BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 50

Bu sefer bir başka Medyum, bir başka Operatörden MÜZİK ve SAN'AT üzerine nefis bir sohbet nakledeceğiz... "Nefis" diyoruz, çünkü Sohbet, Ruh'un gıdasıdır. Güzel olursa hem nefis, hem besleyici olur. Medyum Hepşen Hanım ile, 1965-1966 yılları arasında 32 Celse yapılmış, değişik konularda bilgi alınmış, sohbet edilmiştir. Şimdi vereceğimiz Celse bunların en enteresanlarından biridir.

Medyum yükselirken önce Annette adlı bir Geri Varlık'la karşılaşır. Annette zararsızdır, yardım görmektedir. Başka iki Medyum vâsıtasıyla da bizle görüşmüştür... Annette'ten sonra Medyum NÂZIRÎ adını veren Hindistanlı bir feylezofla İrtibat'a geçer... Yanlış anlaşılmasın, Hindistan'da sâdece Hindular, Budistler değil; Dünyâ'nın en kalabalık Müslüman nüfusu yaşar... Artık Nâzırî Üstâdımız Hindu mu, Budist mi, Müslüman mı imiş, siz karar verin. Varlık hiç beklemeden, teklemeden sorulara uzun ve detaylı cevaplar verir, Medyum da bunu kolaylıkla naklederdi.

Varlık: Annette, Nâzirî
Medyum: Hepşen
Târih: 2 Mart 1967
Hâzirûn: Muhtelif kişiler ve İdil Hanım

Celse İdârecisi- Şimdi Ruh ve beden münâsebetleriniz gevşiyor... Yükseliyorsunuz...
Annette- ...... Merhaba.
İ- Nasılsın?
V- İyiyim.
İ- Birşey söylemek ister misin?
V- Hayır.
İ- Peki... Üstâd'a çıkalım.
Nâzırî- ..... Merhaba, dostum.
İ- Merhaba, efendim. Tanrı râzı olsun. Bu akşam o güzel konuşmalarınızdan
istifâde etmek isteriz.
V- Sizin sorularınıza göre ayarlanmak isteriz.
İ- Peki, efendim. ... Müsaade ederseniz, İdil Hanım'ın bir suali var.
V- Evet.
İdil Hanım- Birşey öğrenmek istiyorum: Modern Müzik nereye gidiyor? Bunu merak ediyorum.
V- Niçin bunu sâdece Müzik olarak alıyorsunuz?..
İdil Hanım- Çünkü o konu beni alâkadar ediyor, ondan.
V- Önce Müziği yapan insanların arzuları, hevesleri, düşünce ve fikirleri olarak incelemeniz gerekir, bu konuyu... Çünkü Müzik aslında insanlardan ayrı birşey değildir. Onun için önce, isterseniz, sizinle "Bugünün İnsanı nereye doğru gidiyor?" diye düşünelim. Çünkü Müzik insanın düşüncelerini ve fikirlerini kendinden ayrı olan insanlara, topluma, çevresine, ondan sonra gelecek insanlara hissettirebilmesi için bir çeşit imkân, bir çeşit sebeptir.

Önce Bugünün İnsanı'nı ele alalım... Bugünün İnsanı herşeyden önce, bundan önceki devirlere nazaran pek çok şey öğrenmiş, pek çok şey bilen ve pek çok şey bilmediğini bilen insandır. Belki bildiğinden daha fazla şeyleri bilmediğine inanan insandır... Aslında belki bütün öğrendikleriniz size yeni şeyler öğretiyor, yeni kapılar, yeni ışıklar açıyor gibi gelir ama, gerçek hiçbir zaman böyle değildir. Her öğrendiğiniz şey sizi daha karanlık, daha ışıksız ve daha gerçeğe uzak bir âleme sokuyor... Belki ilk anda bunu yadırgıyacaksınız... Niçin öğrendiklerimiz bizi gerçekten uzaklaştırıyor, diye... Çünkü her öğrendiğiniz şeyle, gerçekten çok uzakta olduğunuzu hissediyorsunuz da, ondan!..

İşte Müzik de böyle... Resim de böyle... Diğer bütün San'at kolları da böyle oluyor... Sizin dediğiniz gibi, isterseniz, önce Müzik'ten başlıyalım... Bugüne kadar gelmiş geçmiş devirlerde, devrinde isim yapmış, veya devrinden sonra tanınmış pek çok Sanatkâr geldi ve geçti. Bunların her biri kendi devrine göre bir yenilikti. Her biri kendi devrinden daha ilerisine hitap ettiği için, kendi devrini aşıp daha sonraki nesillere ulaşabildiği için kendi devrinde anlaşılamadı, sevilmedi, sayılmadı.

İşte Bugünkü Müzik de aslında hepinizin, -hepinizin diyemiyeceğim- bir kısmınızın "Biliyorum, anlıyorum, hissediyorum" veyâhut "Duyuyorum" dediğiniz Bugünkü Müzik de, aslında bugün için yazılmış değildir. Çünkü bugünkü devirde isim yapabilmek için herhangibir San'at dalında, veya herhangibir İlim dalında isim yapabilmek, sivrilebilmek, veyâhut tanınabilmek için, bugünkü insanların bilgi sınırlarının üzerine geçebilmek lâzımdır. Ancak Bugünkü İnsan'ın anlıyamadığı, Bugünkü İnsan'ın duyup hissedemediği şeyler Bugünün İnsanı tarafından anlaşılamadığı için, tanınamadığı veya hissedilemediği için belki bir istihfam olarak ortaya çıkar. Fakat yine de büyük bir merak uyandırır.

Bugün o dopdolu olan konser salonlarına gidin... Ve orada sizin "Bugünün Müziği" dediğiniz Modern Müziği dinleyen halkla, ve hattâ bu konuda bir hayli kültürü, bilgisi olan kimselerle konuşun... Acaba onların duydukları ve hissettikleri nelerdir?.. Veya sâdece anladıkları için mi buna ilgi gösteriyorlar?.. Hiç zannetmiyorum!.. Çünkü bütün San'at dallarında olduğu gibi, Müzik'te de bugün için Eser veren kimseler hiçbir zaman bugünün bilgi sınırları içinde kalan kimseler değildir... Ve yine her devirde olduğu gibi, bugünkü bütün San'at eserlerinin ve bunların yanısıra Müzik eserlerinin değeri de bundan belki 10, belki 20, belki 100 yıl sonra gerçek anlamıyla anlaşılacaklardır.

Çünkü herşeyde olduğu gibi, Müzik'te de anlıyabilmek, hissedebilmek bir çeşit alışkanlığa bağlıdır. Bu öylesine bir alışkanlıktır ki, insanın zevkine, fikrine, Ruhuna veya düşüncesine tesir eder. Daha doğrusu, insanlar nasıl ki, alıştıkları şeylerden kolay kolay sıyrılamazlarsa, veya birşeyi tanıdıkça onun içine iner, onun gerçek değerini tanımlamaya çalışırlarsa... Ki bu, insanlar için de öyledir. İlk anda tanıdığınız bir insandan hoşlanabilirsiniz. İlk duyduğunuz Müzik eseri size bir zevk verebilir. Veya ilk okuduğunuz bir şiir, ilk seyrettiğiniz bir tablo sizde herhangibir tepki uyandırabilir. Bu iyi veya kötü olabilir. Her ikisi de aynı derecede mümkündür. Fakat bu Eseri 1-3-5 defa dinlediğiniz zaman, veya o şiiri 3-5-7 defa okuduğunuz zaman, bir çeşit kelimelerin... bu kelimelerin sizin zihninizde ve sizin gerçek şuurunuzda ve madde olmayan şuurunuzda yaptığı bir çeşit kalıplaşan izler ortadan kalmaya başladıktan sonra siz bunun gerçek anlamına inebileceksiniz.

Bir Müzik eserini dinlerken de böyledir. İlk duyduğunuz, eserde belki tek tek notaları, veya bütün olarak bir melodiyi duyarsınız. Fakat gerçekten anladığınız, gerçekten hissedebildiğiniz, duyabildiğiniz bir eserde bu notalar, bu akorlar, bu melodiler silinmiş de, tamâmen bunlardan apayrı bir tesir kalmıştır sizdeki... Bu da işte o kalıplardan sıyrılabilen... daha doğrusu, o kalıpların dışında kalabilen bir dış etkinin sizde yarattığı bir izlenim, bir tesir, bir etki olabiliyor.

Burada duralım... Varlığın fikirlerini değerlendirmeyi size bırakacak, biz sâdece bir hususta düşüncemizi belirteceğiz... Evet, bugüne hitap eden sanatkârlar vardır elbette, ama en meşhur sanatkârlar, en büyük sanatkârlar geleceğe de hitap edenlerdir. Ben burada üç misâl vereceğim. Birincisi TÜRKÂN ŞORAY... Bu hatun 1960'lı yıllarda Sinema'ya girdi. Nedense halk onu çok tutarken, entel-dantel, sosyetik geçinen züppe tabaka ona burun kıvırdı. Hattâ acıklı, dram türü filimleri "Türkân Şoray filmi" diye alaya aldılar. 200'den fazla filim, 10 kadar da dizide oynadı. Nihâyet 2000'li yıllarda o entel-dantel-sosyetik tabakanın da kabullenmesiyle "Sultan" ünvânıyla anılmaya başladı.

İkincisi MÜSLİM GÜRSES'tir... İlkokul mezunu Müslim, 1960'lı yıllarda 14 yaşında meşhur olmuş, halkın kendisini pek beğenmesine rağman, entel-dantel-sosyetik tabakaya ne kendisini, ne de eserlerini bir türlü sevdirememiştir. Ama sonraları "Müslim Baba" diye anılmaya başlamış, hayâtı filim olmuştur.

Daha çok örnek var ama, bir üçüncü ile bitireceğim: KEMÂL SUNAL ... Onunla da uzun süre dalga geçilmiş, ama halk hiçbir zaman ondan vazgeçmemiştir. Âhırete intikâl edişinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmesine rağmen, her gün televiyon kanallarında en az bir filmi oynar. Üstelik her filmi de Türk toplumunun bir sosyal meselesine el atar!.. Mesajı hiç eskimez!

Hepşen Hanım gerçekten çok değerli bir Medyum idi. Varlığın sözlerini aynen, duraksamadan naklederdi. Çok nâdir hatâ yapardı. Bu Celse'de "o kitabı üç-beş-yedi defa okuduğunuz zaman" diye nakletti, biz de ifâdenin akışından dolayı "kitap" kelimesini "şiir" olarak değiştirdik... Hoş, bir kitap 3-5-7 defa okunmaz mı?.. Okunur elbet... Bu satırların yazarı Mişel Zevako'nun dört ciltlik bir romanını çok beğendiği için 3-5 defa okumuş, âdetâ ezberlemişti.

Üstâd'ın adı NÂZIRÎ'ye gelince; bugün BAKAN dediğimiz hükûmetteki görevliye, Cumhuriyet'in başında VEKİL denirdi. Osmanlı döneminde ise o görevli NÂZIR diye anılırdı ki, "bakan, nezâret eden, baktığının sorumluluğunu üstlenen" demektir. Sondaki "Î" takısı hep "oralı, oraya âit" anlamı verir. Cüneyd-i Bağdâdî , meselâ, "Bağdatlı Cüneyd" demektir. Peki, NÂZIRÎ ne oluyor?.. "Bakanlara, nezâret edenlere âit, onlara hizmet eden"mânâsını veren bir kelime olduğunu düşünüyoruz. Üstâdımızın çok daha Üst Makamdakiler'e hizmet eden Üstün bir Varlık olduğu inancındayız. Mâlûm, Öte Âlem'de HİZMET EDENLER-HİZMET EDİLENLER var.

Nâzırî- İşte bugünün Müziğinden sizin alabildiğiniz şeyler, daha henüz kalıp olan, daha henüz şekilden ileri gidemiyen maddedir...
Ama bugün için bunu tam anlıyamamanızın sebebi de, bu kalıplardan henüz sıyrılabilecek alışkanlığa erişememiş olmanızdır.
Ama bu alışkanlığa erişebilmek de kimisi için bir, kimisi için beş, kimisi için yüz yıl kadar bir zaman ister.

Bugünün Müziği, daha doğrusu Modern Müzik gerçek anlamını, daha doğrusu gerçek izâhını, gerçek tanımlanmasını ancak bu kalıplaşmadan sıyrılabildiği zaman sizlere hissettirebilecektir ki, bu sâdece Müzik'te değil, her konuda böyledir.

Bugün için pek çoğunuz o "modern" dediğiniz Müziği dinlerken Onun sâdece yanyana getirilmiş ve çoğu zaman birbiriyle ilgisiz bulduğunuz seslerin bir toplamı olarak ele alırsınız. Ama aslında bu gerçekten böyle midir?.. Bugün sizin beğendiğiniz, bugün sizin alıştığınız, bugün sizin sevdiğiniz eserler de bundan 100 yıl önce, 200 yıl öncenin insanına göre, işte böyle karmakarışık seslerin bir aray getirilmesinden meydana gelmiş hissini uyandıran eserlerdi. Niçin bugünün Modern Müziği bugünün insanları tarafından anlaşılmıyor ve niçin bundan 200 yıl öncenin insanı tarafından da yine bugünün Modern Müziğinin yarattığı tepkiyle karşılanıyor?.. İşte bunun sebebi sâdece hem madde olan, hem de maddeden ayrı olan şuurun henüz bu kalıplaşmalardan kurtulmamasıdır.

BUGÜNÜN MÜZİĞİ ASLINDA DÜNÜN MÜZİĞİNİN GİTTİĞİ YERE GİDİYOR!..
Aslında dünün Müziği de o günün insanları tarafından tıpkı bugünkü Müzik gibi anlaşılmaz, sevilmez, hattâ değersiz olarak tanımlamışlardı ki, bugün kıymet verdiğiniz, değer verdiğiniz eserlerin çoğu o zamanın pek çok sanatkârları tarafından basit bir dudak bükülmesiyle bir kenara itilmiş eserlerdi. İşte bugün Modern Müziğin gittiği yer de sâdece dünün Müziğinin gittiği yer olacak. Şöyle ki, insanlar tekâmül ettikçe, insanlar gerçekten tekâmül edebildikçe, işte kendilerinden daha üstün, daha tekâmül etmiş olan bugünün sanatkârlarının meydana getirdikleri eserleri anlamaya başlıyacaklar.

Herşeyden önce şunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerektir:

BİR İNSANIN KAABİLİYETLİ OLABİLMESİ, BİR İNSANIN SANATKÂR OLABİLMESİ İÇİN O İNSANIN KENDİ DEVRİNDE, KENDİ ÇEVRESİNDE YAŞAYAN İNSANLARIN ORTALAMA TEKÂMÜL SEVİYELERİNİN ÇOK DAHA ÜSTÜNDE OLMALARI GEREKİR.

Çünkü zâten onlara benzeyen bir insan, onlarla aynı tekâmül seviyesinde olan bir insan, onların arasından sıyrılıp ta kendini Sanatkâr olarak o insanlara kabul ettiremez! Sâdece onların arasında kaynayıp gider!

Bir kısa açıklama... Burada kullanılan "tekâmül" kelimesi, Rûhî Tekâmül'e işâret edebileceği gibi, Müzik konusunda ilerlemiş, gelişmiş olmayı da kastetmiş olmalıdır. Herhangi bir ilim veya san'at dalında bilgi ve kaabiliyet sâhibi olma, "o sahâda tekâmül" demektir.

Nâzırî- Şu hâlde aslında Sanatkâr olan bir kimse, veya Müzisyen olan bir kimse ve bu kimsenin meydana getirdiği eserler sâdece kendi devrinde çağında ve kendi dünyâsında yaşayan insanlara nazaran çok daha üstün seviyede, daha doğrusu, yârına, geleceğe çok daha yakın olduğu için, onlar tarafından değerli veya isterse değersiz olsun, ama bir tepkiyle karşılanmıştır. Bir ilgiyle karşılanmıştır. Ve insanlara değerli veya değersiz, "Sanatkâr" denilmiştir.

"Değerli veya değersiz" dememden kasıt şu ki, değerleri anlaşılsın veya anlaşılmasın, bir insanın mâdem ki Sanatkâr olabilmesi için kendi devrinde yaşayan insanların daha üstünde bir Tekâmül seviyesine erişmiş olması gerekir. Şu hâlde, bu insanın meydana getirdiği eserin de kendi devrindeki insanların anlıyabileceğinden daha üstün olması lâzım gelir. Bunun içindir ki, işte "Bugünün Modern Müziği" dediğiniz, "Bugünün Modern San'atı" dediğiniz şey, sâdece bugünün insanına göre daha üstün, daha ileri ve daha gelişmiş olduğu için bugünkü, daha doğrusu, o devirde yaşayan insanlar tarafından "anlaşılmaz" olarak vasıflandırılmıştır. Ama aslında Müzik, dâima kendi devrinden daha üstün olabilirse, Edebiyat dâima o devirde yaşayan insanların düşüncelerinden çok daha fazla düşündürebilirse , bir değerdir. İşte bunun için de "Bugünün Modern Müziği" dediğiniz şey, sâdece bugünün insanını yârına doğru çekmek için bir vâsıtadır.

Aslında Müzik bir yere doğru gidiyor değil; o kendi Tekâmül seviyesini yapıyor!.. Fakat ilerlemekle bugünün insanını da yârına götürüyor!.. Onun madde olan ve madde olmayan birşey, şuurunda ileri doğru bir çekim yaparak, onu bir çeşit alışmış olduğu kalıplardan sıyırarak, bu kalıpların dışına çıkarmaya çalışıyor. O böylece bugünün insanını Yârının San'atı'na doğru çekiyor!

Aslında Müzik ilerliyor... Fakat insanları, daha doğrusu, kendini anlıyabilecek, kendini değerlendirme gücüne sâhip olacak olan insanları dâima daha geride bırakarak ilerliyor... İşte Müzik, daha doğrusu Bugünün Modern Müziği'nin gittiği yer olacak! Ama San'at dâima insanları yücelten ve onlara dâima daha iyiyi, daha güzeli ve daha doğruyu öğretmeye, göstermeye hissettirmeye ve duyurmaya çalışan bir vâsıta olarak dâima insanlardan bir adım ilerde olacak ki, insanı yükseltebilsin!.. Eğer böyle yapamazsa, o zaman San'atın ne değeri kalır?

Öyle değil mi?.. San'at, Edebiyat sâdece içinde bulunduğu çağa hitap ederse, gelecekteki insanlara birşey vermezse, bir değeri olur mu?.. Unutulur gider. Nice Şâir, nice Müzisyen, nice Mîmar-Mühendis silinip unutulmadı mı?.. Ama bir Mimar Sinan, bugün dahi seviyesine ulaşılamıyor... Sofokles'in (M.Ö.495-406) ANTİGONE'si bugünün insanına dahi çok şey vermiyor mu?

Medyum'un yanlış naklettiği kelimeleri gene düzeltip yazdık. "düşünebilirse" diye nakletmiş, düzelttik. "hissetmeye" demiş, yine düzelttik... Rûhî İrtibatlar'da olur böyle şeyler... Aldatma, kıtır atma olmasın da...

İdâreci- Buyurun, sual soracaksanız.
İdil Hanım- Evet... Çok enteresan... Azıcık daha düşünüyorum şimdik.
V- Şöyle düşünüyorsunuz: Bugünkü Müziği, bugün alışılageldiğimiz Müzik'ten biraz daha farklı ... Ama bugünün insanı da öyle değil mi?..
Hattâ bugün siz bir çocuk olarak annenizden, anneniz bir büyük olarak kendi annesinden daha farklı değil mi?..
İdil Hanım- Evet... Hayır, benim merak ettiğim şey, tekrar bir dönme olacak mı?..
Yoksa en son bu yeni yapılan denemelerden başka birşey çıkacak mı?.. Tekrar klâsik bir anlayış mı gelecek?
Yoksa yeni birşey mi çıkacak?
Nâzırî- Dâima yeni ve eski değerli oldukları sürece San'atın bütün kollarında yerlerini muhafaza edecekler... Çünkü Yeryüzü'ne gelen insanlar mâdem ki aynı zamanda Yeryüzü'ndeki veya Kâinat'taki yaşantılarına başlamamışlardır,,. şu hâlde aynı zamanda, -"aynı Dünya üzerinde" diyeyim- yaşayan insanlar dâima birbirlerinden farklı Tekâmül seviyelerinde olacaklar. Bunun için de bu birbirinden farklı olan Tekâmül'e ulaşmış insanları tatmin edebilmek için San'atın eskisi veya yenisi dâima berâber olacak. Çünkü onu değerlendirebilen ve ondan anlayan dâima aynı zamanda, aynı Dünya üzerinde yaşayacaklar. Yeninin yanında dâima daha eskisi olacak. Dâima Klâsiği olacak. Çünkü çok Tekâmül etmiş insanın yanında dâima çok az Tekâmül etmiş insan da bulunacak. Ama eskinin vârolması hiçbir zaman yeniliğin önlenmesi veya yeniliğe doğru gidişin bir sonu veya bunun engellenmesi şeklinde olmıyacak. Dâima insanlara göre San'at olacak!.. Ve dâima Yeryüzü'nde vârolan San'attan faydalanabilecek ve bunun değerini anlıyabilecek insanlar Yeryüzü'nde vârolacak!

Aslında her San'at eseri, eskiyle kıyaslanınca yepyeni birşeydir. Meselâ, Resmi ele alalım... Resim de böyledir. Bundan iki yüz yıl önceye, dört yüz yıl önceye inin... Ve bu devirleri birbirleriyle karşılaştırın... Yeni bir akımın ortaya çıktığı görülecektir. Çünkü biraz önce de dediğim gibi, San'atta gerçek anlaşılma veya San'atın gerçek değerini kavrıyabilme, ancak bu San'at eserine bir çeşit alışkanlığın, daha doğrusu, bu San'at eserinin madde olan kalıplarının dışına sıyrılabilmeyi başarabildiğiniz anda, mevcut olmaya başlıyor. Fakat bu alışkanlıklardan, daha doğrusu, bu San'at eserinin gerçek değerini anlamaya başladıktan sonra da insanın Tekâmül seviyesinin bir çeşit ilerlemiş olması lâzım geliyor. Şöyle ki, ilk önce gerçek değerini anlamadığınız bir esere bakarken sizin ulaştığınız Tekâmül Seviyesi ile gerçek olarak anlıyabildiğimiz, gerçek değerini kavrıyabildiğiniz an ulaştığınız Tekâmül Seviyesi arasında fark vardır. Siz Tekâmül ettiğiniz için o San'at eserini, o tabloyu veya o Müzik eserini anlıyabilecek duruma gelmiş sayılıyorsunuz.

Burada durmamız gerek... Hiç dokunmadan naklettiğimiz Medyum'un ifâdeleri biraz karışık... Bu yorgunluğundan da olabilir, Varlığın anlattıklarının yoğunluğundan da... Önce bir kere daha tekrarlıyalım ki, Celse'nin muhtelif kısımlaında kullanılan "Tekâmül Seviyesi" ifâdesi, hem Rûhî Tekâmül'e, hem de San'at Anlayışının Tekâmülü'ne işârettir. Çoğu yerde ikincisi kastedilmektedir.

Varlığın veya Medyum'un "daha doğrusu" tâbiriyle birbirine bağladığı cümle, "San'atta eserin gerçek değerini kavrıyabilme; o San'at eserine olan alışkanlığın veya o San'at eserinin maddî kalıplarının dışına çıkabilme ile mümkündür" şeklinde olması gerekirdi. Sonra bu San'at eserinin gerçek değerini anlamaya başladıktan sonra da insanın Tekâmül seviyesinin bir çeşit ilerlemiş olması lâzım geliyor" cümlesi yanlış kurulmuş. Tekâmül'ün önce gelmesi icâbederdi. Sonradan ilk önce gerçek değerini anlamadığınız bir esere bakarken sizin ulaştığınız Tekâmül Seviyesi ile , gerçek olarak anlıyabildiğimiz, gerçek değerini kavrıyabildiğiniz an ulaştığınız Tekâmül Seviyesi arasında fark vardır. Siz Tekâmül ettiğiniz için o San'at eserini, o tabloyu veya o Müzik eserini anlıyabilecek duruma gelmiş sayılıyorsunuz" açıklaması ile düzeltilmiş, "ile" kelimesi bizim ekimiz...

Görüyorsunuz, değil mi; Celse Yapmak, Ruhlarla İrtibat, Celse İdâresi, Celse Kaydı'nın Tape Edilmesi, Celse İncelemesi öyle kolay işler değil... Kılı kırk yaran titizlik istiyor... Hele bir de Celse'yi İnternet'e çıkarmak isterseniz, yandınız!..

Nâzırî- Fakat insan dâima Tekâmül ettiğine göre, orada kalamıyacağınıza göre, dâima yeni şeyler istiyeceksiniz... Ve işte bir Sanatkâr da dâima kendi devrinin üstün olan insanlarının Tekâmül Seviyeleri'nin üstünde bir eser, daha doğrusu, onların anlıyabildiği, onların alıştığı eserlerinin üstünde bir eser verebilmeyi başardığı zaman, o insanlar arasında sivrilecektir. San'atta dâima devre devre, zaman zaman yeni okulların açılması, yeni bir devrin başlaması, işte bunun tesiri ile olmaktadır.

Bunun için Müzik de, Resim de, Şiir de, Edebiyat da, hepsi dâima bir önceki devre nazaran daha değişik, ve hattâ çoğu zaman ondan büsbütün başka bir şekilde ortaya çıkmalıdır ki, işte o alışabildiğiniz eserler içinde sivrilip bir değişiklik yaratabilsin. Çünkü, unutmayın!.. İnsanları çeken şey, bir süre için, alışkanlıklardır! Fakat ondan sonra bu alışkanlıklar da bir çeşit bıkkınlık uyandırır. Ve insanlar dâima yeniliğe, değişikliğe doğru gitmek isterler. Bunu isteyen insanlar değildir de, onların bulunduğu seviyedir. Çünkü insanlar dâima ileri doğru gidiyorlar. Ve bu insanlığın ilerlemesi de dâima daha ileri, daha yeni ve daha değişik şeyler yaratabilme arzu ve çabasını ortaya koyuyor.

Bunun için Bugünün Müziği'nden apayrı bir Müzik olacak Yârının Müziği!.. Nasıl ki, Bugünün Müziği de Dünün Müziği'nden apayrı birşeydir. Ama bugün, hem Dünün, hem Bugünün Müziği'ni bâzen zevkle, bâzen alışkanlıkla, bâzen isteyerek ve bâzen de istemiyerek dinliyorsunuz. Ama bu, sizin için böyle... Aranızdaki insanların bâzıları Bugünün Müziği'nden hoşlanıyorlar, bâzıları da Dünün Müziği'nden.

İşte bunun için de hem Bugünün, hem Dünün Müziği mevcut, bugün için... Yârın da dünden ve bugünden ayrı birşey olmadığı için, yârın da... O gün geldiği zaman, sâdece bugün ve o gün geçtiği zaman da yalnızca dün olacağı için, bugünkünden ayrı birşey olmıyacak. Yârının Müziği yine Bugünün Müziği gibi Dünkü'nden apayrı, fakat yârınınkine de benzemeyen bir Müzik olacak. Ama tıpkı bugün olduğu gibi, hem Dünün, hem Bugünün Müziği aynı zamanda değişik insanlar tarafından aynı zevkle dinlenmekte devam edecek.

İdil Hanım- Bana öyle geliyor ki, Müzik'te çok şey söylendi. Artık sonuna geldik. Gerileme vaziyetine giriyor gibi... Ben ondan korkuyorum. Acaba ne kadar bu gider?
V- Hayır, hiçbir şeyde çok şey söylenmedi, henüz... Dikkat edin, yeni birşeyin doğabilmesi, yeni birşeyin vârolabilmesi için ilk önce eskinin yakılması lâzımdır. Birşeyin yıkılabilmesi için de, onun dejenere olması lâzımdır, sizin deyiminizle... İşte bu sâdece bir yeniliğin meydana gelmesini sağlayacaktır.
İdil Hanım- Yâni, yenilik muhakkak olacak?
V- Evet... Herşeyde olduğu gibi...
İdil Hanım- Fakat bu, yeni bir insan tipinin çıkmasından mı olacak?
V- Tam "öyle" diyemiyeceğim... Ama Yârının İnsanı Bugünkü'nden farklı olacak. Çünkü Yârının İnsanı'nın elinde Bugünkü'ne nazaran çok daha fazla, çok daha geniş imkânlar mevcut olacak... Dikkat edin, bu imkânların artması, dâima yeniliklerin daha sür'atle meydana ve daha sür'atle insanlar arasında yayılabilmesini sağlıyor. Şöyle ki, bundan asırlar öncesinin insanı sâdece basit Müzik âletleri arasında birşeyler yapmaya çabalarken, bugün hattâ âletsiz Müzik çalabilme, âletsiz Müzik yapabilmeye çalışıyor insanlar... Bu da onların imkânlarının dünün imkânlarına nazaran çok daha gelişmiş olmasındandır. Tıpkı bunun gibi, Yârının İnsanı'nın elinde çok daha geniş imkânlar olacak. Çünkü Yârının İnsanı bugün sizin duyabildiğiniz, bugün sizin bilebildiğiniz şeylerdan çok daha fazlasını duyabilecek ve bilebilecek. Bugün için sizin bildiğiniz şeyler size, sâdece size ulaşmış olan şeylerdir.

Ben bu Celse'nin bu kısmını çok sevdim... Çünkü yıl 1967... Daha Ay'a gidilmemiş. Televizyon yayını Türkiye'de deneme olarak yeni başlamış. "Uzay Yolu" dizisi bile renksiz olarak gösterime girmemiş!.. Yâni, Kaptan Kirk'ün elinde görüntülü "cep" telefonunu bile görmemişiz ki, hayâlini kuralım... Varlık 2000'li yılların bilgisayar, telefon ve bilgisayarlı telefonların müjdesini veriyor. Bilgisayarla, hattâ cep telefonuyla âletsiz Müzik yapma imkânından bahsediyor!.. Gel de, hayret etme!..

Nâzırî- Sizin duyduğunuz sesler, sâdece size kadar gelebilmiş seslerdir. Ama Yeryüzü'nde tek yaşayan "insan türü" diyeyim, veya "sizin bildiğiniz canlı Varlıklar" diyeyim, sizin sesleri alabildiğiniz kadar değil; bundan önce -"bugünkü Yeryüzü'nde yaşayan insan nesli" demiyeyim de- bugün için "Yeryüzü" dediğiniz, Kâinat'ın ufacık bir noktasında vârolan madde veya madde olmayan Varlıklar'dan önce, onların bu Dünya yüzündeki yaşantılarına başlamalarından önce, onlardan çok daha önce, çeşitli nesiller geldi ve geçti buradan... Ve onlar Bugünün İnsanı'nın eriştiği medeniyet seviyesinin, bugünkü insanın bilebildiği bilgilerin çok daha üstüne çıktılar. Onların yaptıkları şeyler, onların birbirlerine gönderdikleri sesler, veya onların meydana getirdikleri eserler sanır mısınız ki, şu "Kâinat" dediğiniz sonsuzluk içinde kaybolup gidiyor?.. Hayır!... Sâdece siz o sesleri alabilecek âletleri henüz bulamadığınız için onların varlığından haberdâr değilsiniz... Ve bunları öğrendiğiniz, daha doğrusu, bu mevcut olan titreşimleri alabilecek bilgi seviyesine erişebildiğiniz zaman, onlardan öğrenebileceğiniz şeyler çok daha üstün olacak.

Bu kısım akıl karıştırabilir... Bizden önce, yâni homosapien diye bilinen insan türünden önce

Homo Erectus.
Homo Rudolfensis. ...
Homo Ergaster. ...
Homo Antecessor. ...
Homo Heidelbergensis. ...
Homo Neanderthalensis. ...

diye türler yaşamış... Homosapienler'den Mısırlılar piramitleri dikmiş. Dogonlar Sirius yıldızının eşini görmüş. Sonra Atlantis, Mu, Lamurya kıt'alarında yaşayanlardan söz ediliyor. Mısırlılar ve onlar bizden üstün müydü, bilemem... Ama bugün kabul edilen gerçek şu ki, geçmişteki ve bugünkü bütün sesler titreşimler hâlinde havada, Uzay'da mevcut... Hiç kaybolmuyor!.. Onları alacak ve deşifre edecek bir âlet olsa, Hz. İsâ ile Yahudi Kralı Herod'un konuşmaları bile dinleyebiliriz.

Nâzırî- Ve işte bu üstün bilgilerle meydana getireceğiniz San'at veya İlim de bugüne nazaran çok daha başka olacak... Dikkat edin, bugün için hiçbir şeyde çok fazla şey söylenmemiştir. Şöyle ki, siz daha söylenenlerin kaçta kaçını biliyorsunuz ki?.. Veya sizin bildikleriniz, söylenen şeylerin yanında acaba bir damla kadar bile değerli mi?..

Bunun için hiçbir şeyde çok şey söylenmiş değildir!.. Çok şey söylenmiştir, bu doğrudan doğrudur. Ama bu söylenen çok şeyleri henüz hiçbiriniz bilmiyorsunuz. Bugünkü, -sâdece Müzik'te değil, dikkat edin- bu çırpınma, bu çabalama ve bir çeşit alışılan kalıpların dışına sıyrılabilme arzusu ve isteği sâdece Müzik'te değil, hemen bütün San'at kollarında, hemen İlmin bütün dallarında, ve hattâ tek tek insanların hepsinde var... Şu hâlde bu çırpınma San'atın bir çeşit gerileyeceği değil de, aksine, ilerliyeceğine bir işârettir. Çünkü eskisi yıkılmadan yeni birşey yapılamaz!.. Ve yıkılabilmek için de herşeyden, onun kökünden, temelinden sarsılması lâzımdır. İşte bu sarsılma, bu çırpınma, insanlığın bu çabası, San'atın bu bir çeşit altüst oluşu, sâdece eskiyi yıkabilmek ve onun yerine bir yenisini koyabilmek arzusundandır... Ve bu, hiçbir zaman geriye dönüş değildir. Çünkü insanlar hiçbir zaman yeni olan birşeyi yıkarak eskiyi meydana çıkarmazlar. Sâdece eski olan yıkılarak yerine yenisi yapılır.

Müzik açısından bakarsak, burada yıkılacak olan Klâsik Müzik değil; o varlığını sürdürecek. Yıkılacak olan Klâsik Müzik tarzı Müzik yapma alışkanlığıdır. Ondan vazgeçilir, yeni tarz Müzik yapılır.

İdil Hanım- Ne kadar zamanda bu devrimi görüyorsunuz?
Yeni Müziğin başlıyabilmesi ne kadar zaman içinde olacak?
Nâzırî- ...

Muhterem Üstâdımız Nâzırî'nin cevâbını vermeden önce, bir açıklama yapmak isteriz. Geleceği, gaybı ancak ALLAH bilir. Bu bakımdan falcılara, Ruhlar'a gelecek hakkında sualler sormak doğru değildir. Haa, ALLAH bâzı kullarına geleceğe dâir bâzı işâretler vermez mi?.. Verir, ama kime verdiğini biz bilemeyiz. O yüzden böyle bir işâret almamış birini gelecek hakkında konuşmaya zorlamak doğru değildir. Hem onu müşgül durumda bırakır, hem ikimizi de günâha sokar. Buna rağmen, insanız, hepimiz bu hatâya düşüyoruz. İdil Hanım'ın suali, Varlığı, doğruluğunu şimdi dahi tesbit edemiyeceğimiz bir cevap vermeye mecbur bırakıyor... Ne var ki, o târihten (1967) 75 yıl sonra (2042), ne İdil Hanım, ne de o Celse'de bulunanlar böyle bir değişim oldu mu, olmadı mı, göremeden Âhıret'e intikâl etmiş olacaklar.

İdil Hanım- Ne kadar zamanda bu devrimi görüyorsunuz?
Yeni Müziğin başlıyabilmesi ne kadar zaman içinde olacak?
Nâzırî- ... 75 yıl...
İdil Hanım- 75 yıl içinde acaba ne gibi şeyler olacak ki?... Bunu merak ediyorum.
V- Bugün için duyduğunuz seslerden çok daha değişik, çok daha farklı titreşimlere sâhip seslerle meydana gelecek bir Müzik... Çünkü o zaman bu sesleri alabileceksiniz... Ve unutmayın, Müzik sâdece duyabildiğiniz, bilebildiğiniz seslerin sınırından dışarı çıkamayan eserler meydana getirir. Ama bu sınır genişledikçe, bu sınır büyüdükçe, işte o zaman yeni yazılacak, yeni yaratılacak eserler de bugünkülere benzemiyecekler. O zaman, daha doğrusu, Müzik'te böyle bir ilerlemenin temelini teşkil edecek olan İlim'deki ilerleme olacak... Ki, San'ata yararlı olabilsin. Çünkü o devrin Müziği bugünkü bilinen seslerin dışına çıkacak... Ki, bu yolda bir adım atıldı sayılır.
İdil Hanım- Yâni bu Modern Müzik onu hazırlıyor mu?
V- Evet.
İdil Hanım- Bu Müziğin represantörleri var. Yâni, meselâ, bir Bret'i
(tam anlaşılmıyor) ele alalım.
V- Bu yolda adım atıldı.
İdil Hanım- Yâni, Bret
(tam anlaşılmıyor, acaba Bret Michaels mı? ) attı mı bir adım?
V- Henüz tam değil. Çünkü daha bu sesleri tam olarak alamıyorsunuz.
İdil Hanım- Ama başlangıcı var, elektrolarda.
V- Başlangıcı, evet, var... Dikkat edin, insanlardaki Tekâmül seviyesi ilerleddikçe, insanların Tekâmül'ü ile berâber Ruhunun alabilme gücü geliştikçe, işte bugünün insanının duyabildiği frekansların dışına çıkacak... Ve bu duyabildiği frekanslardan meydana gelen Müzik eserleri yaratılmaya başlayacak.
İdil Hanım- Birşey daha merak ediyorum: İnsanlarda bir değişme olacak mı?
V- Madde olarak bir değişmeden mi bahsettiniz?
İdil Hanım- Evet.
V- Herşeyden önce size şunu
söylemek isterim: İnsanın maddesini değişik şekillerde gösteren sâdece Ruhudur... Size bundan daha önce de söylemiştim. Sizin görebildiğiniz insan, aslında vârolan insanın sâdece dokuzda biridir.Aslında insan, daha doğrusu, bir çeşit kalıplaşmış, bir çeşit sıkıştıran, bir çeşit enerji -veya "titreşim" diyeyim, belki en doğru bu olacak- bu görebildiğiniz gibi değil... Siz sâdece onu, o kadarı ile görebildiğiniz için öyle görünüyor... Ama insan aslında gerçekten hiçbir zaman sizin gördüğünüz gibi değil.

İnsanda dış görünüşe tesir eden, daha doğrusu, sizin insanı tanımanızı sağlayan sizin sâdece Tekâmül seviyenizdir. Ve aynı zamanda insanı sizin gözünüze şöyle veya böyle gösteren onun Tekâmül seviyesidir... Şöyle ki, aynı insanı bâzen şöyle, bâzen böyle, bâzen iyi, bâzen güzel, bâzen çirkin görürsünüz... Bu sâdece onun hisleri ile ilgili birşeydir. Çünkü insanların yüzünde dâima hissettiği birşeyler vardır. Aslında insan belki madde olarak görebildiğiniz kadarıyla belki çok küçük şeydir. Ama asıl insan bu değil. SİZ ONUN ETRÂFINDAKİ O MUAZZAM RENK TABAKASINI GÖREBİLİYOR MUSUNUZ?.. HİSSEDEBİLİYOR MUSUNUZ BUNU?

İdil Hanım- Hayır.
V- Hayır, değil mi?.. Veya o insandan çıkan bir çeşit incecik, bembeyaz, belki saç telinden daha ince, belki bir iğneden daha keskin o ışınları görebiliyor musunuz?.. Hayır, değil mi?
İdil Hanım- Hayır.
V- Aslında insan değişmeyecek... Aslında insan madde olarak değişmeyecek te, onu gören, daha doğrusu, insanın Tekâmül seviyesi ilerledikçe, insan Ruh olarak daha üstün bir seviyeye ulaştıkça bütün hisleriyle berâber görmesi -biraz önce işitmesinden de bahsetmiştim- o işitme yeterliliğiyle berâber görme yeterliliği de artacağı ve gelişeceği için insanı daha olduğuna yakın bir tarzda görmeye başlıyacaksınız. Bu, hiçbir zaman insanın madde olarak değişeceği değil de, mânâ olarak değişmesinden meydana gelen bir görebilme gücünün artacağını gösterir. Yoksa insan, aslında yine aynı insan kalacak. Sâdece onu gören gözler, onu değerlendiren gözler değişecek. İnsan sâdece o günkü ihtiyaçlarını karşılıyabilecek. Daha doğrusu, çağının sorunlarına cevap verebilecek bir madde olmaktan uzağa geçemiyecek. Ama onu gören, onu tanımlayan gözlerin alabilme gücü, alabilme yeteneği gelişeceği için siz onu gerçeğe daha yakın şekilde göreceksiniz. Zâten insanların Yeryüzü'ndeki yaşantılarının amacı gerçeğa yaklaşmak değil mi?.. Şu halde bu, gerçeğe yaklaşmak demek olabilir mi?..

Mâdem ki "insan" dediğimiz şey hem madde, hem de maddeden ayrı bir Varlık olarak mevcut, şu hâlde gerçeğe yaklaşabilme hem mânâ olarak, hem madde olarak olabilmeli! Bunun için de, mâdem ki Yeryüzü'nde yaşayan insanın Tekâmül'ü Yeryüzü'nde kaldığı, daha doğrusu, Yeryüzü'ne gelip-gitme süresini bitirebileceği güne kadar devam edecek. Şu hâlde o güne kadar o hem mânâda, hem de maddede gerçeğe daha çok yaklaşacak. Bu da şunu gösterir ki, bugünün gören gözleri tıpkı bugünün hisseden Ruhu gibi, hiçbir zaman bugüne göre gerçeği ne görüyor, ne de hissedebiliyor!..

Aslında değişen birşey olmayacak! Sâdece bunu anlıyabilme gücünüz ilerliyecek. Nasıl ki mânâ olarak gerçeği daha kolay hissedebilecekseniz, madde olarak da gerçeği daha kolay görebilecek, duyabilecek ve alabileceksiniz.

Burada durmak gerek... Hem de uzunca bir süre... Önce şunu belirtelim, Medyum artık yorulmaya başladığı için yanlış nakiller yapabiliyor. Onları düzelttik ve siyah harflar ile belirttik. Bunu tabii görüyoruz, her Celse'de, her İrtibat'ta olur böyle şeyler.

İnsan aurasından ve astral-mental diye bir sürü bedenden bahseden görüşler vardır. Üstâdımız insanın bu varlığının ancak 1/9'undan haberdâr olduğumuzu söylemiş, tabii teyidi imkânsız. Ama karşımıza gelen insanda çok şeyi göremediğimiz âşikâr...

Dikkatinizi çekmiştir, Üstâdımız sürekli olarak TEKÂMÜL'den bahsediyor... İster "Yeryüzü" deyin, ister "Dünya"; bu bizim Tekâmül ortamımızdır. Ama bir hususu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Dünya; bir ilkokul, bir ortaokul, bir lise, veya bir üniversite gibidir. Hangisi bilmiyoruz. İlkokul ise, Tekâmül'e yeni başlıyan Varlıklar için, üniversite ise Tekâmül'ün son mertebesine ulaşmış Varlıklar için olması gerekir. Ama değişmeyen bir özelliği vardır. O da ilkokulda lise dersleri okutulmaz. 2 artı 2 4 eder... Eksi sayı (-2) olmaz!.. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, ilkokul öğrencileri hep aynı şeyleri okur, aynı bilgileri edinirler. Dünyâ'ya gelen Varlıklar da 3.000 yıl önce de, 5.000 yıl önce de, 300.000 yıl önce de aynı Tekâmül aşamasından geçiyorlardı. Yanlış anlaşılmasın, madde bilgisi artıyor. Ama bugün bilgisayar cambazı bir gencin Hz. Mevlâna'dan veya Yunus Emre'den daha mütekâmil bir insan olduğunu söyleyebilir misiniz?.. Hayır, değil mi?.. O gencin Yunus Emre'nin Tekâmül seviyesine ulaşması için daha çook fırın ekmek yemesi lâzım!..

Yine Üstâdımız Tekâmül ettikçe insanları daha farklı gözle görebileceğimizi söylüyor... Şimdi Hacı Bektâş-ı Veli, kendisinden buğday istemeye gelen Yunus Emre'de ne gördü de, "Sana buğday değil, himmet vereyim" dedi?.. Şimdiki himmet değil de, ders veren profesörlerin Hacı Bektaş'ın seviyesine ulaşması için daha çoook fırın dolusu ekmek yemesi lâzım!..

Bir de şunu unutmamak lâzım: Nasıl ki, ilkokulda 1-2-3-4-5 sınıf varsa, (maalesef şimdilerde bunu dahi değiştirdiler) Dünya mektebinde de insanlar Tekâmül seviyeleri bakımından sınıf sınıftır. Ve dâima, her zaman 1. sınıfta olanlar da vardır, 5. sınıfta olanlar da!.. Geçmişte bu böyleydi, gelecekte de öyle olacak!.. O yüzdendir ki, Dünyâmızın bir adı da Âlem-i Fark, veya Farklar Âlemi'dir.

İdil Hanım- Ama yâni bu sefer daha sert bir şekilde... Bu 75 yıl içinde...
Nâzırî- Bundan 75 yıl önceye gidin... Bugünle kıyaslayın... Gene sert bir fark görmüyor musunuz?.. Dâima bir yenilik, eskiye göre mühim bir farktır. Çünkü zâten birşeyin yeni olabilmesi için eskiden değişik olması lâzımdır... Ve dâima değişik olan şey farklıdır... Ve dâima bu fark serttir. Dünün, 100 yılın, 50 yıl öncesinin insanının belki masal olarak dinlediği şeyleri, bugünün çocuğu bile gülerek, hattâ önemsemiyerek işitiyor... Bundan 150 yıl önceye gidin... 200 yıl önceye gidin... Ay'a gitmek o zaman için masaldı. Belki masal bile değildi, Yeryüzü'ndeki insanların çoğuna göre... Ama bugün sizin için tabii. Hattâ... Hattâ bunun 20 yıl öncesine gidin... 30 yıl öncesinin insanının bilgisiyle, ilmiyle, inançlarıyla bugünün insanının bilgisi, ilmi ve inançları aynı mı?.. Yâni o okullarda okuduğunuz Fizik ne oldu bugün?.. Şimdi sizin okuduğunuz Fizik ne oldu?.. İşte Fiziğin bu sert farkı neden Müzik'te olmasın?.. Hem de, düşünün, arada geçen zaman Fizik'te ne kadar?.. Belki 15 yıl... Neden Müziğe 75 yılı az gördünüz?
İdâreci- Hüsnü soruyor.
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Müzik hakkında konuşurken şöyle birşey dediniz. Bunu sual hâlinde güç ama, şöyle izah edeyim. Benim anladığıma göre, dediniz ki, "İnsanların Maddî Tekâmülü olgunlaştıkça, Rûhî tekâmülü'ne paralel olarak, eskiden kullanılan âletlerin sesini tekrardan alabilecekler." Meselâ bundan 3.000 sene önce bir köylünün çaldığı kavalı, ondan çıkan titreşimler gittikçe zayıflamakta olduğu hâlde, ortadan kalkma olmıyacak. Ve istikbâlde insanlar öyle bir âlet yapabilecekler ki, bu titreşimler ne kadar zayıf olursa olsun, onu belli bir güçte yükselterek, 3.000 sene önceki köylünün kavalını alabileceğiz... Onu mu demek istediniz?
V- Evet... Sâdece 3.000 değil, 300.000, 300 milyon yıl öncekinin seslerini!.. Sizin bugünkü ilminizin esaslarından biri "hiçbir şey yoktan vârolmaz ve vârolan hiçbir şey yok olmaz" değil mi?.. Bunu herşeyde kabul ediyorsunuz, öyle değil mi?
İ- Evet.
V- Şu hâlde mâdem ki vârolan hiçbir şey yok olamaz, vârolan şey dâima vardır... Sâdece siz vârolan şeyleri sizin alabildiğiniz, sizin duyabildiğiniz şeyler olarak kabul ettiğiniz sürece, onlar yoktur. Ama onları duyabilmeye, onları alabilmeye başladığınız zaman da onlar vardır. İşte gerçeğe ulaşabilme budur. Gerçeği tanıdıkça siz gerçeğe yaklaşacaksınız. Aslında gerçek bugün için de var. Dün için de vardı. Ama siz ondan uzak olduğunuz için o sizin için yok... VÂROLAN ŞEY DÂİMA VAR!..

Burada mutlaka durmamız lâzım. Üstâdın dediği hepimizin bildiği bir gerçek... Sessiz, ıssız bir ortamda yalnız başınıza dururken size hiçbir şey yokmuş gibi gelir. Ama elinizde bir radyo olur, ve onu açarsanız, o ortamda ne kadar çok değişik ses olduğunun farkına varırsınız. Hele bir televizyon alıcısı olursa, o seslere ne kadar çok görüntü katılır!... Hele hele bir de o o televizyon alıcınız 360 derece dönebilen 4 metre çapında bir çanak antene bağlıysa, Dünyâ'nın dört bir yanında yüzlerce televizyon kanalının, yüzlerce radyo kanalının onlarca dildeki yayınlarını, seslerini, görüntülerini alır, o ıssız yerde ne kadar çok titreşim olduğuna hayret edersiniz.

Yalnız burda bir hususu hatırlatmadan geçemiyeceğim. Üstâdın kullandığı "gerçek" kelimesi tek anlamlı değil. "Gerçeği tanıdıkça siz gerçeğe yaklaşacaksınız" cümlesindeki birinci "gerçek" Rahmetli Bedri Ruhselman'ın tâbiriyle "realite" , ikinci "gerçek" ise yine merhumun deyimiyle "verite"dir. Birincisi her devre, her ortama, hattâ her insana göre değişen "gerçek" ikincisi ise yalnız ALLAH'ın bildiği Mutlak Hakikat'tir. İlgilenenlerin "Ruh ve Kâinat" eserine dönmelerinde yarar var.

Biz İLİM ve BİLİM kelimelerini ayrı mânâlarda kullanırız. Nâzırî dostumuz İLİM demiş ama, kastettiği BİLİM'dir. Yâni sâdece gördüğüne, lâboratuvara sokup deneyler ile tekrarlıyabildiğine inanan BİLİM'e göre "hiçbir şey yoktan vârolmaz, vârolan birşey de yok olmaz". Bu BİLİM Ruh'u da göremediği, tutamadığı için kabul etmez. İLİM ise ALLAH'a âittir, O, ÂLÎM'dir. Herşeyi esâsıyla, özüyle bilir. seçtiği kullarına da bu İLİM'den bahşeder ki, BİLİM bunun çok cüz'i bir kısmıdır. ALLAH'ın İLMİ'ne göre yukardaki önerme yanlıştır, çünkü O, bu Kâinat'ı yoktan vâretmiştir, ( "O Allah, yaratan, yoktan vareden, şekil verendir" Haşr Sûresi 24. Âyet) sonunda o şimdi vârolan Kâinat'ı yine yok edecek, Kendine döndürecektir. ( "Göklerde ve yerde bulunanların sâhibi olan Allah'ın yoluna götürüyorsun. İyi bilin ki bütün işler sonunda yalnız Allah'a dönecektir." Şûra Sûresi, 53. Âyet)... Bu da Bedri Bey'in "realite-verite" kavramlarına uygundur.

Daha önce de vermiştik. ALLAH'ın Güzel İsimleri'nden EL BEDÎ "yoktan eşsiz benzersiz yaratan" ; EL MUSAVVİR "tasvir eden, şekil veren, sûret veren" ; EL HÂLİK "yaratan, vârolan birşeyden yeni birşey yaratan" demektir. Haşr Sûresi'ndeki âyette üçü de geçer. EL BÂRÎ ise "en uygun şekilde kusursuz yaratan" anlamındadır.

Nâzırî- Siz insanlar için de öyle dersiniz. Sâdece yanınızda olana vârolarak kabul eder, yanınızda olmayana "yok" dersiniz.
Ama yok mudur onlar?.. Vardır, değil mi?.. İşte duyduğunuz sesler de böyle... Duyduklarınıza "var" dersiniz, ama sizin "var" dediğinizin...
belki milyonlarcası o "yok" dediğiniz sesler, o "var" dediğiniz seslerden çok daha kuvvetle Yeryüzü'nde hüküm sürmekte... Sâdece duyamıyorsunuz siz onları... Nasıl ki az işiten bir insana göre bâzı hafif sesler yoktur, normal işiten bir insanla kıyasladığınız zaman...
İşte sizler şimdi o az işiten insanlar gibisiniz. Ama aslında o sesler hiçbir zaman yok değildir. Sâdece siz onları duymuyorsunuz.
Ama sizin madde olmayan gerçek Varlığınız Tekâmül ettikçe, mâdem ki kendi Tekâmül'üyle uygun olan bir beden yaratmaya çalışıyor...
Daha doğrusu, kendi Tekâmül'üyle orantılı olarak gelişmiş bir bedeni canlandırıyor, ve bu bedenle Dünyâ'ya geliyor, şu hâlde sizin
Rûhî gelişiminizle aynı yönde olmak üzere maddenin gelişimi de, Maddenin Tekâmülü de sağlanmış oluyor...

Maddenin Tekâmülü nasıl sağlanır?.. Sâdece ondaki bâzı yeteneklerin geliştirilmesiyle... Çünkü sizin "madde" dediğiniz şey, sizin bilebildiğiniz kadarıyla hemen hemen beş duyunun dışına çıkamaz! Şu halde madde nasıl gelişir?.. Şu beş duyunun gelişmesiyle... Bu gelişen beş duyu da, bugünün insanından çok daha üstün bâzı
yeteneklere sâhip olmaktır.

Nâzırî Üstâdımız çok derin konulara girmiş... Medyum bu yüzden naklederken biraz bocalamış, çünkü kendisinin de anlamakta zorlandığı ifâdeler var... meselâ "yetenek" yerine "yeterlik" demiş, düzelttik... "Duyamadığımız sesler" konusunda anlaşılamıyan birşey yok herhalde... Mesele o sesleri nasıl ilerde duyabileceğimiz... Üstat buna "Maddenin Tekâmülü" ile diyor... Bu da iki yönlü... Birincisi, maddenin kendi Tekâmül'ü, yâni yeni Müzik âletlerinin, Müzik cihazlarının ortaya çıkması ve bunların daha önceden hiç duymadığımız sesler çıkarması şeklinde... İkincisi, Ruhun kendi bedenini Tekâmül ettirmesi... Yâni bedeninden daha iyi kullanarak bildiğimiz beş duyu ile alamadığımız sesleri, kokuları, hisleri alabilmesi... Üstât buna "beş duyunun dışına çıkma" diyor, kastettiği "dışına taşma" ki, Spiritualist âlemde "6. His" falan diye bilinir. Aslında bu tip insanlar şimdi dahi var. Parmakları ile gören, bizim aldığımız tatlardan çok daha fazlasını ayırt edebildiği için "şarap uzmanı" olarak çalışanlar, gözleri ile bizden fazla rengi farkedebilenler ve tabii sıradan insanların alamadığı titreşimleri alarak Ruhlar Âlemi ile İrtibat'a geçebilen Medyumlar... Üstat sanki ilerde bu tip insanların sayısının artacağını imâ ediyor... Bilemeyiz.

İdil Hanım- Birkaç sene evveline kadar büyük personaliteler "vardı" diyeyim. Şimdi gittikçe bir jenerasyon yetişiyor ki, büyük piyanist... Fakat kendinden fazla birşey katmadan fotoğraf çalma yoluna gidiyor. Yâni büyük personaliteler gün geçtikçe kayboluyor. Bu acaba böyle mi olacak?.. Yeni birşey mi açılacak?.. Yoksa yine büyük personaliteler devam mı edecek?..
Yâni bir yaratıcı birşeyler verecek adamlar mı olacak?.. Yoksa doğrudan doğruya notalar mı yapılacak?
Nâzırî- Dikkat edin, doğrudan doğruya notalara çalanlar Bugünün İnsanı için birşey ifâde ediyor mu?.. Veya "değerli" olarak vasıflandırılıyor mu?.. Hayır!.. Dâima gerçek değer, dâima gerçek kaabiliyet yerini muhafaza edecek.

Aslında bugünün maddeye dönüşü nedendir?.. Neden Bugünün İinsanı biraz biraz mânâdan sıyrılmaya başlamıştır?.. Aslında bu daha değişik... Bugünün maddesinden daha yeni bir madde meydana getirebilmek için böyledir. Çünkü bugünün maddesinden sıyrılamıyan bir Ruh, daha Tekâmül etmiş bir maddeye nasıl girebilir?.. İşte onun için Bugünkü İnsan'ın hissedebilmesi, Bugünkü İnsan'ın duyabilmesi, Dünün İnsanı'na nazaran biraz daha eksik, biraz daha noksandır. Çünkü biraz önce de dediğim gibi İnsanlık büyük bir değişimin, büyük bir hamlenin eşiğindedir, bugün için... Onun için Ruh'la Madde'nin ilgisi, bir çeşit azalmıştır ki, Ruh daha üstün bir maddeye girebilsin!..

İşte Ruh'un Madde'den ayrılmasıdır ki, daha doğrusu, Ruh'la Madde arasındaki bağlantının zayıflamasıdır ki, Madde'yi çoğu yarlerde Ruh'tan daha ön plâna geçirmiştir. Aslında Bugünün İnsanı büyük bir devrimin, büyük bir hamlenin başlangıcında olan insandır. Tıpkı bir asır öncesinin insanı gibi...
İdâreci- Mehmet soruyor.
Öğrenci Mehmet - Muhterem Üstâdım, ben bu mevzunun başka bir yönünü sormak istiyorum. Müzik'te veya resimde ne gibi birşey var ki, bizi doyuruyor?.. "Rûhî gıda" dediğimiz şeyi temin ediyor?.. Neye açız biz?.. Neyi temin ediyor bize?
V- Sizi doyuran o duyduğunuz sesler midir? Veya gördüğünüz renkler, şekiller midir?.. Hayır!.. Sâdece bunların size verdiği bâzı şeylerdir. Bunların size bir çeşit hatırlattığı şeylerdir. Veya hissettirdiği şeylerdir ki, bunlar hem geçmişe, hem de geleceğe âit ümitlerinize dâir olabilir. Şöyle ki; geçmişte olan pek çok şeyler bugün sizin hatırlıyamadığınız, duyamadığınız, bilmediğiniz şeylerdir. Ama onlar o gün için vardı. Onlar o gün için değerliydi. Ve onlar o gün için büyük şeylerdi. Nasıl ki bugün sizin duyduğunuz bir ses, sokakta yürürken gördüğünüz bir insan, veya bir taşın, bir yaprağın düşüşü size bâzı şeyler hatırlatırsa, işte aslında o Müziğin veya Resmin, veya San'atın herhangi bir kolunun sizde meydana getirdiği bir çeşit Rûhî Tatmin de, size bir takım şeyler hatırlatmasındandır. Ama bu hatırlanan şeylerin ne olduğun siz tam olarak bilmezsiniz. Ama birşeyler hissedersiniz. Çünkü Ruh'u doyuran sâdece ona hitap eden şeylerdir ve Ruh'a kadar işleyebilen birşeylerdir. Ve Ruh'a kadar işleyebilen birşey, ancak onda bir çeşit tatmin hissi meydana getirir. Bu da ancak madde olan kalıpların, daha doğrusu, madde olan Varlığınızın ötesine geçebilen bir tadım dış etkilerdir.

İşte Müziğin Ruhunuzu doyurabilmesi, maddenizden öteye gidebildiği içindir... Ama acaba sizin Ruhunuza birşeyler verebilen Müzik, bir diğerine de aynı şekilde hitap ediyor mu?.. Hiçbir zaman!.. Siz sâdece kendi Tekâmül seviyenizle uyuşabilecek olan dış etkiler en -Müzik olsun, Resim olsun veya herhangi bir başka şey olsun- zevk alabilirsiniz. İşte ancak bu sesler, bu renkler ve bu şekiller size birşeyler verebilir. Çünkü onları anlıyabilirsiniz. Çünkü onlar sizin maddenizin ötesine geçebilir. Bir çeşit Rûhî Tekâmülünüze eş frekansları meydana getiren dış tesirler sizde tatmin olunma hissi uyandırır. Veya sizin Ruhunuzun (Şimdi bu tâbir çok tuhaf oldu. fakat başka şekilde söylersem, belki tam anlıyamıyacaksınız) frekansının noksan titreşimini size verebilen bir eser, onda bir çeşit doyma hissi uyandırıyor. Eğer aynı frekans olursa, siz onun içinde eriyip gidiyorsunuz zâten... Ama onun eksiğini verebilen birşey olursa, bu da bir çeşit açığı kapatıyor. Ama aynı eserden onu seyreden, onu dinleyen veya onu gören kimselerin aynı zevki alamamaları, aynı tatmine ulaşamamalarının sebebi de budur. Çünkü her madde olmayan Varlığın frekansı bir diğerinden farklıdır. Ve ancak bu farklı olan frekanslara farklı titreşimler verebildiğiniz takdirde onda bir çeşit doyma meydana getirebilirsiniz. Ve ancak bu farklı titreşimler de değişik olacağından aynı eserden herkes aynı derecede zevk almaz.
İ- Hüsnü soruyor.
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Üstâdım, bu Güzel Sanatlar'da, Müzik'te olsun, Mimârî'de olsun, Resim'de olsun, Tekâmül Razariyesi'ne aykırı bâzı noktalar var. Meselâ, eski Yunanlılar'ın yaptıkları öyle tapınaklar var ki, bunlar teknik Tekâmül değil, fakat San'at yönünden ele alınınca, adamlar öyle bir mükemmeliyet kurmuşlar ki, bu kadar yıl geçmiş, hâlâ bunun üzerinde bir eser verememişiz. Bu herhalde Müzik'te de öyle. Mâzide öyle kompozitörler yetişmiş ki, üstünden asırlar geçtiği hâlde onların üstünde bir eser verilememiş daha... Burada Tekâmül nasıl izah edilebiliyor?
V- Şimdi bir bahçeyi ele alın... İçinde değişik renk renk, çeşit çeşit çiçekler olan bir bahçeyi... Her bir çiçeğe elinizden geldiği kadar iyi bakın. Onu geliştirmeye, onu büyütmeye çalışın... Ama hiçbir zaman bir gül, bir menekşe olamaz. Veya bir menekşe bir diğer çiçek... O ne olursa olsun, dâima gül olarak kalacaktır.

İşte bunun gibi, insanlar Yeryüzü'ne gelip gittikçe dâima bir bahçedeki çiçeklerden bir tânesini yetiştirirler ve geliştirirler. Ama bütün bu bahçeyi meydana getirebilmesi için, bu çiçeklerin bir tânesi... Onu bir başka çiçek yapmanıza imkân yok! Ama bir bahçe yapabilmek için o çiçek yetmez ki!.. Onlar o tarafını, o çiçeği; siz bu tarafını, bu çiçeği ekin ki, bahçeyi meydana getirebilesiniz.
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Fakat, Üstâdım, bizim sonradan ektiğimiz çiçekler ilk ektiklerimizden daha Tekâmül etmiş olması lâzım gelmez mi? Dikkat edin, yalnız hissî olarak alıyorum, bugün meselâ Amerika'da yapılan bir gökdelen her zaman için Parthenon Tapınağı'ndan teknik olarak çok daha üstündür. Fakat hissî olarak değil. Güzel Sanatlar yönünden sonradan yapılan, bu ilk yapılana hissî yönden erişemiyor. Halbuki Tekâmül fikrine göre, sonradan ektiğiniz çiçeğin daha Tekâmül etmiş olması lâzım.
V- Hangi çiçeği en çok seversiniz?
Mimârî Öğrencisi Hüsnü- Menekşe, diyelim, meselâ.
V- Niçin?... Bir başkası, bir başkasını sever. Neden her çiçeği her derecede aynı sevebilmeyi düşünüyorsunuz?.. Ama bahçede hepsinden olması lâzım, değil mi?..

İşte gelip gittikçe dâima eksik olan taraflarınızdan birini Tekâmül ettiriyorsunuz. Hep aynı şeyi sonuna kadar götüremezsiniz ki!. Bir şey büyür, büyür, büyür... en nihâyet büyüyeceği en son hadde kadar gelişiyor. Ve orada kalır... Ondan sonra bir başkası büyür. O gün için, o günün insanına göre belki Mimârî'nin bu yönü birşeyler ifâde ediyordu.

Unutmayın, San'at ve İlim dâima insanların isteklerine ve ihtiyaçlarına cevap verebildiği sürece bir kıymet taşır. Demek ki Bugünün İnsanı'nın istediği şey, Dünün İnsanı'nın istediğinden çok farklı... Onun için bunları meydana getiriyor. Belki zevk olarak bir şey, o günküne nazaran farklı birşey vermiyor, bugünün İlim yönünden, dünün San'at yönünden kıymetli olan eserinden üstün olan eseri... Ama Bugünün İnsanı'nın istediği o!.. Bugünün hayat şartlarının gereği o!.. Eğer... Bugünün İnsanı istese o dünün beğendiğiniz eserlerini yapamaz mı?.. Veya niçin yapmıyor?.. Yapmaya zorlayan herhangi bir sebep var mı?.. Hayır, değil mi?..

Şu halde Bugünün İnsanı'na o sizin hissî olmadığını iddia ettiğiniz eserler daha çok tesir ediyor... Biraz önce de demiştiniz ki, "Bugünün İnsanı biraz hissî olmaktan uzaklaşıyor." Ve bunun da yeni bir hamlenin eşiğinde olduğunuz şeklinde izah etmeye çalışmıştım. İşte Mimârî yönden de bu sizin dediğiniz durum aynı.

Siz ne dersiniz, bilmem ama, bu açıklama bana çok doğru geldi... Dikkatinizi çekmiştir, bizim Celselerimiz öyle Varlığın her dediğine "Evet efendim, sepet efendim" diye kafa sallıyarak geçmez. 18-19 yaşındaki bir öğrenci bile kafasına takılanları dile getirebilir, itîraz edebilir, itîrazında ısrar edebilir, Varlığı terletebilirdi. Ama gördüğünüz gibi Nâzirî dostumuz terlemedi ve son derece mantıklı bir cevap verdi.

Her dönemin eseri o dönemin isteklerine, ihtiyaçlarına, bâzen de kaprislerine göre yapılır ve Dünya Bahçesi'nde ayrı bir çiçek olarak kendini gösterir. Kimi güldür, kimi sümbüldür, kimi de zakkumdur, kaktüstür. Şimdi Mimar Sinan merhumun İstanbul'un ortasında yaptığı muhteşem Süleymaniye Câmii bir ihtiyâcı karşılamak içindi. Ama Çamlıca tepesine dikilmekte olan câmi , Türkiye'nin en büyük câmisi olsa da, bir seferde 63.000 kişiye ibâdet imkânı sağlasa da, bir kaprisin tecellisinden başka birşey değildir. Çamlıca'nın tepesinde 63.000 kişilik bir cemaat mi var da, onların ihtiyâcına binâen bu câmi yapıldı?..

Gösteriş için yapılan her câmi, "mescid-i dırar" olmaktan öteye gitmez!.. Orada namaz kılmaz câiz değildir, Kur'an-o Kerim'de bunu yasaklayan âyetler vardır:

- "Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkarcılıklarını pekiştirmek,
müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne savaş açmış kişi lehine
fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. 'Amacımız sadece iyilikti' diye de yemin edecekler,
Allah şâhit, onlar kesinkes yalancıdırlar!"

"Orada asla namaza durma!.. Daha ilk günden Takva Temeli üzerine kurulan mescid,
namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır.
Allah da temizlenenleri sever."

"Binâsını Allah'a saygı ve O'nun hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir,
yoksa binâsını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak
onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı?
Allah kötülükte ısrar eden kimseleri doğru yola iletmez!"

"Onların kurduğu binâ, yürekleri paramparça olmadığı sürece
içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir.
Allah bilen ve hikmetle yönetendir."

(Tevbe Sûresi, 107-110. Âyetler) (Sûre, çoğunlukla Münâfaklar,
yâni Müslünüp görünüp te, başka inançlar, sinsi fikirler tayıyanlar hakkındadır.
Peygamberimiz bu tarzda yapılan câmiyi yıktırmıştır!..)

İdâreci- İdil Hanım konuşuyor. İdil Hanım- Kaç ayrı entonasyondan sonra insan bir...
Nâzırî- Bu soruyu siz sabahtanberi, aşağı yukarı, düşünüyorsunuz, değil mi?
İdil Hanım- Evet... Diyorum ki, kaç tâne Dünyâ'ya gelmeden sonra insan bir perfeksiyona geliyor? Kaç defa bunu yapmak lâzım? Veya bu arbitrer birşey mi?
V- Bu, sizin sür'atinize bağlı... Meselâ uçüğı, treni, otomobili, ne isterseniz... Bir de kağnıyı ele alın... Ve bunların belirli bir hedefe ulaşabilmek için aradan geçecek zamanı düşünün... Nasıl ki her biri kendi sür'atlerine göre bu yolu değişik zamanlarda alacaklarsa, işte insanlar da sür'atlerine göre, kendi frekanslarının sür'atlerine göre işte bu gelişecekleri üst basamağa değişik değişik zamanlarda erişecekler... Her birisi için aynı yere gelebilmelerini sağlıyan belirli bir zaman yoktur.

Bugüne kadar tam 72 dünyâdan geçtiniz... Hayır, 71... Bu 72'inci...
İ- Kimin için bu? Hepimiz için mi?
V- Evet. Dünyâ'ya gelene kadar... Bu Yeryüzü'ndeki yaşantınıza başlayana kadar 71 başka dünyâda yaşadık.
İ- Olabilir.
V- Milyonlarca dünya var... Değişik şartlarda...

Sonran başlarsak, Kâinat'ta milyarlarca galaksi, trilyonlarca yıldız, güneş, gezegen var. ALLAH, "Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık" diyor KUR'AN'da (Sad Sûresi, 27. Âyet) Öyleyse o dünyâlarda Hayat olması, bizim de onlardan bâzılarından geçmiş olma ihtimâlimiz var... Ama İHTİMÂL!... Gerçekten nelerden geçtiğimiz yalnız ALLAH bilir. O yüzden Varlığın "71, 72" sayılarını dinlemekle yetiniyoruz. Doğru mu, bilemeyiz. Kaldı ki, bu bilgi doğru olsa dahi, bu hayâtımıza ne fayda sağlar, ne de zarar... E, kalkıp ta etrâfa, "Bana bak, ben 71 dünyâdan geçip gelmişim, senin haberin var mı?" diye hava atacak hâlimiz yok ya!:.. Lâkin başka dünyâlarda Hayat olduğunu bildiren âyetleri vermeden geçmiyelim. Hoş, başka bir sayfada vermiştik, ama tekrardan zarar gelmez:

"Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık."
(Enbiya Sûresi, 16. Âyet)

"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur.
Hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. "

(Rum Sûresi, 26. Âyet)

"O Allah ki, Yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca vâredendir,
'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur.
Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim'dir."

(Haşr Sûresi, 24. Âyet)

"Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi.
Yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır.
Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için âyetler (deliller)vardır."

(Nahl Sûresi, 12. Âyet)

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde
temiz akıl sâhipleri için gerçekten deliller vardır. Onlar, ayakta iken, otururken,
yan yatarken Allah'ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler.
(Ve derler ki:) 'Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin,
bizi ateşin azabından koru.' (derler.)"

(Al-i İmran Sûresi, 190-191. Âyetler)

"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz."
(Zâriyat Sûresi, 47. Âyet)

"Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız,
gökler, yer ve bunların içinde olan Herkes (ve her şey) bozulmaya uğrardı."

(Müminûn Sûresi, 71. Âyet)

- "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir.
O, mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir."

(Haşr sûresi, 1. âyet)

- "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir.
O, mutlak güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir."

(Saff sûresi, 1. âyet)

- "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir.
Mülk yalnızca O’nundur, hamd de O'na mahsustur.
O, her şeye hakkıyla gücü yetendir."

(Tegabun sûresi, 1. âyet)

- "Göklerde ve yerde olan herşey, Allah'ı yüceltip tesbih etmektedir.
Çünkü O, çok üstün ve güçlüdür,"

(Hadid sûresi, 1. âyet)

- "Yedi gök ve yer, bir de bunların içinde bulunanlar
Allah'ı tesbih ve tenzih ederler.
Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile tesbih etmesin!
Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız."

(İsrâ sûresi, 44. âyet)

TESBİH , "ALLAH'ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek, zikretmek, anmak; Sübhanallah demek, "ALLAH'ın Zâtında, Sıfatlarında ve Ef'alinde her türlü noksanlıktan, kusurdan âri, münezzeh olduğunu ifâde etmek" demektir. Tâneli nesne, aslında MESBAH'dır.

Paragrafın başına dönersek, her insanın Tekâmül sürecinin farklı olması, yükselme sür'atinin farklı olması son derece mantıklı. Bunu Dünyâ'daki okul hayâtımızda örnekleriyle görüyoruz. Çift dikiş gidenler mi istersiniz, sınıf atlayanlar mı?.. Her türlüsü var. Dünya Tekâmülü'nde de öyle.

İdil Hanım Benim için "espri leguardian"ım var mı? Onu merak ediyorum.
İ- Hâmi Ruh.
V- .... Bir daha sefere...
İ- Peki. efendim. Müsaade ederseniz, ayrılalım.
V- Evet.

Oh, çok şükür... İki küsur saatlik Celse'nin sizlere ulaştırma çabamız hedefine vardı. Artık Müzik'ti, Sanat'tı, Tekâmül'dü, üzerinde düşünüp değerlendirmesi size kaldı.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM ve RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - MEKTUPLAR