BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8

Bu sefer tanınmış din ve tasavvuf ehli muhterem şahsiyetlerle yapılmış olan bir celseyi vereceğiz.

Medyum yükselirken karanlık tabakalardan geçtikten sonra hissettiklerini anlatmaya başlar.

Varlık : Hüsamettin Çelebi
Tarih : 14.12.1960
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali

Medyum- ... Kaybettiğim kokuyu buldum....
İdareci- Burada durunuz ve gezininiz. Muhterem Varlıklar'la temasa çalışınız.
M- .... Elleri göğüslerinde, sâdece beyazlar giymiş bir sıra kadın...
Yine ellerin karınlarında sâdece yeşil tüller giymiş erkekler görüyorum... Hepsi konuşmak istiyorlar...
İ- Çok teşekkür ederiz. Suallerimize hangi Muhterem Varlık cevap vermek istiyor?
Lûtfen kendini bize tanıtsın.
M- .... HÜSÂMETTİN ÇELEBİ. (1)
i- Hoş geldiniz meclisimize... Bize emirleri var mı?
M - ... Çok üzgün kendisi...
İ- Acaba neden?
M- Şu anda kendisini dinlemek isteyenler Menâkıb-ûl Ârifin'i okumamamışlar. (2)
İ- ??? Bir dua okumamız lâzım.
M- ... Kendisi âriflerin menkıbeleri ve MEVLÂNA'nın hayâtı hakkında kitap yazmış... (3)
İ- Hangi zamanda yaşamışlar?
M- ... Çocuklar varmış.... Uzaklaşmasını istiyor...
(Salondaki çocuklar uzaklaştırılır)
İ- Çocukları gönderdik. Emirlerinizi bekliyoruz. Aramıza gelmekle bize şeref verdiniz.
M- ..."Nur olasız, her murada eresiz," diyor.
İ- Nur içinde yatsınlar. Kendileri nurdur zâten... Yaşadıkları devre dâir bize biraz mâlûmat verebilirler mi?

Burada biraz durup, Celse İdârecisi'nin acemiliğinden ve bilgisizliğinden söz etmemiz gerek...

Bunu suçlamak için söylemiyoruz. Bizler de aynı tecrübesizliği ve câhilliği gösterdik çoğu zaman... İbret alınsın, istiyoruz.

Birincisi, Celse yapılan ortamda çoluk-çocuk olmaz!.. Bu bir gösteri değil!.. Biz 18 yaşına ulaşmadan, ki bu bedensiz dostlarımızın tavsiye ettiği yaştır, gençlere Spiritualizm'den sözetmeyiz. f8 yaşına ulaşmış gençlere önce dünyâ hayâtı, ruhî tekâmül, âhiret hayâtı hakkında bilgiler verilir, sonra uyabilenler, uygun görülenler Celse'ye alınır. Celse'de önce sâdece dinleyici olarak bulunurlar. Celse sonrasında sorularını İdareci'ye sorarlar. Böylece eğitilir, yetişirler. Ama çocuklar hiçbir zaman karanlık bir ortamda yapılan celselere alınmazlar. Onların yanında bu konular konuşulmaz bile!..

Ne Celse İdârecisi, ne de Celse'de hâzır bulunanlar HÜSÂMETTİN ÇELEBİ'yi tanımıyor... MENÂKIB-ÛL ÂRİFİN adında bir kitap olduğunu bilmiyor... Onu bırakın, MEVLÂNA CELÂLEDDİN-İ RÛMÎ'nin adı geçiyor da, ilişki kuramıyor, "Hangi senede yaşadınız?" diye soruyorlar!.. Bu da bize şunu gösteriyor: Ruhlarla irtibat kurmak için bilgili insanlara ihtiyaç var. Her mecliste böyle en az 1-2 kişi bulunmalı. Sâdece aldatmaları, tehlikeleri önlemek için değil; gelen Varlıklar'dan yararlanmak için de!.. Aşağıda bu konuda açıklamalarımızı bulacaksınız.

Devam ediyoruz:

İ- Yaşadıkları devre dâir bize biraz mâlûmat verebilirler mi?
M- ...Ne sorarsanız söyliyecek... Ancak dünden beri MEVLÂNA'NIN OĞLU VELED ÇELEBİ'yi Maraş'ın Afşin kazasına
üçüncü defa yolcu etmişler.... Uğurlamışlar... (4)
İ- Muhterem varlıklardan ricamız şu ki...
M-
(Heyecanlanır) ... Ayağa kaldırın beni!..
İ- Sâkin olun. Ayaktasınız (orada)... Siz bizim elçimizsiniz.
M- Ayağa kaldırın!..
İ- Hepimiz Muhterem Varlığın önünde eğiliyoruz... Ricamız Muhterem Varlığın bize kendi sesiyle hitap etmesidir. Yalvarıyoruz.
M- ... Ben çok rahatsız olurmuşum...
İ- Kendi cemâlini gösterebilirler mi?
M- ... Şartlar noksanmış...
İ- Ne gibi şartlar?.. Lûtfetsinler.
M- ... İçlerinde abdestsiz olanlar varmış...
İ- Bunu bağışlasınlar. Şimdi bu arkadaşlara birşey söylenemez tabii.
M- ... Hayır, kızmamışlar...
İ- Lûtfetsinler, bağışlasınlar. Ricâmızı kabul etsinler.
V- Herkes bulunduğu mertebede kalmaya mahkûmdur.

Gene biraz duralım... Acemilik devam ediyor... Varlık Hz. Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled'in 3. defa reinkarne olmak üzere Afşin'e uğurlandığını söylüyor, Celse İdârecisi bu önemli bilgi üzerinde duracağına, doğru mu, değil mi, derinlemesine araştıracağına, konuyu tekrar bedenlenmeye getireceğine, maddî tezâhürat istiyor. Önce "Kendi sesinizle konuşun" diyor, Varlık, "Medyum çok rahatsız olur;" diye cevap veriyor... Sonra İdâreci, "Bedenlenip görünün" diyor. Varlık ta, "şartlar uygun değil, " deyip, bir eksiği dile getiriyor.

Spiritualistler'in çoğu bu konunun dinle alâkası olmadığına inanır. Bedri Bey dahi böyle düşünürdü... Ancak Çedikçi Süleyman Çelebi başta olmak üzere, pek çok Varlık bizimle irtibata geçtiklerinde bizim din ve inançlarımıza uygun tebliğler verirler. Üstün Varlıklar bununla vazifelidirler. Bu her toplum için böyledir. Silver Birch de kendi topluğuna o yönde bilgiler vermiştir.

Şöyle bir düşünürsek; Müslüman bir ülkede, Müslüman bir âileye doğmuş birinin İslâm inancndan uzak yaşaması, pek tekâmül kurallarına uygun düşmez. O zaman "niye bu yerde doğdun?" diye sorarlar... O yüzdendir ki, Müslüman birinin gusül abdestsiz celseye katılması bir yana, dolaşması dahi doğru değildir. Çoğu insanımız dolaşmaz zâten. Gencecik askerler bile bundan rahatsız oldukları için, askerî birliklerde her sabah hamam yakılır, şeytan aldatması olmuş kişiler abdest alabilsin, diye!.. Operasyona çıkan askerlerin seyyar duşları vardır. "Abdestsiz ölüp gitmeyelim" diye önce yıkanırlar.

Biz böyle bir milletiz... Varlık ta bunu hatırlatıyor. Bedenleşme tecrübesi için şart olmasa da, daha başka şartlar bulunsa bile, celsedekileri temizliğe teşvik ediyor.

Devam edelim... Bakalım VELED ÇELEBİ nereye gidiyormuş?..

M- ...Kömürcünün Musa isimli bir kömürcünün oğlu olarak Veled Çelebi dünyâya indirilmiş... (4)
Pazartesi sabahı münacaatta bulunmuşlar, indirmeyin, diye... Kabul edilmemiş.
İ- Suallerimize cevap verirler mi?
M- ... Beni ısıttıktan sonra cevap verecek.
İ- Üşüyor musunuz?
Varlık- .... Evet, sorun.
İ- Bu suallerimizden dolayı bizi bağışlasınlar. Öğrenmek kastıyla soruyoruz. Geçen celsemizde muhterem bir Varlık'la görüşürken
bâzı tenâkuzlara düştük. Tam anlıyamadık. Bu bakımdan soruyorum. Ruh nedir?
V- HÜDÂ'dan bir parça.
İ- Bu kadar mı târif edecekler?
V- Evet.
İ- Madde ile ruh münâsebeti nedir?
V- BİLGİ de tabakalaşmış bir hususiyet taşır. Siz öğrenmek istediğiniz, temelini yapmadan teferruatına
ve çok ulaşamıyacağınız tabakalarına çıkmak istiyorsunuz.
İ- Öğrenmek hırsıyla olabilir.
V- Onun için Hz. PÎR dokuz batın ötenize, "Bâzâ!.. Bâzâ!" demiştir.
İ- ???
M- .... Evet, bekliyormuş.
İ- Maddeden gayrı bir varlık var mıdır, yok mudur?
V- Maddeden gayrı varlık, maddenin HÂLİK'idir.
İ- Ruh bir beden dâhilinde iken, perisperisini veya bedeninin şeklini değiştirebilir mi?
V- Hayır.
İ- Şu halde onlara hâkim değil.
V- VECD HÂLİ müstesnâ!..
İ- Ruhun perisperiden ayrılması mümkün müdür?..

Burada durmamız gerekiyor... Celse İdarecisi'nin acemiliğinden söz etmiştik. Önceden hazırladığı, kafasına takılan soruları soruyor... Ama varlığın vasıflarını, şahsiyetini gözönünde bulundurmadan!.. Karşısına Hz. MEVLÂNA'nın dostu, MESNEVÎ'nin yazılmasında büyük rolü olan din ve tasavvuf büyüğü HÜSÂMETTİN ÇELEBİ olduğunu söyleyen bir Varlık geliyor.. Celse İdârecisi ruh ve madde üzerine sorular soruyor!.. Hani, Celse'ye ALLEN CARDEC gelmiş olsa, anlarım... Ama bu Celse'de uygun değil!... Nitekim son soruya cevap vermeden Varlık ayrılıyor, başka bir Muhterem Varlık geliyor.

Yine uzun bir târihî, dinî, tasavvufî inceleme yapmamız gerekecek.... Hüsamettin Çelebi'yi tanımakla başlıyoruz.

(1) Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî Hazretleri'nin en önde gelen talebesi olup, onun halîfesi, vekîlidir. İsmi, Hasan bin Muhammed olup, nesebi, Tâc-ül Ârifîn Ebü'l Vefâ Hazretleri'ne dayanır. Doğum 1225 olabilir ve ölüm târihi tam olarak bilinmemektedir.

Hüsâmeddîn Çelebi'nin babası, devlet erkânından zengin bir kimse idi. Hüsâmeddîn Çelebi küçüklüğünde, zamânın büyük velîlerinden Mevlânâ'yı çok sevdiğinden babasına ricâda bulunup, onu sık sık eve dâvet ettirirdi. Ziyâfet esnâsında Mevlânâ'ya hizmet eder, hürmette kusûr etmemeye çalışırdı. Bu dönemde Hz. Mevlâna, Şems ile karşılaşmış, bir süre sonra da Şems kayıplara karışmıştı. Hz. Mevlâna onun hasreti ile yanıp tutuşmaktaydı.

Babası küçük yaşta vefât edince, bütün mal, mülk Hüsâmeddîn Çelebi 'ye kaldı. O, bu kadar servetin hiçbirine îtibâr etmeyip, Mevlânâ'nın huzûruna geldi. Talebeliğe kabûl buyurması için yalvardı. Kabûl edilince, canla başla hizmete başladı. Kısa zamanda babasından kalan mallar harcanıp hiçbir şey kalmayınca, babasının ticâret işlerine bakan hizmetçisi; "Makamlar, mallar kazanmayı terk edip, fakirlik yolunu tercih ettiniz. Ne kadar erzak, mal, mülk var ise, hepsi elden çıktı," deyince, Çelebi Hüsâmeddîn, CENÂB-I HAKK'a hamd ve şükürler ederek; "Hocam Hazret-i Mevlânâ'nın hürmetine sizi hânemden âzâd ettim," dedi ve bütün dünyevî isteklerini bir kenara itip, Mevlânâ'nın dergâhında hizmetini çoğalttı.

Mesnevî yazılmadan önce talebelere, Ferîdüddîn Attâr Hazretleri'nin Mantık-ut-Tayr ve Hakîm Senâî'nin İlâhinâme isimli kitapları okutulurdu... Hüsâmeddîn Çelebi bir gün hocasına şöyle suâl eyledi:

- "Pek muhterem efendim!
Cevâhirlerden daha kıymetli sözlerle cümlemizi irşâd edip yetiştiriyorsunuz. Buna rağmen kardeşlerimizle,
önceki büyüklerimizin hazırladığı kitapları okumakla yetiniyoruz. Acabâ zât-ı âlînizin hazırlayacağı bir kitabı olsa,
inci dolu sözleriniz hepimize bir hâtıra olarak kalsa uygun olur mu, diye içimizden geçmektedir.
Öyle ki, hem bu okuduğumuz kitaplarda bulunan konuları, hem evliyânın hâlleri, hem de Şems-i Tebrîzî Hazretleri'yle
aranızda geçen gizli sırları içine alsa diye düşünürüz."

Bu sözlerden Mevlânâ son derece memnun olup;

- "Ey gözümün nûru Hüsâmeddîn!
Bu isteğiniz, daha sizin mübârek kalbinize gelmeden önce, gayb âleminden kalbime ilhâm edildi.
İçinde mânevî cevâhirlerin bulunduğu, ibâdetlerin ihlâs ile yapılmasında ziyâde
zevk ve muhabbet veren bir kitabın yazılmasını arzu ettim.
Bunun için de, daha önce şu satırları yazdım."

diyerek, Mesnevî-i Şerîf'in şu ilk beyitlerini gösterdiler:

"Bîşnev în ney çün hikâyet mî küned, (Dinle neyi, nasıl anlatıyor)
Ez cüdâyîhâ şikâyet mî küned." (Ayrılıklardan şikâyet ediyor)

diye başlayan 18 Beyit idi bu!.. Bundan sonraki beyitleri Mevlânâ Hazretleri söyledi. Çelebi Hüsâmeddîn yazdı. Öyle ki, bu hâl sabahlara kadar sürerdi. Çok kısa bir zaman içinde, Mesnevî'nin birinci cildi tamam oldu. İki sene ara verdikten sonra, ikinci cildi de yazdılar. Daha sonra Mesnevî'yi altı cilde tamamladılar. (Son kısmını bitirememiş, oğlu Sultan Veled tamamlamıştır.)

İşte bu şekilde Mesnevî'nin yazılmasına vesile olan Hüsâmeddin Çelebi ne zaman vefat etti, bilinmemektedir.

(3) Yalnız Varlığın söylediklerinde bir hatâ var... Kendisi "âriflerin menkıbeleri ve Mevlâna'nın hayâtı hakkında kitap yazdığını" ileri sürerek Menâkıb-ûl Ârifin kitabına sâhip çıkmış ki, doğru değildir.

(2) Menâkıb-ül Ârifîn , Ahmed Eflâkî'nin (Ö. Hicrî 761/Milâdî 1360) Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Mevlevî tarikatı hakkında en geniş bilgileri ihtiva eden Farsça eseridir.

Eflâkî bu kitabını iki defa kaleme almıştır. Şeyhi Ulu Ârif Çelebi'nin emri üzerine 718'de (1318) başladığı eserinin ilk redaksiyonunu bir yıl içinde bitirmiş ve onu Menâkıb-ül- Ârifîn ve Merâtib- ül Kâşifîn diye adlandırmıştır. Bir taslak niteliğinde olan bu çalışmasını derlediği yeni malzeme ile genişleterek 754'te (1353) tamamlamış ve bu defa kitaba Menâkıb-ül Cârifîn adını vermiştir. Eflâkî, ismini belirtmeden "Risâle-i Feridun Sipehsâlâr"dan başka Bahâeddin Veled'in "Matârif", Sultan Veled'in "Velednâme", "Rebabnâme", "İntihânâme" ve "Ma'ârif" , Şems-i Tebrîzî'nin "Makâlât"ı ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin "Fîhi mâ fîh" ve "Mektûbât"mı kaynak olarak kullanmıştır. Bir girişle on bölümden (fasıl) ibâret olan bu ikinci redaksiyonda ilk dokuz bölüm sırasıyla Mevlânâ'nın babası Sultân-ül Ulemâ Bahâeddin Veled'in. Seyyid Burhâneddin Muhakkık-i Tirmizî'nin, Mevlânâ Celâled­dîn-i Rûmî'nin, Şems-i Tebrîzi'nin, Selâhaddîn-i Zerkûb'un, Hüsâmeddin Çelebi'nin, Sultan Veled'in, Mevlânı'nın torunu Ulu Ârif Çelebi'nin ve Şemseddin Emîr Âbid'in hâl tercümelerine ayrılmış, onuncu bölüm Mevlânâ ve etrafındaki!erin çocukları ile tarikat şecerelerine tahsis edilmiştir.

Büyük bir kısmı derleme niteliğinde olmasına rağmen, Menâkıb-ül Ârifîn'de Mevlânâ ve etrafındakiler hakkında olduğu kadar Anadolu'nun o dönemdeki târihî, dinî, içtimâî ve iktisâdî durumuna dâir çok önemli bilgilerin verildiği görülmektedir. Ayrıca eserde bölgenin mimarlık târihî, halıcılık, mûsikî sanatları hakkında oldukça ilgi çekici kayıtlara rastlanmaktadır. Kitapta derleme bilgilerin yanında müellifin bizzat görerek veya duyarak elde ettiği bilgiler de bulunmaktadır. Eser, dönemin tasavvufî âdâb ve merâsimlerini yansıtması açısından da özel bir öneme sâhiptir. Okunmasında yarar vardır.

Menâkıb-ül Cârifîn ilk defa bir yazma nüshasına dayanılarak "Sevânih-i Ömrî-i Hazret-i Mevlânâ Rûmî Müsemmâ be-Menâkıb-ül Ârifîn" adıyla Hindistan'da basılmış, [Agra 1897] ikinci ve ilmî neşri ise Türkiye'deki en eski yazmalardan faydalanılarak iki cilt halinde Tahsin Yazıcı tarafından gerçekleştirilmiştir. [Ankara 1959. 1961] Abdülvehhâb es-Sâbûnî, ekleme ve çıkarmalarla eseri "Sevâkıb-ül Menâkıb" adıyla Farsça olarak yeniden kaleme almıştır. Bu kitabın Türkçe tercümeleri de vardır. Okunmasında yarar vardır.

Böyle bir yanlış neden meydana gelmiş olabilir?.. Yâni, Hüsâmettin Çelebi diye gelen bir varlık, niye Ahmed Eflâkî'nin bu kitabını kendine mâletsin?.. Bir defa gelen Varlık, Hüsâmeddin Çelebi'nin kendisi midir?... Odur, diyecek kadar bilgi verilmemiş Celse'de...

Zâten bir Varlık meselâ "Hüsâmeddin Çelebi" diye gelmişse, üç ihtimâl vardır. Birincisi, gerçekten odur. İkincisi, vasat veya üstün bir Varlık bize bâzi bilgileri, mesajları ulaştırmak için "Hüsâmeddin Çelebi" olarak görünmüştür. Bunda bir artniyeti yoktur. Ancak kendi adıyla gelse, ilgi görmiyeceğinden çekinmiş olabilir. Veya ona öyle görünmesi hususunda bir emir ve vazife verilmiş olabilir. Üçüncü ihtimâl geri bir Varlık, kandırma ve isteklerini elde etmek amacıyla veya sırf yalnızlığını giderme arzusuyla saygı göreceği belli olan "Hüsâmeddin Çelebi" adını kullanmıştır. Bizce birinci veya ikinci ihtimâl kadar üçüncü ihtimâl de mümkündür. Çünkü Medyum bir ara üşümüş, bundan şikâyetini önlemek için Varlık onu ısıtmıştır. Üstün bir Varlık ile görüşürken "üşüme" olmaz!... Medyumlar daha çok "yanma"dan bahsederler.

Peki, niye yanlış bir bilgi verildi?.. İyiniyetle yaptığımız ilk değerlendirmede, Medyum'un yanlış naklettiğini düşünebiliriz... Bu şekilde "yanlış nakil" olayları sık olmaktadır. Aşağıda çok açık bir misâli vardır. İkinci ihtimal, bâzı Üstün Varlıklar bizi imtihan ederler. Acaba verilen tebliğleri yeteri kadar inceliyor, gerekli araştırmaları, çalışmaları yapıyor muyuz, diye... Böyle bir gâye ile verilen yanlış bilgiyi, ya siz araştırırken bulursunuz, ya da sonraki celselerde gelen üstün bir Varlık doğrusunu verir, ve size yeterince araştırmadığınız içini sitem eder, hatta bâzen azarlar. Böyle durumlarla da çok karşılaştık... Üçüncü ihtimal, yukarda bahsettiğimiz gibi, bir Varlığın kendince geçerli bir sebepten dolayı "Hüsâmettin Çelebi" olarak göründüğü ve yanlış bilgi verdiği şeklindedir.... Böyle bir durumla daha sonraları karşılaştık. Belki bir çok defa... ama birisinde açıklama yapıldı. EINSTEIN diye gelip Kâinat ve Fizik konularında doğru bilgiler veren Varlığın, aslında Türk ve müslüman olarak yaşamış "bir matematik öğretmeni" olduğu, başka üstün bir Varlık tarafından söylendi. Bu bir aldatma değildi. Çünkü saçma, yanlış bilgiler verilmemiş, uygunsuz taleplerde bulunulmamış, medyumda rahatsızlıklar hissedilmemişti. Tek sebep, bizimle irtibata geçen o öğretmenin kendi kimliği ile karşımıza çıktığı takdirde, hakettiği ilgiyi görmiyeceği gerçeği idi. Halbuki onun bize nakletmek istediği, gerçekten önemli bilgiler vardı.

Biz sık görülen bu tarz bir uygulamayı "aldatma" saymıyoruz. Çünkü zararlı bir yanı yok. Ha Ali gelmiş, ha Veli... Verdiği bilgi mühim. Ancak hâzirûnun, Spiritualist tâbirle Avra'nın dikkati ve ilgisi ancak böyle çekilebiliyorsa, Öte Âlem'de bu mubah sayılmaktadır.

(4)Varlık, " MEVLÂNA'NIN OĞLU VELED ÇELEBİ'yi Maraş'ın Afşin kazasına üçüncü defa yolcu etmişler.... Uğurlamışlar..." diyor... Varlık, sonra "Kömürcünün Musa isimli bir kömürcünün oğlu olarak Veled Çelebi dünyâya indirilmiş..." diyor... Bundan anlıyoruz ki, ruhlar Yeryüzü'ne tekrar tekrar geliyor. Yâni Varlık reinkarnasyonu tasdik etmiş oluyor... Biz daha önce demiştik ki, " Reinkarnasyon 3 şekilde tesbit edilebilir. Birincisi, HATIRLAMALAR'dır. İkincisi, EKMİNEZİ çalışmalarıdır. Üçüncüsü, irtibat kurulan BEDENSİZ VARLIKLARIN YAPTIKLARI AÇIKLAMALAR'dır." İşte bu ifâde onlardan biridir. Böyle bir açıklama FÂTİH SULTAN MEHMED Celsesi'nde de geçmişti.

Hz. Mevlâna'nın oğlu Veled Çelebi'nin de "Üçüncü defa dünyâya uğurlanması" olayı araştırılamadı. Afşin kazasında Kömürcü Musa'yı tesbit edemedik... Eğer böyle bir kömürcü oğlan dünyâya geldiyse, şimdilerde 55 yaşlarında olmalıdır. İlgilenenler, bilhassa Maraş civârında olanlar tahkik edebilir.

Veled Çelebi'nin mertebesini, dünyâya tekrar gelme ihtiyâcında olup olmadığını bilmiyoruz. Burada önemli olan tekrar dünyâya gelmenin bir ruh tarafından ifâde edilmiş olmasıdır.

Yine de kafamızda bir istihfam uyanıyor,.. 13 Haziran 1961 tarihli NEYZEN TEVFİK celsesinde de VELED ÇELEBİ'den bahsediliyor ... Ve o tarihte VELED ÇELEBİ Âhıret Âlemi'nde görünüyor... Bir hanıma musallat olmuş bulunan obsedör varlığı uzaklaştırıyor! Halbuki bu 14 Aralık 1960 celsesinde, yâni 6 ay önce, kendisinin dünyâya indiği söyleniyor!.. Hangisi doğru?..

Tehlikeli bir aldatma olduğunu kastetmiyoruz. Ama bu tenâkuz, bu çelişki nereden kaynaklanıyor?.. Bilemiyoruz... Kendini Hüsâmeddin Çelebi olarak tanıtan bu Varlık yanlış bilgi vermiş olabilir... Bir diğer ihtimâl, Neyzen Tevfik, ilgi çeksin, inanılsın diye Veled Çelebi'nin adını vermiş olabilir. Obsedör varlığı uzaklaştıran herhangi başka muhterem bir Varlıktır belki de!.. Üçüncü ihtimâl sırf "ruhlar da reinkarnasyonu tasdik ediyor" densin diye böyle bir ifâde kullanılmış olabilir... Bilemiyoruz.

Devam edelim Celse'ye:

Varlık : Hacı Bayram-ı Veli
Tarih : 14.12.1960
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali

M- .... ...... HACI BAYRAM-I VELÎ... (5)
İ- Biz emirleri var mı?
V- Hâşâ!.. Ne istiyorlar?
İ- Bize emirleri var mı? Lûtfetsinler.
V- Salâtin Tüncina ...
İ- Anlaşılmadı.
M- ... Bir emri varmış.
İ- Lûtfetsinler.
M- ... Affetti beni... Yanlış anlamışım... Fenâ'da ve Uhreviyat'ta hiç emir vermemiş. İrşad etmiş...
İ- İrşad buyursunlar.
M- ... Bir istirhâmı varmış.
İ- Estağfirullah. Buyursunlar.
M- ... Fakat o istirhâmı yerine getirecek aramızda benden başka kimse yokmuş...
Salâtin Tüncinâ'yı istiyorlarmış... (6) Cuma günü kendisini arayıp ödeyeceğim.
... Evet... "Sorsunlar," diyor... Benden de özür diliyor.. Birdenbire... evvelâ HÜSÂMETTİN ÇELEBİ'nin hazırlaması lâzımmış.
Kendi katına getirmek için... Fâtiha... Fâtiha...
İ- Birer Fâtiha.... ALLAH kabul etsin.
M- ... İçinizde üç hanım geçen iki ay içinde kendisini ziyâret etmişler...
İ-
(Sorar) Etmişler, efendim.
V- Berhüdâr olsunlar!
İ- Efendim, topluluğun kendilerinden bir ricası var. Bu topluluğa hâmilik etsinler ve bu topluluğun dileklerinin kabûlüne yardımcı olsunlar.
V- Ben Fenâ'da ve Uhreviyat'ta sâdece aldığım emirleri infaz ettim.
BENİM VE ONLARIN BİR TEK HÂMİSİ VARDIR: RAHİM, ŞEFİK, GAFFAR-UZ ,ZÜNÛP OLAN HALLÂK-I ÂLEM'DİR!..
İ- Arkadaşların ricası var. Kendi sesleriyle bize hitap etsinler.
V- Arkadaşlarınıza söyleyiniz: Şu anda da, bütün ömür boyunca da insâfı elden bırakmasınlar!
İ- Ne bakımdan insafsızlık, lûtfederler mi?
M- ... Beni kendi katlarına, sizler istemeden çağırmaktan mütevellit çok sıkıntıya sokmuşlar...
... Bulundukları katın hususiyetlerini tahmine imkân yoktur.
V- Eğer âdem hançeresiyle sesimi işitmek isteseydiniz, kulaklarınızın buna tahammülü olmayacaktı.
Çünkü benim sesimle berâber bulunduğum yerden de sesler işitecektiniz.
İ- Bizim bu hareketimizi bağışlasınlar. Özür dileriz... İkinci ricamızı arzediyorum. Aramızda bulunduklarına göre,
bize eşkâlini göstermeleri mümkün mü?
V- Evvelâ itizar beyân etmesinler. Onlar bana karşı bir kusur işlemediler.
Ancak eğer bir daha toplanırsanız, benim bakiyemin bulunduğu yere gelirken nasıl geliyorsanız, öyle geliniz.
İ- Bir dahaki gelişiniz için bize bir gün verir misiniz?
V- Burada Fenâ'daki gibi alış-veriş pazarlığı yoktur. .
İ- Yanlış arzettim. Bizimle ne zaman görüşebilirsiniz?
V- Ben istediğim zaman.
İ- Acaba ne zaman lûtfedersiniz?
V- İdrâkinizi kaybetmediğinizi zannediyorum.
İ- Bizler sual sormıyacağız. Umûmî olarak bizi irşad ediniz.

V- HAZRET-İ FAHR-İ KÂİNAT VÂSITASIYLA TANRI'NIN KULLARINA GÖSTERDİĞİ YOLDAN AYRILMAYINIZ!... BÂTILA SAPMAYINIZ!..
VÜCUTLARINIZI YIKADIĞINIZ SAYIDA, RUHLARINIZI YIKAYINIZ!.. FÜTÜVVET VE MÜRÜVVET'LE ARKADAŞLIK EDİNİZ!..
Üç sualinize cevap verebilirim.
İ- Arkadaşlar şahsî sual olarak mı sorsunlar, yoksa öğrenmek kasdiyle mi?
V- Nasıl isterlerse... Ancak hududunuzun çerçevesi içinde olmasına dikkat etsinler.
Unutmasınlar ki, el mukadder lâyü tegayyür. (7)
İ-
(2 şahsî sualden sonra) Türkiye'nin durumu nedir? Nereye gidiyor?
M- Mâide Sûresi'nin 52. âyetiyle cevap verecek... (8)

- "Lâ eyyühellezîne âmenû leh yertedde minküm an diniyhi fe sevhe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mü’minîne eizzetin alâl kâfirîn.. Yyucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâimin (devâmı: zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu vallâhu vâsiun alîm.)

İ- Bu sualimizle hakkımızı tamamlamış olduk. Üstâdımızı hayırla yâdediyoruz. Dua ediyoruz.
V- Nur olasız. Berhüdâr olasız.

Hemen dikkatinizi çekmiştir. Medyum, Hacı Bayram'ın "istirham" dediğini "emir" diye naklediyor, uyarılıyor, özür diliyor... Bu tarz hatâlar, iifâdeler Varlıklar'dan Medyum'a ses gibi görünse de, telepati yoluyla fikir olarak gelmesinden dolayıdır. Yanlışı daha sonra ya Medyum kendi düzeltir, ya da sonraki celselerde gelen Varlıklar bir düzeltme yaparlar... Biz buna "yanlış nakil" diyoruz, sanıldığından daha yaygındır.

Daha önce bahsettik ama, tekrarlıyalım: Bu Dünyâ'da olduğu gibi Öbür Dünyâ'da da Varlıklar EMİR VERENLER - EMİR ALANLAR, GÖREV ALANLAR - GÖREV VERENLER veya HİZMET EDENLER - HİZMET EDİLENLER diye ikiye ayrılır. Hazret, bütün üstünlüğüne rağmen EMİR ALANLAR'dan olduğunu söylüyor. Bir ikinci ihtimâl de, Varlığın Hacı Bayrâm-ı Velî olmayıp, onun adıyla tebliğ vermek üzere görevlendiren bir Varlık olmasıdır.

(5) HACI BAYRÂM-I VELİ Hazretleri bir Türk mutasavvıf ve şâiridir. Safevî Tarikatı büyüklerinden Hoca Alâaddîn Ali Erdebilî'nin talebelerinden olan Şeyh Hâmid Hâmidûddîn-i Veli'nin müridi ve Bayramîyye Tarikâtı'nın kurucusudur. Türbesi, Ankara'da Hacı Bayram Câmii'nin bitişiğinde bulunmaktadır.

Doğum ismi, Numan bin Ahmed, lâkabı "Hacı Bayram"dır. 1352 (Hicrî 753) tarihinde Ankara'nın Çubuk Çayı üzerinde Zülfadl (Solfasol) köyünde doğdu. HACI BAYRÂM-I VELİ , eserlerini Türkçe yazarak Türkçe kullanımını Anadolu'da önemli şekilde etkiledi.

Sultan II. Murad Han verdiği ünlü bir fermanda, Hacı Bayram-ı Veli'nin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgûl olmaları için, onların vergi ve askerlikten muaf tutulduğu bildirmiştir. Bununla ilgili bir de menfaat düşkünü tarikatçılar, açıkgöz geçinen mürid bozuntuları hakkında bir kıssa vardır.... Şöyle nakledilir:

Hacı Bayrâm-ı Velî'ye taraf-ı pâdişâhîden "müntesiplerinin hükümet tekliflerinden muaf addedilmesi" emredildiğinde. (yâni müridleri vergi vermiyecek, askere alınmıyacak olduğunda) birçok mukallitlerin de Bayramî tarikine duhûl ettikleri şâiyasıyla, kendisinden "müritlerinin mikdarı" sorulmuştur. Hacı Bayram Velî de "Bir mürtefi mahalde (Solfasol) hayme (çadır) kurup dervişân gelip ol havâli mâlâmâl (lebâleb, ağzına kadar dolu) oldukta, Hacı Bayram Velî Bir teşmir-i sâideyn edip bir tığ-ı tiz alıp

- 'Dervişler; bana irâdet getürenleri bugün fîsebilillah kurban eylesem gerektir,'

deyû salâ ettikte, herkes mütereddit olup, bilâhâre ricâlden (erkek) biri ve nisadan dahi birisi cür'et edüp teslim olduklarında, ikisin dahi hayme içine getürüp, mukaddema bir erkek koyun ihzar etmekle, ânı kurban edip, haymeden taşra hûni fırâvân revân oldukta, (kanı dışarı akınca) "azîze sevdâ salebe etmiştir" deyû dervişân perakende ve perişan olmakla kaçışmışlardır.

Hacı Bayram Veli de bu garip ama tesirli imtihandan sonra "Bir buçuk dervişim vardır" diye mektupla cevap vermiştir... Acaba şimdiki tarikatlarda böyle imtihanlar yapsak, geriye bir buçuk mürid kalır mı?..

Kendisinin "Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u feth edeceğini", babası II. Murad'a bildirdiği rivâyet olunur.

Celsede geçen bâzı kelimeleri açıklamakta yarar görüyoruz... HÂLİK, "Yaratıcı" anlamında ALLAH demektir...
FENÂ, tasavvufta "yok olma" mânâsı taşır, bu yüzden Dünya için kullanılır...
UHREVİYAT, "Âhıret Âlemi" anlamında kullanılmış... Başka celselerde BEKA, UKBÂ kelimelerine de rastlıyoruz
HAZRET-İ FAHR-İ KÂİNAT, "Kâinat'ın iftihar vesilesi Hazret-i MUHAMMED" demektir...
İTİZAR, "özür dilemek" demektir.
BÂTIL, "doğru olmayan, hak olmayan. çürük, temelsiz, asılsız, geçersiz" demektir...
MÜTEVELLİT , "doğmuş, dünyaya gelmiş, meydana gelmiş, ileri gelmiş" demektir.
HANÇERE , "gırtlak" demektir.
HALLÂK-I ÂLEM, âlemin, âlemlerin yaratıcısı ALLAH'tır.
Diğerleri ALLAH güzel isimleridir. RAHİM "merhametli", ŞEFİK "şefkatli, sevecen",
GAFFAR-UZ ZÜNÛP "günahları affeden, kusurları bağışlayan" demektir....
MÜRÜVVET'i daha önce vermiştik, "cömertlik. yiğitlik, mertlik, insanlık, iyilikseverlik, insanlığa uygun olan şeyler yapmak, güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve halleri bırakmak" demektir.
FÜTÜVVVET'i de vermiştik, "mertlik, yiğitlik, cömertlik. dinî ve meslekî konularda birlik" demektir... Anadolu'da 13. yüzyıldan bu yana görülen örgütlenmiş zanaatçılar ve esnafa "fütüvvet ehli" derlerdi. Hem dürüst çalışırlar, hem de kendi aralarında yardımlaşırlar, yardıma muhtaç olanları da himâye ederlerdi. Yâni, şimdiki "rakibi yok etme, aşırı kâr etme, köşe dönme, halkı kazıklama" anlayışı fütüvvet ehlinde yoktu. Üstelik devlete, millete ve vatana bağlı idiler. Gerektiğinde kılıç elde, savaşırlardı.
BÂZÂ, "gel" demektir, Hz. Mevlâna'ya atfedilen "Bâzâ, bâzâ her ançi hesti bâzâ, (Gel, yine gel, ne olursan ol, gel!)" çağrısında geçer... Aslında bu ifâde Ebû Said Fazlullah bin Ebi'l-Hayr Ahmed bin Muhammed el-Meyhenî’ye (967-1049) âittir. Ama Mevlâna'ya (1207-1273) da yakışır.

(6) SALÂTİN TÜNCİNÂ bir duadır. Arapçası:

- “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, salâten tüncinâ bihâ min cemî’ıl-ehvâli ve’l âfât ve takdî lenâ bihâ cemî’al hacât ve tütahhirunâ bihâ min cemî’ıs-seyyi’ât ve terfeunâ bihâ ındeke a’led-derecât ve tübelliğunâ bihâ aksa’l gayât min cemî’ıl-hayrâti fi’l-hayâti ve ba’del-memât. Amin, Ya Mucibed deâvâd, Velhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin.”

Türkçesi:

- “Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (s.a.v.) ve onun ehl-i beytine salât (yardım) et. Bu salâvat (yardımlar, dualar) o derece değerli olsun ki, onun hürmetine bizi bütün korku ve belâlardan kurtarsın. Bizim ihtiyaçlarımızı o salâvat hürmetine yerine getirsin. Bizi bütün günahlardan bu salâvat hürmetine temizlesin. O salâvat hürmetine bizi derecelerin en üstüne yüceltsin. O salâvat hürmetine hayatta ve öldükten sonra düşünülebilecek bütün hayırlar konusunda gâyelerin en sonuna kadar ulaştırsın. Ey merhametlilerin merhametlisi, dualara cevap veren ALLAH!.. Dualarımızı kabul eyle!.. Hamd, Âlemlerin Rabbi ALLAH’a mahsustur.”

Peki, Varlık niye böyle bir dua istiyor?.. Mecliste bulunanların mânevî yönünü biraz takviye etmek için!.. Tabii Türkçe'sini bilirlerse!..

Değerli okurlar, geçenlerde tüylerimi diken diken eden bir hâdise okudum... Bir grup gazeteci, aralarında Ertuğrul Özkök te var, Çetin Emeç'in ölüm yıldönümünde kabrini ziyarete gidiyorlar. Heyette bir tâne bile Fâtiha okumasını bilen yok!.. Bunun üzerine Ertuğrul Özkök cep telefonundan Fâtiha dinletiyor!:. Bu hâle geldi "aydın" tabaka!.. Sonra "Halk niye AKP'yi ve Erdoğan'ı destekliyor?" diye hayret ediyoruz!.. Hoş, o kesimde de DİN ve İSLÂM değil; yobazlık, din istismârı ve "din câhilliği" hâkim, o da başka!..

İşte biz Ruhiyat ile hem Târih, hem Edebiyat, hem İslâm, hem Sosyoloji, hem Psikoloji, hem İktisat, her konuda ilim sâhibi olmaya çalışıyoruz. İnsanımızın hem mânen, hem maddeten güçlenmesini istiyoruz.

(7) "el mukadder lâyü tegayyür" ifâdesi "mukadderat, kader değişmez" demektir. "Yazılan, bozulmaz" diye de geçer. Aslı "el mukadder lâ yugayyer" şeklindedir. Varlık şahsî sorularda bu hususun akılda tutulmasını istiyor... KADER mevzuunu merak ediyorsanız; TALÂT PAŞA celsemize bakmanız gerekecek.

Bir de celselere "türbeyi ziyârete gittikleri gibi" gelinmesi istiyor. Yâni, o gazeteci ekibinin kabir ziyâreti gibi değil; saygılı, gusül abdestli gelinmesi uygundur. Bugün, bırakın muhterem bir zâtı, Cumhurbaşkanı'nın, bir Bakan'ın, hatta Müdür'ünüzün karşısına saygılı, çeketinizin önü ilikli çıkmıyor musunuz?.. Ee, Celse yaparken sizi ziyârete gelen muhterem bir Varlığın karşısında daha az saygılı olmak, edebe sığar mı?

(8) Varlık "Türkiye'nin durumu" sorusuna bir âyet ile cevap veriyor. Medyum "Mâide Sûresi, 52. Âyet" demesine rağmen, biz bunun "54. Âyet" olduğunu tesbit ettik. Yine yukardaki gibi, yanlış Medyum'dan mı, yoksa Varlık bizi imtihan mı ediyor sorusuyla karşı karşıyayız... Âyetin meâlini veriyoruz, bakalım Türkiye'nin o günkü, hatta bugünkü durumuyla alâkalı mı?

- "Ey o bütün iyman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun:
ALLAH onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, ALLAH onları sever, onlar ALLAH'ı severler.
Mü'minlere karşı boyunları aşağıda,
kâfirlere karşı başları yukarıda, ALLAH yolunda mücâhede ederler.
Dil uzatanın (lâf atanların) levminden korkmazlar.
işte o ALLAH'ın fazlıdır, onu dilediğine verir.
Ve ALLAH vâsi'dir, alîmdir."
(Elmalılı Hamdi Yazır tercümesi)

Bu âyet son derece önemlidir!.. TÜRKLER ile ilgilidir. Geçmişte Araplar'a bir uyarı olarak inmiştir. "Eğer dininizden dönerseniz, İslâm'ı gereği gibi koruyamazsanız, biz sizin yerinize TÜRKLER'i getiririz," anlamındadır ve öyle olmuştur. 1040'lı yıllardan beri Buveyhliler'in elinde âdeta esir durumunda olan Halife'yi, Selçuklu TUĞRUL BEY 1055 yılında Bağdat'ı alarak kurtarmış, o târihten sonra da İslâm dünyasında TÜRKLER hâkim olmuştur. Ta 1923'e kadar!.. Ondan sonra Arap ülkeleri emperyalist Hıristiyan Batılı devletlerin eline geçmiş, durumları bugüne kadar düzelmemiştir...

Peki, âyetin bugüne yansıması nedir?.. Bizce bu sefer ikaz TÜRK MİLLETİ'nedir!.. "Eğer siz de derlenip toparlanmazsanız, sizin de yerinize başkasını getiririm" uyarısıdır.

Burada bir sırrı da bu sayfayı okuyanlara vermek mucip oldu. Elbette ki, Varlığın dediği gibi, BİR TEK HÂMİ VARDIR: RAHİM, ŞEFİK, GAFFAR-UZ ZÜNÛP OLAN HALLÂK-I ÂLEM'DİR!.." Biz Fâtihâ Sûresi'nde “iyyâke na'büdü ve iyyâke nestaıyn” diye her rekatta ve sık sık tekrarladığımız gibi, "Yalnız ALLAH'a ibâdet eder, yalnız O'ndan yardım isteriz". Ancak Peygamberler'i görevlendirdiği gibi bâzı Muhterem Varlıklar'ı da bizleri koruyup kollamakla görevlendirir... HACI BAYRÂM-I VELİ, OSMANLI DEVLETİ'nin hâmiliğini yüklenmiş idi. Müridi ve talebesi AKŞEMSETTİN, Fâtih Sultan Mehmed'in yakını olmuş, İSTANBUL'un fethine katılmıştı. Rahmetli MUSTAFA KEMÂL'in ANKARA'yı başkent yapması da tesâdüf değildir. HACI BAYRAM-I VELİ böylece yeni TÜRK DEVLETİ'nin de mânevî hâmisi olma görevini üstlenmiştir!... Ona lâyık olmak gerekir.

Âhıret Âlemi'nde de Dünyâ'daki gibi EMİR VERENLER ve EMİR ALANLAR, HİZMET EDENLER ve HİZMET EDİLENLER, İZİN ALANLAR ve İZİN VERENLER vardır... Hemen her Celse'de bu belirtilir.

Gelenler gerçekten HÜSÂMETTİN ÇELEBİ ile HACI BAYRÂM-I VELİ miydi?.. Verilenler o yönde ama kesin bilemeyiz... Bunu tesbit için bâzı soruları sormak gerekirdi. Celse İdârecisi ruh ve madde soruları soracağına, şahsî sorular soracağına,
HÜSÂMETTİN CELEBİ'ye kendisi hakkında, Hz. Mevlâna hakkında, o dönem hakkında, Selçuklu Sultanı ile ilişkileri hakkında,
Mesnevi hakkında, semâ hakkında, din ve tasavvuf hakkında sorular yöneltilmeliydi.
HACI BAYRÂM-I VELİ'ye kendisi hakkında, tarikatı hakkında, Akşemsettin hakkında, II. Murad ve Fâtih hakkında, din ve tasavvuf hakkında
sualler sorulmalıydı.

O zaman gelen Varlıklar hakkında daha kesin bir yargıya varabilirdik. Yine de eldeki bilgiler ışığında geri olmadıkları, vasat üstü birer Varlık olduğu sonucuna varıyoruz.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR