BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

REİNKARNASYON

Spiritualistler!.. Ruhiyatçılar!.. Öte Âlem'le ilgilenenler!.. Gizli İlimler ve Reinkarnasyon Meraklıları!..

Bu ve bundan sonraki sayfada REİNKARNASYON'dan bahsedeceğiz.

Fazla derine inmiyeceğiz. Bunun için sorularınızı, yorumlarınızı bekliyeceğiz. Kısa bir açıklamadan sonra, elimizdeki 63 yerli, 22 yabancı vak'adan seçtiğimiz, tekrar dünyaya gelmiş kişilerin enteresan hayat hikâyelerini kısaca yayımlıyacağız.

Reinkarnasyon mevzuunda dünyada önde gelen isim Prof. Dr. Ian Stevenson (1918-2007) ve Türkiye'de Dr. Bedri Ruhselman 'ın medyumluğunu da yapmış olan Reşat Bayer'dir. Her ikisi ile de tanışma mutluluğuna eriştim. Zâten bahsini ettiğim vak'alar Ian Stevenson'un, Türkiye'den 301 vak'anın da bulunduğu, zengin anşivindendir. Müteveffa Stevenson pek çok vak'ayı incelemiş, 225 doğum lekesi taşıyan kişi hakkında 2.268 sayfa tutan iki ciltlik "Reincarnation and Biology: A Contribution to the Etiology of Birthmarks and Birth Defects - Reinkarnasyon ve Biyoloji" (1997) kitabını yayınlamıştır. Ayrıca Hindistan (10 vak'a), Sri Lanka (10 vak'a). Lüknan ve Türkiye (12 vak'a, 6'sı Türk) ve Taylan ve Burma'yı (12 vak'a) kapsayan dört cilt eseri, pek çok makalesi vardır. Bunlar arasında Amerika'da tesbit ettiği 79 vak'a üzerine olan da vardır. Maalesef Amerikan vak'alarını ihtiva eden kitabını tamamlayıp yayınlayamadan vefat etmiştir.

Stevenson bilim adamlarını ürkütmemek için kitaplarını "Reinkarnasyonu Çağrıştıran Vak'alar" adıyla yayınlamış ancak, son dönemde "Bilimsel Deliller" başlığı altında konferanslar vermiş, televizyonda konuşmalar yapmıştır.

Hemen şu gerçeği belirtelim ki, BİLİM, gördüğüne inanır. DİN ise görmediğine!..
Yâni, gayba iman!..

ALLAH'a, Peygamberler'e, Melekler'e, hatta Kitaplar'a (inişini görmeden) inanırsınız, veya inanmazsınız. Ruh konusu da, Âhıret konusu da, Reinkarnasyon konusu da öyledir. Ortaya ne kadar delil koysanız, inanmayan insanlar olacaktır. O yüzden durumdan "birilerini inandırma vazifesi" çıkarmaya lûzum yoktur!.. İnanan inanır, inanmayan bakakalır!

Reşat Bayer'e gelince, Medyumluğuna rağmen Spiritualizm konusunda şüpheler duymuş, kendisininkiler dâhil, Tebliğler'den emin olamamış, tek isbat edilebilecek fenomenin Reinkarnasyon olduğuna inanmış ve senelerce Ian Stevenson'la birlikte çalışmış, bu konuda konferanslar vermiştir. İki konferansına katılma fırsatım olmuştu.

Şimdi her ikisi de Âhıret'e intikal etmiş bu muhterem zâtlara şükran borçluyuz.

REİNKARNASYON kelimesini "ruh göçü" diye tercüme ediyorlar, bizce uygun değil... Arapça'da RUH kelimesi RİH'ten türemiştir ki, "bir yere girmek" demektir, Âdem'e üflendiği için RUH şekline almıştır. O halde REİNKARNASYON, "tekrar bedene girme" , "tekrar bedenlenme" demektir. MÂNÂ olan RUH'un girmesi, çıkması yoktur. kastedilen MADDE'ye bağlanmasıdır. Ve bu sâdece insan şeklinde olmak anlamına gelmez!.. Ancak biz merhum Ali Ekber Çiçek'in Haydar Haydar türküsünde söylediği gibi "Âdem sûretince çok geldim, gittim" kısmıyla ilgileniyoruz.

Hindu dini, Nusayrîlik, Alevîlik gibi "sâdece inançlarında TEKRAR DÜNYÂYA GELME olanların Reinkarne oldukları"na dâir iddia, doğru değildir. Herkes tekrar tekrar dünyâya gelir. "Şu geldi mi, bu geldi mi?" diye sormanın faydası yok, bilemeyiz. Ama umûmî, herkesi kapsayan kaide budur!

Peki, insanlar, daha doğrusu Ruhlar neden Reinkarne olur?.. Niye tekrar tekrar dünyâya gelir?.. TEKÂMÜL için... Rûhî kaabiliyetlerini geliştirip Madde'ye hükmetmek için... Çok basit bir misâl: Bir çocuk İlkokul'un 1. Sınıfı'na gidip bitirdiği zaman, eğitilmiş sayılabilir mi?.. "Ben artık okumayı öğrendim, okula gitmiyeyim" diyebilir mi?.. Ertesi yıl, 2. Sınıf'a, daha sonraki yıl 3. Sınıf'a, daha sonraları Ortaokul Sınıfları'na, Lise Sınıfları'na, sonra Üniversite Sınıfları'na, kısacası her yıl tâtilden sonra bir üst sınıfa gitmesi gerekir... Başarısız olursa, aynı sınıfı başka öğrenci ve öğretmenlerle tekrarlar. (Hoş, şimdi sınıfta kalmayı kaldırmışlar, ama Dünya Hayâtı'nda devam ediyor.)

İşte Ruhlar da böyle... Reinkarnasyon; Âhıret Âlemi'ndeki tâtil, dinlenme veya ikmâle çalışma devresi sonrası "Tekrar Dünya Sınıflarına Dönme" faaliyetidir.

Reinkarnasyon bir kaç şekilde tesbit edilebilir. Birincisi, HATIRLAMALAR'dır. Her ülkede çocuklar geçmiş hayatlarına dâir birşeyler hatırlarlar ama, o toplumun inançlarında Reinkarnasyon yoksa, bu hâtıralar silinir, kaybolur gider. Onun için Türkiye'de Sünnî âilelerde Reinkarnasyon yokmuş gibi görünür. Halbuki, komşumun
8 yaşındaki kızı benim kızımla oynarken, "Bunlar benim annem-babam değil, benim annem-babam başka yerde," demişti. (1980) Bir arkadaşımın dayısı, "Ölümümü hatırlıyorum. Küçük bir çocuktum. Bizi bir yere topladılar. Elimizi, ayağımızı bağladılar. Sonra yere yatırıp kestiler. Sıranın bana geldiğini hatırlıyorum. Ondan sonra kendimi kaybettim," demişti. (1977) Yine 60 yaşlarında bir tanıdığım bir gün sohbet ederken, dalıp gitti. Birden "Bizi duvarın dibine diktiler, kurşuna dizdiler" dedi, sonra kendine geldi ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti. (1996) ... Bu üç âile de Alevi değildi. Reinkarnasyon konusuna vukûfu olanların dikkatinden böyle vak'alar kaçmaz!

İkincisi, EKMİNEZİ çalışmalarıdır. Bir kişi uyanıkken hatırlamasa da, trans hâlinde geçmiş hayâtını hatırlar ve anlatır. Bu fenomen, hemen herkes için geçerlidir, inancın etkisi yoktur.

Üçüncüsü, irtibat kurulan RUHLARIN YAPTIKLARI AÇIKLAMALAR'dır. Bu da iki şekilde olur, kendilerinden bahsederler, bâzısı Dünyâ'ya gelme hazırlığı yaptığını söyler. Bir de sizin geçmiş hayâtınızdan bahsedebilirler. Ne var ki, bunların hiçbiri kolay kolay isbat diye kabul edilmez.

İnternet'i şöyle bir taradık... Görebildiğimiz kadarı ile

Abdülkerim Hadduroğlu | Necâti Caylak
Nâsır Alev | Nâsır Toksöz
Ahmet Delibalta | Erkan Kılıç
Mehmet Coşmen | Süleyman Zeytun
Abit Süzülmüş | İsmail Altınkılıç
Şehide Süzülmüş | Cevriye Bayrı Reenkarnasyon Vak'aları,

ve REENKARNASYON OLAYLARI sayfasında

Gönül Büyükâşık - Hatice Yeter
Zafer Kazan - Ekrem Paşazâimler
Demet Kızılkan - Besime Yayar
İpek Kart - Besime Yayar'ın doğmamış bebeği
Adnan Kelleci
Ali Kara - Câbir Rismen
Mehmet Aslan Ata Eryılmaz
Mehmet Bekler
Cemil Fahrici - Cemil Hayık
Dellal Beyaz - Zehide Köse
Ali Şelhum Devrim - Mehmet
Hatice Büyükhız - Ayşe Güler
Engin Sungur - Nâif Çiçek
Kemal Atasoy - Karakaş
Elâ Taşkıranlar - Elmita
Muhittin Yılmaz - Muhittin Uğur Yılmaz
Ram Bomjon vak'aları sıralanmış,

GENERAL PATTON
SAİD-İ NURSİ 80 DEFA DÜNYAYA GELMİŞ
DALAY LAMA
16 KERE DOĞMUŞ
TİTU OLAYI
JAMES CLARENCE MANGAN
JEFFREY KEENE - GENERAL GORDON
2. DÜNYA SAVAŞINDA ÖLEN PİLOT James Leininger - James Huston
ALİ MAŞAT - YADİGAR MAŞAT vak'alarına link verilmiş...

Bridey Murphy
Ma Tin Aung Myo
Sherrie Lea Laird, Marilyn Monroe
Chase Bowman
Cameron
Şanti Devi vak'aları zâten anlatılmış...

Berrin Türkoğlu sayfasına
Müge Yıldız
Hasan Buhayri Ünal
Mevlüde Büyükâşık'ın hayat hikâyelerini almış....

Bize ne kalıyor?..
Bu listelere girmemiş enteresan vak'alar hakkında kısa bilgiler vermek!
Bir de çok enteresan bulduğumuz İpek Kart - Besime Yayar vak'ası üzerine bir yorum yapmak.

Başlıyalım öyleyse... Yalnız kişilerden izin almadığımız için, hayatta olanların sâdece adını verebileceğiz... Bir de araştırma târihleri 40 küsûr yıl öncesine âit olduğu için, anlatılanları değerlendirirken süjelerin o tarihteki yaşları ve durumları gözönünde tutmak gerekecek.

Mehmet - Selim vak'ası
Yer: İskenderun, Barbaros Mahallesi (Sokak adı ve ev numarası var)
Araştırma Târihi : 28.3.1971

Selim, eski hayâtında Mehmet adında bir çiftlik sâhibidir. Karısının adı Hamide'dir. Kardeşi yoktur. 7 çocuğu vardır. Çiftliği, o tarihte Osmanlı Devleti sınırları içinde olan Irak'tadır. 55-56 yaşlarında iken, bir akşam sofrada 7 çocuğu ile birlikte yemek yerken haydutlar çiftliği basar. İçeri girerler ve kendisinden iki bidon içinde gizlediği altınları vermesini isterler. Vermemekte ısrar edince, çocukların kafasını kesip, kendisini boğarlar. O sırada karısı, babasının evine ziyarete gitmiş olduğu için kurtulur.

Selim konuşmaya başlayınca, bu hikâyeyi annesine anlatıp, paraları almak için Irak'a gitmek ister. Bir çok defa Irak'a gitmek için evden kaçar, fakat gidemeden yakalanır.

1925 doğumlu Selim, araştırma târihinde 55 yaşındadır. Irak'ta sarih bir adres veremediğinden tahkikat derinleştirilememiştir.

- Bir başka reinkarnasyon vak'ası:

Ali- Deveciler vak'ası
Yer: İskenderun, Şehit Demir Caddesi (numarası var)
Araştırma Târihi : 28.3.1971

Ali 1928 doğumludur, kuyumculuk yapmaktadır. Eski hayatında 6 yaşında iken sıtmadan öldüğünü söylemektedir. Adını hatırlamamakta, soyadı daha doğrusu lâkabını Deveciler olarak vermektedir. Eski hayatında Adana'da, Sugediği Mahallesi 83. Sokak'ta (ev numarası var) oturduğunu, babasının kebapçı olduğunu, kendinden iki yaş büyük bir kızkardeşi, bir de ağabeyi olduğunu anlatmaktadır.

Yeni hayâtında küçükken dâima kebap istermiş. Babası istemediği için eski evine götürülmemiş, ancak olayı öğrenen eski âilesi gelip kendisini ziyâret etmiş.

Fazla derinleştirelemedi.

- Üçüncü vak'a:

Ali-2 - Ali-1 vak'ası
Yer: İskenderun, Hatunköy , Yukarı Mahalle, Karağaç Sokak
Araştırma Tarihi : 19.3.1970

Ali-1, 1958 doğumlu Ali-1'in amcası olur... Ali-1, 35 yaşında iken karnında dayanılmaz ağrılar olduğu için İskenderun Hastanesi'nde bir ameliyat geçirir. Operatör,
Ali-2'nin karnını haç şeklinde yarar. Fakat ameliyat başarısız olur, hasta ölür. Yeniden doğan Ali-2'in karnındaki ameliyat izi tahkikat sırasında görülüyordu, fakat kaybolmak üzere idi.

Prof. Stevenson, Türkiye'de "aynı aileye doğma" vak'aları nâdir olduğu için bu kişiyle çok ilgilendi. Aynı âileye dönüş, Alaska'daki Tlingit yerlilerinde çok daha sık görülmektedir. Bu arada Alaska'daki Tlingitler'in Sibirya'daki Telengit Türkleri ile bağlantısını araştırmak gerek... Acaba onlarda da Reinkarnasyon kabul ediliyor mu?..

Çok istemesine rağmen, Stevenson bu vak'ayı kitabına alamadı, çünkü kendince yeterli delil bulamadı.

Reşat Bayer, Prof. Stevenson, karşılarında şoför

- Dördüncü vak'a:

İlmetin - Sâlih vak'ası
Yer: İskenderun, Hatunköy , Pınarbaşı Mahallesi (adres var)
Araştırma Tarihi : 3.11.1967

1951 doğumlu İlmetin bakkallık yapmaktadır. Eski hayatında adı Sâlih'tir. Soyadını hatırlamıyor. Babasının adı Râşit, annesinin adı Şakra imiş. Bir gün sarhoş olarak bir taksiye binmiş. Durmadan şoföre "sağa git, sola dön" gibi emirler vermeye başlamış. Şoför emirlerini yerine getirmeyince de ona bir tokat atmış. Bu yüzden şoför otomobilin kontrolünü kaybetmiş ve kaza yapmış, Sâlih de ölmüş.

İlmetin doğup, büyüyüp, konuşmaya başlayınca eski hayâtını anlatmaya koyulmuş. Eski evine gitmek istemiş. Bir gün bir eline bir portakal, öteki eline bir simit vermişler, eski evine gitmesi için sokağa bırakmışlar. Çocuk eski evini bulmuş, eve girmiş. Bütün âile fertlerini hatırlıyormuş. Annesini tanıyıp portakalı ona vermiş. Karısını, çocuklarını sormuş. Vücudunda kaza izi varmış, ama yıllar geçtikçe kaybolmuş.

Her iki âile birbirini tanımaktadır. Zâten evler arasında sâdece 500 metre mesâfe vardır.

Ancak İlmetin son ziyaretlerde artık geçmişi hatırlamıyordu.

Bu vak'anın diğerlerinden farkı, İlmetin'in annesi, Sâlih'in ölümünde İlmetin'e üç aylık hâmile olmasıdır!.. Süre doğru ise 3 ay, 13 hafta demektir.

13. gebelik haftasında bebeğin boyu yaklaşık olarak 7 cm, ağırlığı 20 gram kadardır. Bebeğin gözleri daha önce birbirinden uzakken bu haftada birbirine yaklaşmaya başlar, kulaklar normal yerlerine doğru ilerler ve bebeğin yüzü normal insan yüzüne benzemeye başlar. Bebeğin ses telleri oluşmaya başlar. Bu haftada bebeğe yakından bakılabilse, cinsiyeti dış genital organlarına bakarak söylenebilecek kadar gelişmiştir. Bu haftalarda ancak çok gelişmiş ultrason cihazları ile cinsiyeti tahmin edilebilir, daha net görülebilmesi için bir kaç hafta daha büyümesi gerekecektir. Bu haftada bebeğin karaciğerinden safra sıvısı salgılanabilir, pankreas bezinden insülin üretimi başlamıştır. Bebeğin damaklarının altında 20 adet dişi oluşmuştur. Bebek içerisinde bulunduğu amnion sıvısını yutar ve tekrar idrar olarak çıkartır, idrar da amnion sıvısına karışır. (linkten alıntı)

Ruhun ne zaman bedene bağlandığı kesin bilinemiyor. İlkahta mı, üç ay sonra mı, doğumda mı, bilinmiyor. Vak'a eğer gerçek ise, ve eğer Ruh ilkahta, yani döllenme sırasında yumurtaya bağlanıyorsa; İlmetin herhalde başka bir Ruh'u uzaklaştırarak bedene bağlandı demektir. Ayrıca İlmetin'in Ruh'u, hiç ara vermeden, ölümden hemen sonra yeni bedenine koşmuş demektir. İkinci enteresan nokta da budur.

Bahsedilen trafik kazâsı emniyet ve mahkeme kayıtlarından tesbit edildi mi, bilmiyorum. Ancak eski âile de hâdiseyi teyid etmektedir.

- Beşinci vak'a:

Yahyâ - Süleyman Çiçek vak'ası
Yer: Antakya, Samandağı, Alevışık Mahallesi
Araştırma Târihi : 31.3.1971

1938 Doğumlu Yahyâ'nın eski hayatındaki adı Süleyman Çiçek... Babasının adı Abdullah Çiçek. ..O da Antakya'da, ama Büyükdere Köyü, Köprübaşı'nda oturuyor. Dönem Fransız sömürge dönemi... Süleyman aslında haydut. Pek çok vukuatı var.

Bir gün bir yerde iki kişi güreş tutuyor. Bunlardan birisi Yahyâ'nın babası İzzet... Diğeri Süleyman... Süleyman yeniliyor. Galip gelen İzzet köyüne dönüyor. Güreşten sonra mağlup olan Süleyman'a bir kadın gelip, "Beni bir adam dövdü," diyor. Bunun üzerine kabadayı tabiatlı Süleyman silâhını alıp adamı öldürmeye gidiyor. Fakat kendisi vurulup ölüyor.

Bu sırada güreşte galip gelen İzzet köyünde yatıp uyurken, rüyâsında yendiği Süleyman'ın gelip yanına yattığını görüyor... Ona soruyor: "Benden intikam almaya mı geldin?" diye... Süleyman'ın cevâbı: "Hayır. Artık hep burada kalacağım."

O tarihte İzzet'in gebe olan karısı Emine bir süre sonra doğuruyor ve Yahyâ dünyâya geliyor.

Bu vak'a enteresan... Fakat Fransız dönemine uzandığı için tahkikat ilerliyemedi.

Süleyman'ın ölümünden hemen sonra bir gebe kadın bulup, cenine bağlanması ise. gene "Bedene bağlanma ne zaman oluyor? İlkah'ta mı, yani spermin yumurtayı döllemesi ânında mı, 10. haftada mı? 3 ay sonraki safhada mı, doğumda mı?" sorusunu akla getiriyor. Eğer daha önce cenine bağlanmış bir Ruh varsa, ne oluyor? Acaba bir Ruh, bir başka Ruh'u itip, onun yerini alabiliyor mu?..

İkinci akla takılan husus, bir haydut olan ve pek çok vukuatı olan Süleyman Âhıret Âlemi'nde hiç azap çekmeden, beklemeden, ölümünden hemen sonra nasıl gelip bedene bağlanıyor? Acaba yarım bıraktığı bir iş mi var?.. Yoksa, Âhıret Âlemi'nde zaman kavramı farklı olduğu için, bize "hemen" gibi görünen olay, çok uzun bir zaman süresinden sonra mı gerçekleşmiş?

İşte Reinkarnasyon vak'alarında bu soruların cevâbı daha bulunmuş değil, esrârını koruyor!

- Altıncı vak'a:

Yusuf - Muhtaroğlu Sait vak'ası
Yer: Adana, Havutlu Köyü, Karataş
Araştırma Târihi : 25.10.1967

1941 Doğumlu Yusuf'un eski hayâtındaki adı Sait... Aynı köyden... Babası Muhtar olduğu için Muhtaroğlu Sait diye biliniyor... Bir gün karısı geride 3-4 çocuk bırakarak ölüyor. Yeni aldığı kadın da çocuklara bakmıyor. Bu yüzden sıksık uzun kavgalar oluyor. Geçimsizlik sürüp gidiyor. Sait hastalanıp bir kaç kere hastaneye yatıyor. Son hastalığında, kendisine göre hastanede, bir şey içiriyorlar. Bu içirdikleri zehirliymiş, Ağustos veya Eylül 1941'de ölüyor.

Sait, ölümünden sonrasını da hatırlıyor. Mezarda boğulacakmış gibi uzun ve ızdıraplı zamanlar geçiriyor. Sonra bir el onu çekip, bu durumdan kurtarıyor. İşte bu çekip kurtarma, onun Yusuf olarak 7.10.1941 günü yeniden doğuşu oluyor! Annesinin adı Zeynep, babasının adı Mehmet...

Yusuf çocuk iken eski hayâtından bir arkadaşını tanıyor. Ona kendisini Sait diye tanıtıyor. Eski hayâtında hastaneye gelip giderken, o zaman herkesçe bilinen semtin beyaz eşeği sırtında götürüldüğünü de hatırlıyor.

Vak'a enteresan... Yine Ruh 7-8 aylık hamile Zeyneb'in karnındaki cenine, muhtemelen başka bir Ruh'u kenara iterek bağlanıyor... Ancak vak'a eski olduğu için araştırma ilerliyemedi.

Türkiye'deki Reinkarnasyon vak'alarının özelliği kadınların kadın, erkeklerin erkek olarak tekrar bedenlenmeleridir. Tabii bu tesbit ve kaydedebildiğimiz vak'alarda... Yoksa cinsiyet değiştirerek bedenleşme kaçınılmazdır. Ruh'un Tekâmül'ü için elzemdir. Bizim bildiğimiz bir vak'a da vardır.

- Yedinci vak'a:

Necdet - Abdülkerim Yeşiloğlu vak'ası
Yer: Antakya, Kraliye (Karaali) Köyü
Araştırma Târihi : 8.11.1967

Abdülkerim bir şoför... Antakya'nın Bedirge Köyünden... Bir içki âleminden sonra bindikleri minibüsün bir köprüye çarpması sonucu ölüyor.

1963 doğumlu Necdet, çocukken eski arkadaşlarını ve âilesini hatırlayıp tanıyor. Kazanın olduğu köprüyü görünce onu da hatırlayıp korkuya kapılıyor. Bir eşeğe bindiği zaman eşeğin kulaklarını direksiyon gibi tutup, araba sürme taklidi yapıyor.

Bu vak'anın araştırması da fazla ilerlemedi.

- Sekizinci vak'a:

Emel - Bedia vak'ası
Yer: Antakya Samandağ, Yeni Mahalle (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 8.8.1966

Bedia Suriye'de, Halep'in Zekeriya Câmii Meydanı'nda yaşayan bir terzi... Şoför olan babasının adı Ramazan, annesinin adı Bediha...
Bedia bir gün bohçasını alıp hamama giderken, yolda bir delikanlı ile konuşuyor. Bir kocakarı bunu görüp hemen Bedia'nın polis olan kocasına fitneliyor. Çok kıskanç olan koca, kadınlar günü olmasına rağmen, hamamı basarak karısını kurna başında tabanca ile vuruyor!

1956'da Emel olarak dünyaya geliyor. Emel çocukken hep dikiş makinası çevirir gibi ayaklarını oynatırmış. Halep'e götürüldüğü takdirde üç katlı olan apartmanını bulacağını iddia ediyor.

Maalesef o tarihte Amerikalılar'a vize verilmediği için Prof. Stevenson Halep'e gidemedi. Kız araştırma tarihinde evli olduğu için götürülme ihtimali de pek yoktu. Stevenson'un konsolosluk vâsıtasıyla yaptığı araştırmadan da bir sonuç alınamadı. Kısacası, tahkikat ilerlemedi.

- Dokuzuncu Vak'a:

Mithat - Süleyman Harput
Yer: Antakya, Yeni Sanayi, 6. Blok (numara var)
Araştırma Tarihi : 31.3.1971

Süleyman Harput Elâzığlı bir Kürt... Ahmet Ağa'nın yanında çobanlık yapıyormuş. Bir gün yabancıların koyunlarını Ahmet Ağa'nın arâzisine sokup otlattığını görmüş, ağasına haber vermiş. Bunu öğrenen o yabancı kişiler Süleyman'ı sudan geçerken sırtından tüfekle vurup öldürmüşler.

Mithat'ın babası Edip, bir gece rüyâsında sırtında kepenek, ayağında çizmeler olan bir adamın geldiğini görmüş. Kapıyı kapatmış ama, adam içeri girip karısı Emine'nin yanına yatmış.

Mithat 1930 yılında doğmuş, Elâzığ sanâyi bölgesinde makasçı olarak çalışıyor. Sırtında kurşun yarası izi var. Dosyasına alındı.

Mithat'ın araştırma tarihinde 40 yaşında olması, vak'anın tahkikatına imkân tanımadı. Ancak Ruh'un ilkinden uzak bir yerde bedenlenmesi açısından, enteresan bir vak'a olarak görüldü.

- Onuncu Vak'a:

Yusuf Ceyran - Hiçeyr
Yer: Adana, Yârbaşı
Araştırma Târihi : 1.8.1966

Hiçeyr, Saimbeyli'de (eski Haçın) yaşayan Ermeni bir eşkiyâdır... Sonradan dağa çıkmış. Ninesiyle birlikte bir kulübede oturur, gelen geçeni soyarak geçinirmiş. Bir gün kulübeyi sarmışlar. Ninesi kavga etmesin diye onu yatağa bağlamış. Bir süre sonra kendisini çözdürüp ninesini ve kapıyı zorlayanlardan bir kaçını öldürüp kurtulmuş. Sonra 50 yaşlarında iken bir rüya görmüş. Rüyâsında kendisine "yalın ayak başı kabak bir tarlaya gidip karpuz yemesini, giderken de kulübesinin kapısını kilitleyip anahtarını atmasını" söylemişler. Üç defa üst üste gördüğü bu rüyâyı ölümüne işâret olarak yormuş, ama yine de denileni yapmış. Bir karpuz tarlasına gitmiş, karpuz yerken tarlanın bekçileri olan zenci köleler gelmişler. Onlarla boğuşurken muhtelif yerlerinden bıçaklanarak ölmüş.

Yusuf 1895'de Adana'da dünyaya gelmiş. Babası Mehmet, annesi Hamide... Doğduğunda vücudu yara izleri ile kaplı imiş. Çocukken beliren hâtıraları, büyüdükçe daha canlanmış. 40 yaşlarına kadar sert, kavgacı biri imiş. Sonra durulmuş, sâkin, sevecen bir insan olmuş.

Yusuf, câhil birisi olmasına rağmen, dosyasında Fransızca verdiği ifâde var. Ancak bu kadar eski bir eşkiyâlık vak'asını tâkip etmek mümkün olmadı. Maalesef Yusuf da 1971 yılında, 76 yaşında vefat etti.

Yusuf Ceyran adı Reşat Bayer'in 1965 yılında yayınladığı "Reenkarnasyon" kitabında da geçiyor. Ancak orada önceki hayâtını "zenci" olarak vermiş. Hikâyesini de oğlu Yâkup Ceyran anlatmış. Soyadı veriyoruz, çünkü zâten kitapta geçiyor. Hikâye şöyle:

- "Babamın küçüklüğümden beri bizlere anlattığı şudur: Bundan evvelki hayâtında bir zenci imiş. Bir harp esnâsında gırtlağından ve vücudunun başka yerlerinden mızraklanarak öldürülmüş. Hâlen gırtlağında yara izi vardır."

Bu ifâde üzerine Prof. Ian Stevenson ve Reşat Bayer Yusuf'un evine evine giderler. Hakikaten Yusuf'un gırtlağında büyük bir yara izi vardır. Yusuf, yaranın doğuşta mevcut olduğunu, hatta 5-6 sene işleyip sonra kapandığını söyler. Ancak oğlunun anlattıklarını reddeder. Berâberlerindeki tercümana ve oğluna Arapça çıkışır, "Ne diye herkese söylüyorsunuz/" diye azarlar.

Yusuf evvelce bir zenci olarak yaşamış olduğunun böyle herkese ve yabancılara duyurulmasından hiç memnun kalmamıştır.

Kitapta böyle yazıyor... Şimdi biz şaşırdık. 1965 öncesi "zenci" olarak yaşadığının duyurulmasını istemeyen Yusuf Ceyran, 1966 senesindeki ziyarette, eskiden "Ermeni eşkiya Hiceyr" olmasından hiç şikâyetçi değil, hicap da duymuyor!.. Hiçeyr'i zenci köleler öldürüyor. Her iki hikâyede de "zenci" var...

Acaba Yusuf iki ayrı hayâtını mı hatırlıyor?.. Birinde zenci, birinde Ermeni eşkiya olarak mı yaşamış?.. Yoksa Hiçeyr hikâyesindeki zencilerden dolayı, aklı karışıp kendini zenci mi sanıyor?.. Oğluna göre, uzun yıllar "zenci" olduğundan bahsettiği için, bu ikinci ihtimal pek sağlam görülmüyor.

Yaşından ve vefatından dolayı bu konunun da araştırılması mümkün olmadı. Ama bizce iki ayrı hayâtını hatırlıyor olması muhtemel.

- Onbirinci Vak'a:

Buket - Hatice Yalman
Yer: Mersin, Tarsus, Sulu Zıraat Enstitüsü
Araştırma Târihi : 27.3.1970

Bu vak'a bir İspirtizma Celsesi'ne dayanır... Buket eski hayâtına âit hiçbir şey hatırlamaz. Ancak görülen muhtelif rüyâlar vardır ve Buket'in büyükannesi Hatice Yalman, kocasının da bulunduğu bir Celse'de kendi kızından tekrar dünyâya geleceğini bildirir. Hatice 1989 doğumludur. 13.4.1962 tarihinde bir hastalıktan vefat etmiştir.

24.4.1963'te Hatice'nin kızı Senihe, Buket'i doğurur. Hatice'nin bacağında olan bir iz, Buket'in bacağında da vardır.

İspirtizma Celsesinde Buket'in doğacağı gün ve saatin bildirilmesi, bacağında aynı izin olacağının söylenmesi vak'ayı enteresan hâle getirmektedir. Eğer o Celse'ye katılmış diğer kişilerden de verilen bilgi teyid edilebilseydi, çok iyi olurdu. Yapılabilecek başka bir tahkikat yoktur.

- Onikinci Vak'a:

Kemâl - Aydın
Yer: Adana, Havutlu köyü, Karataş
Araştırma Târihi : 16.3.1970

Aydın, bir kamyon şoförüdür. Hatay'da yaşamaktadır. Babası Yusuf ise otobüs şoförüdür. Annesi Melek'tir. Bir gün Aydın'ın kamyonu bir dere kıyısında devrilir, Aydın beton bir yolun üzerine düşerek ölür.

Kemâl 3.12.1963'te Adana'da doğar. Babası Yaşar, Annesi Hüsne'dir. Yeniden Dünyâ'ya gelişi üzerine görülen müteaddit rüyâlar vardır. Kemâl 6 yaşında iken bir gün annesinin kendisine tokat atması üzerine, "Ben burada durmıyacağım. Eski anneme gideceğim," der. Büyük vâsıtalara karşı ilgisi büyüktür. İkide birde babasına, "Bana kamyon al," der.

Ayrı şehirlerde oldukları için iki âile arasında bir irtibat olmamış. Ancak vak'a derinleştirilemedi.

- Onüçüncü Vak'a:

Mehmet - ??
Yer: Antakya, Kuyulu Mahallesi, Anafartalar Caddesi (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 10.11.1967

İsmi hatırlanamıyan şahsiyet Lübnan, Beyrut'ta yaşarmış. Develeri ve bahçeleri varmış. Karısının adı Hatçe, kızının adı Meryem, oğlunun adı Mehmet Sait'miş.O bahçelerin birinde büyük bir çınar ağacını hatırlıyor. Bir gün evinde otururken, biri gelmiş. Ağzına mendil tıkayarak onu boğmuş ve öldürmüş.

Mehmet 1874'de Antakya'da doğmuş. Oğlunun anlattığına göre, gençken evvelki hayâtına âit çok şey anlatır, isimler verirmiş. Şimdi çok azını hatırlıyor.

Mehmet çok yaşlı olduğu, ve eski hayâtına âit ismini veremediği için bu vak'a hakkında birşey yapılamadı.

- Ondördüncü Vak'a:

Meltem - Dervişgiller
Yer: Antakya, Orhanlı Mahallesi, Kubilay Sokak (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 8.11.1967

Şahıs eski hayâtında adını hatırlamıyor, Dervişgiller'den imiş. Fakirmiş. Kamış ve samandan yapılmış bir evde otururmuş. Kocası oduncu imiş. Bir gün iki adam gelmiş, kocası ve iki oğlunu alıp götürmüşler, öldürmüşler. Kadın yalnızlıktan, sefâletten ve ızdıraptan delirmiş. Nasıl öldüğünü hatırlamıyor.

Meltem 10.10.1958'de doğmuş. Bu hayâtında yalnızlıktan ve yabancılardan çok korkuyor. Eskiden sık sık "Beni yalnız bırakmayın! Yoksa deli olurum;" dermiş. Korkusu gittikçe azalıyor.

Kızın eski hayâtından kaynaklanan korkuları vak'anın enteresan yönü ise de, ilerleme kaydetmek mümkün olmadı.

- Onbeşinci Vak'a:

Mürüvvet - Gülây Tabaka
Yer: Adana, Mıdık
Araştırma Târihi : 1963-1965

1957 doğumlu Mürüvvet, eski hayatındaki anne ve babasını hatırlıyor. Annesi Leylâ, babası Kadir terzi imiş. Kardeşini de hatırlıyor. İstanbul'da, üç odalı bir evde yaşadıklarını ve pencereden denizin göründüğünü söylüyor. Bir gün babasının bir adamla karşı karşıya münakaşa ettiğini görüyor. Adamın elinde tabanca vardır. Araya giriyor ve patlayan tabanca ile karnından yaralanıp ölüyor.

Mürüvvet bunları hatırlamanın yanısıra, 4-5 yaşlarında iken bir gün sokaktan geçmekte olan bir seyyar satıcıya doğru koşup, ona ismiyle hitap ediyor. İstanbul'dan tanıdık çıkıyorlar. Adam hayretler içinde kalıyor.

Hernekadar kızın verdiği izahat üzerine İstanbul Emniyet 4. Şube Müdürlüğü'nde günlerce araştırma yapılmış ve 10 sene evveline kadar dosyalar tetkik edilmiş ise de, ölüm târihi kat'i olarak bilinmediği için bir netice alınamamıştır. Seyyar satıcı da şehir şehir dolaştığından bulunamamıştır.

- Onaltıncı Vak'a:

İbrahim - Yunus Karıslı
Yer: Adana, Kayışlı
Araştırma Târihi : 1964-1967

Yunus Karıslı Adana'nın Karayusuflu köyünden... Karısının adı Hadiye... İçkiye düşkün, kavgacı biriymiş. Birçok düşmanı varmış. 1948 yılında, 40-45 yaşlarında iken düşmanlarıyla tutuştuğu bir kavgada, bir dere kenarında Mahmut adındaki düşmanı kafasına sopa ile vurarak onu öldürmüş.

İbrahim Kayışlı'da, 1950 yılında Dünyâ'ya gelmiş. Babası İsa, annesi Hüsniye... Doğduğu zaman başı yumuşak imiş. Yürümeye başlayınca sık sık Karayusuflu'nun yolunu tutarmış. 7 yaşında iken eski köyüne götürülmüş. Eşini, çocuklarını ve tabancasını tanımış. Bu tabanca hâlâ kendisinde bulunuyor. Kaatilini de görünce tanımış. Bütün bu olaylarda kendisine yol gösteren olmamış.

İbrahim bu hayâtında da kavgacı biri... Ancak içki içmiyor. Kaatili için, "Buraya gelirse öldürürüm," diyor. Çocuklarını görmeye gidiyor, arasıra onları yanına getiriyor.

Bu vak'a hakkında Adliye'den veya hastaneden bir belge temin edilebilseydi, çok sağlam hâle gelecekti. Maalesef mümkün olmadı.

- Onyedinci Vak'a:

Kadife - Kalime Çankaya
Yer: Antakya , Gümüşgöze köyü (Yakto köyü)
Araştırma Târihi : 9.11.1967

Kalime'nin babasının adı Şeyh Hatim, annesinin adı Katife... Kalime, Antakya , Ayaklı'da yaşarken, bir gün evlerindeki su dolu kazana kendi hayâlini görmek için eğildiğinde kardeşi tarafından itilmiş, kazan düşmüş ve boğulmuş.

1953 yılında doğan Kadife'nin annesi Zehra, babası Ali... Kadife, konuşmaya başlayınca eski anne ve babasından bahsetmiş. İki âile birbirlerini kat'iyen tanımıyorlar. Ancak Kadife olaydan haberdar olup, kendisini görmeye gelen annesini tanımış. Eski evine gidince kardeşlerini de tanımış.

Kadife sudan çok korkuyor. Gemiye veya sandala binmek istemiyor. Şimdiki hayâtından hiç memnun değil. Eski evini istiyor. Fakat tabii ki âilesi bırakmıyor. İstemesinin sebebi de eski âilenin zengin olması...

Eski âile araştırma döneminde İskenderun, Fener'de yaşıyordu. Vak'a enteresan. Derinleşmesi gerekirken, Stevenson nedense pek ilgilenmemiş. Meselâ, Kadife'nin tanıdığı, kendisi iten kardeşi hakkında ne hissettiği, nasıl davrandığı sorulmalıydı.

- Onsekizinci Vak'a:

Mahmut - Hakkı
Yer: Adana, Kayışlı
Araştırma Târihi : 1964-1967

Hakkı da Kayışlı'dan... 1932 yılında, bir gün kendisi gibi 11-12 yaşlarında olan Mehmet adındaki arkadaşıyla oynarken bir su kenarına gidiyorlar. Hakkı orada suya düşüyor ve boğuluyor. Mehmet korkup kaçıyor ve eve haber veriyor.

5-6 gün sonra Mahmut doğuyor. Konuşmaya başladığında, bir gün, "Ya Fâzıl!" diye bağırıyor. Hakikaten Hakkı'nın boğulduğu sırada Fâzıl diye birinin civar tarlalardan birinde çalıştığı ve çocuğun yardımına koşmadığı biliniyor.

Mahmut ta küçük yaşta vefat ettiğinden araştırmaya devam edilememiştir. Ancak denilen doğru ise, ve gerçekten Mahmut, Hakkı'nın ölümünden 5-6 gün sonra doğduysa, elimizde çok enteresan ve izah gerektiren bir vak'a var demektir. Dünyâ'ya gelmek üzere olan bir Ruh'un nasıl olup ta yerini Mahmut'a terkettiği bir muamma teşkil eder.

- Ondokuzuncu Vak'a:

Mürşit - Mürşit Zübe
Yer: Antakya, Sümerler Mahallesi, Harbiye Caddesi , Bedevi Sokak
Araştırma Târihi : 10.11.1967

Mürşit Zübe bir emirin oğlu imiş. Babası Diyap Zübe, annesi Meyye... Lübnan'da, Beyrut civârındaki Necdil Adiyye'de yaşarlarmış. Mürşit Tunus'ta bir harbe katılmış. Harpte sırtından kılıçla yaralanarak ölmüş.

1909 doğumlu Mürşit, bu hayatında eski dayısı veya amcasının karısı ile karşılaşmış. Beyrut'a götürülürse kardeşini bulacağını söylüyor. İçkiye düşkün birisi...

Vak'a ispat açısından zayıf. Araştırılacak pek bir şey yok.

- Yirminci Vak'a:

Abdullah - Nüfel Dönmez (Devli)
Yer: Antakya, Samandağı, Yenimahalle
Araştırma Târihi : 31.3.1971

Nüfel'in babasının adı Yahyâ, annesinin adı Fattun... Antakya, Samandağı'nın Cilliye köyünde oturmaktalar... Nüfel 14-15 yaşlarında iken bir av tüfeğini kurcalarken, tüfek ateş almış ve Nüfel yaralanmış. Kendisini bir sal üzerine koyarak Âsi nehrini geçirmişler. Karşıya vardıklarında ölmüş.

Abdullah 1.4.1964 tarihinde doğmuş. Babası Hasan, annesi Marya (Nuriye) ... Abdullah konuşmaya başlayınca eski hayâtından bahsetmeye girişmiş.. Vak'anın pek çok şâhidi var. İki âile birbirini ziyâret etmiş. Eski âile onun Nüfel olduğuna inanmış. Çünkü Abdullah şahısları tanımış ve tüfeğin yerini, kendi yattığı yeri göstermiş.

Bulunan adlî tabib raporuna göre Nüfel'in sağ tarafında bir yara bulunuyorsa da, Abdullah'ın hem sağ, hem sol tarafında yara-bere izleri görüldüğünden doğum izi konusunda bir hükme varılamamıştır.

- Yirmibirinci Vak'a:

Şaban - Kerim Beddut
Yer: Mersin, Kazanlı köyü
Araştırma Târihi : 22.3.1971

Kerim Bedduk Antakya'nın Samandağ ilçesinin Ciddeydi köyünde yaşamaktadır. Bir gün kavga eden iki kişinin arasına giriyor, başına bir darbe alıyor ve ölüyor.

Şaban 1964 yılında doğuyor. Babası Garip, annesi Sabiha... Konuşmaya başlayınca kendisinin Samandağ'da yaşadığını, bir kavga esnâsında başına bir darbe alarak öldüğünü anlatıyor. Bir gün mahalleden geçmekte olan bir falcı kadını tanıyor ve koşup onunla konuşuyor. Kadın gezgin bir falcı imiş. Çocuk kadının ismini de biliyor.

Falcı kadın Samandağ'a gidince eski âileye durumu anlatıyor. Kerim'in oğullarından biri Kazanlı'ya gelip çocuğu ziyâret ediyor. Çocuk gelen oğlunu derhal tanıyor.

Vak'a oldukça kuvvetlidir. Samandağ, Ciddeydi köyünde yapılan tahkikat sonucunda Kerim Bedduk'un hakikaten bir kavga sonucu öldüğü öğrenildi. Temin edilen Ceset Muayene Raporu'nda gösterilen kafadaki darbe yerinin de çocuğun kafasının sağ tarafına nazaran bir şişlik olduğu görüldü.

- Yirmiikinci Vak'a:

Mahmut-2 -- Mahmut-1
Yer: Adana, Havutlu, Karataş
Araştırma Tarihi : 25.30.1967

Mahmut-1 Adana, Karşıyaka'da Yenimahalle'de yaşarmış. Babası Ahmet bekçi imiş. Annesi Zarife imiş. 1920 yılında işgâl altındaki Adana'da bir Fransız askeri tarafından süngülenerek ölmüş.

Mahmut-2, 7 Temmuz 1923'de doğmuş. Babası Mihail hayatta değil. Annesi Fatma araştırma tarihinde 75 yaşında idi. Mahmut'un karnında büyük bir yara izi vardı. Anlattıklarına inanmıyanlara "bir nar ağacının altına bir hancer gömdüğünü" söylemiş. Beş kişi gidip o ağacın altını kazdıklarında paslı bir hançer bulmuşlar.

Vak'a kuvvetli olmasına rağmen, Fransız işgâl döneminde bir çete harbinde ölen bir adamın evrâkının bulunması mümkün olmadığından, araştırma derinleştirilemedi.

- Yirmiüçüncü Vak'a:

Nurettin - Adalıgiller
Yer: Antakya, Orhaniye Mahallesi, Güngör Sokak (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 21.3.1970

Nurettin bir önceki hayatında Adalıgiller âilesindenmiş. Adını, anasını, babasını hatırlamıyor. Âsi nehri kenarındaki büyük bir konakta otururlarmış. Bir ciğer hastalığından, nefes darlığından ölmüş.

Nurettin 1942 yılında doğmuş. Konuşmaya başladığında altın kaşık ve çataldan bahsedermiş. Kendisi bu hayâtında da nefes darlığı çekiyor.

Adalıgiller âilesi araştırma târihinde Antakya'da Gündüz Sineması yanındaki apartmanda oturmaktaydı. Ancak gidip görüşme imkânı olmadı. Araştırma yarım kaldı.

- Yirmidördüncü Vak'a:

Emsal - Vesile
Yer: Antakya, Harbiye
Araştırma Târihi : 22.3.1970

Vesile 1945 doğumlu... Babası Câbir, annesi Fevziye... Antakya'nın Güzelburç köyünde otururlarmış. Vesile 1962 yılında bir gün radyo açarken âniden düşüp ölmüş. Yöredeki inanca göre, sebepsiz olarak âni ölenler bir kırmızı veya beyaz melek tarafından alınıp götürülürmüş, ve elinin içine kına yakılırmış.

Emsal doğduğunda avucunda kına renginde bir leke varmış. Konuşmaya başlayınca eski âilesini anlatmaya başlamış, isimler vermiş, adres belirtmiş.

Bu iki âile birbirini tanımıyor. Uydurma kaydırma ihtimâli yok. Ancak vak'a derinleştirilmedi.

- Yirmibeşinci Vak'a:

İbrahim - Sâlim
Yer: Adana, Karşıyaka, Güneşli Mahallesi, 1011. Sokak
Araştırma Târihi : 24.10.1967

1.5.1957 doğumlu Sâlim, Adana'da aynı sokakta oturuyor. Babası Mustafa araştırma târihinde vefat etmiş idi. Annesi Şâdiye idi. Sâlim çocukken bir gün 7-8 arkadaşı ile birlikte nehir kenarında oynarken suya itilmiş ve boğulmuş. Ölüm târihi 22.7.1962...

İbrahim 6 ay sonra, 8.3.1962 günü doğmuş. Babası Diyap, annesi Sabriye... 2-2,5 yaşına gelince eski hayâtından bahsetmeye başlamış ve bir gün pencerenin önünden geçen biri için, "İşte beni iten budur," demiş!.. Süleyman (soyadı var) adlı o kişi söyleneni ne reddetmiş, ne de kabul etmiş.

İbrahim 1967 yılında vefat eden eski babası Mustafa için ağlamış. 2,5 yaşından beri eski evine gidip büyükannesinin yanında otururmuş. Herkese yakınlık gösterdiği halde, eskiden sık sık kavga ettiği ve dayağını yediği ağbisine yaklaşmazmış.

Ölüm boğulma sûretiyle meydana geldiğinden vücutta herhangi bir iz yoktur. Yeni ve eski evlerin birbirine çok yakın olması vak'ayı zayıflatmakla birlikte enteresan bulunmuştur.

Bilhassa Ruh'un 3 aylık (13 haftalık) hâmile bir kadın bulup, belki de başka bir Ruh'u iterek bedene bağlanması üzerinde durmak gerekir.

- Yirmialtıncı Vak'a:

Ahmet-2 -- Ahmet-1
Yer: Mersin, Tarsus
Araştırma Târihi : 3.11.1967

Ahmet-1 İskenderun'da yaşayan bir balıkçı imiş. Bir gün balık tutmaya giderken sandalı devrilmiş. Kafasını bir kayaya çarpmış. Kıyıya çıkmış ama orada ölmüş. Ölüm târihi 1939...

Ahmet-2 de 1939 yılında doğmuş. Bir gün, bir düğünde eski oğlu ile karşılaşmış, onu tanımış. Ona ve eski âilesine kendini tanıtmış. Gösterilen fotoğrafları tanımış. Eski iki evinin yerini bulmuş.

Bu vak'anın dosyası eski hayattaki oğul Yusuf'un ifâdesi alınarak hazırlanmıştır. Tarsus'ta ilk aramada âile bulunamamış, sonra da araştırmaya devam edilememiştir.

- Yirmiyedinci Vak'a:

Ahmet-2 -- Ahmet-1
Yer: İskenderun, Madenli köyü
Araştırma Târihi : 3.11.1967

Ahmet-1, Ahmet-2'nin dedesi imiş. Babası Yunus, annesi Hatun imiş. Karaciğer hastalığı varmış. 5.7.1955 Pazar günü vefat etmiş.

Ahmet-2, 1960 yılında doğmuş. Doğumdan önce babası Selim'in ağbisi bir rüya görmüş. Rüyâda dede Ahmet, "Ben senin evine gelmem. Beni görmek istiyorsan, saat 3'te kardeşinin evine gel," demiş.

Saat 3'te annesi Zeynep'ten Ahmet-2 doğmuş. Konuşmaya başlayınca kardeşlerine, "Ben sizin dedenizim," demeye başlamış. Dedenin yaptırdığı evi tanımış. Ailesinin isimlerini vermiş. Yaramazlık yapıp ta, babası onu dövdüğü zaman, "Bu ne biçim adam! Babasını dövüyor!" dermiş.

Vücutta iz olmadığına göre, vesika yoluyla ispata gidilemiyecektir. Tahkikat tamamlanmamıştır.

- Yirmisekizinci Vak'a:

Sabiha - Semra Z.gil
Yer: Adana, Karşıyaka, Güneşli Mahallesi 1011. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 23.1.1971

Semra'nın kuması varmış. Yâni, kocası iki evliymiş. Adana'da İstiklâl Mahallesi'nde şimdiki Zafer Sineması yanında otururlarmış. Semra çok şişman bir kadınmış. Bir gün damda serili buğdayları yiyen kuşları kovmak için dama çıkmış. Bağırarak kuşları kovarken, aşağıdaki kadın ona bağırmamasını söylemiş. Kocası da Semra'yı azarlamış. Semra da, "Öteki karına böyle bağırmıyorsun," deyince, kocası kızmış. Yerden bir tuğla alıp dama atmış. Tuğla Semra'ya isâbet etmiş ve kadın yere düşüp ölmüş. Vefat târihi 1924... Arkasından kuması dâhil, herkes ağlamış.

Sabiha 1924 yılında doğmuş. Babası İbrâhim, annesi Neclâ... Doğduğunda alnında bir iz varmış. Bir gün eski evinin önünden geçerken korkmuş, fakat yoluna devam etmiş. 40 yaşına kadar bir şikâyeti olmamasına rağmen, ondan sonra başağrıları başlamış. Hâlâ kocası kendisini görürse öldüreceğinden korkuyor.

Sabiha yaşlı olduğundan, bundan fazla bilgi veremediğinden ve alnındaki iz kaybolmuş olduğundan dolayı, bir neticeye varılamamıştır.

- Yirmidokuzuncu Vak'a:

Duran İncirgöz - ??
Yer: Adana, Karşıyaka, Güneşli Mahallesi 1011. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 25.10.1967

Duran eski hayâtındaki adını, adresini, âilesini hatırlamıyor... Gençken genelevde kadın yüzünden tabancayla vurularak öldürülmüş. Başka bir şey hatırlamıyor.

1934'de doğmuş. Babası Yusuf, annesi Asiye... Doğduğunda kalçasında siyah bir iz varmış. İz tahkikat târihinde hâlâ duruyordu. 5-6 yaşına geldiğinde eski hayâtını anlatmaya başlamış. Âile eski şahsiyeti hiç tanımıyor. Duran bu hayâtında hiç geneleve gitmezmiş.

Reşat Bayer'de Duran'ın biraz palavracı olduğu intibaı uyanmıştır. Zâten araştırılacak fazla birşey de yoktur. Ancak vak'ada doğruluk payı var ise, 5 yaşındaki bir çocuğun âilesine genelevden bahsetmesi enteresan bulunabilir.

Reşat Bayer

- Otuzuncu Vak'a:

Mahmut - Şeyh Ali
Yer: Antakya, Barbaros Mahallesi, Barbaros Sokak (ev numarası var)
Araştırma Târihi : 21.3.1970

1932 doğumlu Şeyh Ali evli ve üç çocuk babasıdır. Babası Yusuf, annesi Fatma'dır. Antakya, Samandağ, Mağarcık civârında, denize yakın bir evde otururlar.
20 yaşlarında iken, define aramaya giderken iki asker tarafından görülür ve tüfekle vurulur. Kurşun sol meme altından girmiştir. Derhal ölür. Ölümü bir rüya ile
âilesine bildirilmiştir. Yıl 1952...

İki sene sonra, 1954'de Mahmut doğar. Babası Derviş, annesi Hayriye'dir. Doğumuyla ilgili bir imaj görür. Bir takım adamlar onu getirip yeni evinin önüne atarlar. Yanına 1-2 meyva sandığı bırakırlar. O da sandıktakileri etrafındakilere dağıtır.

Mahmut 2 yaşında konuşmaya başlar. 5-6 yaşında iken eski hayatını tümüyle anlatır. 8-10 yaşında iken Samandağ'a götürülür. Orada tanıdığı bir kaç kişiyle konuşur. Karısı Aliye'yi ve diğer bâzı kişileri hatırlar... Doğumunda göğsünde iz varmış, sonra kaybolmuş.

Prof. Stevenson şahsa ve âileye sorulacak bâzı sorular hazırlamış, ancak kişiyle bir daha temas kurulamamıştır.

- Otuzbirinci Vak'a:

Celâl - Şaban Sağır
Yer: İskenderun, Karaağaç, Nardüzü Köyü
Araştırma Tarihi : 4.11.1967

Şaban Sağır 1933 doğumludur. Atraş diye bilinir. İskenderun, Karaağaç, Şarkonak'ta oturmaktadır. 17-18 yaşlarında iken liman işçisi olarak çalışmaktadır. Bir gün kafasına kazan düşmesi sonucu 13.7.1951 tarihinde ölür.

Celâl 1954 yılında doğar. Babası Ahmet, annesi Derra'dır. İki yaşına gelince konuşmaya başlar, "Ben limanda öldüm, buraya nasıl geldim?" der. Alnında gittikçe küçülen bir yara izi vardır.

Vak'a çok kuvvetli ve inandırıcıdır. Maalesef bu doğum izlerinin bâzıları yıllar geçtikçe küçülmekte, hatta yok olmaktadır. Bu yüzden vak'a İskenderun Adliyesi'nde araştırılmış, bütün ısrarlara rağmen dosyasına ulaşılamamıştır.

- Otuzikinci Vak'a:

-Yusuf - Şeyh Abdullah
Yer: Mersin, Adanalıoğlu Köyü
Araştırma Tarihi : 26.3.1971

Şeyh Abdullah, Yusuf diye de bilinirmiş. Babası Şeyh Süleyman, anası Meryem imiş. Mersin'in Kazanlı köyünde yaşarlarmış. Yusuf şimdiki âileyi tanırmış. 30-35 yaşlarında iken, bir gün şimdiki annesi Zekiye'ye gitmiş, "Ben buraya yeni babamı aramaya geldim," demiş. Kadın şaşırmış, kızmış, ona demirle vurmuş. Yusuf, "Bana ne vuruyorsun? Ben senden doğacağım," demiş. Kadın uzaklaşınca, oradaki bir kazanın veya küpün altına bir bıçakla bir kurşun saklamış.

Ertesi akşam nişanlısıyla açık bir yerde (kendisi salon diyor) rakı içerken yoldan geçen üç kişi bunların üzerine fener tutmuş. Köy bekçisi olan Yusuf bunu gururuna yedirememiş, silâhını ateşliyerek bunlardan birini yaralamış. Ardından kahveye gitmiş. Orada diğer iki kişiyle karşılaşıp kavgaya tutuşmuş. Yusuf tekrar tabancasını çekmiş, fakat öteki ikisi saldırıp onu bıçaklamışlar. Mersin hastanesine kaldırılmış 10.10.1952'de vefat etmiş.

Bir gün sonra kavga ettiği hâmile kadından şimdiki Yusuf doğmuş. babası Süleyman imiş. İki yaşına gelince de kazanın altına sakladığı bıçak ve kurşunu göstererek kim olduğunu anlatmaya çalışmış. Nişanlısı Müzehher veya Zehra'yı ve kaatili Ali Harbeli hatırlamış.

Vak'a nâdir görülen hususiyetler taşımaktadır. Enteresan yönlerinden biri de kimden doğacağını bilmesine rağmen, öleceğinden habersiz olmasıdır. Ölümünden bir gün sonra doğması da, gene bize "Acaba başka bir ruhu iterek mi onun yerine geçti?" diye düşündürüyor.

- Otuzüçüncü Vak'a:

Mehmet - Haydar Karadöl
Yer: Adana, Kavaklı köyü, Kocavezir Mahallesi, 37. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 31.10.1967

Haydar Karadöl Adana, Kocayusuflu'dan rençber ve işçi biri... Babası Ali, annesi Zemzem.. 30-32 yaşlarında iken, Yalmanlı'da bir kahvede kayınbirâderi ile oturup boğma rakı içerken alacak-verecek meselesi yüzünden kavga ederler. Kayınbirâderi bunu sırtından bıçaklar. Hastaneye kaldırılır, orada ölür, muhtemelen 1931 yılında.

Mehmet 1931 yılında doğar. Babası Diyap, annesi Kâmile'dir. Hatırlamasına rağmen, hapiste olan eski kayınbirâderi Mehmet Korali'nin resmini görünceye kadar birşey anlatmaz. Fotoğrafı görünce kaatilin gözlerini oyar!.. Sonra bütün tafsilâtıyla hayâtını anlatır. İki karısı Güllü ve Meyase'yi, âilesini hatırlar.

Mehmet'in sırtında bâriz bir yara izi olmasına rağmen, yaşlı olması hasebiyle hastane ve adliyeden vesika teminine çalışılmamıştır. Ancak yapılsaydı iyi olurdu..

- Otuzdördüncü Vak'a:

Necâti - Ali Şen
Yer: Adana, Mıdık Mahallesi, 176. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 27.10.1967

Gürcü asıllı Ali Şen rakı kaçakçısıdır. Babası İbrahim, annesi Uraz'dır. Adana'nın Yalmanlı köyünde oturmaktadırlar. O dönemde kendisi gibi boğma rakı yapıp satanlar birbirlerini ihbar ederlermiş. Ali de rakı kaçakçısı Abdürrezzak Baydar'ı ihbar edeceğini onun karısına söylüyor. Kadın buna beddua ediyor. O da kadına hakaret ediyor. Sonra kahvede otururken Abdürrezzak arkadan gelip sopa ile kafasına vuruyor. Hastaneye götürülürken yolda ölüyor. Cesedinin yıkanmasına kadar geçen zamanı hatırlıyor. Yıl 1947... Ölümüne şâhit olan da Ali Turayti.

Necâti 1948'de doğuyor. Babası Süleyman, annesi Sâniye...3-4 yaşlarında iken eski hayâtını hatırlamaya başlıyor. Bir gün şeker kamışı tarlasında kaatilin karısını görüyor ve ona beddua ediyor. 12 yaşında iken Yalmanlı'ya gidip eski evini buluyor, karısını ve kardeşini tanıyor. Doğduğunda kafasında şiş varmış, sonradan kaybolmuş.

Reşat Bayer'in kanaatine göre tahkikat derinleştirilmeliydi. Hastaneden veya adliyeden bir vesika elde edilebilirdi.

- Otuzbeşinci Vak'a:

Adnan - Âdil
Yer: Adana, Yeşilyurt Mahallesi, 178. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 27.10.1967

Âdil'in annesi Cemile'dir. Babası annesinin ilk kocasıdır. Asker iken 1950 yılında Kore'de muhabereci olarak bulunur ve bir gün tel bağlarken çarpışmadığı halde kurşunla vurularak şehit düşer. Ancak üvey babasına gönderdiği mektupta "arslanlar gibi vuruştuğunu, herkesten fazla cesaret gösterdiğini" yazmıştır, öğünmek için olsa gerek. Sonra yine annesinden 3.2.1950 tarihinde Adnan olarak doğar. Babası, kadının ikinci kocası Cemil'dir, Adnan, küçüklüğünde Âdil'in bildiği yerleri, bağları, bahçeleri tanımış ve göstermiştir.Vak'a ile ilgili rüyalar vardır.

Vak'a iyice incelenmeli, âile fertleri detaylı olarak sorguya çekilmeliydi. Yapılamamıştır.

- Otuzaltıncı Vak'a:

Selma - Zehra Zaman
Yer: Adana, Sucuzâde Mahallesi, 54. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 11.30.1970

Zehra Zaman'ın babası Süleyman, annesi Emine'dir. O da Sucuzâde Mahallesi, 50. Sokak'ta Çallık Sineması civarında (ev numarası var) oturmaktadır. Küçüklüğünden beri böbrek rahatsızlığı çeker. Sürekli tedâvi görmektedir. Kendileri çok fakir olduklarından, İstanbul'da oturan zengince bir akrabaları daha iyi tedâvi maksadıyla kızı İstanbul'a götürür. Ancak orada kıza daha fena muamele edilir. Hastaneye yatırılır ama, ölmeden 1-2 gün önce tekrar eve alınır. Kızın hastanede ameliyat edildiğini iddia edenler olduğu gibi, edilmediğini söyliyenler de vardır. Zehra 6.4.1958'de vefat eder.

Selma 1958'de doğar. Annesi Lâtife, babası Yusuf'tur. Küçük yaştan itibâren hikâyesini anlatmaya başlar. Böbrek nahiyetinde bir iz vardır. Bu iz Prof. Stevenson tarafından bir ameliyat izi olabileceği şeklinde yorumlanmıştır.

Vak'a enteresandır. Kızın bedenindeki izin bir ameliyata âit olduğu tesbit edilebilseydi, kuvvetli vak'alar arasına girerdi. Ancak hangi hastaneye yattığı belli olmadığı için resmî bir araştırma yapılamamıştır.

- Otuzyedinci Vak'a:

Mustafa İzzet - Sâlih Antakyalıoğlu
Yer: İskenderun, Yenişehir Mahallesi, Çakıltaş Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 27.10.1967

Sâlih Antakyalıoğlu'nun babası Mahmut, annesi Halime'dir. Onlar da Yenişehir Mahallesi, Tar Sokak'ta oturmaktadırlar. Sâlih, beyin kanserine yakalanır. Ankara'da bir ameliyat geçirir. İskenderun'a döndüğünde vefat eder. Öldüğünde 42-43 yaşlarında imiş. Yıl 1969... Öldükten 3-4 ay sonra da yeniden doğar.

Mustafa İzzet Aralık 1969'da doğar. Babası Sâlim, annesi Hatun'dur. İki tarafın da gördüğü inandırıcı rüyâlar vardır.

Mustafa, ilk ziyaretimizde daha 6 aylık idi. Bu bakımdan bir şey hatırlayıp hatırlamadığı tesbit edilemedi. Ancak vak'a ile ilgili rüyâlar dinlendi. Babaya ve anaya çocuğun büyümesi sürecinde hiçbir imâda bulunmamaları tembih edildi. Ancak araştırmanın devamı getirilemedi. Eğer gerçekten Sâlih yeniden dünyaya gelmişse, bu gene bedene bağlı bir ruhu iterek, onun yerine alarak mı oldu, diye merak etmekteyiz.

- Otuzsekizinci Vak'a:

Yusuf Köseoğlu - Halil Rıdvan
Yer: Antakya, Odabaşı (Kavaslı) Köyü
Araştırma Tarihi : 7.3.1966

Halil'in babası Abdullah, annesi Zelâfun'dur. Antakya, Harbiye, Devasiye köyünde oturmaktadırlar. Halil 20-25 yaşlarında iken kardeşi İskenderun'da askerlik yapmaktadır. Bir gün ona çıkınla erzak ve para götürür. Dönüşünde bir handa geceler. Ancak handa düşmanları vardır. Onlardan kurtulmak için ertesi sabah hanı çok erken terkeder. Ne var ki, düşmanları ona yetişir ve başını keserler. Bu arada ensesine dayanan bıçağı itmek için araya elini koyunca, parmakları kesilir.

Halil kafası kesilip yol üstüne bırakıldıktan sonra, tanınmadığı için cesedi köy köy dolaştırılmış, nihâyet Odabaşı köyüne de getirilmiştir. Vak'anın enteresan tarafı, gömüldüğünün ertesi günü bu köyde hâmile bir kadından dünyâya gelmesidir.

Yusuf'un babası Şaban, annesi Hatice'dir. Doğduğunda 2 parmağı eksik, üçüncü parmağı da sâdece bir derinin tuttuğu görülür. O parmak ta ağabeyi tarafından makasla kesilerek alınır. Çocuk konuşmaya başladığında bütün hikâyeyi anlatmış ve bir gün âilesi efrâdını eski evine götürmüş, ve eski âilesini tanımıştır. Bahçede evvelden mütemâdiyen bahsettiği ağacı da göstermiştir. 7-8 yaşlarında iken götürüldüğü bir düğünde kaatillerinden biri ile karşılaşmış ve onun üzerine atılmıştır. Eski karısı sürekli gelip çocuğu görür ve ona hediyeler getirirmiş. Ensesinde derin bir iz görünmekteyse de, bunun yaşlılıktan dolayı meydana gelen deri kıvrımlarından ayrılması zordur.

Yusuf'u tanıdığımızda yaşlı idi. Târih veremiyordu. O yüzden kendinin ve ucu eksik parmaklarının resmini çekmekle yetindik. Yine akla "Acaba Yusuf, cenine bağlı başka bir ruhu iterek mi dünyaya geldi?" sorusu takılıyor.

- Otuzdokuzuncu Vak'a:

Metin - Hâşim Köybaşı
Yer: İskenderun, Karaağaç, Hatun Köy
Araştırma Tarihi : 7.11.1967

Hâşim 1943 doğumludur. Babası Süleyman, annesi Rahmiye'dir. Hâşim ve kardeşi Ali köyde muhtar seçimi yüzünden çıkan kavgalar sonucu
14.1 1962 tarihinde öldürülürler. Hâşim aynı âileden başka bir kadından Metin olarak dünyâya gelir.

Metin 1964 yılında doğar. Annesi Celile, babası Mahmut'tur. Çocuk dili açılır açılmaz eski hayâtını anlatmaya başlar. Akrabalarını tanır.

Vak'a enteresandır ve ispat edilmiştir. Adliye'den temin edilen evraktakiler ile Metin'in vücudundaki yara izleri tıpatıp birbirine uymuştur.
Yalnız Ocak 1962'de o köyde muhtar seçimi olup olmadığı araştırılmalıdır.

- Kırkıncı Vak'a:

Yusuf Okkalı - Yusuf İkdah
Yer: İskenderun, Yenişehir Mahallesi, Gök Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 4.11.1967

Yusuf İkdah zengin bir çiftlik ağasıdır. Karaağaç'ta Pahura Çiftliği'nin sâhibidir. Aynı zamanda gemilerde tahmil-tahliye işleri ile uğraşır. Babası Mustafa'dır. 1897 yılında 60 yaşında iken bir gün fenâlık geçirir ve on gün içinde ölür.

Aynı yıl Yusuf olarak doğar. Babası Şaban, annesi Meryem'dir. Doğduktan sonra çok yaşlı eski annesinin rüyâsına girer ve şimdi çok fakir olduğunu bildirir. 3-4 yaşına gelince eski âileyi ziyâret eder. İki âile evvelden birbirlerini tanımamaktadır. Bu ziyârette kendisine inanmazlar. Ancak gösterilen sürüden kendine âit hayvanları tanır ve seçer. Öldüğü gün doğduğunu iddia etmektedir.

Yusuf çok yaşlı olduğu için birşey yapılamadı. Ölüp gidince de vak'a kapandı.

- Kırkbirinci Vak'a:

Şehla - Kadriye Emlik
Yer: Mersin, Adanalıoğlu Köyü
Araştırma Tarihi : 4.11.1967

Kadriye 1929 doğumludur. Babası Abdurrahman, annesi Bedia'dır. Adana'nın Karayusuflu köyünde oturmaktadırlar. Bir gün bir düğüne gider. Düğün evinin üst katı kalabalıktan çöker Kadriye altında kalarak ölür.

Şehla 20.6.1948'de doğar. Babası İbrahim, annesi Fatma'dır. Çocukluğunda hatırlamasına rağmen 13-14 yaşına kadar eski hayatından bahsetmez. Çünkü rüyâsında öyle tembih etmişlerdir. Eski köyüne gitmemiştir. Ama o köyden gelen yakınlarını tanımıştır. İki âile daha önceden birbirlerini tanımaz.

Şehla aslında bir önceki hayâtını da hatırlamaktadır.

Karayusuflu köyüne gidip bir tahkikat yapılmamıştır. Kızın iki önceki hayâtına âit anlattığı çok ilgi çekici sahneler vardır. Bunlar Reşat Bayer tarafından banda kaydedilmiştir. Dinlenebilir.

- Kırkikinci Vak'a:

Hasan - Cemil Karaca
Yer: İskenderun, Arsus, Çatıllık Köyü
Araştırma Tarihi : 28.3.1971

Cemil'in doğum tarihi bilinmemektedir. Babasının adı Mustafa veya Yusuf'tur. Anasının adı Keykep'tir. Antakya'nın Samandağ ilçesinin Sabunî köyünde oturmaktadırlar. Âilenin domates tarlaları varmış. Bir gün babası domatesleri yiyor diye kızmış, Cemil'i bıçaklayıp Âsi nehrine atmış. Kaç yaşında olduğunu hatırlamıyor.

Hasan 10.4.1964'de dünyaya gelir. Babası Abdülkerim, annesi Necmiye'dir. Konuşmaya başlayınca eski annesini ister. Eski anne ve babasının isimlerini verir. Kardeşlerinden bahseder. Ölüm sebebini anlatır. Kapıdan geçen Mehmet Fursoy adındaki dilenciye tanır. Dilenci de onun söylediklerini tasdik eder... Araştırma târihinde Hasan daha eski âilesini ziyâret etmemişti. Çünkü olayı öğrenen eski babası hapse girmekten korkuyormuş.

Sabunî köyünde tahkikat yapılması gerekiyordu, yapılamamıştır.

- Kırküçüncü Vak'a:

Mehmet - Râşit Mersin
Yer: Antakya, Harbiye, Durmaşka Köyü
Araştırma Tarihi : 10.11.1967

Râşit'in babası Haydar, annesi Zehra'dır. Antakya, Harbiye kazasının Defne köyünde oturmaktadırlar. Râşit askerliğini yapmış, evlenmiştir. Kamyon şoförlüğü yapmaktadır. Bir gün kapak zinciri boynuna dolanır. Boğularak ölür. Yıl 1956'dır.

Mehmet 1956 yılında dünyâya gelir. Babası Selâhattin, annesi Hasibe'dir. 3 Yaşına gelince eski hayatından bahsetmeye başlar. 4 Yaşında eski evine gider. Âilesini ve kendi fotoğraflarını tanır. Mahzende saklı bir miktar paranın yerini bildirir... İlk ziyaret edildiğinde 12 yaşında idi, ve gâyet iyi konuşuyordu. Hâlâ eski âilesini ziyâret ediyor, fakat yeni âilesini tercih ediyordu.

Eski âile ölümün esrarengiz bir hastalıktan olduğunu belirtmesine rağmen, mahzendeki parayı teyit etmiştir.

Prof. Stevenson vak'ada bir kaç tezada işaret eder. Yine gidip karışık noktaların aydınlanması için not düşmüş, ancak araştıramadan vefat etmiştir.

- Kırkdördüncü Vak'a:

Gülbahar - Nimet Bakımcı
Yer: Adana, Mıdık Mahallesi, 176. Sokak (ev numarası var)
Araştırma Tarihi : 4.11.1967

Nimet'in doğum tarihi, yaşı belli değil. Babası Süleyman, Antakya meyva halinde çalışırmış. Annesi Fatma... Antakya, Armutlu Mahallesi'nde İbrahim Mengüllü'nün evinin yanında otururlarmış. Nimet bir gün okula giderken, Adana'ya gitmekte olan bir kamyonun altında ezilir.

Aradan 9 sene geçer. Nimet'in babası Adana'dan bir mektup alır. Mektup Adana'da dünyâya gelmiş ve 9 yaşına ulaşmış eski kızındandır. Gülbahar adındaki kız mektupta "yeniden dünyâya geldiğini, şimdiki anne ve babasından çok memnun olmasına rağmen, eski anne ve babasını çok özlediğini, gelip kendisini almalarını" yazmıştır.

Gülbahar'ın babası Süleyman, annesi Hadiye'dir. Gülbahar'ın mektupta verdiği adres çok eksik olmasına rağmen, büyük gayretle ev aranıp bulunmuştur.

Baba Almanya'dan yeni dönmüş olan bir işçidir. Kendini aşağı yukarı Avrupalı saydığı için bu konuları küçümsemekte, ve ekiple konuşmak istememektedir. Öte yandan eski baba bütün ısrarlara rağmen, kızın yolladığı ilk mektubu vermemekte direnmiş, hatta Reşat Bayer'e görünmemek için büyük gayret sarfetmiştir. Gâyesinin ilk mektubu yüksek bir fiyata satmak olduğu sanılmaktadır.

Buna rağmen, kızın eski âilesine yazdığı diğer bir mektup elde edilmiş, dosyasına konmuştur. Mektup çok enteresandır. Kızın eski hayâtına inandığını göstermektedir. Ne var ki, eski ve yeni babanın tutumları araştırmanın derinleşmesine imkân vermemiştir.

- Kırkbeşinci Vak'a:

Sıdıka - ? Koçar
Yer: Antakya, Gündüz Caddesi, Zeytin Sokak (ev numarası var)

Kız eski hayatındaki adını hatırlamamakta, soyadının Koçar olduğunu söylemektedir. Babasının adı Salih'tir, annesinin adını hatırlamamaktadır. Kocasıyla birlikte İstanbul'da, deniz kıyısında bir yerde oturmaktadırlar. Otomobilleri vardır. Kocası kendisine hep,
"Sevgili Hanım" diye hitap edermiş. Kocasının otomobil sâhibi olduğunu mu, yoksa şoför mü olduğunu söyliyemiyor. Bir gün kocası sokakta duran otomobili hazırlarken, kendisi deniz kenarında bekler. O sırada ayağı kayar, denize düşer ve boğulur. Yılını hatırlamıyor.

Sıdıka Ocak 1966'da doğar. Babası Nedim, annesi Edibe'dir. Konuşmaya başlayınca eski hayâtını anlatır.

Kız İstanbul'da bir adres veya târih veremediği için bir araştırma yapılamadı. Ancak Reşat Bayer 1973'de Salih Koçar'ın ehliyetinin Trafik Müdürlüğü'nden tesbit edebileceğini düşündü. Yaptı mı, bilinmez.

- Kırkaltıncı Vak'a:

Mahmut - Ali Köybaşı
Yer: İskenderun, Büyükdere Köyü Mektep Karşısı
Araştırma Tarihi : 7.11.1967

Ali 'nin babası Süleyman, annesi Rahmiye'dir. Kardeşi Hâşim Köybaşı'dır. İskenderun, Karaağaç, Hatunköy'de oturmaktadırlar. Hâşim ve kardeşi Ali köyde muhtar seçimi yüzünden çıkan kavgalar sonucu 14.1 1962 tarihinde tabancayla vurularak öldürülürler.

Hâşim aynı âileden başka bir kadından dünyâya gelir. (39. Vak'a) Ali ise Mehmet olarak 20.3.1963'te doğar. Babası Hâşim, annesi Naime'dir. Konuşmaya başlayınca eski hayâtından bahseder. Daha ziyâde anne ve babasıyla konuşur. Durgun, geri zekâlı bir görünüşü vardır. Vücudunda yara izi vardır.

Vak'a enteresan ve inandırıcıdır. Adliye'den temin edilen vesikada yer alan Ali Köybaşı'nın yara izleri, Mehmet'te de görülmüştür.

- Kırkyedinci Vak'a:

Ali Devrim - Mehmet Şerif
Yer: Karaağaç, İskenderun
Araştırma Tarihi : 5.8.1966

Mehmet Şerif'in babası Şeyh Hızır, annesi Hüsna'dır. İskenderun, Karaağaç, Çay Mahallesi'nde oturmaktadır. 1909 yılında, 14 yaşında iken bir hastalıktan ölür.

Ali Devrim, tam 9 ay 10 gün sonra doğmuş olduğunu söylüyor. Konuşmaya başlayınca, "Ben hastaydım, beni niye buraya getirdiniz?" diyor. Eski hayâtındaki eşyalarını, bilhassa eşeğini arıyor. Bir gün eski evine gidiyor. Gösterilen kişileri tanıyor.

Ali Devrim eski Hatay milletvekili idi. Vak'a inandırıcıdır. Ancak yaşının büyük olması dolayısiyle tahkikat derinleştirilemedi.

- Kırksekizinci Vak'a:

Mehmet Sevilgen - Yusuf Bereket
Yer: Havutlu Bucağı, Karataş, Adana
Araştırma Tarihi : 30.10.1967

Yusuf'un babası Mehmet Bereket, annesi Bestâni Bereket'tir. Antakya, Belen'de yaşıyormuş. Köy ağası imiş. O târihte bulaşıcı bir hastalık bölgeye yayılmış. Bu sebepten karantina uygulanmış. Bir seferinde kendisini yolda durdurmuşlar. Hastalıktan haberi yokmuş ama, ateşi varmış. Geçişine izin vermemişler. O hâlde dağ başında bırakılmış bu sebepten dolayı daha da kötüleşmiş. Ve öldü sanılarak üzerine gaz dökülüp yakılmış. Bu esnâda kendisinin havada uçtuğunu, bedeninin aşağıda kaldığını görmüş.

Mehmet 1899'da Suriye'de doğmuş. Doğduğu zaman vücudu simsiyah imiş. Geçirmek için zeytinyağı sürmüşler. Eski hayatında kardeşi olan Mera Sevilgen'in oğlu olarak doğmuş. Annesi Sade Sevilgen. Adana, Karataş, Havutlu'da oturuyorlar. Bir gün yoldan geçen seyyar satıcıyı tanımış ve annesine, "Bu adam bana üç altın borçludur," demiş. Kendisini satıcıya tanıtmış ve hayretler içinde kalan satıcı borcunu ödemiş!.. Bu borç esâsen âilece biliniyor imiş.

Araştırma târihinde hayatta olan Mehmet, çok yaşlı olduğundan, tahkikat derinleştirilememiştir. Ancak Antalya, Belen'e gidildiğinde vak'a Muhtar'dan sorulmuş, Muhtar 1890'larda geçmiş olan bu vakâyı hatırlıyacak kimseyi bulamamıştır.

- Kırkdokuzuncu Vak'a:

Yaşar Serin - Hasan Koca
Yer: Kazanlı Köyü Toros Mahallesi, Mersin (numara var)
Araştırma Tarihi : 22.3.1971

Hasan'ın doğum târihi belli değil. Babası Yusuf Koca, Annesi Zehra Koca'dır. Mersin, Kazanlı köyünde oturmaktadırlar. Hasan bekâr bir çobandır. 1935 yılında, 30 yaşlarında iken, âdet olduğu üzre, Temmuz ayında hayvanları denize götürür. Kendisi yüzme bilmez, ama öküz yüzme bilir diye bir öküzün kuyruğuna tutunarak denize girer. Kuyruğu elinden kaçırır ve boğulur. Hasan ölümünden sonrasını da hatırlıyor. Cesedinin çıkarılıp tahkikat için deniz kenarına bırakıldığını da hatırlıyor.

Yaşar 5.5.1936 târihinde aynı köyde doğar. Babası Cemâl Serin, annesi Hamide Serin'dir. Geçmiş hayâtını gâyet canlı olarak hatırlıyor.
15 yaşına kadar denizden çok korkarmış. Hâlâ yüzme bilmiyor.

Kazanlı köyüne gidip eski hayâtı hakkında tahkikat yapmak gerekirdi, yapılamadı.

- Ellinci Vak'a:

Ahmet Şiray - ???
Yer:
Araştırma Tarihi : 1967

Bu vak'ayı Akkapı eski Muhtar'ı Sait Bugay nakletmiştir. Ahmet'in eski hayâtındaki adı bilinmiyor. 5-6 yaşlarında bir çocuk iken, evinin damında Kur'an okuyormuş. O sırada aşağıdan geçen bir paytondan ateş edilmiş ve çocuk vurularak ölmüş.

Ahmet 2 yaşından itibâren eski hayâtını hatırlayıp anlatmaya başlamış. Bir gün eski evlerinin önünden önünden geçerken, içeri girmek istemiş. Annesi bırakmamış.

Ahmet Şiray da 1971 yılında öldüğü için vak'a derinleştirelemedi.

Türkiye'deki vak'alar bitti. Ama elimizdeProf. Ian Stevenson 'un yabancı ülkelerde tesbit edip araştırdığı, ancak kitaplarına almadığı 24 vak'a daha var. Belki onları da bir gün yayınlarız.

****

Yukarıda İnternet'te uzun uzun anlatılmış olan "İpek kart - Besime Yayar" vak'ası üzerine bir yorum yapacağımızı söylemiştik. Bunun için önce Cevdet Rende ve Hande Karataş tarafından iyice araştırılan, televizyonlara yansıyan ve Sabah gazetesinde hikâyesi yayınlanan vak'ayı nakletmek istiyoruz. Aynen onların yazdığı şekilde:

- Vak'a:

İpek Kart - Besime Yayar ........ Demet Kızılkan - Besime Yayar
Yer: Hatay'ın Yukarı Döver köyü
Araştırma Târihi: 1998
Araştırmacılar: Cevdet Rende ve Hande Karataş
Gazeteciler: Cüneyt Şaşmaz, Râna Doğruer ve Halûk Soysal

Yukarıdöver köyünden Demet Kızılkan onsekiz yaşında... Genç, güzel, aklı başında bir kız... Bize öldükten sonra başka bir bedende nasıl doğduğunu anlatmıştı. Önceki hayâtında "Besime Yayar" adında, boğularak bir kenara atılan hâmile bir kadın olduğunu belirtti. Hatta "Hadi gelin, mezarıma gidelim" diyerek bizi kabrine bile götürmüştü. Gazeteci Cüneyt Şaşmaz'a eski bedenine âit mezarı gösterirken, konuşma biçiminde ve ses tonunda önemli bir değişiklik olmuş ve "mezarda geçen günlerini anlatırken" gazeteci Şaşmaz'ın üzerinde psişik bir etkilenme meydana gelmişti... Çocuğun eski yaşamındaki âilesi olduğunu iddia ettiği kişilere, ancak o ölmüş kişinin bildiği bâzı şeylerin saklandığı yerleri veya olayların içyüzünü anlattığı belirtiliyor.

Ancak bu hikâye böyle bitmiyor... Sıkı durun, Besime Yayar'ın bir yerde daha adı geçiyor... ATV televizyonundan Râna Doğruer ile birlikte Demet'i dinleyen "yeniden doğuş" araştırmacıları Cevdet Rende ve Hande Karataş, genç kızdan ayrıldıktan sonra,

- "Bu hikâyede bir şeyler var... Bizim elimizde 3 yaşından beri incelemeye aldığımız
şimdi 9 yaşında olan bir kız çocuğu var. Demet'in anlattığı aynı ölüm olayını
o da anlatıyor. İki kız birbirlerini hiç görmediler, ortak tanıdıkları da yok ama,
ikisi de aynı kadından söz ediyor. Bu imkânsız!.. Bir Ruh aynı zamanda 2 bedende yaşayamaz,"

diyorlar... Cevdet Bey ve Hande Hanım "yeniden doğanlar"la ilgili ciddi bir çalışma yapmışlar ve görüştükleri insanlar hakkındaki gözlemlerini bilgisayara kaydetmişler. Rânâ Doğruer de meraklanıyor, şimdi 9 yaşında olan İpek adlı kızın dosyasını görmek istiyor. Birlikte Cevdet Rende'nin evine geri dönüyorlar.

Gazeteci Râna küçük kızın dosyasını inceliyor... Hatay Döver köyünde, Besime adında bir hamile kadın; kocası tarafından damdan itilerek öldürülüyor. Kocası cezaevine konuluyor. Hatay'da İnci Kart - Sabri Kart çiftinin kızları İpek Kart, Besime olduğunu iddia ediyor. Bunları yeniden doğuş araştırmacıları Cevdet Rende ve Hande Karataş'a anlatıyor. Hikâye, 18 yaşındaki Demet'in anlattıkları gibiydi. Gazeteci Râna bu kızı da görüp konuşmaya karar veriyor.

Araştırmacılar da, gazeteci de haklı... Karşımızda aynı kişinin yeniden bedenlenmesi olduğunu iddia eden iki kız var... Nâdir de olsa, böyle vak'alara rastlanıyor. Daha çok meşhur kişiler için oluyor, John F. Kennedy, Barış Manço gibi... Hemen hiç birinde fazla detay olmadığı için araştırma ilerliyemiyor. Ama bu vak'a farklı... Burada önemli soru, "Besime Yayar'ın Ruh'u aynı zamanda iki bedene birden girmiş olabilir mi?.. " Veya "Ruh bölünerek, veya etkisini bölerek iki ayrı bedende tezânhür edebilir mi?"... Olay bu değilse, neden iki ayrı kız Besime Yayar olduğunu iddia ediyor?.. Neden aynı kadın için iki ayrı ölüm şekli dile getiriliyor?... Tesbite çalıştığımız bu!

Demet ile görüşen ATV televizyonundan Râna Doğruer ve Haluk Soysal, durumu Cevdet Rende ve Hande Karataş'a anlatınca, Rende ve Karataş olayı çözmeye karar verip, televizyoncularla birlikte İpek Kart'ın evine gidiyorlar. Fotoğraf makinelerini ve kamerayı gören baba, kızıyla görüşmeye izin veremeyeceğini söylüyor. Araya Cevdet Rende girince, baba son sözü eşine bırakıyor. Annesi, kızının "geçmişi hakkında konuşunca günlerce hasta yattığı ve eski hayâtını düşünerek hep ağladığı" gerekçesiyle, onu yormamak şartıyla görüşmeye izin veriyor...

9 yaşında, çok tatli bir kız olan İpek, çekingen gözlerle sürekli gelenleri inceliyor. Gazeteci Râna onu kucağına alıyor. İpek odadakilerin yüzüne tek tek bakarak kısık, ürkek bir bir sesle,"Ne olur, beni Döver köyüne götürmeyin. Orada kötü adam var, beni döver, çatıdan atar" diyor ve ağlamaya başlıyor... Oysa İpek gelenlerin kim olduğunu bilmemektedir. Hâmileyken öldürülen Besime"nin Döver köyünü de nereden çıkarıyor?.. Böyle konuşan İpek, yaprak gibi titriyor. Gazeteci hemen onu annesinin kucağına veriyor. Onu incitmemek için çok dikkatli davranmaları gerektiğini anlıyor.

İpek biraz sakinleşince, gazeteci,

- "İpek, kendini okulda düşün. Öğretmenin sana bir ders verse ve dese ki,
'Bana hayatınızı yazın.' Yazabilir misin?.. Hadi gel okulculuk oynayalım.
Al kalemi kâğıdı eline. Bakalım, neler yazacaksın?"

diyor ve ondan oyun şeklinde hayâtına âit birşeyler yazması isteniyor. İpek gazeteci Râna'nın kucağından inerek içerideki odadan kâğıt kalem getiriyor odadaki masaya oturup yazmaya başlıyor. Ziyâretçiler bir yandan ikram edilen çayı yudumlarken, bir yandan da göz ucuyla da onu süzüyorlar. İpek yazıyor, yazıyor... Odada fısıdaşmalar başlayınca gazeteci Râna parmağının ucuyla susmalarını işaret ediyor. Konuşmalar kesiliyor, sâdece kurşun kalemin ve kâğıdın hışırtısı kaplıyor odayı. Bir de 9 yaşındaki İpek'in yazdıklarına zaman zaman göz gezdirirken derin iç çekişi...

Nihâyet yazma bitiyor. İpek dönüp Râna'ya bakıyor... Dersini bitirmiş öğrenci edâsıyla dosya kâğıdını getirip ona uzatıyor. Râna mektubu bir solukta okuyor. Hayretten kalakalıyor!.. Araştırmacı Hande Hanım'a veriyorm mektubu. O da okuyor ve,

- "Râna Hanım, size söylemiştik,"

diyor... Evet söylemişlerdi... Bu küçüğün yazdığı mektubu okurken sizler de şaşıracaksınız. Çünkü ilkokul 3'üncü sınıfa giden bir öğrencinin yazdıkları, yetişkin bir insanın ifâdelerini andırıyordu!.. İşte İpek'in "hayâtını anlatan" ilginç mektubu:

- "Adım Besime'ydi"

- "Benim Adım İpek Kart. l989 yılında Antakya'da doğdum. Şu anda İlkokul 3'üncü
sınıf öğrencisiyim. Birlikte yaşadığım anne ve babamla mutlu bir hayâtım var.
Ama bundan önce de bir hayâtım vardı. Daha önceki yaşamımda Döver köyünde
yaşayan, yeni evli ve 8 aylık hâmile bir kadındım. Eşimle düğünümde takılan
altınlar yüzünden sürekli kavga ederdik. O benim altınlarımı bozdurup kamyon
almak istiyordu, ben ise ona güvenmiyordum. Bu yüzden beni dövüyordu.
Eşim Fikret, 2'nci kocam olduğu için onu âileme de şikâyet edemiyordum.
Çünkü 2 kere evlenmiş genç bir kadının hep kocalarından şikâyetçi olması kabullenilmezdi.
Hep sustum... Bir gün eşim benden yine altınlarımı istedi. Karşı çıkınca
vurmaya başladı. Evimizin çatısında duruyorduk. Hep vuruyordu, dengemi kaybettim,
ya da o itti. Burasını tam hatırlamıyorum ama aşağıya düştüm ve öldüm."

- "Şimdi adım İpek... O zaman Besime idim... Öldüm ama, geri döndüm.
Diyeceksiniz ki, bu nasıl oluyor? Ben de bilmiyorum... Tıpkı bir rüya gibi...
Bilmiyorum... bilmiyorum!"

Küçük kızı alıp, yıllar önce ölen Besime'nin köyüne götürmek istiyorlar. Demet ve Besime'nin annesiyle karşılaştırmak için... İpek'in annesi bu teklifi kabul etmiyor ve şöyle diyor:

- "Olmaz. Çünkü kızımız konuşmaya başlayıp bu olayları anlattığında, merak edip
onu o köye götürmek istedik. Daha köyün yoluna girer girmez kızım fenalaştı.
Korktuk, köyün girişinden döndük. Zâten daha sizi görür görmez, öldüğü köye
geri götüreceksiniz diye çok korktu, ağladı... Çocuğumu daha fazla hırpalayamam."

Gazeteci Râna bunun üzerine Demet ve Besime'nin yaşlı annesini buraya getirmek istediğini söylüyor. İpek'in annesi sonunda bu teklifi kabul ediyor. Demet'i ve yıllar önce öldürülen Besime Yayar'ın yaşlı annesi Fatma Teyze'yi uzun uğraşlardan sonra gelmeye ikna ediyorlar. Besime Yayar'ın yaşlı annesi Fatma teyze ikinci bir Besime'nin ortaya çıktığını söylenince,

- "Yapmayın, ne olur!.. Kızımın acısı hâlâ yüreğimde kor gibi duruyor.
Demet'i bağrıma bastım, ölen evlâdım, biliyorum, ama bir başka kız olmaz artık,"

diyorsa da Demet'le birlikte gitmeye ikna ediliyor.

Gazeteci Râna ve ekibi gerçekten büyük bir heyecan, âdetâ mâcerâ yaşamışlar. Öyle ya, olay sâhiden bir Reinkarnasyon vak'ası mıydı?.. İpek, öldürülen Besime'nin annesini ve Demet'i görünce nasıl davranacaktı?.. Eğer küçük kız, söylediği gibi ölen Besime ise, kendi annesini tanıması gerekirdi... Eğer o gerçekten Besime ise, Demet kimdi?.. İki kızın aynı Ruh'u taşıması ise araştırmacıların söylediğine göre imkânsızdı. Peki, bu kızlardan hangisi hâmile iken öldürülen Besime Yayar'ın Ruh'unu taşıyordu?.. Niye iki farklı ölüm olayı anlatılıyordu?.. Ben bile yazarken heyecanlandım.

Ekip 3 arabalık konvoy hâlinde ilerliyor. Fatma Teyze ve Demet ile İpekler'in evine yaklaşıyorlar. İpek'in evine kalabalık girmenin yeniden küçük kızı heyecanlandırıp, korkutabileceğini düşünüyorlar. Bu yüzden gazeteci Râna "eve önce araştırmacı grubun ve Döver köyü muhtarının gitmesini" teklif ediyor. Onlar küçük kızı bahçeye çıkartacaklar, o arkadaşları ile oynarken, diğerleri hep berâber misâfir gibi eve girecekler... Acaba İpek onları fark ettiğinde nasıl davranacak?.. Plân uygulanıyor... İpek'i heyecanlandırıp, korkutmamak için önce araştırmacı grup ve Döver köyü muhtarı küçük kızı bahçeye çıkartıyor. O arkadaşları ile oynarken, diğerleri hep berâber misâfir gibi geliyorlar. Tam bahçeye girerken İpek, öldürülen Besime'nin annesi Fatma Teyze'yi görüyor!

Yaşlı kadın bahçenin ortasında kımıldamadan gözlerini küçük kıza dikmiş dururken, 9 yaşındaki İpek ağır adımlarla geri geri kaçmaya başlıyor. Sendeliyor... Ellerini açıp etrâfındakilerden yardım istiyor sanki... Yüzü gerilmiş, çığlıklar atıyor... Delirmiş gibi... Bahçenin içinde oradan oraya koşuyor. Kızı tutmaya çalışanlar, zaptedemiyorlar. Birilerine sarılmak istiyor.., Çevresindeki kadınlardan birinin eteğine yapışıyor, bırakıp bir diğerine sarılıyor. Oradan oraya koşup garip sesler çıkartıyor... Şimdiki annesi kucağına alıyor. Ona su içiriyor. Anne üzüntüyle,

- "Size söylemiştim. O köyden birilerini görmek onu rahatsız etti,"

diyor. Herkes küçüğü öpüp, kokluyor, rahatlaması için ellerinden ne geliyorsa yapıyor... Gazeteci Râna, annesine sıkı sıkı sarılmış, hâlâ içini çeken küçük İpek'e çantasında bulduğu renkli kalemleri gülerek uzattıyor... Bu İpek'in çok hoşuna gidiyor. Gözleri yaşlı... ve hâlâ burnunu çekiyor... Râna onu kucağına alıyor, öpüyor, seviyor... Çenesinden tutup, yüzünü kaldırıyor. Kız nihâyet sâkinleşiyor, gülümsüyor... Ancak gözleri bir başka olmuş!.. Râna ürperiyor... Yaptığı haberlerdeki kişilerden etkilenmek âdeti değildir ama, bu insanların gözleri gerçekten çok tuhaftır ve elinde olmadan çok etkileniyor. İpek'in küçük gözlerinin arkasında başkasını hissediyor!.. "Besime" diye düşünüyor... Sanki bir korku filmi seyrediyor gibi... Ölmüş birinin ruhuyla karşı karşıya...

Hepsi küçüğü öpüp, koklamış, rahatlaması için elinden ne geliyorsa yapmış bulunuyor... 18 yaşındoaki Demet, 9 yaşındaki İpek'i kucağına alıyor ve

- "İpek, düşün tatlım. Bakalım hatırlayacak mısın?
Hani sen ölmüştün ve bir kadın çok ağlıyordu. Kimdi o?"

diye soruyor. Çocuk ağır ağır başını kaldırıyor ve parmağı ile Besime'nin annesi Fatma Teyze'yi işâret ederek "Oydu" diyor... Ardından da ağlamaklı, boğuk bir sesle,

- "Anne, neden mezarıma gelmedin?"

diye soruyor!.. Buz gibi bir hava esiyor... Yaşlı kadın ağlamaya başlıyor.

- "Geldim kızım, geldim evlâdım. Ağladım... Hâlâ her gün ağlıyorum, güzel bebeğim,
talihsiz, bebesi karnında ölen kızım benim!"

İpek kurulmuş robot gibi hızlı hızlı anlatıyor... Demet'in, "kocası ile tartıştıklarında avluda olduklarını, önce boğazını sıkıp bayılttığını" anlatmasından farklı olarak, İpek; "çatıda olduklarını, kocasının onu aşağıya ittiğini, ölümünün o şekilde olduğunu" söylüyor... Aradaki fark, Demet'in anlattıklarının bayılma olayında bitmesi, İpek’in anlattıklarında ise sonuna kadar devam etmesi...

Fatma Teyze'ye,

- "Teyze, sen kızının mezarlığına gittiğinde,
anne karnında doğmadan ölen 8 aylık bebek için de dua ettin mi?"

diye soruyorlar.

- "Yok be kızım, yok... Benim ağlamalarım hep tâlihsiz kızıma oldu.
Bebek hiç birimizin aklına gelmedi,"

cevâbını verince, olay çözümleniyor!..

Besime Yayar, Demet olarak; Besime'nin karnındaki 8 aylık cenin ise İpek olarak yeniden bedenlenmişler!..
Cenin doğup bir benlik oluşturamadığı ve adı olmadığı için, kendini "karnında olduğu Besime" olarak anlatıyor...
Besime'nin bayılmasından sonrasını Demet hatırlamazken, İpek'in (yani o zamanki cenin) ise bayılmadığı için hatırlaması da bu yüzden!..
Besime damdan düşerek ölüyor. Demet bunu hatırlıyor.
Ama cenin hâlindeki bebek ana karnındaki su torbası içinde öldüğü için, İpek "boğularak öldüğünü" anlatıyor!..

Gerçekten enteresan ve ikna edici bir vak'a... Belki de bu hususta ilk ve tek örnek! Araştırmacılar Cevdet Rende ve Hande Karataş ve gazeteciler Cüneyt Şaşmaz, Râna Doğruer ve Halûk Soysal'a şükran borçluyuz... Olay 8 HAZİRAN 1998 târihli Sabah gazetesinde yayınlanmış.

***

Yine İnternet'e düşmüş, medyatik olmuş, ancak enteresan bulduğumuz bir kaç vak'ayı da eklemek istiyoruz.

-- Reinkarnasyon üzerine bir televizyon programına katılan Ayşe adındaki bir kadın, canlı yayında "oğlunun daha önce yaşamış olan ve İspanyolca bilen bir gemi kaptanı olduğunu" söyledi. Ayşe Hanım sonra, "oğlunun 3 yaşından beri eski yaşamında bir kaptan olduğunu defâlarca dile getirdiğini, 1 yaşından beri de akıcı olarak konuştuğunu" belirtti. Öte yandan "bir raslantı sonucu oğlunun İspanya'da okumaya gittiğini ve orada anadili gibi İspanyolca konuştuğunu" anlatarak "bu durum üzerine hocasının kendisine bir mektup yolladığını" iddia etti.

Doğru mu, değil mi, araştırmak gerek.

--- 2007 yılında bir çocuk, Barış Manço sevenleri ve tüm Türkiye'yi televizyon ekranlarına kitlemişti. 11 yaşındaki bu çocuk, "Ben Barış Manço'yum" diyerek dikkatleri üzerine çekmiş, hatta Barış Manço'nun (1943-1999) tüm hayâtını bilerek (özel yaşamını bile) iyice olayı ilginç bir hale getirmişti. Yurtdışından gelen bu çocuğun, İstanbul'a ilk kez gelmesine rağmen, Barış Manço'nun evini hiç bir yardım alamadan bulduğu öne sürülmüştü. Daha sonra ne olduysa o çocuk ortadan kayboldu veya unutuldu.

Araştırıması gereken husus, çocuğun anne ve babasının Barış Manço hayrânı oldukları için mi çocuğa Barış adını koydukları!.. İkincisi, iddiayı kimin ortaya attığı ve şâhitlerin kim olduğunun tesbiti... Yoksa, öyle "Ben şuyum, buyum" diyenin sözünü kabul edemeyiz. Biz Kennedy olduğunu iddia eden çocuklarla bile karşılaştık.

--- ABD, Boston'da yaşayan Deniz Öztürk adındaki kadının 11 oğlu yaşındaki oğlu, "Özdemir Sabancı olduğunu" iddia ediyor. Özdemir Sabancı öldüğünde kadın çocuğa 3 aylık hâmile imiş... Çocuk 3 yaşında iken televizyonda Sâkıp Sabancı'yı görünce ağlamaya başlamış. Şimdi de "Sen benim annem değilsin. Ben çocuklarımı istiyorum," diyormuş. Özdemir'in özel telefon hattını arıyormuş. Kadın o numaradan Sâkıp Sabancı ile görüşmüş.

İddia bu... Yine kadın ve şâhitler dinlenmeli ve iyice araştırılmalı... Yoksa meşhur kişiler olduğunu öne sürenlerin sayısı artar, başımızı ağrıtır.

--- İnternet'te kendini Demsili diye tanıtan kadın şunları anlatıyor:

- "5,5 yaşında bir kızım var... 3 yaş civarıydı, bir-iki kez 'Anne, benim başka
annem babam vardı, biliyomusun?'
demeye başladı. 'Nasıl yâni, kızım?' dedim. 'Sizden önce başka annem ve babam vardı. İsimleri Ayşe ve Murat'tı,' dedi,
'Biz köyde yaşardık,' dedi. Önceleri pek ciddiye almadım. 'Çizgi filmlerden etkileniyor,
hayal kuruyor,' falan dedim. Şimdi 5 yaşında bu konuyu kendi açmıyor ama hâlâ
sorduğumuzda konu hiç değişmeden anlatabiliyor. Yaşadığı köyü, annesini babasını,
kendisini... 'Onların öldüğünü ve sonra bizim çocuğumuz olarak doğduğunu'
iddia ediyor inatla... Soruyorum karmaşık şekilde, fire verir mi, afallar mı, acaba hayâl mi
kuruyor, diye... Hiç tâviz vermeden aynı şeyi şaşırmadan anlatıyor, şaşırıp kalıyorum.
Kimileri Reinkarnasyon falan diyor ama, ben mantıken de, dinen de bu konuya inanmıyorum."

"Özellikle böyle bir şeyle karşılaşan birileri var mı aranızda? Sizce neden böyle davranıyor?
Anaokul öğretmeni kızımın hayâlgücünün çok fazla olduğuna ve bunu engellememem
gerektiğini söylüyor. Bunun iyi birşey olduğunu söylüyor. Sınıfta da bir kaç arkadaşına anlatmış."

Bunda şaşacak bir şey yok!.. En başta anlattığım komşumun kızı da öyle diyordu. Çocuklar geçmiş hayatlarını hatırlarlar da, ebeveynler, öğretmenler bunun üzerinde durmazlar...

Bu enteresan İnternet sohbetine başka katılanlar da olmuş. Bir öğretmen kendi tecrübesine rağmen Reinkarnasyon'a inanmıyor ve anlatılanları "çocukların hayâl dünyâsı"na bağlıyor:

--- "Çocukların hayâl dünyâsı bizim sandığımızdan çok çok daha derindir..
küçümsemeyin, yine de bunun farkinda olun. Gözlemleyin ama,
asla oturup ciddi ciddi sorguya çekmeyin.
Bununla ilgili yaşadığım birçok örnek verebilirim size.
1- Kendim küçükken başka yerlerde yaşadığımı söyler, dururdum..
(Aslında) Gâyet normal psikolojide biriyim.
2- Kızınız yaşında bir öğrencim dersin ortasında hıçkıra hıçkıra
'Annem öldü, babam öldürdü' diye ağlardı. (kadın sağ)
3- Ablam, kızınız yaşlarındayken öğretmenine 'annemin kendisini bıçakla kovaladığı'nı söylermiş.
'Annem gâyet normal bi kadın,' dememe gerek yok, sanırım. Ablam şimdi buna gülüyor.
4- Ablamın kızı okulda 'ablamın başka biriyle evli olduğunu
ve aslında onun öz baba ve annesinin başkaları olduğunu'
söylermiş :))"

"2" numaradaki "sağ olan kadın", kızın şimdiki annesi... Kızın bahsettiği, eski babasının öldürdüğü de eski annesi!.. Herhalde cinâyet geçmiş hayatta kızın gözleri önünde işlenmiş ki, kızcağız bir türlü unutamıyor!..

"3" numarada ablası 5 yaşlarındayken "geçmiş hayattaki annesinin kendisini bıçakla kovaladığını" anlatırmış da, herkes bu hayattaki annesi zannedermiş. Kız büyüyünce olayı unutmuş, onun için gülermiş.

"4" numaradaki kız, bizim komşu kızı gibi geçmiş ebeveynlerinden bahsediyor, ama ciddiye alınıp soruşturmaya girişilmiyor. Eğer Güney Anadolu'daki âileler gibi meraklı olunsa, olay sorgulansa, belki başka hususlar da ortaya çıkacak. Ama öyle olmuyor. Zâten bu öğretmen de "kurcalamayın" diyor, çoğu inanmayan gibi...

--- Bir başka reinkarnasyon vak'ası... Yine İnternet'ten:

- "Ben de küçükken 'Benim annem babam siz değilsiniz, yalan söylüyorsunuz.
Evlâtlığım ben!'
derdim. >'Benim annem babam öldü, sonra da siz aldınız,
biliyorum,'
derdim. Arkadaşlarıma anlatırdım. Onlar da 'Ben de senin gibi
düşünüyorum, annem babam hiç ilgilenmiyor benimle,' deyip ağlarlardı Annem oturur
anlatırdı, 'Böyle böyle' diye doktora sormuşlar, ' >hı hı< deyip geçiştirin' diye
(cevap almışlar). Annem de 'hı hı' deyince, ben de zamanla unuttum, küçüklük
fotoğraflarım yandığı için, bir de âileden kimseye benzemeyince, 'Kandırıyorsunuz,' diye
hâlâ bâzen dalga geçerim."

"Fakat gerçekten hayâlgücüm çok geniş. Bu yüzden Sözel zekâm yüksek :)
Öğretmenime sorduğumda, 'Benim kızım da böyle bebekleriyle konuşuyor.
Ben de ona katılıyorum, seviniyor,'
demişti :)
Benim annem de babam da çalışıyordu. Nenemle de oynayamazdım. Sürekli düşünürdüm,
Belki siz de kızınızla ilgilenmiyorsanız, olabilir :)
Arkadaşlarımın annesi ilgilendiği hâlde düşünüyordu böyle."

Bu kişi kendi hâtıraları ile arkadaşlarının anlattıklarını karıştırmış... Zirâ kendi tecrübesine rağmen, Reinkarnasyon'a inanmıyor. Arkadaşları da bîhaber... Onlara anlatınca, arkadaşları "annesinin ilgisizliğinden bahsediyor" zannetmişler, kendileri de benzer şikâyetlerde bulunmuşlar...
Sözel zekâsı yüksek bu kişi, Demsili rumuzlu kadına "kızınla ilgilen" diye nasihat te ediyor!..

--- Şimdi nakledeceğimiz çok enteresan... Yine İnternet'ten:

- - Çocukluğumdan beri rüyâmda hep toplama kampı tarzı yerlerde olduğumu görüyorum.
Yine küçük yaştan beri kendi kendime en çok oynadığım oyun hiç ses çıkarmadan,
minimum hareketle fark edilmemeye çalışarak beklemekti...
Soykırımlarla ilgili görüntülere, filmlere aşırı duyarlıyım.
Çok sulugöz olmamama karşın bu tarz filmlerde ağlama krizine giriyorum genelde.
Ben inanıyor olabilirim yâni...
Neden çocukluğumda yatıp, gözümü kapadığımda,
açık alanda yüzlerce kişi bir arada uyumaya çalıştığımızı göreyim hep?
Dayanaklar yok... Ya da ben göremedim hiç.
Sonra editleyip uzun uzun yazarım belki... Uyucam şimdi. Düşünmeye başladığım
ilk günden beri kendimi Dünyâ'ya inanilmaz derecede borçlu hissediyorum.
Hayâtım bunun etrâfında şekilleniyor; çalışmalarım, hedeflerim...
Ve eğer gelecekten geçmişe Reenkarnasyon diye bir teori de varsa,
beni etkileyebilecek felâket niteliğindeki şeylerin neredeyse hepsini
ya rüyâmda, ya da hayâl ederken gördüm.
Bunu fark ettiğimden beri gördüğüm şeylerden uzaklaştırıyorum sevdiğim insanları.
Birkac kez ise yaradı.
Ha, ben inanmam ama bu olaylara...
Dönüp baktığım zaman 'tahmindi, bilincaltımın yaptığı hesaplardı,' falan
bir açıklama uydurmaya çalışıyorum. :)
"

Hem derinlemesine geçmiş hayâtının tesirlerini yaşıyor, hem de inanmıyor... Daha doğrusu inanmamak için dayanak, bahâne arıyor... Bir açıklama uydurmaya çalışıyor. Bu kişi belli ki, geçmiş hayâtında bir Nazi Toplama Kampı'nda bulunmuş, belki Yahudi, belki Çingene, belki de muhâlif bir Alman entellektüel...

Şimdilik yeter... Yorumlarınızı, sorularınızı, açıklamalarınızı, eğer varsa, sizin bildiğiniz "tekrar bedenlenme" vak'alarını bize yazabilirsiniz.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - REİNKARNASYON - 2
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR