ÂHIRETTEN SİMÂLAR -19
Bugün bir Geri Varlık ile meşhur bir gazeteciyle kurulmuş olan irtibatı sunacağız... Dikkat ettinizse, hep aynı medyumla kurulan irtibatları naklediyoruz. Daha onun dosyasının dörtte birini ancak İnternet'e çıkarabildik. Elimizde böyle yirmiye yakın Medyum ve dosya var. Diğer medyumların daha kısa süren çalışmaları da ayrı!.. Her neyse... Başlıyalım.
Varlık : Cemile Akipek
İdâreci- Karanlıklardan sür'atle geçiniz.
Tarih : 27.6.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali
Medyum- .... Yolumu kestiler...
İ- Kimmiş bizimle görüşmek isteyen muhterem?
M-... CEMİLE AKİPEK...
İ- Hangi zamanda yaşamış ve ne iş yaparmış?
M- ... Karşıyaka'da...
İ- İzmir'de mi?
M- ... Evet...
İ- Hangi târihte ölmüş?
M- ... 46'da... Gayrımeşrû çocuğunu beş günlükken boğmuş... Eliyle, uyurken çocuğunu
nefessiz bırakmış...
İ- ALLAH taksirâtını affetsin.
Varlık- ... Işık!... Işık!... Işık!...
İ- Bizim elimizden birşey gelmez ki, efendim. Ancak dua edebiliriz.
M- ... Çıkıyorum...
Medyum yükselirken çocuğunu boğmuş bir kadının ızdırap çektiği karanlık ortamdan geçiyor. Kadın "Işık, ışık, ışık!" diye yalvarıyor... Daha önce de söylemiştik, "Âhıret Âlemi'ne yatma, uyuma yok" diye... Bu yüzden "Nur içinde yat" yerine, "Nura kavuşasın," "Nur olasın" gibi dualar daha makbûl diye düşünüyoruz.
Devam edelim.
Varlık : Hüseyin Câhit Yalçın
İ- Sür'atle yükseliniz şimdi... Vasatınızı lûtfen bize anlatır mısınız?
Tarih : 27.6.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali
M- ... Çok rahat olarak yükseliyorum...
İ- Neler görüyorsunuz bu yükselmede?
M- ... Etrâfım aydınlık... Tepem aydınlık... Alâim-i semâ renginde...
... Oturdum... KOKULU MINTIKA...
İ- Derin derin nefes alınız.
İ- Tanıdıklarınızdan kimse var mı, efendim?
M- ... Seçemiyorum... Yaklaşıyorlar... Kadınlar bir tarafta... Erkekler bir tarafta...
kadınlar kırmızıyla tirşe renkli tüllere sarınmışlar... Beyaz... Erkekler beyaz...
Hepsinin başları plâtin renginde...
Ön cephedeki gruptan iki kişi ilerliyorlar... Birisinin feylezof gibi saçları var...
... Çok... çok yaklaştılar... Elini bir dudağına, bir başına götürerek bana selâm veriyor...
... Bu simâyı tanıyor gibiyim... ama seçemiyorum...
İ- Sorunuz bakalım, kimmiş bu muhterem?
M- ... Berâber geldikleri, orta yerde kaldı... Anlamadım... HÜSEYİN CÂHİT YALÇIN... (1)
İ- Dua edelim... Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. ALLAH kabul etsin.
M- ... "Kimin için?" diyor...
İ- Sizin ve bütün Ruhlar Âlemi için, üstâdım.
M- ... Teşekkür ediyor...
İ- Bir arzuları var mı, efendim?
M- ... Kendisi hizmet için gelmiş... CÂVİT BEY'in arzusu var.
İ-??? Şimdi siz hangi muhteremle görüşüyorsunuz, onu söyler misiniz?
M- Hüseyin Câhit Bey.
İ- Evet, efendim. Öbür Câvit Bey'i biz tanıyamadık... Eski Mâliye Vekili mi, efendim?
V- MÂLİYE NÂZIRI...
İ- Muhterem üstâdımın bir arzuları varsa, yakınlarına bir tebliğ vermek arzusundalarsa,
lûtfetsinler. Biz bu vazifeyi seve seve yaparız.
V- Arzum NEVZAT hâlinde doğdu ama, can vermek üzere... İz'an!.. İz'an!.. İz'an!...
İ- ??? Evet, efendim. Şu halde suallerimize geçelim.
V- - Arzum NEVZAT hâlinde doğdu ama, can vermek üzere... İz'an!.. İz'an!.. İz'an!...
İsim değil.
İ- Arzunuz olmadığını mı demek istiyorsunuz?
M- ... "Buradakilerin Fenâ'ya benzer arzuları olamaz," diyor.
V- Fenâ'daki arzum bir çocuk hâlinde doğdu, yaşatamıyoruz... Can vermek üzere...
İz'an!.. İz'an!.. İz'an!..
İ- ??? Biz bu husus üzerinde fazla durmıyacağız... Şimdi muhterem üstâdımızdan
bâzı ricâlarımız var.
V- BENİM NE OLDUĞUMU DÜŞÜNÜN, RİCÂLARINIZI ONA GÖRE YAPIN!..
M- ... Oturdum yanına...
İ- Efendim, bugünkü gazeteciliğimizin gidişi nasıldır? Bu hususta fikirleriniz nedir?
Lûftfedin.
V- .....
O RUHSUZ BEDENE!..
İ- Efendim, yapmış olduğunuz mücâdelede hakikat sizin tarafınızdaydı. Ve nitekim de
muvaffak oldunuz. Bundan memnun musunuz?
V- Başlangıçta söyledim. Hakikat benim tarafımda değil; ben hakikatin tarafındayım.
M- ... "Elemeden attınız," diyor.
İ- Anlaşılamadı.
M- "Attığınız tohumları elemeden attığınız anlaşılıyor," diyor.... "VELİD beni muaheze
ediyor." (3)
İ- Velid kimdir, efendim?
V- Yirmibirinci asra girmedik daha... VELİD, TÜRK gazeteciliğinin müteşekkil timsâlidir.
Fenâ'da çok çarpışmamız oldu,
ama heykelini dikerseniz ona da hizmet etmiş olursunuz.
İ- Muhterem üstâdım, biz bu Velid'i tanıyamadık. Soyadı veya lâkabı ile tanıtırsanız...
V- O, babası gibi zâhirde milletperver görünüp te, hakikatte Abdülhamid'e jurnal veren
EBU ZİYA VELİD'dir.
İ- Efendim, bir arkadaşımız, "Atatürk'le aranızın açılmasının gerçek sebebi neydi?" diye
soruyor. Lûtfeder misiniz?
V- Basit düşünüşlülerin ortaya attığı esastır. Bir kimse ile aramın açılması için onunla
aynı durumda olmam lâzım.
ATATÜRK, şahsında milletin bütün kuvvetini toplamış insanüstü
bir varlıktır. Hatâlara düştüğümü sonradan anladım.
... Şimdi ne var?
İ- Efendim, bir de "Mülkiye Mektebi'nde Meşrutiyet devrinde münâkaşa ettikleri şahıs
kimdir? Ve niçin barışmadılar?" diye soruyorlar.
V- Maalesef taksirâtını hâlâ affettirememiştir, merhum ALİ KEMÂL...(4) Ali Kemâl "mâsum"
rütbesine erişmiştir.
Çünkü muhakeme edilmeden öldürülmüştü.
İ- Bir arkadaşımız "Atatürk'le orada temasları devam ediyor mu?" diyor.
V- Everest Tepesi'ne tırmanmak için kaabiliyetli dağcı olmak lâzım.
İ- Memleketimizde demokrasi tamâmen yerleşecek mi, efendim?
V-Bundan sonra gelecekler, bu suali tertip edemiyecek vaziyete gelirlerse, demokrasi
yerleşecek.
İ- Bugünkü gençliğe bir tebliğiniz var mı? Tavsiyeleriniz nelerdir?
V- Üç sözüm var... Evvelâ insanlık vecibelerini yapsınlar. Sonra vatanperver olsunlar.
Sonra kula kul olmasınlar!
İ- Bu üç nasihatin tahakkuk edebilmesi için bir usûl tavsiye edebilir misiniz?
V- Kars'tan Edirne'ye kadar olan yerdekiler, hepsi yüzünü ANITKABİR'e çevirsinler,
metot öğreneceklerdir!
İ- Efendim, Nedim Bey, "İnönü'ye bir mesajları var mı?" diyor.
V- Demin üç nasihat söylemiştim... Selâm... İz'an... İnsaf!...
İ- Muhterem üstâdım, hâlihazırda beğendiğiniz gazeteciler var mı? Kimlerdir?
V- Benim beğendiğim sâdece gazeteciliktir. O da olan değil; olması lâzım gelendir.
İ- Âile efrâdınıza bir diyeceğiniz var mı, efendim?
V- Kızım, son okutacağı mevlûdün parasını Çocuk Esirgeme Kurumu'na versin!
Lûzum yok!
İ- Peki, efendim. Kendilerini bildiririz, efendim.... Muhterem üstâdım, dünyâda sizin
düşündüğünüz şekilde bir gazetecilik
hangi memlekettedir?
V- GAZETECİLİK MESLEĞİNİ "VATAN HİZMETİ" OLARAK KABUL EDEN MEMLEKETİN
GAZETECİLERİDİR.
İ- Buna âit bir misâl verebilir misiniz?
V- Kendinizin târihiniz o derece mi fakirdir?...
M- ... "MEMLEKETİNDE ARA," diyor...
İ- Şimdi, üstâdım, gazetecilik nedir? Ve gazetecilerin vazifesi nedir?
V- Gazetecilik Fakültesi kürsüsüne mi müracaat ediyorsun?
İ- Nedim Bey diyorlar ki, "Bizim memleketimizde gazetecilik, gazeteler daha doğrusu,
dâima iktidâra çatarak bir geçim vâsıtası temin etmişlerdir. Esâsında halk eğitimine yarayacak
bir neşriyat yapmamaktadırlar. Acaba gazeteciliğin iyi bir cihete doğru gitmesi için ne
yapmaları lâzımdır?"
V- Bir ekmek küflenmişse; "bunun tuzu yaşmış, unu acıymış, ateşi azmış" denmez!
"Ekmek küflenmiş, ekmek bozuktur" dersiniz.
GAZETECİLİK MEMLEKET HÂLİNİN BİR
PARÇASIDIR. Buna küllün, cüz'ün küllünü islâh etmeden kül-cüz islâhı gayrı kaabildir.
İ- Dr. Ruhi Turan'ın ricâsı şu: Memleketimizin ilk gazetecisi kimdir? Ve bu muhteremle
orada temas hâlinde misiniz?
V- Vaktiniz kıymetli... SERVER'e yakın oturuyorlar. Ona sorsun! Marangoza kuyumculuk
yaptırıldığı görülmüş müdür?
SERVER İSKİT BEY'e sorsunlar. (5)
... Gönlünüzü hoşnut etmek için çalışıyoruz.
İ- Nur içinde yatın öyleyse.
V- Hakka riâyet et!
İ- Yâni sıradan gidelim.
V- Pazara gittiğinizde domatesin büyüklüğüne küçüklüğüne bakmazsınız. Olmasına
bakarsınız, değil mi?
İ- Efendim, Şükran Hanım diyorlar ki, "Benim kızımın diline bir hastalıktan sonra
rekaket geldi. Acaba bu geçecek mi?"
V- Şarlatan mütedâvilere fuzûli masraf falan etmesin!.. Fakat kızının irâdesinin tedâvisi
çâresine baksın!
İ- Beyhan Gülay Hanım "Ben şiir yazıyorum. Bu sahada çalışmaya devam edeyim mi?
Bir kaabiliyetim var mı?" diyorlar.
İ- ... Kaabiliyetsizlikde bir kaabiliyettir. ... Cer altında tutmayınız. Serbest bırakınız.
İ- Nâdire Hanım, "Oğlum Amerika'ya gidecek mi?" diyorlar.
V-... Bakkal dükkânında ihtiyaç sorulur. O matah o dükkânda varsa, satın alınır. Yoksa,
"yoktur" denilir, başka dükkâna girilir.
Bu bir kader işi değil, uğraşma işidir. İyi bir yol tıkanırsa, diğer bir yola sabırla dönülmez
mi?.. İnsanlarn hadd-i lâyığına çıkması için
uğraştığınız bu günde, bir hakkı görüyorsanız,
onu gasbetmeyiniz. Yaptığınız iyiliği sonuna kadar menfaatsiz yürütünüz.
İ- Anlaşılmadı.
M- Şimdiye kadar söylediklerini size söylemiş... ("Cer altında tutmayınız"dan itibâren)
İ- Peki.
V- Baskı yapmayınız!..
İ- Türkân Hanım diyorlar ki, "Ablamın üzüntüsü feraha çıkacak mı?"
V-... O temenniyi bıraksın!.. Zirâ saadetler başkalarının felâketleri üzerine kurulmaz!
İ- Şeyda Gülay Bey diyorlar ki, "Bana çok ağır gelen bir mevzu var. Acaba düşüncemde
aldanıyor muyum?"
V-... Başlangıç kısmında aldanıyor. Bağladığı netice doğrudur... Evvelâ içinden şüphe ifritini
kovsun! HALLÂK-I ÂLEM
mâsumâne hisleri arkadan hançerliyenlerin cezâsını verir. İmâl-i fikri
bıraksın! Faziletten ayrılmasın!
İ- Muhterem üstâdım, Muhammed Emin Şener Bey'in rahatsızlığı geçecek mi?
Çalışmalarımıza devam edelim mi?
V- ... Kalben rızâ göstersin. Rûhen kendini iyi hissetsin.
İ- Alparslan Bey diyorlar ki, "Bu ispirtizma celselerinin memleket halkı için bir faydası
var mıdır?"
V- İnkâr, inâda has bir iç çalışmanın üzerine kurulmuştur.
İ- Leman Köymen Hanım diyorlar ki, "Ben birisine para kaptırdım. Bu parayı alabilecek
miyim?"
V- ... Alınteriyle sulanmayan emek çok çabuk kurur.
İ- Dr. Turan Bey diyorlar ki, "Çiftçiliğe dönmek arzusundayım. Acaba bunda benim için
bir fayda mülâhaza ediyorlar mı?"
V- ... Hasat yalnız buğday mahsûlüne olmaz. İmece sâhiplerinin hasatı da bir çiftlik
hasatı gibi olur.
İ- Efendim, Nedim Bey soruyor. Kendisi bu celselere devam ediyor ve uyuyor.
Kendisi muhteremle temas temin edecek kıvama geldi mi? Kaabiliyeti var mı, efendim?
V- Evvelâ hedefi tesbit etsin. Edilenle temâsa geçsin, o hedefe ulaşsın. Bilâhare...
... Yavru arslanın pençesi zayıftır. Anasının yaptığını yapmaya kalkarsa, bir çocuk bile onu
helâk eder.
İ- Dr. Ruhi Turan bir ricâsı var. Perihan isminde bir arkadaşı varmış. Bir isteyeni varmış.
İsteyenler hayırlı mı, değil mi?
V- ... Kendisi hayırlıysa, işi de hayırlı olur.
İ- Üstâdım, Mâliye Nâzırı Câvit Bey'le bu akşam görüşecek miyiz?
M- ... Çoktan gittiler... Yalnız kaldım.
İ- Temâsı kestiniz mi?
M- Onlar benle temâsı kestiler.
Eveeet... Gene uzun bir Celse ve uzun sürecek bir inceleme safhası...
Medyum her yükselişinde bu KOKULU MINTIKA'ya veya MAKSUT MENZİLİ'ne geliyor ve oradaki varlıklardan biriyle görüşüyor. MAKSUT MENZİLİ , "Ulaşmak istediği yer, ulaşabileceği mertebe" demek... Bu mertebede Hüseyin Câhit Yalçın ile irtibata geçiyor. Hüseyin Câhit Bey'in bir ricâsı var, "Benim kim olduğumu düşünün, soruları ona göre sorun. Öyle Ruh, Fizik, Kimya, Astronomi falan değil," diye ikazda bulunuyor. Gerçekten de bu sefer ona uygun sorular soruluyor... Son kısımda şahsî sorular var. Size zâit, yâni fazladan, lüzumsuz görünebilir ama, cevaplardan kendimize de bir pay çıkarabiliriz diye onları da naklettik.
(1) Peki, HÜSEYİN CÂHİT YALÇIN kim?

HÜSEYİN CÂHİT YALÇIN ,
yazı hayatına Servet-i Fünûn döneminde edebiyatçı olarak başlamış, II. Meşrutiyet,
Atatürk, İsmet İnönü dönemlerinde her dâim sert kalemiyle yazdığı polemik ve eleştirilerle
ve aynı zamanda da kültürün yaygınlaşmasına destekleriyle akıllarda kalmış, gazeteci,
Hüseyin Câhit, 7 Aralık 1875’te babasının görevi nedeniyle bulundukları Balıkesir’de
dünyâya geldi. İstanbul'lu bir âileden olan Hüseyin Câhit’in babası, orta halli bir mâliye
memuru (Âşar Müdürü) olan Ali Rıza Efendi, annesi Fatma Neyyire Hanım’dır. Hüseyin Suat
adında ağabeyi vardır. İlköğrenimini İstanbul’da, ortaöğrenimini Serez’de Askerî Rüştiye’de
tamamladı. 1889’da İstanbul’daki Dersaadet İdâdi Mülkîsi’ne kaydoldu. Edebiyata ilgisi
öğrencilik yıllarında başladı. İlk romanı "Hayâl İçinde" 1891’de yayımlandı.
Lise öğrenimini tamamladıktan sonra 1893-1896 yılları arasında İstanbul’da, Mekteb-i
Mülkiye’de yüksek öğrenim gördü. Okulun son sınıfında birkaç arkadaşıyla “Mektep” adlı
dergiyi çıkararak gazeteciliğe başladı. Daha sonra Edebiyât-ı Cedide topluluğuna katılan
Hüseyin Câhit, gazetecilik yaşamını Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan öyküleri, sanata
ilişkin makalelerinin yanı sıra, Mütâlâa, Tarik, Sabah ve Saadet gibi gazetelerdeki yazıları ile
de sürdürdü.
1896’da yüksek öğrenimini ikincilikle tamamlayan Hüseyin Câhit, bir süre Maarif Nezâreti
Mektub-i Kalemi’nde çalıştıktan sonra 1897 yılından itibaren Vefa ve Mercan idâdilerinde
Türkçe, Fransızca öğretmenliği ve idârecilik yaptı. 1899’da ilk öykü kitabı Hayât-ı Muhayyel
yayımlandı.
1900 yılında Tevfik Fikret’in dergiden ayrılmasından sonra, Servet-i Fünûn Dergisi’nin
yönetimini üstlendi. 1901’de "Hayâl İçinde" Servet-i Fünun’da tefrika edildi. Dergi, 16 Ekim
1901’de yayımlanan, Fransızca'dan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” adlı bir yazıda, Fransız
Devrimi’nden söz edildiği gerekçesiyle II. Abdülhamid yönetimince kapatılınca, bir süre yazı
sahâsından çekildi. 1901-1908’de dilbilgisi ve sözlük çalışması yaptı, "Türkçe Sarf ve Nahiv"
adında bir dilbilgisi kitabı hazırladı.
1908'de II. Meşrutiyet'in
ilânından sonra memuriyetten ayrılan ve edebiyatı bırakan
Hüseyin Câhit; gazeteciliğe ve siyâsete başladı. İttihat ve Terakki yöneticilerinin isteği
doğrultusunda Ağustos 1908'de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kâzım
Kadri ile birlikte Tanin
gazetesini kurdu. İlk sayısı 1 Ağustos 1908’de yayımlanan gazetenin başyazarlığını üstlendi.
İttihat ve Terakki'nin siyâsî alanda bir nevi kalemşoru oldu. Tanin, zamanla kamuoyunun
gözünde İttihat ve Terakki ile özdeşleşti ve onun yayın organı olarak görüldü.
Hüseyin Câhit, aynı yıl İttihat ve Terakki'den milletvekili seçildi. 1908-1912 Osmanlı Meclis-i
Mebusanı ile 1912 Nisan-Ağustos Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda İstanbul milletvekili olarak
yer aldı. Meclis'in ikinci dönem çalışmalarında Meclis Başkanlığı'nı yürüttü.
31 Mart Vak'ası
sırasında, ayaklanmayı çıkaran gerici güçler tarafından matbaası
basılan ve öldürülmeye çalışılan Hüseyin Câhit saklanıp kurtulurken, Lâzkiye milletvekili
Mehmet Aslan Bey, ayaklanmacılar tarafından Hüseyin Câhit sanılarak öldürüldü. Hüseyin
Câhit ise Rus elçiliğinin yardımı ile Romanya’ya kaçtı ve ancak Mehmet Reşat’ın tahta
çıkarıldığı 27 Nisan 1909’da ülkeye dönerek gazetesinin yayınını sürdürebildi.
1911'de Mâliye Nâzırı Mehmet Câvit Bey’in teklifi ile Düyun-u Umumiye Dayinler Vekili
olarak görev verildi. 1922 Mayısı'nda adaylığı Ankara Hükûmeti tarafından reddedilinceye kadar
bu görev nedeniyle yüksek bir aylık almayı sürdürdü.
Hükûmet'e yönelik eleştirileri yüzünden 1912’de gazetesinin kapatılması üzerine Viyana’ya
kaçan Hüseyin Câhit, Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra İstanbul’a dönebildi. 31 Ocak 1913’te
yeniden çıkartmaya başladığı Tanin’de eleştirilerini artık İttihat ve Terakki’ye yöneltti. Partiden
gelen uyarıların sıklaşması üzerine, Tanin’i 30 Ocak 1914’te partiye sattı.
Hüseyin Câhit, I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’un işgâl edilip, Meclis'i dağıtan İngilizler
tarafından Şubat 1919’da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğü’ne konulan 78 kişi arasındaydı. Diğer
tutuklularla birlikte Malta'ya sürüldü. (Haziran 1919) Malta’da ayrıcalıklı bir konumda oldu;
bir otelde veya pansiyonda oturmasına, âilesini getirmesine izin verildi. Sürgünlüğü sırasında
İngilizce ve İtalyanca öğrendi. “Oğlumun Kütüphânesi” adlı çeviri dizisini hazırlamaya başladı.
16 Mart 1921 günü Türk ve İngiliz hükûmetleri arasında imzalanan anlaşma ile serbest bırakıldı.
Diğer sürgünlerden ayrı olarak, varlıklı üç kişi ile birlikte 29 Nisan 1921 günü adadan
ayrıldı. Âilesi ile birlikte diğer Avrupa şehirlerini gezdikten sonra, 15 Temmuz 1922’de işgâl
altındaki İstanbul’a döndü.
Hüseyin Câhit, 1922'de Malta’dan İstanbul’a döndükten sonra Tanin adıyla gazete
çıkarmasına izin verilmeyince, gazeteyi "Renin" adıyla çıkarmaya başladı. Bir yandan da
çeşitli çeviri eserler yayınladı. Hüseyin Câhit, gazetesinde Anadolu’da devam eden millî
mücâdeleyi destekleyici yazılar kaleme aldı ve bir süre sonra gazetesinin adını Tanin’e
dönüştürdü.
Her ne kadar yazılarıyla İstiklâl Savaşı’na destek verse de, Saltanat'ın kaldırılması,
Cumhuriyet'in ilânı, Halifeliğin kaldırılması konularındaki tutumu nedeniyle, gazete Ankara
Hükûmeti tarafından muhâlif bir yayın organı hâline gelmekle suçlandı ve Hüseyin Câhit
muhâlif gazeteci ilân edildi.
Lozan Anlaşması’ndan sonra
Ağa Han'ın Hindistan İslâm Cemiyeti adına
Başbakanlığa gönderdikleri mektubu, henüz başbakanlığa ulaşmadan, 5 Aralık 1923 günü
gazetesinde yayımlanması nedeniyle, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı. Başka iki gazetenin
daha (İkdam ve Tevhid-i Efkâr) başyazar ve müdürlerinin yargılandığı duruşmalar Ocak 1924’e
kadar sürdü ve mahkeme tüm gazetecilerin beraatine karar verdi.
13 Şubat 1925'te çıkan
Şeyh Said İsyânı sonrasında İsmet Paşa (İnönü) önderliğinde
kurulan yeni hükûmet,
Takrir-i Sükûn Kanunu'nu çıkarmıştı. İsyânın sorumlusu olarak İstanbul
basını gösterilince, Takrir-i Sükûn Kanunu ile kurulan iki İstiklâl Mahkemesi’nden birisi
İstanbul’a gönderildi ve çoğunluğu muhâlif olarak tanınan birçok basın organı 6 Mart 1925
günü kapatıldı. Aynı gün Hüseyin Câhit, bundan böyle siyâsî yazılar yerine hâtıra, ilmî makale
ve hikâyeler yazacağını duyurdu. Ne var ki
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İstanbul Merkez Şubesi'nin
12 Nisan’da aranmasını, gazetede “Dün Gece Terakkiperver Fırka basıldı” biçiminde duyurunca,
Tanin de 16 Nisan’da süresiz kapatıldı. Gazetenin sâhibi ve başyazarı olan Hüseyin Câhit,
20 Nisan’da Cebeci Hapishânesi’ne konuldu. 7 Mayıs 1925’te sonuçlanan dâvâ sonucu
Çorum'da ömür boyu sürgün cezâsına çarptırıldı.
Hüseyin Câhit
Yalçın, Çorum'da sürgün cezâsını çekmekte iken, İzmir’de Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemâl Paşa'ya yönelik bir suikast girişimi ortaya çıkarıldı. Kurulan İstiklâl Mahkemesi,
suikastın arkasında eski İttihatçılar'ın olabileceğini değerlendirerek, 1923 yılında İstanbul’da
Mehmet Câvit Bey'in evinde İttihatçıların yaptığı toplantıya katılanları, Ankara ‘da yargılamaya
karar verdi. Dâvâda yargılananlardan birisi olan Hüseyin Câhit, beraat etti. İdâm edilen arkadaşı
Mehmet Câvit Bey'in eşine ve oğlu Şiar'a sahip çıktı.
1926’da sürgün cezası kaldırılınca, İstanbul’a döndü. Ne yeniden gazetecilik yapma olanağı,
ne de başka bir iş bulabildi. Malta sürgünü sırasında çevirdiği kitapları yayımlayarak geçim
sıkıntısını hafifletmeye çalıştı. 26.6.1929 târihinde verilen pasaportla yurt dışına çıktı.
(pasaport numarası: 2992) 1930 yılında Sanâyi ve Maadin Bankası İdâre Meclisi Başkanlığı'na
atandı. 1933’te yapılan I. Türk Dili Kurultayı’nda Devlet müdâhalesi ile dil değişikliği
yapılamayacağını savundu. Dil konusundaki resmî görüşe karşı çıkması, bankadaki görevine
son verilmesine neden oldu. Aslında haklı idi.
1933'te Akşam gazetesinde yazılar yazmaya ve Cumhuriyet'in 10. Kuruluş Yıldönümü'nden
itibâren Türk kültür hayâtının önemli yayın organlarından biri olan Fikir Hareketleri dergisini
yayımlamaya başladı. Fikir Hareketleri Dergisi, 1940 yılına kadar yayın hayâtını sürdürdü,
364 sayı yayımlandı. Derginin tüm yazılarını Hüseyin Câhit yazdı, liberal demokrasiyi savundu.
Siyâsete atıldığı 1939 yılına kadar dergide iç politika ile ilgili güncel yazılar yazmaktan uzak
durdu. 1935-1946 arasında Yedigün Dergisi’nde sohbet, deneme, gezi yazıları yayımladı.
Atatürk'ün ölümünden sonra, İsmet İnönü'nün teklifiyle tekrar politikaya döndü. V. Dönem
(Ara Seçim), VI. Dönem Çankırı, VII., VIII. Dönem İstanbul ve IX. Dönem Kars Milletvekilliği
yaptı. Milletvekilliği sırasında Birleşmiş Milletler Filistin Uzlaştırma Komisyonu üyeliği yaptı,
partisinde Grup Başkan Vekilliği'ne seçildi, Türk Basın Birliği Başkanı oldu. CHP’nin siyâsî
görüşlerini savundu.
1943-47 yılları arasında Tanin Gazetesi'ni tekrar yayınladı. Gazetede 3 Aralık 1945 günü
yayımlanan makalesinde komünizm propagandası yapmakla suçladığı Tan Gazetesi’ni açıkça
hedef olarak göstermiş, ertesi gün Sabiha Sertel’i Moskova’nın emrinde biri olarak tanıtmıştı.
O gün, Türk basın târihinde
Tan Gazetesi Baskını diye anılan olay gerçekleşti... Tan Matbaası’nın
basılmasıyla başlayan olaylar dizisinde Yalçın’ın makalesinin büyük rolü olduğu kabul edilir.
Yalçın, bu olay sonrasında, olay hakkında hiçbir yorum yapmamıştır.
Tanin, 14 Kasım 1947 günü 1542. sayısı ile yayınına son verdi.
Tanin gazetesini kapadıktan sonra, 11 Eylül 1948’den itibaren CHP’nin resmî yayın organ
olma özelliği taşıyan Ulus Gazetesi'nde başyazarlık yaptı. En önemli polemiklerini
Cumhuriyet’teki Nâdir Nâdi ile yaptı. Ulus, Yeni Ulus adı ile 8 Aralık 1953’de yeniden yayınına
başladığında, Yalçın bu gazetenin de başyazarlığını yaptı. Ulus'ta yayınlanan bir yazısı
nedeniyle dokunulmazlığı kaldırıldı.
Demokrat Parti yönetimine karşı bu yazısından dolayı 1954'de 79 yaşında tutuklanarak
hapse girdi ve kısa süre sonra Cumhurbaşkanı tarafından bağışlanarak çıktı. Cezâevinden
çıktıktan sonra da yazı yazmayı ve iktidarı eleştirmeyi sürdürdü. 1957 seçimlerinde tekrar
milletvekili adayı oldu, ancak seçimlerin sonucunu öğrenemeden 18 Ekim 1957 târihinde
İstanbul’da vefat etti. Cenâzesi, Feriköy Mezarlığı’na defnedildi.
ESERLERİ- ROMAN:
HİKÂYE:
DİĞER ESERLERİ
yazar ve siyâset adamıdır.
• Nâdide (1891)
• Hayâl İçinde (1901)
• Hayât-ı Muhayyel (1899)
• Niçin Aldatırlarmış? (1922)
• Hayât-ı Hakikiye Sahneleri (1909)
• Türkçe Sarf ve Nahiv (1908)
• Kavgalarım (1910)
• Edebî Hâtıralar (1935)
• Talât Paşa (1943)
• Benim Görüşümle Olaylar (4 cilt, 1945-47)
• Seçme Makaleler (1951)
• Siyâsal Anılar (1975)
Ve bir sürü tercüme eser

(2)MÂLİYE NÂZIRI MEHMED CÂVİD BEY
Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk liberâl iktisatçılardan biridir. Cumhuriyet döneminde Atatürk'e
suikast girişiminin planlayıcısı olma suçlamasıyla karşılaştı ve idâm edildi. Dil eleştirmeni ve
çevirmen Şiar Yalçın’ın
babasıdır.
1875 yılında Selânik’te dünyâya geldi. Babası, Selânikli bir tüccar olan Nâim Bey, annesi
Pâkize Hanım’dır. Çiftin üç erkek çocuğunun en büyüğüdür (diğerleri Mustafa Şefkâti, İsmâil
Kâzım).
Câvit İstanbul’da, Mülkiye’de eğitim gördü. Selânik’e döndükten sonra Jöntürk Hareketi'ne
katıldı. Feyziye Mektepleri'nde müdürlük ve öğretmenlik yaptı. 1908-1911 yıllarında İstanbul'da
liberâl düşünceyi savunan ve on beş günde bir yayımlanan Ulûm- ı İktisâdiye ve İçtimâiye
Mecmuası’nı Rıza Tevfik ve Ahmet Şuayip ile birlikte çıkardı.
II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Çanakkale ve Selânik milletvekili olarak İstanbul’daki
Meclis'te yer aldı. 31 Mart Vak'ası'ndan sonra Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa tarafından
Mâliye Nâzırlığı görevine getirildi. İttihat ve Terakki yönetimi sırasında çeşitli defalar bu göreve
getirilip ayrıldı. Osmanlı mâliyesini modernleştirdi.
Kapütülâsyonların kaldırılması için büyük
mücâdele verdi. Türk işadamı sınıfının doğması için uğraştı. İktisâdî liberâlizme inanmış olan
ve aslen Yahudi Dönmesi olan Câvit Bey’in 1917 yılı bütçe konuşması ünlüdür:
- “Biz millliyetperveriz. İstemeyiz ki, memleketimizde yapılacak bütün teşebbüsler
Ülkenin I. Dünya Savaşı’na girmesine ve Ermeni tehcirine karşı çıktı. 1917’de bir devlet
bankası hâline getirilmesi planlanan İtibâr-ı Millî Bankası’nın (Crédit National Ottoman)
kurucuları arasında yer aldı. Bu girişim, "iktisâdî cihad" olarak tanımlanıyordu. Savaştan yenik
çıkıldığı için bu proje gerçekleşmedi. Mondros Mütârekesi’nin imzalanmasından sonra Ahmet
İzzet Paşa kabinesi ile birlikte istifa etti. Daha sonra kurulan hükûmetlerde yer almadı.
Savaştan sonra Câvit Bey, işgâl devletleri tarafından kurulan Âliye Divân-ı Harb-i Örfi adlı
mahkemede yargılandı. Gıyâbında 15 yıl kürek cezâsına mahkûm edilince, İsviçre’ye gitti.
Şubat 1921’de toplanan Londra Konferansı’nda Ankara’nın temsilcisi Bekir Sâmi Bey’e eşlik
ettikten sonra, Temmuz 1922’de Türkiye’ye döndü.
Saltanat’ın kaldırılmasından sonra sürgüne gönderilen Şehzâde Burhaneddin’in eski eşi
Aliye Nazlı Hanım ile 1921’de evlendi. Bu evlilikten oğlu Osman Şiar (Yalçın) dünyaya geldi.
(1924)
Lozan Barış Antlaşması'nı imzalayan Türkiye delegasyonunda üye olarak bulunan
Câvit Bey, Cumhuriyet rejimi sırasında yönetime muhâlif bir tutum takındı.
İzmir Suikastı
hâdisesi sonrasında, suikast girişiminin bir parçası olmakla suçlandı. Kendisini yargılayan
İstiklâl Mahkemesi hâkimleri savunmasını suçsuzluğunu ispatlayıcı nitelikte bulmadı ve
görülen dava sonucu 26 Aralık 1926’da Câvit Bey, Dr. Nâzım, Filipeli Hilmi Bey ve Nâil Bey'in idâmına
karar verildi ve cezâları o gece Cebeci'deki Umumî Hapishâne'de infaz edildi. (Buraya dikkat!..
Hüküm infaz edilir, yâni yerine getirilir. İnsan infaz edilmez!.. İnsan idâm edilir, katledilir,
suikaste kurban gider, ama infaz edilmez!.. Dilimize sâhip olalım!) Cenâzeleri hapishânenin
avlusuna gömüldü.
Suikast girişimi nedeniyle tutuklu bulunduğu sırada, eşine çıktıktan sonra okuması için
yazdığı mektuplar “Zindandan Mektuplar” adıyla, iki yaşındaki oğlu için yazdıkları ise “Şiar’a
Mektuplar” adıyla yayımlandı. Oğlu Osman Şiar’ı, arkadaşı Hüseyin Câhit Yalçın yetiştirdi.
Mezarının yeri uzun süre gizli kaldı. Kayıp mezarı 1950'lerde, eşi Aliye Hanım ve dönemin
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın girişimleriyle bulunarak, Cebeci Asri Mezarlığı'na nakledildi.
Câvit Bey Sabetayist idi,
ama bir Türk milliyetçisi idi. Bir tek sabetayist o değildir. Hâlide Edib de Sabetayist bir âileden
gelmedir, ama o da vatanperverdi. Sabetayistler'in o dönemde bir tek kusuru vardı. Türkler'den
daha ziyâde Batı yanlısı idiler... Şimdiler de Sabetayistler Türkler'den ve Türkiye'den daha çok
İsrâil'e ve Amerika'ya bağlıdırlar. Yazıp çizdiklerinden bunu kolayca görebilrsiniz. "Müslüman ve
Türk" veya "Kürt-Alevi" kimliği altına gizlenen Kripto Ermeniler ve Kürtçüler ile birlikte hareket
etmektedirler... Tabii istisnâlara sözümüz yok!
Bu arada belirtelim, Nazmi Eroğlu'nun "Cavid Bey" adlı önemli eserinde, hakkında geniş
bilgi vardır.
(3) Varlığın Ebu Ziya Velid diye tanıtmaya çalıştığı aslında VELİD EBU ZİYA 'dır. 12.yüzyılda Horasan'dan göç
edip, Anadolu'da Koçhisar'a gelen Şerefli aşiretinden Horasan'lı At Çeken Hacı Hasanoğulları'na
mensuptur. Gazeteci, yazar, matbaacı olan Ebüzziya Tevfik, gazeteci Talha ve yeğeni gazeteci
Ziyad Ebüzziya da bu âileye mensuptur.
Velid Ebuziya 1884'te doğdu.
İlk ve orta okulu İstanbul'da okudu. Sırasıyla Mekteb-i Sultânî ve Saint Benoit Fransız Okulu'nu
bitirdi. Daha sonra Fransa'ya giderek Paris'te hukuk fakültesinde ve siyâsal bilimler
fakültesinde ihtisas yaptı. İstanbul'a döndükten sonra Tasvir-i Efkâr'da gazeteciliğe başladı
ve babasının ölümünden sonra da başyazar oldu. İstanbul'un işgâli sonrası (1920)
Malta'ya sürgüne gitti. Sürgünden sonra da 1921' de Millî Mücâdele'yi destekleyen Tevhid-i Efkâr'ı
çıkardı, ancak gazetedeki yazıları sebebiyle İstiklâl Mahkemesi'nde yargılandı ve beraat etti.
Tüm bunların ardından uzunca bir süre sonra 11 Haziran 1935 yılında Zaman gazetesini kurdu,
ancak o da ömrünü 19 Nisan 1936'ya değin devam ettirebildi. Yeğeni Ziyad Ebüzziya'nın
2 Mayıs 1940'ta kurduğu Tasvir-i Efkâr'da yaşamının sonuna kadar başyazarlık yaptı. 1945'te
İstanbul'da vefat etti.
Varlık,
Velid Ebuziya ile çarpışmaları olduğundan bahsetmiş ama, neler olduğunu
bulamadık. Lâkin doğru olduğuna inanıyoruz. Ne geçmişte, ne zamanımızda gazetecilerin
birbirleriyle sürtüşmedikleri an yok ki!.. Zâten Varlık bunu " Abdülhamid'e jurnal verirdi"
diyerek sürdürüyor... Biz bulamadık, belki siz bulursunuz.
ecnebîler tarafından yapılsın ve misâfir olalım. Hayır!...”

(4)Asıl adı Ali Rıza olan
ALİ KEMÂL , Nâmık Kemâl'e olan hayranlığından dolayı eğitim yıllarında bu ismi aldı. Ali
Kemâl, 1867'de İstanbul'un Süleymâniye semtinde doğdu. Çankırılı mum ustası Hacı Ahmet
Rızâ'nın oğlu Ali Kemâl, İstanbul'da Mülkiye Mektebi'ne girdi. 4 yılın sonunda yabancı dilini
ilerletmek için 1886'da Fransa'ya giden Ali Kemâl, ertesi yıl Paris'ten İsviçre'nin Cenevre
kentine geçti. 1888'de de İstanbul'a döndü.
Avrupa'daki özgürlükçü akımlardan etkilenen Ali Kemâl, İstanbul'da bir dernek kurdu.
Kurduğu öğrenci derneği kapatıldıktan sonra yeni bir dernek kurmaya kalkınca, bu kez
tutuklandı ve 9 ay hapis yattı. 1889'da ise tahliye edildikten sonra Halep'e sürgün edildi.
>Halep’te yaşadığı dönemde Halep İdâdisi'nde (lise) Türk Dili ve Osmanlı Edebiyatı hocalığı
yaptı ise de buradaki durgun hayâta dayanamadı ve 1895'te izinsiz olarak İstanbul'a döndü.
Geldiğinin fark edilmesi üzerine yeniden sürgün edildi. Bu karar üzerine 1884'te tekrar, Jön
Türkler'in karargâhı hâline gelen Paris'e gitti.
Paris'te kaldığı dönemde Jön Türkler ile
II. Abdülhamit arasında bir tür arabulucu bir çizgi izlemeye çalıştı.
Mizancı Murat'ın Jön Türk
hareketinden ayrılması ardından Ali Kemâl de bu hareketle bağlarını kopardı.
Ali Kemâl, Paris’te Siyâsal Bilgiler alanında eğitim alırken, bir yandan
da gazetecilik yaptı. İstanbul'da o dönemde en etkin gazetelerden biri olan İkdam gazetesine
Paris izlenimlerini, Batı kültürünü anlatan yazılar ve çeviriler gönderdi.
Hüseyin Câhit, onun İkdam'da kendi röportajları imiş gibi kaleme aldığı bazı yazılarının,
Fransız basınından çeviri olduğunu ortaya çıkardı. Bu hâdise Ali Kemâl ile Hüseyin Câhit
arasında yıllar boyu sürecek bir polemiğe sebep oldu. Varlığın Celse'de verdiği bilgi doğrudur.
1897'de Brüksel Elçiliği ikinci kâtipliğine atandı. İttihatçılar'dan çekindiği için İstanbul'a
dönemiyordu. 1899'da Siyasal Bilgiler diplomasını alması sonrasında, II. Meşrutiyet'in
ilânına
kadar Mısır'da yaşadı. 1903 yılında yaz tâtili için gittiği Londra'da Winifre Brun adlı bir İngiliz
hanımla evlendi. Bu evliliğinden Selma adında bir kız, Osman adında bir erkek çocuğu dünyâya
geldi. Oğlunun doğumunun hemen ardından eşini kaybetti.
II. Meşrutiyet'in ilânından bir gün
önce İstanbul'a döndü. .Ali Kemâl’in İstanbul’a döner dönmez Pâdişâh'ın huzuruna çıktığı, Pâdişah II. Abdülhamit'in
iltifatlarını ve verdiği paraları kabul ettiği bilinir. Bu durum İttihatçılar'ın büyük tepkisine neden
oldu. O da yeni eleştiri hedefini İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak belirledi. Başyazarı olduğu
İkdam gazetesinde Cemiyet'e karşı ağır eleştiriler içeren başyazılar yazar oldu.
Bir yandan da Dârülfünûn'da
Edebiyat Fakültesi'nde siyâsî târih dersleri verdi. İlk siyâsî partilerden birisi olan Osmanlı
Ahrar Fırkası'na girdi.
Hemen bütün çevresiyle sürekli kavga halindeydi. Kendisiyle aynı fikirde olmayan kişilere
şiddetle saldırıyor, gençlerin öfkesini bunlara yöneltmeye çalışıyordu.
Ali Kemâ'in tahrikleri 31 Mart Olayı'nın
çıkmasında etkili olduğu söylenir. Serbesti gazetesi
başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin ertesi günü olan 7 Nisan 1909'da, Dârülfünûn’da
kalabalık bir topluluğa yaptığı konuşmadan sonra, bu konuşmanın etkisinde kalan Dârülfünûn
hocaları ve öğrencileri kaatillerin yakalanmasını istemek üzere Bâb-ı Âli'ye yürümüşler;
sayıları on binlere ulaşan kalabalığın üstüne ateş açılması sonucu, birkaç yüz kişi yaralanmıştı.
Ertesi günkü cenaze sırasında da devam eden olayların ve 31 Mart ayaklanmasına dönüşmesi
üzerine, Selânik'ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul'a gireceği sırada, Ali Kemâl yeniden
Paris'e kaçmak zorunda kaldı (1909). Bu arada Mülkiye'deki görevine son verilmişti.
İttihat ve Terakki yönetiminin iktidardan uzaklaşmasının ardından, 1912 affıyla İstanbul’a
geri gelen Ali Kemâl, İkdam Gazetesi'nde başyazar olarak yazılarına devam etti. Bu sırada
Mülkiye Mektebi'ndeki hocalığı da geri verildi. Mektepler Nâzırı Zeki Paşa’nın
kızı Sabiha Hanım ile evlendi. Bu evliliğinden Zeki adında bir oğlu dünyâya geldi. Ancak 6 ay
sonra, Ocak 1913'te hükûmet Bâb-ı Âli Baskını ile devrilince, tutuklandı, Viyana'ya sürüldü.
3 ay sonra İstanbul'a döndü.
14 Kasım 1913’te Peyam Gazetesi’ni yayınlamaya başladı, başyazarlığını üstlendi.
22 Temmuz 1914’te, I. Dünya Savaşı'nın başladığı sıralarda, İttihat ve Terakki’nin
baskısıyla gazetesi kapatıldı. Siyâsetle ilgilenmeyip, öğretmenlik ve tüccarlıkla geçinmeye
çalıştı. Bu tutumu 1918'de İttihat ve Terakki liderlerinin bir Alman denizaltısına binip Türkiye'den
kaçışına kadar sürdü.
Ali Kemâl, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra, 14 Ocak 1919'da
yeniden faaliyete geçen Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin Genel Sekreteri oldu. 4 Mart 1919'da
kurulan Birinci Dâmad Ferit Paşa hükümetinde Maarif Nâzırlığı, bu hükümetin iki ay sonra
istifasının hemen ardından kurulan ikinci Dâmad Ferit Paşa hükümetinde ise Dâhiliye Nâzırlığı
görevini üstlendi. Bu görevde iken Kuva-yi Milliye ve Mustafa Kemâl Paşa aleyhine peş peşe
emirler yayınladı. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin
kurucularından birisi oldu. Hükûmet içinde çıkan
bir anlaşmazlık yüzünden 26 Haziran 1919'da Nâzırlık'tan istifa etti.
Dârülfünûn'da ders vermeye devam eden Ali Kemâl, 1922 Mart ayında Dârülfünûn
öğrencilerinin istifaya davet ettiği dört öğretim elemanı arasındaydı. Öğrencilerin verdiği kararın
gerekçesi; hocaların, bağımsızlık, kutsiyet, milliyet hislerine yabancı oluşları, saldırgan
şahsiyetleri ile kamu vicdanında mahkûm edilmiş olmalarıdır. Öğrencilerin tepkileri üzerine
Ali Kemâl ve yazar Cenap Şahâbettin
3 Eylül 1922'de Heyet-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararıyla görevlerinden uzaklaştırıldı.
Peyâm-ı Sabah'taki yazılarında Kuva-yı Milliye'yi acımasız şekilde eleştirdi. Anadolu
hareketini ve Mustafa Kemâl'i İttihat ve Terakki’nin devâmı olarak gördü. Ancak 26 Ağustos'ta
başlayan Büyük Taarruz başarılı olduktan ve 9 Eylül'de İzmir'in kurtulmasından sonra, 10 Eylül
1922'de "Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir"
başlıklı bir yazı yazarak yanıldığını açıkladı. Ama bu yazı onu kurtaramadı.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından Ankara Hükûmeti, geçmişte yazdıklarından
dolayı İstanbul polisinden Ali Kemâl'in tutuklanıp, yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilmesini
istedi. 4 Kasım 1922 günü, Teşkilât-ı Mahsusa (bugünkü MİT) mensubu birkaç kişi Ali Kemâl'i
Tokatlıyan Oteli'nde gittiği berber dükkânından kaçırdılar, Ankara'ya götüreceklerini bildirdiler.
Söylediklerine göre Ali Kemâl İstiklâl Mahkemesi'ne çıkarılacaktı. Ancak yol üstünde Ali Kemâl,
İzmit'te bölge kumandanı Sakallı Nurettin
Paşa'ya teslim edildi.
Ali Kemâl, Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken, kumandanlık karargâhı
önünde bekleyen "genç subaylar" tarafından 6 kasım 1922'de linç edildi. Kafası çekiçlerle ve
taşlarla kırılarak öldürüldü. Linç edenler, Ali Kemâl'den hıncını alamamış olmalılar ki, çıplak
vücudu ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı. Dahası, parçalanmış cesedi, Lozan
Konferansı'na giderken trenle İzmit'ten geçecek olan İsmet Paşa görsün diye, istasyonda bir
sehpaya asılarak teşhir edildi. Sonradan İzmit’te defnedilen Ali Kemâl'in mezarı, başına bir
mezartaşı veya herhangi bir işaret konulmaması sebebiyle, zamanla ortadan kayboldu. Uzun
araştırmalar sonunda 1950'lerde yeri tespit edilebildi.
Ali Kemâl'in ilk eşi olan İngiliz hanımından olan öz torunu Stanley Johnson'ın oğlu olan
Boris Johnson, İngiltere Dışişleri Bakanı oldu. İngiltere'nin AB'den çıkmasının ateşli
savunuculuğunu yapan Boris Johnson, İngiliz Muhafazakar Parti parlamenterliği yaptı. Boris
Johnson, büyük dedesi gibi gazetecilik yaptı. 'The Spectator' dergisinin Genel Yayın
Yönetmenliğini yaptı. 1 Mayıs 2008 tarihinde Muhafazakar Parti adayı olarak Londra Belediye
Başkanı seçildi. Boris Johnson'un dedesi Osman, eski büyükelçi Zeki Kuneralp'ın baba bir
kardeşiydi. Oğlu Zeki Kuneralp düzgün bir diplomattı. Ama torunu
Selim Kuneralp dedesine bile lâyık olamıyacak tiynette biridir.
Dışişleri Bakanlığı'nda AB Genel Müdür Yardımcılığı yapan (ve o dönemde AB Komisyonu
Türkiye Temsilcisi olan Karen Fogg ile ilginç yazışmaları ile gündeme gelen)
Selim Kuneralp, Ali Kemâl'in torunudur. Selim Kuneralp Stokholm Büyükelçiliği ve
Seul Büyükelçiliği'nden sonra
Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevini yürütmüş, AB Daimi Temsilciliği görevinde
bulunduktan sonra Bakanlık müşavirliğine getirilmiştir.
Bize söz düşer mi, bilmem, ama Ali Kemâl'in iyi eğitimli, popüler, kendini beğenmiş,
kavgacı biri olduğunu, kurtuluşu İngiliz himâyesinde gördüğünü (o târihte kim görmüyordu
ki???), Millî Mücâdele'yi "mutlak mağlubiyet"e düçâr bellediğini, bu yüzden aleyhine yazıp
durduğunu, ancak "vatan hâini" olmadığını ve sonunda hatâsını kabul ettiğini düşünmekteyiz.
Kaçabilirdi, İttihatçılar'dan korktuğunda öyle yapmıştı. Ama kaçmadı ve sert tabiatlı Sakallı
Nurettin Paşa'nın tezgâhıyla linç edildi. Varlığın, "onun yargılanmadan linç edilmesi"
yüzünden "mâsum" sayıldığını belirtmesi bu sebeptendir. Ama hatâsını hâlâ affettiremediği de
belirtilmiştir. Doğrusunu ALLAH bilir.
(5) Varlığa gazetecilik târihi hakkında bir soru sorulunca, o da sual sâhibini SERVER'e havâle
etmiş!.. Bakalım, kim bu zat?.. Bir de "Server'e yakın oturuyorlar"
denmiş... Neresi ola ki??? İstanbul'da, Göztepe'de bir Server İskit Sokak var...
Orası olsa gerek. Ama sorana yakın mı, bilmem.
SERVER RIFAT
İSKİT 8 Nisan 1894'te İstanbul'da doğdu. Tam adı Mehmet Server Rifat İskit'tir.
Vefa İdâdîsi'nin son
sınıfındayken imtihanla Tatbikat-ı Baytariye Mektebi'ne geçti. 1913'te Muş Tatbikat-ı Baytariye
memuru oldu. Birinci Dünya Savaşı sırasında baytar mülâzım-ı sâni rütbesiyle Kafkas
cephesine gönderildi. 1919'da terhis edildi. Millî Mücâdele'de Anadolu'ya geçti. Kastamonu
(1919-1922) ve Konya'da (1922-1923) baytar olarak vazife aldı. 1924'da Konya Vilâyet
Matbaası Müdürlüğü'ne getirildi. Antalya Ticaret ve Sanâyi Odası Başkâtipliği (1926) ve
Ankara'da Matbuat Umum Müdürlüğü'nün neşriyat şubesinde muharrirlik (1926-1927) yaptı.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde musahhih, Ankara Şehremâneti'nde muhammin (1931),
Yeni Asır gazetesinde yazar (1931-1933) olarak çalıştıktan sonra, Matbuat Umum
Müdürlüğü'ndeki İç Matbuat Müdürü görevine döndü. (1934-1944) 1944'te İstanbul Mıntıka
Müdürlüğü'ne geçti. 1954'te emekliye ayrıldı.
Çalıştığı kurum adına Radyo dergisini yayınladı (1941-1946). 1944'te İskit Yayınevini
kurarak Aylık Ansiklopedi'yi yayınlamaya başladı (1945-1950). Resimli Yeni Lügat ve
Ansiklopedi (5 cilt, 1947-1954), Târih Lügati (1952), Resimli Târih Mecmuası (84 sayı,
Mayıs 1950- Aralık 1956), Resimli Yeni Târih Dergisi (45 sayı, Ocak 1957-Eylül 1960),
Mufassal Osmanlı Târihi (Yeni Târih Dergisi'nin eki) gibi ansiklopedi ve dergiler çıkararak
bu sahada öncülük etti. İstanbul Gazetecilik Enstitüsü'nde ders verdi. 18 Nisan 1975'te
İstanbul'da vefat etti. Kabri Sahrayıcedid Mezarlığı'ndadır.
Eserleri: Kadınlar Duymasın (1933),
Bir vazife var ki, her devirde ayrı bir ad almıştır. Osmanlı Dönemi'nde NÂZIR denirdi,
NEZÂRET'den gelir, "bakmak, gözmek" anlamındadır. Cunhuriyet Dönemi'nde, 1960'lara
kadar VEKİL denirdi, VEKÂLET'ten gelir, "birisi yerine iş görme" demektir. 1960 sonrasında
BAKAN, dendi, BAKANLIK oldu... Varlık, Osmanlı Dönemi'nde görev yaptığı için, İdâreci'nin
"Mâliye Vekili" demesini, "Mâliye Nâzırı" diye düzeltiyor. Sonra
"Fenâdaki arzum NEVZAT olarak doğdu" diyor... NEVZAT, "yeni doğan çocuk" demek...
Ne doğmuş ta, şimdi can
vermekte imiş, araştırmak gerekiyor... Bizim tesbitimiz bu yeni doğan çocuk "iktisâdî cihad"
idi. Savaştan dolayı gerçekleşmedi. Millî Mücâdele'den sonra rahmetli Atatürk "Say Misâk-ı Millîsi"ni
ilân etti. Ancak o da İnönü, Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan elinde can verdi.
Bütün millî servetimiz, kurumlar, tesisler, hatta topraklarımız, sularımız yabancılara satıldı,
tarım ve hayvancılık öldürüldü. Son dönemde (2015 sonrası) Erdoğan'ın kafasına kiremit düştü
de, ayıldı, tekrar "millî ve yerli" demeye başladı!.. Ama TÜRK demeden "millî" ve "yerli" olunur
mu hiç???
Çok geçen İZ'AN kelimesi "anlama yeteneği, anlayış, kavrayış, akıl. terbiye, edeb.
basiret" anlamlarına gelir. Üstat, söylediklerini kavrayıp ne kastedildiğini anlamamız gerektiğini
ifâde etmiş.
İşte böyle!.. Bir Celse incelemesini daha tamamladık, çok şükür. Eksik gibi görünen
kısımları araştırmak size âit!.. Spiritualist tembel olmaz!
Ruhi Selman
selman@journalist.com
- BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
Dünya Matbuatına Bir Bakış (Sadri Ertem, Emin Erim ve Burhan Belge ile, 1935),
Birinci Basın Kongresi (1935),
La Ferme Model d'Orman (Atatürk Orman Çiftliği hakkında, 1936),
Hususî İlk Türkçe Gazetemiz: Tercüman-ı Ahvâl ve Agâh Efendi (1937),
Türkiye'de Matbuat Rejimleri (1939),
Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Târihine Bir Bakış (1939),
Türkiye'de Çıkmakta Olan Gazeteler ve Mecmualar (Feridun Fazıl
Tülbentçi ile, 5 cilt, 1940, 1942-1945),
Seçme Lâtifeler-Nükteler (Zaparta takma adıyla, 1943),
Nasrettin Hoca Lâtifeleri (1943),
Türkiye'de Matbuat İdâreleri ve Politikaları (1943),
Türk Gazetecilik Târihi (1951),
Amme Efkârı ve İlk Gazetelerimiz (1959),
Dünkü Mizâhımızdan Yazı ve Çizgiler (1960),
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nden En Güzel Seçmeler (Mehmet Aksoy ile, 1962),
Dünya Târihinden Garip ve İbret Verici Fıkralar (1964).
MUAHEZE , "paylamak, ayıplamak" demektir. .
MÜTEŞEKKİL , "oluşmuş, meydana gelmiş" demektir.
TİMSÂL , "Sembol, örnek, simge" demektir.
TAKSİRAT , "kusurlar, suçlar, günahlar" demektir.
MÜTEDÂVİ , "kendi kendine ilaç yapan, tedâvi eden" demektir.
CER , "çekme, sürükleyerek götürme" demektir.
- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON - 1
- REİNKARNASYON - 2
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI
YAŞADI?
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- MEKTUPLAR