Lûtfetsinler. Kendi seslerini duyabilir miyiz?
M- ... Hakikatin sesini duymaya çalışsınlar.... Sorunuz.
İ- Bu suallerimiz şahsî mi olsun, yoksa bilgi için mi?
M- ... Nasıl isterlerse.
İ- Medyum'un suali: Ruhların artması, çoğalması nasıl oluyor?...

V- FENÂ'DA VE UKBA'DA ARTIŞ DİYE BİR ŞEY YOKTUR.

İ- Dünyâ'da canlı Varlıklar arttığına göre, her Varlığın bir Ruh'u olduğuna göre, bir artma hissediyoruz. Bizi irşat buyursunlar.
M- ... "Sorunuz," diyor...
İ- Bu hususta bir cevap vermiyecek mi?
M- ... Vermiş cevap...
İ- ELEST MECLİSİ'nde (8) toplanan Ruh sayısı kadar mı, bugünkü Ruh sayısı?
V-- Cevabı ilk sualinizin içindeydi.
İ- Gene Medyum'un suali: İlerde bedenin varlığı bâki kalmak kaydiyle, Ruh'un değişmesi kaabil olabilecek mi?
V- Hududu tecâvüz ediyorsunuz.... Çok az vakit kaldı.
İ- Kerem kılsınlar.
M- ... Gitti!..

Burada da durup verilenleri gözden geçireceğiz... Daha önce dedik ki, "Peygamberler ve Dört Halife gelmez... Biri, 'geldim' diyorsa, aldatıyordur."

Ancak ALDATMA olan Celseler'den dahi çıkarılacak dersler vardır. Tabii eğer tehlikeli bir durum yoksa!.. Tehlike varsa, Medyum rahatsızsa, derhal oradan uzaklaşmalı, Medyum ya yükseltilmeli, yükselemiyorsa, indirilip Ruh ve beden münâsebetleri birleştirilmelidir.

Celse İdârecisi câhil, ama bizce burada doğru yapıyor. Varlığı hemen "Sen Hazret-i Ali olamazsın" diye terslemiyor. Anlamaya çalışıyor. Ama gözünden kaçanlar var.

Medyum önce, "Çok sıcak.... Ohhh!... Oooh!." diye ızdırap çekiyor, sonra "Beni bir tüle sardı... Şimdi üşümüyorum artık" diyor. O sıcaktan soğuğa nasıl geçti, ne zaman geçti?.. Hangi hissiyatı gerçek? Bu tesbit edilmemiş!..

Sonra Celse İdârecisi "Bizi irşat etsinler" diye çok mâkûl bir talepte bulunuyor, Varlık "Haknâşinaslık olur" diyor. Haksızlık olurmuş!.. Ne haksızlığı?.. "Niye? Nasıl?" diye sorulması gerekirdi.

İdâreci, Medyum'un Ruhlar hakkındaki sorularını soruyor. Verilen cevaplar doğru ama tatmin edici, yâni, soranların anlıyacağı şekilde değil. Çünkü Kur'an'da "Sana ruhu soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir (O'nun bileceği şeydir). Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir" (İsrâ Sûresi , 85. Âyet) denildiği gibi, fazla bir bilgi alma ihtimâli yoktur.

Kelimeleri incelersek, FENÂ, Dünya demekti, daha önce belirtmiştik... UKBA, "Ahıret Âlemi, Öbür Dünya" demektir....
ELEST MECLİSİ,(8) "Bezm-i Elest" diye de bilinir. "Ruhlar'a 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' hitabının yapıldığı ve Ruhlar'ın da 'belâ / Evet' diye toplu olarak cevap verdikleri meclis" anlamında kullanılmaktadır. KUR'AN'da anlatılmaktadır. Genelde A'raf Sûresi , 172. Âyet'in sâdece "e lestu birabbikum, kaalû belâ"- "Ben, sizin Rabbınız değil miyim? demişti. Onlar da 'Evet,' demişlerdi." kısmı alınır. "Kaalu Belâ'dan beri" dendi mi, "Ruhlar'ın 'evet' dediği andan beri" , yâni "ezelden" anlamı kastedilir. Âyetin tümü şöyledir:

- "ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim,
elestu birabbikum, kaalû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn"
- "Hani RABB'in; Âdemoğulları'nın sülbünden soyunu çıkarmış ve kendilerini nefislerine şâhit tutmuş.
'Ben, sizin Rabbınız değil miyim?' demişti. Onlar da demişlerdi ki: 'Evet, biz buna şâhidiz.'
Kıyâmet Günü, 'Bizim bundan haberimiz yoktu,' demeyesiniz diye (soruldu)."

Hâl böyleyken, nasıl bir MECLİS kavramı oluşmuş, hele nasıl BEZM-İ ELEST diye Farsça bir kelime ile tamlama yapılmış, anlaması zor... Ama izâha çalışabiliriz...

Biz İslâm'ı Araplar'dan değil; Orta Asya'ya komşu Farslar'dan öğrendik... O yüzdendir ki, dinî kelimelerin çoğu, ABDEST, NAMAZ gibi, Farsça'dır. Tasavvuf eserlerinin bir kısmı da Farsça'dır. Mutasavvıflar, Âdemoğlu'nun sülbünden Dünyâ'ya gönderilecek Ruhlar'a, bedene bağlanmadan önce ALLAH'ın böyle bir sual sormuş ve kendilerini kendilerine şâhit tutmuş olmasından hareketle, böyle bir kavram oluşturmuşlardır. Bir günde, bir saatte, hatta bir anda binlerce Ruh bedene bağlanıyor, sonra binlercesi Dünyâ'nın dört bir yanında bir anda doğuyor... İşte bu yüzden bu sorunun binlerce, yüzbinlerce Ruh'a aynı anda sorulduğu sonucuna varılmış... Bir de ALLAH için ZAMAN ve MEKÂN'ın olmadığını düşünürseniz, bunun yaradılışın başlangıcında olduğu neticesini çıkarabilirsiniz.

ELEST MECLİSİ, ENEL HAK, LEVH-İ MAHFUZ, KADER kavramları hemen her Celse'de geçer. O yüzden ilerde bu sayfaya atıflar yapacağız.

Gelen varlık gerçekten Hazret-i Ali olabilir mi?... Bilemeyiz... Bilmek için, HAZRET-İ ALİ 'yi iyi tanımak gerek!..

(7) Hazret-i Ali Milâdî 598 yılında Mekke'de Kâbe'nin içinde doğmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.), amcası Ebu Tâlib'in oğlu olan Ali'yi doğduğunda, kucağına alıp bizzat evine kadar götürmüştür. O yıllarda Peygamber Efendimiz de Ebu Tâlib'in evinde kalıyordu. Çocuğa "Ali" ismini de Hazret-i Muhammed vermiştir. Annesi Fatıma Binti Esed, Peygamberimiz'in dedesinin kardeşinin kızıdır. Peygamberimiz de kendisine "anneciğim" diye hitab ederdi.

Babası Ebu Tâlib, Peygamberimiz yetim ve öksüz kaldığında yanına alıp, 43 yıl himâyesinde bulundurmuştur... Mekke'de kuraklık baş gösterip Ebu Tâlib'in çocuklarını bakamaz hâle getirince, Peygamberimiz'in diğer amcalarından Abbas, Ali'nin kardeşi Cafer'i, Hazret-i Muhammed de Ali'yi büyütmek üzere yanlarına aldılar. Daha sonra kızı Fatıma ile evlendirdiler. Ehl-i Beyt diye bilinen muhterem zatlar, Şerifler, Seyyitler bu evlilikten Dünyâ'ya gelen Hasan ve Hüseyin'in soyundan olanlardır.

Peygamberimiz'in "Ben ilmin şehri isem, Ali de ilmin kapısıdır" dediği Hazret-i Ali,

- "Yemin ederim ki ben Kur'an-ı Kerim'den inen her âyetin nerede indiğini, neye ve kime dâir olduğunu bilirim,"

ifâdesiyle ilminin erişilmezliğini ortaya koymuştur. Pek çok gazveye, savaşa katılmış, Hazret-i Osman'dan sonra dördüncü Halife olmuş, ancak bir hile ile halifeliği Muaviye'ye kaptırmıştır. Daha sonra her ikisini de halife saymayan Hâriciler'in bir fedâisi tarafından şehit edilmiştir. Alevîler, Bektâşiler, Şiiler daha baştan Hazret-i Ali'nin hakkının yendiğini, Peygamberimizin yeğeni ve damadı olması sebebiyle ilk halifenin onun olması gerektiğini öne sürerler.

Hz. Ali, Bektâşiler, Aleviler ve Şiiler'in bağlı olduğu 12 İmam'ın birincisidir.

Peki, bu gelen varlık Hazret-i Ali mi?.. Bizce değil!.. Ama olup olmadığı sorular ile tesbit edilmeliydi. Varlığın Hazret-i Ali olup olmadığını tesbit için kendisi hakkında, babası, annesi, muhterem eşi Hazret-i Fâtıma , oğulları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin hakkında, diğer eşleri, diğer çocukları hakkında, yaşadığı dönem hakkında, halifelik meselesi hakkında, Muaviye hakkında, Hâricîler hakkında din hakkında sorular sorulmalıydı. Bu da tabii bilgi, vukuf gerektirir... Bizce bu Varlık geri değildir. Vasat bir Varlıktır. Kendisinin kısa bir süre irtibata geçmesi için daha Üstün Varlıklar tarafından, Celse'ye iştirak edenlerin bilgisini yoklama bakımından izin verilmiştir. "Vakit az" deyişi bu kısıtlamayı gösterir.

Hemen ardından bir Varlık daha irtibata geçiyor. Okuyalım.

Varlık : Bilâl-i Habeşî
Tarih : 14 Aralık 1960
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisal
Medyum: Ali

Medyum - Çok üzmüşüz Mubâreği.... "Siz hepiniz çok hamsınız. Kıymetini bilemediniz," diyor.
İdâreci- Bu Muhterem Varlık kimdir?
Varlık- İki kelime söyliyeyim. Siz belki bilirsiniz. HABEŞÎ BİLÂL... (9)
İ- Hâlihazırda İrtibat hâlinde misiniz?
M- Evet.
İ- Emirleri varmı? İrşatları var mı?
M- ... Gülüyor...
V- Ben ne sâhib-ül kitâbım...
Bir tek vardı varlığım...
HAZRET-İ FAHR-İ KÂİNAT, HÜLEFÂ-YI RÂŞİDİN burdadır. Kendisi gelmiyecekmiş. HAZRET-İ ALİ rica etmiş...
İ- Bizi nurlandırdılar.
V- Böyle büyük mevhumları yerinde kullanınız!
İ- Câhilliğimize verin, bağışlayın.
M- ... Kimseler yok etrafımda... Bomboş her taraf!..

Bu Varlığı da hemen çekiyorlar!.. Sâdece kısa bir İrtibat kurma izni varmış. Bundan da anlıyoruz ki, Medyum sıkı bir himâye altında... Geri Varlıklar'ın ona yapışıp kalmasına izin verilmiyor. Her Varlık istediği kadar görüşemiyor!.. Varlık ileri mi, geri mi, kestirmek zor. Yalnız söylediği doğru!.. Celse İdârecisi bir önceki İrtibat'ı gereği gibi değerlendiremedi.

Varlığın iddiası, "Peygamberimiz Hazret-i Muhammed ve dört Halife'nin ve kendisinin aynı Kat'ta olduğu" şeklindedir.... Bilemeyiz... Kimin hangi Kat'ta olduğun ancak ALLAH bilir.

(9) Bu kısımda fazla bir bilgi yok... Yalnız, mâdem adı geçmiş, BİLÂL-I HABEŞÎ'yi bir tanıyalım.

Medyum naklederken "Habeşî Bilâl" diyor. İfâde doğru ama bilinhen değil... Bilâl-i Habeşî (Bilal bin Rebah) (Milâdî 581-641), Habeşistanlı köle bir âilenin zenci çocuğu olarak Mekke'de dünyâya geldi. Annesinin adı Hamâme, babasının adı Rebah'tır.

İslâmiyet'i ilk kabul edenlerden ve bunu açıktan ilân eden ilk 7 kişiden biridir. Ümeyye bin Halef'in, kölesi Bilâl'in İslâm'ı seçtiğini duyduğunda onu vazgeçirmek için ağır işkencelere başvurduğu rivâyet edilir. Bilâl'in işkenceler karşısındaki direncinin Mekkeli müşrikleri çok etkilediği söylenir.

Ümeyye bin Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hazret-i Ebu Bekir, ona bu işkenceden vazgeçmesini söyledi. O da, "Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir," dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir ona şu cevabı verdi: "Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver. Ümeyye bin Halef bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldi ve Bilâl'i Ebu Bekir'e verdi.

Bilâl-i Habeşî, 622 yılındaki hicrete katılarak Mekke'den Medine'ye geldi. Medine'de Müslümanlar, namaz vakitlerinin bir şekilde bildirilmesi gerektiğine karar verdiler. Ancak bunun ne şekilde olacağı konusunda fikir birliğine varılamadı. Bu sıralarda Abdullah bin Zeyd, gördüğü bir rüyâyı Hazret-i Muhammed'e anlattı. Rüyâsında ezanın bugünkü şeklini duymuştu. Bunun üzerine Hazret-i Muhammed, duyduğu ezanı Bilâl'e öğretmesini ve bundan sonra namaz vakitlerinin ezanla duyrulacağını bildirdi. Böylece ilk ezan okuyan (müezzin) Bilâl olmuştur. Bir süre sonra Bilâl-i Habeşî sabah ezanına "essalâtü hayrun minnen nevm (namaz uykudan hayırlıdır)" şeklinde bir ekleme yaptı ve Hazret-i Muhammed, "Bilâl, bu ne güzel söz!" diye onu tasvip etti.

Bilâl-i Habeşî Bedir, Uhud, Hendek dâhil Muhammed'le beraber tüm savaşlara katıldı. Hazret-i Muhammed'in ölümünden sonra Bilâl, Şam'a yerleşti. Rivâyet edildiğine göre bir gün gördüğü bir rüya üzerine Şam'dan Medine'ye geldi ve sabah ezanını okudu. Bilâl'in sesini duyan halk, Hazret-i Muhammed'in yaşadığı günleri hatırlayarak sokaklara döküldü.

Tekrar Şam'a dönen Bilâl-i Habeşî, 641 yılında vefat etti. Ehl-i Beyt mezarı olarak bilinen Şam'daki Bâb'üs Sağîr mezarlığına defnedildi.

Bu Varlık Bilâl-i Habeşî midir?.. Bilinmez ama, muhtemelen değil. O olduğuna inanmak için yeteri kadar delil yok. Kısa görüşüp gitmiş. Bir iddiası dışında, zararlı bir tavrı da olmamış. Bundan öyle Geri bir Varlık olmadığı sonucuna varılmıştır.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR