BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24

11.7.1961 târihli Celsemize gelen, fakat konuşmayan ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU ile bu Celse'de karşılaştık. Naklediyoruz... Celseye icâbet eden başka Varlıklar da var.

Varlık : Köyceğizli Tahsin
Tarih : 21.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ... Karanlık...
İdâreci- Sür'atle geçiniz!..
M- ..... ?.....
İ- Anlaşılmadı efendim. Lûtfen yüksek sesle tekrar ediniz. Muktedirsiniz.
M- ... Yolum kapatıldı... Tepemde ışıklı noktayı göremiyorum...
İ- Sür'atle yükseliniz.
M- ... Birbirinin omuzlarına çıkmışlar... Önümü kesiyorlar... "Yüzlerimizi görmüyor musunuz?" diyorlar...
İ- Sâkin olarak, lûtfen anlatınız.
M- ... Bâzılarının yüzünün bir tarafları alaca beyaz... bâzılarının yüzü simsiyah...
İ- Suçları neymiş bunların?
M- ... KÖYCEĞİZLİ TAHSİN...
İ- Bizimle konuşmak mı istiyor?
Varlık- ... Işık!...
İ- ALLAH taksirâtını affetsin.
M- ... Bağırıyor... "IŞIK!" ... Ana kaatili...
İ- Hangi senede ölmüş?
M- ... 1928'de öldürülmüş...
İ- Kimin tarafından öldürülüyor?
M- ... Eniştesi MURAT.... Bağırıyor... "IŞIK!" ...
İ- ALLAH taksirâtını affetsin.
Varlık- ... Yardım!... Yardım!...
İ- Peki, Yukardaki Kademeler'de rica ederiz.
M/ ... Etrafımı çevirdiler...
İ- Yükselmeye bakınız.
M- ... Uzaklaştırdılar... Yüzlerini yere süre süre, kertenkeleler gibi bir uçurumun içine başaşağı inmeye başladılar...
İ- ALLAH taksirâtlarını affetsin... Sür'atle yükseliniz.
M- ... Üstümdeki Işıklı Yer'den beyazlara bürünmüş birisi indi... Yol gösteriyor... .. Etrafım yine Karanlık...
Sür'atli şekilde o ışıklı noktaya gidiyorum...
İ- Evet.
M- ... Biraz üşüyorum.... Ohhh!... Ohh!...
İ- Gâyet rahat ve sâkin olarak sür'atle çıkınız.

Burada biraz duralım... Medyum bu sefer Karanlık Tabaka'da zorlanıyor. Etrafı Geri Varlıklar tarafından sarılıyor. Ana kaatili Köyceğizli Tahsin İrtibat'a geçiyor. Diğerleri Üstün Varlıklar tarafından uzaklaştırılıyor. Beyazlara bürünmüş bir Rehber Varlık gelip Medyum'a yol gösteriyor. Bu hemen her Celse'de böyle cereyan eder. Tabii bilgili, tecrübeli Medyum ve İdareciler'in bulunduğu Celseler'de.

Devam edelim:

Varlık : Şükrü Saraçoğlu, Turan Emeksiz
Tarih : 21.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

İdâreci- Gâyet rahat ve sâkin olarak sür'atle çıkınız.
Medyum- ... Ohh!.... MAKSUT MENZİLİ...
İ- Biraz burada dinlenin. Ondan sonra biraz daha çıkalım.
M- ... Üstüm kapalı!... Oturtuldum... Her tarafım yedi renkle donatılmış vaziyette...
Altımdaki de yeşil şal renginde bir minder gibi... Sağ tarafımda çok büyük ve suyu
yeşilimsi bir göl var... Sol tarafım aydınlık... fakat buzlu gibi şeffaf... parlıyor... Tepem kapalı...
fakat çok aydınlık...
İ- Burada rahat mısınız?
M- Çok rahatım.
İ- Başka ne hissediyorsunuz? Neler görüyorsunuz?
M- ... Suyun üzerinde sanki yüzlerce kişi ilâhî söylüyor... Kimseyi görmüyorum... Seslerini işitiyorum...
Ön kısımda yemyeşil bir çayırlık var... Siyah ama ışıltılı... Siyah kehribar gibi bir duvarla kapalı...
Işıklı taraftan kalabalık sökün etti... Kadın-erkek karışık... Vücutları pamuk yığınına benzeyen bir bulutla kaplı...
Yüzleri... Suyun üstündeki ilâhî sesleri gibi sesler şimdi onların tarafından geliyor... Çok yaklaştılar...
Birisi ilerliyor...
İ- Kimmiş bu Muhterem?
M- ... Çok yaklaştı...
İ- Bize kendini tanıtsın, lûtfen.
M- ... Kendisini tanıyamadığım için üzülmedi...
İ- Kimmiş bu muhterem?
M-..... (sıkıntı içinde).... SARAÇOĞLU ŞÜKRÜ... (1)
İ- Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. TANRI kabul etsin. Hoş geldiler Meclisimiz'e, şeref verdiler.
M- ... "Arkadaşlarınıza söyleyin: MAKSUT MENZİLİ'ndekiler için dualarını israf etmesinler.
Onlar işbâ hâlindedirler," diyor.
İ- Nur içinde yatsınlar... âile efrâdına bir mesajları var mı, efendim?
M- ... Bir tek üzüntüsü var...
İ- Lûtfetsinler.
Varlık- Oğlum hayırlı halef olamadı.
İ- Ne gibi tavsiyeleriniz var oğlunuza?
V- Ne tavsiyem, ne de tazarrum var. TANRI islâh etsin!..
Medyumumuz'dan rica ediyorum, daha yüksek sesle söyleyiniz. Hangi oğlundan bahsediyorlar?
V- Adı AYDIN... Ama rûhu karanlık... (2)
M- ... Dört gün önce Araplar'ın Katı'na TURAN EMEKSİZ'i konuşturmaya getirmiş.
İ- Nur içinde yatsınlar... Muhterem üstâdım, çok sevmiş olduğunuz gençlik için
birşey söylemek ister misiniz? Tavsiyeleriniz var mı?
V- Tavsiyeye muhtaç biri olarak, onlara tavsiyeye hakkım yoktur.
İ- Memleketin bugünkü gidişâtı hakkında bir devlet adamı olarak...
V- Mahsül almak istiyorsanız, alın teriyle, geceyi gündüze katarak, millî şuura katık ederek yaşayın!...
TÜRK; ÇÂRESİZLİKLERİ YENMESİNİ, GEÇİCİ KAYGILARIN ÖTESİNDE, BAŞARININ YOLUNU
BULMASINI BİLEN İNSANDIR!..
İ- Evet, efendim.
V- TÜRK; ÇÂRESİZLİKLERİ YENMESİNİ, GEÇİCİ KAYGILARIN ÖTESİNDE,
BAŞARININ YOLUNU BULMASINI BİLEN İNSANDIR!..
M- .... Gitti... Elinde kitap biri geliyor... Yeşile sarınmış...
İ- Dua edelim efendim... Nur içinde yatsınlar.
M- ... TURAN EMEKSİZ'miş... Bir sözü varmış... (3)
İ- Buyursunlar, efendim.
V- Millete şükran!...
İ- Başka birşey söylemek istiyorlar mı?
M- ... Gitti.... Saraçoğlu'nu temsil ederek duruyor...
İ- Emeksiz'le bu kadar mı konuşacaktık, üstâdım?
M- ... Şehit değilmiş...
İ- Niçin şehit sayılmıyor, efendim?
M- ... İki sebebi varmış... Bir: Düşman kurşunuyla ruhunu teslim etmemiş...
İkincisi, emânet-i Dünyâ alınırken temiz değilmiş...
İ- Peki, bu inkılâb hareketinde Öbür Dünyâ'ya intikâl edenler de şehit sayılmıyor mu, efendim?
M- ... Dört gün önce yalnız kalan EMEKSİZ geldi...
İ- Öbürleri gelmemiş daha.
V- Arzun nedir?
İ- Bizim şahsî suallerimiz var.
M- ... "Sorsunlar" diyor...
İ- Demin anlamadığımız bir şey var, efendim. Düşman kurşunuyla ölmediniz.
Ama ölümünüz düşmanca değil miydi?
V- Asla!..
İ- Neden böyle?.. Bu millî bir hareket olduğuna göre?
V- Kasıt yoktu. Bir kazâ kurşunuydu.
İ- Bir arkadaşımız diyor ki, "Bir kazâ kurşunuydu ama, bu kazâ kurşunu niçin atıldı?"
V- Kurban kesmek istediğinizde de, elinizi değil; bıçağı kullanırsınız.
İ- Muhterem üstâdım, biraz önce Masa tecrübesi yapıyorduk. Orada GEDİK nâmında birisi geldi
ve ille "tebliğ vereceğim" diye "uyutun" dedi.
Şimdi karşımıza çıkmadı. Bunun doğruluk derecesi nedir?
V- Nâfıa Vekâleti'nden millî eğitim işlerini sorabilir misiniz?
İ- Seçimlerin Ekim ayında olması kat'i midir?
V- Ot yiyen canlıların teşekkülâtı ayrı, et yiyen canlıların teşekkülâtı ayrıdır.
İ- Bu misâlinizi anlıyamadık. Biraz açıklar mısınız?
V- Kötü sokakta dolaşmaya başladınız.
İ- Bugünkü Anayasa hakkında düşünceleriniz nedir?
V- Aziz ve hırçın kardeşim REFİK'in sözlerine ilâve edecek bir noktam yok.
İ- ??? Evet, efendim. Muhterem üstâdım, bizim bugünkü memleketimizin mâlî ve
ekonomik durumu nasıldır? Bu alınan tedbirlerde bir fayda var mıdır?
V- Kar helvasıyla karın doyurulur mu hiç?
İ- Bu iktisâdî ve mâlî durum düzelecek mi, efendim? Önümüzdeki seçimlerden sonra
gelecek iktidar bunları düzeltebilecek mi?
V- Tekrar ne kadar güzel olursa olsun, en sonu bıkkınlık verir... Gününüzü düşünmek lâzım,
mukadderâtınızı düşünüyorsunuz.
İ- Üstâdım, hayâtımız üzerindekileri ricâ ediyouz.
V- Çarşılarınızın dolu, ceplerinizin dolu olması, mukadderâtınızın iyiliğine delâlet eder.
İ- Efendim, Hüsamettin Bey diyorlar ki, "Mâdemki, mukadderâtımız üzerinde konuşmak istiyorlar,
lûtfen mukadderâtımız hakkında biraz mâlûmat versinler."
V- Hâlinizi, teşekkülü o kadar câhil-i mürekkep olduğu hâlde yine kapılarda dilenen
dilencilerin hâline benzetiyorum. Neden bu toprakların fahrinden, ikazından alacağınızı almadınız?..
Neden bu toprakların fahrinden, ikazından alacağınızı almadınız da, tekrar tekrar İ- ??? .....
V- Evet.
İ- Şimdi efendim, arkadaşların şahsî sualleri var.
(şahsî suallerden sonra)
Muhterem üstâdım, Medyumumuz biraz yoruldu. Ayrılacaksanız bırakalım, efendim.
V- ...............

Bu celsede bir Geri Varlık, üç te tanınmış şahsiyet ile karşılaştık. Üçüncüyü aşağıda vereceğiz. Celse İdârecisi gene Varlığa, onun durumunu düşünmeden kafasındaki sualleri sordu. Aldığı cevapları misâl ve ibret olsun diye verdik.

Böyle durumlarda gelen Varlığın kişiliği, hayâtı, mesleği gözönünde bulundurularak sual tevcih edilir. Bütün Celseler'de gelen Varlıklar'ın verdikleri cevaplar, Tebliğler hep kendi idraklerine göre, kendi Tekâmül seviyelerine göre, ve geçmiş hayat tecrübelerine göredir. Bu yüzden aklımıza yatanı kabul eder, yatmayanı unuturuz, gider!.. Peygamberimiz'den bize intikal eden hadislerde dahi öyle yapmıyor muyuz?.. Hem de bizzat Peygamber'in tavsiyesi ile!.. "Benden size gelen şeyi ALLAH'ın Kitâb'ına arzedin. O'na uygunsa ben söylemişimdir. Şâyet ona uygun değilse, ben söylememişimdir" dememiş miydi? Kur'an da "Akletmiyor musunuz? " demiyor mu? (Enbiyâ Sûresi ,10. Âyet ve diğerleri)

Hatırlıyacaksınız, rahmetli SARAÇOĞLU ŞÜKRÜ BEY'in adı MAHMUT ESAT BOZKURT Celsesi'nde geçmiş, KENÂN ÖNER Celsesi'ne gelmiş, ancak konuşmamıştı.

(1) Mehmet Şükrü Saracoğlu, 1886'da Ödemiş'te doğmuştur. Babası, Trabzon'un Akçaabat ilçesinden göç ederek Ödemiş'e yerleşen saraç Mehmet Tevfik, annesi ise ev hanımı Şerife Hanım'dır. Ailesinin ilk çocuğudur.

Mehmet Şükrü, iİlk ve orta okulu Ödemiş’te okuduktan sonra İzmir İdâdisi’ne girdi. İzmir İdâdisi'ni birincilikle bitirerek, İstanbul'da Mekteb-i Mülkiye’de eğitimini sürdürdü. 1909 yılında Mekteb-i Mülkiye’yi bitirerek İzmir Vâliliği Mâiyet Memurluğu’na atandı. İzmir Sultânisi'nde matematik öğretmenliği de yapan Mehmet Şükrü, 1911 yılında İttihat ve Terakki Ticâret Mektebi Müdürlüğü görevine getirildi.

1914 yılının Ocak ayında bir devlet bursu kazanan Mehmet Şükrü, Belçika'ya öğrenime gitti. Kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı patlayınca, hemen İzmir'e döndü. Ancak 1915 Mayısı'nda Cenevre Siyâsî İlimler Akademisi’nde okumak için İsviçre’ye giderek, burada dört yıl kaldı ve bu fakülteyi çok iyi bir dereceyle bitirdi. (1918)

Mondros Mütarekesi’nden sonra Cenevre’de yakın arkadaşı Mahmut Esat ile birlikte Cenevre Türk Yurdu Derneği’ne üye oldular. Mehmet Şükrü bu cemiyet adına Fransızca bir derginin yayınlanmasını üstlendi. Avrupa kamuoyunda Mondros şartlarının olumsuzluğuna tepki yaratmak için uğraşlar vererek Osmanlı Devleti’nin haklarını savundu.

15 Mayıs 1919'da İzmir işgâl edilince, Mahmut Esat'la birlikte Türkiye’ye gideceğini öğrendiği bir İtalyan gemisine kaçak binip yurda döndü. O vapur mâcerâsını daha evvel anlatmıştık... Millî Mücâdele'ye katılmak için yola çıktıkları Anadolu'ya vardıklarında, İttihatçı olduklarından şüphelenen Demirci Mehmet Efe tarafından önce gözaltına alındılar, sonra da hapsedildiler. Onları bu durumdan İttihat ve Terakki Ticâret Mekteb-i Müdürlüğü'nden tanıdığı Celâl Bayar kurtardı. Kuşadası, Nazilli ve Aydın yörelerinde kurulan Kuva-yı Milliye hareketlerinin örgütlenmesinde çalıştı. Ocak 1920'de toplanan son Osmanlı Meclis-i Meb'usânı’na İzmir milletvekili olarak seçildiyse de, İstanbul'un İtilâf Devletleri'nce işgâl edilmesi nedeniyle Meclis'e katılamadan Kuşadası'na geri döndü.

Mehmet Şükrü, üç ay kadar bir süre yaptığı Ödemiş Belediye Başkanlığı'ndan sonra, 1923’te ikinci dönem İzmir mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldı. Fethi Okyar hükümetinde Maarif Vekilliği yapan Mehmet Şükrü, 1926’da Türk-Yunan Mübâdele Komisyonu'nda Türk delegasyonuna başkanlık etti. 1927 ile 1930 arasındaki İsmet İnönü hükümetlerinde Mâliye Vekilliği'ni üstlendi. Vekilliği sırasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu. Lozan Antlaşması'nın getirdiği sınırlamaların bitmesinden sonra, yeni gümrük tarifelerini uygulamaya koydu. Dış ticârette "kota sistemi"ni getirdi. 1929 Ekonomik Bunalımı'nın etkilerini azaltmak ve ulusal ekonominin altyapısını oluşturmak amacıyla yürütülen bir dizi millileştirmede önemli rol oynadı.... O zamanki uygulama Yabancı Şirketleri millileştirerek TÜRK yapmak idi. Özal ve Erdoğan'ın yaptığı TÜRK şirketlerini gavurlaştırmak oldu.

Vekillikten ayrıldıktan Türk Hükûmeti adına ekonomik konularda temaslarda bulunmak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderildi. Dönüşünden sonra hazırladığı bir rapor, Türk pamuk sanâyiinin yeniden düzenlenmesine temel oluşturdu. Saraçoğlu, 1932 yılında Paris’te Osmanlı borçlarının ödeme koşullarının saptanması görüşmelerini Türkiye adına yürüttü. 1933’te bir antlaşma imzaladı. Saraçoğlu’nun imzaladığı bu anlaşma ile genç Türkiye Cumhuriyeti’nin mâliyesi rahat bir nefes aldı.

1933-1938 arasında İsmet İnönü ve Celâl Bayar hükümetlerinde de Adliye Vekili olarak görev yaptı. Adliye vekilliği döneminde genç cumhuriyet’in devlet organlarının kurumlaşmasında da emeği geçen Saraçoğlu, Bakanlıkları sırasında avukatlık, hâkimlik, icrâ-iflâs kanunlarını hazırlamış ve çıkartmış, iş esâsına dayalı cezâevlerinin oluşmasını ve ilk örnek olarak İmralı Cezâevi’nin kuruluşunu sağlamıştır. Barem ve Emeklilik kanunları da Saraçoğlu’nun zamanında oluşturulmuştur.

Yakın dostu olan ve aralarında oynadıkları satranç maçlarının ünlü olduğu İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde siyâsî hayâtının en önemli görevlerine atandı. Bu görevlerden ilki 1938 ile 1942 arasında, Celâl Bayar ve Refik Saydam hükûmetlerinde üstlendiği Hâriciye Vekilliği oldu. Bu görevi ve daha sonra geldiği Başvekillik görevinde Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'nın (1939-1945) dışında tutulması politikasında önemli rol oynadı.

Türkiye, II. Dünya Savaşı öncesi Britanya ve Fransa ile işbirliği görüşmeleri yaparken, Kurtuluş Savaşı'ndan beri yakın ilişkiler içinde olduğu Sovyetler Birliği'nin de Batılı devletlerin yanında yer alacağını umuyordu. Ancak Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalanınca Türkiye, Britanya-Fransız bağlılığında kalmakla Sovyetler Birliği ile ilişkilere devam etmek arasında zor bir seçim yapmak zorunda kaldı. Türkiye, imzaya hazır hâle gelen Üçlü İttifak'a (Britanya-Fransa-Türkiye) ters düşmeyen bir Sovyet ittifakı kurmak istiyordu. Sovyetler Birliği de, tamâmen değişen uluslararası ortamda ilişkileri yeniden değerlendirme taraftarıydı. Bu doğrultuda Hâriciye Vekili Saracoğlu 15 Eylül 1939'da resmen Sovyetler Birliği'ne dâvet edildi.

Sovyet tarafının istekleri nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanacak görüşmeler, üç gün olarak planlanmasına rağmen 25 Eylül ve 1, 13 ve 15 Ekim tarihlerinde dört oturum halinde yapıldı ve 23 güne yayıldı. Josef Stalin ve Vyaçeslav Molotov'un da yer aldığı 25 Eylül'de yapılan ilk görüşmeden sonra Ankara'ya çektiği telgrafta görüşmeyi "boğuşma" olarak nitelendirdi.

Sovyet tarafının başlıca dört maddede özetlenen talepleri şöyleydi :

- Türk Boğazları'nın Türkiye ve Sovyetler Birliği tarafından ortak olarak savunulması,
- Montreaux Boğazlar Rejimi'ne Karadeniz'e sâhili olmayan devletlerin Boğazlar'dan
geçemeyeceği garantisinin eklenmesi,
- Türkiye'nin Britanya ve Fransa ile giriştiği ittifak müzâkerelerinin istişâreye çevrilmesi,
- Britanya ile Fransa'nın Sovyetler Birliği ile savaşa girmesi durumunda Üçlü İttifak'ın geçersiz sayılması.

Bu talepler son derece mantıklı ve gerçekçi olmasına rağmen, Türk tarafınca reddedildi. Görüşmelerden bir sonuç alınamayacağını gören Saracoğlu, 17 Ekim'de Moskova'dan ayrıldı ve 20 Ekim 1939'da Türkiye'ye döndü.

Saracoğlu bu gezi sırasında yediği bir yemekte kaptığı virüs nedeniyle beyin iltihabına yakalandı. Tedâvi edildiği zannedilen hastalık, yıllar sonra Saracoğlu'nun ölümüne neden oldu.

1 Eylül 1939'da Polonya'ya giren Almanya; Britanya ve Fransa'nın savaş ilânına da aldırış etmeyerek Belçika, Hollanda, ardından da Haziran 1940'da Fransa'ya saldırdı . Alman güçlerinin Balkan ülkelerini de işgâl etmesiyle Türkiye savaşın eşiğine geldi. Almanya, asıl hedefi Sovyetler Birliği olduğu için, Türkiye'ye saldırmayacağını açıklayarak, Ankara'ya bir saldırmazlık paktı önerdi. Türkiye'nin de Alman tehdidini savuşturmak amacıyla bu öneriyi kabul etmesi üzerine, iki ülke arasında 18 Haziran 1941 târihindeTürk-Alman Dostluk Paktı imzalandı .

Saracoğlu, 1942 yılında Refik Saydam'ın ânî ölümü üzerine, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 9 Temmuz 1942 günü Başvekilliğe atanarak hükûmeti kurmakla görevlendirildi. 5 Ağustos 1942'de hükûmet programını okurken,

- "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız.
Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, bir vicdan ve kültür meselesidir.
Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz.
Ve her vakit bu istikamette çalışacağız."

demişti.

Şükrü Saracoğlu, 12 Temmuz 1943 tarihli Time dergisinin kapağında yer aldı. Saracoğlu, Başvekilliği sırasında izlediği dış politika da bâzı çevrelerce "Alman yanlısı" olarak nitelendirildi. Almanya'nın savaş yıllarındaki Ankara elçisi Franz von Papen ve onunla yakın ilişkide olan Türk Hükûmeti'nde yetkili ekipteydi. Refik Saydam, Şükrü Saracoğlu ve Numan Menemencioğlu'nun da dâhil olduğu bu ekip, Almanya'yı destekledi, Almanya ile dış ticâreti Alman para birimi "Reichsmark" ile yaptı, Türk banknotlarını Almanya'da bastırdı, Almanya'ya paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom sevkiyatı yaptı ve Sovyetler Birliği'nin işgâl ettiği Kırım ve Kafkasya'daki Türk topraklarında askerî harekât yapmakta olan Alman ordusunu cephede tâkip etmek için komutanlar yolladı... Yalnız belirtelim, bunlar İsmet Paşa'nın politikası çerçevesinde yapılmıştı. Hatırlarsınız, Kemâl Tâhir bunu, "çok civelek bir politika" diye nitelendirmişti..

II. Dünya Savaşı'nın dönümü olan 1942-1943'te Müttefik ordularının Kuzey Afrika'ya çıkması, ardından da Almanlar'ın Stalingrad'da aldığı yenilgiyle savaşın ibresi Müttefik Devletler'in lehine döndü. Türkiye de Müttefikler'e yakınlaşmaya başladı. Şükrü Saracoğlu da 12 Haziran 1943 tarihinde, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin yanında olacağına karar verdiği gerekçesiyle, ünlü Time dergisine kapak oldu. Saraçoğlu Mustafa Kemâl Atatürk (1923, 1927) ve İsmet İnönü'den (1941) sonra Time kapağında yer alan 3. Türk'tür.

Saracoğlu'nun Başvekilliği döneminin ekonomik alanda belki de en fazla akılda kalan ve tartışmaları bugüne değin sarkan girişimi, Kasım 1942'de çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu oldu. II. Dünya Savaşı sırasında yaygınlaşan karaborsa nedeniyle ortaya çıkan savaş zenginlerinin elde ettikleri servetler, temel gıda ürünlerinin bile zor temin edilebildiği savaş döneminde halkın tepkisini çekmişti. Bunun üzerine CHP Meclis Grubu, 12 Kasım 1942'de Varlık Vergisi'ni kabul ederek, hem Devlet gelirlerini arttııp, enflasyonla mücâdele etmeyi, hem de karaborsayla mücâdeleyi amaçlamıştı. Servetlerin bir defâya mahsus vergilendirildiği ve vergisini ödemeyenlerin bedenî çalışmaya tâbi tutulduğu bu uygulama, "özellikle gayrimüslim azınlıklara yönelik bir baskı aracı" gibi uygulandığı ileri sürülerek, büyük tartışmalara yol açmış ve sonuçta 1944 yılı başlarında kaldırılmıştır... Aslında kimsenin "Varlık Vergisi"ni böyle nitelendirmeye hakkı yoktur. Varlık Vergisi Mahmut Esat Bozkurt'un "Öz Türkler" dediği bize de uygulanmıştır. Öz Türkler daha çok Varlık Vergisi vermişlerdir. . Bu konudaki bütün yalan, iftira ve safsatayı sona erdiren Mâliyeci Cahit Kayra'nın "Savaş -Türkiye - Varlık Vergisi" (Târihçi Kitabevi) adlı kitabı vardır. Okumadan lâf etmenin mânâsı yoktur. Kemâl Tâhir "Nâmuscular" adlı romanında genelev kadınlarından bile Varlık Vergisi alındığını anlatır. Okusunlar:

- Dün sokak kadınlarını vilâyete çağırmışlar, Varlık Vergisi için...
500 lira istemişler her birinden...Vatan tehlikede imiş. Düşman gelirse ırzımıza geçermiş.
Bu parayla ordu besliyeceklermiş... İsmail Ağa'dan da 700 lira istemişler.
Halbuki İsmail Ağa geçenlerde İstanbul'da gavurların satılan mallarından
40.000 liraya bir gazino almıştı."

Özellikle, bu konuda kemküm etmek zorunda kalan CHP okumalı!..

Topraksız köylülere bazı arâzileri dağıtmaya yönelik "Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu" da Saraçoğlu Başvekil'ken 11 Haziran 1945'te yürürlüğe kondu . Saracoğlu'nun ısrarla takipçisi olduğu bu kanun, özel ormanların ve toprak sâhibi âilelerin bir kısmının arâzilerinin kamulaştırılmak istenmesi nedeniyle, büyük toprak sâhiplerinin itirazlarıyla karşılaştı. Milletvekilleri toprak ağası Cavit Oral, Emin Sazak, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve yine toprak ağası Adnan Menderes köylüyü toprak sâhibi yapacak bu reformlara tümden karşı çıktılar. Başlangıçta CHP'nin Toprak Reformu ve dolayısıyla ekonomi politikasına karşı oluşan bu muhalefet hareketi, ilerde "demokrasi mücâdelesi" olarak yorumlanacak siyâsî bir harekete dönüştü. Celâl Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuad Köprülü'nün, 7 Haziran 1945'te verdikleri Dörtlü Takrir, CHP içinden çıkacak yeni bir siyâsî partinin (Demokrat Parti) işâret fişeği oldu.

Saraçoğlu'nun Başvekilliği döneminde, 1946 seçimleri öncesi seçim kanunu değiştirildi, 5 Haziran 1946 târih ve 4918 sayılı kanunla tek dereceli seçim sistemine geçildi. "Açık oy-gizli tasnif" esaslarına göre hazırlanan bu kanuna göre, her seçmenin hangi partiye oy verdiği herkes tarafından görülebilecek, fakat oy sayımı gizli yapılacaktı. Tabii bu da Millî Şef İsmet Paşa'nın oyunu idi, ama bu, Saraçoğlu'nu vebâlden kurtarmaz. Bu usûle göre yapılan 1946 seçimlerini CHP kazandı. Demokrat Parti (DP), kurulduktan hemen sonra yapılan bu "erken seçim"de sâdece 16 ilde seçime girebilmişti.

Saraçoğlu , 1946 seçimlerinden sonra hem yaşadığı sağlık sorunları, hem de CHP içinde kan değişikliğine gitmek isteyen İsmet İnönü'nin kararıyla, 7 Ağustos 1946'da Başvekilliği Recep Peker'e bıraktı. 1 Kasım 1948 ile 22 Mayıs 1950 arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yaptı. 1950 genel seçimleriyle milletvekilliği sona erdi ve siyâseti bıraktı. Son yıllarında parkinson hastalığı ile mücâdele etti. Fransa'da yapılacak tedâvisi için verilecek ödenek konusunda Mâliye Vekili Hasan Polatkan'ın isteksiz kalması üzerine, İzmir İttihat ve Terakki Ticâret Mektebi'nden öğrencisi olan Başvekil Adnan Menderes'in araya girmesiyle ödenek çıkarıldı. Fransa'daki tedâvisinin de bir sonuç vermemesi üzerine, Türkiye'ye döndü. Eşi Saadet Hanım'la birlikte İstanbul'a yerleşti. Teşvikiye'deki evinde 27 Aralık 1953'te, 66 yaşında yaşamını kaybetti. Kabri Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır.

(2) Eski Mâliye Nâzırları'ndan Ahmed Zühdü Paşa'nın torunu olan Saadet (Oraloğlu) Hanım'la (ölümü 1980) ile evliliğinden üç çocuk babası olmuştur. 1987 ile 1993 arasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığı'nda bulunmuş olan Rüşdü Saracoğlu'nun dedesidir. Rüştü Saracoğlu'nun babası ise, Üstâd'ın "hayırsız" diye nitelendirdiği eski Yargıtay 9. Ceza Dâiresi Başkanı Hüseyin Aydın Saracoğlu'dur. (2)

Şükrü Saracoğlu ayrıca 1934 ile 1950 arasında 16 yıl boyunca Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başkanlığını yapmıştır. İttihatspor Sahâsı olarak bilinen Kuşdili Çayırı'ndaki arâzi 1932 yılında onun çabalarıyla Fenerbahçe Kulübü'nün oldu. Hem bugün üzerinde kendi adını taşıyan stadyumun yükseldiği arâziyi Fenerbahçe'ye kazandırması, hem de 23 Şubat 1934 günü oynanan olaylı geçen Fenerbahçe-Galatasaray maçından sonra Fenerbahçe'nin kapatılmasına kadar gidecek cezâların gündeme geldiği sırada, kulübe sâhip çıkmış olması nedeniyle, 22 Temmuz 1998 günü alınan kararla Fenerbahçe Stadı'nın adı Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu olarak değiştirilmiştir. Daha sonra rant-reklâm sebebiyle adı Ülker Stadyumu - Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Spor Kompleksi yapılmıştır.

Hakkındaki eserler:

- 2006 yılında, Gürkan Hacır tarafından hayat hikâyesinin anlatıldığı "Efe Başvekil: Şükrü Saraçoğlu " romanı yayımlandı.
- 2007'de de Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kuruluşunun 100. yılı nedeniyle Saracoğlu'nun hayâtını anlatan yine Gürkan Hacır'ın hazırladığı "Efe Başvekil" adlı bir belgesel film yapıldı.
- Hakkında basında çıkan yazılardan bâzıları "Şükrü Saracoğlu ve Dönemi" isimli kitapta, oğlu Yılmaz Saracoğlu tarafından derlenmiştir.

Celse'de geçen, az kullanılan kelimelere gelince; İŞBÂ , "doyurma, doyma, doyum" demektir.
TAZARRU , "yakarma, yalvarma" demektir.
HALEF , "birinin ardından gelip onun makamına geçen kimse, ardıl, sonradan gelen, babadan sonra kalan oğul" demektir. HALİFE, bu kelimeden türemiştir.
CÂHİL-İ MÜREKKEP, "mürekkep câhilleri" demektir ki, "mürekkep yalamışlar"ın zıddıdır. Eskiden yazılar mürekkeple yazılır, yanlış olunca, yalayarak silinirdi. Bu yüzden çok okuyup yazanlara "çok mürekkep yalamış" denir.
FÂHİR , "şanlı, şerefli, onurlu, övünen, iftihar eden, parlak, gösterişli, güzel, övünülecek, iftihar edilecek, kıymetli, mükemmel" demektir. "bu toprakların fahri" "Bu toprakların iftihar vesilesi" demektir ki, rahmetli ATATÜRK kastedilmiştir... Onun "mukadderâtımız hakkındaki îkazı" ise, bakalım, neymiş!..

- "ASYA için, AVRUPA için bizim kanunumuz aynıdır: TAM BAĞIMSIZLIĞIMIZI KORUMAK!..
HER ŞEYİ TÜRK CEPHESİNDEN DEĞERLENDİRMEK!.."
(1921)

- "MİLLETİMİZİN YÜKSEK KARAKTERİNİ, YORULMAZ ÇALIŞKANLIĞINI, ZEKÂSINI, İLME BAĞLILIĞINI,
GÜZEL SANATLARA OLAN SEVGİSİNİ, MİLLİ BİRLİK DUYGUSUNU MÜTEMÂDİYEN
ve her türlü vasıta ve tedbirlerle birlikte besleyerek İNKİŞÂF ETTİRMEK, MİLLİ ÜLKÜMÜZDÜR!.."

- "Nasıl bakarken gözlerimizin farkında değilsek, ama bizim görmemizi sağlıyorsa,
ÜLKÜ de bütün davranışlarımızda, farkında olmadan yaşar ve bize yön verir."

- "Aynı iman ve kat'iyetle söylüyorum ki, MİLLİ ÜLKÜ'yü tam bir bütünlükle yürütmekte olan
TÜRK milletinin BÜYÜK MİLLET olduğunu, bütün medeni âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır."

- "İnsanlara MİLLİYET duygularını unutturup, onları bir "Dünya devleti" içinde
birleştirme düşüncesi, gerçekçi değildir!.."

- "Biz MİLLİYET fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve ilgisizlik göstermiş bir milletiz...
Bunun zararlarını, fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız!.."

- "Bilirsiniz ki, MİLLİYET nazariyesini, MİLLİYET ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan nazariyelerin
Dünya üzerinde tatbik kaabiliyeti bulunamamıştır... Çünkü târih, hâdiseler, müşâhedeler;
insanlar ve milletler arasında hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir...
Ve MİLLİYET prensibi aleyhindeki büyük ölçüde fiili tecrübeler rağmen,
yine MİLLİYET hissinin öldürülemediği ve yine yaşadığı görülmektedir."

- "Bâhusus bizim MİLLETİMİZ MİLLİYETİNDEN TEGAFÜL EDİŞİNİN ÇOK ACI CEZÂLARINI GÖRDÜ...
OSMANLI İMPARATORLUĞU dâhilindeki akvâm-ı muhtelife hep milli akidelere sarılarak,
milliyet mefkûresinin kuvvetiyle kendilerini kopardılar...
Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu,
sopa ile içlerinden kovulunca anladık...
Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi tahkir, tezlil ettiler... Anladık ki, KABAHATİMİZ KENDİMİZİ UNUTMAKLIĞIMIZMIŞ!.."
(25.3.1923)

- İtîrâfa mecburuz ki, şimdiye kadar hakiki, ilmî, müsbet mânâsıyla MİLLÎ bir DEVİR yaşamadık!.." (29.10.23)

- "DÜNYANIN BİZE HÜRMET GÖSTERMESİNİ İSTİYORSAK; EVVELÂ BİZ KENDİMİZE, BENLİĞİMİZE,
MİLLİYETİMİZE BU HÜRMETİ hissen, fikren, fiilen bütün ef'âl ve harekâtımızla GÖSTERELİM!.."

- "Bilelim ki, MİLLÎ BENLİĞİ OLMAYAN MİLLETLER, BAŞKA MİLLETLERİN ŞİKÂRIDIR!.. AV OLURLAR!"

- "Asla şüphem yoktur ki, TÜRKLÜĞÜN unutulmuş BÜYÜK MEDENÎ VASFI ve MEDENÎ KAABİLİYETİ,
âtinin yükselen medeniyet ufkunda bir GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR!.."

(29.10.33)

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'ni "ayaklar altına alma"ya yeltenenlere duyurulur!.. Ve esas ÜLKÜCÜ'nün Türkeş değil; ATATÜRK olduğu hatırlatılır!

(3) TURAN EMEKSİZ 1940 yılında Malatya'nın Yeşilyurt ilçesinin Gündüzbey köyünde doğmuştur. Demokrat Parti iktidârının Vatan Cephesi kurup ülke halkını ikiye bölmesi, daha sonra İstiklâl Mahkemeleri'ne özenerek Meclis'te bir Tahkikat Komisyonu'nun kurulmasına dâir kanunun kabul edilmesi üzerine, 28 Nisan 1960 sabahı İstanbul Üniversitesi bahçesinde düzenlenen protesto mitingi sırasında, öldürülen bir üniversite öğrencisidir.

Üniversite öğrencilerinin düzenledikleri bu miting sırasında, polislerin okul bahçesine girmeleri üzerine olaylar büyümüş ve Beyazıt Meydanı'na kadar genişlemiştir. Bu sırada polisler tarafından öğrencilere ateş açılmış ve Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz vurularak ölmüştür. Daha sonra 27 Mayıs İhtilâli olunca, "devrim şehidi" sayılmış, büyük itibâr görmüş, memleketi Malatya'da ismi bir caddeye ve bir liseye verilmiştir. Ancak 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında bu caddenin ismi Millî Egemenlik Caddesi, lisenin adı ise Malatya Lisesi olarak değiştirilmiştir. Caddenin adı yoğun istek üzerine 2013 yılında yeniden Turan Emeksiz yapılmış ancak, Lisenin adı Malatya Lisesi olarak kalmıştır.

İstanbul Üniversitesi öğrenci yemekhânesine de ismi verilmiştir. Ayrıca İstanbul'da bir şehir hatları vapuruna adı verilmiştir. Bu vapur şu anda Mudanya'da restaurant olarak kullanılmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü'nde anıtı, Cağaloğlu'ndaki Eminönü Halk Eğitim Merkezi önünde mermer bir büstü ile Malatya'da bir büstü daha bulunmaktadır. Gaziantep'te bir mahalleye, Ankara'da Irak ve Kanada Büyükelçiği önündeki sokağa ismi verilmiştir. Turan Emeksiz'in Malatya Atatürk Anıtı yakınındaki büstü, 12 Eylül öncesinde TÖB-DER ve sol görüşlü kişilerin yaptığı bir yürüyüş sonunda, Atatürk Anıtı önündeki saygı duruşu sırasında, az sayıdaki ülkücünün provokasyonu ile polisin kitleye müdahalesi sonucu çıkan karışıklıkta parçalanmış, yerine yenisi konmamıştır.

AKP iktidarına kadar 27 Mayıs 1960 ihtilâline pek ses eden olmuyordu. Hatta devrim sayılıyordu. 12 Eylül 1980 İhtilâli'ne de 2000'li yıllara kadar lâf eden olmazdı. Nedense sonradan bunlara "darbe" denmeye başladı. Sanki o dönemlerde devrilen siviller matah kişilermiş gibi!.. Hani derler ya, "kör ölür, bâdem gözlü olur. Kel ölür, sırma saçlı olur"... Bizim beş para etmez politikacılar da devrildikten sonra pek makbûl adamlar hâline gelir. 12 Mart 1971 Müdâhalesi'nde şapkasını bırakıp kaçan Demirel'in o utanç verici şapkası bile meşhur edilmedi miydi?..

Bütün bunlara rağmen biz, her ölen kişiyi hemen "şehit" ilân etme taraftarı değiliz. Kubilay'dan sonra Turan Emeksiz de Öbür Âlem'den "şehit olmadığı"nı bildirdi. Kubilay kendisinin "vazife kurbanı" olduğunu söylemişti. Bizce Turan Emeksiz de "kazâ kurbanı"dır. ŞEHÂDET mevzuunu daha önce teferruatıyla açıklamıştık.

Haa, dersiniz ki, 15 Temmuz gecesi ölenlerin durumu ne?.. Ben bilemem, ALLAH bilir. Ancak öleceklerini bile bile vatanı korumak için kurşunların, tankların üzerine gittikleri için, ötekiler de bile bile kasıtlı üzerlerin kurşun, bomba yağdırdığı için durumları farklı!.. Düşmanca bir tavır var karşılarında.

Artık Celse'nin son kısmını verebiliriz:

Varlık : Nâmık Gedik
Tarih : 21.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

İdâreci - Temas hâlinde misiniz?
Medyum- ..... Yaklaşıyoruz...
İ- Nereye yaklaşıyorsunuz? Muhterem'den ayrıldınız mı?
M- Çoktan!..
İ- Nerdesiniz?
M-... Durdurttular...
İ- Kim durdurttu sizi?
M- ... Namaz kılmakta olan birisi... Başı kıbleye çevrilmiş... Yolumun üstünde...
Vücudunu göremiyorum... Sâdece başını görüyorum, secde hâlinde ...
İ- Bu Muhterem'i tanıyor musunuz?
M- ... Yüzünü göremiyorum.
İ- Burada duralım mı?
M- ... Birden aşağı indim, burada durdurdular... Selâm verdi.
İ- ALLAH kabul etsin.
M- .... Gri bulut içinde... Yüzünde tül gibi bir şey var... Ayağa kalktı...
Yürümeye başladı... Bana yaklaşıyor... "Benim," diyor...
İ- Kimmiş bu muhterem?
M- ... "BENİM," diyor... Bağırıyor!...
İ- "Benim" demekle anlamıyoruz. Kimdir acaba?
M- ... Yüzünü açmıyor... Üşüyorum..... NÂMIK GEDİK... (4)
İ- Nâmık Gedik... Demin bizim masa tecrübesine gelen o muymuş, efendim?
V- "Benim" deyişimden neden anlamıyorsunuz?
İ- Evet, efendim. Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. ALLAH kabul etsin.
V- ... Sizi affetsin!...
M- ... "Arkamdan çok şüphe ediyorlar," diyor. "Onun için dua ediniz."
İ- Muhterem üstâdım, niçin intihar ettiniz?
V- Ben size cevap vermek için değil, Tebliğ'de bulunmak için geldim!
İ- Peki. Lûtfen Tebliğinizi söyleyiniz.
V- Dün Uhrevî Mahpes'ten beraat ederek çıktım. Bugün Tebliğ ettiler.
Menzil-i Maksut'uma gideceğim.
İ- Anlaşılmadı, tekrar ediniz.
V- Dün Uhrevî Mahpes'ten beraat ederek buraya geldim. Tebliğ ettiler.
Maksut Menzili'ne gideceğim.
İ- Niçin beraat ettiniz, efendim? Orası anlaşılamadı.
V- İki sebepten... Suçlular, mâsumların bugün lânetine uğramaya başladılar.
Ancak, vaktiyle bizim işlediğimiz günâh-ı kebâhiri, bizim cezâmızı vermek isteyenler
tarafından da, bu akşamdan itibâren işlemeye başladılar... Adâlet incinmektedir...
HÜKÜM GİYMEDEN SANIKLAR TEŞHİR EDİLMEZ!..
İ- Başka?... Bu kadar mı?
M- ..... Gitti...
İ- Peki, efendim. Sür'atle aşağı doğru ininiz.

(4) Demek ki Masa Celsesi'ne gelen varlık Nâmık Gedik imiş... Nurcular kendisini hiç sevmez... NÂMIK GEDİK 1911 yılında İstanbul'da doğmuştur. İlk ve orta öğreniminden sonra Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Dahiliye Hastalıkları Mütehassıslığı, Çine'de Hükûmet Tabibliği, Haydarpaşa Numûne Hastanesi Verem Pavyonu Mütehassıslığı, Muğla Hastanesi Baştabibliği, IX., X., XI. Dönem Aydın Milletvekili ile, aralıklı olarak 1804 gün Dâhiliye Vekilliği yaptı. Cumhuriyet târihinde Şükrü Kaya'dan (4028 gün) sonra en uzun süre İçişleri Bakanlığı yapan siyâsetçidir.

6-7 Eylül Olayları Gedik'in Dâhiliye Vekilliği döneminde gerçekleştiği için eleştirilerden payını almıştır.

Darbe tehlikesine karşı Adnan Menderes'e şehir dışına çıkması önerisinde bulunmuş ve 23 Mayıs günü Adnan Menderes Ankara'dan ayrılmıştır. Aynı öneriyi götürdüğü Celâl Bayar ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ndeki kalmayı yeğlemiştir. 27 Mayıs 1960 İhtilâli olduğu gün, tutuklu bulunduğu Harp Okulu'nun penceresinden atlayarak intihar ettiği öne sürülmüştür. İhtilâlci subaylarının ağır işkencelerine mâruz kalarak hayâtını kaybettiği ve bu cinâyete intihar süsü verildiği iddia edilmişse de, eşine eski harflerle yazdığı mektupta "dönüşü olmayan bir yola gittiğini" belirterek intihar etmeye karar verdiği anlaşılmış ve âilesi tarafından onaylanmıştır.

Namık Gedik evli ve iki çocuk babasıydı. Özellikle son İçişleri Bakanlığı döneminde sergilediği tutum ve uygulamaları dinci ve Nurcu kesimi rahatsız etmiş ve şikâyetlere konu olmuştur. İddiaya göre Said-i Kürdî'nin çok ağır hasta olmasına rağmen, Urfa’da kalmasına izin verilmemesi ve bu şehirden çıkarılmaya çalışılması, Namık Gedik'e karşı rahatsızlıkları daha da arttırmıştır

Burada enteresan olan husus, Varlığın ilk önce Masa Celsesi'ne gelmesi, "Medyum uyut" demesi, sonra Medyum aracılığıyla İrtibat'a geçip Tebliğini vermesidir. Daha önce belirttiğimiz gibi, bu Masa Tecrübesi 20-50 kg. ağırlığında çekmeceleri dolu bir büro masası ile yapılıyordu. Öyle küçük bir sehpa ile değil!.. O masa hoplıya hoplıya harfleri saydırarak Varlığın merâmını anlatmasını sağlıyordu.

Böyle dedik diye, hemen Masa tecrübesi yapmaya kalkmayın!.. Avra'da mutlaka bu işleri bilen tecrübeli ve bilgili birinin olması şart!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR