BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRET'TEN SİMÂLAR 55

Medyum Saliha bir süredir Celseler'e katılmaktadır. Hatta birkaç kere "Medyum olup olmadığı"nı sormuştur.Sonunda kendisi de uyur ve 1961-1966 yılları arasında 50 Celse'de Medyumluk yapar... Kendisi muhtelif Varlıklar'la, ama özellikle hayatta iken hâkimlik yapmış Reşat İzmirligi ile İrtibat kurmuştur. Aşağıdaki ilk çalışmalarından biridir.

Varlık: Petro İvonoviç, Hâkim Reşat İzmirligil, Hattat Sinan,
Medyum: Saliha
Târih: 18 Nisan 1961
Usûl: Hipnotik-Manyetik Karma
Hâzirûn: Muhtelif

Medyum uyutulup yükseltildikten sonra:

Medyum- Dumanlar içindeyim... Çok kalabalık... Pembe bir yere geldim.
İdâreci- Yükselmeniz devam ediyor.
M- ...... Çok güzel bir koku...
İ- Biraz daha yükseliniz.
M- .... Aydınlık yerdeyim.

Burada durmamız lâzım... Çünkü Celse İdârecileri'nin dikkat etmesi gereken çok mühim bir hususu belirteceğiz. Dediğimiz gibi, Saliha Hanım bir süredir Celseler'e katılmaktaydı... Ve bu Celseler'de Medyum Ali'nin uyuyuşuna, intibalarına, Temaslar'ına şâhit olmuştu. Çoğu kimse gibi "Medyumluk hep böyle olur, zahar" diye düşünmüş olmalı... O yüzden aldığı intibalar ne olursa olsun, Medyum Ali gibi "renkli" bir yere gelmesi gerektiğini düşünüyor ve "Pembe bir yere geldim" . diyor. Sonra tıpkı Medyum Ali gibi bir koku duyması gerektiğini düşünüyor ve "Çok güzel bir koku" diyor.Celse İdârecisi'nin böyle durumlarda dikkatli olması gerek. Başlangıçta mahzuru yoktur, bir süre sonra tabii mecrasına girer ama, uzarsa, aldatmacalı, kandırmacalı, hatta tehlikeli bir durum alabilir ki, biz bu davranışa "Medyum hastalığı" deriz... İstanbul'daki çoğu Medyumlar'ın Bedri Ruhselman'ın Medyumları'nı taklit etmeleri ve bir türlü düzelmemeleri ibret verici birer örnektir.

İdâreci- Burada dolaşınız. Bizimle konuşmak isteyen Muhterem Varlıklarla
Temas temin ediniz.
Medyum- ....... Biri geldi...... PETRO İVONOVİÇ....
İ- Bizimle konuşmak istiyor mu?
M- ..... Hayır....
İ- Rica etsek, konuşmazlar mı?
M- .... Hayır...
İ- Hangi zamanda, nerede yaşamış?
M-...........
İ- Ne iş yaparmış?
M- ...... Subay....
İ- Harpte mi ölmüş?
M- ..... Hayır.... Harpte ölmemiş...
İ- Öldüğü zaman kaç yaşındaymış?
M- ..... 25....
İ- Sizi başka Muhterem Varlıklar'la Temas ettirsin.
M- ...... "Yaparım" diyor...
İ- Üstat Reşat İzmirligil'le konuşmak istiyoruz. Temas ettirebilir mi?
M- ..... Evet....
İ- Müsaade ederse, kendilerinden bir ricam var.
Varlık- Evet???
İ- Ruslar bir peyk attılar.
(12 Nisen 1961, Celse'den 6 gün önce) Fezâ'ya gitti ve indi.
İnişi nereye ve hangi memlekete oldu?
V- Asya'nın güneyinde... Karadeniz'in üst tarafında...
İ- Pilot roketle mi, yoksa paraşütle mi indi?
V- Paraşütle atladı.
İ- Roket ne oldu?... Niçin paraşütle atladı?
M- .... Roket yanmış...
İ- Acaba Fezâ'ya başka memleketlerde roket atacaklar mı?
V- Atacaklar. Amerika...
İ- Yakın mı? Uzak mı?
V- Yakın.
İ- Hangi millet bu atışlardan daha çok netice alacak?
V- Amerikalılar.
İ- Peki...

Gene duralım... Ne enteresan, değil mi? Herkeste büyük heyecan uyandıran Uzay'a ilk çıkış ve dönüşten 6 gün sonra bir Celse yapılıyor, ve çok güzel sualler dile geliyor... Acaba verilen cevaplar doğru çıktı mı?.. Bilemiyoruz. Çünkü bütün araştırmamıza rağmen, hem de o târihte değil; şimdi, cevap bulamadık. Yalnız Uzay aracının alev aldığını, fakat yanmadığını, Gagarin'in de paraşütle atlamadığını mantık yoluyla tahmin ediyoruz....

Varlıklar bilmedikleri konularda ısrar edilince kendilerini cevap verme mecburiyetinde hisseder ve sallarlar. Bunu mâzur görmek gerekir. Onlara bilmedikleri konularda soru sormamak gerekir.

İ- Muhterem Reşat'la Temas ettirsinler.
M- ...... Geldiler....
İ- Kendileri için dua ediyoruz... Bizim de hürmetlerimizi söyleyin...
Kendilerini birkaç Celsedir aradık.
M- .... "Haberim yok," diyor...
İ- Bizimle bu akşam konuşabilecekler mi?
M- .... Çok az bir zamanı varmış... Vazifesi varmış...
İ- Geçen sefer bize bâzı mâlûmatlar vermişlerdi. Bu mâlûmatlar aynen çıktı.
Bilhassa Feza hakkında verdiği mâlûmat... Acaba bize yeni bilgi verirler mi?
Varlık- Yok canım!.. Ben o kadar bilgili adam değilim.
O gün öyle gelmişti, söyledim.
İ- Aynen çıktı. Kendilerinin kültürü var.
V- Peki, vereyim... Ne öğrenmek istiyorsunuz?
İ- Roket Dünyâ'ya indi mi?.. Fezâ'da yandı mı?
V- İndi.
İ- Yâni, pilot paraşütle atlamadı, öyle mi?
V- Hayır... Pilot paraşütle atladı... Roket de ayrıca indi.
İ- Nereye indi?
V- .... Petersburg....
İ- Roket nereye düştü?
V- Aynı şehre düştü.
İ- Ruslar bu şeyden büyük bilgi elde ettiler mi?
V- Hayır. Yalnız insanların çok sür'atle yükselebileceğini öğrenebildiler, o kadar.
İ- Başka mâlumât verebilirler mi?
V- Ruslar şaşırtma yoluna gidiyorlar.
İ- Ne gibi?
V- Bu bahiste ketum davranıp, birşey öğrendiklerini zannettirmek için.
İ- Amerika bu hususta Ruslar'ı geçecek mi?
V- Amerika'nın da ağırdan alışı da bunu gösteriyor.

Ne dedik?.. Fakat İdâreci bizi duymadı... Mesleği Hâkimlik olan zâta Feza, Astronomi, Astroloji, Kozmonografya sorulur mu?.. Bizce cevap yanlış... Uzay aracı olsa olsa Kazakistan'daki Baykonur Uzay Üssü'ne inmiştir. Hep oradan iner, kalkarlar. Ya da denize inmiştir. Ne bileyim ben??

İdâreci- Bâzı suallerimiz var. Soralım mı?
Varlık- Evet.
İ- Ruh, Mânâ ve Esîr arasındaki farklar nedir?
V- Ruh; elle tutulamıyan, kendisini istediği zaman gözle gösterebilen,
istediği zaman maddî hareketler yapabilen, cisimden ayrıldıktan sonra Ruhlar
Âlemi'ne giden, Dünyâ'da bulunan insanlara tarafından bâzan kabul edilen, bâzan
edilmeyen Varlık'tır.

... (Güler)... Mânâ... Bütün insanlar her
yaptıkları şeye bir mânâ vermek isterler. Yâhut her gördükleri şeyde bir mânâ
ararlar ve bu mânâ da o insanın bulunduğu hâlet-i ruhiyeye göre değişir...
Ayşe'nin gördüğü şeydeki mânâ, ifâde başkadır, Fatma'nın gördüğü şeydeki
mânâ ve ifâde başkadır... Neş'eli bir insanın gördüğü şeydeki mânâ başkadır,
üzüntülü bir insanın gördüğü şeydeki mânâ başkadır.

Esîr, Arapça'dan gelmiştir. İnsanlar hayâtın esîridir. Hayâta esîr olmamayı öğrenselerdi,
herşeyin mânâsı değişirdi o zaman.

İ- Müsaade eder misiniz, bir sual soracağıom.
V- Hay hay.
İ- Şimdi Ruh'u anladık... Yalnız Mânâ ve Esîr üzerinde münâkaşalarımız olacak...
Ruh'tan başka Dünyâ'ya inmemiş Ruh var mıdır?
V- Vardır.
İ- Onlara ne isim verilir?
V- Cismânî Olmayan Ruhlar.
İ- Yâni bunlara "mânâ" denmiyor mu?
V- Evet.
İ- Demin siz "mânâ" deyince yüzdeki ifâdeleri söylediniz. Bu nasıl oldu?.. Anlıyamadık.
V- Hıı... Ruhlar Âlemi'ndeki Ruh, Mânâ ve Esîr'den mi bahsetmek istiyorlar?
İ- Evet.
V- Yeryüzü'ne gelip cisme intikâl ettikten sonra Ruhlar Âlemi'ne göç edenler Ruh;
Yeryüzü'ne gelmeyip hiç cisme girmemiş olan Ruhlar da Mânâ...
Esîr; Yeryüzü'ne bir daha dönmiyecek olan Ruhlar... Hiç Yeryüzü'ne gelmiyecek olan Ruhlar...
İ-??? Hiç gelmemişler mi?
V- Hayır.
İ- E, Mânâlar da Yeryüzü'ne gelmemiş Ruhlar.
V- Mânâlar'ın Yeryüzü'ne gelme ihtimâli var. Esîr olanlar da Yeryüzü'ne gelme ihtimâlleri yok.
İ- Bunların vazifeleri nelerdir? Ne gibi vazifeleri var orada?
V- Ruhlar Yeryüzü'nde olduğu gibi kısım kısım vazifelendirilmişlerdir. Adâlet burada da vardır.
Yalnız bunların yaptıkları iş söylenmez. Vazifelidirler.
... Vaktim çok az.

Burada mutlaka durmamız gerekiyor... "Ruh, Mânâ, Esîr" derken aklınız karışmış olabilir, özür dileriz. Ama istedik ki, size akıl karıştırıcı bir "Tebliğ" verelim... Üstat Reşat İzmirligil'i biz çok severiz. Çok değerli Tebliğler'i vardır. Ama o da beşerdir... Yâni, Dünyâ'da iken Beşer'di. Yâni, hatâlarla mâlûl bir insandı. Orada bir beşerin Ruhudur. Beşer şaşar... Hele böyle kendi sahâsı dışında suallere muhatap olursa, kendisinden cevap beklenirse, söyledikleri tutarlı; ama soru ile alâkasız olur.

Yukarıda ilk Uzay seyyahati ile ilgili verdiği cevaplardaki yanlışlara temas ettik. Burada da "Ruh, Mânâ, Esîr" açıklamalarında hatâlar var... RUH'u istese de açıklıyamaz.

- "Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.
Size ilimden az bir şey verilmiştir."

(İsrâ Sûresi, 85. Âyet)

"Az verilmiş" olunca, ne söyliyebilirsiniz ki?.. Dünyâ'ya gelmemiş Ruhlar'ı, hiç bedenlenmemiş Ruhlar'ı bilmek mümkün mü?.. Varlık da aklına geleni söylemiş...

Haa, burada hemen eklemeliyiz ki, bu İrtibat kurduğumuz Ruhlar'ın tuhaf bir huyu var, hemen hiç "Bilmiyorum" demezler!.. Belki de bir şeyler anlatıp, bizim araştırmamızı sağlamak için...Yine de Reşat İzmirligil Üstâdımız, "Yok, canım! Ben o kadar bilgili adam değilim. O gün öyle gelmişti, söyledim" diye bir itirâfta bulunmuş...

Ruhlar böyle de, Ruhçular, yâni Spiritualistler farklı mı?.. Yoo!.. Onlar da hiç "Bilmiyorum" demezler. Üstelik bir kötü huyları daha vardır, hiç araştırmazlar. Biz daha İnternet'te bizim verdiğimiz gibi "Celse Tetkiki" yapan; bir Uzaylı'yla, bir Agartalı'yla veya bir Atlantisli ile görüşüp te, aldığı "mesaj"ı inceleyen birine rastlamadık!.. Ne acı, değil mi?.. Çoğu da diplomalı, dilbilir kişilerdir!..

Şimdi bu Varlığın diğer iki kelimeye verdiği açıklamaları inceliyelim... MÂNÂ, "bir sözden, bir davranıştan veya birşeyden anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesne, lâfzın delâlet ettiği şey. anlam... iç, içyüzü. rüya, düş... belirli insanlarda, hayvanlarda, bitkilerde ve doğa öğelerinde alışılmışın dışında birtakım belirtiler ve işlevlerle kendini gösteren gizemsel, dinsel ve büyüsel güç, kuvvet, kutgüç... Karma'da bedene verilen ad" diye açıklanıyor. (Osmanlıca'da yazılışı: ma'na)

Buna göre Üstâd'ın "Mânâ... Bütün insanlar her yaptıkları şeye bir mânâ vermek isterler.Yâhut her gördükleri şeyde bir mânâ ararlar ve bu mânâ da o insanın bulunduğu hâlet-i ruhiyeye göre değişir... Ayşe'nin gördüğü şeydeki mânâ, ifâde başkadır, Fatma'nın gördüğü şeydeki mânâ ve ifâde başkadır... Neş'eli bir insanın gördüğü şeydeki mânâ başkadır, üzüntülü bir insanın gördüğü şeydeki mânâ başkadır" açıklaması; yukarıdaki "bir sözden, bir davranıştan veya birşeyden anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesne" sözlük tanımına uyuyor... Biz buna bir de aynı kişinin neş'eli iken gördüğü şeye verdiği mânâ ile, üzüntülü iken verdiği mânânın farklı olduğunu da ekleyebiliriz. Ama bunlar Celse İdârecisi'nin beklediği cevâba uymuyor. Hint Felsefesi'ndeKİ KARMA ANLAYIŞI'nda mana, "beden" anlamına gelirmiş... Doğru mu, biz bilemeyiz... Varlığin "Yeryüzü'ne gelmeyip hiç cisme girmemiş olan Ruhlar da Mânâ" tanımını da kabulu etmemiz mümkün değil!

Gelelim Esîr'e... ESÎR, "eski Stoacılar'ın ve günümüzde Teozoflar'ın 'ether' dedikleri, 'maddenin insanın beş duyusu ile algılayamadığı; katı, sıvı ve gaz hâllerine oranla yoğunluğu çok daha düşük şey" diye târif ediliyor... Böyle bir açıklamaya rastladık, aynen size naklediyoruz:

- "Olay, manyetik kuvvetin ve elektrik kuvvetin aslında aynı kuvvet olduğunu bularak,
elektromanyetik teoriyi kuran müteveffa Maxwell'e dayanıyor...
1800'lü yılların ortalarında meydana çıkan Maxwell denklemlerine göre, ışığın hızı
bir referans sistemi olmaksızın saniyede 300 bin kilometredir. Fizikçiler bu
denklemlerdeki hız için bir referans sistemi (istinad noktası) bulmaya çalıştılar.
O zamanki Fizikçiler'e göre dalgalar belli referans sistemlerinde ilerliyordu.
Meselâ, deniz dalgasını taşıyan sudur. Ses dalgasını taşıyan ise havadır.
Bu dalgaların hızı ortamlarına göre belirtilir.
Fizikçiler de bunlara dayanarak elektromanyetik dalgalarında belli bir ortam
tarafından taşındığına karar verdiler ve bu maddeye ESÎR dediler."

"Newton'un düşlediği Mutlak Uzay'ı dolduran madde olarak, yıllarca ESÎR'in varlığını
kanıtlamaya yönelik deneyler yapıldı. Ancak yapılan deneyler hiçbir kanıt sunamadı.
Bunlardan en ünlüsü Michelson ve Morley deneyleridir... 1887 yılında yapılan bu
deneylerde ışığın hızının kendilerinden ve ışık kaynağının hareketinden bağımsız
olarak her seferinde saniyede 300 bin kilometre bulunması, bir türlü açıklanamadı.
Tâ ki, Einsten'in 1905'te yazdığı, bilime çağ atlatan makalesine kadar!.. Haziran 1905'te
Einstein, kesin olarak ESÎR'in sonunu ilân eden bir makale yazdı. Einstein gençliğinden
beri, 'Eğer ışık dalgasını ışığın hızında, yanında giderek izleyebiliyor olsaydık, ne
görürdük?' sorusunu hep merak etmişti. Siz ve ışık dalgası ESÎR içinde aynı hızla hareket
ediyor olacağınız için ışığa tam anlamıyla ayak uydurmuş olacaktınız. Dolayısıyla
Einstein'e göre, sizin bakış açınızdan ışığın hareket etmiyor gibi görünmesi gerekiyordu.
Yeni yağmış karda uzanıp bir avuç kar alır gibi, uzanıp bir avuç hareketsiz ışık
alabilmeliydiniz... Ama sorun şu: Maxwell'in denklemleri ışığın durağan, yâni yerinde
duruyormuş gibi görünmesine izin vermiyor. Şimdiye kadar kimsenin durağan bir ışık
parçası yakaladığı da görülmedi. Dolayısıyla genç Einstein şunu soruyordu: "Görünürdeki
bu çelişkiye ne anlam vereceğiz?" ... Einstein ESÎR'in varlığının kanıtlanmaya çalışıldığı,
en azından bâzı deneylerin başarısız olduğundan haberdardı. O zaman deneylerde
hatâ bulmak için uğraşmaya ne gerek vardı? Onun yerinde daha basit olan yaklaşım
benimsenmeliydi. Deneylerde ESÎR bulunamıyordu. Çünkü ESÎR yoktu!... Maxwell'in ışığın
hareketini, yâni elektromanyetik dalgaların hareketini betimleyen denklemleri böyle
bir ortam gerektirmediği için hem deney, hem de kuram aynı sonuca ulaşıyordu...

Bildiğimiz tüm diğer dalgalardan farklı olarak ışığın onu taşıyacak bir ortama ihtiyacı
yoktur. Işık yalnız bir yolcudur. ışık boş Uzay'da yayılabilir. Işık hiçbir şeye ve her şeye
göre hızı saniyede 300 bin kilometredir."

"Einstein'in ışığın doğasına dâir bu yazdıkları bir çığır açtı ve tekrar tekrar yapılan
deneylerle kanıtlandı. Bunlara hâlâ 'teori' denilmesi, yeni modern bilim felsefesinin
bakış açısından kaynaklanmaktadır. Yoksa şüpheli olduklarından değil. O gün bugündür
ESÎR maddesinden bahseden bilim adamı yok. Çünkü ESÎR maddesi, Evren'i ve ışığı
açıklamaya yetmeyen gereksiz bir varsayım olarak târihteki yerini aldı."

"ESÎRÎ madde: Uzay zamanı kapsayan, aynı zamanda 'Uzay Boşluğu' dediğimiz şeyin aslında
tıpkı bir arabanın içindeki gaz gibi kütle çekiminin, elektriksel çekimin, nükleer yeğin
kuvvetin etkileşimlerinin gerçekleştiği, daha basit özetlemek gerekirse 'paint'i açınca
resim çizeceğimiz o boş beyaz sayfa gibi tüm fizik kurallarının işlediği ortama verilen
isimdir.

Bilim insanlarının kafasında uzun süre şu soru geçmiştir: "Acaba uzay boşluğu,
ESÎRÎ maddeden mi oluşuyor, yoksa boşluk gerçekten boşluk mudur?'" ... Bu soruya
verilecek cevap Evren'i anlamamız için atılacak büyük bir adımdı. Şâyet boşluk gerçekten
boşluksa ve ESÎRÎ madde yoksa, ışık hızı herhangi bir referansa göre değişmeyecekti.
Böyle bir durumun olması demek, Evren'i anlamlandırmamız açısından büyük öneme
sâhipti. Basit düzeyde ışık hızının referansa göre değişmediğini özetlemek gerekirse;
elinde fener olan iki kişi düşünelim. A kişisi batıya doğru sâbit ve 10 m/sn hızla giderken,
batı yönünde feneri tutsun. B kişisi de yerinde durduğu yerde batı yönüne fener tutsun.
Eğer ESÎRÎ madde var ise, boşluk dediğimiz uzayı kapsayan bir ortam anlamına geliyor.
Ortam var ise, referans ve gorelilik kavramı işin içine girer. O yüzden ESÎRÎ maddenin
varlığı demek, 10m/sn+300.000 km/sn hız demektir. Uzun yıllar bilim adamlarının
kafasını kurcalayan bu mesele tâ ki ESÎRÎ maddeyi ispatlamak için yola çıkan
Michealson-Morley isimli iki genç adamın kendileri için hayâl kırıklığı olan, fakat bilim
câmiâsı adına târihin en önemli deneylerinden biri olarak geçecek, kendi isimleriyle
adlandırılan deneyi yapmışlardır. Bu deneyde birbirinden farklı uzaklıklardaki aynalara
tek bir kaynaktan ışık göndermişler ve ışığın geri döndüğünde yaptığı girişimi
incelemişlerdir. Mesâfeyi her defâsında değiştirmelerine rağmen ışık dalga hareketinin
tam rezonans hâlini dâima koruyarak şu an bile kafa kurcalayan o garip kuantum etkisini
göstererek ESÎRÎ madde tanımını sonsuza dek târihe gömmüştür. Bilim, bilim adamlarının
ne görmek istediğini değil; gerçekte ne olduğunu bir kez daha bizlere göstermiştir."

İşte böyle... Ne diyelim?.. Biz Bilim Adamı değiliz... Sâdece onların tesbitlerini size ilettik... Bu durumda Varlığın "Esîr; Yeryüzü'ne bir daha dönmiyecek olan Ruhlar... Hiç Yeryüzü'ne gelmiyecek olan Ruhlar" tanımı da bir değer taşımıyor. "Sana Ruh'tan soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Size ilimden az birşey verilmiştir." (İsrâ Sûresi, 85. Âyet) mûcibince bu mevzuda fazla konuşmamak gerekirdi.

Celse İdârecisi- Ruh'un bedenleşmesini ve maddeye tesirini geçen sefer biraz anlatmıştınız.
Bir tecrübe yapacağım. Yardım eder misiniz?
Medyum- ... "Çabuk olursa, ederim," diyor...
İ- İçerdeki odaya bir kâğıda bir sual yazacağım. Yanına kalem koyacağım.
Bu sualin cevâbını yazar mısınız?
M- ... "Yaparım," diyor.
İ- Peki, öyleyse... Suali yazıyorum...... Lûtfediniz.
M- ..... Gitti....
İ- Yazmaya gitmiştir.
M- ..... Geldi....
İ- Yazmış mı?
M-... "Yazdım," diyor fakat gülüyor.
İ- Yazmadılarsa söylesinler.
M- .... Gülüyor...
İ- Herhâlde bir muziplik var.
M- .... "MADDÎ ŞEYLER MÜSAADESİZ OLMAZ," diyor.
İ- Kendilerinden müsaade alarak bu işe kalkışmıştım.
M- ... Sizi kontrol etmek istemiş...
İ- Bu akşam Masa tecrübesinde görüşmek isterler mi?
M- ... İstiyor ama çabuk olursa...
İ- Benim içerdeki kâğıda yazmıyacaklar mı?
Varlık- Bir dahaki sefere.
İ- Ne zaman?... Meselâ, Cuma iyi mi?
V- Evet.
İ- Hüsamettin Paşa'nın Ruhunu rica ediyoruz. Mümkün mü?
V- Hayır, çalışıyor.
İ- Cuma günü mümkün mü?
V- .... Bilmiyorum...
İ- Hâfız Sinan'la görüşebilir miyiz?
V- Görüşebilirsiniz.
İ- Tavassut edecek misiniz?
M-.... Ediyor...
İ- Konuşturacak mı?
M- .... Hafız Sinan'a gidiyor...
İ- Peki.
M- ..... Yaka paça getirdi.
İ- Kimmiş bu muhterem?
M- ... Uzun boylu... Ak saçlı... Üstat Reşat gitmek istiyor.
İ- Üstat Reşat'ın sözü vardı. Masa'da konuşacaktık.
İşleri varsa, gidip tekrar gelsinler.

Burada duralım... Üstat "MADDÎ TEZÂHÜRAT MÜSAADESİZ OLMAZ," derken, Öbür Âlem'deki müsaadeden bahsediyor. Biz de tekrar MÜSAADE ALANLAR - MÜSAADE VERENLER açıklamamızı hatırlatıyoruz. Celse İdârecisi, o târihlerde acemi olduğu için çağırmakla istenen Ruh'un geleceğini zannediyor. Bâzen bu, Rehber Ruhlar'ın yardım ile "alıp-verme" şeklinde mümkün olabilir ama, bu satırların yazarı ne rahmetli babası ile, ne de herhangibir ölmüş akrabası ile görüşebilmiş değil. Böyle bir talebi de olmadı. Çünkü istisnâlar dışında mümkün olmadığını biliyor...

Gelelim, Celse İdârecisi'nin Varlık'dan talep ettiği Bedenlenme-Materyalizasyon ve Yazı yazma tecrübesine... Bu da "MADDÎ ŞEYLER MÜSAADESİZ OLMAZ," kuralına tâbi... İstenebilir ama, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Olmaz değil, olur... Ama onca Medyum'a rağmen bizde olmadı.

İdâreci- Sinan kimmiş?... Bizim arzu ettiğimiz Sinan mı?
Varlık- ..... Vay vay vay!.. Tanımadı mı beni?
İ- Acaba o mu? En karakteristik birşey söylesinler.
V- Utanmaz efendiler!.. Ben kendimi onlara tanıtmasını da bilirim!
İ- Bundan darılmasınlar. Ben Hâmi Ruhum Reşat'ı istedim,
karşıma Üstat Reşat
(İzmirligil) çıktı. Onun için bu kadar derin soruyorum.
Hâfız Sinan mı?
V- Evet.
İ- Hangi devirde yaşamış ve kimmiş?.. Kimin Hâmi Ruh'u?
M- .... 18. Asır'da yaşamış...
İ- Târih olarak lûtfediniz.
V- 1764...
İ- Ben bu Muhterem'le hiç konuşmadım. İlk defa bu akşam konuşuyorum.
M- ... "İlk defa konuşacağım," diyor...
İ- O başka... Benim istediğim Hâfız Sinan değil.
M- ... Zâten Hâfız değilmiş...
İ- Ne iş yaparmış?
V- Hattat...
İ- Hattat Sinan kendilerine âit bir vak'a anlatırlar mı?
M- .... Suriye'de imiş... Suriye'de doğmuş.
İ- Mâdem ki bizimle görüşmek istiyorlar, o hâlde bâzı suallerim var.
V- Peki.
İ- Biraz sonra Masa tecrübesi yapacağız. Masa'da tezâhürlerini gösterirler mi?
V- Evet.
İ- Peki, sizi anarken Hattat Sinan diye mi arıyalım?
V- Evet... Hattat Sinan... Şamlı...
İ- Şimdi, üstâdım, içerdeki odaya bir kâğıt koydum ve bir sual yazdım.
Lûtfen o kâğıda cevâbını yazar mısınız?.. Hattat olduğunuza göre, gâyet güzel yazarsınız.
M- .... "Yazarım," diye gitti...
İ- Peki, yazıp gelsinler.
M- .... Geldi.... Kızgın!..
İ- Niçin?
M- ... "Şartlarınız uygun değil," diyor...
İ- Ne gibi şartlar?... Lûtfetsinler.
V- Çok aydınlık...
İ- Işığı söndürürsem, lûtfeder misiniz? Çok rica edeceğim.
V- Hayır!
İ- Niçin?
V- Hayır!..
İ- Özür diliyorum... TANRI rızâsı için...

Celse'nin bundan sonrası kaydedilmemiş... Ama tecrübenin gerçekleşmediğini biliyoruz. Sebep âşikar... "MADDÎ ŞEYLER MÜSAADESİZ OLMAZ," kuralına tâbi... Sâdece o değil. Varlığın dediği gibi Ortam'ın şartlarının uygun olması, Medyum'un bedenî ve Rûhî durumunun müsait olması gerek. Ama Celse İdârecisi sabırlı ve ısrarlı... Öyle olmak şart!

Gördüğünüz gibi, her gözünü kapayan, her Trans'a giren Üstün bir Varlık'la görüşemiyor. Bu sokakta yürürken durdurduğunuz bir adamın meşhur biri, bilgili biri, hattâ iyi huylu olması ne kadar az ihtimâlse, kurduğunuz İrtibat'ta Üstün bir Ruh'la karşılaşmak ondan daha az muhtemel! Çoğu Celse bu kadar bile verimli olmaz!.. Hatâlı, yanlış bilgilerden Bedri Ruhselman bile kurtulamamış, kitaplarına koymuş, ama sonra o bilgilerin doğru olmadığı, daha doğrusu Varlığın yaşadığı tarihteki bilgiler olduğu ortaya çıkmıştır. Araştırmacı Seyfullah Demir buna bir kaç misâl vermiş. Aynen alıyor, kendisine şükranlarımızı iletiyoruz:

Ruhselman'ın kitaplarındaki bazı bilimsel hatâlar:

- Bedri Ruhselman, 1946'da yayınlanan ilk kitabı "Ruh Ve Kainat"ta (Yani "İlâhî Nizam ve Kâinat"
kitabından yaklaşık 13 yıl önce yazılan ilk kitabı) şöyle diyor:

- "Üstatlarımızdan aldığımız bilgilerden bâzılarını okuyucularıma sunuyorum: ……
Hava basıncı, Güneş'ten uzaklaştıkça hafifler."

1940'lı yıllarda böyle sanılıyordu. Ancak artık bu işin böyle olmadığını ve bu genellemenin
asla yapılamayacağını, doğru olmadığını biliyoruz.
(EK: Dünyâ'da bile yükseklere çıkıldıkça, yâni Güneş'e yaklaştıkça, havayı çekme kabiliyeti azalır.
Yükseklik arttığında, havadaki gazların yoğunluğu azalır. Bu sebeple, en yüksek dağ olan Everest'e
tırmanan dağcılar, 8000 metre yükseklikte, oksijen ve hava tüpleri ile nefes alabilirler. Hatta 5000 metre
yükseklikte hava basıncı ve ağırlığı çok az olduğu için bir çok helikopter uçamaz. Çok fazla yükselen uçaklar
yaklaşık 10000 metre yükseklikte, bazı durumlarda hava boşluğuna düşerler, çünkü hava seyreldiği
için kanadın tutabileceği hava kalmamış olur... kısacası,
Sıcaklık : Basınçla ters orantılıdır.
Yükselti : Basınçla ters orantılıdır.
Yerçekimi : Basınçla doğru orantılıdır.
Yoğunluk : Basınçla doğru orantılıdır.
Alıntı: http://www.yelkenokulu.com/meteorolojibilgileri/havabasincibilgisi.html)

- "Jüpiter'de basınç Dünyânıza oranla daha hafiftir.
Jüpiter de Güneşten kopmuştur. Ve onun kopuşu Dünyânızla zamandaştır.
Fakat ölümü, Dünyânızdan sonra olacaktır.
Jüpiter'in on tane uydusu vardır."

Jupiter

- Ruhlardan gelen ve 1940'lı yıllardaki astronomik bilgileri yansıtan bu bilgiler de yanlıştır.
Jupiter'deki hava basıncı (atmospheric pressure) 10 bar iken Dünyâ'da bu oran 1 bar'dır.
Ayrıca Jupiter'deki yer çekimi gücü, Dünyâ'dakinden 2,5 kat daha fazladır. 1940'lı yıllardaki
genel görüş, "Güneş'ten uzaklaştıkça gezegenlerdeki hava basıncı azalır” şeklindeydi
ve "Üstat Ruhlar"dan gelen bu bilgiler de o dönemki görüşleri yansıtmıştır.
- Jupiter'in 10 tâne değil, keşfedilen 63 tâne uydusu vardır. Tabii 1979'da fırlatılan Voyager
uzay aracından önce, 1940'lı yıllarda, "Jupiter'in 10 tâne uydusu var," sanılıyordu.
Ruhlar'dan gelen bilgiler de tabii ona göre oldu.
(EK: Jupiter'in Güneş'e uzaklığı: 778.500.000 km
Yüzölçümü: 6,142E10 km²
Yarıçap: 69.911 km
Kütle: 1,898E27 kg (317,8 M)
Yörünge süresi: 12 yıl
Yüzey Isısı: Geceleri 1315 derece santigrat
Uyduları: Europa, Ganymede, İo, Callisto, Kallichore, S/2003 J2 ve 57 tâne daha)

Satürn

- "Satürn'ün 9 uydusu vardır. Satürn'deki en çok ve en az sıcaklık dereceleri
Jüpiter'dekine oranla daha azdır. Satürn'de iki mevsim vardır.
Ve aralarında çok fark görülür. Kezâ Jüpiter'de de iki mevsim vardır.
Ve bunların arasındaki fark, Satürn'ünkinden daha derindir."

Satürn'ün 9 değil, keşfedilen 62 tane uydusu vardır. Ancak 1980'li yıllarda gönderilen Voyager
araçlarından önce, gerçekten de sadece 9 uydusu olduğu düşünülüyordu.
(EK: Satürn Zühal yıldızı olarak da bilinmektedir.
Türkçe adı Sekendiz'dir.
Satürn, Güneş'e uzaklık bakımından altıncı sırada bulunmaktadır.
Güneş Sistemi'ndeki en büyük ikinci gezegen Satürn'dür.
Hacmi Dünyâ'nın 700 katıdır.
Olduça sıcak bir gezegendir.
30.000 km civarında kalınlığı olan moleküler bir hidrojen tabakası mevcuttur.
Satürn, çıplak gözle gözlemlenebilir.
Satürn halkalı bir gezegendir.
Satürn'ün yoğunluğu oldukça düşüktür.
Mevsim konusunda birşey bulamadık)

Uranüs
- "Meselâ, Dünyânızda 100 kiloluk bir cisim, Uranüs'te bir kiloya denk olabilir.
Bunun gibi, Dünyânızda 1000 kilo gelen bir cisim Neptün'de deminki örneğinize
karşı ileri sürdüğüm kayıtlar ile 2 kilo gelir.'

- Uranüs’ün yerçekimi, hava basıncı ve daha pek çok etmen işin içine katıldığında, günümüzdeki
astronomi bilgileriyle, Dünyâ'da 100 kiloluk bir cisim Uranüs’te bir kilo değil, yaklaşık
89 kilo gelir. (% 89). Dolayısıyla hiç de Üstat Ruh'un iddia ettiği gibi kayda değer bir fark yoktur.
Alıntı: http://www.universetoday.com/18962/mass-of-uranus/

Neptün

- Dünyâ'da 100 kilo gelen bir cisim ise Neptün'de daha fazla, 1140 kilo gelir. Yani Üstat Ruh'un
dediğinin tam tersi!.. Çok daha az değil, daha fazla!.. (1 kg değil, 1140 kg)
Alıntı: http://www.universetoday.com/21639/gravity-on-neptune/

- "Bu bilgilerin bir kısmı astronomların bize vermiş olduğu bilginin dışında kalıyor.
Hatta bazı yerlerde Üstâd'ın, astronomik bilgileri düzelttiğine
okuyucularım dikkat etmişlerdir."

- Verilen bilgiler, günümüz astronomi bilgilerine göre yanlış olup, 1940'lı yıllardaki
astronomi bilgilerini yansıtmaktadır.
(EK: Belki o târihlerdeki bilgilere bile ters düşmektedir.)

- “Ay'ın size yalnız bir tarafını göstermesi, dönüşünü yaparken aldığı vaziyet gereğidir.
Ay'ın size görünen ve görünmeyen taraflarındaki sıcaklık derecesi arasındaki fark
100–120 ve bâzen daha fazladır."

Üstat Ruhlar"dan gelen bu bilgi de yanlıştır. Gerçekten de kitabın yayınlandığı 1940'lı yıllarda,
Ay'ın bir yüzü Dünyâ'ya hiçbir zaman görünmediği için, "Ay'ın karanlık tarafı"
şeklinde adlandırılıyordu ve insanlarda Güneş ışığını hiç almadığı şeklinde bir algı oluşmuştu.
Bu algı 1959 yılında Sovyet Luna3 aracı tarafından "karanlık" denilen yüzün fotoğrafı çekilene
kadar sürdü.
Alıntı: https://en.wikipedia.org/wiki/Far_side_of_the_Moon#Definition

Ayın Karanlık Yüzü

- Günümüzde biliniyor ki, Ay'ın bize görünen tarafı da, bize görünmeyen tarafı da ortalama aynı miktarda
Güneş ışığı almaktadır ve bu nedenle iki taraf arasında "100-120 ve bâzen daha fazla" şeklinde sıcaklık
farkı yoktur.
kaynak: http://mistikfelsefe.blogspot.com.tr/2015/08/ilahi-nizam-ve-kainat-ruhculuk.html

Biz meseleye Seyfullah Demir kadar haşin bakmıyoruz. Yukarıda dediğimiz gibi BEŞER ŞAŞAR... O "üstat" bilinen Varlıklar da bir dönem beşerdi. Hâlen de o beşerin Ruhudurlar ve hatâ yaparlar, bilmedikleri mevzuda konuşurlar, hattâ yalan bile söyleyebilirler. Bizim görevimiz o hatâları, yanlışları, yalanları ayıklamaktır. Ancak burada bir yanlış var ama, aldatma değil. Varlığın yaşadığı tarihte o bilgiler doğru kabul ediliyordu, Varlık o kadarını biliyordu ve o kadar nakletmiştir.

Şimdi Bektâşî'nin "Biz bu Dünyâ'ya gömlek yıkamaya mı geldik?" dediği gibi, "Biz bu Dünyâ'ya Varlıklar'ın yanlışlarını düzeltmeye mi geldik?" diyebilirsiniz. Yâhut, "Bu palavraları sıkan Varlıklar'la niye görüşüyorsunuz ki?" da denilebilir... Ama bir düşünün... Zâten hep onu yapmıyor muyuz?.. Âile fertlerimizin, meslektaşlarımızın, komşularımızın ve kendimizin hatâlarını düzeltmekle, tâmir etmekle uğraşmıyor muyuz?.. Kafelerde, kahvehânelerde, restoranlarda kaç tâne domuz vurduğunu, kaçırdığı büyük balığı, siyâsete girse neler yapacağını anlatan dostlarımızla, arkadaşlarımızla "sohbet" edip, benzer palavralar dinlemiyor muyuz?.. Radyoyu, televizyonu açtığımız zaman karşımıza çıkan futbol antrenörleri, film artistleri, politikacılar ha bire palavralar atıyor, dinlemiyor muyuz?.. Ama onlardan sonra oturup böyle araştırmalar yapmıyoruz... İşte biz Ruhlar'la bunun için görüşüyoruz. Hem sohbet etmek için, hem Âhıret Âlemi hakkında mümkün olduğu kadar bilgi edinmek için, hem de söylenenleri araştırmak için... Bizce çok faydalı bir faaliyet... Tabii böyle yapılırsa!

Hep dediğimiz gibi, bir Geri Varlık'la bile karşılaşsanız, o Celse'den öğreneceğiniz çok şey vardır. Meselâ, bu Celse'de hiç olmazsa ESÎR ne değildir, onu öğrendik. Spiritualizm zevkli olması bir yana, siz bu hatâları, yanlışları ayıkladıkça, pek çok Üstün Tebliğe, şiirlere, hattâ bestelere, tablolara da ulaşabilirsiniz.

Neyzen Tevfik'le veya Yunus Emre ile bir saat sohbet etmek, yüz saat gayrete değmez mi?

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

ÖNEMLİ SAYFALAR


- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
- İBN-İ SİNÂ CELSESİ
- TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
- NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
- BİR OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- İMAJ VE İLK YÜKSELME
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- Bülent Çorak'tan Uzaylı Tebliğ - ALTON'DAN MESAJ
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
- J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM VE RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
- MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
- AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
- SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
- "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
- ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
- SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
- KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
- RA "TEBLİĞ"LERİ
- HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
- VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
- HATHOR'UN GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
- ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
- ARKTURUSLULAR'DAN MESAJLAR
- MEKTUPLAR