BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48

Hatırlıyor musunuz, Mustafa adlı Medyum'un daha önce görüştüğü bir Çamurlu Adam vardı. Kendini Çamurlar içinde hissetmesinin sebebi de bir adamı öldürmesi olarak tesbit edilmişti. Celse İdârecisi Telkinler'i ile Varlığı iyi düşünmeye, dua etmeye ve o Çamurlar'dan kurtulmaya iknâ etme çabasına girmişti... İşte bu sefer onunla başlıyacağız.

Varlık1 : Çamurlu Adam
Varlık2 : Seyit
Medyum: Mustafa
Celse İdârecisi: Fethi
Tarih : 2 Eylül 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Tevfik, Bülent, Metin, Gürol

İdâreci-(Medyum yükselip Varlık'la İrtibat'a geçtikten sonra) Merhaba... Nasılsın?
Varlık- İyiyim.
İ- Çamurlarla ilişkin kalmadı, değil mi?
V- Evet.
İ- Ne yapıyorsun şimdi?.. Yeni bir işin var mı?
V- ... Düşünüyorum...
İ- Neyi düşünüyorsun?
V- Geçmişi...
İ- İyi mi, kötü mü geçmiş sence?
V- .... Düşünmem lâzım.
İ- Neyi?
V- Geçmişi...
İ- Düşünmek bir mahzur değildir.
V- ... Ama ben haklıydım...
İ- Onu öldürmede mi?
V- Evet... Annemi öldürmüştü.
İ- ??? Annenizi mi öldürmüştü?.. Memnun olmuş muydunuz annenizi öldürdüğü için?
V- Hayır!.. Onu onun için öldürdüm.
İ- Peki, onun çamurları falan var mıydı?
V- Hayır.
İ- Erkek miydi, kadın mıydı?
V- Erkek.
İ- Onun âilesi yok muydu?
V- Yok... Evimize hırsızlık için girmişti. Orda öldürdü annemi... Sonra ben onu öldürdüm.
İ- Fakat onun da tanıdıkları, onun da sevenleri vardı. Onlar da senin kadar üzüldüler, değil mi?
V- ... Bırakalım...
İ- Peki... Bize birşey söylemek ister misin?
V- ... Daha iyi konuşursunuz Yurı'da.
İ- Farketmez... Size birşey sorabilir miyim?.. Bu Medyum'la Fizikî Tezâhürat Çalışmaları
yapmak istiyoruz. Masa Celseleri... Bunlarda senin yardımını da rica edecektik.
Kabul eder misin?
V- ... Çalışırım...
İ- Bu gece de olur mu?
V- Olur.
İ- Kaldırabileceğini zannediyor musun masayı?
V- ...Çok zayıfım.
İ- Yukardakiler'den sana güç vermelerini rica et.
V- ... Çalışırım...
İ- Peki... Müsaade edersen, şimdi yükselelim.
V- Peki...
(Gerekli Telkinler verildi, Medyum yükseldi, bir Varlık'la Temâs'a geçti.) ...

Ama daha önce söyliyeceklerimiz var... Evvelden de belirtmiştik, Medyum'la da, Varlık'la da ya "siz" diye, ya da "sen" diye hitap ederek konuşmalı... Medyum'la olabilir de, Varlık'la "sen" samimiyetine hemen girmek doğru olmaz. Hele Üstün bir Varlık ise hiç olmaz... Bir de anladığımız kadarıyla öğrenci olan Medyum, kaldığı Yurt'ta da kendi başına çalışma yapıyormuş, ki hiç doğru değildir. Kontrolsuz, İdâreci'siz çalışma olmaz!

Medyum "yükselecek" ama İrtibat'a geçeceği Varlık Yüksek mi, bilinmez... Tedbirli, dikkatli olmak lâzım.

İdâreci- Sür'atle yükseliniz.
Varlık2- .... Hoşgeldiniz.
İ- Hoşbulduk.
V- Ben SEYİT...
İ- ... Evet, dostum. Sizi dinliyoruz. Bize şimdi söz verdiğiniz gibi kimliğinizi
tafsilâtlı olarak anlatır mısınz?
V- TRABYA, Şam dolaylarında bir bölgenin adıdır. Orada yaşadım.
İ- Fakat bulamadık biz bunu...
V- ... Ben tüccardım...
İ- Hiçbir atlasta bulamadık.
V- Ben tüccardım... 1500 senelerinde...
İ- Ne ticâreti yapardınız?
V- Alış-veriş... Kervanlarla...
İ- Hevale'yi tanıyor musunuz?
V- ... Size "tanıyorum" derim ama, fazla birşey söyliyemem.
İ- Nerden tanıyorsunuz?
V- Birçok yerden.
İ- Dünya hayâtınızda karşılaşmış mıydınız?
V- Evet... Evet ama, pek hatırlamıyorum.... Bilmiyorum, Dünya hayâtımızda karşılaştık mı?..
Hatırlıyorum bir yerden... Kat'i birşey söyliyemiyeceğim. Dünya hayâtında karşılaştık mı,
karşılaşmadık mı... bilmiyorum.
İ- Peki, o Taraf'ta???
V- Bu Taraf'ta "evet" diyebilirim.
İ- Nerede karşılaştınız? Yâni, nasıl oldu bu?
V- ... Rüzgârların karşılaşması gibi... Meselâ, iki rüzgâr ters taraftan geliyorlar...
Birbirlerinin içinden geçip gidiyorlar... Bu şekilde...
İ- Hayır, ben "Ne fırsatla, ne vesileyle karşılaştınız?" diyorum.
V- ... Tesâdüf...
İ- Bizim Celselerimiz'de mi karşılaştın?.
V- Hayır.
İ- Şimdi kendisinin ne yaptığını biliyor musunuz?
V- ... Onun yeni bir vazifesi var. Medyum'la berâber...
İ- Nedir o vazife, bize açıklıyabilir misin?
V- Ona yardım ediyor.
İ- Ne işte?
V- Onun çok sıkıntıları var... Medyum'un...
İ- Şu anda öyle mi?
V- Şu anda ve yaşadığı hayatta... Çok sıkılıyor... İntibak etmesi zor olmuş...
Oraya... gittiği yeni yere... Bilmiyorum, şimdi ne yapıyor?...
İ- Soramaz mısın Hevale vâsıtasıyla?.. Bu çok önemli bizim için... İnanmıyanlara açıklıyabileceğimiz
iyi bir delil olur, öğrenebilirsen ne yaptığını şu anda Medyum'un.
V- ... Size "kitap okuyor" diyebilirim...
İ- İsmi ne kitabın? Öğrenebilir misin?
V- ... Kırmızı-yeşil ciltli bir kitap...
İ- Peki, kendisine bizim şu anda onunla ilgilendiğimizi hissettirebilir misin?
Hevale dostumuz vâsıtasıyla...
V- ... Çok zor...
İ- Peki, Hevale'den rica etsen???
V- ... Hevale burda değil... Hayır...
İ- Peki. Biz mi soralım, siz mi koruşursunuz, üstâdım?
V- ... Soldan ikinci arkadaşın soru sormak isteği var... Soru mu sormak istiyorsun?
Soldaki Bey- Hayır.
V- Olabilir.. Geçelim... Evet, soru sormak isteyen varsa... Yalnız sorulacak olan
soruların çeşidi hakkında ben şimdi birşey söylemek istemiyorum. Fakat sizin bilmenize
güvenerek bu soruların çeşidinin normal olmasını istiyorum. Ne demek istediğimi biliyorsunuz.
Meselâ, sorun... Birşeyi anlatmamı isteyin... Dilimin döndüğü kadar anlatayım.
İ- Müsaade edersen, ben sorayım önce... Medyum ilk yükselişinde yeşillikler içinde
canavar gibi bir kadın görmüştü. Bu kadın reel bir Varlık mıdır?
V- Evet.
İ- Peki, niçin bu şekilde gördü Medyum? Böyle korkunç olarak?
V- Bir kadın mı dediniz?
İ- Evet. Yeşillikler içinde sarı saçlı...
V- Ben size "reel" dedim ama, pek bunun hakkında bilgim yok.
İ- Bizim için öğrenmen mümkün değil mi?
V- Evet.... Bir dakika... Medyum kendi kafasında yarattığı çok ağır, rûhî baskılar
altında eğiliyor. Kendi kafasında olmayan şeyler yaratıyor. Düşünce hafsalası
çok geniş... Olmayan şeyler yaratıyor, korkuyor... Korku onun bilgisizliğinden ileri geliyor.
İ- Peki, bu reel miydi yâni?
V- Tam olarak değil... Anlatabiliyor muyum?... Onun süslediği bir Varlık.
İ- Peki, bu Varlık nasıl biridir? Böyle kötü biri mi?
V- O size yanaşmayacak bundan sonra... Biz onu engelliyeceğiz. Çünki sizin bir gâyeniz var.
En kısa yoldan giitmeniz, vakit kaybetmemeniz lâzım.
İ- Peki... Bir de ilk yükselişinde bu Medyum, âniden çok parlak bir yere geldi.
Bu parlaklık neydi acaba?
V- Karanlık bir odaya birden girip bir kibrit yakarsanız, ne olur?.. Gözünüz kamaşır....
Onun gibi birşey...
İ- Peki... Medyum tek başına gezdiğinde; dönen, gülen, azarlayan üç kişi gördü.
Bunlardan hangisi sizsiniz acaba?
V- Hiçbiri...
İ- Peki, bunlara ne zaman çıkacağız?
V- Çıkmayacaksınız... AŞAĞIDALAR...
İ- Niye atladık acaba bu kadar kişiyi?
V- Her şeyin bir sırası vardır. Mutlaka onlara rastlamak şart değil.
İ- Peki, onlar kimlerdi?...Meselâ o döneni çok merak ettik.
V- Gene Medyum'un kafasında yarattığı birşey... Belki bir dönen ışığı, dönen bir insana benzetti.
Dönen beyaz parlaklığı dönen insana...
İ- ??? Ötekiler de, hepsi hayâl mahsûlü müydü yâni?
V- Şimdi ben size tam olarak "hayâl mahsûlü" demiyorum... Bunlar Varlık... Varolan şeyler...
Fakat Medyum'un KAFASINDA onun arzusuna göre ŞEKİLLENMİŞ...
İ- Peki, sizin söyledikleriniz de böyle bir değişikliğe uğruyor mu?
V- Hayır. Şimdi ben onu doğrudan doğruya, yâni sizin anladığınız mânâda sizinle konuşuyorum.
Medyum burada karışmıyor. Biz onu kullanıyoruz sâdece, o kadar.
İ- Peki, nasıl kullanıyorsun? Bize bu işin mekazinmasını anlatabilir misin?
Meselâ, sen ne yaptığın için, o ağzı vâsıtasıyla söylüyor?
V- .... Geçelim... Bu şekilde sorular sormayın.
Tevfik Bey- Ben 1964 senesinin Eylül ayının son Pazartesi'nin ayın kaçına denk geldiğini
öğrenmek istiyorum.
V- Açın takvimi, bakın.
Tevfik Bey- Haa, bir takım takvim hesapları var... Meselâ 100 yıllık olanlar.
Onlardan birşey çıkaramıyorum. Acaba kesin olarak söyliyebilir misiniz?
V- Siz denemek mi istiyorsunuz?.. İnanmıyanlar gidebilir! Burası oyuncak yeri değil!..
Burası... Size de hak veriyorum... Herkesi, her fikri, her yeni şeyi öğrenmek
onların da böyle şeylere karışmasını ve onlarında belki bir parça faydası olur diye düşünüyorsunuz...
Fakat karışık zihinleri beğenmiyorum. Onların ne düşündüklerini gâyet iyi biliyorum.
Buna göre, bundan sonra dikkatli olun! Belki bu son görüşmemiz olabilir.
Bundan sonra da hiç bir şekilde Medyum'a müsaade etmeyiz.
İ- Bu neden oldu böyle?
V- Düşüncelerden.
İ- Güzel ama, biz burada ispat gâyesiyle toplanmış bulunuyoruz.
V- Neyin varlığını ispat etmek istiyorsunuz?
İ- Ruh'un varlığını.
V- Kime?
İ- Herkese!.. Biz Ruh'un varlığına inanıyoruz. Fakat herkes bu olaydan dolayı Ruh'a inanmaz.
Kesin delillere ihtiyaç gösterir onların inanması.
V- Onlar ALLAH'ı gözle görebilirler mi?.. İşitebilirler mi?.. Ama sâdece hissederler.
Bu da onun gibi birşey... En büyük Varlık, O'na inanıyoruz. İnanmıyanlar çok!
Sâdece küçük birer taşız bu yapıda.

Bugünlük bu kadar yeter. Dönün geriye!.. Sizi sâdece sizin için affediyorum.
İ- ???
(Medyum'a ayrılmasını emreder, inerken Çamurlu Adam'la karşılaşır.)
Çamurlu Adam- Çok yanlış hareket ettiniz. Çok yanlış!.. İstemezdim böyle olmasını...
Siz hiçbir şeyi hesaplı yapmıyorsunuz. Herşey önceden hazırlanmalı!
Siz boşuna vakit kaybediyorsunuz,
İ- Bize vaadettiğini yapacak mısınız?
V- ... Masa... Valla, şimdi kimseden yardım isteyemem... Yardım değil de... Belki ederler...
Deneyelim... Ama size söz veremem...
Uyandırın. Yarım saat sonra... Tam yarım saat...
(ayrıldı. Medyum indirildi.)

Sondan başlayarak Celse Tetkiki'ne girişelim... Varlık çok basit bir sual üzerine sinirlenerek ve tehditler savurarak cevap verdi. Bu Vasat-altı, hattâ Geri bir Varlık olduğunun bâriz işâretidir. "Sizi sâdece sizin için affediyorum" demesi de öyle... Gençler affedilecek ne kusur işlediler ki?.. Evet, Varlığı denemek istediler, ama bu onların ve bizim en tabii hakkımız... Buna tahammül edemiyen hiçbir Varlık karşımıza çıkmasın!.. Sonra yukardaki "Bu son görüşmemiz olabilir. Bundan sonra da hiç bir şekilde Medyum'a müsaade etmeyiz" tehdidi... kendisi görüşmek istemiyebilir, ama başkasına müsaade edip etmemek onun yetkisinde mi acaba?.. Değil!.. Hele Medyum'un çalışmasına müsaadesi söz konuşu hiç değil!..

Sonra SEYİT adlı bu Varlığın, Medyum'un karşılaştığı diğer Varlıklar hakkında söyledikleri de müphem... Evet, Medyum, Âhıret Âlemi'ni, bulunduğu Ortam'ı, karşılaştığı Varlıklar'ı kendi ne has bir şekilde algılar ama, Varlığın onların "hayâl mahsûlü" olup olmadığına bir türlü karar verememesi de, birşeyleri saklamak istediğinin belirtisi... Bizce bu saklanan husus Medyum'un henüz Karanlık Tabakalar'da olması, oradaki Varlıklar'dan rahatsız edici tesirler alması, ama o Varlıklar'ın bulundukları Vasat'ı yüksek göstermek için bir takım İmajlar vermesi, parlak ışık, dönmeler gibi... Sarı Saçlı Kadın için "O size yanaşmayacak bundan sonra... Biz onu engelliyeceğiz" demesi... Sanki bir kudreti varmış gibi...

Seyit'in diğer Medyum Cengiz hakkında söylediklerini güvenilir bulmuyoruz.

Hâlâ emin değiliz Çamurlu Adam ile Seyit'in ayrı birer Varlık olduğundan... AşağıdaKİ Celse'de Seyit hakkında bir değerlendirme yapılıyor. Yapan Varlığın seviyesi tartışmalı ama, söyledikleri Seyit'in Geri Varlık olduğu hususunda bizi destekliyor.

Medyum'un ilk dinleyişte TRABYA gibi telâffuz ettiği kelimeyi bulamadığımızı belirtmiştik. Ancak Dikkatli dinleyip anaştırınca nce kelimenin Trabya değil; Türkiye sınırındaki TEL ABYAD olduğunu, ve Suriye'deki bir yerleşim yerinden bahsettiğini anladık. Bu da Varlığın kendisi hakkında verdiği bilgilerin bir kısmının doğru olduğunu gösterir.

Genç Celse İdârecisi ve arkadaşları, her yeni Spiritualist grup gibi Ruh'un varlığını, ölümsüzlüğünü, Âhıret Âlemi'nin olduğunu ispata çalışır. Ama bunlar imân meselesidir ve DİN konusudur. Unutmıyalım, BİLİM gördüğüne inanır, DİN ise görmediğine!.. Bu konularda bilimsel ispat mümkün değildir. herkes kendine göre bir delil bulursa inanır, bulamazsa inanmaz.

Bizim işimiz inananlarla!..

***


Bu sefer dostumuz genç Celse İdârecisi'nin bir Celse'sini baştan itibâren nakledeceğiz. İbret ve ders olsun, öğretici olsun diye...

Etrafta Ruhçu, MEDYUM, Spiritualist diye dolaşan câhillerden gına geldi. Hem bir OPERATÖR (Celse İdârecisi) nelerle karşılaşır, onu göstermek için... hem de bir CELSE İNCELEMESİ nasıl yapılır, Varlığın seviyesi nasıl tesbit edilir, TEBLİĞ diye alınanlar nasıl incelenip değerlendirilir, ona örnek vermek için...

Varlık : Yesârî Dede
Medyum: Muharrem
Celse İdârecisi: Fethi
Tarih : 11 Eylül 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Hayri, Güzin, Necmi

İdâreci- Ruh ve beden münasebetleriniz gevşiyor... Yükseliyorsunuz...
Yukarıya doğru sür'atle yükseliyorsunuz...
Sür'atle çıkıyorsunuz......
Neler görüyorsunuz?
Medyum- .... Karanlık... SİMSİYAH her taraf... Zindan gibi... Koyu bir renk...
İ- Yükseliniz... Daha sür'atli yükseliniz....... Neler görüyorsunuz?
M- ... Etraf yavaş yavaş aydınlanıyor SANKİ...
İ- Nasıl yâni?... Beyazlaşıyor mu?
M- Hayır... Aydınlık ama renk eflâtunumsu GRİ...
İ- Yükseliniz... Daha sür'atli bir şekilde yükseliniz.
M- ...... Şimdi mor-mâvi karışımı deniz gibi bir şeyin içinde uçuyorum...
Etrafımda kaçışan beyazlı noktalar görüyorum...
Tıpkı kar tâneleri gibi uçuşuyorlar...
İ- Yükseliniz.
M- ... Kulağıma birşeyler fısıldıyor birisi...
İ- Kim?
M- Bilmiyorum.... Ben onu görmüyorum... Etraf yemyeşil... Ton ton, renk renk yeşil...
Gördüğüm sâdece binlerce çeşit yeşil...
İ- Peki, ne fısıldıyor sana?
M- ... "Sâdece ALLAH'ı düşün," diyor... "Yoksa burdan YUKARI çıkmak senin için
imkânsız olur."
İ- Kimmiş bu sesin sâhibi?
M- ... Söylemiyor... "Ne önemi var" diyor, "ismin?"...
Varlık- Size Yukarı'daki değil mi lâzım olan? Benimle vakit geçirmeyin. Yükselin!..
İ- Yükselmenize devam edin.
M- ... Çok parlak... Çok!... Bakamıyorum... Gözlerim yanıyor... Gözlerim!...

(Medyum gözlerini oğuşturur.)
İ- Son derece rahatsınız... Rahatlıkla bakabilirsiniz.
M- ... ALLAH!... Dâima ALLAH'ı düşünmeliymişim rahat edebilmek için burada...
... Bunu bana söyleyen YESÂRÎ DEDE'ydi.... Aydınlık meğer oymuş...
Gözüm alışınca seçebildim... Öptüm elini...
İ- Yanında kimse var mı?
M- Yok... Bir aydınlık ve içinde YESÂRÎ DEDE... Başka kimse yok... Gülümsüyor...
Güneş gibi yüzü... Sevimli...
İ- Bu gece bizimle görüşecek mi kendileri?
M- ... Bu akşam o çok kısa kalacakmış yanımızda... Daha çok YUKARI'da görüşme
yapılacakmış... Yesârî Dede okşuyor yanaklarımı... "Bak," diyor, "Sen iyi bir çocuksun.
Ama niye bizleri unutuyorsun?" ... Ben de diyorum ki, "Yok, Yesârî Dede, seni
ne zaman unuttum?" .... Haaa, şimdi anlaşıldı... Yesârî Dede, "Niye bizler için dua
etmiyorsun?" demek istemiş.
İ- Şimdi kendisiyle Direkt İrtibat'tasınız.
V- .... Merhaba!... Merhaba ihvân-ı ruhânîde hâzır bulunan gönüller!..
İ- Merhaba üstâdım. TANRI sizden râzı olsun. Hoş geldiniz.
V-

Halkın artık eksiğine kıylimiz yoktur bizim
Kimseye tâ'anetmeye hiç dilimiz yoktur bizim
Lâmekândan gelmişiz,
hiç ilimiz yoktur bizim
Bu fenâ gülzâra hergiz meylimiz yoktur bizim.

Her seher bülbül gibi nâlân olan anlar bizi
Hamr-ı rûy-i yâr ile sekrân olan anlar bizi
Katresin bahr eyleyip, umman olan anlar bizi
Vâkıf-ı esrâr olup, hayran olan anlar bizi
Anlamaz hayvan olan,
hayran olan anlar bizi!

Şimdi benim size bir tavsiyem var... Muvaffak olmak istiyorsanız bir işte, sâdece ALLAH'ı düşünün!..
Ondan başka yardımcınız olmasın!.. O yardımcı bir umman, biz ufacık bir damla...
İşte mârifet o damlayı ummana kavuşturmada...
İ- Bu şiir kimin şiiridir acaba?
V- Efendim, bu şiirimiz lâmekân âleminde bize gelen Lûtf-u HÜDÂ'dır...
TANRI aşkının alev gibi göğsümüzden fışkırmasıdır.

Çok sabrettik, artık burada duracağız... Neden "sabrettik" diyorum?... Çünkü ilk şiir geldiği andan itibâren Varlığı değerlendirebileceğimiz bir takım doneler elimize geçmeye başlamıştı...

Aslında daha önce de vardı. Medyum'un KARANLIK'tan AYDINLIĞA geçişi, ton ton yeşiller görmesi, ALLAH'tan bahsetmesi, Medyum'un daha yükselmesini istemesi gibi... Bunlar müsbet işâretlerdi.

Ancak daha evvel de "bir Medyum'un önce Geri bir Varlık'la karşılaşması, sonra yükselir gibi olup Üstün bir Varlık diye aynı Geri Varlık'la İrtibat'ının sürmesi" gibi durumlara muhatap olmuştuk. O yüzden o işâretler yeterli değildi.

YESÂRÎ DEDE ismi çok câzip... Üstün bir Varlık intibaı veriyor... Ama isim yeterli değil!.. Şiirlere bakıyoruz, birincisi 15 heceli, aruz vezni ile kafiyeli bir şiir... Şimdi burada iki husus var ki, araştırılması gerek. İlki, şiir Âhıret Âlemi'nden mi, yoksa bir şâirin Dünyâ'da iken verdiği bir şiir mi?.. İkinci husus; vezin-kafiye tutuyor dahi olsa, derin mânâlı mı, yoksa safsata yüklü mü?

Dünyâ'da bilinen bir şiir ise, hiç ehemmiyeti yok!.. 5 yaşındaki bir çocuk bile bir şiir ezberleyip okuyabilir. Onun için Ruhlar'la İrtibat kurmaya gerek kalmaz!.. Mânâsız, saçma sapan kelimelerle dolu bir şiir müsveddesi ise, yine bir işe yaramaz. Varlığın aleyhine puandır bunlar...

İlk kıt'a bize tanıdık geldi. Ayrıca kelimelerine baktık, KîYL "söz" demek...
İHVAN , "yakın dostlar, arkadaşlar, eynı okul veya tarikattan olan kimseler, sâdık, samimi candan dostlar. kardeş gibi olanlar" demek.
RÛHÂNÎ , "Ruh'la ilgili, din ve mezhep işlerini ele alan, bunlarla ilgili bulunan kimse veya heyet, dinî bir havası olan, mânevî; cismâni karşıtı, gözle görülmeyen" gibi anlamları var. Böylece İHVÂN-I RÛHÂNÎ, "Ruhlar'la ilgilenen dostlar" mânâsına geliyor ki, güzel bir ifâde...
TÂ'ANETMEK "çok söğmek" ,
LÂMEKÂN "mekânsız" ,
FENÂ hem "kötü", hem de "Dünya" demektir...
GÜLZÂR "gül bahçesi" ,
HERGİZ "hiçbir vakit, hiçbir sûrette" ,
MEYL "eğilim" demektir...

Bunları birleştirince şiir güzel mânâlı... Amma, birisi onu Dünyâ'da iken yazmış!.. Kim yazmış, biliyor musunuz, NİYAZÎ-İ MISRÎ adındaki meşhur şâir ve mutasavvıf!..

İkinci kıt'a da aynı şâirin... 15 heceli, aruz vezinli, üslûbundan, mısra sonu kafiye dizişinden belli... Yine de kelimelere bakalım, şiiri anlayalım, gönlümüz hoşnut olsun... NÂLÂN . "ağlayan" demek.
HAMR "arpalama, ekşi, şarap benzeri mayalanmış içki olup sarhoşluk veren şey, ateşli hastalık" gibi anlamları var... Burada "şarap" mânâsına kullanılmış.
SEHER , "sabahın gün doğmadan önceki zamanı, tan ağartısı" demek.
RÛY , "Yüz, sima" demek RÛY-İ YÂR "sevgilinin yüzü" anlamında.
SEKRÂN , "sarhoş" demek.
KATRE , "damla" ,
BAHİR , "deniz" ,
UMMAN , "büyük deniz, okyanus" demek.
VÂKIF , uzun "A" ile... "Bilen, farkında olan" demek... Kısa "A" ile olursa VAKIF olur, "bağış kurumu" demektir. VÂKIF derseniz, "vakıf kuran" anlamındadır. VÂKIF , "bilen" anlamına da gelir,
ESRÂR , "sırlar, gizler" demektir. VÂKIF-I ESRÂR "sırları bilen" anlamındadır.

Tabii, anlamışsınızdır, ikinci kıt'a da NİYAZÎ-İ MISRÎ'nin!.. Yalnız mısralar yer değiştirmiş!.. Siyah yazılı kelimeler de farklı... Esas şiir de terkib-i bent... Yâni beş mısralı kıt'alardan oluşuyor... Şöyle ki,

Hamr-ı rûy-i yâr ile sekrân olan anlar bizi
Katresin bahr eyleyüp umman olan anlar bizi
Câhil anlamaz, zev'il-irfan olan anlar bizi
Vâkıf-ı esrar olup, hayran olan anlar bizi
Anlamaz hayvan olan, insan olan anlar bizi!

Halkın artık eksiğini gördüğümüz yoktur bizim
Kimseye tan etmeğe hiç dilimiz yoktur bizim
Lâmekândan gelmişiz biz, ilimiz yoktur bizim
Bu fena gülzâra asla meylimiz yoktur bizim
Her seher bülbül gibî nâlân olan anlar bizi!

NİYÂZÎ-İ MISRÎ'nin asıl adı Muhammed olup, 8 Şubat 1618'de Malatya'nın şimdiki adı Soğanlı köyü olan İşpozi kasabasında dünyâya gelmiştir. Babası, yörenin önde gelenlerinden Nakşıbendiyye tarikatı mensubu Soğancızâde Ali Çelebi'dir. Niyâzî ve Mısrî ise mahlâslarıdır. Mısrî mahlâsı tahsilini Mısır'da ya?tığından dolayıdır.

Muhammed Niyazi, Malatya'da, önce İslâmî ilimlere ait temel bilgileri, sonra da medrese tahsiline başlayıp, Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf ilimlerini öğrendi. Medreseden icâzet alıp çıkınca, çeşitli câmilerde verdiği vaazlarla halkın dikkatini çekti. Bu arada Malatya'daki Halvetî şeyhi Hüseyin Efendi'ye intisab edip feyz aldı. Hüseyin Efendi'nin kısa bir süre sonra vefat etmesi üzerine anne ve babasından izin alıp uzun bir seyahate çıktı. Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdat'a gidip bir müddet burada ilim tahsil etti.

Burada tahsilini tamamladıktan sonra Mısır, Kahire'ye gelen Muhammed Niyazi, Şeyhuniyye denilen yerde Kadiriyye tarikatı büyüklerinden bir zâtın dergâhına yerleşti ve talebesi oldu. Hocasının bereket ve himmetiyle kemâle erdi. Mısır'da uzun yıllar kalarak ilmini ilerletti ve Câmiülezher'de ders verdi. Mübarek günlerde câmilerde vaaz etti.

1646 yılında İstanbul'a gelen Muhammed Niyâzî, Sultanahmed civârındaki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhı'na yerleşti ve uzun süre riyâzette kaldı. Sonra devrin tanınmış âlim ve mutasavvıflarıyla görüştü. Mısır'da uzun yıllar kaldıktan sonra İstanbul'a geldiği için, buna nisbetle Niyâzî-i Mısrî diye tanındı.

Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra da Bursa'ya geçen Niyâzî-i Mısrî, Ulu Câmi yakınlarındaki bir medreseye yerleşerek inzivâya çekildi. Halkın isteği üzerine, Şeker Hoca Câmii'nde Cuma geceleri vaaz verdi. Buradan Uşak'a geçerek, Elmalılı Şeyh Yusuf Sinan'ın halifesi Şeyh Mehmed'in dergâhına yerleşti. Daha sonra Ümmî Sinan'la tanışarak bütün varlığıyla ona bağlandı. Hocasıyla berâber Elmalı'ya gidip vaazlar verdi, dergâhın hizmetlerinde bulundu.

1655 yılında Halvetî Şeyhi Sinân-ı Ümmî'den hilâfet alarak irşâda mezûn kılındı. Bir müddet sonra tekrar Uşak'a oradan da Çal ve Kütahya'ya geçen Niyâzi-i Mısri, hocasının vefat haberi üzerine Uşak'a tekrar döndü. Fakat üzüntüsünden burada kalamayıp Bursa'ya gitti.

Bursa'ya yerleşerek burada evlenen Niyâzî-i Mısrî, Ulu Câmi'de devamlı vaazlar verdi. Şöhreti bütün ülkeye yayıldı. 1665'te Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa'nın dâveti üzerine Edirne'ye gitti. Dönüşte İstanbul'a uğradığında, bâzı câhillerin tasavvuf aleyhine estirdikleri hava sebebiyle, Sultan IV. Mehmed, âlimler ve tasavvuf büyükleriyle Devlet erkânının da toplandığı bir gün Ayasofya Câmii'nde vaaz verdi. Bu vaazında "tasavvuf yolunun hak olduğunu, tasavvuf ehlinin yaptıkları zikrin İslâm'a aykırı olmadığını" en açık şekilde izah etti. Tekrar Bursa'ya döndü. Bu günlerde şeyhi Uşaklı Mehmed Efendi'nin vefâtı üzerine Halvetiyye yolunun Mısriyye kolunu kurarak irşâda başladı.

Sultan IV. Mehmed, Kamaniçe Seferine çıkmadan önce, Niyâzî-i Mısri'yi ordunun mânevi gücünü yükseltmek gâyesiyle Edirne'ye dâvet etti. Niyâzi üç yüz talebesiyle berâber Edirne'ye gidip sefere katıldı. Seferden dönüşte Edirne'de verdiği vaazlar sebebiyle iftirâya uğradı, 1673'te Rodos Adası'na sürgün gönderildi.

Dokuz ay sonra, 1674'te Rus Savaşı çıkınca, halkı sefere teşvik için, talebeleriyle, Edirne'ye geldi. Savaş sonrasında verdiği bir vaazda, savaşların millet ve devlet üzerindeki acı tesirlerini anlatması yanlış anlaşılarak, rikâb-ı hümâyun kaymakamı tarafından önce Gelibolu'ya, oradan da Limni Adası'na sürgün edildi.

Limni'de 1677'den başlayarak onbeş yıl boyunca çileli bir hayat yaşadı. Vefâtından bir yıl önce 1692 yılında affedilerek Bursa'ya, oradan da Edirne'ye geldi. Selimiye Câmii'nde vaaz ederken Devlet işleriyle ilgili söylediği bâzı sözler yüzünden tekrar Limni'ye gönderildi. Adaya gelişinden bir kaç ay sonra 1693 senesinde bir Çarşamba günü kuşluk vakti vefat etti ve oraya defnedildi. Türbesi ziyâretgâhtır.

Türkçe ve Arapça manzum ve mensur pek çok eseri bulunmaktadır. Aruz ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde genellikle Nesimî ve Fuzûlî'nin; heceyle yazdığı şiirlerinde ise Yunus Emre'nin etkisinde kaldığı görülür.

Niyâzî-i Mısri'nin menkıbevî hayâtı esas alınarak ünlü yazar Emine Işınsu Öksüz tarafından yazılan muhteşem bir roman şeklindeki biyografisi "Bukağı" adı ile önce Ötüken Yayınları arasında, daha sonra ise Elips Kitap yayını olarak çıkmıştır.. Niyâzî-i Mısrî Divânı'nın şerhli basımı ise Akçağ Yayınları tarafından yayınlanmıştır. ûevrinin Vahdet-i Vücud görüşüne mensup kişilerinden de biridir.

Türkçe Eserleri
1. Divân
2. Mecmuaları
- Süleymâniye Kütüphânesi Reşid Efendi 1218 numaradaki mecmua.
- Bursa Sultan Orhan Kütüphânesi 690 no"lu "Mecmuâ-i Kelimât-ı Kudsiyye" diye adlandırılan mecmua.
3. Risâleleri
- Risâle-i Devriyye
- Risâle-i Es(ile ve Ecvibe-i Mutasavvufâne
- Risâle-i Eşrâtü's-Sâat
- Tâbirnâme
- Risâle-i Haseneyn
- Risâle-i Hızriyye
- Risâle-i Arşiyye
- Vahdetnâme
- Risâle-i İâde
- Risâle-i Nokta
- Akîdetü'l-Mısrî
- Risâle fî Devrân-ı Sofiye
- Etvâr-ı Seb'a
4. Şerhleri
- Şerh-i Esmâ-i Hüsnâ
- Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre
5. Mektupları
6. Kendisine Âit Olduğu Söylenen Diğer Eser ve Risâleler
- Lübbü'l-Lüb ve Sırru's-Sır
- Cenâb-ı Hakk'ın her şeyi muhit olduğu hakkında risâle
- Elğâz-ı Sofiye
- Risâle fî işâreti'l-vâkıât fi'l-fâtihati'ş-şerîfe
- Risâle-i usûl-i tarikat
- Usûl-i tarikat ve rumûz-i hakikat
- Eşrefoğlu Rûmî'ye ait beyitlerin şerhi
- Bir beyitin şerhi
- Tefsir-i duâ hakkında risâle
- Ahvâl-ı tarîkat-ı Hak
- Tuhfetü'I-Uşşak ve Tuhfetü'l-Müştâk
- El-levâyih-î suâl-i Şeyh Mısri
- Güneşin mağribden nasıl doğduğu hakkında risâle
- Risâle-i îmân-ı taklidî ve tahkikî
- Tâbîr-i sadâ-yı nâkûs
- Risâle-i fî tasviri'l-ecsâm ve'l-erhâm
- Risâle-i târîhiyye
- Cüz-i lâ yetecezzâ
7. Yazdığı Tefsirler
- Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf
- Tefsîr-i innâ eradna'l-emânete
- Tefsîr-i lem yekünıllezîne keferû
- Allâhu nûru's-semâvâti ve'lard
- Tefsîr-i âyet-i İz kale rabbüke
- Tefsîr-i âyet-i innallahe

Niyazi Mısri Arapça Eserleri

Mevâidü'l-irfân
Devre-i Arşiyye
Tesbî-i Kasîde-i Bür'e (Bürde)
Tefsîr-i Fâtihatü'l-Kitâb
Mecâlis

Demek ki, o iki kıt'a şiir kime âitmiş?.. Büyük mutasavvıf Niyâzî-i Mısrî'ye... Peki, nasıl oldu da Medyum'un ağzından döküldü?.. Cevâbı ilerde vereceğiz. Biz bu uzun ve önemli izahattan sonra Celse'ye devam edelim:

Varlık- Bir tâne daha verelim... Ama kısa olacak bu... RUMÎ'den... Bakınız, Hazret ne diyor?..

Aşktan alarak nurunu sen ruhuma akset
Gel, zikr-i ilâhi ile gönlüm gibi rakset

Ben vecde gelibsem duyarak neş'eyi gamda
Gel, aşkta semâ, candaki cânân ile sohbet!

Bu gece ben bu kadar vereceğim. Şimdi siz biraz daha yükseliniz... HAZRET'in huzuruna kadar...
İdâreci- Allahaısmarladık.... Sür'atle yükseliniz...
V- Güle güle...

Bu verilen üçüncü kıt'aya gelince, hiç düşünmeden diyebiliriz ki, AŞIRMA bir şiirdir. Âhıret Âlemi'ndendir ama; bu Varlık tarafından değil, onun dediği gibi MEVLÂNA CELÂLEDDİN-İ RUMÎ'den değil; bir başka Mevlevî Varlık SAVTÎ DEDE'dendir. Ferhan Erkey'in, bizim de katıldığımız, Esat adlı Medyum'u aracılığıyla 7 Aralık 1965 târihinde alınmış olan bir şiirdir... Herhalde bu Celse'ye Celse İdârecisi ile birlikte Medyum da katıldı, şiir hoşuna gitti, aklında tuttu, Varlık ta onun zihninden alıp sanki Âhıret Âlemi'nde Mevlâna o anda veriyormuş gibi nakletti. Üstelik yanlış nakletti. Şöyle ki, 3. mısra:

Dön, vecde gelip sen, duyarak neş'eyi gamda

şeklindedir.

Gelen Varlığın YESÂRÎ DEDE adını kullanması da, bu SAVTÎ DEDE adından dolayı olabilir. Çünkü hem Celse İdârecisi, hem de o Hâzirûn'dan bir kaç kişi Ferhan Bey'in Celseleri'ne katılmışlardı... Bu Celseler'de bir teyp cihazından ney nağmeleri çalınırken bir ikinci teyp cihazına 1-2 saat süren kayıt yapılırdı. Sonra bu kayıtlar banttan binbir zahmetle dur-çal , dur-çal şeklinde saatlerce dinlenerek yazıya geçer, sonra daktilo edilirdi. Bizde de bir çok Celse'nin bant kaydı ve tape edilmiş kayıtları vardır. Biz de hemen bütün Medyumlar için aynı metodu uyguladık. Böylece yüzlerce saat bant kaydı, binlerce sayfa yazılı Celse derlendi.

Şimdi bir değerlendirme yapalım... Bu şiirler nasıl verilmiş olabilir?.. İlk ihtimâl, Medyum'un şiir meraklısı olduğu, hem Niyâzî-i Mısrî'nin iki kıt'asını, hem de Ferhan Erkey'in celsesinde verilmiş olan kıt'ayı beğenip ezberlediği ve uyur taklidi yaparak, Avradakiler'i "ruh geldi" diye kandırarak okumuş olmasıdır... Biz buna ihtimâl vermiyoruz. Çünkü Medyum'un uyku derinliği test edilmişti.

İkinci ihtimâl Medyum'un derin Hipnoz uykusunda olmasına rağmen, "Ruhlar'la görüştüğü" Telkin'ine kapılıp ezberlediği bu şiirleri şuuraltından vermesidir... Yâni onun kasıtlı bir kandırmacası yoktur ama, gelen-giden bir Ruh ta yoktur. Medyum Telkin altında kendisini "Ruhlar'la görüşüyor" zannetmektedir... Bizce bu ihtimâl de geçerli değildir... Her nekadar Celse İdârecisi bir-iki kere gereksiz Telkinler'de bulunmuş ise de, işin bu noktaya varması için o Telkinler yeterli değildir. Bu TELKİN konusuna ilerde bâzı örnekler vereceğiz.

Üçüncü, ve bizce geçerli olan ihtimâl bir GERİ VARLIK, veya bir VASAT-ALTI seviyede bir VARLIK, Medyum ile İrtibât'a geçmiş ve sempati toplamak için Medyum'un şuur ve şuuraltı bilgilerinden yararlanarak böyle bir mizansen yaratmıştır... Bu Varlık bizce çok Geri değildir. Yâni Medyum'a zarar vermemiş, Teşevvüş belirtileri göstermemiş, Bülent Çorak tarzı zırvalar yumurtlamamıştır. Ama Hâzirûn'u aldatmıştır!.. Aldatmaya da devam eder:

İdâreci- Sür'atle yükseliniz.
Medyum- Üüfff!... Amma hızlı yükseliyoruz... Başı dönüyor insanın!
İ- Yükselmenize devam ediniz.
M- .... Çok parlak bir yerdeyim... Garip!.. Sanki demin Yesârî Dede'nin parlaklığı vardı ya,
o bunun yanında mum ışığı gibi kaldı... ... Arkamdan bir ses, "ARKANA DÖNME!" diyor...
İ- Kimmiş o?
M- .... Görüyorum artık... Sağdan önüme geçti... Yüzüne pek bakamıyorum... Çok parlak...
İ- Tanıyor musun onu?
M- ... Yüzünü şimdiye kadar hiç görmedim... Ama İÇİMDE ONU TANIYORMUŞUM GİBİ
BİR HİS var... Elini uzattı bana, öpeyim diye... Öptüm... Çok tuhaf duygularla
doluyum şimdi... Huzur... Sevinç... Neş'e...
İ- Kendisiyle Direkt İrtibat'a geçiniz.
Varlık- .... Evet... Ben bugün sorularınızı cevaplandırmak istiyorum...
Kendimden birşeyler vermek gerekirse, veririm arasında cevapların...
Buyurun, sorun.
İ- Topluluğumuzun gâyelerinin başında Ruh'un ölümsüzlüğünü ve onunla İtibât'ın
mümkün olduğunu bilimsel bir şekilde ispatlamak var. Bize bu konuda yardımcı
olabilir misiniz?
V- Elbette yardım etmeyi arzu ederim... Siz burada kutsal bir gâye uğrunda
toplanmış bulunuyorsunuz. Birbirleriyle tanışması, görüşmesi imkânsız olan sizler,
neden tanışabildiniz?..

Neden yardım gördünüz, bilir misiniz?.. İnanıyorsunuz da, ondan!..
Sizi bu inanç ayakta tutuyordu da, ondan!..
Ama iş "bilimsel ispat" olunca, ne kadar sıkı olursa olsun, inançlar bir yana bırakılır.
Sanki inanmıyormuş gibi her Varlığın sözleri didik didik edilir. Daha müsbet
değerlendirmeler, yâni hissiyattan uzak değerlendirmeler yapılır.
İ- İyi ama, Üstâdım, biz tarafsız bir tutumla ispat belgeleri toplamaya çalıştıkça,
sizin taraftan yardım görmemiz gerekirken, durum tam aksi oluyor...
Meselâ, bir delil olsun diye sorulan suale Varlık cevap vermediği gibi,
suali soranı da güç bir duruma sokmuş oluyor. Hatta azarlıyabiliyor.
V- Evet, haklısınız. Ancak sizin ispat delilleri toplamak maksadıyla görüşmüş olduğunuz
Ruhlar Aşağı Plânlar'a mensupturlar. Bunlar sizin Meclis'inize, ilim topluluğunuza
muhatap olacak seviyeye gelmemişlerdir henüz. Gerçekten Yükselmiş Varlık öfke
hissini çok gerilerde bırakmıştır. Sözleri tevâzu örnekleriyle doludur. Siz Medyum'u
birazıcık yükseltince rastladığınız Varlıklar'ı Yüksek addetmeyiniz. Evet, yükseldikçe
daha Mütekâmil Varlıklar'a rastlarsınız, ama bunlar Yüksek Varlıklar'a nisbetle gâyet
önemsiz kişiler olabilirler.
İ- Güzel ama, Medyum'u daha fazla yükselttiğimiz zaman yine kızgın tiplere rastlıyabiliyoruz.
Meselâ, geçenlerde...
V- Sizin demek istediğiniz şeyi biliyorum... SEYİT adlı varlıktan söz ediyorsun.
O eski dostunuza Yukar'da olmakla berâber, çok Yüksek bir Varlık da değildir. Dünya
hayâtında edinmiş olduğu kusurlardan tam mânâsıyla sıyrılamamıştır.

Gurur ve öfke Yüksek Varlıklar'ın tevessül etmeyecekleri âdi duygulardır. Zâten size
söylediği sözlerde geniş çapta çelişmeler vardır. Bunları siz kendiliğinizden görmeliydiniz.
İ- Anlıyamadık... Ne gibi acaba? Biraz izah eder misiniz?
V- Meselâ, size karşı ilk sözü "Yine mi siz?" olmuştur onun...
(29 Temmuz 1967 Çamurlu Adam Celsesi)
Halbuki son Celse'de anlattıklarından, önceden hiç karşılaşmamış olduğunuz neticesi
çıkar. Size hiç rastlamamışken, "yine mi?" demesi bir hatâ değil midir?
Kaldı ki, sizlerle bir an önce görüşmek istediğini söylüyor. Mâdem ki sizinle görüşmek
onun için bir ihtiyaçtır, "Yine mi siz?" gibi saçma bir söz etmiş olması garip değil midir?

SEYİT adlı Varlık sizleri aldatmak istemiştir. Bunu sırf kendi gerçek görünümünü
maskelemek amacıyla yapmıştır. Fakat kötüler, kötülük yapmak isteyenler, gerçekleri
gizleyenler TANRI'dan yardım görmedikleri içindir ki, kendilerini rezil ederler. Dikkat
ederseniz, yaşadığı yeri söylerken, eski BAĞDATLI DOST'unuzla karşılaşmasını anlatırken,
gâyet âşikâr tereddüt ve gözboyacılığı ve tereddütlerini gizlemek için bir telâş içinde
olduğunu görürsünüz.

İ- Peki, bize bu şahsın gerçek kimliğini söyler misiniz?
V- SEYİT aslında Şam dolaylarında yaşamış eski bir çetenin reisidir. Kendisine, tek gözü
kör olduğu için KÖR SEYİT derlerdi. Seyit ve adamlarının başlıca gelir kaynağı Anadolu'dan
Mekke'ye giden kervanları soymaktı. Gençliği işte böylesine sefih bir halde geçti onun.
Derken Anadolu'da Uzun Hasan, Sultan Mehmed'e karşı bir ordu topladı.
Bu orduda işleri sekteye uğrayan Seyit ve adamları da vardı. Harp hazırlıkları
yüzünden hiçbir kervan çıkmaz olmuştu. Otlukbeli Savaşı'nda Uzun Hasan'ın ordusu
dağıldı. Seyit adamsız kalmıştı. Şam'a döndü. Yaşı artık bu gibi işler yapacak sınırı
geçmişti. Onun için elinde kalan servetle ticârete başladı. Tüccarlığı bu devreye rastlar.
Kendisi Yavuz Selim taraftarı bir grup Şamlı tarafından 1516 yılında hançerlenerek
öldürüldü. Öldüğü zaman 73 yaşında idi.
İ- Peki, Seyit dostumuz hiç iyi birşey yapmadı mı ömründe?
V- Hayır... Elbette ki, iyi şeylerle de meşgûl oldu. Bilhassa hayâtının son devresinde
kendini ibâdete verdi. İşte onun eski dostunuzdan biraz daha yukarıda olması, yaptığı
bu ibâdetlerdendir.
İ- Kendi hangi mezheptendi acaba?
V- Şiî...
İ- ALLAH râzı olsun. Işığınız bol olsun.

Biz hep şüpheciyiz. Hep tetikteyiz. Hani, son zamanlarda çok yaygın, telefon çalıyor. Açıyorsunuz, bir ses, "Ben komiser Nizâmettin" veya "Ben Başsavcı Selâhattin" diyor arkasından sizin PKK veya FETÖ ile ilişkili olduğunuzu, onların hesabınıza girdiğini, bütün paranızı çekip polise vermeniz gerektiğini söylüyor!... Ne yapıyorsunuz, inanıyor musunuz?.. İnanırsanız, gitti paralar!.. İşte Ruhlar'la İrtibat'ta öyle... Karşınıza biri çıkıyor, "Ben Üstün Varlığım" veya "Ben feşmekân gezegendenim" diyor. "Agartalı"yım, Atlantisli"yim, Eski Mısır Tanrısı RA'yım" diyenler de var. İnanırsanız, paranızı değil ama; inancınızı, imânınızı, Ruh sağlığınızı kaybedersiniz. O yüzden gerçekten Yüksek bir Varlık'la Temâs'ta olduğunuza emin oluncaya kadar dikkatli davranmalısınız. Biz hep öyle yapıyoruz. Dalıp ta yapmadığımız zamanlarda aldatıldığımız çok oldu.

Medyum bu ikinci yükselişinde karşılaştığı Varlığı hem "hiç görmedim" diyor, hem de "içimde onu tanıdığıma dâir bir his var" diye ekliyor!.. Varlığı nasıl tanıyabilir?.. Ya Dünyâ'dan ölmüş bir akrabası veya bir arkadaşı; ya da Öbür âlem'de yükselirken karşılaştığı biri... Yâni kendini Yesârî Dede diye tanıtan, Medyum'dan aldığı şiirleri sıralayan Varlık... Medyum'da daha yükseliyormuş hissi uyandırıp, hattâ sahte bir şekilde gözlerini kamaştırıp, "Arkanı dönme" diyerek parlaklık İmaj'ını Medyum'un zihnine yerleştirinceye kadar bekleten Varlık...

Bu Varlık şimdi Celse İdârecisi'ni ve Avradakiler'i nasıl kandıracak?.. Yine Medyum'un şuur ve şuuraltından alarak SEYİT görüşmesini eleştiriyor. Öyle ki, bir Geri Varlık, başka bir Geri Varlığı satıyor!.. Kendini yüceltmek için!.. Son derece de haklı!.. Medyum, o Celse'de Seyit ile ilk defa karşılaşıyorsa, "Gene mi siz?" ifâdesi şüphe uyandırıyor. Demek ki o Varlık Medyum'un karşısına başka birisi görünerek çıkmış!.. Ayrıca Çamurlu Adam Medyum'u Yukarı çıksın diye arkasından İTEKLİYOR'muş... Hiç olur mu öyle şey Ruhlar Âlemi'nde İTEKLENEREK yükselinir mi?.. Demek ki sahte bir Yükseliş!.. Belki aynı Vasat'ta dolaşıp aynı Seviye'de bir Varlık'la karşılaştı... Belki Çamurlu Adam başka biri diye göründü... Peki, ya aynı şeyi Yesâri Dede adını veren Varlık şimdi yapıyorsa??? Bu Yükseliş te sahte ise???

Yalnız, dikkat edin, Varlığın her dediği boş değil!.. "Görüşmüş olduğunuz Ruhlar Aşağı Plânlar'a mensupturlar. Bunlar sizin Meclis'inize, ilim topluluğunuza muhatap olacak seviyeye gelmemişlerdir henüz. Gerçekten Yükselmiş Varlık öfke hissini çok gerilerde bırakmıştır. Sözleri tevâzu örnekleriyle doludur. Siz Medyum'u birazıcık yükseltince rastladığınız Varlıklar'ı Yüksek addetmeyiniz. Evet, yükseldikçe daha Mütekâmil Varlıklar'a rastlarsınız, ama bunlar Yüksek Varlıklar'a nisbetle gâyet önemsiz kişiler olabilirler." ifâdesi ile, "Gurur ve öfke Yüksek Varlıklar'ın tevessül etmeyecekleri âdi duygulardır. Zâten size söylediği sözlerde geniş çapta çelişmeler vardır. Bunları siz kendiliğinizden görmeliydiniz" cümleleri doğrudur.

Seyit hakkında söylenenler doğru mu, bilemeyiz. Ama aldatmak istediği doğrudur. Çete reisi olup olmadığını, kör olup olmadığını, kervan soyup soymadığını, ticâret yapıp yapmadığını, öldürülüp öldürülmediğini tesbit zor. Ama Fâtih'in Uzun Hasan'la (1423-1478) yaptığı Otlukbeli Savaşı 1473 yılında... Seyit o târihte kaşarlanmış bir kervan soyguncusu, 30'lu yaşlarda olmalı... 1516'da 73 yaşında öldürüldüyse, tam 30'a denk geliyor. Mantıklı, ama doğru mu bilinmez. Bahsettiği TEL ABYAD'ı da Suriye'de bir yer olarak bulduk. ... Sonradan tövbekâr olduysa, Öbür Âlem'de fazla sıkıntı çekmemesi de akla yatkın... Kisacası, Varlığın açıklamaları zekâ ve bilgi ürünü... bilgiyi Medyum'dan alıyor olabilir, TEL ABYAD hâriç... 2018'e kadar kimse böyle bir yerin varlığındandan bile haberdar değildi.

Bir başka husus daha var... 29 Temmuz 1967 târihli Celse'de geçen bir olayı bu Varlık nasıl biliyor?.. Medyum Muharrem, 29 Temmuz 1967 târihli Celse'ye katılmamış. Ama bandını sonradan dinlemiş olabilir. O takdirde Varlık Medyum'un şuuraltından o bilgiyi almıştır. Ama ya dinlemediyse?.. Ya o Celse'den hiç bahsedilmediyse??? İşte o zaman Varlığın o Celse ve Seyit hakkında verdiği bilgiler önem kazanır. Varlığın lehine iyi bir puan olur. ... Devam edelim:

Varlık- Bundan sonra hiçbir şeyden çekinmeyin!
Çünkü sizi daha işlerinizin başından beri desteklemekteyiz. Birbirinizle tanışmanız,
topluluğunuzun kurulması, hele Uyuyan'ın sizlere rastlaması asla tesâdüfî değildir.

Dâima kontrol altındasınız. Her türlü tehlikeden uzaksınız. Sizleri Alt Plânlar'daki Dostlarınızla
karşılaştırmamızdaki gâyemiz, tecrübenizi artırmak, Varlıklar'a da bir miktar faydalı olmanızdı.
Bundan böyle daha Yüksek Tebliğler, İspatlayıcı Celseler birbirini kovalıyacaktır.
Celseleriniz'e yakında ben, Uyuyan olmaksızın katılacağım...

İdâreci- ??? Anlamadım. Yâni, Medyum olmadan mı?
V- Hayır. Ama elinizdeki başka Medyumlar vâsıtasıyla...
İ- Hangi Medyum acaba?
V- Bu kesin değil. Ama siz hangi Medyumunuz vâsıtasıyla isterseniz, ben de onun
aracılığıyla İrtibât'a geçerim.
İ- Bu Mustafa olur mu?
V- Olur. Zâten kendisi son derece iyi bir dostunuzdur. Dâvânıza gerçekten imânı var.
Son günlerde onu güç bir imtihanla sınadık. Çok sevdiği birinden ayrı kalmak zorunda
kaldı. Bu onun için bizim bir denememizdir. Eğer bundan sonra kötü gördüğü
davranışlardan uzak kalmasını bilir, ve onun arkadaşlağına şerefli, son derece iyi bir
insan olarak devam ederse... onları tekrar karşı karşıya getireceğiz.

Mustafa'yı Seyit'in seviyesinden daha yukarıya çıkartınız... Bizim koruyuculuğumuz altında
yanımıza kadar çıkacaktır. Kısa bir zaman sonra...

İ- Peki, onun siz olduğunuzu nereden arnlıyacağız?
V- Benim türbemin yerini ve ölüm yılımı sorunuz. Siz onları zâten biliyorsunuz.
İ- Peki, teşekkür ederim... Efendim, devamlı Medyumlarımız iki tâne...
Birisi Mustafa, ötekisi de...
V- ... Kimden bahsetmek istediğinizi anladım... Sizden şimdi çok uzaklarda olan
dostunuzdan bahsetmektesiniz. Adı... Cengiz... Biraz da ondan bahsedelim...
Bu arkadaşınız çok iyi kâlpli ve doğru sözlü bir insandır. Onun gibi bir dostunuz
olduğu için hepiniz iftihar etmelisiniz. Yakında aranıza gelecek. TANRI'yı dâima
kendine yardımcı kabul etsin. Çünki ALLAH iyilerin yardımcısıdır.

Kendisine bir öğüdümüz var: Medyumluğu dâima TANRI'nın bir lûtfu olarak kabul etsin!
TANRI'nın bahşettiği bu kaabiliyeti Topluluğunuzu aydınlatmak için kullanmaktan asla
çekinmesin! Hepinize söylüyorum: MEDYUMLAR!.. ASLA GURURA KAPILMAYINIZ!..
Fakat Medyumluğun bir TANRI lûtfu olduğunu da aklınızdan çıkarmayınız!

HEVALE'nin vazifesi artık sona ermiştir. Yakında Celselerinizi daha Yukarı'da bulunan
başka bir Varlığın iştirâkiyle yapacaksınız. Ama Hevale bir dostunuz olarak dâima
yanınızda bulunacaktır.

İ- Peki, bize lûtfen Ruh'un varlığına dâir kesin bir-iki delil verir misiniz?
V- Deminden beri söylediklerimiz, sizin Medyumlarınızı bu Uyuyan bilmezken,
anlatabilmemiz, bir delil değil midir? Mâmâfih ileride size gerek kendi, gerekse
başka dostlarınız yardımıyla pek çok delil verilecektir.

Vakit çok geç oldu... İçinizde yatmayı düşünenler var... Bir dahasi sefere görüşürüz...
TANRI sizlerle olsun!.. ALLAH'a ısmarladık!..

İ- Güle güle... ALLAH sizden râzı olsun... İrtibatınızı kesiniz. Sür'atle aşağıya inmeye
başlayınız....
Yesârî Dede- ... Güle güle.
İ- ALLAH'a ısmarladık Yesâri Dede... Sür'atle aşağıya ininiz.

Şimdi "bilemedik" desem, bizi ayıplar mısınız?.. Bu Varlık Üstün değil; ama şüphelendiğimiz kadar da Geri değil herhalde... Biz onu Vasat-Altı kategorisine koyalım. Bilemedik, belki de Vasat, sıradan iyi bir insan olarak yaşamıştır.

Varlık "Bu Medyum sizin diğer Medyumlarınız'ı bilmezken, verdiğim bilgiler delil sayılmaz mı?" diyor. Gerçekten Medyum bu bilgilere sâhip değilse, Varlık onun şuurundan veya şuuraltından alıp veremez. Ama Avradakiler'in, bilhassi Celse İdârecisi'nin zihninden alıp verebilir, eğer Muharrem adlı Medyum'un TELEPATİ kaabiliyeti varsa!.. Bu dahi önemli bir olaydır. Ve gerçekten bizler için Ruh'un varlığına bir DELİL'dir. Ama bu hiçbir zaman BİLİMSEL İSBAT sayılmaz.

Ne diyor KUR'AN?..

"Sana Ruh'tan (bilgi) soruyorlar.
De ki: Ruh Rabbimin emrindendir.
Size (onun) ilminden az bir şey verilmiştir."

(İsrâ Sûresi, 85. Âyet)

Şaşkınlığımız ondan!

***


Varlık : Hâfız Sinan
Medyum: Güney
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih : 20 Şubat Eylül 1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: muhtelif kişiler

Bizce Medyum'a gelen bu Hâfız Sinan Vasat bir Varlık... Medyum'a çeşitli İmajlar vermiş, biz de bunları nakletmiştik... Bir de yine daha önce belirttiğimiz bir husus vardı. "Her Medyum, her Varlık Âhıret Âlemi'ni kendine göre algılar. Hiç birininki diğerine benzemez" diye... Bu Varlık da kendine göre bulunduğu Ortam'ı anlatmış. Görelim bakalım, ne demiy?

Varlık- Biraz da buradan bahsedeyim...

Kâinat iki âlem... Biri Maddî... biri ondan uzak... Siz vücutlu insanlar... Ben de bir
zamanlar Orada idim... Şimdi Burada bulunuyorum...
Medyum- .... "Burasını sana gezdireyim," diyor...
Varlık âdeti üzre gene
İmaj veriyor.) Aydınlık bir yer... Sanki denizle göğün birleştiği yer... Bakıldığı
zaman görüldüğü yer... Şimdi üstünde bir takım tümsekler var... BİRİNCİ TABAKA imiş...
İdâreci- Bu Tabaka'da hangi Bedensiz Varlıklar bulunuyor?
V- İki hâne... VAZİFELİLER, ACEMİLER...
İ- Her Varlık Dünyâ'yı terkederken, terkettikten sonra bu Tabaka'da bulunuyor mu?
V- Evet... bu...
M-... Espiri gibi bir şey söyledi... "Ben" dedi, "hocanın önünden bildiğim için hâfız
oldum. Burası da aynı." ... Bu BİRİNCİ TABAKA İmtihan Yeri imiş... Burada bir takım
şeylerle karşılaşırlarmış.
V- Sana anlatamam bunları.
M- Bunları öğrenenler çabuk, ötekiler daha geç çıkarlarmış...

Söyledik. Bu Varlığa göre ölenin ilk vardığı yer bu İmtihan Yeri imiş... Herhalde ACEMİLER HÂNESİ'nden bahsediyor... Bilinmez, belki biz de oraya uğrarız... Diğeri VAZİFELİLER HÂNESİ... Yâni VAZİFE ALANLAR... Bir de VAZİFE VERENLER var... Onlar daha üstte. Biz böyle bir TABAKALAŞMA 'yı daha önce anlattık.

*****

Şimdi her İdâreci'nin karşılaşacağı Tehlikeli bir Durum'dan bahsedeceğiz.... Dikkatle okuyun.

Varlık : Hâfız Sinan
Medyum: Güney
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih : 9 Aralık 1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: muhtelif kişiler

Medyum- ........ Size söylüyor...
İdâreci- Buyursunlar.
M- Bu gece şizinle bir anlaşma yapacakmış.
İ- Hay hay.. Buyursunlar. Ne hakkında?
Varlık- Bundan böyle VASAT ne zaman müsaitse, ben o zaman konuşacağım...
Yavaş yavaş bu işi istemediğim mecrâya döktünüz!
M- .... "Ya vakit biraz az olsaymış, ne yapardınız?" diyor...
İ- .......
M- Evet?... Cevap istiyor.
İ- Ben anlamadım, sizinle geç Temas'tan mı söz ediyorsunuz?
V- Bir parça düşün, niye geç Temas ettiğini...
Vasatımız'daki olan hâdiseden dolayı geç Temas ettiniz.

Bahsedilen hâdise, İdâreci Medyum'u uyutup, yükseltmeye başlarken, loş salondaki bir başka Medyum'un kendiliğinden uyuyup Katalepsi duruma geçmeasi, ve İdâreci'nin Medyum'u Yükselme Safhası'nda başıboş bırakıp öteki Medyum'u uyandırmaya çalışması idi. Bakalım, bu ne biçim bir Tehlike yaratmış?

Medyum- "Ya bu çocuğun karşısına ben çıkmasaydım da, bir başkası çıksaydı?...
Ya Kötü bir Ruh çıksaydı, ne yapardın?" diyor...
İdâreci- Böyle bir durumu anlar anlamaz Medyumumuz'u geri çekecektik. Kendisinden
rica edecektik.
V- Biri orada kötü durumda idi...
(Medyum'a hitâben) Sen de kötü duruma
düşmüş olsaydın? Vaziyeti kastediyoum...
İ- Hakikaten üzücü bir hâdise olurdu.
V- ÇOK ÜZÜCÜ OLURDU...
İ- O zaman ilk evvelâ Medyumumuz'u kurtarmak mecbûriyeti hâsıl olacaktı... Sizinle
Temas olmayınca, diğer Medyum'u uyandırmak üzere harekete geçtim. Şâyet sizlen
Temâs'a geçilseydi, sizden müsaade isteyecek, diğer arkadaşı uyandıracaktım.
V- Onu uyutup Buralara yolladığın zaman, KİME bıraktın?
İ- Medyumumuz yükseliyordu, "Her zaman geldiğim yer" dedi. Bunun üzerine
Katalepsi hâline gelen diğer Medyum'u uyandırmak lâzımdı, Üstâdım... Mevzu buraya
gelmişken, diğer Mudyumumuzdan da bu şekilde istifâde edebilir miyiz? Bu hususta
yadım eder misiniz/
Evet... Yalnız şimdi bu mevzu üzerinde konuşmam... Konuşmamam, konuşmak
istemediğimden değil...
(Medyumun geçirdiği sıkıntıdan dolayı )
halsizliği geçti... Biraz hava alsın... Hatânı anlıyorsun ya, doktor?
İ- Evet, efendim.
V- Ondan da faydalanabilirsin.
İ- Kendisinin Rehber Ruhu kimdir?
V- Onu kendi bulacak.
İ- kendisinde bir Obsesyon vak'ası var mı/
V- Evet...
İ- Bu Obsesyon'dan kurtarabilecek miyiz? Muhterem kendisini bırakacak mı/
V- Biraz geç de olsa, bırakacak.
İ- Zannedersem, vaktiyle bir Kadın olan Ruh tarafından Obsede olmuş.
V- Evet.
İ- İsmi nedir Muhterem'in?
V- Bunu onunla çalış.
İ- Bu hususta bize yardımcı olacaksınız, değil mi?
V- Herhâlde yardımcı olurum.
İ- Nur içinde yatınız.

İkinci Medyum, Obsedör Varlık tarafından derin uykuya sokulmuş. Kadın kasılıp kalmış. Katalepsi o demek... Bu durumda her İdâreci ne yapacağını şaşırırdı. Ama kadının Obsesyonlu olduğunu İdâreci bildiğine göre, bu tarafta yükselmekte olan ve henüz herhangi bir Varlık'la Temâs'a geçmemiş olan Medyum'u yalnız bırakmaması gerekirdi. Belki oradakilere "Arkadaşlar, ilgilenin" diyebilir, buradaki Medyum'un tanıdık bir Varlık'la İirtibat'a geçmesinden sonra, ona emânet edip, izin isteyip, öteki Medyum'la ilgilenmeye gidebilirdi. Gerçekten de bu Medyum'un bir Geri Varlığın etkisine girme ihtimâli vardı. O zaman medyumlar'ın ikisi de Obsesyonlu durumna düşerdi... Bir çâre de Hassas Kadın Medyumlar'ın yanına tembihli kişiler oturtulması ve İdâreci gelene kadar onların duruma müdâhale etmesidir... Bu hHâdise cidden ucuz atlatılmış...

Peki, Varlık bir "anlaşma"dan söz etmişti. Ne ola ki o?

Varlık- İşte seninle yapacağım anlaşma!... SEN VASATI, BEN SÖZLERİMİ...
Bu VASAT'ta "Miktardan ziyâde BİLGİ, bir de İMÂN meselesi" diyorsunuz.

(Miktardan kasıt, katılan insanların sayısı)
V- Miktarın kıymeti yok.
İ- O halde BİLGİ...
V- Daha çoklarıyla, daha iyi neticeler, daha iyi konuşmalar elde etmedin mi?
İ- Evet... BİLGİ ve İMÂN... Bilhassa burada ikincisi hâkim...

Bu her Celse için geçerli...

***


Bu Celse'de Medyum Ayşe'den... Medyum Ayşe 'nin Obsedör'ü ile ilgili bâzı Celseler'ini başka bir sayfada vermiştik. Bu çalışma, onun yükselmeye başladıktan sonra karşılaştığı Varlıklar ile ilgili.

Varlık : Onlar
Medyum: Ayşe
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih 11 Kasım 1971
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Özel Celse

Medyum- ..... Yine o noktaya geldim... Birazdan alacaklar... O noktadan sonra kendim
gidemiyorum. Onlar gelip alacaklar.
İdâreci- Nasıl bir nokta?
M- Çok yakın bir nokta... Fakat oradan itibâren alıyorlar. Daha doğrusu, tam almıyorlar
da, gelmeme yardım ediyorlar. Gidebilecek durumdayım ama, yine de yâni... meselâ,
bıraksalar, giderim kendim. Ama Onlar alınca daha kolay gidiyorum. Bilmiyorum, belki
de şimdik böyle oldu. Geçen sefer galiba hiç gidemezdim. Şimdik daha kolaylaştı.
İ- Tabii kendini daha çok veriyorsun ve alıştığın için.
M- Evet... merdivenlerden çıkıyorum sanki. Demin de hissetmiştim bunu... Onlar'ın
yanındayım.
İ- Selâmlarımızı söyle.
M- ... Kaldığımız yerden devam etmek istiyorlar. Söylenecek başka bir şey yokmuş.
belki şimdi biraz daha umîmîymiş sorular. Öbür Üç'le başka bir gün yardım
sağlıyacaklar.
İ- Şimdi devam edelim.
M- Diyorlar ki, "Biz seni çok sevdiğimiz için, senin için böyle bir şeye katlandık. Hattâ
bu bizim yetkimizin bile biraz dışındaydı. İnanıyoruz ki, bunu suistimâl etmiyeceksin."
tekrar tembih ediyorlar, başkasına söylemememi.

Burada duralım, neden bahsedildiği anlaşılmamıştır. Medyum, Geri bir Varlığın etkisinde olduğu için, ve evinden ilk defa uzakta, yurtta kalan bir öğrenci olduğu için derslerinde bir takım zorluklar çekiyordu. Bundan önceki yükselişinde karşılaştığı Varlıklar onu teselli etmiş, yardım sözü vermişti. Bir kaç ta sınavda çıkması muhtemel soru vermişti. Bunlardan birii çıktı. Aslında onun çıkması bile bizi şaşırttı. Çünkü Varlıklar'ın de dediği gibi, İstikbâl'e dâir hususlar Onlar'ın yetkisinin dışında idi. Ama sınava girerken moralinin ili olmasını sağladı bu yardım.

Medyum- Epey kuvvetli bir İrtibât'a geçtim şimdi.
İ- Çok iyi.
(Bu arada Celse evde yapıldığı için içerdeki bebek ağlamaya başlar)
M- ..."Biraz daha sıcak tutsunlar," dediler... "Anason iuçirsinler.
Yâni, bir kere, zararı dokunmaz" dediler.
İ- Peki.
M- .... "Bilmen gereken şeyleri çalışman gerekirdi"
(diyorlar).

Bundan sonra Medyum indirilir. İngliizce sınavında verilen sorulardan sâdece bir tânesi çıkar, ama öğrencimiz o kadar da kötü bir not almaz. Herhalde iyi bir moralle girdiği ve biraz da çalıştığı için.

*****


Şimdi Medyum Ayşe'nin bir sonraki Celse'sini nakledeceğiz. Medyum'un daha önce görüştüğü Varlıklar vardı... Bu sefer Onlar'ın da Yukarı'sındakilerle buluşuyor.

Varlık : Onlar
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Medyum: Ayşe
Tarih : 18 Kasım 1971
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Gâyet rahat ve sâkin olarak çıkıyorsunuz.
Medyum- ...... Çok hızlı yükseliyorum... Onlar'ı geçecekmişim... Korkuyorum...
Onlar'ı bırakacağım galiba... GALİBA Onlar'ı geçtim...
İ- Evet... Neredesin şimdi?
M- .... Onların yukarısında olduğumu hissediyorum...
İ- Yükselme devam ediyor mu?
M- Hayır... Ne yapacağımı bilmiyorum...
İ- Ne hissediyorsun etrâfında?
M- ... Epeyce Yüksek olduğumu hissediyorum... Benim için daha Çok Yüksekler'i
de var ama... Burası da epey Yüksek...
İ- Daha Yüksekler'i olduğunu nereden biliyorsun?
M- Hem de daha Epey Yüksekler'i var...
İ- Bu sana bir his olarak mı geliyor?
İ- Evet.... ne yapacağımı bilmiyorum... Herhalde beni almaya gelecekler...
Çünkü yabancı bir yerdeyim.
İ- Ne hissediyorsun?
M- ... Sâdece boşluktayım... Ötekilerle berâber olmayı istiyorum... Ama onlar
Aşağı'da kaldı... Gelemiyor...
İ- Dikkatini Yukarı'ya ver.
M- .... Orada düşünüyorlar, beni alıp almamak için... Karar verecekler,
ona göre hareket edecekler... Ya Aşağı'ya, ya Yukarı'ya alacaklar...
Bilmiyorum... Ben tam ortadayım... Aşağıdakiler de bakıyor... Yukarı'da
ne olduğunu bilmiyorum... Kararsızlık içindeler... Aşağıdakiler bir şey için
af diliyorlar Yukarıdakiler'den... Beni yanlarına almak istiyorlar...
İ- İlk önce Yukarı'yla görüşelim.
M- ... Zâten galiba öyle olacakmış... Yükseliyorum ben...

Fakat ben gene girmeye çekiniyorum... Bekliyorum aşağıda... Sanki bir ev,
ama öyle değil aslında... Öyle DÜŞÜNCE olarak geliyor... Merdivenleri var...
Ben de merdivenlerin altında bekliyorum sanki...

Yukardakiler etrâfı düzeltiyor... Halbuki öyle bir düzentmeye gerek yok,
yeterince düzgün... Merak ediyorum, niye düzeltiyorlar?.. Hem ben
öyle önemli bir misâfir de sayılmam... Yabancı da değilim... Onlar beni
tanıyorlar hep... Neden bu kadar zahmete giriyorlar?..

"Çok önemli" diyorlar... Hakikaten merak edilecek bir telâş içindeler...
"Acaba" diyorum, "başka biri de mi gelecek ki, bu kadar şey yapıyorlar?" ...
Benim için olmaması gerekir. Herhâlde başka gelecek var... Hem daha
girmedim, onlar etrâfı düzeltiyorlar...

Anlamışsınızdır, Medyum bir İmaj görüyor... "sanki" ifâdesi bunun işâreti, "galiba" da öyle... Medyum "Galiba yükseliyorum" deyince, biz hemen kulakları diktik. Acaba bir Geri Valık, Medyum'a yükselme hissi veriyor mu, diye... Değilmiş...

İdâreci- Bu "Onlar" dediğin geçen seferki iki kişi mi?
Medyum- Vallahi, Bunlar beni tanıyor ama, ben Onlar'ı hiç tanımıyorum.
Hem de çok eskiden beri tanıyorlar... Hiç tanımıyorum... Ama galiba Bunlar
hiç gelmemişler... İşleri Yukarı'dan İdâre Edenler...

Beni almaya geldiler... Gâyet böyle iyi karşılıyorlar... Şaşırdım ne yapacağımı...
Çıkıyoruz... Beni öne geçirdiler. Kendileri arkamdan geliyorlar.. Utanıyorum,
ama öyleymiş... Ne diye bu kadar iyi karşıladılar? Ne yapacağımı şaşırdım...
İ- Siz de Onlar'a hürmet gösterin.
M- Ne yapacağımı bilmiyorum... "Başka kimse gelmiyecek. Hazırlığımız
sanaydı" diyorlar... Anlamıyorum ki!:. "Bizim için senden önemli biri
olabilir mi?" diyorlar...
İ- Rahat mısınız?
M- Huzur duyuyorum ama, onların bana bu kadar iyi davranmaları âdeta
bende bir husursuzluk demiyeceğim ama, TEDİRGİNLİK yaratıyor.
İ- Kendinize lâyık görmüyorsunuz.
M- Evet!... Hâlâ birilerini arıyorum, ama bulamıyorum...
İ- Şimdi kendinizi oraya verin.
M- ..."Sen şekilden kurtulunca, ne kadar yüceleşiyorsun" diyorlar...
Diyorlar ki, bana o kadar iyi karşılayışlarının sebebi, Üçüncü Durağa...
"Sen aslında daha da yükselebilirsin... Onun için BURADAN YÜKSELMEMEN
İÇİN, SANA BURALARI SEVDİRMEYE ÇALIŞIYORUZ. SENİ BURADA TUTMAYA
ÇALIŞIYORUZ... Aslında senin yerin daha Yukarılar'ı... Ama bir müddet için
olacak bu ama, bu müddetin uzun olması için çalışıyoruz" diyorlar... Ben
burada misâfirim.
İ- Sizin Yukarı çıkmanıza memnun olmaları gerekmez mi?
M- ... "Ama" diyorlar, "sevilen bir dost bir başarı kazanmış, giderken
arkasından ağlanmaz mı?"
İ- Tamâmen bırakıp gitme değil ki bu.
M- "Dönüşlerinde bize uğrar, buna inanıyoruz," diyorlar... Hem zâten
birdenbire yükselsem, çok şaşırırmışım Oralar'da... Daha yaşım da küçükmüş...
Tecrübem çok azmış... Onun için böyle Durak Durak olacakmış...

Açıkcası, İdâreci, Varlıklar "BURADAN YÜKSELMEMEN İÇİN, SANA BURALARI SEVDİRMEYE ÇALIŞIYORUZ. SENİ BURADA TUTMAYA ÇALIŞIYORUZ " deyince tedirgin oldu... Yukarda da Medyum "tedirginim" demişti... "Acaba Geri Varlıklar Medyum'u oyalıyor mu?" diye düşündü ama, yaptıkları açıklama mantıklı geldi. Tedbiri elden bırakmadan Celse'ye devam etti.

Medyum- ... "Bak" diyorlar, "Buradan bile bu kadar şeyi yadırgadın. Birden çok
Yukarı çıksan... ve yükseldikçe bâzı değerler daha iyi anlaşılır... O değerlerin
karşılığı verilmek istenir. Onun için daha çok yadırgıyacağın bir durum olur"
diyorlar...
İdâreci- Tabii... ALLAH râzı olsun.
M- "Sizden de ALLAH râzı olsun" diyorlar, "Bu kadar bizi mutlu kılacak bir
olaya sebep olduğunuz için"... Daha Orada bir süre kalmaları gerekirmiş...
Diyorlar ki... Galiba Dünyâ'da olup ta yükselmek daha makbul bir şeymiş...
"Nasıl ki," diyorlar, "dağda olan bir insan, insanlardan uzak bir insan hâliyle
iyi olur... Ama şehirdeki bir insan daha az iyi olur. Çünkü ona bir çok şeyler
etki eder... Aynı şekilde, bize kötü olarak etki eden daha az. Çünkü Burada'yız.
Ama Dünyâ'da o kadar çok kötü etkiler var, ve bunların içinde iyi kalabilmek
çok daha önemli... Bunları başarabilenin hızı çok daha yüksek oluyor". Ama
Burada yükselme hızı bâzı bakımlardan daha yüksek ama, etkiler daha az
olduğu için daha az makbûlmüş...
İ- Doğru.
M- Bir de çift taraflı olursa... Yâni benim durumumu kastediyorlar... Onun
için beni tebrik ediyorlar.
E- Söylemek istedikleri var mı?
M- .... Bana diyorlar ki, "Ramazan'da oruç tutmuyorum, diye üzülme. Oruç
bir irâdeye hâkim olma meseledir. Sen hayâtın boyunca ona hâkimdin.
Onun için oruca fazla bir gerek yok. Bir şekildir," diyorlar.
İ- Bu hususta bir sorunuz var mı?
M- Yok... Sizden soru bekliyorlar, daha çok.

Varlığın "dağda ve şehirde Tekâmül" konusunda anlattığı güzel ve doğru. Yalnız bunu Medyum'un şuurundan almış olabilir. Çünkü İdâreci toplantılarında bu açıklamayı yapar. Burada önemli olan o açıklamadan hareketle "Dünyâ'da ve Âhıret'te Tekâmül" konusunda bilgi vermeleri... O da doğru ve güzel... Medyum'un irâdesi hususunda söyledikleri de iltifat falan değil, gerçekten irâdesine hâkim bir şahsiyetti.

Oruç meselesine gelince, Varlık "tutmayın" demiyor, "Şekil'dir" diyor. Şekil'den Mânâ'ya gidilmezse, hiç bir Şekl'in yararı yoktur. Kadehle Şarap gibi düşünün... Elinde boş kadehle dolaşsan, sarhoş olabilir misin?.. Bütün İbâdet Şekilleri'nin içini doldurmak gerek. Yoksa Namaz yatıp-kalkmaktan, Oruç aç-susuz kalmaktan, Hac turistik seyyahatten öteye geçmez!

"Varlık" diyorum ama, aslında Medyum hep çoğul konuşuyor, "diyorlar" diye veriyor... Nasıl oluyor, bilmiyorum, ama Orada bir heyet var... Sanki hepsi birden cevap veriyormuş gibi cereyan ediyor Celse...

İdâreci- Soru çok!... Ne çeşit bir soru bekliyorlar?
Medyum- Bir dakika.... "Meselâ" diyorlar,... Ramazan ile ilişik... Kadir'le ilişkin...
hattâ Bayram'la ilişkin olabilirmiş...
İ- Bizim Ramazan üzerine bir Sohbetimiz vardı. Onunla ilgili sormak istiyorum.
M- .... Benim dikkatimin çok dağınık olduğunu, biraz kendimi vermemi ve sizi
dinlememi söylüyorlar.
İ- Toplayın dikkatinizi!
M- ... Ben başka bir şey düşünüyordum... Şeyi soracağım... şimdi size
söyliyeyim de, aklımı kurcalamasın. Mevlâna geldiğinde verilenler...
İ- Sorun Onlar'a.
M- Önce siz sorun.
İ- Peki. Şöyle demişlerdi: "Aslında Oruç, irâdesini kullanamıyan kimselerin
bir ay için buna kendini zorlamalarıdır. Hakiki Müslüman her an Oruç
tutuyor demektir. Her günü Ramazan gibidir"... Bu hususta söyliyecekleri
var mı?
M- ... "Evet," diyorlar... Meselâ Öbür âlem'de Ramazan, Oruç diye bir şey
yokmuş... "Bunlar zâten Şekil olduğu için, biz Bu Âlem'de zâten Şekil'den
sıyrılmışız," diyorlar... "Hem de" diyorlar... Oruç birazıcık ta merhamet işiymiş...
Bâzı sebepler dolayısiyle yiyemiyenlerin durumunu anlamak için olurmuş.
Bu merhameti duymıyanlar içni gerekliymiş... İnsanların yanıldığı nokta...
iyi ve kötüyü ayırmak için, işte buradan doğuyormuş. Yâni Oruç tutmayan
bir insan, Namaz kılmayan bir insan pekâlâ iyi olabilirmiş. Hattâ görünüşü
çok havalı, umursamaz görünen bir insan çok, çok, çok iyi olabilirmiş...
İ- Evet... Şimdi siz sualinizi sorun.
M- ... "Onlar sizin içindir" diyorlar... "Bâzı şeyler vardır... Meselâ, bir Sosyoloğa
biri tutup ta bir pergel hediye eder mi?" diyorlar. ... Komik kaçar... "Bâzı
şeyler vardır, oru anlayan bir kerede anlar. Aklında kalmamış gibi görünür ama,
oysa o ondan fazlasıyla nasibini almıştır" diyorlar... "Sen onu anlamasaydın,
ağlar mıydın?" diyorlar.
İ- Tatmin oldunuz mu?
M- Evet.

Bu kısım anlaşılmamış olabilir. Medyum, Rahmetli Esat Bey vâsıtasıyla Mevlâna'dan alınan bir tebliği dinlemiş, duygulanmış ve ağlamıştı. Onu sormuş... Şimdi diyeceksiniz ki, "Nem 'Her gelene >Mevlâna< diye, >Yunus< diye, >Atatürk< diye inanmayın' diyorsun, hem de kalkmış 'Mevlâna'dan alındı' diye bir Tebliğ'den bahsediyorsun. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?"... Haklısınız!... Ama daha çıkartmadığımız Mevlâna Tebliği'ni okuyunca, bize hak vereceksiniz.

Ayşe kızımızın Celse'si işte böyle... Umarım, sıkılmamışsınızdır.

***


Medyum Ümit'i ve bir zamanlar onun Obsedör'ü olan Hans'ı başka sayfalarda da verdik, belki okumuşsunuzdur. Şimdi onun enteresan bir Celse'sini nakledeceğiz.

Medyum uyutulup yükseltildikten sonra Varlık su istedi. Bir bardak su getirildi, Medyum'un eline verildi.

Varlık : Hans
Medyum: Ümit
Tarih : Eylül 1973
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Sağ elinizi kaldırınız.
Medyum- ...."İç" diyor bana...
(ağzına götürdüğü bardaktan su içer) ...
"ALLAH râzı olsun" diyor...
İ- Su istemenizdeki maksat nedir?
Varlık- Hiç!..
İ- Peki... Bize kusurlarınız anlatın. Sizi rahatlatacak.

İdâreci bunu diyor ama, Hans'ın yalan söylemekte çok mâhir olduğunu bildiği için inanmakta o kadar acele etmeyecek. Maksat Varlığın biraz dökülmesi ve rahatlaması... Çünkü Medyum'u terketmesine rağmen, aradan bunca yıl geçtiği halde bir türlü istenilen şekilde yükselemedi. Hep bu yalancılığı, aldatmaya çalışmaktan vazgeçmemesi, ve belki Öbâr Âlem'de yemeye devam ettiği haltlar yüzünden. Şimdi anlatacakları da yalan olabilir... Bakacağız.

Medyum- ... "Bir tânesini anlattım" diyor...
Varlık- ... Annemi öldürdüm, aynı zamanda... O olaydan sonra... Öldürdüm,
çünkü bağırıyordu.
İdâreci- Sizi yakalamadılar mı?
V- Yakaladılar ama, ispat edemediler. Sonradan serbest bıraktılar.
İ- Sizi böyle bir davranışa iten ne oldu?
V- Psikolojik nedenler var... Meselâ babam... Babam ve annem beni devamlı
baskı altında tuttular. Bu bir patlamaya yol açtı. 20 yaşlarında filânken
berâber yatardık annemle... Biraz da bu sebep oldu.
İ- Denize düşerek öldüğünüz doğru mu?
V- Değil. beni öldürdüler.
İ- Nasıl oldu?
V- Trafik kazası... Karşıya geçerken süt kamyonu çarptı. Tahliye edildiğimden
bir ay sonra...
İ- Hangi sene?
V- 49 senesi Mayıs'ında... Berlin'de.
İ- Kaç yaşındaydınız?
V- 22...
İ- Asker değil miydiniz?
V- Artık harp bitmişti. Berlin dümdüzdü. Gestapo'nun dağıtıldığı sıralardaydı.
Ben dönmüştüm askerden.
İ- Ruslar girmiş miydi Berlin'e?
V- Çoktan!... Bizim hatâmız o oldu. Ruslar'ı Berlin'e kadar zorla getirdik.
Harbin acısı sonra çıkıyor. Yensen de açsın, yenilsen de!..
İ- Neredeydi askerliğiniz?
V- Berlin'deydim.
İ- Savaşa doğrudan katılmadınız?
V- Her Alman kadar katıldım... Askerde bürodaydım. yazıcı gibi...
M- ... "Çok rüşvet aldım," diyor...
V- Hep haber göndermek için gelirlerdi. Hiç birini karşılıksız yapmadım.
O da çok etkili Burada olmamda...
İ- Neden yaptınız?
V- Hırs!... Ben onu imkân olarak görüyordum. Halbuki "test" gibi bir şeydi
benim için... Başarısızlıkla neticelendirdim.

Daha önce dedikodu yapan , yetim malı yiyen , noksan tartan , eşkiyâlık eden , üvey çocuğuna kötü davranan , ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49 , yiyeceğe hile katan kişilerin hâlini nakletmiştik. Hans da rüşvet alanların hâline bir örnek... Çok çekti Öbür Âlem'de... Tabii sâdece rüşvetten değil...

Varlık- Kadındı beni ezen...
İdâreci- Sağlam erkek kalmamıştır Almanya'da.
V- Çocuklar bile askerdeydi.
İ- İnsan Harâları var mıydı?.. Böyle bir kitap okumuştum.
V- Vardı... 1,90 boyunda erkekler, 1,70 boyunda kadınlar... Hepsi sarışın,
mâvi gözlü... Aynen hayvanlar gibi çiftleştirilirdi.
İ- Sizin münâsebetiniz oldu mu?
V- Ben çelimsiz biriydim... Berlin'de üç tâne vardı... Etrâfı yüksek tellerle çevrili...
Ormanlık yerlerde kurulurdu.
İ- Almanya'da kaç tâne vardı?
V- 17 tâneydi. Bine yakın kadın vardı. 800-900 erkek vardı. Erkeklerin sperm
hücrelerini saklayıp kadınlara aşılama fikri vardı. Uygulandı mı, bilmiyorum.

Bu kısım önemli... Bilhassa Medyum'un bir Varlık'la görüştüğünü ispatlaması açısından. Daha yeni 21 yaşına girmiş olan Medyum'un HARÂ kelimesini bildiğini bile sanmıyorum. "cins at üretilen çiftlik, damızlık aygır deposu" anlamındaki bu kelimeyi duyması üzerine hiç teklememesi, olduğu gibi Varlığa nakletmesi dikkate değer. Bizde eskiden Eskişehir'in Çifteler kazâsında bir harâ vardı. Çocukken bir vesile ile görmüştüm. ALLAH bilir, onu da kapatmışlardır... İkinci husus, yalancılığıyla meşhur Geri Varlık Hans, konuya hemen girmiş ve bilgi vermiştir. Rakamlar doğru olmayabilir, ama anlattıkları doğru. Hâralar Berlin'de miydi, ondan da pek emin değilim.

İdâreci- Tekrar Alman olarak gelmek ister misiniz?
Varlık- Sen Türk olarak gelmek istemez misin?... Aslında benim elimde değil,
zannediyorum, ama isterim ... Bu kadar acı hâtıranın yanında tatlıları da var çünkü.
İ- Onları da anlatın.
V- Onlardan bahsetmek istemiyorum. Bahsedersem, buradaki güçlüklere
katlanmak zor olacak.
İ- Söyledikleriniz TANRI rızâsı için, doğru mu?
V - Evet... O sözü duyduktan sonra yalan söylememe imkân var mı?.. Ama
korkarım, alacaklar sizi benden. Daha Yukarı'dan çağırıyorlar.
İ- sizinle gene görüşürüz. Onlarla görüşmemizi engellemeyin.
V- Onu ben de istiyorum. Her öğrendiğiniz şeyin beni rahatlatmaya yardımcı
olacağını biliyorum. ... Yükselt onu.... Yükselecek... İstiyorlar...
İ- Peki.

Buraya kadar iyi... Hans'la görüşüyoruz. Kim olduğunu, Seviye'sini biliyoruz. Her hangi bir sıkıntı yok. Zâten Hans tehlikeli bir Varlık değil. Medyum'a Obsedör iken yaptığı onu kumara alıştırmak idi. Kazandığı için de devam ediyordu. Ama tabii alın teri ile ıslanmamış kazanç hiç bir zaman makbul değildir. Biz onun için Piyango'ya, Spor Toto'ya, hattâ Borsa'ya hiç iyi gözle bakmayız. "Bul karayı, al parayı" üçkâğıtçılığından farkı yoktur.

Hans'ın geçmişte yaptıklarını bilmem ama, şimdiki hatâsı yalan söylemek ve başka bir varlık, Üstün bir Varlık gibi görünmeye çalışmasıdır. Aslında o göründüğü Varlık gibi söylediklerini, Hans olarak söylese, yalancılıktan öteye gitmeyecek. Ama başka bir Varlık gibi söylemeye kalkınca, aldatmaya giriyor ve tabii bu, onun Tekâmülünü engelliyor. Karanlık'tan kurtulmasını geciktiriyor... Şimdi gene onu yapmaya çalışacak. Medyum'a hoşlanacağı İmajlar verecek.

İdâreci- Rahat olarak yükselmeye devam ediniz.
Medyum- ..... Gelen bir çok yüz var... Sâdece yüz...
(Hans'ın Vasat'ındakiler)
İ- Geçin onları!... Sürâtle çıkın!... Seni durduramazlar.
M- ..... Karanlık'tan kurtuldum....
(Ama kurtulamadı. İlk İmaj) ...
Birisini hissediyorum... Beyaz koyun postunda oturmuş... biraz ilerde...
İ- Yaklaşın ona... ve hissettiklerinizi anlatın.
M- .... Çok geniş bir yeşillik var... Kavak ağaçları... büyük... gövdeleri kalın...
Uzakta, onların dibinde oturuyor... Yaklaştım... Beyaz bir sakallı... Çok sert
dudak izleri var... Gözleri çakmak çakmak... Bakıyor... BAŞINDA SARIK VAR...
İ- Nur içinde yatsın.
M- .... Elini öpmek istiyorum... Öptüm... Oturttu yanına... Sırtımı sıvazladı...
Hiç konuşmuyor... Bakıyor sâdece...

"RAHAT MISIN?" diyor... "Burada dolaşmak ister misin?" diyor..."Hayır," dedim,
"Sizin yanınızda oturmak daha iyi". .... "Ama istersen berâber dolaşalım.
Bakalım, tanıyacağın yerler çıkacak mı?" diyor... Elimden tuttu... Elinde asâ gibi
bir şey var... Çok, çok uzun boylu, heybetli birisi...

Yürüyoruz... Ata bindiğim çayırlar... O dere var... "Su içmek ister misin?" dedi.
İçiyorum... Tekrar elimden tuttu... Götürüyor... O derenin kenarında yürüyoruz...
Erik ağaçları var... "Bunlardan versem, Ayşe'ye götürür müsün?" diyor... Nasıl
götüreceğimi sordum... "Eğer götüremezsen, ONU GETİR BURAYA," diyor,
Eriğe dayanamaz, gelir." ... Elma büyüklüğünde erikler... Ağacın altındayız...
Sıcaklık geliyor elinden... "Daha yürüyelim mi?" diyor... Evet...

Salkım söğütler var... Altları nefis... yemyeşil... Su çok berrak... Eğilmek , kendime
bakmak istiyorum... "Hayır, ya düşersen?" dedi, geri çekti... "Söğütlerin altına
oturalım," diyor...
İ- Evet.

Nefis bir İmaj, Değil mi?... Ama "Bakalım, tanıyacağın yerler çıkacak mı?" demesinden belli, Medyum'un zihninden, şuurundan alıp veriyor... Medyum da "Ata bindiğim çayırlar. O dere var" ifâdesiyle tanıdığını belli ediyor, İmaj kendinden... Sonra yine bizim Medyumlarımız'dan Ayşe'yi, çok sevdiği erik İmajı ile tavlıyarak Oraya getirtmek istiyor... Suya baktırmıyor, çünkü baksa kendini göremiyecek, su olmadığını anlayacak. Ne kaldı geriye?... "BAŞINDA SARIK VAR" ile "rahat mısın?" sorusu... Onu da ilerde açıklarız.

Medyum- ... "Sor" diyor, "Kim olduğumu merak ediyorsun." ...
İdâreci- Kim olduğunuzu söyler misiniz?
Medyum- ..... MEVLÂNA mı, MEVLEVÎ mi, anlıyamıyorum... "Mevlâna" diyor...
"Hadi bakalım, beni imtihan et" diyor... "En çok sevdiğim oğlum Süleyman'dı"
diyor.
İ- ??? En çok sevdiği torunu kimdi?
"M"yle başlayan bir şey... Ya "M" , ya "N"... "E" ikinci harf... Gülüyor.

Şimdi tecrübesiz Spiritualistler veya Spiritualist geçinen Okültistler, Uzaycılar "Mevlâna" adını duyunca secdeye varırlar. "En çok sevdiğim oğlum Süleyman'dı" lâfını bile araştırmaz, âyet gibi doğru kabul ederler. Ama Varlık biliyor bizim onu imtihan edeceğimizi, hemen inanmıyacağımızı... O anda tabii "Süleyman" iddiasına bir cavap veremiyoruz. Biz kendi bildiğimizi soruyoruz. Cevap alamıyoruz.

Sondan başlayalım... Mevlâna Celâleddin-i Rumî'nin (1207-1273) Süleyman diye bir oğlu yoktur. Büyük oğlu Bahaeddin Muhammed, ortanca oğlu Alaeddin Muhammed, küçük oğlu Muzafferuddin Emir Âlim'dir. Bir de Melike Hatun adında kızı vardır. Bahaeddin Muhammed "Veled Çelebi" (1226-1312) diye bilinir. Mevlevî tarikatının kurucusu odur. Celâleddin Emîr Ârif Çelebi , Çelebi Şemseddin Emîr Âbid, Çelebi Selâhaddin Emîr Zâhid ve Çelebi Hüsâmeddin Emîr Vâcid isimli oğuları, Mutahhara Hatun (Âbide) ve Şeref Hatun (Ârife) adlarında iki kızı olmuştur. Ulu Ârif Çelebi (1272-1320) ile görüşmüş Celseleri'ni nakletmiştik. Maalesef Mevlâna'nın diğer iki oğlundan ve kızından olan torunlarının adlarını bulamadık.

Bütün torunlar sevilir ama, bizim bildiğimiz en sevdiği torunu Emir Ârif Çelebi idi. Onun isminin başında da "M" yok... İlk harf "E" ... Tutmadı!..

Geldik "BAŞINDA SARIK VAR" ile "rahat mısın?" sorusuna... Mevlevîler'de sarık olmaz, külâh olur. Yüksekçe bir başlıktır. Varlığın Medyum'a "rahat mısın?" diye sorması, telâşındandır. "Acaba benim oynadığım oyunu farkediyor mu?" diye düşündüğündendir. "Rahat mısın?" sorusu İdâreci'ye âittir, ancak o Medyum'un bulunduğu Vasat'ı değerlendirmek için kullanır. Üstün Varlıklar hiç bir zaman böyle bir suale ihtiyaç duymaz.

İdâreci- Sizinle görüşmek istiyoruz. Ancak yanıltıcı bilgi vermeyin.
Hazret-i Mevlâna'nın oğlunun adı Süleyman değil.
Medyum- .... Dudaklarında bir tebessüm var... Bana soruyor: "Sen de inanmıyor
musun?" ... Beni değil, onu inandırmanız lâzım... "Haklısın" diyor...
İ- İsim değil, yanlış bilgi vermeyen bir Varlık olmanız önemli... ALLAH rızâsı için...
M- ... Mevlevî olduğunu söylüyor.
İ- Neden "Mevlâna" dediniz?
M- .... Susuyor... Başı biraz öne eğik... Utandı gibi...
İ- Bizi aldatsaydı, memnun olacak mıydı?.. Bir Mevlevî'ye yakışır mı?
M- ... Biraz da seni imtihan etmek istemişler...
İ- Bu mevkinin bir İmaj olmadığına yemin eder mi?
M- .... "Evet" diyor...
İ- Siz de hissediyor musunuz?
M- .... Pek değil gibi... ama olabilir... bilmiyorum... Ayşe'ninki değil gibi...
Ama Hans'ın böyle bir şey yapmıyacağını rica ediyorum...
İ- Huzûra kavuşmak istiyorsa, yalan söylemesin.
Varlık- O zaman niye ismimi soruyorsun?
İ- Medyum'a gerçek hüviyetinizle görününüz!.
(Varlık şekil değiştirir)
M- ... Aynı şeyler... Yalnız siyah bir cübbe var bu sefer.
İ- Huzur duyuyor musunuz?
M- Rahatsız olduğumu söyliyemem...

Medyum rahatsız değil, çünkü Varlık, Geri ama Tehlikeli değil... Tıpkı bir kahvehânede bir avcının palavralarını, bir meyhânede bir balıkçının kaçırdığı "büyük" balığın hikâyesini, câhil birinin futbol macı yorumunu dinler gibi hissediyor kendini... Biz de öyle... Yalan olduğunu bilirsiniz ama, rahatsız olmaz, aldırmazsınız. Sâdece palavraları sıkan bir dostunuzsa, üzülürsünüz. Medyum da yalancı Hans olunca üzülüyor, canı sıkılıyor. Ondan daha iyisini bekliyor.

Medyum- Daha yüksekten çağrıldığımı söylüyor... Uzaklaştı.
İdâreci- ALLAH'ın izniyle yükseliniz.
(Bir kere daha gerçek yükselme
olabilir mi, denemek istiyor.)
Meydum-..... Aynı böyle SİYAH bulutlar var...
İ- Devam edin yükselmeye...
M- ..... Bulut gibi... Her taraf BEMBEYAZ....
İ- Huzur veriyor mu?
M- İçimde bir SIKINTI VAR... HEYECANLIYIM...
İ- Heyecanlanacak hiç bir şey yok.
M- HANS YAPMIYOR BUNLARI.... EMİNİM BUNDAN!
İ- Biliyorum.
M- ... Beyazlıkların içindeyim... Aynı havadaki bulutlar gibi... Oraya girdiğim
zaman, etrâfımı göremiyecek gibiyim. Ama geçtim bile!.. Aynı gökyüzü
mâviliği gibi böyle... Sanki bulutların üstünde giden bir uçaktayım... Kimseyle
karşılaşmıyorum...

Bir ses var... Şiir söyliyecek gibi...

Dostumu dost edinmişim
Dostumu dost edin
Dostluğun gerçek dosttur
Dostluğun gibi...

İ- Daha yavaş versinler.
M- Tamam mı?... Hiç bir şekil yok... Hiç bir şey hissetmiyorum.
İ- Sesin kaynağı ne?
M- .... "Dost" diyor...."Dost istemiyor muydunuz?"
İ- Emirlerinizi bekliyoruz.
Varlık- Kim olduğumu sorma! Zamânı geldiğinde öğreneceksin.
İ- Medyum'a olan yakınlığınız ne?
V- Görevimiz olduğu için.
İ- Hangi konularda yardımcı olacaksınız?
V- Şimdilik daha iyi olmanıza yardım edeceğim. Bilhassa Medyum'un
hislerini tahlil etmesini, her gördüğüne inanmamasını... Fazla kalabalık
olmasın, çünkü GELENLER ÇOK ŞEYLER BEKLİYORLAR... İlk başta orijinal
geliyor, fakat sonra sıkılıyorlar.
İ- Hans hakkında söyliyeceğiniz var mı?
V- Hans pek iyi bir Varlık değil... Ama zararlı değil... Ama pek inanmayın.
Pek bir şey bildiği yok...
Medyum- Ağbi, beni sallıyor gene... sallıyor, çünkü dönüşte görüşmek istiyor...
İ- Yukarıdan bu hissi alabiliyorsunuz?
V- Olabilir... ÇÜNKÜ DAHA YUKARI'YA ÇIKACAK DURUMDA DEĞİL MEDYUM.
İ- Lûtfen yalan söylemeyin.
V- Değil. Emin olabilirsin. İstersen bir şey daha söyliyeyim. Belki inanırsın.

Dostluk, dostluk diye dolaşırsın,
Dostluğu bulunca yanaşırsın
Her gördüğünü dost sanma,
dalaşırsın dostun ile....

Oldu mu? ... Kabul ediyor musun? Yeniliyeyim mi?
İ- Çok güzel!
V- O kadar değil. Asıl Yukarı'dan alacaksın.

Gerçekten fena değil, ama son iki mısrayı düzeltmek gerek... Birinci ve ikinci mısra onar heceli... Öyle yapalım:

her gördüğünü sakın dost sanma,
Yoksa dostun ile dalaşırsın...

Yine de İnternet'i taradık, aşırma olmasın diye... Bir tek Âşık Veysel'in "Dost dost diye nicesine sarıldım" şiiri var benzer olan... Yukarda vermeye çalıştığı ilk "şiiir" ise beş para etmez. Ama onu da düzeltmeye, sekiz heceli bir şiir çıkarmaya çalışalım:

Dostumu dost edinmişim
Sen de gel beni dost edin
Dostluğun gerçek dostluktur
İnan bana, hep söylerim,
Dostluğun gibisi yoktur

Gene dikkat etmişsinizdir, İdâreci bu Varlığın karşısında da ilk başta alttan alıyor, hattâ "Emirlerinizi bekliyoruz" diyor. Maksat Varlığı mümkün olduğu kadar konuşturarak done toplamak...

Varlık- Aşağı'da olanlar manzum hiç bir şey veremezler.
İdâreci- Neden?
V- Dörtlük söyliyemezler. HİÇ BİRİMİZİN ELİNDEN GELMEZ ASLINDA... Yukarı'dan
gelir, biz size naklederiz... Ancak Yukarı'yla İrtibat kurmak belirli bir Seviye'de
olur.
İ- Şâir olan kötü bir insan veremez mi?
V- Şâirliği Dünyâ'ya âittir... Onun için korkma!
İ- Peki, efendim.
V- Celseler sırasında herkesin tatmin olmasına dikkat et. İşin biraz da Soytarılık
yönünü düşün. Sırf bilgi için uğraşma. Bilhassa yeniler için... Acelecilik ettim
diye bana ihtar verdiler.
İ- Size mi?
Medyum- Bana değil, ona.
İ- Nasihatleri için mi?
V- Şiir konusundaki açıklamamı beğenmemişler.
İ- Büyük bir tevâzu...
V- Tevâzu değil...

Celse'nin bundan sonrası kaydedilmemiş. Ama büyük bir kayıp değil... Biz açıklamamızı yapalım. Gerçekten de bu Varlık Hans değil... Hans'ın bulunduğu Ortam'dan veya biraz Yukarısı'ndan... Geri Varlıklar'ın durumunu bilmem ama, Dunya'da şâir olan Varlıklar Öbür Âlem'de de şiir yazmaya devam ediyorlar. Bunun örneklerini NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR , Cahit Sıtkı Tarancı' sayfalarında verdik. Yukarı'dan da alıp verenler olabilir. Ama bizce şâir, Burada da, Orada da şâirdir... Varlığın "ihtar" alması da kabul edilebilir bir husus. Orada da bir denetim var, açıklaması yanlış olduğu .için kulağını çektiler.

Varlığın "Soytarılık" dediği fizikî Tezâhürat, yâni Masa, Fincan, Telepati gibi gösteri kısmının gerçekten Yeniler için etkileyici bir yönü var. Zaman zaman kullanırız. Ama çoğu zaman bunu bilimsel tecrübe olarak yaparız, Yeniler tarafından "gösteri" diye algılanır. Aşırıya kaçarsa, gerçekten "soytarılık" olur.

*****


Medyum Ayşe'den bir Celse daha...

Varlık :Yüksek Varlık, Mevlâna
Medyum: Ayşe
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : Ekim 1973
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özel Celse

Medyum- .... "Aydınlık" diyorlar.
İdâreci- ??? Orası mı?
Hayır, Aydınlık... Çok beyaz...
İ- ??? .. Geçen defa Altın'la Teneke ilgili bir misâl verildi.
L- Hıı... Bana şöyle baktı...
Varlık- Sorun olunca neden bana sormuyorsun, taa Aşağalar'a inip soruyorsun?
İ- Ne cevap verdiniz?
M- Alışkanlık... Şimdi yanımda hissediyorum... Bu tarafta... sağımda...
İlk olarak yerinde değil... Yanımda duruyor.
İ- Dostumuz mu?
M- dostumuz... Ben söylemiştim... Şimdi farkettim ki, Eski Dostumuz Burada yok...
Geçen sefer bana farkettirmemişler... Hani, şu Şu bakımdan farkettirmemişler:
Nasıl ki ufak bir çocuk bir yere gittiğinde orası çok eğlenceli, hoşuna gittiyse
annesinin olmadığını farketmez... Ama "Annen nerde?" falan diye soruldu mu,
birden heyecanlanır filân... Onun için farkettirmemişler... Şimdi farketmemde bir
sakınca olmadığı... Hattâ geçen sefer de sormuşum bu soruyu ama ben, bana
yâni anlatmamışlar.
İ- Biz de var diye kabul ettik.
M- Sormuşunuz galiba... İşte olmuş... Size cevap vermemişim bir kaç soruya...
Bu da onlardan biriymiş... Yâni, iki soru filân olmuş... Biri buymuş... İşte öyle...
Onun için farkettim.
İ- Kendilerinin nasihatleri varsa, onu dinleyelim. Yoksa bir tek sorum var.
M- "Buyrun, önce soruyu sorun. Çünkü soru gönlün bir bakıma kiridir" diyorlar.
İ- Geçen sefer "Ulu Ârif Çelebi dostumuzun Medyum vâsıtasıyla görüşebileceğini,
kırgın olmadığını" belirten ifâdeler aldık.
V- Burada o Dostumuz yok.
İ- Yok, fakat Dostumuz'un dedesi olan Mevlâna Hazretleri elbette yardımcı
olacaktır bize bu hususta... Geçen sefer meselâ, "Olcay'ın peşine düşün. Ne pahâsına
olsursa olsun" dendi.
Evet... Mevlâna, "Onun işlerinin çok olduğunu" bildiriyor. Nasıl ki, Buraya geldiğimi
zaman olarak veremiyorsam...
İ- ... onu da veremiyorsunuz. Anlıyorum. Bize ufak bir işâret verebilir mi?
M- ... diyorlar ki, "Olcay renkleri çok olarak alıyormuş... Renk olarak kırmızıyı
veriyorlar. Siyah değil de kırmızı... veya beyaz...
İ- ??? Yâni, beyaz veya kırmızı renkle ilgili bir şey olduğu zaman, bu bir işâret mi
olacak?
M- Evet.
İ- Peki.

Burada duralım... Medyumlar arasında bir kıyaslama ve tercih yapmak ne derece doğru, bilemiyorum ama, Olcay o dönem bizim en iyi, en Yüksek Varlık'la görüşen Medyumumuz'du. Bir süredir gelmediği, çalışma yapamadığımız için üzgündük. Bunun tabii bir kaç sebebi var, gelmeyişinin... Birincisi, Öğrenci Medyum'un aynı zamanda turist rehberi olarak çalıştığı için işlerinin çokluğu... İkincisi, o târihe kadar verilmiş olan Tebliğler'in tam mânâsıyla hazmedilmemiş olması... Üçüncüsü, katılanları sık değişen Topluluğumuz'un Vasat'ı...

Bu engelleri bilmesine rağmen İdâreci sabırsızlanıyordu. Varlık, "Kendinin ne zaman geleceğini bilmediği gibi, Olcay'ın geleceği zamanı bilemiyeceğini" söylüyor, ama İdâreci ısrarla bir işâret istiyor... O verilen işâret çıktı mı, çıkmadı mı, hatırlamıyorum ama, Olcayl bir daha gelmedi. Ulu Ârif Çelebi ve Lokman Celseleri dönemi kapandı , Zalışmalar başka bir yöne evrildi.

Varlık- Başka soracağınız bir şey var mı?
İdâreci- Hayır, efendim... Acab dışarda bekleyen arkadaşlarımızın sohbetten istifâde
etmesi kaabil mi?
M- ... Şimdi biraz erken buluyor...
İ- Peki, efendim. Medyum hakkında nasihatlerinizi bekliyorum.
M- ... Beni çok ince bir fidana benzetiyorlar... "Öyle ki" diyorlar, "o fidanın üstünde
her hangi bir ... Meselâ, bir ağacın üstünde karalama
(yaralama) onda derin
bir iz bırakabilir" diyorlar. Bâzı meselâ fidanken olan bir... bir harf meselâ, işleniyor.
O ağaç büyüse de onda kalır" diyorlar. Biz onun için bu noktalara çok dikkat ediyoruz.
Sizden de... "SİZİN DE BU RUHLARA ÇOK DİKKAT ETMENİZ GEREKİYOR," diyorlar.
İ- ??? Evet. yalnız benim elimde olanlar var, olmayanlar var.
M- Zâten meselâ, şimdi de şöyle bir misâl veriyorlar. Belki de bir fidan gelişebilmesi için
rüzgâra, fırtınaya karşı koyması gerekir. Fakat hiç bir zaman bu onun ÜSTÜNE YAZMAK
şeklinde olmamalıdır.

Peki. ALLAH râzı olsun... Şimdi kendilerinin sohbetlerini dinleyelim.
M- ... Bana erik veriyorlar... Ama şimdi önemini kaybetmiş. O kadar canım istemiyor.
Yemeden de durabilirim.
İ- Demek ki irâdeniz kuvvetlenmiş.
M- ... Bunu onlara sormadan duramıyorum... "Bir şey" diyorum, "insanın istediği anda
vermek kıymetlidir, yoksa zamânı geçtikten sonra özelliğini kaybeder. Ben onu
o zaman istemiştim. Şimdi benim için o kadar önemli değil."
İ- Ne diyorlar?
M- .... Aralarında konuşuyorlar... "Değerli olan, önemli erik değil... Şu anda senin
kazandığın olgunluk" diyorlar. Ve bir şeyi fazla sevmenin diğerlerine zararlı olacağını
söylüyorlar. Ve meselâ...

Çok, çok duygulandım şu anda... Şems'i misâl veriyor Mevlâna... Eriğin de Şems'e
gideceğini hiç tahmin etmezdim... Berâber ağlıyoruz onlan...
(Operatör,
Medyum'un gözyaşlarını silmek üzere iken, Medyum şiddetle başını çevirir!)
Kendisi de silmiyor gözyaşlarını... Tabii bir şeyin tabiiliğini bozmak istemiyor.
İ- Afedersiniz, özür dilerim.
M- ria ederim.. "Tabii olan şeylerin geldikleri kaynak kötü de olsa... Kötü diye bir şey
olamaz zâten... Onu kendisi TANRI en iyi şekilde düzeltir" diyorlar...

Ve şimdi benim gözümdeki şaylar silmeden kuruyacak... Hem de çok kısa bir zamanda...
Uyandıktan sonra yüzüme bakmanızı söylüyorlar. En ufark bir etkinin kalıp kalmadığına
bakmak için...

Berâberce bütün giden şeyler için ağladık... Ama sâdece kendimiz için değil, bütün
insanlar için!... Onun ağladığı giden şeyler, gidince yerine gelmeyen şeyler... İkinci bir
nesnenin dolduramıyacağı şeyler... Gelişler çok zor, gidişler daha kolay...

Yalnız gürültü olursa, alamıyorum. İçerdeki kalabalıktan gürültü gelmektedir.)

İ- Çok özür dilerim.
M- .... Gitti şimdi...

Giden, Medyum'un Mevlâna diye algıladığı Varlık'tır... O mu, değil mi, bilemeyiz. Yeterli done yok... Yalnız söylenenlerden, cereyan eden olaydan ben de etkilenmiştim doğrusu... Medyum'un gözünden yaşlar süzülmesi, sonra sildirtmemek için başını çevirmesi, yüzündeki o son derece mesut ifâde görülmeye değerdi... Bir şeyi çok sevmenin, hele farkında olmadan ALLAH'tan çok sevmenin, o şeyin kaybıyla yaratacağı etkinin büyüklüğünü anlatmış Üstât... Erik sevgisinden Şems sevgisine geçiş gerçekten beklenmeyen bir ilişki... Medyum'u da o duygulandırdı... Mevlâna diye görünen Varlık gitti, ama öteki Dostumuz hâlâ irtibatta.

Medyum- ... "Ayrılığın fayda ve zararı var" deniyor... "Aslında iyi bir dostluk için ayrılığın
ne faydası olur, ne de zararı" diyorlar...
İdâreci- "İnsan çok sevdiği bir dosttan ayrılınca o dostluk ölür" derler.
Varlık- Bu da aslında geçersiz... Yâni, ayrılığın fayda ve zararı... Kişi olgunluğu
bakımından da belki faydası çok ama, insan onun farkına varamıyor... Belki...
Demişler ki, "Mevlâna, Şems'i bulduktan sonra Mevlâna oldu... Oysa ki, mevlâna,
gerçek Mevlâna, Şems'ten ayrılınca oldu.
İ- Demek ki ayrılığın bir faydası olmuş.
V- Ama bu faydayı çekenlere sormalı... Derler ki, Mevlâna... Tepeye ulaşmak kolaydır.
Yâni, tepeye ulaşan zat, o tepenin bir altındadır. O tepeye belki de kolay ulaşacağı
düşünülür. Fakat en zor, en zor ulaşılan yerler belki de en yükseklerdir... Ben en zor
olana Bedenli Varlık olarak ulaştım... İşte zorluk buradan geliyor. Burada ulaşmak
daha kolay.
İ- Sizin âleminizde bu imikân var mı?
V- Ama çok uzun bir sürede... Çünkü bir şey kısa sürede yapılıyorsa, zordur. Burada
kolay yapılıyor ama, daha uzun bir süre...
M- ... Bana, "Bende olanlardan ne istersin?" dedi. Ben de bilgisinden istedim.
Öğretmek için bana söz verdi.
İ- ALLAH râzı olsun, Muhterem Dostumuz'dan... Eğer lâyıksak, bize de sevgisinden
bahşetsin.
M- Sevgisinden değil de, bilgisinden... Ben zâten çok bilgili olduğunu düşündüm.
Bu arada ne istediğimi sorunca, bilgisinden istedim. ... "Zâten sevgisinden isteseydin,
vermezdim" diyor... Bencillik olarak değil de, bir insan bir şeyden çok çekerse, onu
başkasına vermek istemez. Meselâ, çok zor bir kimyâger olan, çok zorluk çekmiş bir
kimse, kardeşinin kimyâger olmasını istemez. Onun için sevgisimden bize vermiyor.
Vermemeyi değil de, çok azar azar vermeyi düşünüyor. Çünkü kendininki âdeta bir
parlama olmuş. Tutuşma olmuş. Oysa ki... belki de için için yanmak daha köklü,
daha zor.
İ- ALLAH râzı olsun Çok ihtiyâcımız olan şey.

İdâreci bunun hem BİLGİ'yi, hem de SEVGİ'yi kastetti... Şimdi gelen Varlık mevlâna diye bir iddiamız yok!.. Ancak söylenenler ona uygun... Gerçekten sevgi için çok çekti. Mevlâna, Şems'ten ayrılına yanmasıyla Mevlâna oldu, Mesnevî onan sonra yazıldı... Bu arada Medyum'un da SEVGİ değil, BİLGİ istemesi enteresan... Misâller de güzel... Hiç değilse Vasat-Üstü bir Varlık'la İrtibat'ta olduğunuz âşikâr...

Varlık- İnsanlar SEVGİ'yi parçalıyorlar. Onun için insanları sevemiyorlar.
Medyum- ... Ve bana şöyle ders veriyor: Daha fazla okumam gerektiğini söylüyor.
kendisini daha iyi anlamam için ve derslerimin daha iyi olması için... daha faydalı
olacağını söylüyor.
İdâreci- Bu konuda gayret gösterelim.
M- Diyor ki, "Mânevî üzüntüleri gereksiz sanmayın... Ama isterseniz bir olay
verebiliriz," diyor.
İ- ??? Bundan kastınız nedir?
M- "Yâni, insanın olgunlaşması içien mânevî üzüntüleri çok oluyor. Bunun mükâfatını
Madde Âlmemi'nde verilebilir, yükselme olarak ama, bu" diyorlar, "bizim için, bizim
ölçülerimize göre pek mükâfat sayılmaz. ama isterseniz, verilsin," diyorlar.
İ- Biz onların ulaştıkları iç huzûrunu istiyoruz.
M- Ama ben madde olarak istiyorum. Mâdem ki Madde Âlemi'ndeyim... Sizin mânâ
olarak istediğinizi iletiyorum... Durumuma göre, belki de isâbetli bir seçim yaptığımı
söylüyorlar...
İ- Ne şekilde bir mükâfat vereceklerini söylüyorlar mı, size?
M- ......?....
(banttan anlaşılmıyor) ....
İ- Peki. Çok teşekkür ederiz. Acaba başka söyliyeceğiniz var mı?
M- Diğerleri de gelsin.
İ- Teker teker mi çağırayım?
M- Berâber çağırın.
(Bunun üzerine dışarda beklemekte olan Ahmet, Ümit, Solmaz,
İnci içeri alındı. Şahsî sorularına izin verildi. Sonra)
İ- Muhterem Üstâdım, bunu sormanın yanlış olduğunu biliyorum, ama yine de soruyorum.
Çalışmalarımın istikbâlini nasıl görüyorsunuz?
V- Bedenliler'le Bedensiz Varlıklar arasındaki fark buradan geliyor. Bedenliler bir şeyin
yanlış olduğunu bilerek yapıyorlar.
M- Örnek olarak ta bu sizin davranışınızı veriyorlar.
V- Fakat bu Âlem'de öyle bir şey yok. Bir şeyin yanlışlmığı bilindi mi, onu yapmıyoruz.
M- Fakat size de cevap verecek. Yalnız soruyu nakledemiyorum.
İ- Şu andaki durumumuzu ve biraz ilerimizi...
M- Evet, tamam... İlerlemenin durmayacağını söylüyorlar.
V- Yalnız "ilerleme"den kasıt, eğer gelenin ismine veya meşhurluğuna bakılarak
yapılacak tamâmen yanlış bir değerlendirme... Tamâmiyle verilen bilgilere ve özellikle
bu bilgilerin sağladığı yararlara bakmak gerekiyor. Ve bizim görüşümüze göre, böyle
bir ilerleme olacak. Ama siz ölçülerinize göre bunu bir ilerleme kabul etmeyebilirsiniz.
Ona biz karışmayız. Fakat bizim ölçülerimize göre, ilerleme olacak. Yani, hiç bir zaman
için bu konularda özellikle ilerleme kesilmez. Aşağı yukarı her konuda ilerleme Tekâmül
içindir. Çünkü zâten madde, mânâdan gelme olduğu için ve her konu için geçerlidir.
Bir ilerleme olacak.
İ- Yâni, önümüzdeki devreyi ümitli görüyorsunuz.
V- Evet.
M- Sâdece şunu söylüyorlar: Her şeyin eski
(faal) duruma geleceğini...
Ve "her şey"den kasıt ta, iyi olan şeyler... Yâni, hani Tekâmül'ün geriye gelmesi gibi
bir şey yok.

İ- ALLAH râzı olsun. Peki, dostum. Müsaadenizi rica edelim.
M- Ben
(indim) geldim zâten. Yalnız siz
uyandırın. Ben geldim zâten.

İdâreci'nin yanlış sorusu, İstikbâl'e dâir idi... Varlık genel bir cevap verdi, ama tamâmen doğru çıktı. İsme önem vermeden, alınan bilgiler gerçekten bizi çok üstün noktalara götürdü. Bunda elbette SABIR'la ve GAYRET'le hareket etmemizin, durgun zamanlarda dahi vazgeçmeyişimizin etkisi büyüktür... 1965-1973 yılları arasında haftada ortalama iki gün Toplantı, Sohbet, Celse, Hasta Tedâvisi çalışmaları; 1975-1993 arasında haftada ortalama bir gün Toplantı, Sohbet, Celse, Hasta Tedâvisi; 1996-2007 yılları arasında Toplantı ve Sohbet yapılmıştı. Aradaki boşluklar iş münâsebetiyle başka şehir ve ülkelere seyyahat dolayısiyle kesinti görünse de, aslında 1965 yılından bu güne (2021) Celse Kayıtları, Celse Zabıtları ve Celse Tetkikleri üzerine çalışmalar, derlemeler hiç durmamıştır. Ölünceye kadar da ALLAH güç verirse durmayacaktır. Spiritualizm işte böyle bir şeydir. 26 yıl fiilen Celse yapılmış, 56 yıl da kâğıt, kitap, kalem, bilgisayar, tuşlar ile çalışılmış... O zamanlar Toplantılar'a katılan Dostlarım vardı, şimdi ise Okurlarım var.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR'UN GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR