BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR -35

Bakalım bu sefer Âhıret Âlemi'nden kimler çıkacak karşımıza?

Varlık : Safiye Sultan
Tarih :22.9.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- .... SAFİYE SULTAN.... (1)
İdâreci- Daha yüksek sesle...
M- ... Diğer adı ROKSALAN....(2) Roksalan... Ebedî lânete uğramış... Bayezid'in kanına girmiş.
Levh-i Mahfuz'da Bayezid'in emrindeymiş... ...Yatmıyormuş... Sultân-ı İklim-i Rum'un ayaklarının önüne geçemem!...
Hâkim-i Sultan-ı ibni Sultan ... Kaz kafalı!.. İhdida eder gibi görünmüş... fakat ihdida etmemiş...
Eski dinini muhâfaza ederek ölmüş... Roksalan... Korkunç yer!... Korkunç yer!... Korkunç yer!...
İ- Ayrılınız! Yükselmeye bakınız!
M- .......
(sıkıntı içinde) ......
İ- Neniz var, efendim?
M- ... Ohh!.... Burasını hiç görmemiştim...
İ- Peki... Daha yüksek sesle...
M- .... Burası ... mefhum bulamıyorum anlatmak için... Çok az kimse var... Bunların bâzıları kara...
Görünmüyor... Sanki katran içinde...
İ- Burası Safiye Sultan'ın bulunduğu yer mi?
M- Evet... Sanki boğazlarına kadar katran içinde... Simsiyah... katı bir balçık... Simsiyah, katı bir balçık...
İ- Peki, buradan ayrılın, efendim.
M- ... Dermânım yok... Yukarı'dan korkunç bir ses geldi... Başları da yok oldu!.. Çıkıyorum...

Burada durmamız gerek... Medyum karanlık tabakada bir Geri Varlık'la karşılaşıyor... Bir kadın... Daha doğrusu kadın olarak görünen bir Rruh... Öbür Âlem'de cinsiyet yok ki!.. Kendini SAFİYE SULTAN olarak tanıtıyor... Sonrada ROKSALAN adını veriyor... İkisi aynı şahsa âitmiş gibi... Mâlûm, Osmanlı devrinde Saray'a getirilen Hıristiyan câriyelere önce bir Müslüman adı verilir, eğitimden geçirilir, İslâm'ı kabul edip edep-erkân öğrendikten sonra Pâdişah önüne çıkarılırdı.

Osmanlı Târihi'nde bir SAFİYE SULTAN var. ROKSALAN da var, ama ikisi aynı kişi değil!..

Safiye Sultan, SULTAN III. MURAD'ın eşi, SULTAN III. MEHMED'in de annesidir. Saray'a getirildiğinde Hıristiyan adı Sofia Bellicui Baffo idi. 1550 doğumludur.

ROKSALAN ise, onu ben dahi biliyorum, HÜRREM SULTAN'ın Hıristiyan adıdır. HÜRREM SULTAN, KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN'ın eşi, SULTAN II. SELİM'in annesidir. 1502 doğumludur.

Peki, Celse'de niye böyle bir yanlış bilgi alındı?.. Acaba Medyum şuuraltı-şuurüstü birşeyler mi kattı görüşmeye?.. Yâni, bizi aldattı, işletti mi?..

Böyle bir şey olması imkânsız! Çünkü Medyum çok kültürlü bir târih yazarı... Yaptığı tasvirlerden, kelime haznesinin genişliğinden bunu görmek mümkün. Eğer amacı bizleri işletmek olsaydı, doğru bilgi verir, ya BAFO derdi, ya da HÜRREM SULTAN...

Çok az bir ihtimâlle Âhıret'ten bir Geri Varlığın bizi işletmek için böyle yanlış bilgi verdiğini düşünebiliriz... Ama bizce olay o da değil!.. Çünkü Varlık suçlarını anlatıyor. İşletme niyeti olsa, kendini methederdi. Daha başka bir sebep var...

Bütün Rûhî İrtibatlar, hattâ Obsesyon Vak'aları dahi bâzı Üstün Varlıklar'ın bilgisi ve gözetimi dâhilinde cereyan etmektedir. Her birinin bir gâyesi, bir maksadı vardır, ve hepsi Tekâmül'le ilgilidir.

Burada, bizce bu bilgi karışmasının iki sebebi olabilir. Birincisi, Safiye Sultan diye görünen Varlık ilgi çekmek için ROKSALAN adını da vermiş olabilir... İkincisi, yine Üstün Varlıklar gözetiminde gerçekleşen bu İrtibat'ta bizi araştırmaya, öğrenmeye teşvik etmek için kasıtlı yanlış bilgi verilmesi istenmiştir.

İddia sâdece ROKSALAN değil!.. "Bayezid'in kanına girmiş" , sonra "İhdida eder gibi görünmüş...Eski dinini muhafaza ederek ölmüş" gibi iddialar var!... Bakalım, bunlar doğru mu?.. Araştırmamız için bu bilgiler Celse'de verilmiş...

Biz de bizden isteneni yapacağız. Sizler de Karanlık Tabaka'da gerçekleşen bu kısacık İrtibat'ın, bizi heyecan dolu ne mâcerâlara sürüklediğini görecek, zevkle izliyeceksiniz.

(1) Sofia Bellicui Baffo için, o dönemin Venedik kaynaklarında, Dukakin'de Rezi köyünde doğduğu ve Arnavut kökenli olduğu belirtilir. III. Murad'ın ilk saltanat yıllarında İstanbul'da bulunan Alman Elçilik Heyeti'nden râhip Stephan Gerlach ise, Safiye Sultan'ın Bosna kökenli olduğunu söyler ve Sultan II. Murad'a şehzâdelik yıllarında, Ferhad Paşa tarafından hediye edildiğini yazar. "Baffo'nun babasının Korfu Vâlisi, gerçek adının Cecilia Baffo olduğu, Venedik'le Korfu arasında seyahat ederken Osmanlı korsanları tarafından Adriyatik denizinde kaçırılıp, Şehzâde Murad'a sunulduğu" bilgisi ise, doğru olmayıp, Nurbânu Sultan ile karıştırılmasından kaynaklanmıştır. Nurbânu Sultan'ın Hıristiyan adı Olivia veya Cecilia Venier-Baffo veya Yahudi adı Rachel Marié Nassi'dir. 1525 veya 1530 doğumludur. Sultan II. Selim'in hasekisi ve Sultan III. Murad'ın annesidir. Haseki Hürrem Sultan'ın gelinidir.

Silsileyi gördünüz mü?.. Hürrem Sultan'ın gelini Nurbânu Sultan... Onun gelini Safiye Sultan... İsimleri târihçiler bile karıştırırken, bir Geri Varlık nasıl karıştırmasın?..

Baffo'nun Saray'dan önceki hayâtı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Venedik kaynaklarında 13 yaşında Şehzâde Murad'a takdim edildiği söylenir.

Safiye, III. Murad tahta geçince başkadın oldu. Büyüleyici güzelliği ve parlak zekâsı sâyesinde büyük bir nüfuz sâhibi oldu. Bu nüfûzu, yeni Vâlide Sultan olan Nurbânu Sultan tehdit olarak gördü ve ondan kurtulmak istedi. Sultan Murad'a her gün yeni bir câriye sunuldu ve Safiye Sultan'ın düşmanları onu gözden düşürmek istediler. Bu rekaabetin öncüleri Hürrem Sultan'ın kızı Mihrimah Sultan , Nurbânu Sultan'ın kızı Esmehan Sultan ve Gevherhan Sultan idi. Ancak III. Murad'ın gözü hep en sevdiği hasekisinde idi.

Safiye Sultan'ın 1585'ten sonra güçlü kadın düşmanları yoktu, ama hâlen kadın rakipleri vardı. Bunlar; Mihriban Haseki Sultan, Şâhuban Haseki Sultan, Nazperver Haseki Sultan, Şemşi Ruhsar Haseki Sultan, Fahriye Haseki Sultan ve diğerleri idi. Safiye Sultan Harem'de ve iktidar yolunda, sürekli önüne çıkan engelleri kaldırma mücâdelesi verdi.

Safiye Sultan sâdece Devlet'in iç işlerine değil, dış işlerine de müdâhale etmekteydi. Bu anlamda yabancı hükümdarlarla doğrudan mektuplaştığı ve diplomatik ilişkiye girdiği bilinmektedir. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth ona 1593'te mücevherlerle işlenmiş bir portresini, o da Kraliçe'ye gümüş işlemeli elbise ve kemerle altın işlemeli iki mendil gönderdi. Bu hediyeleşmeler daha sonra, onun Vâlide Sultanlığı döneminde de sürdü. İngiltere Elçisi Edward Barton da Vâlide Sultan'a verdiği hediyeler sâyesinde İstanbul’daki tâyinlerde etkin rol oynadı. Nitekim bu ilişkiler ve hediyeler etkisini gösterdi ve Safiye Sultan âdetâ Kraliçe'nin Saray'daki en büyük destekçisi oldu. Kraliçe ona 1599’da süslü bir araba hediye etti. Safiye Sultan da bu araba ile İstanbul’da, o zaman için hiç alışılmadık şekilde, gezmeye başladı. Kraliçe'nin sunduğu bu arabaya; elbise, kuşak, gümüş işlemeli iki havlu, üç mendil, yâkut ve inci ile bezenmiş bir taçla mukaabele etti.

Sokullu Mehmet Paşa , 1574'te ölen II. Selim'in yerine geçen III. Murad döneminde de Sadrâzamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu, çünkü Pâdişah da artık onun karşıtlarıyla işbirliği hâlindeydi. Sokullu yine de bâzı siyâsî başarılara imza attı. Fas'ı Portekiz akınlarından kurtardı. Avusturya'nın Saray içine dönük oyunlarını etkisiz hâle getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Sokullu Mustafa Paşa sudan bir nedenle idâm edildi. Sokullu Mehmed Paşa, 11 Ekim 1579 târihinde meczup bir derviş tarafından bir ikindi dîvânı çıkışında kalbinden hançerlenerek öldürüldü... Birini bir "meczup" öldürürse, ben hep kuşkulanırım... Hindistan'ın bağımsızlığını Büyük Britanya İmparatorluğu'ndan koparıp alan Gandhi'yi bir fanatik öldürmüştü.... Yaşlanıp ta bir türlü Öbür Dünyâ'ya gitmeyen Suudî Arabistan Kralı'nı "meczup yeğeni" öldürdü... Emperyalist İngiltere aleyhine konuşan John Lennon'ı da bir "fanatik" öldürdü!.. Hepsinin arkasında başka birileri vardı. Peki, Sokullu Mehmet Paşa ne suç işlemişti?.. Sokullu, Kıbrıs'ın fethine ve Yahudiler'e yurt olarak verilmesine karşı çıkmıştı!... Kıbrıs fethedildi ama Yahudiler'e verilmedi. Venedikliler de intikam olarak İnebahtı'da donanmamızı yaktılar!..

Sokullu Mehmet Paşa'yı öldüren şahıs, hemen oracıkta askerler tarafından parçalandı. Böylece onu kimin gönderdiği öğrenilemedi. Safiye Sultan, özellikle Sokullu Mehmed Paşa'nın 1579 yılındaki ölümünden sonra Devlet yönetiminde son derece etkili oldu.

Safiye Sultan, Vâlide Sultanlık döneminde, yâni "Pâdişah Anası" sıfatıyla da etkin bir rol oynadı. 1595 yılında III. Murad’ın vefâtı ve oğlu III. Mehmed’in tahta geçmesiyle birlikte Vâlide Sultan olarak Devlet içindeki konumu daha da güçlendi. Kocasına ve onun ölümünden sonra çevresindeki diğer tehlikelere karşı oğlunu korumaya çalıştı. III. Mehmed’in Selim, Cihangir, Mahmud ve Ahmed isminde dört oğlu vardı. Şehzâde Ahmed'in annesi ikinci eş durumunda olan Handan Sultan güçsüz bir konumdaydı. Şehzâde Selim ve Şehzâde Cihangir'in erken ölümü ile Şehzâde Mahmud en büyük şehzâde olarak Veliaht ilân edildi. 1587'de doğan Şehzâde Mahmud ve annesi, Safiye Sultan'ın iktidarının geleceğini tehdit ediyorlardı. Fakat Şehzâde Mahmud'un annesi olan Halime Sultan'ın müneccime, oğlunun tahta çıkması konusunda sual ettiği mektup Safiye Sultan'ın eline geçince, muhtemelen Handan Sultan ile de iş birliği yapan Safiye Sultan, torununu öldürmesi için oğlu Sultan Mehmed'i ikna etti. Mahmud’un, annesinin girişimiyle tahta geçme planları yaptığı gerekçesiyle, öldürülmesini sağladı. 1603'de, Şehzâde Mahmud 16 yaşında iken, sessizce Saray'da boğduruldu. Böylece Safiye Sultan için ortadan bir engel daha kalktı. ...

Demek ki, Safiye Sultan'ın kanına girdiği Şehzâde, Bayezid değil; Mahmud imiş!.. Bir hatâyı daha düzelttik... Ne kaldı geriye? Samimi ihdida edip etmediği, yâni isteyerek Müslüman olup olmadığı... Onu da buluruz inşaallah.

Devlet adamlarından rüşvet ve hediyeler alarak memuriyetlere tâyinlerinde başrolü oynadı. Halk ve memurlar Devlet işlerindeki bu etkin rolünü bildiği için, işlerini gördürebilmek amacıyla ona başvurur, hatta bâzen arabasının önünü kesip, bu gibi konularda isteklerde bulunurdu. Sadrâzam'dan Şeyhülislâm'a kadar bütün azil ve tâyinlerde, Devlet işlerinin yürütülmesinde birinci derecede etkili idi. Sultan III. Mehmed önemli konularda hep kendisine danışırdı. 1596 yılında Eğri seferine çıkan III. Mehmed, 1 milyar akçelik bir hazineyi annesinin kullanımına verdi. Bu vesile ile İstanbul’daki azil ve tâyinlerle Devlet işleri onun doğrudan müdâhalesine daha açık bir duruma geldi. Ancak söz konusu müdâhaleler onun sevilmeyen bir insan olmasına ve merkezde pek çok düşman kazanmasına sebep oldu.

Dış politikada kayınvâlidesi Nurbânû Sultan gibi Venedik yanlısı bir tutum izledi. Mühtemeldir ki, bu siyâsette Venedik Elçileri'nin kendisine sunduğu zengin hediyelerin payı vardı. Safiye Sultan’ın Venedik’e desteği, kendisine verilen rüşvet ve hediyeler dönemin İstanbul Elçileri'nin raporlarına kadar yansımıştır. Onun sözünü tutan güvenilir bir kadın olduğunu ifâde eden Venedik Elçisi Matteo Zane, elçilerin kendisine hediye vermesini beklemeden, kendisinin almak istediği şeyi onlardan talep ettiğini belirtir. Venedik, Safiye Sultan sâyesinde ikili ilişkilerde ortaya çıkan pek çok tehlikeyi büyümeden atlattı.

Vâlide Sultan, elçiliklerle olan irtibâtını yakın hizmetkârı, Kira Kadın, Yahudi Esparanzo Malchi vâsıtasıyla sağlamaktaydı. İşleyen rüşvet çarkının da merkezinde olan Esparanzo, bu sâyede büyük bir servete sâhip oldu. İstanbul Gümrüğü’nü iltizamla aldı ve karşılığında verdiği kalp akçe yüzünden 1 Nisan 1600 tarihinde hassa sipâhilerinin çıkardığı bir isyanda oğluyla birlikte feci şekilde öldürüldü. Âsilerin bu işte büyük payı olduğunu düşündükleri Safiye Sultan ise, bu bâdireden zorlukla yakasını kurtardı. Zirâ Pâdişah "annesini uyaracağı"nı söyleyerek, isyancıları ancak yatıştırabildi.

Oğlu III. Mehmed'in vefâtından sonra Saray'da sâdece 18 ya da 19 gün kalabilen Safiye Sultan, 9 Ocak 1604'te, torunu I. Ahmed tarafından büyük bir alay ile Eski Saray'a gönderildi. Bütün hizmetçileri ve kadınları ile sürgün edilen Safiye Sultan'ın torununa lânetler yağdırdığı da kaynaklarda geçmektedir. Böylece Safiye Sultan'a yakın isimler de Harem'den uzaklaştırılmış oldu. 13 yaşındaki I. Ahmed, sancağa çıkmadan, yâni bir ilde vâlilik yapmadan, Devlet tecrübesi edinmeden tahta geçtiği için, bir ekibi yoktu ve Safiye Sultan da tüm alayıyla berâber gönderildiğinden, Saray neredeyse bomboş kalmıştı. Bu yüzden denilebilir ki, genel kanının aksine, Safiye Sultan'ı Eski Saray'a gönderen I. Ahmed'in eşi Kösem Sultan değil, bizzat annesi Vâlide Handan Sultan'dır. Bu yüzden ilk yapılacak işlerin arasına Sultan Ahmed'in sünneti ile birlikte Safiye Sultan'ın Eski Saray'a gönderilmesi de alınmıştır.

Nurbânu Vâlide Sultan günlük 2000 akçe alırken, oğlu Sultan III. Mehmed, Safiye Sultan'ın maaşını günlük 3000 akçeye çıkarmıştı ve bu maaş Mehmed'in ölümünden sonra, âdet gereği gönderildiği Eski Saray’da da kendisine ödendi. Bu biriken parayı ve aldığı söylenen rüşvetleri ne yaptı?.. Ölme ya, Saray'da yaşayan birinin yemesi-içmesi-ikaameti Saray'dan... Keyfine yaptığı alış-veriş, verdiği hediyeler dışında ne masrafı olabilir ki?.. Deli lâkaplı Sultan İbrâhim için "havuzdaki balıklara yem diye inci attığı, israf ettiği" söylenir. Atsın!.. Balık ta havuzda, incide... Sonradan çıkarılırdı.... Bu yüzden safiye sultan biriken servetini hep mücevhere, kıyâfete mi yatırdı, yastık altına mı yığdı?.. Hayır!.. Dâvud Paşa sahâsında bir kasır yaptırmıştı. Zaman zaman III. Mehmed’le birlikte burada oturur ve ziyâfetler tertip ederdi. Eğri Kalesi’nin fetih haberinin İstanbul’a ulaşması üzerine fakirlere, yetim ve dullara kendi kesesinden sadaka dağıtmıştı.

Eski Saray'a yerleştikten sonra siyâsete müdâhale edemeyen Safiye Sultan ömrünün kalanını o sarayda geçirdi. Safiye Sultan 9 Nisan 1598 tarihinde Eminönü'ndeki Yenicami'nin inşâsını bir törenle başlatmıştı. Ancak oğlu ölüp, kendisi Eski Saray’a nakledilince, epeyce ilerlemiş olan külliyenin inşâsı yarım kaldı. Câmi, 1665’te Sultan IV. Mehmed'in annesi Turhan Sultan tarafından tamamlandı.

Bu câminin dışında Üsküdar’da Karamanlı köyünde bir câmi ve çeşme yaptırdı. III. Mehmed'in türbesinde Kur’an okunması için bir vakıf kurdu. Fatih’te Âşıkpaşa mahallesinde bulunan İmam Gazâlî neslinden bir zâtın mezarı üzerine türbe inşâ ettirdi. 1598’de kendi adıyla anılan bir medrese ve 1610 yılında Kahire’de kölesi Osman Ağa nezâretinde Meîike Safiye Câmii adıyla da anılan câmi inşâ ettirdi. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda yaptığı Mısır seyahatlerinde câmiyi şu şekilde tasvir etmiştir:

- “Yirmişer basamak merdivenle çıkılır, altmış sütun üzerine yapılmıştır.
Avlusunun etrafı altmış adet kârgir kubbedir, avlusu mermer döşelidir.
Mihrâbı, minber ve minâresi Anadolu üslûbundadır. Cemaati gâyet çoktur”.

Bunların dışında savaş dönemlerinde ordunun giderlerine harcanmak üzere kendi malından bağışlarda bulunur, borcundan dolayı zor durumda kalanların borçlarını öder ve seyahatlerinin geçtiği yerlerdeki fakirlere sadaka dağıtırdı...

Ocak 1619'da Pâyitaht'a düzenlediği seyahat sırasında fenâlaştı. Hekimlerin müdâhalelerine rağmen aynı gün vefat etti. Öldüğünde 71 yaşındaydı. Ölüm nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, bir kâlp krizi yahut beyin kanaması düşünülmektedir. Necdet Sakaoğlu'na göre, "I. Ahmed'in kendi annesi Handan Sultan'ı zehirletmiş olabileceği" iddialarının mevcut olduğu gözönüne alınacak olursa, Safiye Sultan'ın kendi eceliyle doğal nedenlerden vefat etmiş olması şüphelidir. Cenâzesi İstanbul Ayasofya Câmii'nin eski vaftizhânesi olan, eşi Sultan III. Murad'ın türbesine defnedildi.

Safiye Sultan yukarıda sıraladığımız hayır işlerini, bunların tümünü gösteriş için yapmış olamaz!..Yâni, bizce bunların tümü gösteriş için olamaz!.. Rüşvet almaya eğilimli bir kimse paragöz olur, hayır işine zırnık koklatmaz. Ancak bir kısmı gösteriş olsun diye, veya günahlarını affettirebilmek için böyle hayırlara kalkışırlar. Safiye Sultan acaba torununu öldürttü mü? Eski dinini muhafaza mı etti?.. Bunu örtmek için hayır işleri mi yaptı?... Böyle ise, Karanlık Tabaka'da karşımıza çıkan odur... Yok, öyle değilse, bir Geri Varlık, ama Osmanlı Târihi'nden haberdâr biri, Safiye Sultan diye görünüp sempati toplamak istemiştir. Doğrusunu ALLAH bilir ama, bizce Safiye Sultan hayırsever samimi bir Müslüman idi. Karşımıza çıkan Varlık o olmasa gerek!

Peki, öyleyse kim?.. Gelelim Hıristiyan adı ROKSALAN olan HÜRREM SULTAN'a!... Onun Bayezid diye bir oğlu var, ben bile biliyorum. Bir şehzâde öldürttüğü söylenir ama, o Bayezid değildir. Eski dinini muhafaza mı etti?.. Belki de gelen Varlık Roksalan idi, Safiye Sultan adını da verdi.... Şimdi bu hususu araştırmak gerek...

(2) HÜRREM SULTAN Avrupa'da bilinen adıyla LA ROSSA veya ROXELANA, 1502 veya 1504, Rutenya doğumludur. Osmanlı İmparatorluğu'nun f0. Pâdişâhı ve 89. İslâm Halifesi I. Süleyman'ın nikâhlı eşi, sonraki Pâdişah II. Selim'in annesidir.

Renkli hayâtı ile efsâneleşmiş; entrikaları, zekâsı, cesâreti ve ihtiraslarıyla ün salmış bir Hanım Sultan'dır. Hayâtı romanlara, tiyatro oyunlarına, opera eserlerine konu olmuştur. Siyâsette ve Devlet işlerinde aktif rol oynayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda "Kadınlar Saltanatı" denilen devri başlattığı rivâyet edilir. Bunun yanında, Osmanlı Târihi'nin en güçlü ve en etkili kadın sultanlarından birisi olarak kabul edilmektedir.

Roksalan'ın Topkapı Sarayı'na gelene kadarki hayâtı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rutenya'da (Ukrayna), 1504 yılında doğduğu rivâyetler arasındadır, Tatar akıncılar tarafından 1520 târihinde 15-16 yaşlarında Rutenya'den kaçırıldığı, Kırım Hanı'nın himâyesine getirildikten sonra Topkapı Sarayı'na sunulduğu, târihçiler ve yazarlar tarafından kabul görmüş bir rivâyettir.

16. yüzyıl kaynaklarına göre kızlık ismi bilinmiyordu. Ama daha sonraki kayıtlara göre - meselâ, 19. yüzyılın Ukrayna'daki ilk kayıtlarına göre - Anastasia (Kısaca Nastia) Polonyalılar'ın geleneğinde, Aleksandra Lisowska olarak bilinir. Genelde Hürrem Haseki Sultan olarak bilinirdi; Avrupa dillerinde Roxolena, Roxolana, Roxelane, Rossa, Ruziac, Ruslana, Türkçe'de Hürrem (Farsça) "neşeli kişi" anlamına gelir. Bâzı târihçilere göre Roxelana, Ukrayna sınırları içerisinde bulunan Rohatyn kentinde doğmuş, Lehistanlı Ortodoks bir âilenin kızıdır.

O dönemin Avrupa elçileri tarafından kızıl saçlı, yeşil gözlü ve beyaz tenli olduğu vurgulanmıştır. Nasıl öğrenmişlerse... Eşi Kanunî Sultan Süleyman'ın da kendisine yazdığı gazel ve şiirlerden de bu anlaşılmaktadır. Kendisi adına çizilen portreler tamâmen ressamların hayâl ürünü olup, gerçeği yansıtmamaktadır. Bunun yanında Osmanlı İmparatorluğu'nda adına en çok portre yapılmış hanım sultandır.

Hürrem Sultan’ın saraya gelişi ve Kanunî ile tanışması hakkında kesin bilgiler yoktur. Pâdişahlığının ilk senesinde Harem'e girdiği düşünülür. Niye "düşünülür" anlamam!.. Çünkü 1520 yılında kaçırılmış. Sultan Süleyman o yıl tahta geçmişti. Demek ki, Pâdişah olduktan sonra kendisine takdim edilmiş!..

Hürrem Sultan Saray'a getirildiğinde I. Süleyman'nin Manisa Vâlisi iken birlikte olduğu Mâhidevran Sultan'dan Mustafa isimli bir oğlu vardı. Sarayın en nüfûzlu kadını Pâdişâh'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan, ikinci derece nüfûzlu kadın Mâhidevran Sultan idi. Hürrem'in, Kanuni ile ilişkisinden 1521’de Şehzâde Mehmed dünyâya geldi ve böylece Hürrem Sultan Saray'daki en nüfûzlu 3. kadın durumuna geldi.

İki haseki arasındaki rekaabet bir gün kavgaya dönüştü. Hürrem Sultan bu kavgayı çeşitli entrikalarla lehine çevirdi. Pek çok yazara göre bu olaydan sonra gözden düşen Mâhidevran Sultan, 1533’te Manisa Vâliliği'ne atanan oğlu veliaht Şehzâde Mustafa’nın yanına gönderildi ve Hürrem Sultan onun yerini aldı.

Yıldırım Bayezid'in karısının Timur'un eline düşmesinden sonra çoğu Osmanlı Pâdişâhı eşlerine nikâh kıymamışlar, dînen câiz olan câriye almışlar, onları önce Haseki, yâni eş, sonra oğlu Pâdişah olursa, Vâlide Sultan mertebesine çıkarmışlardır. Hürrem Sultan, Şehzâde Cihangir’in doğumundan sonra görkemli bir düğün yapılarak Kanunî ile evlendi ve aralarında resmi nikah kıyıldı. Bu olay kesin târihi belli olmamakla birlikte, Haziran 1534’te veya daha erken gerçekleşti. Dolayısıyla pâdişah câriyelerine verilen Haseki ünvânı, Haseki Sultan olarak değiştirildi ve bir törenle ilân edildi. Hürrem Sultan'ın Saray'da pozisyonu Kanuni'nin nikâhlı eşi olması ile arttı ve bu olaydan sonra Mahidevran Sultan'dan daha yüksek bir mevki sâhibi oldu. Bu nikâh ile Hürrem Sultan, Osmanlı târihinde uzun bir süre sonra pâdişah tarafından nikâhlanan ilk câriye oldu.

Mâhidevran ile Hürrem Sultan arasındaki mücâdelede Mâhidevran Sultan'ı tuttuğu düşünülen ve oğlu üzerinde büyük nüfûzu olduğu söylenen Vâlide Hafsa Sultan’ın 1534 yılındaki ölümü ile, Hürrem’in Saray'daki etkisi daha da arttı ve Harem yönetimini eline aldı. Fakat rakibi Mahidevran Sultan, veliaht annesi olduğu
ve Şehzâde Mustafa'nın tahta çıkmasına kesin gözle bakıldığı için, Vâlide Sultanlığa hazırlanmaya başladı.

Pâdişâh'ın çocukluk arkadaşı ve danışmanı Sadrâzam Pargalı Dâmat İbrâhim Paşa , Şehzâde Mustafa’yı hükümdarlığa aday görenlerin arasındaydı. Sadrâzam'ın Irakeyn seferi sırasında Defterdar İskender Çelebi'yi idâm ettirmesinin, Pâdişâh'ı ondan soğuttuğu söylenir. Pek çok târihçi, yabancı elçilerin İbrâhim Paşa’yla görüşmelerine ilişkin hazırladıkları raporlarından yola çıkarak, onun iktidar hırsıyla pek çok kararı kendi başına-buyruk verdiğini belirtmektedirler. İbrâhim Paşa’nın Irakeyn Seferi’nden dönüşte Saray'a dâvet edilip 14 Mart 1536 gecesi dâiresinde uyurken boğdurulması, Hürrem Sultan için önemli bir engelin ortadan kaldırılmasını sağladı. Çocukluğundan beri Kanunî’nin yakını olan İbrâhim Paşa'nın gözden düşürülüp boğdurulmasında, Hürrem Sultan’ın rolü olduğu rivâyet edilir. Ancak İbrâhim Paşa'nın devlet yönetiminde kendini üstün görmesi ve yükseldikçe yaptıkları hatâların da kendi sonunu hazırlamasına sebep olduğu bilinmektedir. Bu olaydan sonra Hürrem Sultan’ın devlet işlerini idâre etmeye başladığı, Sultan Süleyman'ın yuları karısına kaptırdığı kanısı yaygındır. Yalnız, tabii "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde olduğu gibi, Hürrem'in kocasına "Sülüman, Sülüman" diye hitap etmesi, Pâdişah ve şehzâdelerin, Devlet erkânının başı açık dolaşması gibi birşey Osmanlı'da mümkün değildi!...

Hürrem Sultan’ın Devlet işleri ile daha yakından ilgilenebilmek için Harem’i Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na taşıttığı kabul edilir. Eski Saray’dan göçün kesin târihi belli değildir. Eski Saray'da 25 Ocak 1541 gecesi çıkan yangından sonra Harem halkının bir kısmının Topkapı Sarayı'na taşındığı ve Harem protokolünün başladığı düşünülmektedir.

Şehzâdelerin sancak beyliklerine atanmasında da yer tesbiti bakımından Hürrem Sultan’ın rolü olduğu düşünülür. 1541’de, Pâdişah adaylarının tâyin edildiği Manisa Sancağı’nda Sancak Beyliği yapmakta olan Şehzâde Mustafa, Manisa'dan alınıp pâyitahta daha uzak olan Amasya’ya Sancak Beyi olarak atandı ve ertesi sene Manisa Sancak Beyliği’ne Şehzâde Mehmet getirildi. Ancak, halk ve askerler bu duruma tepki gösterdi. Bunun üzerine Sultan Süleyman, "doğu topraklarının güvenliği için Şehzâde Mustafa'nın Amasya'ya gönderildiğini ve Şehzâde Mustafa'nın veliahtlığının sürdüğü"nü açıkladı. Bu gibi ardı arkası kesilmeyen atanmalar da Hürrem’in etkisinde gerçekleşmiş işlerden kabul edilir. Hürrem Sultan, şehzâdeleriyle birlikte sancağa gitmesi gerekirken; geleneklere aykırı olarak gitmemiş, İstanbul'da kalmayı seçmiştir. Ama değişik târihlerde şehzâdelerini ziyâret etmiştir.

Hürrem Sultan’ın tek kızı Mihrimah Sultan, 1539’da Diyarbakır Valisi ve III. Vezir Rüstem Paşa ile evlendirildi. “Dâmat” ünvânını alan Rüstem Paşa , 1544’te Sadrâzamlığa tâyin oldu. Kaynakların çoğunda Sadrâzam Hadım Süleyman Paşa’nın azledilmesinin ve yerine II. Vezir Dîvâne Hüsrev Paşa'nın değil de, III. Vezir Rüstem Paşa’nın getirilmesinin perde arkasında Mihrimah Sultan ile Hürrem Sultan’ın olduğu ifâde edilmektedir. Kanunî Sultan Süleyman gene karı sözüyle hareket etmişti.

Pîrî Reis'in idâmında Hürrem Sultan'ın rolü olduğu hakkında bir rivâyet vardır. Hürrem Sultan'ın Kırım'dan Kemâl Reis ve Pîrî Reis'in gemisi ile İstanbul'a getirildiği iddia edilir. Pîrî Reis'in Dünya haritasının parçası Topkapı Sarayı Harem Dairesi'nde bulunmuştur. Hürrem Sultan'ın Piri Reis'in başarısının önüne geçmek için Dünya haritasını parçaladığı ve parçaların Rusya'ya gönderildiği ve ardından Kanunî'nin aklına girerek Pîrî Reis'i idâm ettirdiği iddia edilir. Haritanın eksik bölümlerinden birinin de Rusya'nın yer aldığı bölge olması, bu iddiayı güçlendirecek niteliktedir.

Kanunî'den sonra Şehzâde Mustafa'nın tahta çıkacağından korkan Hürrem Sultan, Şehzâde Mustafa’yı babasının gözünden düşürmek için kızı ve dâmadı Rüstem Paşa yardımı ile komplo kurmuştur. Hürrem Sultan'ın emriyle hareket eden Rüstem Paşa, Şehzâde Mustafa`nın mührünü yaptırarak, İran Şahı I. Tahmasb`a Mustafa'nın ağzından sahte bir mektup yazmış, İran Şahı'nın cevâbını da Kanunî Sultan Süleyman`a sunmuştu. Bu ve benzeri bir dizi entrika ile Kanuni Sultan Süleyman, oğlu veliaht Şehzâde Mustafa`nın kendisine isyan edeceğine ve tahtı elinden alacağına iknâ edilmiştir. Yalnız Şehzâde Mustafa'nın da hatâları vardır. Osmanlı'da ancak Sultan olan sakal bırakabilirken, sakal bırakmıştır. Böylece tahtta gözü olduğu intibaı uyanmıştır.

Mustafa katledildiği gün, babasıyla görüşeceğini sanarak çadırına gitmiştir. İşte o gün bembeyaz giyindiği söylenir; kendisine yapılan iftiralardan haberdardır ve mâsumiyetine işâret etmek ister. Cebinden de ölümünden sonra babasının onu öldüreceğini ve babasının çadırına gitmemesi gerektiğini belirten bir mektup çıkar!.. Ağabeyi Mustafa'nın boğdurulduğunu öğrenen hassas ruhlu Şehzâde Cihangir etkilenir. Hastalanır, babası ile birlikte sefere devam eden genç Şehzâde, Halep'te vefat eder. Tahta aday olarak Haseki Hürrem Sultan'ın iki oğlu Şehzâde Selim ve Şehzâde Bayezid kalır... Roksalan'ın kanına girdiği şehzâde Bayezid değil, Mustafa'dır!..

1553 yılında Dâmat Rüstem Paşa'nın Sadâretten azli üzerine Kara Ahmed Paşa Sadrâzamlığa tâyin edildi. 1555 yılında Sfer dönüşünde Rüstem Paşa'nın tekrar Sadrâzamlığa getirilebilmesi için iknâ edilen Pâdişâh'ın fermânıyla Kara Ahmet Paşa suçlu görülerek bir dîvân toplantısı sonrasında arz odası önünde idâm edildi. Bu olayın arkasında da Hürrem Sultan ve kızı Mihrimah Sultan'ın olduğu iddia edilmektedir.

Hürrem Sultan, o zamana kadar başka Osmanlı pâdişah eşlerinde görülmemiş şekilde dış siyâsetle ilgilenmiş, diplomatik yazışmalar yapmış ve Devlet işlerine karışmıştır. Kanunî'nin pâdişahlığının ikinci senesinde Rodos şövalyelerine karşı Rodos seferinin açılmasını teşvik ettiği ve sonraki yıllarda İran seferlerine destek verdiği düşünülen Hürrem Sultan, 1548'de Kanunî, İkinci İran seferindeyken Lehistan tahtına çıkan yeni krala ve Litvanya Büyük Dükü II. Zygmunt August'a tebrik mektubu yazmış; hediyeler göndermiştir. Ayrıca, mektubun arkasında mühür de bulunmaktadır. Osmanlı devletinde ilk ve tek kez bir Haseki Sultan, bir kral ile mektuplaştı ve dönemin kaidelerinden birini yıktı. Bunun sonrasında gelini Nurbanu Sultan ve onun gelini Safiye Sultan kraliçeler ile mektuplaşmış olsa da, Hürrem Sultan'dan başka, bir kral ile bizzat mektuplaşan başka bir haseki sultan örneği bulunmamaktadır.

Ayrıca Hürrem Sultan, Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan Elkas Mirza için mendil ve gömlek dikip hediye olarak vermiştir. İran Şâhı'nın kızkardeşi ise Hürrem Sultan'ı Firavun'un eşi Züleyha'ya, Hz. Meryem'e ve daha nice kahramanlara benzetip, "tüm kadınların övünç kaynağı, güzellikte eşsiz, melek yaratılışlı" olarak nitelendirmiştir.

Hürrem Sultan sürekli olarak Devlet işleri ile alâkadar oluyor, bilhassa eşi Sultan Süleyman seferdeyken Devlet'in durumu hakkında onu bilgilendiriyor, önerilerde bulunuyordu. Kendisine İran seferi sırasında gönderdiği bir mektup bunun en güzel örneklerindendir:

- '"Benim Sultanım, şehir hakkında soracak olursanız; şimdilik henüz hastalık devam etmektedir.
Ancak evvelki gibi değildir...
Benim Sultanım, sık sık mübârek mektubunuzu gönderirsiniz, diye yalvarırım.
Zirâ ki, billâh yalan değil, bir-iki hafta geçip de ulak gelmezse, âlem gulguleye gelir.
Türlü türlü sözler söylenir. Yoksa sâdece kendi nefsim için istediğimi sanmayınız."

"Benim Sultanım, şimdi şehirde müjdeci geliyor, diye bir gürültü kopmuştur.
Cümle âlem şehir donanmasına hazır dururlar.
Benim sultanım, siz Devlet ile Halep'te kışlıyorsunuz, ondan sonra kızılbaşın
(Şah Tahmasb'ın) oğlanı, avradı tutulmadı, ortada henüz bir şey yoktur.
Şimdi o yok, bu yok; müjdecinin gelmesi kimseye hoş gelmez."

Bunlara ek olarak, Hürrem Sultan'ın, Nahcivan Seferi'ne vezirini gönderen Pâdişâh'a, "Şâha Şah gerek" diyerek sefere katılmasını sağladığı rivâyet edilir. Bir mektubunda kocası seferdeyken, "Şâh'ın âilesini esir alamadığınıza üzüldüm" sözü, eşi Sultan Süleyman'ın seferlerinin gidişâtını tâkip ettiğini kanıtlar nitelikte... Hürrem Sultan, eşine mektuplarında Devlet adamlarının ve Şeyhülislam'ın selâmını iletiyor, İstanbul'da yaşanan sorunlardan bahsediyordu. Bir mektubunda, "İbrahim Paşa'ya olan küskünlüğümü sormuşsunuz, gelince anlatırım," diyor. Rüstem Paşa azledildiğinde ise, eşine Paşa'nın görevine geri getirilmesini isteyen bir mektup yazmıştır.

Hürrem Sultan, meşru eş durumuna gelmesiyle birlikte kraliçe anlamına gelen Şah ünvânını kullanmaya başlamıştır. Çoğu raporlarda imzasının Hürrem Şah olarak geçtiği görülür. Haseki Hastânesi'nin kayıtlarında ve Kudüs'teki imâretin ve dârüşşifanın kitâbesinde şu ifâde görülür:

"Devletlû İsmetlû Hurrem Şah Sultan Aliyyetü'ş-şân Hazretleri".

Hürrem Sultan, Osmanlı târihinde Devlet işleriyle ilgilenen ilk kadın olarak bilinir. Hürrem Sultan kendi mührünü bastırmış, dîvân toplantılarını tel örgülü bir pencereden izlemiş ve fikirlerini Pâdişâh'a sunmuştur. Buna benzer birçok hareketi ile Kadınlar Saltanatı'nı başlatmıştır... Burada hemen belirtelim, biz kadın hükümdarlara muarız ve muhalif değiliz. Kadın liderlere, kadın siyâsetçilere de karşı değiliz. Ancak biz herhangibir yetkisi, resmî görevi olmadan kocasının işine burnunu sokan kadınlara şiddetle itiraz ederiz. Turgut Özal'ın işlerine sekreter bozması karısı karışmış, onu yanlışa sevketmiştir. Bülent Ecevit, karı sözüne uyarak Rahşan affı çıkartmış, cânileri sokağa salmıştı!.. Vebâli büyüktür!

Oğullarını tahta vâris (bacaklardaki varis değil, hukuk dilinde vâris... mîrasçı) yapmayı başaran Hürrem Sultan, 15 Nisan 1558'de, 55 yaşında, İstanbul'da vefat etti. Hürrem Sultan'ın zehirlenerek, ya da bir kadın hastalığı sonucu öldüğü rivâyet edilir. Kayıtlarda eceliyle öldüğü yazılır. Büyük bir cenâze töreninin ardından Süleymâniye Câmii avlusuna gömüldü. Mezarı üzerine türbesi eşi Süleyman tarafından yaptırıldı... Geçenlerde ziyâret etmiştim.

Hürrem Sultan'ın ölümü sonrası çok üzülen Sultan Süleyman, İran'da bulunan bir şehre Hürremabad ismini vermiştir. Şehrin ismi günümüzde de hâlâ aynıdır.

Hürrem Sultan İstanbul'da günümüzde onun adıyla anılan Haseki semtinde, Mimar Sinan'a Haseki Külliyesi'ni yaptırmıştır. 1538-1551 yılları arasında inşaatı süren külliyenin içinde bir hamam, medrese ve hastane bulunmaktadır; onun ilk ve en önemli hayratlarındandır. Günümüzde T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastânesi olarak bilinen bu hastâne, Türkiye'de kesintisiz hizmet vermekte olan en eski hastâne olma özelliğini taşır.

Hürrem Sultan ayrıca Ayasofya Câmii civârında yardıma muhtaç ve fakirlerin karnını doyurmak için bir mutfak yaptırtmıştır.

Kâbe'de, Şam'da, Bağdat'ta, Konya'da, Kudüs'te, Edirne'de Hürrem Sultan adına çeşitli eserler yapılmıştır.

Acaba Karanlık Tabaka'da karşılaştığımız Varlık Hürrem Sultan mı?,,, Bizce değil!.. Çünkü oğlu Bayezid'i o öldürtmedi. O târihte kendisi ölmüş idi. Üvey oğlu Şehzâde Mustafa'nın öldürülmesinde dahli bulunmuş olabilir. Bu da günahtır tabii ki... Ancak yaptırdığı hayratlardan, öyle yalandan ihdida etmiş bir kadın intibaı bırakmıyor bizde... Uluslararası Devlet işlerindeki hizmetlerinden ülkeye bir Türk kadar hayrı dokunduğunu da söyliyebiliriz. Saray'da bir takım entrikalar çevirmiş olabilir ama, onları da Sultan Süleyman'ın boynuna yazıyoruz. Fırsat ve izin vermeseydi!..

Eğer bu Geri Varlık, Safiye Sultan veya Roksalan ise, ve Teşevvüş hâlinde olduğu için kendine âit bilgileri karıştırıyorsa; bu demektir ki, yaptığı hayırlar onun sebep olduğu Saray entrikiları ve işlenen cinâyetin günâhını affettirememiş!..

Bizce Karanlık Tabaka'da karşımıza çıkan Varlık, Safiye Sultan ve Roksalan'ın hüviyetine bürünmek isteyen biri idi... Ama bir Obsedör gayreti yoktu. Bize bir zarar vermedi. Aksine, araştırarak bilgimizi artırmamıza yardımcı oldu. ALLAH taksirâtını affetsin.

Hürrem Sultan'ın adı bilinen 6 evlâdının yanısıra ismi bilinmeyen veya küçük yaşta vefat eden diğer evlatlarının olduğu da rivâyet edilir.
- Şehzâde Mehmed: 1521 yılında dünyâya gelmiş, 1543 yılında ölmüştür.
- Mihrimah Sultan: 1522 yılında, dünyâya gelmiş, 1578 yılında vefat etmiştir.
- Şehzâde Abdullah: 1522 veya 1523 yılında dünyâya gelmiş, doğumundan 2-3 yıl sonra vefat etmiştir.
- Şehzâde Selim: 1524'te dünyâya geldi. Annesi Hürrem Sultan'ın ölümünden sonra, kardeşi Şehzâde Bayezid ile girdiği taht mücâdelesinde babası Sultan Süleyman'ın da desteğini aldı. Sultan Süleyman'ın vefâtının ardından, II. Selim olarak Osmanlı Pâdişâhı oldu. 1574 yılında ölene kadar Pâdişah olarak kaldı.
- Şehzâde Bayezid 1525'te dünyâya geldi. Hürrem Sultan'ın ölümünden sonra, kardeşi Şehzâde Selim ile taht mücâdelesine girdi. Sultan Süleyman'ın, Şehzâde Selim'in tarafını tutmasıyla İran'a kaçtı. 1561'de Osmanlı elçileri tarafından Kazvin'de boğdurularak öldürüldü.
- Şehzâde Cihangir 1531'de dünyâya gelmiş, 1553'te vefat etmişti.

Hürrem Sultan; Avrupa'da ve Türkiye'de Resim, Müzik ve Bale sanatlarındaki birçok çalışmaya konu olmuştur. Avusturyalı besteci Joseph Haydn'ın 63. Senfonisi bu eserlere bir örnektir. Eser daha çok, ikinci bölümünün adı olan "Roksalan" ismiyle anılır. Yusuf Niyâzi'nin "Mazlum Şehzâdeler", Orhan Asena'nın "Hürrem Sultan" ve "Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe" adlı piyesleri, Hürrem Sultan'ı konu alan Türk Tiyatro yapıtlarındandır. 2003 yapımı "Hürrem Sultan" adlı dizide Hürrem Sultan'ı Gülben Ergen canlandırırken, 2011-2014 arasında yayınlanan "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde Hürrem Sultan'ı Meryem Uzerli ve Vahide Perçin canlandırmıştır. Türkiye'de yazılan ilk büyük Bale eserlerinden "Hürrem Sultan Balesi", Orhan Asena'nın "Hürrem Sultan" adlı piyesinden ilham alarak Nevit Kodallı tarafından bestelenmiştir.

Hürrem Sultan'ın doğduğu yer olduğuna inanılan Ukrayna'nın Rohatyn kentinde bir Hürrem Sultan Anıtı bulunur. 2007 yılında, Ukrayna'daki bir liman kenti olan Mariupol'daki Tatarlar Hürrem Sultan'ın onuruna bir câmi açmıştır.

Buraya kadar gelmişken Kanunî Sultan Süleyman'ın kanunsuzluklarından da biraz bahsetmek şart oldu... Hatırlıyacaksınız, Fâtih Sultan Mehmed, yerli, yâni soylu Türk devlet adamlarının, Orhan Gazi zamanından beri biriken topraklarını çekip ellerinden almış,Hz. ÖMER'den tevârüs eden İKTA sistemini kurmuştu. Böylece Sadrâzam ve vezirlerin Pâdişah'tan, yâni milletin temsilcisinden daha zengin olmasını, para gücüyle ona kafa tutumasını önlemişti ya, Kanunî Sultan Süleyman bu sistemi kaldırıp İLTİZAM sistemini getirmişti. İLTİZAM , vergilerin bir bölümünün, belli bir bedel karşılığında, Devlet tarafından kişilere devredilerek toplatılması idi. Vergiyi toplamayı üstlenen kişiye "mültezim" denirdi. Mültezimler bir tür müteahitti. Bu sistem, hem ağalığın doğmasına yol açmış, hem de işsiz kalan sipâhilerin çete kurup soygun yapmalarına, Celâlî İsyanları'na sebep olmuştu. .

Rahmetli Kemâl Tâhir'in bütün kitapları aslında birer târih ders kitabı gibidir. "Yediçınar Yaylası" adlı eserinde olayı şöyle anlatır:

- ""SULTAN SÜLEYMAN mülkü genişleyince, işler doğru gitsin diye ÂYÂN'ı kendi uydurmuş!..
Niyeti şu: Her memleket âyânını kendi seçecek. Bunların vazifesi, vâlilerin, beylerbeyinin,
bir de kadıların hak yolundan ayrılmamasına bakmak!.. Pâdişah buraya bir mutasarrıf mı yolladı?..
Mutasarrıf bizim gidişâtımızı bilemez!.. Öğrenene kadar epey zaman geçer. Âyân vâliye,
mutasarrıfa yol gösterecek... Milletin Hükûmet kapısında işlerini bedâvadan kollıyacak!.."

- "Lâkin giderek âyân takımı azmış!... İşleri parayla görür olmuş!.. Hele bitleri kanlanınca,
vâli-mâli saymazlanmış!..

- "Eskiden Devlet şu kadar öşür toplıyacak, "fazlası zulûmdür" diyenler, bu sefer
MÜLTEZİM kesilip vergiyi, öşürü kendileri topladıklarından "onda bir"i, "beşte bir"e çıkartmışlar!.."

İkinci hatâ: Hürrem Sultan'ın çok tuttuğu Rüştem Paşa, öldüğünde arkasında büyük miktarda mücevherat, altın ve gümüşten yapılmış değerli eşya bıraktı. Ayrıca 1.700 köle, 2.900 harp atı, 1.160 deve, 8.000 dülbent, 700 bin sikke-i hasene, 5.000 dikilmiş kaftan, hil'at ve elbise, 1.100 altın üsküf, 600 gümüş eyer, 2.009 yük keçe, 2.000 zırh, 100 gümüş eyer, 500 mürassa altın eyer, 133 çift altın üzengi, 760 mürassa kılıç, 1.500, gümüşlü tolga, 1.000 gümüşlü şesper, Anadolu ve Rumeli'de sâhip olduğu 1.000 çiftlik te zenginliklerinin önemli bir kısmını oluşturmaktaydı. Bunları hep Sultan Süleyman'ın kanunsuzluğundan yararlanarak toplamıştı. Bilhassa timâr sistemini bozarak toprak sâhibi olmuştu. Rustem Paşa hass-ı hümayun ve sonra diğer hasları, yâni Devlet'e âit toprakları iltizam sûretiyle işletmeye vermesi, başlangıçta hazineye büyük gelir sağlamıştır ama bu, toprakları işleten mültezimlerin toprakların verimliğini artırmak, hattâ aynı seviyede tutmak için yatırım yapmamalarına ve böylece zamanla tarım topraklarının verimliğinin kaybolmasına neden olmuştur. İltizam satışlarında bir rüşvet şekli olan komisyon verilmesinin yaygınlaşması; hazineyi doldurmak için bahşiş, peşkeş vb. isimler takılan bir çeşit rüşvet alıp verilmesini usûl hâline getirmiştir.

Neredeyse unutuyorduk... Bu Celse'nin bir de devâmı var. Şu Geri Varlık ile karşılaştıktan sonra Medyum yükselir ve Üstün Varlıklar ile İrtibat kurar... Şimdi onu verelim:

Varlık : Emir Sultan, Pîrî Mehmet Paşa, Molla Hüsrev
Tarih :22.9.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

İ- Gâyet sür'atle yükseliniz...
M- Sür'atle yükselemem.
İ- Yoruldunuzsa, biraz durunuz.
M- .... Işık gördüm... Işık gördüm... Işık gördüm... Işığı gördüm... Işığı gördüm... MUVAKKAT MEVKİ'i geçtim.......
MAKSUT MENZİLİ'ni geçtim... ŞÜHEDÂ MENZİLİ'ni geçtim...
(heyecanlanır) .....
İ- Sâkin olarak!..
M- ... MENZİL/İ SUĞRA... MENZİL-İ SUĞRA... Gözlerimi açamıyorum...
İ- Daha yüksek sesle...
M-... Gözlerimi açamıyorum... İyi yanaşamıyorum... Dizimin üzerine oturuyorum...
Başımı oynatmaya kudretim yok... Yüzümü bir el, göz kapaklarımı bir el okşuyor...
Elin çok nefis kokusunu duyuyorum... Ohh!... Açtım!... Başımı iki yanıma çeviriyorum...
Kimsecikler yok... O koku... el kokusu... hâlâ duyuyorum... El kokusunu hâlâ duyuyorum...
İ- Bu kokuyu asla unutmayınız.
M- ... El kokusunu hâlâ duyuyorum...
İ- derin derin nefes alınız!
M- ... Sanki dört yanıma projektörler konmuş gibi... Her taraf gümûşî ışık altında...
Yerde sanki gümûşî halılar serili... Naât-ı Şerif gibi sesler duyuyorum...
İ- Mevlâna...
M- ... Naât-ı Şerif gibi sesler duyuyorum... Tepemde de dâire şeklinde bir ışık parçası var...
Gümûşî ışıklar geliyor... Her taraf gümûşî... Karşımda da gümûşî bulutlardan bir dağ... Şekilsiz bir dağ...
Ses hâlinde değil, makam hâlinde Naât-ı Şerif...
(Medyum âhengi mırıldanarak târife çalışıyor)
.... Gittikçe haşmetli perdeli bir şekilde artıyor... Nasıl dayanılmaz bir ses!... Dayanılmaz!...
... Gümûşî bulut dağı harekete geçti... Ama benim harâretim de çok arttı...
İ- M
uhteremler şimdi sizi rahatlatır.
M- ... Gözüm açık... Yüzümü o nefis kokulu el... dudaklarıma da değdiriyor... hissediyorum ama görmüyorum...
Ateşim, sıkıntım gitti...

... Çok yaklaştı... Naât-ı Şerif devam ediyor... O da çok yaklaştı... Nereden geliyor ses, bilmiyorum...
Arkamdan sesler... yan... sağımdan sesler... Solumdan sesler... Önümden sesler... Naât-ı Şerif... Naât-ı Şerif...
Bulut dağı... El yüzümden çekiliyor... Çekilirken gümûşî bulutlar pembeleşti...
Arkasından müselles şeklinde kümeler yapılmış, gâyet muntazam sıralar gördüm...
Bedenler gümûşî ipek gibi... Şal gibi... Gümüş şal gibi nefis, göz kamaştırıcı elbiselere bürünmüşler...
Elbise değil... örtünmüşler... Müsellesin köşelerin birer baş teşkil ediyor... Bir müselles nur gibi yüzleri kadınlar...
Bir müselles nur gibi yüzleri erkekler... Kadınların sâdece gümûşî renkli saçları var...
Erkeklerin de gümûşî saçları var, sakalları da gümûşî renkli... Naât-ı Şerif kesik, ağır ağır çalınmakta devam ediyor.

... Orta yerden birisi bana doğru... bir önde, iki kişi arkada bana doğru... Tam orta yerdeki müselles hareket etti...
Ağır.... ağır... yürümüyorlar... Duman gibi, bulut gibi, tülün rüzgârda hareket edişi gibi bana ilerliyorlar...
Üçünün de yüzlerini seçebiliyorum... Üçünün de yüzleri nurdan yapılmış gibi... Birisi önde, diğer ikisi ...
Birisi sağında, arkasında... birisi solunda, arkasında... Üçünün başlarından birer hat geçirirseniz,
bir müselles elde edersiniz... Boyları da aynı...

.... Yaklaştılar.... Yaklaştılar... Yaklaştılar... Çok yaklaştılar... Çok yaklaştılar... Çok yaklaştılar...
Onlarla berâber benim vücudumu ateş kapladı... Çok yaklaştılar...
İ- Şimdi Muhtereler rahatlatacak sizi.
M- ... Çok yaklaştılar... Çok yaklaştılar... Bakamıyorum.
İ- Muhteremler şimdi sizi rahatlatır.
M- ... Naât-ı Şerif durdu... Üçünün de yüzünde tatlı bir tebessüm var... EMİR SULTAN (3)
İ- Bursa'daki Emir Sultan.
M- ... Sağda MOLLA HÜSREV... HÂCE-İ SULTÂNÎ... Sağda MOLLA HÜSREV... HÂCE-İ SULTÂNÎ... (4) ....
Solda PÎRÎ MEHMET PAŞA... (5)

Varlık- (kendi mübârek sesi ile)

HAK İLE HEMDEM, NÛR İLE PÛRNÛR OLASIZ!
HAK İLE HEMDEM , NÛR İLE PÛRNÛR OLASIZ!..

M- ... Sadâ-yı mübâreklerini geri almışlar... Kendi sesleriyle hitap edemiyor...
İ- Muhterem'den size sükûnet vermesini rica ediyoruz.
V- Vakte hâzır , israf haram... Vakte hâzır olup israf haram...
İ- Muhterem Üstâdım, emirlerini lûtfetsinler.
V- Sümme... Sümme... Sümme... Sümme... Sümme...
İ- ???
V- Hak ile hemdem, nûr ile pûrnûr olasız!..
İ- Nur içinde yatasınız.
M- Sağda Hâce-i Sultânî Molla Hüsrev, solda Pîrî Mehmet Paşa...
Hâce-i Sultânî... Cennetmekân Menzil-i Suğra Hünkârı Sultan ibn-i Sultan Mehmet bin Murad
el Muzaffer Dâima'nın hâcesi... hâcesi Molla Hüsrev... Molla Hüsrev... Solda Pîrî Mehmet Paşa...
Cennetmekân Sultan Selim'in tahta cülûsu sırasında şehit edilen KARAMANLI PÎRÎ MEHMET PAŞA... ...
"İsraf haram," diyor... "Kadrü bilesiz! İktisat edesiz!"
İ- Muhterem Efendim, bizler için bir nasihatiniz var mı? İrşatlarınız var mı, efendim?
V- Hak ile hemdem, nûr ile pûrnûr olasız!..
İ- Menzil-i Suğra'ya ikinci defa gelmiş bulunuyoruz. Burada nazar-ı dikkatimizi çclbeden bir şey var:
Muntazam müsellesler hâlinde dâimi gümûşî renk ile...Bu müselleslerin mânâsı nedir?
V- Burada üçlü bir reis-i umur vardır. Onlara HAK tarafından muâvin-i umur verilmiştir.
İ- Efendim, Nedim Bey'in bir suali var: Beşerin yaratılmasındaki sebep nedir?
V- İllet-i gâyenin tefsir ve icâbı, illet-i gâyenin muvellidine âittir.
İ- ???
M- .... "Gadrü bilesüz, iktisat edesiz!" diyor...
İ- Muhterem Üstâdım, "aklın hikmet-i vücudu nedir?" diye bir arkadaşımız soruyor.
V- Aklın... bir araba merkebe göre imâl edilirse, ,...
(anlaşılmıyor) ... eğer mâhir bir arabacı olmazsa,
o arabadan istifâde imkânı muhâldir. Akıl vücut, beden araba ile arabacısından ve Ruh'un
hacm-i istiâbisi nisbetinde fazlı ...
(anlaşılmıyor) ... hâldir.
İ- ??? Bir arkadaşımız da "Ruh'un istiab hacmi neye bağlıdır?" diye soruyor.
V- Hükm-ü Rabbânî'ye.
İ- Hacer Hanım ricâsı şu: Râbıtaya varabilmemiz için neler yapmamız lâzım?
V- İlm-el Yakîn ve İlm-i Ledûn icâbâtını yerine getirilmesi lâzımdır. Bunun elifi, nefs-i emmâreye
kayıtsız şartsız hâkimiyetle başlar.
İ- ???
V- ... Kadrü bilesiz, iktisaz edesiz!
İ- Muhterem Eâendim, arkadaşların ricaları... teker teker sormak istiyorlar. Müsaade eder misiniz?
V- Önce küllü tamamlayınız, cüz'e geçiniz.
İ- Efendim, bir arkadaşımızın ricâsı şu: Müziğin Tekâmül'deki yeri nedir?
V- Gerçek musikî, sadâ-yı ilâhî, nağme-yi ilâhîdir. Ruhu çok pâktır. Bir zerresi dahi kirlenmediği için,
İnsan Ruhu'nun yıkanmasında en güzel mânevî maldır. Musikî nağme-i ilâhîdir, sadâ-yı ilâhîdir.
İ- Muhterem Üstâdımızdan ricâmız, Medyumumuz daha rahat ve sâkin konuşmasını temin etmenizdir.
Medyum çok sıkıntıda konuşuyor ve söylediklerini anlamıyoruz.
V- Maddî kudreti ile mânevî kudretinin mâkûsen mütenâsip olması sebeptir. Değiştirelemezler.
İ- Muhterem Üstâdım, bütün arkadaşlar sual soracak kudrette olmadıklarını beyân ettiler.
Sizin nasihatlarınızı dinliyorlar, efendim.
V- ... Sizlere yaptığım tadarrunun mevtâhına göre arzularınızı toplayınız.
"HAK ile hemdem, nûr ile pûrnûr olasız!" meâline uygun hareket ediniz.
İ- ??? Evet, efendim.
V- Vakti israf ediyorsunuz. İsraf haram!
İ- Muhterem Üstâdım, bir arkadaşımızın suali: İspirtizma'nın âkıbeti, istikbâli hakkında lûtfeder misiniz?
V- Meâlini izah etsinler. Lugâti mânâsını izah etsinler.
İ- Ruhlarla Konuşma, Ruhlarla Temas.
V- Daha müsaade edilen nokta-yı ilâhînin bir zirâsı daha katedilmemiştir.
İ- Bu daha başlangıç mıdır?
V- Elbette!.. Müsaade-yi ilâhî olmadan nefes almanıza, teneffüs-ü tabiide bulunmanıza imkân yoktur.
İ- Peki, ilerde bu inkişâf edecek mi?
V- Her pençe-i sînede bir zirâ katedilecek.
İ- ???
V- Gadrü bilesüz, iktisat edesiz!.. Cüz'e geçiniz.
İ- Muhterem Üstâdım, arkadaşlar zihnen mi sorsunlar, yoksa açık olarak mı?
V- Benlikleriyle sorsunlar.
İ- Peki, efendim. Dr. Arslan Bey rica ediyorlar.
V- ... Zâhirde karla kaplanan yerin altında hayât-ı tabii mevcuttur. Neden ümitsizsin sen?
İ- Benim de bir sualim var, lûtfedin.
V- .... İyi netice almak için evvelâ ellerini temizle!
İ- Efendim Medyumumuz için de birşey söylemek ister misiniz?
V- Vaktine hazır olsun!... Vaktine hazır olsun!... Vaktine hazır olsun!... Vazife-yi ilâhî başlamak üzere!
İ- Sâliha Hanım rica ediyorlar.
V- ... Ânî hareketler neticede bedbahtlık doğurur. Dikkat, dikkat1.. Dikkat etsin! Yakmaya çalışanlar yanar!..
İ- Yalnız Muhterem Üstâdım, Medyum'un bedeni çok yoruldu. Eğer yorulmadılarsa devam edelim.
V- Hiç kimse bir eşyâyı sâhibinden daha iyi muhafaza edemez! O himâye-yi Rabbâniye'dedir.
İ- Peki, efendim. Sâmile Hanım rica ediyorlar.
V- ... Zorlamak mukavemeti arttırmaz, eksiltir.
İ- Muhterem üstâdım, arkadaşların ricâları burada bitiyor.
M- ..... (?).... Sür'atle doluyorlar... Muştuluyorlar.... Hakikaten muştuluyorlar... ..... (?) Ervah muştuluyorlar...
İ- "Muştuluyor" tâbiri nedir?
M- ... Birbirine muştular... Muştuluyorlar... Muştuluyorlar...

Önce belirtelim, Medyum heyecanlanınca kekeliyor, kısık sesle konuşuyor, bu yüzden celselerde anlaşılmayan yerler oluyor. Onlara atlamadık, belirttik. "O kısımlardan birşey çıkmıyor," denebilir.

Medyum bir yerde değişik bir sesle iki cümle naklediyor... Biz bunu gelen Varlığın hayattaki sesi olarak kabul ettik. Olmayadabilir.

Az bilinen kelimeler ile başlayalım... HEMDEM "birlikte yaşayan, arkadaş, canciğer arkadaş" anlamındadır.
Varlık "HAK ile dost, nur ile tepeden tırnağa pırıl pırıl olasınız" diye güzel bir duada bulunmuş.
MÜSELLES, "üçgen" demektir.
SADÂ, "ses" demektir.
HÂCE, "hoca, öğretmen" demektir.
SÜMME , "sonra" demektir ama SÜMME HÂŞÂ olarak kullanılınca "Ka'iyyen olmaz! ALLAH esirgesin!.. Asla!" anlamında olur.
Varlık, "Emirleriniz" ifâdesine itiraz ediyor!..
UMUR, "işler, emirler. hususlar. maddeler, aldırış etme, önem verme, görgü, bilgi, deneyim," demektir.
Celsede REİS-İ UMUR, "işleri yürüten reis, emirleri yerine getirenlerin reisi" anlamında kullanılmış.
MUAVİN, "yardımcı" demektir.
ZİRÂ, "parmak uçlarından dirseğe kadar olan kısma denk düşen uzunluk birimi" dir.
MUŞTULAMAK, "müjdelemek" demektir... Medyum biliyor ve Mevlûd'de geçen "Birbirine muştular" kısmını söylüyor.

(3) EMİR SULTAN , 14. Asrın sonlarına doğru Osmanlılar'ın kuruluş devrinde, Bursa’da yaşayan; tefsir, hadis, kelâm âlimi ve mutasavvıf, Buharalı bir Türk bilginiydi. İsmi Muhammed bin Ali el-Hüseyni el-Buhârî olup, lâkabı Şemseddin’dir.

Muhammed, 1368 yılında, Orta Asya’da Buhara’da doğdu. Babasının adı Ali’dir. Soyu, Peygamber efendimize dayanır. Ona, Buhara’da doğduğu için Muhammed Buhârî, Seyyid olduğu için Emir Buhârî, Yıldırım Bayezid Han'ın dâmâdı olduktan sonra da Emir Sultan denilmiştir.

Emir Külâl ismiyle tanınan babası geçimini çömlekçilikle sağlayan bir veli idi. Buhara’da sevilir ve duasını almak için kendisine sık sık başvurulurdu. Nakşibendi’ye tarikatına mensuptu. Emir Külâl oğlunu yetiştirmek için büyük gayret gösterdi. Ona, çömlekçiliği de öğretti.

Emir Buhârî küçük yaşta annesini kaybetti, öksüz kaldı. Babası onun annesizliğini aratmayacak ölçüde ona yaklaştı ve sevgi bağı kurdu. Babasının ona sık sık verdiği nasihatlerden biri şöyle idi:

- “Ey oğlum! Peygamber Efendimiz'i; babandan, anandan daha fazla sevmelisin.
Soyunla öğünmemelisin, ağzından hiç yalan çıkmamalı!
Her günü ömrünün son günüymüş gibi tamamlamaya çalışmalısın.
İlim öğrenmekte asla erinip üşenmemelisin.
Aksakallı da olsan, düşmanla cihaâı bırakmamalısın.
Selâm vermeden hiç bir topluluğa girmemelisin.
Nikâhsız bir kadınla oturmamalısın.
Kur’ân-ı Kerîm rehberin, hadîs-i şerîfler ise yol göstericin olacaktır.
Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir.
Hayır’a koş, kötülükten kaç!
En büyük silâhın, Allah Teâlâ’ya ettiğin duandır. Bunu asla unutma!”

İlk söylediği Tevbe Sûresi'nin 24. âyetidir:

- "Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız,
kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız evler ve meskenler,
size Allah ve Resulü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise,
artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin.
Allah böyle fasıklar topluluğuna hidâyet nasib etmez."

Babasının bu şekildeki nasihatleri ile yetişen Emir Sultan ayrıca, birçok tasavvuf ehlinin sohbetlerine de devam etti... Bu nasihatler bizler için de üzerinde uzun uzun düşünmek ve uymakı gereken esaslar ihtiva ediyor.

Emir Buhârî 17-18 yaşlarına geldiğinde babası vefat etti. Babasının vefâtından sonra bir müddet Buhara’da kaldı. Sonra aldığı ilâhî emir üzerine Mekke’ye gitti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine’ye geçti. Niyeti, ceddi Resulullah Efendimiz'in mübârek kabirlerine yakın bir yere yerleşmek ve ömrünün sonuna kadar orada kalmaktı. Bir gece bir rüya gördü. Rüyâsında Peygamber Efendimiz ve Hazret-i Ali yanyana oturmuş hâlde idiler. Hazret-i Ali ona,

- “Ey Oğlum! Sana Cenâb-ı Hak tarafından ceddin Muhammed’in sünnetini,
takva yoluyla öğretmen için Rum iline gitmen işâret olundu.
Senin önünde, ilerleyen nurdan üç kandil belirecek,
o kandiller nerede gözünden kaybolursa, orada kalacaksın.
Mezarın da orada olacak,”

dedi. Emir Buhârî uykudan uyanınca; “Demek ki, takdir-i ilâhî böyle.” diyerek yola çıktı. Medine’den yola çıkıp Bursa’ya geldiği zaman, gözünün önündeki nurdan üç kandil kayboldu. Bursa'ya geldiğinde yıl 1391 idi. Böylece Emir Buhârî Bursa’ya yerleşti. Kısa zamanda adı duyuldu, hakkında efsâneler söylenmeye başladı. Rivâyete göre Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi onunla evleneceğini rüyâsında gördü. Sonunda Hundi Fatıma Sultan'la evlendi, Pâdişah dâmâdı oldu, Emir Sultan diye anılmaya başladı.

Çok talebe yetiştirmiştir. 1430'da Bursa'da vebâdan vefat etmiştir. Türbesi Emir Sultan Câmii yanındadır.

Avra'da Bulunanlar Emir Sultan'ın adını duymuş olmalarına rağmen, kendisi hakkında fazla birşey bilmediklerinden soru soramamışlar. Halbuki kendisi hakkında nakledilen efsâneler, Yıldırım Bayezid'le olan yakınlığı, dönemin önemli olayları Timur istilâsı sorulabilirdi.

(4) MOLLA HÜSREV, Ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Fıkıh âlimi ve devlet adamıdır. Osmanlı Hukuk Târihi'nin en önemli simâlarından olan Molla Hüsrev, Arap dili ve edebiyâtı, Şiir ve Hat sanatı gibi alanlarda eser vermiştir. 1429 senesinde Sultan II. Murad tarafından kazaskerliğe tâyin edildi. II. Murad'ın tahtı oğlu II. Mehmed'e bıraktığı zaman bu göreve devam etti. II. Murad'ın tekrar tahta geçip Sultan Mehmed'i Manisa'ya gönderdiği sırada, Molla Hüsrev'in kazaskerlikten istifa ederek Şehzâde ile birlikte Manisa'ya gittiği ve Şehzâde'nin orada Molla Hüsrev'den dersler aldığı belirtilir. Molla Fenârî ve Molla Fahrettin Acemi’den sonra Osmanlı Devleti'nin üçüncü şeyhülislâmı kabul edilir. 1580 yılında vefat etmiştir... Celse'de "Hâce-i Sultânî... Cennetmekân Menzil-i Suğra Hünkârı Sultan ibn-i Sultan Mehmed bin Murad el Muzaffer Dâima'nın hâcesi " deniyor ki, doğrudur. Belirtildiği gibi, Fatih Sultan Mehmed'in hocası idi. Bu ifâdede Fâtih Sultan Mehmed'in "MENZİL-İ SUĞRA'nın Hünkârı" olduğu söyleniyor, doğrusunu ALLAH bilir.

(5) PÎRÎ MEHMET PAŞA 'nın doğum târihi bilinmemektedir. Yavuz Sultan Selim saltanatının son yıllarında ve Kanunî Sultan Süleyman'ın ilk yıllarında 25 Ocak 1518-27 Haziran 1523 târihleri arasında beş yıl, beş ay, iki gün Sadrâzamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. Hırslı İkinci Vezir Ahmet Paşa, Sadrâzam olabilmek için Pîrî Mehmed Paşa'nın yaşlılığını bahâne edip, Sultan Süleyman'ı onu görevden almaya iknâ etmeye çalışmış ve sonunda başarılı olmuştur. Ancak Pâdişah, İkinci Vezir'in yerine Sadrâzamlığa Hasodabaşı İbrâhim Ağa'yı getirtmiştir ve Pîrî Mehmed Paşa'ya maaş bağlayarak onu emekli etmiştir. İbrâhim Ağa, meşhur Pargalı İbrâhim Paşa'dan başkası değildir. Pîrî mehmet Paşa 1533 yılında vefat etmiştir... ALLAH cümlesine gani gani rahmet eylesin.
Bu iki Muhterem Varlık ta, Medyum'a görünmüş, fakat konuşmadan ayrılmışlardır.

İşte böyle ... Kolay değil Ruhlarla İrtibat!.. Çok çalışmak gerek.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR