ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
Bu sefer tanınmış bir şakî ile çok Muhterem bir din âlimiyle yapılmış olan Celse'yi nakledeceğiz.
Varlık : Çakırcalı Mehmet Efe
Medyum- .... Yolumu kestiler!...
Tarih : 29.9.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali
İdâreci- Yolunuzu kesen kimdir?
M- ... Tenkis... Tenkis istiyor... ... Tenkis... Tenkis istiyor... 47 Sene... 47 sene...
11 senesi kalmış... 47 seneden...
Varlık- ... Tenkis!... Tenkis!... Şefaat!... Şefaat!...
İ- Kimmiş bu, efendim? Bize kendisini tanıtsın.
M- .... ÇAKIRCALI MEHMET EFE... 47 sene olmuş... 11 sene... Tenkis istiyor!.. (1)
V- ... Şefaat!... Şefaat!...
İ- Suçu neymiş?
M- ... İlk yaktığı 13 Arnavut'un 3 tânesi mâsummuş... BAYINDIRLI YANİ gizlice ihtida etmiş...
O da mâsummuş... ÇAKIRCALI MEHMET EFE... Ödemiş'in Adagiden karyesinden... Çakıcı da
nâmı...
Dokuz daha... Dokuz Arnavut daha yakmış... YÜREKLİ HAMİT'in kızı ASİYE'nin
ırzına geçmiş...
ve 9'u suçlu 13 Arnavut'u yakmış... Levh-i Mahfuz'da yazılıymış... (1)
V- ... Tenkis!... Tenkis!... Tenkis!...
İ- Tenkis istiyor.
M- ..... Yolumu buldum... Pembe ışık noktası...
İ- Yükselmeye devam ediniz...
Burada biraz duralım.... ÇAKIRCALI MEHMET EFE'nin adını hemen herkes duymuştur. Belki son dönem gençleri hâriç... İZMİR'İN KAVAKLARI türküsünü bilmeyen yoktu eskiden, şimdi duyan var mı acaba?... Ya ÇAKIRCALI MEHMET EFE filmini seyredenler??? Aslında 3-5 kere çevrilmişti, 1950'lerden beri... Hepsi bir hayâl gibi!.. İnternet'te hayâtını anlatan vidyo bile var!.. Bakalım Varlığın verdiği bilgiler doğru mu?.. Ve niye Karanlık Tabaka'da?
(1)
ÇAKIRCALI MEHMET EFE'yi tanımadan önce Ege bölgesi'ndeki efeler, zeybekler
hakkında biraz bilgi sâhibi olmak gerekecek.
Ege Bölgesi'ndeki efe kültürü 17. yüzyıla dayanır. Osmanlı İmparatorluğu'nun
yapısında meydana gelen askerî ve sosyal değişikliklerin sipâhi ve kervancı olarak geçimini
sağlayan eski akıncıları işsiz bırakması, hükûmetler tarafından vergi tahsilâtında kullanılan
mültezimlerin, âyânların birer derebeyi hâline gelmeleri, bitmeyen
savaşlar, sonu gelmeyen
asker istekleri ve giyim kuşam yasağı, zeybeklerin birer ikişer dağa çıkmasına sebep
olmuştur. Anadolu'yu Türkleşmesi'nde temel rol oynayan akıncı torunu zeybekler zamanla
kanunun dışına itmiştir. Daha önce anlatmıştık, hatırlarsınız. FÂTİH SULTAN MEHMED'in
kurduğu
İKTA ve TİMAR SİSTEMİ'ni, KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN yıkmış, yerine İLTİZAM
ve
ÂYÂN SİSTEMİ getirmiş, bu da kısa zamanda dejenere olmuş, isyanlara yol açmıştı.
Ayrıca, Büyük Menderes Nehri, Küçük Menderes Nehri ve Gediz Nehri'nin uygarlıklar
beşiği vâdilerinde savunması kolay, kaçış yolları açık dağ köylerinin bulunması, bunları
yörenin efeleri ve onların zeybekleri, kızanları için barınma yerleri hâline getirmiştir. Vâdilerin verimli
ovalarını çeviren engebeli dağlar, tâkip kuvvetlerine yakalanmadan yaşamayı kolaylaştırmıştır.
Bâzı kızanlar kendini gösterip zeybek, bâzı zeybekler zamanla sivrilerek lider efe olup , devletin otorite
boşluğunda kendi otoritesini kurarak,
yöre halkının çâre aradığı bir merci hâline gelmiştir. Efelerin yerini öğrenerek kapılarını
aşındıran halkın başlıca şikâyetleri mültezimlerin, âyânların baskısı olmuştur. Bunun dışında
câmi, yol, çeşme ve düğün yardımı gibi istekler de efelere iletilmekteydi. Çözümüne katkıda
bulunulan her mesele efelerin ününe ün katmış, otoritelerini sağlamlaştırmıştır. Bunlar bir süre
sonra öykülere, türkülere konu olmuştur.
Ege'de efeler , başlangıçta genellikle nâmus ve gururun yol açtığı olaylar nedeniyle dağa
çıkmışlardır. Haksızlık, kişisel gurur ve hırslarından dolayı işledikleri bâzı suçlar unutulmuş,
geriye onları kahraman yapan olaylar kalmış, eklemelerle efsâneleşerek dilden dile dolaşan
serüvenleri zamânın gençlerinde bir efeye kızan olarak katılıp, üne ve saygınlığa kavuşma
arzusu uyandırmıştır. Çakırcalı Mehmet Efe de, efelerin en önemlilerinden biridir. Çakırcalı,
15 yıl dağlarda gezip birçok kurallar getirerek efeliğe şan ve şeref kazandırmıştır. Kendisinden
önce
Atçalı Kel Mehmet Efe gerçek bir siyâsî düzen kurma yolunda ilerlememiş olsa da,
belli bir adâlet anlayışını her zaman temsil etmiştir. Kendisinden sonra Yörük Ali Efe , Demirci Mehmet Efe
ve diğerleri bu etik değerlere bağlı kalarak Kurtuluş Savaşı'nda da efeliğin şanını
sürdürmüşlerdir.
ÇAKIRCALI MEHMET EFE, 1872 yılında, Celse'de belirttiği gibi Ödemiş'te doğmuş...
"Adagiden karyesi" demiş, "Türkönü köyü" diye geçiyor,
adı değişmiş olabilir. Bakmak gerek... Annesi Hatice, babası eski zeybeklerden Çakırcalı Ahmet Efe idi.
Baba–oğul her iki efenin de kullandıkları "Çakırcalı" lâkabının, birtakım kaynaklarda
mensup oldukları bir Yörük aşiretinden gelme olduğu belirtilir.
Bu arada, babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe'nin Abdülaziz
döneminde İstanbul'a giderek Pâdişâh'ın sevgisini kazanan, onunla güreşe tutuşan, ondan
pâyeler alan efelerden biri olduğunu belirtmek gerekir. Abdülaziz'e duydukları sempati ile
Devlet'e bir dönem boyunca ısınan efeler, 93 Harbi'nde müstakil taburlar oluşturarak
savaşmışlardır.
Babası eşkıyâlığı bırakmış, düze inmiş, kendi hâlinde bir köylü olarak yaşarken, bu durumdaki
eski zeybeklerin yeniden dağa çıkmalarını önlemek amacıyla, verilen "gizlice öldürülmeleri"
yönünde bir emir doğrultusunda, zaptiye çavuşu Boşnak Hasan tarafından öldürüldü.
Babası öldürüldüğünde Mehmet, henüz 11 yaşındaydı. Uzun süre tütün kaçakçılığı yaparak
yaşamını sürdürdü. Bu işte en büyük yardımcısı, babası Ahmet Efe'ye de yardım etmiş olan
Hacı Eşkıya Mustafa idi.
Çakırcalı'nın bir gün başına belâ olacağını bilen Hasan Çavuş'un, yıllar önce işlenen bir
hırsızlık olayını da ona mâledip, tâkibe düşmesi ve köyüne baskın düzenleyerek, annesi ve
diğer akrabalarına türlü hakaaretlerle işkence yapması, Çakırcalı'yı çileden çıkardı. Bu olaylar
ve babasının da öcünü almak amacıyla, yanında Hacı Mustafa, Çoban Mehmet, Harmanlıoğlu
Ahmet, Koca Mehmet, Arap Mercan, Kara Ali gibi yiğitlerle 1893 yılında dağa çıktı ve
"Çakırcalı Mehmet Efe dağa çıktı, Osmanlı gelip de yakalasın" diye Osmanlı'ya haber saldı.
Çakırcalı, bir zaman sonra, Hacı Eşkıya'nın geçmişte başka bir gençle
kaçan karısını ve kaçtığı genci Ödemiş'teki evinde öldürdü. Kısa bir süre sonra da, babasını
tuzağa düşürerek öldüren Boşnak Hasan Çavuş tarafından yakalanarak hapse atıldı.
Ancak delil yetersizliğinden dolayı mahkemede beraat ederek serbest kaldı.
Çakırcalı dağa çıktıktan bir süre sonra, ilk olarak
zâlimliği ile tanınan Mustafa Ağa'nın evini bastı. Ağayı halka zulûm etmemesi için uyararak,
200 altınına el koydu. Ardından da Kızoğlu Mehmet Ağa'yı dağa kaldırarak, yüklü oranda fidye
aldı. Eylemlerinden elde ettiği parayı halka cömertçe dağıttı. Özellikle Ödemiş dolayında
köylerde genç kızlara çeyiz parası verir, giysisi olmayanı giydirir, evi olmayana ev yaptırır,
hatta köprüler, yollar inşa ettirilmesine önayak olurdu. Halkın sempatisini kazanması sâyesinde
köyler ve yörük obaları ona yataklık ederlerdi.
Adını kullanarak eşkıyâlık yapanlara veya efeliğin adını kirletenlere de acımasızca davranırdı.
Bu çerçevede, Çakırcalı’nın adını kullanarak bir köyü basan ve bir köylünün kızını kaçıran
Arnavut çetesine verdiği cezâ, halka zûlmedenlere duyduğu öfkenin örneğidir. Dokuz kişilik
bu çeteyi saldırdıkları köye getirerek yaptıklarını halkın önünde söyletti, sonra ateşe atarak
yaktı!..
Ne diyordu Varlık?.. "İlk yaktığı 13 Arnavut'un 3 tânesi
mâsummuş... BAYINDIRLI YANİ gizlice ihtida etmiş... O da mâsummuş..." 13 kişi yakmış ,
3 Arnavut mâsum... Bir de aralarında Yani adlı gizli müslüman Rum varmış, o da mâsummuş...
Dokuzu suçlu... Yalnız Varlık "Dokuz Arnavut daha yakmış..."
diyor... Acaba Teşevvüş hâlinde olmasından dolayı karıştırıyor mu? Yoksa, yaktığı başka
adamlar da mı var?... Neyse devam edelim...
Sonraları Kayaköy'de eşraf kızı Fatma Hanım'la ikinci evliliğini yapan Çakırcalı, bu
beldede Rum inşaat ustalarına bir konak inşâ ettirdi.
Çakırcalı, öldürüldüğü dönemde, Aydın bölgesinin meşhur ağa ailesi Arpazlılar'dan
Arpazlı Osman Ağa'nın, yıkılmış bulunan ve halkın kullandığı Menderes Köprüsü'nü tâmir
ettirmemesi üzerine, Nazilli yakınlarındaki Arpaz köyünü bastı, ağanın evini ateşe verip,
ağayı kaçırdı!.. Çakırcalı köprüyü tâmir ettirmesini evvelce ağaya tembih etmişti... Hatta bir
keresinde, rivâyete göre, namaza durarak, kızanlarına ağayı sille tokat dövdürmüş, ağa
tâmir sözü vermedikçe de namazı kesmemiş, ağanın tâmir için belirttiği süreyi -6 ay, 5 ay,
4 ay- beğenmedikçe de, iki rekat daha namaz kılmış, ağanın "Çakırcalı, ne bitmez namazmış
bu! Tezi yok, hemen tâmir ettireceğim!" sözünü aldıktan sonra da, "Es-selâmü aleyküm ve
rahmetullah" diyerek namazı bitirmiş, ağayı salıvermişti.
Bu sâyede halkın gözünde kısa bir sürede yüceldi. Çakırcalı, bir ara peşine düşmüş olan
Hasan Çavuş ile Mülâzım Hüsnü Efendi'yi de bir pusuda öldürdü.
Ünü Osmanlı topraklarında ve sınırları aşarak Avrupa'ya kadar yayılan ve Avrupalı birçok
gazetecinin kendisiyle söyleşiler yaptığı Çakırcalı Efe ile baş edemeyen Osmanlı, kendisine
çeşitli defalar af çıkarttı.
15 yıl dağlarda gezdikten sonra, Kılavuz olarak kullandığı bir çobanın tâkip edilmesi (kimi
kaynaklara göre ihbârı)
üzerine, 17 kasım 1911'de Karıncalı Dağı kuşatılır... Çıkan çatışmada Çakırcalı ölür. Çakırcalı'nın
cesediyle birlikte, halka zûlmeden Osman Ağa'nın cesedi de bulunur. Çakırcalı ölüme giderken
bile halka zûlmedenleri cezâsız bırakmamıştır... Çakırcalı'yı Hacı Mustafa'nın öldürdüğünü,
veya çatışma esnasında bir serseri kurşuna kurban gittiğini öne sürenler de bulunmaktadır.
Belirtildiğine göre, zaptiyelerle başlayan müsâdemede öldürülmüştür. Vasiyetine uyan
kızanları, başını keserek tanınmasını, böylece efsânenin sona ermesini engellemek
istemişlerdir. Ancak cesedi ilk karısı Iraz (Raziye) Hanım, sırtındaki benden tanıyarak
teşhis etmiştir. Başsız cesedi
günlerce Ödemiş belediye meydanında asılı kalmış, daha sonra orada
gömülmüştür. Aradan 15 yıl geçtikten sonra 2. karısı Fatma Hanım tarafından Kayaköy'e
defnedilmiştir. Mezarı ziyârete giden yöre halkı için, mezar mahalline girmeden önce
Çakırcalı'dan "destur" istemek, âdet haline gelmiştir.
Efeliği süresince tam 1.080 kişiyi, bir iddiaya göre de 12.569 kişiyi öldürdüğü öne sürülür...
Adına yakılmış meşhur "Ödemiş Kavakları" türküsü vardır. Sonradan "İzmir'in Kavakları"
olarak değiştirilmiştir ama, yöresinde hâlâ "Ödemiş Kavakları" olarak bilinip söylenir.
Türküde "Çakıcı" olarak anılan kişi, Çakırcalı Mehmet Efe'dir. Yine Türküde
"Kamalı Zeybek" şeklinde anılan da, Kamalı Mustafa Efe adında bir başka efedir.
Çakırcalı Mehmet Efe Filimleri:
Dokuz Dağın Efesi - 1978
Ayrıca Grup Yorum da onun adına şarkı bestelemiştir. "Çakırcalı Mehmet Efe" kitabı, Yaşar Kemâl'in
önemli eserlerindendir. Sıkı bir araştırma ürünüdür. Zevkle okunur.
Varlık "İlk yaktığım 13 Arnavut'un 3 tânesi
mâsummuş... BAYINDIRLI YANİ gizlice ihtida etmiş... O da mâsummuş..." diyor...
13 kişi yakmış, 3 Arnavut mâsum, bir de aralarında Yani adlı gizli müslüman Rum varmış,
o da mâsummuş... Kalan dokuzu suçlu... Yalnız Varlık "Dokuz
Arnavut daha yakmış... Bir kızın ırzına geçmiş" Günahları bunlar imiş gibi anlatmış...
Öyle iddia edildiği gibi yüzlerce, binlerce kişiyi öldürmekten bahsetmemiş. Sayının abartılı
olduğu âşikâr!..
Ayrıca 47 sene olmuş... 11 sene... Tenkis istiyor!.."
deniyor... 1911'de öldüğüne göre, 1911+ 47 = 1958 eder... Celse 1961 târihinde yapıldığına
göre cezâsı Âhıret'e intikâlinden 3 yıl sonra mı verilmiş?.. Sonra
"11 sene... tenkis istiyor" ifâdelerine bakınca, cezâsının bitmesine 11 sene kalmış,
diye anlıyoruz. İndirim istiyor!..
Biz Âhıret Âlemi'nde işler nasıl yürüyor, elbette ki bilmiyoruz. Ancak Varlıklar'ın bizlere
verdiği bilgiler var elimizde. Orada Çakırcalı ne zaman muhakeme edilmiş, ne cezâya
çarptırılmış, cezâsı ne zaman bitecek, ancak kendi anlattığıyla yetiniyoruz. İster inanın, ister
inanmayın!..
YÜREKLİ HAMİT diye yüz sene öncesine âit birini bulmak imkânsız ama, bugün
İnternet'te o isimde kimseler var. Akrabaları mı, bilinmez!..
Bizce görüşülen Varlık Çakırcalı'nın kendisidir. Öldürdüğü mâsum kişilerin ve ırzına
geçtiği kızın vebâlini taşımakta, cezâsını çekmektedir. ALLAH taksirâtını affetsin!.. Onun
sâyesinde biz de EFELER hakkında epey bilgi sâhibi olduk.
Celseye devam edelim :
Varlık : Şeyh Üdebâli
İ- Yükselmeye devam ediniz...
... Gözlerim açıldı... Ohh!.... Pembe renk... Pembe renk... Pembe renk... Yalnız tepemde
.... Sağım gözümün alabildiğine pembe renkli çeşitli çiçeklerle dolu... Çiçeklerin çeşitleri
değişik... O halı gibi yolun bittiği pembe buluttan yapılmış bir dağ... Bulutlar hareketsiz... Şekilsiz
bir dağ... Pembe renkli bulut dağı harekete geçti... Yüzümde, çenemde, boynumda, omuzumda o el
dolaşıyor... ... Bulut dağı bir duraklıyor, bir kayar gibi geliyor... Tepemdeki ışık, sanki yukardan bir
avize sarkıtmışlar gibi, .... Pembe renk.... Eflâtun... Karışık, nefis bir renk... Nefis bir... Her taraf değil...
Değişiyor... ... Bulut dağı durdu... Nevâ kâr ağır ağır devam ediyor... Nevâ kâr ağır ağır devam ediyor...
... Eflâtun tüllere bürünmüş insanlar... Yüzleri nur gibi... Kadınların saçları, erkeklerin
saçları... Orta yerden, çok uzun eflâtun sakallı birisi... tül gibi, bulut gibi kayarak bana yaklaşmaya
başladı.... .... Kerem edin!... ŞEYH ÜDEBÂLİ... SULTAN OSMAN'IN KAYINPEDERİ... (2)
İ- ??? Evet, efendim.
Celse kolay anlaşılsın diye, az bilinen kelimelerin mânâlarını verelim... TENKİS ,
"Azaltma, eksiltme, indirim" demektir
(2) ŞEYH ÜDEBÂLİ,
genelde "Şeyh Edebâli" diye bilinir. 26.9.1961 târihli Celsemiz'e gelmiş, fakat konuşmamıştı.
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış büyük İslâm âlimi, KARA OSMAN dediği
Osman Gâzi'nin kayınpederi
ve hocası Şeyh Üdebâlî, Karamanoğulları topraklarında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir.
Üdebâlî ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şam'a gitti. Pek çok âlimden fıkıh,
tefsir, hadis ve diğer ilimleri tahsil edip, üstün derecelere yükseldi.Tasavvuf yoluna girip
mânevî olgunluğa kavuştu. İnsanlara doğru yolu anlatıp, Hak Dîn'e kavuşturmak için
memleketine döndü. Bir rivâyette
Baba İlyâs Horasânî'nin halîfelerinin ileri gelenlerindendi.
Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde ikaamet eder, ilim öğretmekle meşgûl olurdu.
İslâm Dünyâsı'nda eskiden beri mevcud olan fütüvvet ehli ve Anadolu'da mühim bir yeri olan
Ahîler'le irtibâtı vardı. Anadolu Selçuklu Devleti Sultânı tarafından Devlet'in Batı Anadolu
sınırlarındaki Söğüt yöresine yerleştirilen Kayı Boyu mensuplarının reîsi Ertuğrul Beyin oğlu
Osman Bey, kendisini, ilim ve feyzinden istifâde için sık sık ziyâret ederdi.
Üdebâlî Hazretleri, kendi parasıyla Bilecik'te bir dergâh yaptırarak, gelen geçenlere, fakir
ve muhtaçlara ikrâmda bulunurdu. Osman Bey de bir çok defâ
burada misâfir kaldı.
Bir gece dergâhta misâfir kalıp yatarken, rüyâsında Şeyh Üdebâlî Hazretleri'nin göğsünden
bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip, dallarının âlemi kapladığını,
altından birçok nehirlerin çıkıp, insanların bu sulardan istifâde ettiğini görmüştü. Sabah olup
rüyâyı anlatınca, Üdebâlî Hazretleri, bu güzel rüyâyı şöyle tâbir etti:
- "Sen, Ertuğrul Gâzî oğlu Osman! Babandan sonra Bey olacaksın.
Sonra Osman Bey'i tebrik etti. Gözünün nûru kızı
MALHUN HATUN'u bu mübârek insana
nikâh etti.... Celse'de HÜMÂ HATUN diye verilmiş... Eğer Medyum'un bozuk telâffuzundan
yanlış alınmadıysa, doğru değil!.. Gene bir imtihan için yanlış verilmiş olsa gerek... HÜMÂ HATUN ,
Fâtih Sultan Mehmed'in annesi Hatice Halime Hümâ Hatun'dur...
Şeyh Üdebâli, 1326 senesinde 120 yaşlarında Bilecik'te vefât etti. Dergâhının yanında
defnedildi. Eskişehir'de de adına bir türbe yapıldı ki, makamdır. Vefâtından bir ay sonra kızı,
dört ay sonra da dâmâdı Osman Gâzi vefât etti.
Söylemek istemiyorum ama, Hem Çakırcalı Mehmet Efe, hem de Şeyh Üdebâli ile gereği
gibi bir görüşme yapılamamıştır. Her Varlığa kendi hayâtına ve bilgi kapasitesine göre sual
yönlendirilmelidir. Şeyh Üdebâli'ye Anayasa sorulmaz, Radyosyon sorulmaz, Uzay da sorulmaz.
Din, Tasavvuf, Târih, Osman Bey, Bizans, Selçuklu sorulur.... Sormamışlar!.. Hem yazık olmuş, hem de
Varlığın gerçekten Şeyh Üdebâli olup olmadığını daha kesin tesbit imkânı kalmamış!..
Ruhi Selman
selman@journalist.com
- BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
Çakırcalı Mehmet Efe(nin Definesi
Tarih : 29.9.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infiâl
Medyum: Ali
M- ... Yini karanlık içindeyim ama, tepemde ışık noktası...
İNTİZAR MENZİLİ'ni geçiyorum...
MAKSUT MENZİLİ'ni geçiyorum...
ŞÜHEDÂ MENZİLİ'ni geçiyorum...
İ- Yine gidiyoruz.
M- ..... Ateş çok arttı... Ohh!...
İ- Burada biraz durunuz.Dinleniniz.
M- ... İmkânsız!... İmkânsız!... Tutunacak yer yok!.. İmkânsız!... Altımdan birisi itiyor
gibi...
İ- Muhteremler'den yardım dileyiniz.
Susunuz!... ... Hızlandım... Hızlandım.... MENZİL-İ SUĞRA...
İ- Lûtfen gördüklerinizi ve hissettiklerinizi anlatınız.
M- ... Ateş!... Ateş!... Ohh!..
İ- Şimdi rahatlıyacaksınız.
M- ... Gözlerimi açamıyorum... Hiçbir tarafımı kımıldatamıyorum... Ohh!... Yüzümde...
yüzümde...
göz kapaklarımda bir el dolaşıyor... Sanki el... nefis bir koku sürmüş o el... Ohh!...
Omuzlarıma geldi....
Kollarımda da dolaşıyor...
Kokuyu hissediyorum... Elin kokusunu hissediyorum...
bir ışık kaynağından, pembe renk içinde nefis bir ışık geliyor... Ateş de kayboldu... Sanki güzel
kokulu
bir meltem rüzgârı esiyor...
Hepsinin rengi pembe... Solum, etrâfım pembe renkli çiçeklerle çevrilmiş... Ağaçların
ortasında
pembe renkli bir su... sanki şerbet gibi... Berrak su ama, yine pembe renkli...
Önümde göz alabildiğine pembe renkli bir halı... gibi birşey... pembe renk... pembe...
Şekilsiz bir dağ... Çook uzaklardan bir uğultu... Çook uzaklardan bir uğultu...
Nevâ kâra benziyen bir uğultu...
Nevâ kâra benziyen bir uğultu...
Gözüm açık.. Eli göremiyorum... Gözüm açık.. Eli göremiyorum... Ama
hizzediyorum...
Yanaklarımı okşuyor... Koku!... Koku!... Nefis koku!.. O elden saçılıyor...
yavaş yavaş dağın temposuyla tepeme iniyor...
Sağımdaki çiçekler, solumdaki şerbet gibi suyun rengi değişiyor... Bulutların rengi
de değişiyor...
Eflâtun oluyor... Nefis bir eflâtun!... Önümdeki halı gibi zemin de eflâtunlaştı...
Işıklar da eflâtunlaştı...
Nefis bir eflâtun!... Nefis!...
İki taraftan eflâtun renkli bulut dağı sanki bacadan yükselen duman gibi, göğe doğru
yükseliyor...
Gök de eflâtun rengi... Gök değil sanki... Muhattep (?) bir kürrenin içindeyim gibi...
Muhattep (?) bir kürrenin içindeyim gibi... Aman!... Benim elim de eflâtun rengi oldu!... Elimden
sonra...
Başka birşey görmüyorum... Bacaklarım yanımda, ama görmüyorum... Elim sanki
boşlukta...
göbeklerine kadar sakalları eflâtun... Sakalları eflâtun... Sakalları eflâtun... Gâyet
muntazam sıralar hâlinde durmuşular...
bir kadın, bir erkek... bir kadın, bir erkek... Hepsinin
de elleri, ayakları görünmüyor... Yalnız başları görünüyor...
Eflâtun tüllere sarınmışlar...
Nefis bir eflâtun!... Eflâtun tül... Eflâtun...
Nevâ kâr daha hızlı tempoyla çalıyor... Nereden geliyor bu ses?... Gökten de
geliyor, arkamdan da geliyor,
sağımdan da geliyor, solumdan da geliyor... Nur gibi yüzlü,
eflâtun saçlı, eflâtun sakallı, eflâtun tüle bürünmüş...
Ayakları, elleri, kollara görünmüyor...
Eflâtün tüle bürünmüş...
V- Nûr olasız, nûra varasız, berhüdâr olasız!..
İ- ???
V- Nûr olasız, nûra varasız, berhüdâr olasız!..
M - ... ŞEYH ÜDEBÂLİ... SULTAN OSMAN'IN KAYINPEDERİ. HÜMÂ HATUN'UN
BABASI... (2)
İ- Muhterem Üstâdım, bize nasihatleriniz var mı, efendim?
V- Nûr olasız, nûra varasız, berhüdâr olasız!.. Birinci elfazdan sonrasını kullanmasın.
İ- "Muhterem Efendimiz" dedim ya, ondan... Bize başka diyecekleri var mı, efendim?
V- Nûr olasız, nûra varasız, berhüdâr olasız!.
İ- Peki, efendim. Bizim bâzı ricâlarımız olacak, lûtfederseniz.
V- KEREM VE LÛTUF, SÂHİB-İ HAKİKİ'YE ÂİTTİR!
İ- MENZİL-İ SUĞRA'ya geldiğimiz zaman muhtelif renklerle karşılaşıyoruz. Bugün de
eflâtun...
Bunların mânâları nedir?
V- Refik-i Şefikimiz SULTAN İBNİ SULTAN MEHMED BİN MURAD EL MUZAFFER
DÂİMA izah etmişti.
Evvelkini mef'ûl edesiz!.. Hizmet edilmeye hazır olasız!:.
İ- Medyumumuz yükselirken, sizin Katlar'a gelirken, gittikçe artan bir sıcaklıkla karşılaştı.
Bunun sebeb-i hikmeti nedir?
V- Hiç şita mevsiminde sana sıcaklık temin eden ocağa yaklaşmadın mı?
İ- ??? Evet, efendim.
V- Hiç şita mevsiminde sana sıcaklık temin eden ocağa yaklaşmadın mı?
İ- Yaklaştık.
V- İlâhî Ocağın yanında değil, tesir sahâsı içinde bulunmaktadır.
İ- Onun için... MENZİL-İ SUĞRA'dan daha başka Katlar var mı, efendim?
V- Eğer bâzı izâhat-ı mühimmeyi hıfsetmeye medârın yoksa, bu seferki izâhatın da
faydası olmıyacaktır...
İzah edilmişti... Sondan bir evvelki menzildir... Bundan sonra sâdece
Peygamberân-ı İz'am'a mahsus...
Ondan sonrası da sondur...
İ- Efendim, Yurdagül Hanım'ın ricâsı şu: Yeni kabul edilen Anayasa, memleketin
bünyesine uygun mu?
V- İlm-i Fıkıh ile amel edenler bizden aşağı kısımdadırlar.
İ- Sabri Bey diyorlar ki, "18.000 Âlem'in Hâliki diye dua edilir. Böyle bir âlem var mıdır?"
V- ..........
ancak o kadar taşıyabileceğiniz için,
O'na dua ediyorsunuz. Daha ileri giderseniz, terâzinin ipi kopar!...
KARA OSMAN tarafımdan irşad edilmeseydi, dalâlete düşecekti. Osmanlı Devleti
kurulmayacaktı.
İ- Biraz evvel Medyumumuz'la konuştuklarını söylerseniz, uyandığı zaman kendisine
bildirelim, efendim.
V- Ekmek yiyebilmeniz için nân imâlcisi evvelâ hamuru yoğurur, pişirir, ondan sonra size
ekmek diye verir.
Yaptığım, noksan kalan pişirmeyi ikmâldir.
İ- Evet, efendim... Ruh'un maddeye tesiri ne şekilde oluyor? Ve Ruh madde üzerinde
bir değişiklik yapabiliyor mu?
V- DEMİR KALEMİYLE SENG-İ MEZARA YAZI YAZAN TAŞÇININ YAPTIĞI İŞ, KALEMİN
SERTLİĞİNE,
YUMUŞAKLIĞINA TÂBİDİR, TAŞIN DEĞİL!..
İ- Arkadaşlarımız sabırsızlıkla şahsî suallerini sormak istiyorlar.
V- Küllün parçalamaya müsaade yoktur!
İ- Efendim, Sabri Bey diyorlar ki, "Mevlâna Hazretleri bir şiirinde, 'Âşıklar için ne mezhep vardır,
ne milliyet.
Âşıklar için mezhep te, milliyet te TANRI'dır' diyor. Beytin vuzûhunu tamâmiyle
kabul etmek lâzım mı?"
V- Kebûter, HÂLİK'i yalnız kendisinin addederse, dalâlete düşer. HÂLİK kebûterindir de,
zürâfanındır da,
İsrâil'den birisinindir de!.. Zirâ HALLÂK-I ÂLEM'dir. Çok çeşitli Cemâl'i yoktur.
Aşkın tecelligâhı CEMÂL, birdir!..
Elbette aşkın milliyeti, illiyeti, zemin-i mekâna çeşitli tezâhürü
yoktur. Bir TEK'dir!.. HÜDÂ cinsleri yaratmıştır.
Sınıflar beşer muhayyilesinin eseridir. mezhep
de böyle!.. Din de böyle!.. Dinler de, mezhepler de
beşer muhayyilesinin mahsûlüdür. HÜDÂ
bir tek din yaratmıştır. İnsan müfekkiresinin Tekâmül'üne doğru
ÇOK'tan TEK'e gitmiştir.
İ- Tamam mı?
M-........... İniyorum... İniyorum..... Ayağa kalkmak istiyorum... Etrafım renk... Kayboldu...
ŞÜHEDA MENZİLİ'ni geçtim... MAKSUT MENZİLİ'ni geçtim.... İNTİZAR MENZİLİ...
İ- Evet efendim. İniniz.
NEVÂ KÂR ,
Buhurîzâde Mustafa Itri'nin "Kâr" formundaki bestesidir. Güfte Farça'dır, Hâfız'ın bir şiiridir.
MUHATTEP kelimesini bulamadık. Yanlış kaydedilmiş olabilir.
ELFAZ, "sözler, kelimeler" demektir.
MEF'UL , " Yapılmış, işlenmiş, bir işin etkisinde olan, tümleç" anlamlarındadır.
Celsede "yapasınız" anlamında "edesiz" ile kullanılmış.
ŞİTA, "kış" demektir.
REFİK , "akadaş, dost, yoldaş, koca, eş, zevc, yardımcı" demektir.
ŞEFİK, "sevecen, şefkatli, müşfik, acıması olan, esirgeyici, (en) eski" demektir.
Celsede "refik-i şefikim" diye geçen ifâde "en eski sevecen dostum" anlamındadır.
HIFZETMEK, "aklında tutmak, bellemek, ezberlemek, saklamak" demektir. HÂFIZ
kelimesi bundan gelir.
MEDÂR , "sebep, vâsıta, vesile, dönence, cezir karşıtı, dayanak, yardımcı" demektir.
FIKIH, "hukuk, İslam Hukuku'nda din ve Dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan
yararlanarak konulmuş olan kuralların bütünü, bir şeyi gereği gibi, iyice anlayıp bilme" demektir.
NÂN , Farsça "ekmek" demektir.
TAĞYİR, "değiştirme, başkalaştırma, bozma" demektir.
KEBUTER , "güvercin" demektir. "güvercinin ALLAH'ı, herkesin ALLAH'ıdır" diye geçiyor.
MUHAYYiLE , "hayal gücü" demektir.
Kızım Mal Hâtun'la evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur.
Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek,
onlar nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar,
Allah-ü teâlâ nice insanın huzür ve saâdete kavuşmasına,
İslâm dîni ile şereflenmesine senin soyunu vesîle edecektir."
- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
- BİR OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON - 1
- REİNKARNASYON - 2
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI
YAŞADI?
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
- J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
- SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
- MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
- "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
- RA "TEBLİĞ"LERİ
- HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
- VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
- HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
- ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
- ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
- MEKTUPLAR