BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR -15

Daha önce belirttik, bir kere daha tekrarlıyalım: Medyumlar ve Ruhlar, Âhıret Âlemi'ni kendi durumlarına, seviyelerine göre algılarlar. Bunun için her birinin yaptığı târif, tasvir, tanımlama farklıdır. Hiçbirini tek başına alıp "Âhıret Âlemi böyledir" diyemezsiniz. Siz Âhıret'e intikal edince de, içinde olacağınız Ortam hepsinden farklı olacaktır... Bu bir!..

İkincisi, Spiritizma'da, yâni RUHLAR'la kurulan İrtibat'ta öyle "plan, merkez" falan olmaz!.. Doğrudan Dünyâ'da yaşamış bir Varlık'la görüşürsünüz. Veya Cin Taifesi'nden biri gelir, sizi aldatır!... Dünyevî olan o Varlığın bir Mertebe'si, Kat'ı, Seviye'si vardır ama, Bedri Ruhselman'dan kaynaklanan "Üstün Plânlar"dan, "Yüce Merkezler"den Tebliğ almak gibi bir durumu yoktur. Belki Bedri Bey almıştır ama, bu ona mahsustur. Ondan sonra gelenler hep aldatılmıştır. Hele bir UZAY GEMİSİ'nden, UZAYLILAR'dan Tebliğ falan alınmaz!.. Çünkü UZAYLI bir VARLIK var ise, bir UZAY GEMİSİ'nde bulunuyorsa, o BEDENLİ'dir. Spiritizma'da, yâni RUH ÇAĞIRMA'da biz BEDENSİZ VARLIKLAR ile görüşürüz

Aşağıda nakledeceğimiz böyle Bedensiz Dünyevî bir Varlık'la yapılmış olan Celse'nin baş tarafına âit teyp kayıtları maalesef yanlışlıkla silinmiştir. Halbuki Celse'de MAZHAR OSMAN ile görüşülmüştü. KAYSERİLİ NÂZIM BEY'in ilk söyledikleri de gitmiştir.

Varlık : Kayserili Nâzım Bey
Tarih : 6.6.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Varlık- Kayseri mıntıkasında teşkilât kurdum. Konya havâlisinde Refet ve Fahrettin Bey'le teşrik-i mesâi ettim. I. İnönü Savaşları'ndan bir buçuk ay evvel
Ankara'ya gelmem hususunda emir aldım. Bozhöyük'ün yakınında alay değil, tabur değil, bir bölük hâlindeki fırkamın başında şehit oldum.
İdâreci- Erkân-ı Harbiye Reisiniz Şerâfettin Bey miydi, o zaman?
V- ALİ ŞEREF'ti. (1)
İ- Efendim, "Afyon'da Çukurhan Muharebesi'nde şehit olmadınız mı?" diye soruyorlar. (2)
V- Tevessül ediyor belki. O târihin nâdir şerefini taşıyan meydan muhârebesinde "Yerine çekil!" emri almıştım. Vücuttan mahrumdum.
İ- Bu Çukurhan Muhârebesi'nde en büyük fedâkârlığı yaparak şehit olduğunuz söyleniyor.
V- Ben Rinc-i İkmâl Muhârebesi'nde şehit oldum. Sakarya'nın güneyinde, Çukurhan'da vücuttan mahrumdum. (3)
İ- Siz I. İnönü Muhârebesi'nde Atatürk'ün Ankara'dan gönderdiği Nâzım Bey değil misiniz, efendim?
V- Ben KAYSERİLİ NÂZIM'ım...(4) Bir de MANASTIRLI (NÂZIM) vardır. (5)
İ- Çukurhan'da o mu şehit oldu?
V- Sâdece kendimden sorun.
İ- Muzaffer Bey soruyor: Miralay Atâ Bey'le aynı Kat'talar mıdır? Acaba kendileriyle görüşebilir miyiz? Benim arkadaşımın babasıdır.
V- Tevessül ediyor. Ben "şehit oldum," dedim, "MENZİL-İ ŞÜHEDÂ'dayım," demedim. (9)
İ- Efendim, I. İnönü'de fırkanızın numarası kaçtı? (10)
V- 28...
İ- Efendim, siz de şehit olduğunuza göre, Menzil-i Şühedâ'da bulunmamanızın sebebi nedir? İzah edebilir misiniz?
V- Siz neden babanızın oğlu olarak Dünyâ'ya geldiniz de, amcanızın oğlu olmadınız?
İ- Güzel!.. Efendim, I. İnönü'ye fırkanızla nereden geldiniz?
V- Başlangıçta Ankara'dan gönderildim... Söylemiştim. Gökçeoğlu Köyü merkezinden.
İ- I. İnönü tahkimâtını kim yürüttü?
V- Genç bir mülâzım.
İ- Efendim, bizim bâzı tecrübelerimiz olacak. Bunlarda bize yardım eder misiniz? Müsaade eder misiniz?
V- Benim müsaade etmemeğe selâhiyetim olsaydı, kafanızdan geçemezdi.
İ- Baştan anlaşılamadı, nerede medfunsunuz? Bir daha lûtfeder misiniz?
V- Arka kısımda 12 mezardan birisi.
İ- "Şehit olduktan sonra nâşını buraya mı getirdiler?" diyorlar.
V- Derhal değil.
İ- Getiren kimlerdir, efendim? Hükûmet mi, yoksa âileniz mi? (7)
V- EBEDÎ KUMANDAN'ımın emriyle!
İ- Ankara'dan sevkedildiğiniz zamanki rütbeniz neydi?
V- Kaymakam.
İ- Bugün için Türk Gençliği'ne bir mesajınız var mı? İstekleriniz var mı?
V- Nasıl ki ÖNDER "Bu," demiş, "millete yeni bir İstiklâl Marşı nasip etmesin!"

BEŞ ASIR SONRA DA SÖYLENECEKLERİN HEPSİNİ EBEDÎ BAŞBUĞ SÖYLEMİŞTİR!.. UMMANLA IRMAK YARIŞA ÇIKABİLİR Mİ?..

i- Hâlihazırda hayatta akrabalarınız, veyahut çocuklarınız var mı, efendim?
V- Kızkardeşim üç-beş sene önce 21 Nisan'da öldü. Ölümümle arasında üç buçuk saatlik bir zaman farkı vardı.
İ- İkiz miydiniz, efendim?
V-Hayır. Ben de 21 Nisan saat 4'te öldüm. (6)
İ- Muhterem üstâdım, acaba orada Ulu Önder Atatürk'le görüşebiliyor musunuz? Hiç görüştünüz mü?
V- Karşılama Günü'nden sonra görmedim.
İ- Kendisiyle konuştunuz mu, Karşılama Günü'nde?
V- Biz çok geride kaldık. Ön saf çok doluydu.
İ- Muhterem üstâdım, sizin şehit olma târihini bir daha lûtfeder misiniz?
V- 21 Nisan 336, Cumartesi günü... ezânî saat 4:10...
İ- Efendim, bu Karşılama Günü'nde ön safta kimler vardı?
V- Şimdi türbesi Budapeşte'de olan GÜL BABA. (8)
İ- Bu Gül Baba hakkında bize biraz mâlûmat verir misiniz? Tarikat sâhibi midir?
V- Üzüldüm!... TÜRK çocuğu olarak târih bilginiz noksan!.. GÜL BABA, Nakşıbendî'dir. 83 yaşında KANUNÎ'nin Zigetvar Seferi'nde şehit oldu. (8)
İ- Türkiye'de hakiki demokrasi ne zaman teessüs edecektir?

V- MA'ŞERÎ MİDE DEMOKRASİ YEMEĞİNİ HAZME ALIŞINCA!..

İ- Efendim, şehit olduğunuz an hangi kuvvetlerle çarpışıyordunuz?
V- Belli bir kuvvet değil.
İ- Sizi tâkip eden kuvvet, hangi milletin kuvveti idi?
V- 116 numaralı Efsun fırkasıydı. Yan cephemize gelmişti.
İ- Efendim, hangi sınıftandınız?
V- Erkân-ı Harb Topçu... (6) ......

Yine maalesef celsenin bundan sonraki kısmına bant yetmemiş, kaydedilememiştir.

Daha önceki yazılarımızda eleştirdik, ama hep takdir ederiz, bu Celseler'in merhum İdârecisi bu sefer işi sıkı tutmuş. Herhalde Hâzirûn'da bir Nâzım Bey tanıyan biri vardı ki, ve onun kafasındaki bilgiler bu verilenlere uymadığı içindir ki, mevzu ile alâkalı pek çok sual sorulmuş. Çok iyi olmuş!.. Bir Celse böyle idâre edilmeli!..Her açık yoklanmalı!.. Her şüphe zihinlerden silinmeli!..

Böyle lâfı uzatıyoruz, maksadımız acaba "Celse İncelemesi"nden kaçabilir miyiz olmasın?... Şaka, şaka... Kaçmak yok!... Ama gerçekten incelenecek çok şey var.
Ya bir de Celse'nin baş ve son tarafları olsaydı, sabaha kadar çalışsak, bitiremezdik!

(4) Bu Celse'deki muammaları çözebilmek için baştan, yâni KAYSERİLİ NÂZIM BEY ile işe girişmek gerekecek... Mehmet Nâzım 1886'da Kayseri'de doğmuş. Yalnız İnternet'te ölümü 15 Temmuz 1921 olarak veriliyor, 21 Nisan değil... Afyon'da şehit olmuş.

Kayserili Nâzım Bey, 1886'de Cemal Bey'in oğlu olarak dünyaya geldi. Beşiktaş Askerî Rüştiyesi ve Çengelköy Askerî İdâdisi'ni bitirdi. 1907'de Harbiye'den teğmen rütbesiyle piyâde sınıfı üçüncüsü olarak mezun oldu (1323-P.3). 1910'de Mekteb-i Erkân-ı Harbiye'den Kurmay Yüzbaşı rütbesinde mezun oldu. 1915 yılında
6. Kolordu Kurmay Heyeti'nde yer aldı. Aynı yıl 16. Fırka Kurmay Başkanlığı'na ve ardından 19. Fırka Kurmay Başkanlığı'na atandı. 1917'de Romanya'da Alman
Mareşal August von Mackensen'in karargâhında görevi aldı.

1917-1918 yılları arası Osmanlı Rumeli Müfrezesi (takviyeli 177. Alay) Komutanlığı'na getirildi. 1919 yılında İngilizler'in kendisini tutuklayacağını öğrenince, Kuva-yı Milliye'ye katılmak üzere İstanbul'dan ayrılarak Anadolu'ya geçti.

1919-1920 yılları arasında 7. Süvari Alayı, Mürettep Fırkası'na komuta etti. Birinci İnönü Muharebesi'nde 4. Piyâde Fırkası'na komuta ederek Yunanlar ile savaştı ve başarılarından ötürü Yarbay rütbesine terfi ettirildi. İkinci İnönü Muharebesi'ne katıldı.

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sırasında Yumruçal sırtlarında ateş hattına ilerlerken, yakınlara kadar sokulmuş bir Yunan ağır makineli tüfek müfrezesinin açtığı ateş sonucu ağır yaralandı. 15 Temmuz 1921 günü hayâtını kaybetti.

Nâşı, Ankara'ya getirilerek Ankara Şehitliği'nde toprağa verildi. Ölümünden bir gün sonra TBMM tarafından Miralay (albay) rütbesine terfi ettirilerek "Şehit Miralay Nâzım Bey" adıyla anıldı.

Mecidi Nişanı, Kılıçlı Mecidi Nişanı, Alman Demir Haç Nişanı (1. ve 2. rütbeden), Avusturya-Macaristan Liyâkat ve Demir Taş Nişanı ve Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası sâhibiydi.

(6) "21 Nisan 336, Cumartesi günü... ezânî saat 4:10... " demiş. 1336 yılı Milâdî 1921'dir, doğru ama, ayı ve günü tutmadı... Erkân-ı Harb Topçu..." demiş, sınıfı piyâde; topçu değil, o da tutmadı.

Daha önce söylemiştik, böyle hatâlar olabilir, diye... Muhtemel sebeplerini de sıralamıştık. Bu tarz hatâlar bir aldatmaya işâret etmez. Çünkü oyalama, Medyum'a zarar verme, ortalığı karıştırma, korkutma gibi bir amacı yok Varlığın. Biz böyle yanlışların daha çok bizi araştırmaya sevketmek için verildiğini düşünürüz.

(1) ERKÂN-I HARB SUBAYI ALİ ŞEREF diye biri var mı acaba?... Celse İdârecisi "Erkân-ı Harbiye Reisi" diyor ki, bu "GenelKurmay Başkanı" demektir, o târihte Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey'di... Sonradan Fevzi Paşa oldu. Kastedilen "kurmay subay" dır... Aradık, taradık, bulamadık.

(3) RİNC-İ İKMÂL MUHÂREBESİ diye birşey bulamadık, maalesef. Varsa bile İnternet'e yansımamış. Medyum'dan kaynaklanan "yanlış nakil" de olabilir.

(5) MANASTIRLI NÂZIM BEY diye biri de yok... Manastırlı Hamdi var, Manastırlı Hilmi Bey var. Manastırlı Nâzım yok. Varsa bile İnternet'e yansımamış.

Elimiz değmişken şu askerî birlikleri bir doğru-dürüst sıralıyalım. Ben bile şaşırıyorum zaman zaman.

TİM - Ekip anlamında, genelde 4 kişiden oluşur. Başında Çavuş ve Onbaşı vardır.
MANGA - 8-12 kişi.. genelde 10 kişiden oluşur, Başında Çavuş, sonunda Onbaşı vardır.
TAKIM - 25-55 kişi... genelde 4 mangadan, 40 kişiden oluşur. Başında Astsubay, veya Asteğmen, veya Teğmen veya Üsteğmen vardır.
BÖLÜK - 80-225 kişi... genelde 4 takımdan, 160 kişiden oluşur. Başında Üsteğmen, veya Yüzbaşı veya Binbaşı vardır.
TABUR - 300 ilâ 1.300 kişi... genelde 8 bölükten , 960 kişiden oluşur. Başında Binbaşı veya Yarbay vardır.
ALAY - 1.300 ilâ 3.000 kişi... genelde 2 taburdan, 2.500 kişiden oluşur. Başında Yarbay veya Albay vardır.
TUGAY - 3.000 ilâ 6.000 kişi... genelde 2 alaydan, 5.000 kişiden oluşur. Başında Tuğgeneral veya Tuğamiral vardır.
TÜMEN - 10.000 ilâ 15.000 kişi... genelde 2 tugaydan, 10.000 kişiden oluşur. Başında Tümgeneral veya Tümamiral vardır.
KOLORDU - 20.000 ilâ 45.000 kişi... genelde 2 tümenden, 20.000 kişiden oluşur. Başında Korgeneral veya Koramiral vardır.
ORDU - 80.000 ilâ 200.000 kişi... genelde 2 kolordudan, 100.000 kişiden oluşur. Başında Orgeneral veya Oramiral vardır.
ORDULAR GRUBU - 400.000 ilâ 1.000.000 kişi... genelde 2 ordudan, 500.000 kişiden oluşur. Başında Genelkurmay Başkanı Orgeneral vardır.

Rütbeleri de sıralı verelim, yukarda var zâten. Er, Onbaşı, Çavuş, Astsubay Başçavuş, Asteğmen, Teğmen, Üsteğmen, Yüzbaşı, Binbaşı, Yarbay, Albay, Tuğgeneral, Tümgeneral, Korgeneral, Orgeneral.

Bir de Osmanlı dönemi rütbelerini verelim: Nefer, Onbaşı, Çavuş, Mülâzım-ı Evvel (Teğmen), Mülâzım-ı Sâni (Üsteğmen), Yüzbaşı, Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı), Binbaşı, Kaymakam (Yarbay), Mülâzım (Albay), Mirlivâ (Tuğgeneral-Tümgeneral arası), Ferik (Tümgeneral-Korgeneral arası), Birinci Ferik (Orgeneral), Müşir (Mareşal) ... Mirlivâ'dan itibâren subaylara Paşa denirdi.

Politikacı ve askerlerin şu "Paşa" kelimesine alerjilerini anlamıyorum. Öyle hitap edilmesinden hoşlanırlar da, rütbe olarak kullanmazlar. Câhiller, Arapça sanırlar!.. Halbuki PAŞA kelimesi öz-be-öz Türkçe'dir. Aslı BAŞA'dır, "büyük kardeş, ağabey, baş-olan" demektir. Orhan Gazi'nin en büyük oğlu kimdi, hatırlamıyor musunuz?... Rumeli'ye ilk geçen SÜLEYMAN PAŞA !... O bir askerî rütbe değildi o zaman, ağabeyliğini göstermek için kullanılmıştı.

TEVESSÜL; "vesile etmek, girişmek, kalkışmak" demektir... Varlık, "Benim İstiklâl savaşı'na katılmış olmamı vesile edip arkadaşının babasını ögrenmeye kalkışıyor" demek istemiş.

(7) Kayserili Nâzım Bey'in nâşı Ankara'ya getirtilmiş. Ama kim getirtmiş, belli değil! Şehit olmasından sonra TBMM'den "albaylığa yükseltme" kararı çıkarıldığına göre, Ebedî Kumandanı Mustafa Kemâl'in emriyle olma ihtimâli çok yüksek!.

(8) Varlık, GÜL BABA konusunda da bir hatâ yapmıştır. GÜL BABA, Nakşıbendî'dir. demiş. GÜL BABA Nakşıbendî değil; Bektâşî'dir. Osmanlı Pâdişâhı Kanunî Sultan Süleyman'ı etkileyen ve Avrupa seferlerine katılan önemli bir Bektâşî Babası'dır. Hayâtı, Evliya Çelebi tarafından yazılı kaynaklara geçirilmiştir. Gül Baba'nın Budapeşte’de türbesi ve heykeli bulunur. Başından gülü, elinden ise tahta kılıcı eksik olmazmış. Savaşlarda başının üstünde bir gül taşıdığı için Gül Baba diye anıldığı rivâyeti nesilden nesile iletilmiştir.

1481'de II. Bayezid döneminde Galata'nın üstleri, Perşembe Pazarı'nın Voyvoda Konağı'nın yukarılarına düşen bölge, sık ağaçlarla kaplı ve avlanmaya müsait bir bölgedir. Sultan II. Bayezid mevsim kış olmasına rağmen bu bölgede avlanırken, bir av dönüşünde, günlerini, yetiştirdiği gül fidanları arasında ibâdetle geçiren Gül Baba' ya rastlar. Gül Baba'nın kendisine sarı ve kırmızı güller sunmasından memnun olan Sultan, kendisinden dileğini sorar. Adını yetiştirdiği güllerden alan Gül Baba, bahçesinin ilerisindeki tepeyi göstererek, "Bu tepeye, mekteb-i irfan tesis ile, orada okuyup yazanları hizmet-i hümâyununda istihdam eyle! Vakti gelince devletine lâzım olur," der. Sonuçta devlete görevli yetiştirmek amacını güden Galata Sarayı kurulmuş olur.

Ordu sefere çıktığında, Osmanlı Yeniçeriler döneminde, askerlerin Ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları de sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Dervişler, saz ozanları gerektiğinde silâhlanıp savaşa da katılıyorlardı. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. Hacı Bektaş Veli, Yeniçeriler için Pîr olarak kabul ediliyor ve dolayısıyla Yeniçeriler Bektâşî dervişlerine derin şekilde saygı gösteriyorlardı.

Gül Baba bu şekilde sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanunî’nin dâveti üzerine Budin seferine katılır. Böylece 1531 yılında Budin'e gelmiş ve 10 yıl burada yaşamış, 1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. Bu on yılda çok adam yetiştirmiiştir. 2 Eylül 1541 tarihinde 200 bin kişinin cenaze namazına katıldığı bilgileri, Evliya Çelebi'den, sözlü gelenekden yazılı kaynaklara aktarılmıştır. Varlık "83 yaşında KANUNÎ'nin Zigetvar Seferi'nde şehit oldu" demiş... Zigetvar Seferi 1566 yılındadır. O seferde vefat eden Kanunî Sultan Süleyman'dır, Gül Baba o târihten 25 yıl önce eceliyle vefat etmiştir. 80'li yaşlarda olması kesindir, 90'lı yaşlar bile olabilir.

Gül Baba Budapeşte'de bir yüksek tepeye gömülmüş ve tepeye "Gültepe" adı verilmiştir (Macarca. Rózsadomb). Türbesinin yanına yaptırılan Gül Baba Bektâşî Tekkesi, 1686 yılında yıkılmıştır. Yalnız Türkler tarafından değil, aynı zamanda Macarlar tarafindanda çok sevilen ve hâlen Macaristan'da Gül Baba adiyla yaşatılan efsânevî bir kişiliktir. Aynı isimle 1940 yapımı bir Macar filmi de mevcuttur.

Bir diğer kaynağa göre, Gül Baba'nın iki mezarı daha vardır. Bunlar mezar değil, "makam"dır. Bir tanesi, Galatasaray Lisesi'nin arka bahçesindedir... Diğer makamı Boğazkesen'den Tophâne'ye inen yolun sağında bulunan Gül Baba sokağındaki câminin avlusundadır. I. Makam'ı Abdülhamit zamanında onarılmış ve başına kitâbeli bir taş dikilmiştir.

Vikipedi'nin GÜLBABA sayfasında verdiği bilgiler genelde doğru ise de, çizdiği şema yanlıştır. GÜL BABA, Peygamber torunu AHMED YESEVÎ hazretleri'nden HACI BEKTÂŞ-I VELİ HAZRETLERİ'ne ondan BALIM SULTAN'a ulaşan silsileye bağlıdır.

(9) Varlık, "Şehit oldum, dedim. Menzil-i Şühedâ'dayım, demedim," diyor... Bize de garip gelen bu duruma, sâdece bu Medyum ile yapılan Celseler'de değil; başka Celseler'de de rastladık. Acaba bütün şehitler bir arada, rivâyet edildiği gibi Peygamber Menzili'nin hemen altında değil mi?.. Bilemiyoruz.

(10) Varlık, 10-11 Ocak 1921'de cereyan eden I. İnönü Muhârebesi'nde çarpışan fırka numarasını 28 olarak vermiş, halbuki kayıltarda 4. Piyâde Fırkası olarak görünüyor.

II. İnönü muharebeleri ise, 24 Mart-1 Nisan 1921 tarihleri arasında cereyan etmiştir.
Eskişehir-Kütahya Muharebeleri olarak bilinen çarpışmalar ise, Yunanlar'ın 8 Temmuz'da ilerlemeye başlaması, 14-18 Temmuz arasında Kütahya-Nasuhçal mevzilerinde çok şiddetli çarpışmalar olması, ardından 20-25 Temmuz 1921'de İsmet Paşa'nın korkunç Alataş hezimetinin gelmesi şeklindedir. Nâzım Bey işte bu çarpışmalar esnâsında 15 Temmuz'da şehit olmuştur. Bir gün sonra Meclis tarafından albaylığa terfi ettirildiği için, târihte "Miralay Nâzım Bey" diye geçer.

Varlık ölüm târihini yanlış vermiş, belki de çok sevdiği kız kardeşinin ölüm târihi ile karıştırmıştır.

(2) Çukurhan Muharebesi, İsmail Habip Sevük Bey'in çok yerinde bir teşhisi ile "13 Eylül 1683 günü Viyana'da başlayan çekilme, 238 sene sonra Sakarya'da durdurulmuştur" dediği, Sakarya Meydan Muharebesi'nin bir parçasıdır.

Alataş mağlûbu beceriksiz asker İsmet bu savaşta görevden alınıp, yerine Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı olarak getirilmişti. Yunanlar 2 Eylül 1921'de taarruza geçti. Ankara'nın 50 kilometre yakınına kadar ilerledi. Türk ordusu 10 Eylül'de buna karşılık verdi. 22 gün 22 gece süren savaşlar sonunda Bolvadin ve Çay dahi kurtarıldı. Yunan ordusu geri çekildi... Varlık 100 kilometre uzunluğundaki cephenin "Sakarya'nın güneyinde Çukurhan köyündeki çarpışmalara katılmasının mümkün olmadığını, o târihte vücuttan mahrum olduğunu" belirtmiş ki, doğrudur.

Varlık bir yerde ÖNDER "Bu," demiş, "millete yeni bir İstiklâl Marşı nasip etmesin!" diyor... ÖNDER'den kasıt MUSTAFA KEMÂL PAŞA olsa gerek. Ancak bu sözü eden o değil; MEHMET ÂKİF ERSOY !.. İstiklâl Marşı'mız bâzı zibidilerce ağır bulunup kendisinden yenisi istenince verdiği cevaptır.

Varlığın "BEŞ ASIR SONRA DA SÖYLENECEKLERİN HEPSİNİ EBEDÎ BAŞBUĞ SÖYLEMİŞTİR!.. " ifâdesindeki EBEDÎ BAŞBUĞ, Türkeş falan değil; MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK'tür!.. ATATÜRK, TEK ve EBEDÎ BAŞBUĞ'dur... Ondan başka Başbuğ yoktur!.. ATATÜRK EN BÜYÜK ÜLKÜCÜDÜR. Türkeş'in onun onda biri kadar bile Ülkücü olması mümkün değildir!.. Neden mi?.. Onun ifâdeleri verelim de, TÜRKÇÜLÜK, ÜLKÜCÜLÜK nasıl olurmuş, görün:

- TÜRKÇÜLÜK bir bayrak gibidir...
Bu bayrağı VATAN'ın her köşesinde durmadan dalgalandırmak,
her TÜRK'ün İLK ve MİLLÎ VAZİFE'sidir!..

- Milletim TÜRK, vatanım TÜRKİYE, ülküm TÜRKLÜK'tür!..

- Benim yaradılışımda FEVKALÂDE olan bir şey varsa, TÜRK olarak Dünyâ'ya gelmemdir!...

- Benim hayatta YEGÂNE fahrim, servetim TÜRKLÜK'ten başka bir şey değildir!..

- Ben her şeyden önce bir TÜRK MİLLİYETÇİSİ'yim.
Böyle doğdum. Böyle öleceğim!
TÜRK BİRLİĞİ'nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır.
Ben görmesem bile, gözlerimi Dünyâ'ya onun rüyâları içinde kapayacağım.
TÜRK BİRLİĞİ'ne inanıyorum, onu görüyorum.
Yarının târihi, yeni fasıllarını TÜRK BİRLİĞİ'yle açacaktır.
Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır.
TÜRK'ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak,
Güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek!"

- Bu Dünyâ'dan göçerek TÜRK MİLLETİ'ne vedâ edeceklerin çocuklarına,
kendisinden sonra yaşayacaklara son sözü şu olmalıdır:

- "Benim TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK CEMİYETİ'ne,
TÜRKLÜĞÜN İSTİKBALİ'ne âit ödevlerim bitmemiştir!..
Siz onları tamamlayacaksınız!.."

Siz de sizden sonrakilere, benim sözümü tekrar ediniz!..

- Bu sözler bir ferdin değil, bir TÜRK MİLLETİ duygusunun ifadesidir... Bunu her TÜRK
bir PAROLA gibi, kendinden sonrakilere mütemâdiyen tekrar etmekle son nefesini verecektir...
Her TÜRK ferdinin son nefesi, TÜRK MİLLETİ'NİN NEFESİNİN SÖNMİYECEĞİNİ,
ONUN EBEDÎ OLDUĞUNU göstermelidir!..

- YÜKSEL TÜRK!.. SENİN İÇİN YÜKSEKLİĞİN HUDUDU YOKTUR!.. İşte PAROLA budur!..
Bu ÜLKÜ'müzü açıkça ifâde etmeliyiz!.. Onu İMÂN'la duymalı ve onu hiç yılmadan tâkip etmeliyiz.

- Asla şüphem yoktur ki, TÜRKLÜĞÜN unutulmuş BÜYÜK MEDENÎ VASFI ve MEDENI KAABİLİYETİ,
âtinin yükselen medeniyet ufkunda bir GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR!..
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medenî beşeriyetten dileğim şudur:
BENİ HATIRLAYINIZ!..

- NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!..

ATATÜRK'ün söylediklerinin geçmişte de, şimdi de, hakikatin ta kendisi olduğunu, gelecekte de olacağını Tayyip Erdoğan ve partisi AKP dahi farketti... Biraz geç oldu ama, uyandılar!.. "Ben Gürcüyüm, eşim Arap" diyen Erdoğan, "Peki, oğlun Bilâl ne?" sorusuna cevap veremiyordu. Sonunda bir gün "Ben TÜRK'üm" diyerek doğruyu buldu. "NE MUTLU 'TÜRK'ÜM' DİYENE!" vecizesinin sırrına erdi.

Cebinde TÜRKİYE CUMHURİYETİ nüfus kâğıdı, pasaportu taşıyan herkes TÜRK'tür. Bizim kimliğimiz .budur. Yurtiçinde BİRLEŞTİRİCİ, tüm ayırımları kaldıran; yurtdışında bizi TANITAN kimlik budur!.. Öyle ki, yurtdışında, gümrükte form dolduran bir HDP Milletvekili milliyet soran hâneye "Kürt" yazmaya kalkınca, memur ona pasaportunu gösterip, "Hayır! Siz TÜRK'sünüz," demiştir!.. Bunu o HDP'linin ağzından kendi kanallarında dinledim... Kendi başına kalınca erkek-kadın, genç-ihtiyar, zengin-fakir, okumuş-câhil, Konyalı-Bitlisli, işçi-komprador, Kürt-Ermeni, Müslüman-Ateist, istediğin özelliğini seçer, ona göre yaşarsın. Ama Millet'in bir ferdi olmak için, Millet'le kaynaşmak için, kendini ayırmamak için (biz zâten ayırmayız, sen ayırmadıkça) TÜRk olduğunu unutmaman gerekir!..

Ülkücüler de artık Gerçek Ülkücü'nün kim olduğunu öğrenip, onun eserlerini (Kaynak Yayınları 30 Cilt) okumalıdırlar!

Efendim, 30.6.1989 târihli Celsemiz'de bir Muhterem Varlık, bize o günün meselelerini çözebilmemiz için "son 156 seneyi dakika dakika bilmemiz gerektiğini" söylemişti... 1989-156 = 1833 yılıdır... 1833'de ne var?... Hünkâr İskelesi Antlaşması ... Yâni, darda kalan II. Mahmud'un Rusya'nın himâyesine girmesi!..

Bu Celse'yi kaleme aldığımız yıl 2016... Demek ki, bugünün meselelerini çözebilmek için, 1833'den bu yana geçmiş olan 183 yılı dakika dakika bilmemiz gerekiyor!.. Hünkâr İskelesi Antlaşması'na yol açan olaylardan başlayarak!..

Şimdi anlaşıldı mı Târihî Celseleri neden en ince noktasına kadar didik didik araştırıyoruz?..

Haydi, siz de koyulun işe!..

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR