BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49

Bizim bu "ÂHIRET'TEN SİMÂLAR" yazı dizisi, teşbihte hatâ olmaz, rahmetli Bedri Ruhselman'ın "RUHLAR ARASINDA" eserine benzedi,.. Muhtelif Operatörler'in idâresindeki Medyumlar'ın İrtibat kurdukları, Dünyâda iken çeşitli hatâlar yapmış Varlıklar'ın Öbür Âlem'deki ahvâlini veriyoruz, ibret olsun diye... Bunları TEBLİĞ diye yutturmaya çalışmıyoruz. Çarşıda, pazarda, mahallede, apartmanda veya hapishânede karşılaşacağımız sıradan insanlar gibi... Dedikoducular, Yetim Malı Yiyenler, Hilekârlar. , Fâhişeler... Kaatiller... Sonra Üstün Varlıklar'dan da bilgiler naklettik. Yazarlar, Din Adamları, Paşalar, hattâ Pâdişahlar'la yapılan sohbetleri de naklettik, arada TEBLİĞLER ile... Şimdi vereceğimiz Aldatıcı Varlıklar'a ve OBSESYON VAK'ALARI'na örnek teşkil edecek. Daha önce de Aldatma çabası gösteren Varlıklar'a örnekler vermiştik.

Medyum Tuğrul adında 18-20 yaşında bir üniversite öğrencisi... Onunla İMAJ çalışmalarımızı daha önce nakletmiştik... Tuğrul bizimle çalışmaya 1972 yılında başladı. 1973'de pek ortalıkta görünmedi. 1974'te tekrar merâkı depreşti ve gelip uyudu.Kendisiyle 16 Celse yapmışız.... Şimdi onun ilk celselerinden birini veriyoruz.

Varlık1 : Sakallı Adam
Varlık2 : Başörtülü Kadın
Varlık3 . Nâzım Hikmet taklidi
Varlık4 : Cem Sultan taklidi
Varlık 5 : Orhan Kemâl taklidi
Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Rûhî Selman
Târih: 4 Nisan 1974
Usûl : Karma

Medyum- Başımda bir dönme var.
İdâreci- Rahat mısınız?
M- Çok rahatım... Sanki çember çizer gibi başımı çeviriyor... muşum gibi...
İ- Peki. Şimdi sizi daha da derinleştiriyorum.
M- ...... Şu anda bir şeyler.... Pek emin olmadığım için anlatmak istemiyorum.
İ- Anlatın, sonradan değerlendirirsiniz.
M- ..... Şimdi.... köy yolu gibi bir yol.... Bir tâne elinde tahta sabanla bir adam... genç...
Çok ta genç değil... 35 falan... Bıyıklı bir köylü... Arkada köyün sâdece câmisi... Uzun,
beyaz bir minâre... Çok net olarak câmi de değil... sâdece minâresi parlıyor...
..... Ben kendimi görmüyorum. Adamı görüyorum.... Çok yakın...
İ- Selâm verin... Hatırını sorun... Cevap verirse, konuşalım.
M- ...... Kayboldu.... Şimdi yol sağ tarafımda... başka bir görüntü...

Bu çok güzel ve yerinde bir ifâde.... görüntü... Çünkü bunlar İmaj dediğimiz o seviyedeki veya daha Üst Makamlar'dan Medyum'un zihnine verilen görüntüler.... Aslına uygun da olabilir, olmayabilir de... Ama her bir İmaj'ın gösterilmesinin veya görülmesinin bir maksadı vardır.

Medyum- ..... Başörtülü bir kadın... gençce....Çok genç değil de... İşte 30 falan...
İdâreci- Ona yaklaşın.
M- Yaklaşmak diye bir şey yok... Sâdece görüyorum.... Ve şey bu... Hani harman atar,
sapını ayırırlar ya...
İ- Peki, konuşma imkânı var mı?... Selâm verin...
M- .... Sanki selâm verince bunlar kayboluyor gözümün önünden... Selâm verip konuşma diye
bir şey.... Konuşma olmayacak gibi...

... Şimdi adam tamâmen silindi... Kadın da öyle... Câmi de siliniyor...

İ- Başınızın dönmesi?
M- Durdu.
İ- Yükselmek ister misiniz?
M- Olabilir.
İ-Derin derin nefes alın... Daha da derinleşin. Gâyet rahat olarak Ruh ve Beden
münasebetleriniz gevşiyor... Gittikçe artan bir hızla yükseliyorsunuz.
M- ..... Hayır.
İ- Bir gevşeme, bir sıyrılma hissediyor musunuz?
M- .....
İ- Geçen seferki gibi yükseliyorsunuz... Şimdi hissediyor musunuz?
M- ......... Evet.....
İ- Sür'atle yükseliyorsunuz.
M- ....... Şimdi ben daha evvelce yaşamış olduğum şeylerden bâzı görüntüler birdenbire
aklıma geliyor... Bir tânesi bu sene... yaz... Fenike'deki Ümitler'in anneannesinin evine
çıkarken câmide bir üzüm yıkamıştım... Câminin avlusunda... O geldi
(aklıma) ...

Gene duracağız.... İmajlar sâdece Ruhlar'dan değil; bâzen şuuraltından da gelir. Bu da öyle... Bâzen de İrtibata geçmek isteyen bir Varlık Medyum'un şuuraltından yararlanarak İmaj verir. Bu Celse'deki câmi İmaj'ının, üzüm yıkanan câmi ile alâkası var mı acaba?

Medyum- ... Bir tânesi de bundan epey evvel... Bursa'da Murâdiye Külliyesi var...
Ona giden dar bir yolun sağ tarafında annem var... Üzerinde bir
elbisesi var benim bildiğim... ben de... Ondan sonra babam var, ben de... Üçümüz...
Abim var mı, yok mu?... Sanki arkadan mı geliyor, nedir?... Onu göremiyorum....

... Şu anda orada bir tâne üstü açık mezar vardır... Yağmur üstüne yağsın diye üstünü
örttürmemiş... Şöyle girişte, sol tarafta... Sol taraf değil, karşıya geliyor da, biraz sola
kayıyor... Şimdi onun içindeyiz...
(Külliye'nin) ...

Tek başımayım şimdi... Bir de gözüm yaşlanıyor, nedense...

İdâreci- Gâyet rahatsınız... Yükselme devam ediyor mu?
M- Hayır... Tek başımayım... Mezarın önünde duruyorum...
İU- Dua edin... Biz de ediyoruz.
M- .... Evet... Şimdi orada yatan... Ne denir?... Dede mi denir?... Halayık mı?... Pâdişahların
bir tânesinin halayık... Şimdi "Duan edin" denince, "Onun için dua edin" dendi gibime
geldi benim...
İ- Onun için dua ediyoruz. Pâdişâhın halayığına...
(Halayık: Kadın köle, câriye, hizmetçi)
M- .... Şimdi, bak, yine emin değilim.... Bir şey alıyorum...
Hani biraz.... sanki mezarın
(üzerine) şöyle bir kırmızı şeyler yığmışlar gibi...
Dokunmasınlar diye gibi... Arka tarafta yeşil cübbe... Bir adam duruyor gibi...
...... Tekim gene, kimse yok
(yanımda)... hava açık... Çok güzel!
İ- Kendisini selâmlayın.
M- .... "Selâm, oğlum," diyor.
İ- Söylemek istediği bir şey var mı?
Varlık- .Adımı sormıyacak mısınız?
İ- Söylemek isterse, tabii.
M- .... "Cem" diyor ama... Cem Sultan gibi... Bilmiyorum böyle... Sanki Yanılma
korkusu da var içinmde ... Biraz yatıştırabilir misiniz? Biraz heyecanlı gibiyim.
İ- Yatıştırıyorum.... Son derece sâkinsiniz... Gâyet rahat bir şekilde ....
M- ... Şimdi sanki telâşla kapısını kapatmaya çalışıyormuşum gibi... Sanki başkalarının
görmesini gibi bir şey var... Ama ona göre hiç... Ellerini böyle göbeğinin üstüne toplamış
gibi böyle...
İ- Çekinecek bir şey mi var?
M- ... Yok ta, hani korku... Hani mezarın arkasında bir tânesi... böyle yeşil elbiseli biri...
"Bunda korkacak ne var ki?" diyor... "Ben kendim için isterim" diyorum... "Onlar da
alışırlar" diyor...
İ- Muhterem dostumuza teşekkür ederiz. İrtibatınızı kuvvetlendirmek için söylemek
istediği bir şey var mı?
M- "Var desem, inanır mısınız ki?" diyor... "Senin iç huzuruna kavuşman" diyor.
İ- kime söylüyor?
M- Bana.
İ- Teşekkür ediniz.
M- "Bir şey değil;" diyor.
İ- İç huzursuzluğunu görüşmek...
M- İç huzursuzluğunu görüşüp görüşmediğini kavrıyamam onla... Şu oluyor: Hani böyle
yaşanmış bir olayı bu sefer başka bir şekilde düşünmek "Acaba yalan mı söylüyorum?"
diye bir korku oluyor... Sanki daha değişik bir ortamda olsa... Şimdiye kadar orayı hiç
görmesem, benim için daha kolay olacak... Onun için ben devam etmek istemiyorum
şimdi...

Cem Sultan Türbesi'nin İçi

Daha önceki çalışmamızda bu Medyum uykuda iken bile şuurlu bir şekilde kendi çalışmasını denetliyordu, hatırlarsınız. Burada da onu yapmış. "Keşke" diyor, "ben o Külliye'ye daha önce gitmemiş olsaydım, o üstü açık mezarı görmemiş olsaydım, şimdi böyle 'Acaba yalan mı söylüyorum? Etrâfı aldatıyor muyum?' endişesine düşmezdim" diyor.

Siyah yazılar bizim eklemelerimiz, düzeltmelerimiz.

Medyum- .... O var...
İdâreci- Yalnız insanlar sempati duydukları yer ve kişilerle İrtibat kurarlar.
M- .... Şimdi şu anda.... hani böyle "Cennet gibi bir yer" derler ya, bilmiyorum.... Orası
o kadar güzel miydi?.... Ağaçlar falan vardı ama, sanki bana Cennet gibi bir yer geliyor.
O kadar güzel.... Kuş sesi... cıvıl cıvıl... Kalabalık ta var... Böyle gezenler, falan... turistler...
sanki ben.... orası kapalı gibi.... Kapalıysa, diyorum ki, "Ben oraya annemlerle gittim".
İ- Bu şüpheyi dostumuza söyleyiniz.
M- .... "bir daha aynı yere gelirsen, doğru söylüyorsun,"dedi.... Ama bunu isteyeceğim...
Üimit'le beraber uyuyalım da, o da gelsin. Görecek mi aynı şeyleri?... "Olur, tabii" diyor...

Yalnız, Abi, bu enteresan... yâni şimdiye kadar hiç bir şey de görmüyorduk ki biz!... Hem
böyle insan olarak... Hani gördüğüm insan değil, Ruh... ama çevrede insanlar var...

İ- İşte bu herkesde ayrı tezâhür eder.
M- Evet... Şimdi şey değişti... "dekor" diyeyim... Dekor değişti... Türbe kayboluyor...
Beyaz bir postun üstünde oturan aynı adam... Elinde kahverengi tesbih... Bir şeyler okuyor
gibi içinden... Bana bakmıyor... Güleç yüzlü...
İ- Hayâlinizdeki Cem Sultan'ı andırıyor mu?
M- Hayır. Hiç andırmıyor hem de... Hiç!... Tek kelimeyle hiç!.. Şu anda Hayat dergisinde
çıkan hani onun bir minyatürü... öyle düşünüyordum ben... Ama öyle değil... Bu adam
zâten yaşlı birisi... Bir 50 var gibi...
İ- Cem Sultan için "güzeldi" derler.
M- Ee, güzel... Ee, iyi yâni... sakallı... o yaşına rağmen tabii iyi... Yâni böyle bakılabilir
bir suratı var.
İ- Hassas bir tip olduğu anlaşılıyor mu?
M- Tamam... Şimdi anlatılır ya... Çok okuyan bir tip... yazan bir tip... Şu anda yine aynı
şeyleri canlandırıyorum... Fakat bunu kendim canlandırıyorum herhalde...
İ- Hassas bir görünüşü var mı?
M- Var... Hani böyle yüzü saydam mı?...
İ- Devam ediyor mu?
M- Dua okuyor.
İ- O zaman biz müsaade isteyelim.
M- .... Ayağa kalkıyor... Elini uzatıyor....
İ-Öpünüz... İnşaallah yakında tekrar geliriz.
Varlık- Beklerim.
İ- Bir de bir halayıktan bahsedildi. Kimdir? Var mı, yok mu?
V- Halayık var... Şurada yatıyor... Osmanlı Sarayı'nın kahrını çekenlerden biri...
Bu kadar servetin içinde hiç gülmeyenlerden... Beni severdi... Ben de onu severdim...
Dâima sevdim onu... Yalnız bu aşk değil de ... tabii...

Gidecekseniz, isterseniz tutmayayım.

İ- Müsaadenizle.
V- Olur...Size belki ilerde hayat hikâyemi anlatabilirim...
M- "Belki" diyor... Belki'nin üzerinde çok duruyor...
V- Anlatamazsam, kızmayın.
M- ... Sanki eski kelimelerle konuşmak istiyor da, ben yetersiz kalıyorum... Onun için
böyle tutarsızlık oluyor... Başında da oldu.
İ- Peki.
M- "Daha yetişmesi lâzım," diyor.
İ- Dördüncü uyuyuşu daha.
M- İkinci
(İrtibat)" diyor.
İ- Peki. Temâsınızı kestiğiniz zaman haber verin.
M- ..... Evet.... Annemlerin arasındayım....
İ- Rahat olarak ininiz.
M- ... Sanki böyle olayı baştan sona değil de, anlar hatırlıyorum... "Neredeydin?" diye
soruyor... "Buradaydım," diyorum... Elimle işâret ediyorum... Babam, "Hadi, yola
düşelim artık" diyor.
İ- İniyorsunuz... Tamam.

Medyum "Külliye'yi ailesiyle ziyâret ediyormuş" İmajı ile bu Varlık'la İrtibat kurdu. Varlık bizce Cem Sultan değil. Belki Saray'dan biri. Halayığa yakın olabilir... Celse'de bir aldatma vardı ama, tehlikeli bir durum yoktu. Ama bu kadar bilgi ile kesin bir değerlendimeye varılamaz. Ama biz gene Celse'deki verilerden yararlanarak bilgimizi artırabiliriz.

Muradiye Külliyesi nasıl bir yer?.. Orada kimler yatıyor?.. Acaba pâdişah ve şehzâdelerden başkaları var mı?... Orada bir halayık olabilir mi?... Bir bakalım. Bu konuda geniş bilgi İslâm Ansiklopedisi sayfasında var.

Sultan II. Murad (1402-1451) tarafından yaptırılan ve bulunduğu semte adını veren külliye cami, medrese, hamam, imaret, çeşme ve kurucusu II. Murad'ın türbesinden oluşmaktadır. Hazîresine birçok şehzâde ve saray mensubu defnedildiğinden zamanla çeşitli ilâvelerle genişlemiştir. Sultan Murad Türbesi'nin doğu kenarında pencereden bozma bir kapı ile girilen Sultan Alâeddin Türbesi vardır. Kare mekânlı bu yapıda II. Murad’ın Alâeddin, Ahmed, Orhan adında üç oğluyla Şehzade Hatun adında bir kızı yatmaktadır.

Bursa’da yapılan çeşitli istimlâklerle kaldırılan mezar taşları ve türbelerinin kitâbelerinin de getirildiği caminin hazîresinde, şu türbeler yer almaktadır:
Şehzade Ahmed Türbesi: Türbede Şehzâde Ahmed, kardeşi Şehinşah, Şehinşah’ın oğlu Mehmed ve Yavuz’un kardeşi Şehzâde Korkut gömülüdür.Türbede yer alan isimsiz iki sandukadan birinin II. Bayezid’in kızı Fatma (Sofu) Sultan’a, diğerinin Şehzâde Ahmed’in kızı Kamer Sultan’a âit olduğu kabul edilmektedir.
Şehzade Cem Türbesi.
Şehzade Mustafa Türbesi: Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1553'de yılında Konya Ereğlisi’nde boğdurulan oğlu Mustafa Çelebi yatmaktadır. Trbenin içinde Şehzâde Bayezid’in oğulları Ahmed ve Orhan ile Şehzade Mustafa’nın annesi Mâhidevran Kadın’a âit sandukalar da bulunmaktadır.
Gülşah Hatun Türbesi: Türbede yer alan iki mermer sandukadan ortadaki, sağlığında bu türbeyi yaptıran Fâtih Sultan Mehmed’in hanımı ve Şehzâde Mustafa’nın annesi Gülşah Hatun’a âittir. Diğerinde ise II. Bayezid’in oğlu Şehzâde Ali adı varsa da, Bayezid’in bu isimde bir şehzâdesi bilinmemektedir. II. Bayezid’in oğlu Şehinşah’ın hanımı ve Şehzâde Mehmed’in annesi Mükrime Hatun’a atfedilen tuğla zeminli türbede Mükrime Hatun’dan başka Şehzâde Alemşah’ın kızı Fatma Hatun’a âit olduğu yazılı bir sanduka daha vardır.
Şehzade Mahmud Türbesi: Türbede Şehzâde Mahmud ile onun oğulları Orhan, Emîr ve Mûsâ’ya ait dört mermer sanduka yer alır.
Ebe Hatun Türbesi: Kitâbesi olmayan türbede yatan kişinin Fâtih Sultan Mehmed’in ebesi olduğu bildirilmektedir.
Gülruh Hatun Türbesi: Türbedeki dört mermer sanduka Gülruh Hatun, kızı Kamer Hatun, Şehzâde Alemşah’ın kızı Fatma Hatun ve Kamer Hatun’un oğlu Osman’a âittir.
Şîrin Hatun Türbesi: Türbede II. Bayezid’in kadını Şîrin Hatun, Şehzâde Abdullah’ın kızı Aynışah ve karısı Ferahşah Hatun gömülüdür.
Hümâ Hatun Türbesi: mütevazi yapı II. Murad’ın kadını ve Fâtih’in annesi Hümâ Hatun’a âittir. Türbedeki ikinci sandukanın kime ait olduğu belli değildir.
Saraylılar Türbesi: Etrafı açık iki yapıdan biri olan ve kitâbesi bulunmayan bu bina hakkında bir belgeye rastlanmamıştır. İçinde iki kabir mevcut olup, kimlere âit olduğu bilinmemektedir.

Bu bilgiler iki hususu akla getiriyor. Birincisi, Osmanlılar'ın kadınlarına ve kızlarına verdikleri önemdir. Tıpkı oğulları gibi onlara da türbe yapmışlar. İkinci husus, ismini daha önce hiç duymadığımız şehzâde adları var orada... Osmanlılar kendi âile mensuplarını zengin ve meşhur etmeye hiç uğraşmadılar. Biz pâdişah olanları ve taht mücâdelesine girenlerin adlarını biliriz. Cem Sultan, Mustafa Çelebi gibi... Diğerleri sıradan insanlar gibi silinip gitmişlerdir. Şimdiki politikacıların kardeşleri, oğulları, kızları, damatları gibi ne zengin olmuşlardır, ne de meşhur. Hele şımarma gibi bir şey zâten söz konusu değildi. Zenginliğe gelince, padişahlar bile servet sahibi değillerdi. Öldüklerinde hazine yine Devlet'e kalırdı. Çocuklarına, karılarına mirâs bırakma gibi bir âdet yoktu. Onlar da diğer Devlet mensupları gibi maaş alırlardı.

Muradiye Camii'nin batısında, cami ile medresenin arasında orta büyüklükte bir hazire mevcuttur. Külliye'nin haziresine, yâni dışardaki mezarlığa gelince, Hazire'de başta II. Murad devrinde görev yapan önemli şahsiyetler olmak üzere müderris, müezzin, molla, muvakkit ve imamlar ile bu zatlardan bâzılarının eşleri ve çocuklan metfundur. Bir halayık gömülü mü, bilemeyiz. Medyum'un gördüğü 50 yaşlarındaki sakallı zat da bu görevlilerden biriydi herhalde.

****

Öğrenci Medyum Tuğrul'un Sosyalist fikirleri var... Nâzım hayrânı ve uyuyunca onunla görüşme hayâli ve umudu içinde... Tabii böyle bir beklentiyle gözlerini kapatınca, Nâzım diye gelenler olur. Aldanmamak gerek...

Varlık: Nâzım Hikmet taklidi
Medyum: Tuğrul
İdâreci : Ruhi Selman
Târih: Mayıs 1974
Hâzirûn: Muhtelif kişiler

İdâreci- Gâyet rahat olarak yükseliyorsunuz.
Medyum- .... Kâlbine dol... Güneş'i arıt.... Ne demekse!...
İ- Devam edin yükselmenize.
M- ..... Kimle görüşuyorum şu an?... Veyâhut öyle zannediyorum, biliyor musun?..
Nâzım Hikmet'le... "Sana ben geldim. niye? İnanmıyor musun?" diyor.
İ- Görüyor musun?
M- Hayır, ses...
İ- İnanması için bir takım şeyler versin... Kim olursa olsun, dua ediyoruz.
M- Sizin için farketmez, tabii.
İ- Hakikaten o mu, yoksa o ismi veren birisi mi?
M- Hep "lan"lı konuşuyor... Kusura bakmayın...
İ- Bakmayız.
M- "Olsam bile söyler miyim, lan?" diyor.
İ- Yardıma ihtiyâcınız var mı orada?
Varlık- Var tabii.
İ- Hangi konularda?
M- Şiir, edebiyat, roman...
İ- Âhıret Âlemi'ne intikâl edeli çok oldu mu?
M- 1960... Sen de biliyorsun bunu ama... Şu anda hatırlıyamıyacağımı...
Şimdi beni böyle tanıdınız.
İ- TANRI'ya inanmamak için bir şeyler görmüş olmanız lâzım.
V-- Görmedik mi Bursa Cezâevi'nde?
M- ... Bir şey daha söylüyor...
V- İşkence yapılmadı mı bize de?
İ- Hiç bahsetmiyorsunuz ama.
V- Kim basacaktı?...

Burada duralım... Komünist şâir Nâzım Hikmet'i ismen tanıyoruz ama, hayâtı hakkında fazla bir bilgimiz yok. Celse'de verilenler doğru çıkarsa, gelen Varlığın o olma ihtimâli artar. O yüzden Nâzım Hikmet'in hayâtına şöyle bir göz atalım.

Nâzım Hikmet 20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu. 3 Haziran 1963'te Moskova'da öldü.

Babası, Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım'dır. Celile Hanım piyano çalan, resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin (1826-1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan "Les Turcs anciens et modernes" (Eski ve Yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın, yani Ludwig Karl Friedrich Detroit'in kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım,, şair Oktay Rifat'ın annesidir.
Nâzım Hikmet 1917'de girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi'ni 1919'da bitirip Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. 1 Ocak 1921'de Mustafa Kemal'e silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla dört şair, Fâruk Nâfiz, Yusuf Ziyâ, Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Sirkeci'den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. İnebolu'ya varınca, Ankara'ya geçebilmek için beş altı gün, izin ve yol parası beklemeleri gerekti. Ama Ankara'dan yalnız Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin'e izin çıktı. Eylül 1921'de Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. 1924'te Türkiye'ye dönerek Aydınlık Dergisi'nde çalışmaya başladı, fakat dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı 15 yıl hapsi istenince bir yıl sonra tekrar Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928’de Af Kanunu'ndan yararlanarak Türkiye'ye döndü. Fakat tekrar tutuklandı. Serbest kaldıktan sonra Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1925'den 1938'e kadar defâlarca yargılandı, tutuklandı, hapse girdi.

Nâzım, 1930'da tanışıp 1931'de evlenmeye karar verdiği halde kovuşturmalar, tutuklamalar yüzünden buna olanak bulamadığı Piraye Altınoğlu ile 31 Ocak 1935'te evlendi. Nâzım daha önce de Sovyetler Birliği'nde iki kez evlenmişti. Birincisi orada görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım ile kısa bir evlilikti, ikincisi ise bir Rus kızı olan Dr. Lena ile memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik... Piraye Altınoğlu'nun ise ilk kocasından iki çocuğu vardı. Bu evlilikle Nâzım Hikmet dört kişilik bir ailenin sorumluluğunu yüklenmiş oluyordu.

17 Ocak 1938 gecesi tutuklanıp Ankara'ya Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'ne gönderildi. "askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik" suçuyla 15 yıl ağır hapse mahkûm edildi. İstanbul'da Sultanahmet Cezaevi'ne getirildi, bir ay geçmeden, Bu kez de Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yargılandı. askeri isyana teşvik"ten, 20 yıl ağır hapse mahkûm oldu. İki cezası birleştirilince 35 yıl tutuyordu. Mahkeme bunu çeşitli gerekçelerle 28 yıl 4 aya indirerek karara bağladı. 1 Eylül 1938'de İstanbul Tevkifhanesi'ne, şubat 1940'ta Çankırı Cezaevi'ne, aynı yıl aralık ayında da Bursa Cezaevi'ne gönderildi. 1949 ortalarına doğru kamuoyunda Nâzım Hikmet'in bir "adli hata" yüzünden cezaevinde olduğu görüşü ağırlık kazandı. Ancak girişimlerden bir sonuç alınamadığını gören Nâzım Hikmet 8 Nisan 1950'de açlık grevine başladı. 1950'de çıkan Af yasası çıkarılan yasa onu doğrudan bağışlamıyor, yalnızca cezasının üçte ikisi indirilenler kapsamına alıyordu. 12 yıl 7 ay yatmıştı. 28 yıl 4 aylık cezasının geri kalanı bağışlanıyordu. Nâzım Hikmet cezaevindeki son iki yılına girerken görüşmeci gelen dayı kızı Münevver Berk'e âşık olmuştu. Cezaevinden çıkınca karısı Piraye'den ayrıldı. Münevver Hanımla yaşamaya başladı. Gene İpek Film Stüdyosu'nda çalışıyordu.26 Mart 1951'de, bir oğulları oldu. Adını Mehmet koydular. Ankara'ya gideceğini söyleyerek evden ayrılan Nâzım Hikmet'in 20 Haziran 1951'de Romanya'ya vardığı Bükreş Radyosu'ndan öğrenildi. Oradan Moskova'ya geçmesi üzerine, Nâzım Hikmet, 25 Temmuz 1951'de, Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Sürgündeyken birçok uluslararası kongreye katılan, çeşitli ülkelere yolculuklar yapan Nâzım Hikmet büyük bir ün kazandı. Yapıtları çeşitli dillere çevrildi. Pek çok kitabı yayımlandı. 1956 yılında Nâzım Hikmet'i görmeye gelen Valentina Brumberg'in yanında, Vera Tulyakova adında genç bir kadın yardımcı vardı. Nâzım tekrar âşık oldu. Ocak 1962'de Kruşçev'in aracılığıyla Nâzım Hikmet'e Sovyetler Birliği pasaportu verildi. Şubatta, Vera'yla birlikte, Asya ve Afrika Yazarlar Birliği Kongresi'ne katılmak üzere Mısır'a gittiler. Sovyetler'le gerginlik içinde olan Çin delegasyonunun Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşımadığı için, Türk delegesi sayılamayacağını söyleyerek Nâzım Hikmet'e itiraz etmesi, şairin diliyle, varlığıyla nasıl Türkiye'ye bağlı olduğunu anlatan bir konuşma yapmasına neden oldu. Ayakta alkışlanan bu konuşma onun kongreye başkan seçilmesini sağladı. Prag, Berlin, Leipzig, Bükreş'te yapılan toplantılara katılmaktan geri durmadı. Kasım 1962'de Vera'yla birlikte gezmek, dinlenmek için İtalya'ya gittiler; Milano, Floransa, Roma. Oradan, yeni yılı Dino'larla birlikte karşılamaya, Paris'e geçtiler. Konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yaptı. Budapeşte Radyosu ve Bizim Radyo bunlardan bazılarıdır. Bu radyolardan Türk askerini subaylara karşı kışkırttığı için "vatan hâini" ilan edildi. Bu konuşmaların bir kısmı bugüne ulaşmıştır.

4 Ocak 1963'te gene Moskova'ydılar. Nisan sonunda "Cenaze Merasimim" adlı şiirini yazdı. 3 Haziran 1963 sabahı, Nâzım Hikmet bir kalp krizi sonucu Moskova'daki evinde öldü. Yazarlar Birliği'nin düzenlediği bir törenle Novodeviçiy Mezarlığı'na gömüldü. 1938 yılından 1968 yılına kadar eserleri Türkiye'de yasaklandı. Eserleri 1965'ten itibaren çeşitli basımlarla yayımlanmaya başladı.

Şiir Eserleri
• 835 Satır (1929)
• Jokond ile Sİ-YA-U (1929)
• Varan 3 (1930)
• 1+1=1 (1930)
• Sesini Kaybeden Şehir (1931) •Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)
• Gece Gelen Telgraf (1932)
• Portreler (1935)
. Taranta-Babu'ya Mektuplar (1935)
• Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı (1936)
• Saat 21-22 şiirleri (1965)
• Dört Hapisaneden (1966)
• Rubailer (1966)
• Ferhad ile Şirin (1965)
• Sabahat (1965)
• Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967)

Tiyatro:
• Kafatası (1932)
• Bir Ölü Evi (1932)
• Unutulan Adam (1935)
•Yusuf ile Menofis (Allah Rahatlık Versin; Evler Yıkılınca;
Yusuf ile Menofis; İnsanlık Ölmedi Ya; İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?)
•Demokles'in Kılıcı (İstasyon; İnek; Demokles'in Kılıcı; Tartüf - 59)
•Kadınların İsyanı (Kadınların İsyanı; Yalancı Tanık; Kör Padişah; Her şeye Rağmen)

ROMAN-ÖYKÜ-MASAL:
• Kan Konuşmaz
• Yeşil Elmalar
• Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim
• Hikâyeler
• Çeviri Hikâyeler
• Masallar (Nâzım Hikmet yalnızca Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim
adlı romanıyla Sevdalı Bulut adlı masallar kitabını kendi adıyla yayımlamıştı.
Ötekiler para kazanmak için acele yazılıp gazetelerde takma
adlarla yayımlanmış ürünlerdir.)

Diğer: Eserleri
• Şeyh Bedreddin Destanına Zeyl, Millî Gurur (1936)
• İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim adıyla fıkralar, 1936)
• Alman Faşizmi ve Irkçılığı (inceleme, 1936)
• Sovyet Demokrasisi (inceleme, 1936)
•La Fontaine'den Masallar (İlk Şiirler, Nâzım Hikmet'in çocukluk şiirleriyle
hece şiirlerini içeriyor. Şair bunların büyük bir bölümünün toplu şiirleri arasına
alınmasını herhalde istemezdi. Son kitap takma adla yayımlanan La Fontaine çevirileri.)

Çoğu şiirleri bestelendi :

Cem Karaca, Ceviz Ağacı
Cem Karaca, Çok Yorgunum (Mavi Liman şiirinden uyarlama)
Cem Karaca, Hasret (Davet şiirinden uyarlama)
Cem Karaca, Herkes Gibi
Cem Karaca, Hoşgeldin Kadınım (Hoş Geldin şiirinden uyarlama)
Cem Karaca, Kerem Gibi
Cem Karaca, Şeyh Bedrettin Destanı (Simavne Kadısı Oğlu
Şeyh Bedreddin Destanı şiirinden uyarlama)
Edip Akbayram, Gidenlerin Türküsü
Edip Akbayram, Güzel Günler Göreceğiz (Nikbinlik şiirinden uyarlama)
Edip Akbayram, Korkuyorlar
Esin Afşar, Tahir ile Zühre Meselesi
Ezginin Günlüğü, Japon Balıkçısı
Ezginin Günlüğü, Seni Düşünmek Güzel Şey
Fikret Kızılok, Akın Var
Grup Baran, Güneşi İçenlerin Türküsü
Grup Baran, Salkım Söğüt
Ahmet Kaya, Aynı Daldaydık
Ahmet Kaya, Şeyh Bedrettin (Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı
şiirinden uyarlama)
Grup Yorum, Ben Bir Asker Kaçağıyam
Grup Yorum, Bu Memleket Bizim
Grup Yorum, İnsanların İçindeyim
Grup Yorum, Veda
Taci Uslu, Piraye [not 1]
Hüsnü Arkan, Bor Oteli
İlhan İrem, Hoşgeldin Kadınım
İlkay Akkaya, Beyazıt Meydanı
Mesud Cemil, Kanatları Gümüş Yavru Bir Kuş[26]
Onur Akın, Sev Bakalım
Onur Akın, Seviyorum Seni
Ruhi Su, Kadınlarımız
Ruhi Su, Masalların Masalı
Ruhi Su, Onlar Ki
Sümeyra Çakır, Hürriyet Kavgası
Yeni Türkü, Mapushane Kapısı
Yeni Türkü, Öldükten sonra
Yeni Türkü, Sen
Zülfü Livaneli, Bulut Mu Olsam
Zülfü Livaneli, Hoşçakal Kardeşim Deniz
Zülfü Livaneli, Karlı Kayın Ormanı
Zülfü Livaneli, Kız Çocuğu
Zülfü Livaneli, Memetçik Memet
Zülfü Livaneli, Saat Dört Yoksun
Zülfü Livaneli, Vapur

Ne diyelim, ALLAH rahmet eylesin... Biz Celse'ye devam edelim. Evet, Nâzım Hikmet Bursa Cezâevi'nde yatmış... Kendisi söz etmemesine rağmen, askerî cezâevlerinde ve diğer hapishânelerde, komünist olup ta işkence görmemek, dayak yemeden geçmek mümkün mü?.. O kısmı da doğru. Ancak, dedik ya; Medyum, Nâzım hayrânı... Bunları mutlaka biliyordur. O bakımdan gelen Varlığın Nâzım olduğuna yeterli delil sayılmaz... Biraz daha devam edelim, bakalım, ne çıkacak?

Varlık- Kişi kötü değildir. Kişiyi kötü yapan şeyler vardır..
Ufak ufak hatâlarım oldu. Ben özümün iyi olduğuna inanıyorum.
İdâreci- Fikriniz değişti mi?
V- "Değişmedi" desem, inanır mısın?..Ben burada çok az acı çektim. Benden daha çok
acı çekenler var. Hans gibi... Onu da özümün iyi olmasına borçluyum. TANRI'nın benim
Kendisi'ne inanıp inanmamamla alâkası yok. Benim başkalarına yaptıklarımla var.
İ- TANRI'nın büyüklüğü de orada zâten.
V- TANRI'nın varlığına inanıyorum. Ama tekrar dünyâya gelsem, aynı şartlarda olmayı isterim.
İ- TANRI tanımazlık sol inanca bağlı mıdır?
V- Öyle tanıttılar bize.
İ- TANRI'ya inanan bir solcu olamaz mı?
V- Olabilir tabii. İşçileri çekmek için gerekli ama...
İ- Benim bu çalışmalarım hakkında ne düşünüyorsunuz?
Medyum- .... "Ben kitleleri eğitmek istedim, ama" diyor,
"sen bir avuç insana gerçekleri gösterdin." ...
Başaramamanın acısını zekiyorum.
İ- Medyum müsaitse, TANRI hakkında bir şiir verebilir misiniz?
V- TANRI hakkında bir şiir vermem çok komik olmaz mı?
İ- Bize özü iyi olan Nâzım'ı anlatır.
V- Bunu yapmak isterim ama, belki biraz...

TANRI'dan gelen her şey
Belki eksik, belki fazla,
En doğrusu
Senin için her ne ise
Yaşamak
Odur gideceğin yere!

M- .... "İlerde vereyim" diyor.
İ- Peki.
M- "Nâmussuz biri vardı burada... ALLAH kelimesini ağzından düşürmeyin ne nâmussuzlar
vardır," diyor... "Tanırsınız, tanırsınız" diyor. Sizin düşündüğünüz Ahmet Hâşim miydi?
İ- "Nâmus" deyince, aklıma Mehmet Âkif geldi.
V- Ona bir şey diyemem.... En azından zararsızdı.
M- "Bizden büyükleri var," diyor.... "Medyum onları da istiyor. kolay iş değil," diyor.
V- Tuğrul da Mevlâna'yla görüşmek istiyor. Annesi Konya'ya gitti.
İ- Biraz evvel yapılan Celse'de kendi problemlerin âit bâzı sualler sordu. Bu sorulara
aldığı cevaplara ilâve etmek istediğiniz var mı?
M- ..... "çekinmeden anlat demin aldıklarını" diyor.
İ- Anlatınız kendisine... Kendisiyle sohbet ediniz.
M- ............. "Evet... Biz sohbetimizi ettik, bitirdik," diyor. "Şimdi sizi beklerken,
boş mu durduk?" diyor... "Ona" diyor, "Neşe yardım edecek," diyor. Yengem...
"Çok iyi bir kız... Hani 'erkek kız' derler ya, öyle," diyor...
İ- Medyum'a soruyorum: Tatmin oldunuz mu?
M- Oldum, tabii.. Yâni, diyebilirim ki, en büyük tatmini şimdiye kadar, bundan aldım.
Bana bir de şey dedi, "Sen olamazsın, geçti senden. 14 yaşının heyecânını şimdi
duyamazsın. Buraya da geldikten sonra kaçırdın. Kaçtı artık," diyor... "İyi oldu ama senin için.
Farkın da mısın?" diyor... "Annenin çok duası vardı. Gâliba onlar kabul oldu," diyor... "Seninle
bir gün oturdu, balkonda konuştu. Hatırlıyorsun... Neydi seni tamâmen değiştiren?...
Bu konuşma!..."

... Gözlerim hep yaşlanıyor... Sıkmaktan mı oluyor, duygudan mı, bilmiyorum.

... Evet... Yeter bu artık," diyor...

İ- Peki dostum... Geçen sefer Cem Sultan mıydı o görüştüğü?
M- "Evet... Cem Sultan'dı... İmaj değildi o gördüğü... Şimdi bile hissediyor," diyor.
.... Hissediyorum... Cidden hissediyorum...

.... Ne biçim.... Ne biçim bir Karanlık var, ağbi!... Felâket yâni... neredeyse korkuyorum...

İ- Cem Sultan'ın bulunduğu yerde???
M- Evet... İstersen biraz sâkinleştir... Cidden çok Karanlık...
İ- Peki.... Sâkinleşiyorsun...
(Manyetik paslar verir) ... Sâkinleşiyorsun.
M/ Hayâtımda bu denli bir karanlık görmedim. İnanılmaz bir şey bu!...
İ- Derin bir nefes alın!
M- .... "Korkma" diyor...
İ- Peki.... Kemâl dostum.
V- Kemâl mi olduk şimdi?
İ- İsterseniz değiştirelim.
V- Değiştirmek kolay değil.... Ettik... Baştan ettik...
M- .... "Fakat gördüğü doğruydu" diyor... "Karanlık müthişti" diyor... "Biz ne biçim
yerlerde kaldık, gördün mü?" diyor... "Ama pişman değilim."
İ- Ama sizin bulunduğunuz âlemin zindanı.
M- "Ben Bu Âlem'dekinden, zindandan bahsettim zâten. Orada bâri yukardan bir ışık
geliyordu" diyor.... "Yüzümüze gelmezdi. Faydalanmak için elimizi kaldırmak gerekirdi.
Elimize değer, boyumuz uzardı" diyor... "Nâmussuzlar!... Ulan, beş paralık ekmek için
değer mi? "diyor.... Babacan...
(tavırlı)
İ- Cem Sultan'la olan görüşmelerimiz hakkında bir diyeceğiniz var mı?
V- Devam etmesin... Orası çok sıkıntılı... Hele bu Karanlık'tan sonra...
İ- Geçen sefer böyle kendini biraz parlak gösterdi herhâlde.
M- "Evet" diyor.
İ- Acaba hakikaten Cem Sultan mı?
M- ... "O gibi" diyor... "O" diyor... "O" diyor...
V- Konuşmak istemiyorum... Artık Cem Sultan görüşmek istemiyor.
M- "Sil onu" diyor.
İ- Peki...
M- "Çünkü o Karanlık'tan feci korktu" diyor. "Erkekliğe yedirip 'korkmadım' derse,
yalan söyler" diyor... "Herkes korkar.... Bugün de çok konuşuyorum. değil mi?
Ne yaparsın, evlât?.. Senelerdir hiç konuşmadım" diyor... "Bir de rakıya hasretim"
diyor... "Son .....?...
(Anlaşılmıyor) da içmiştim."
İ- Eğer arzu ederseniz, biz sizin yerinize içeriz.
V- Tuğrul bilir... Şiirimde var.
İ- Söyler misiniz?
M- "Medyum hatırlıyor. Söylemiyeceğim" diyor.
İ- Peki, Üstâdım. ALLAH râzı olsun. Ayrılalım müsadenizle.

Uzun zamandır açıklama yapmadık. Başta bir Varlık var, kendini Nâzım diye tanıtıyor... Sonra bir önceki Celse'de Cem Sultan diye görünen Varlık'tan bahsedince ortalık birden kararıyor. Halbuki Medyum ilk Varlık'tan ayrılmadı. Demek ki onun bulunduğu yer Karanlık. Demek ki Cem Sultan diye görünen Varlık'la Nâzım diye görünen Varlık aynı... En azından ikisi aynı yerde.... Sonra yine daha önceden görüşülen Kemâl diye bir Varlık çıkıyor ortaya... Aslında o da aynı Varlık... İdâreci durumu tam tesbit edebilmek için Nâzım'a da, Cem Sultan'a da, Kemâl'e de itirazda bulunmuyor, inanmış görünüyor. Ne kadar çok done toplayabilirse, gerçeği tesbitte o kadar başarılı olur.

Hans diye geçen Varlık, Ümit adlı diğer öğrenci Medyum'un Obsedörü... Bu Medyum'a Pâkize diye biri geliyor ama, öyle bir rahatsız falan verdiği yok.

Gördüğünüz gibi bu Celse'de bir veya bir kaç Geri Varlık'la İrtibat kuruldu ama, Medyum'a, o Karanlık sahnenin ürküntüsü hâriç, bir zararları olmadı. Hattâ kendi problemleri ile ilgili tatmin edici cevaplar bile aldı. Yâni kurulan İirtibat tehlikeli değildi.

***

Öğrenci Medyum Tuğrul'dan bir Celse daha....

Varlık: Nâzım taklidi yapan Varlıklar
Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Târih: 18 Mayıs 1974
Usûl: Hipnotik manyetik Karma
Hâzirûn: Muhtelif kişiler ve Sezer Hanım

İdâreci- Gâyet rahat olarak yükseliyorsunuz.
Medyum- ..... "Eveeet... Geldim işte... Fakat ben sana bu kadar mı 'çağır'
dedim?"" diyor...
İ- Burada müsaade etmediğiniz bir kişi var.
(Sezer Hanım)
M- "Gerek yok" diyor...
Varlık- Soracağınız soru var mı?
İ- Arzunuz var mı?
V- Arzum yok fakat bugün hakikaten neş'eli değilim... Bunu söyliyeyim.
İ- Neden acaba?
V- Bilmiyorum...
M- ... Rahatsız oldum!... Burada var birşeyler...
İ- O zaman ayrıl, sür'atle yüksel!
M- ..... Çok farklıydı... Babacanlık yoktu.
İ- Devam et yükselmene!

Burada duralım... Yukarda belirttik. Medyum'un Nâzım Hikmet'e sempatisi var, uyuyunca onunla görüşmek istiyor. Bir önceki Celse'de de bir Varlık gelip Nâzım gibi konuştu. Medyum onu babacan buldu. Nâzım mıydı, bilinmez. Şimdi bu ilk görüştüğü Varlık, Nâzım hissini vermeğe çalışıyor ama başaramıyor. Medyum rahatsız olunca İdâreci hemen onunla ilişkisini kesip Medyum'a yükselmesini emrediyor... Bakalım, karşılacağı İkinci Varlık, Nâzım Hikmet mi?

İkinci Varlık- .... Gel, bakalım, oğlum!
İdâreci-
( Nâzım geldi diye) Artık taklitlerniz de çıktı.
V- Dünyâ'da çıktı, burada çıksa, çok mu?
İ- Söylemek istediğiniz var mı?
V- ... Onun da canı sıkılmıştır.
İ- Şimdi burada bulunan Canlar'a söylemek istediğiniz var mı?
V- Soruları varsa, söyliyeyim... Çekinmesinler.
Ümit - Öbür Dünyâ'ya geçtikten sonraki fikriyle, bu Dünyâ'daki arasında fark var mı?
M- ... "Var, oğlum" diyor.
Öğrenci Ümit - Ne yönden?
V- Bu Dünyâ'da doğru bildiğin şeyler vardır. Veya onlar sana doğru bildirilmiştir.
Üzerinde düşünme ihtiyâcını bile duymazsın onların. Düşünsen belki yıkılacağını
anladığın zaman hiç düşünmezsin. Öyle bir şatoydu benimki de. Kendime "dönek"
dedirtmek istemezdim... Burada insan kendi içiyle hesaplaşıyor. Çevresindekilerin
"dönek" demesi söz konusu değil. Onun için gerçekleri daha iyi görüyor.

Bakın, geçen sefer TANRI hakkında şiir vermemi istediniz. "Düşüneyim" dedim.
İşte bu, Dünyâ'dan gelen alışkanlık... Dünyâ'da hiç bu lâfı etmedik ki, buraya gelir
gelmez hemen bu konuda şiir döktüreyim.

Ümit - Dünyâ'da farkına varmış mıydınız?
V- Tabii varmıştık. Hele şu Rusya'da geçirdiğim seneler...
Medyum- "Lâubâlilik etme" diyor "Sana babacan olduğumu söylemişsek,
o kadar da değil!"
İ- Yüksek sesle, lûtfen.
M- "Kırılmasınlar" diyor. "Hani insan burada da sinirli oluyor. Bekliyorsunuz bu günün
gelmesini. Biz konuşmak istiyoruz. Bunu engellemeyin! Çok sustum, çook!.."
İ- Daha yüksek sesle konuşun.
M- Peki.
İ- Yalnız bütün eserlerinizde samimiyet üzerinde durmuştunuz. Bunu göstermemiş
oluyorsunuz. Tenâkuz oluyor.
V- Hayır, tenâkuz yok. Ben yazdıklarımda samimiydim. Bir takım şeyleri düşünüp
yazmamışsam... Hani "TANRI yok" deseydim, şiir yazsaydım bu konuda (Fikret gibi),
belki tenâkuz olabilirdi. Diğer dediklerimde samimiydim.
İ- Çok sevdiğiniz bir genç vardı, Kemâl diye...
V- Evet... Hani şu anda ben onu yanımda hissediyorum... Hissettiğim doğru...
Oru Dünyâ'da nasıl seviyorsam, burada da seviyorum.
M- "Orhan Kemâl" diyor.
(1914-1970 ... o târihte vefat etmiş)
V- Benden şanslı... Hiç olmazsa cenâzesinde dostlar bulundu.
İ- Peki, öteki Kemâl... Onu görüyor musunuz?
(Kemâl Tâhir, 1910-1973 ...
yeni vefat etmiş.)
V- Hayır. son zamanlarda ayrılmıştım ondan zâten... Severim de, kıyas yapmamı
isteseydiniz, Orhan'ın insanlığı ağır basıyor.
İ- Peki, sosyal konularda fikirleriniz de değişti mi? Aksayan yönleri gördünüz mü?
V- Şimdi birçok dostlarımızın düşündüğü gibi, ölümden sonra hayâtın olmadığı,
fakat diyalektik denen şeyin böyle olduğunu düşünürdüm. Sen doğduğun zaman
bir yerden başlıyorsun. yaşadığın sürece nereye kadar götürebilirsen, orada bırakıyorsun.
"Burası" diye birşey düşünmezdim zâten. Diyalektik var ama, senin bıraktığın yerden
başkası başlıyor. Böylece değişiklik oluyor. Aynı kişinin devamı... ettiğini değil.
Bir zincir halkaları düşünün... Her hâlde bir insan...

Sıkılan varsa, çıkabilir.

İ- ... Yok.
V- Yalnız burada şiir dinlemek istiyorlar... Ben bilmem kaç sene önce olmuş
şeylerden bahsediyorum. Buraya kapanmak da iş değil.
İ- Şiir alabilmek için önce sizi boşaltmak lâzım.
V- Aşka geçeyim mi?.. Daha enteresan olur.
İ- Peki... Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?
M- "Herşeyin bir sırası vardır," diyor...
V- İnsan 20 yaşında sevebileceği kadar sevmelidir.... Benim bir sevgilim vardı.
Opera sanatçısı...
İ- Berksoy mu?
V Söylemem!.. Çok ta güzel değildi. Herkesten gizli... Sanki suçmuş gibi...
Yolda görsek, selâm vermezdik.
M- ... "Şimdi bilhassa çok acıdım," diyor...
İ- Hep madde mi aşk?
V- Hep madde değil.
İ- Bunun ikisini bir arada götürmenin yolunu gösterirseniz, arkadaşlardan
istifâde eden olur.
M- ... "Onlar anasının gözü zâten," diyor.
İ- Tekrarlıyorum: Aşkın maddî ve mânevî yönü nasıl ayarlanmalıdır?.. Yüzde kaç, kaç???
V- Kimya mı bu?.. Bunu ekonomik bir anlaşma olarak almıyacaksınız.
İkincisi, gerçekten sevip sevmediğini anlıyacaksınız. Herkes hayatta rahat yaşamak ister.
Fakat sırf para için yapılıyorsa, o da çok maddî birşey!.. İki gönlün bir olması, hiç yeterli
değil. Boşanmaların nedeni de bu değil mi?.. Başlangıçta anlaşmış görünüyorlar.
Size bir oran veremem ama, alışkanlık aşk demek değildir... Beni alın ele...
Ben sevdim ama, âşık olmadım.
İ- Bu açıklama, evlilik için oldu. Ben aşk için sordum.
V- O da adamına göre değişir. "Aşk zayıflara mahsustur," derler bizde. Şimdi unutuldu.
İ- Peki, aşkla sevmek arasında ne gibi fark vardır?
V- Dağlar kadar fark var!.. İnsan herşeyi sever. Doğayı sever, yiyeceği sever.
İ- "Ama yalnız kadına âşık olunur," diyorsunuz.
M- .........
(rahatsızlanır) .....
İ- Ne oldu?
M- ..... Sıkıntı var....
İ- Peki. Dağıtıyorum sıkıntını.......
(manyetik paslarla Medyum'un sıkıntısı
giderilmeye çalışılır) .....
Orada mı?
M- ... Yok... Yalnızım... Geçen sefer, "Bir Karanlık var," demiştim. O Karanlığı gördüm
gene böyle... Müthiş!... Sıkıntı hâlinde... Gözlerimi açmak istiyorum hemen ...
İ- Açacaksın... Gâyet rahat olarak iniyorsun.

Gördünüz mü?.. Bir Varlık daha geliyor, o da Nâzım gibi konuşuyor. Oldukça mantıklı, doğru lâflar ediyor, Aşk ve Sevmek üzerine... Bunları "Kadın Celsesi"ne eklemek lâzım. " Yâni, biz bu ifâdeleri Kryon'dan, Hathor'dan, Kuthumi'den alınan "tebliğ"lerden üstün bulduk. Bilmem, siz ne dersiniz?..

Ancak Medyum sohbetin sonuna doğru bir sıkıntı hissediyor. Bu Karanlık Tabaka'daki Varlığın kimliğini daha fazla gizleyememesinden olabilir. Medyum'un hassâsiyetinden de olabilir... Ve Varlık birden yok oluyor... Acaba kendi mi gitti, yoksa Hâmi Varlıklar devreye girip onu uzaklaştırdı, bilemeyiz. Yalnız şu kadarını söyliyelim, bu Celse'de Varlığın konuşmak dışında bir arzusu yok. Medyum'a zarar verme gibi bir faaliyeti de yok.

Söylenenler; kültürlü, sosyalist ve Nâzım hayrânı bir genç olan Medyum'un şuurundan ve şuuraltından alınmış olabilir. Bu bize daha yakın bir ihtimâl olarak görünüyor. Ama Varlık da kültürlü biri olabilir. "Bütün suçları câhiller işler, bütün Geri Varlıklar, Karanlık Tabakalar'dakiler okumamış câhillerdir" diye birşey yok!.. Okumuşlar, diplomalılar daha büyük suçları işlerler. Câhil ev soyar, banka soyar; okumuş Devlet'i soyar. Câhil adam bıçaklar, birini öldürür; okumuş fosfor bombası, napalm bombası, atom bombası, kimyasal silâh yapar, yüzbinleri öldürür. O yüzden Geri Varlıklar'ın sözlerini de yabana atmamak gerek.

Biz bu Varlığın seviyesini, maksadını bu Medyum'la yapılan ileriki çalışmalarla anlayabileceğiz... Şimdilik diyeceğimiz bu kadar.

****

Aynı Medyum'la 3 gün sonra yapılan çalışma pek çok hususu aydınlatıyor.

Varlık1: Nâzım taklidi
Varlık2 : Pâkize
Varlık3 : Hans
Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Târih: 21 Mayıs 1974
Hâzirûn: Muhtelif kişiler

Celse İdârecisi- Gâyet rahat olarak yükseliyorsunuz.
Medyum- ... Demin galiba Nâzım'ın suratını gördüm... "Gel, oğlum, buraya" dedi...
İ- O muydu?
M- Bilmem ki!
İ- Peki, devam edin yükselmenize.
K- ... "Yeter, oğlum, burası" diyor...
İ- O ilk günkü hisleri alıyor musunuz?
M- Alıyorum.
İ- Tamam, yaklaşın... Dua ediyoruz....
M- ... "Sağolun," diyor... Ama sürekli olarak suratını göremiyorum.
İ- O zaman ayrılın ve yükselin!
M- ...... Pek yükselemiyorum...
İ- Yükseliyorsunuz!
M- .... İlerde daha Parlak bir Tabaka var... Fakat aldığım şahsın şeysi...
"Gözünüz çok Yukarı'da ama, ben buradayım" diyor...
İ- Neredeyim, dedi?
M- ... Şimdi, en Yukarı'da Parlak bir Tabaka var... Gittikçe Koyu
(luk) azalıyor...
Yâni, Aşağıda... Burada, onun bütün...
İ- Yaklaşın ona!... Yukarı doğru çıktığınızı hissedin.

Burada durmamız şart oldu... Medyum gene kendisini Nâzım diye tanıtmaya çalışan bir Varlık'la karşı karşıya... Ama suratını göremediği için kuşkulanıyor. Yükselmek istiyor ama yükselemiyor. Bu, o Varlığın Medyum'u tuttuğunu gösterir ki, tehlike alâmetidir. İşte burada İdâreci bir hatâ yapıyor ve "Yaklaşın ona" diyor!.. Ardından "yukarı çıktığınızı hissedin" diyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!.. İkisi biri arada olur mu hiç?.. Varlık ta Medyum'u bırakmıyor!.. Artık yapacak birşey yok, sohbet başlıyor, ama İdâreci tetikte...

Varlık- ..... Selâm, dostlar!
İdâreci- Merhaba... Kiminle İrtibat'tasınız?
Medyum... Tanıdık...
İ- Evvelki Varlık mı?
M- Emin değilim... Birşey söyliyemem... Tahmin...
İ- Peki... Çok iyi!.. Bîtarafsınız...
(Medyum iki defa huzursuzluk hissetti.)
Özür dilerim, bunun için.
V- Evet... Bugün sizinle görüşmek kolay olmadı. Benim suçum değildi ama,
bana gelmeden "Geldim" dedi... Mecbur hissetti.
İ- ??? Geçen sefer mi?
V- Evet.
İ- Ama şu anda da rahat değil.
V- Korktu galiba...
İ- Öyle mi, Tuğrul?
M- Valla, şimdi Nâzım'la görüşsem, görüştüğüme pek inanamıyacağım... Öyle bir
şeylik var...
(Varlığa) Bugün lûtfen kendinizi ispatlıyacak birşey verin...
Çok önemli benim için.
İ- Lûtfen... Kabul ediyor mu?
M- "Olur" diyor... "Sana dedim ki, 'Oğlum, yalnız 4 kişi ol'... Boş değildi bu.
sizin içinizden biri hâin olamaz mıydı?"
İ- ??? Olabilir.
M- "Poz yapmasaydın," diyor bana... "kırılma!.. tek kişi bırakacaktın," diyor.
Bana "Şiir vermemi istiyordun," diyor.
V-

Geçmişe bak, kaç senedir
Sana uzaktan baktım,
Görmedin beni hiç
Kaç senedir!..

İ- Yalnız bu Nâzım'ın tarzı şiir değil...
M- ... "Sen devam et" diyor... Bir ricam olacak ondan... Şiirin illâ Nâzım'ın olması
gerekmez. Lûtfen, yardımcı olun!.. Kimsiniz?.. Onu söyleyin... O adla görüşelim.
İ- Sizinle ilk defa Nâzım diye görüşen Varlık mıdır?
M- ... "Değilim," diyor...
İ- Kimsiniz?
M- ... "Pâkize" diye birşey aklıma geldi.
İ- Onunla bir alâkanız var mı?
V- Evet.
İ- Adınız mı?
V- Evet...

İşte düğüm çözüldü!.. Birkaç defâdır "Nâzım" diye Medyum'u kandırmaya çalışan ve bizi oyalayan Varlık Pâkize adında Dünyâ'da kadın olarak yaşamış bir Geri Varlık imiş... Medyum'u bırakmaması da, üç defâ karşısına çıkması da, pek tehlikeli olmasa da ilerde OBSESYON, yâni Varlığın Medyum'a Musallat olması ihtimâli olduğunu gösteriyor. Bakalım, Celse nasıl gelişecek?

İdâreci- Size yardımcı olmamızı istiyor musunuz?
Varlık- Evet ama, yapamazsınız.
İ- Yapacağız, yeter ki başkasına zarar vermesin Pâkize.
M- ... "Benim" diye başladı... Fakat Nâzım câzip geldi, değil mi?" diyor.
İ- Hayır... Biliyorsunuz, daha evvel Cem diye bir Varlık da çıktı karşımıza.
V- O Cem'di ama... O Cem'di... Görüştüğünüz Varlık... İnanmadınız.
Bana ne kadar inanasınız?
İ- İnanıyoruz. Ama yalan söylemeyin... Söz mü?
M- ... "Eh, işte" diyor...
İ- Ben size yalan söylemiyeceğim.
V- "Söylemezsin," diyor, "Bilirim... Hans'tan"
(Hans başka bir Medyum'un Obsedörü idi.)
İ- Sizin huzura kavuşmanız için ne lâzım?
V- Valla, çok şey...
İ- Bir tânesini söyleyin.
V- Elinizde... Görüşün benimle...
İ- Görüşeceğim. Yalnız başka Varlıklar'la görüşmemize engel olmıyacaksınız... Bir...
İkincisi, karşımıza başka bir hüviyette çıkmıyacaksınız. Tamam mı?
M- ... "Tamam" diyor ama...
(Medyum inanmıyor)
İ- Hayır, kabul etsin!.. Ben sizinle istediğiniz kadar görüşeceğim. ama, başkalarına
engel olmayın!
V- Engel olmak mı?... Onu ben zâten yapamam ki!.. Ancak öbürü...
İ- Öbürünü yapacaksınız. Bakın, bu çocuk bıkar da bırakırsa, ne yapacaksınız?
V- Şimdiye kadar yaptığınızı... Ben Burada, siz Orada...
İ- Görüşmeden kalırsınız... İster misiniz bunu?
V- İstemem, tabii...
M- "Kabul ederim ama, benimle görüşeceksiniz" diyor.

Burada duralım... Varlığın Geri olduğu, huzursuz olduğu, yalnız olduğu ve onun için bizlerle görüşmek istediği ortaya çıktı. Hemen bütün Geri Varlıklar bu yalnızlık duygusunu yaşar, o yüzden de insanlarla görüşmek isterler. OBSESYON vak'alarının çoğu bu ihtiyaçtan doğar. Yabancı İrtibatlar'da da aynı husus vârittir. Ama onların Medyumlar'ı Uzay meraklı olduğu için Geri Varlıklar "Uzaylı" görünür. Atlantis meraklısı Medyumlar'a "Atlantisli" biri gelir. Agarta düşkünü ortama "Agartalı, hem de Uzaylı" biri musallat olur. Bizim Medyum'un Nâzım merâkının kendini "Nâzım" diye tanıtan Pâkize'yi çekmesi gibi...

Celse İdârecisi hem Medyum'uyükselirken bu etkiden kurtarmak, hem de Varlığı huzura kavuşturmak gayreti içinde... Samimi olduğunu Varlık dahi hissediyor. Ancak İdâreci'nin iki talebi var: Başka Varlıklar'la görüşmeye engel olmaması... Buna Varlık doğru cevap veriyor, o kudrette olmadığını "yapamam" diyerek belirtiyor. Bunu İdâreci de biliyor. Kastetiği Medyum'u kendi vasatında çok tutmaya çalışmaması!.. İkinci talebi başka hüviyette görünmemesi... Varlık "öbürü" diye devam edince, muhtemelen bir yanlış anlama oluyor. İdâreci kendi öbür talebinin kastedildiğini zannediyor. Olabilir... Ama ya Varlık "Engel Olmak mı?... Ben zâten yapamam ki!.. Ancak öbürü" ifâdesiyle öbür Varlığı, Cem'i, veya bir başkasını kastettiyse??? ... Ya, Medyum'u tutmaya çalışan başka bir Varlık varsa??? İşte bu, o anda Celse İdârecisi'nin acelesiyle dikkatten kaçmış!..

Bu arada Medyum'un "diyor" kelimesiyle Varlığın sözlerini nakletmesi, Varlığın onu tam etkisine alamadığının göstergesidir.

İkidir Cem Sultan geçiyor. Yukarıda, Karanlık Tabaka'da görülmüştü. Acaba Cem Sultan hakikaten böyle Karanlıklar'da ıstırap ve yalnızlık içinde mi?... Bilemeyiz. Ama Kendisini tanıyabiliriz.

İtalyan ressam Pinturicchio'nun çizimiyle Şehzade Cem.

Fâtih Sultan Mehmed’in üçüncü oğlu olup 23 Aralık 1459'da Edirne’de doğdu. İki lalası ile birlikte henüz on yaşında iken 1469’da Kastamonu’ya sancak beyi olarak gönderildi. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra önce İstanbul’a, oradan da Rumeli’ye gitmesi emredildi. Babasının 1473’te Otlukbeli’de Akkoyunlular’la mücadelesi sırasında mağlûp olduğu yolundaki söylentiler üzerine lalaları Nasuh ve Kara Süleyman kendisine biat ettiler. Ancak bunu duyan Fâtih oğlunu azarladığı gibi, lalalarını da öldürttü.

Ağabeyi Şehzade Mustafa’nın Konya’da ölümü üzerine 1474’te sancak beyi olarak oraya gönderildi. Bu görevi sırasında Karamanoğulları ile iyi geçindi ve bu sayede onların gizli emellerini engelleyebildi. Burada etrafına topladığı âlim ve sanatkârlarla mümtaz bir kültür çevresi meydana getiren Cem, babasının ölümü (1481) ve Bayezid’in tahta geçmesiyle hak iddiacısı olarak ortaya çıktı. Babasının taht için kendisini seçtiğini, Bayezid’in haksız olarak başa geçtiğini ileri sürerek ordu topladı ve Bursa’ya gitti. On sekiz gün kadar şehirde kaldı, bu sırada adına para bastırdı, hutbe okuttu ve kendisini padişah ilân etti. Ancak 1481 Haziranında Yenişehir’de ağır bir yenilgiye uğradı; çekildiği Konya’da da yeterince destek bulamayınca Tarsus’a, Mısır Sultanı'ndan aldığı davet üzerine de Kahire’ye gitti. Kahire’de büyük bir ilgi gördü ve orada kaldığı süre içinde Mekke’ye giderek hac vazifesini yerine getirdi. Anadolu’dan gelen haberler onu taht yolu için tekrar ümitlendirdi. 1482’de Karamanoğlu Kasım ile anlaşıp Konya’yı almaya kalkıştıysa da geri püskürtüldü, taraftarları dağıtıldı. Artık Anadolu’da kalma imkânı ortadan kalkan Cem otuz kadar adamı ile Rodos’a gitti. Bizce gavura sığınmakla büyük hatâ yaptı.

Cem Sultan, Masonik Rodos Şövalyeleri'nin İsbitâriyye reisi Pierre d’Aubusson tarafından büyük bir törenle karşılandı. Cem Sultan şövalyelerin yardımı ile Rumeli tarafına geçmeyi umarken, şövalyeler onu Osmanlı Devleti’ne karşı bir koz olarak kullanmayı düşünüyorlardı. Kullandılar da... İltica haberini öğrenen II. Bayezid ise Rodos Şövalyeleri'yle anlaşma yolunu seçti. Cem’e yardım edilmemesi için Venedik’le de anlaşan ve onlara vergi muafiyeti bahşeden II. Bayezid, şövalyelere 40.000 altın vermeyi kabul etti. Şövalyeler Cem’in Rumeli’ye gitme isteğini geri çevirdikleri gibi, kendisini gizlice Fransa’ya gönderdiler. Nice şehrine gönderildi. Burada dört ay kaldı, bu süre içinde Batı Dünyası'nın sosyal yaşayışına şahit oldu, adı çeşitli söylentilere karıştı. 5 Şubat 1483’te Chambery’e götürüldü. Memlük Sultanı 1487’de 20.000 filori karşılığında Cem’in kendilerine verilmesi teklifinde bulundu. Kabul etmediler. Papa VIII. Innocente bir haçlı seferi gerçekleştirmek için Cem’den faydalanmayı umuyordu. Pierre d’Aubusson ile anlaşarak Cem’i Roma’ya getirtti (4 Mart 1489). II. Bayezid durumdan haberdar olunca, Cem’i muhafaza altında tutması için şövalyelere vereceği parayı Papa'ya gönderdi. 30 Kasım 1490’da Roma’ya giden Osmanlı elçisi Mustafa Bey, Papa'ya üç yıl için 120.000 altın verdi. Cem Sultan roma'da 6 yıl kaldı. Papa Innocente’in ölümünden sonra Fransa Kralı VIII. Charles, Cem’in Napoli’ye sevki için yeni Papa VI. Alessandro ile anlaştı. Fransa kralı onu siyasî emelleri için bir koz olarak kullanmak istiyordu. Ancak 27 Ocak 1495’te Roma’dan ayrılan Cem, Castel Capuana denilen yerde 25 Şubat 1495 tarihinde öldü. Onun, Fransa Kralı'na karşı koyamadığı için elindeki kıymetli rehineyi bırakmak zorunda kalan Papa tarafından zehirlendiği rivayet edilmektedir.

Cem’in ölümünü haber alan Sultan II. Bayezid üç günlük yas ilân ettiği gibi, gıyâbî cenaze namazını da kıldırtmıştır. Tahnit edilmek, yâni mumyalanmak sûretiyle sadık adamları tarafından Gaeta denilen yerde toprağa verilen cesedi 1499’da Napoli kralı tarafından çıkartılıp Osmanlılar’a teslim edilerek, Bursa’da Murâdiye Camii hazîresine defnedilmiştir.

Cem sSultan Oğuz adındaki oğlu 3 yaşındayken zehirlenerek öldürüldü. Diğer oğlu Murad ile ondan olan torunu, Rodos'ta kaldı ve Hıristiyan oldu. Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos'u fethetmesi sırasında şövalyelere destek verdiler. Ada fethedilince öldürüldüler.

Artık Celse'ye, Pâkize ile konuşmaya devam edebiliriz.

Varlık- "Kabul ederim ama, benimle görüşeceksiniz," diyor.
İdâreci- Söz veriyorum. biliyorsun, dönmem!
Medyum- "Sen dönmezsin. Ya Burdakiler?" diyor...
İ- Yardım dilerim TANRI'dan... Onlar da dönmez.
M- ... "İyi... Hadi, bakalım," diyor...

Hemen duralım... Varlık "Buradakiler"derken orada Karanlık Tabaka'daki Geri Varlıklar'dan, onların kendisine kötü etkisinden bahsediyor. Bundan Âhıret Âlemi'nde de Geri Varlıkların birbirlerini rahatsız ettiğini anlıyoruz. Acaba "Zebâniler" diye bildiklerimiz bunlar mı?.. Kimbilir!..

İdâreci- Söz???
Varlık- ... Söz!
İ- Sözünden dönen TANRI'nın gazâbına uğrasın mı?
V- Yok, öyle şey demeyin de, elimden geldiğince...
İ- TANRI'ya inanıyor musunuz?
M- ... "Yok, canım," diyor.
İ- Hayatta en çok kimi sevdiniz?
M- "Kimseyi" diyor... "Sevildim mi ki ben," diyor, "kimseyi seveyim?"
İ- Sevilmemeniz için bir sebep mi vardı?
V- Vardı tabii.
İ- Neydi?
V- İlk günden bunları anlatmam.
İ- Peki... bak, dostunuz senin... Sen de bize yardımcı ol... Hans'ı tanıyor musun?..
O TANRI'ya inandıktan sonra değişti.
V- Tanıyorum nâmussuzu!,,
M- "Döndü" diyor... Eskiden berâbermişler.
İ- Sen de rahat etmek istemez misin?
V- Amaan!... Düşüneyim... Çok düşünürüm ben... Bakma sen öyle!..
Dünyâ'da da çok düşünürdüm. Burada da çok düşünürüm...
İ- Peki. bizimle geçen gün "Nâzım" diye konuşan sen miydin?
M- ... "Yok," diyor.
İ- Kimdi?... Cem miydi?
V- Belki... Olabilir ama... bozulmuştu.
İ- Senden daha mı aşağılarda?
V- Tabii... Karanlık'ta...
İ- Sen yaklaşıyorsun Aydınlığa, değil mi?
V- Yok, yâhu!.. O daha Karanlık'ta... Biz Alaca Karanlık'ta...
İ- Bugün başka söyliyeceğin var mı?
V- Ümit isterse, konuşurum.
İ- ... Geldi mi?
M- Geldi... yalnız ağzı çok bozuk bir kadın...
İ- Olsun!.. şimdi onu kadın olarak görüyor musun?
M- Görüyorum Vallâhi... Kadın olarak görüyorum ama, pek iç açıcı değil!..
İ- Peki. O dostumuzdur... Ümit'e birşey söylemek ister misin?
V- Ne söyliyeyim?... Hans söylüyor... Uyursa, konuşurum...
M- ... "Lâf olsun" diye söyledi...
İ- Peki. dediklerimi unutma!
V- Senin zorun ne?
İ- Bu Medyum vâsıtasıyla İrtibat kurmak istiyorum.
Bunun gönlünü hoş etmek istemez misiniz?
M- "İstemem," diyor...
İ- Niye?.. Sana yardım etmeğe geldi.
M- ... "Bana yardım etmeğe gelmedi," diyor.
İ- Hayır. Nâzım sonradan çıktı.
M- ... "Ama onu görünce gevşediniz," diyor...
İ- Onu tanıdığımız için... seni de tanıyıp seveceğiz.
V- Fakat hiçbir şey söz değil... Siz bildiğinizi yapın!.. Ama yalnızlıktan
sıkılıyorum. Acıyın biraz da...
İ- Geleceğiz... Dua ediyoruz. Sen de yardımcı ol bize... Yeter mi bu kadar?
V- Yetmez tabii.
İ- Peki... Tabii... Dua ediyoruz şimdi...
(İdâreci Varlığı kırmadan ayrılmaya çalışıyor.)
V- İyi, edin...
İ- Gene geleceğiz.
V- Bekleyelim... Gelin ama!..
İ- Peki. Öyleyse müsaade edersen 5 dakika Nâzım'la görüşelim. Tamam mı?
M- ... "Tamam" diyemiyor...
İ- Desin!
M- .... "Tamam" dedi herhâlde.
İ- Peki, kes Temâs'ını, yüksel!

Celse İdârecisi burada Nâzım diye aldatmaya çalışan başka bir Varlık varsa, onu bulup gerçeği ortaya çıkarma gâyesinde... Bakalım, karşısına kim çıkacak?

Medyum- ..... Evet...
İdâreci- Şimdi intibalarını anlat.
M- ... Eğer yine yanlış değilse... yine işletilmiyorsak... o var.
İ- Yükseldiğini hissettin mi?
M- Evet.
İ- Pâkize'den Temâs'ını kestin mi?
M- ... Valla, pek de birşey söyliyemem.
İ- Peki, yaklaş.
V- .... Selâm...
İ- Peki, biraz önceki Varlık'la bir fark var mı?
M- ... Yok gibi...
İ- Peki. "Pâkize" diye hitap et ona.
M- ... "Görüşmen şart mı onunla?" diyor...
İ- Şart!.. Ama böyle inatlaşırsan, sen zararlı çıkarsın!
V- Çıkarsam, çıkayım!
İ- Bak, ne kadar yumuşak davranıyorum sana?
M- ..."Tehditle yumuşak" diyor.
İ- Ama sen yalan söyledin.
M- "Öff!.. Gidin artık!" diyor... "Git, görüş."
İ- Peki. Yine geleceğiz. Yalan söylemesin! Aldatamaz çünkü.
M- ... "Oyalarım," diyor.
İ- Ne geçti eline?
V- Görüşseydin ne geçecekti eline?
İ- Gönlünü almış olacaktık.
V- Çok ihtiyâcı vardı onun sanki.
İ- Herkesin vardır.... Peki, Pâkize... Dürüst davran bize.
V- Söz vermiyorum... Sonra "yalancı " demeyin!.. .........
İ- Peki... ALLAH'a ısmarladık.
V- Gülegüle, dostum... Senin derdin ne ki?.. Niye meşgûlsün bu kadar benimle?
İ- İyilik yapmak istiyorum.
V- İyi... Belki ben de iyilik yaparım sana.
İ- İnşaallah.
V- Bakalım... İyilik görmedik te, yapmaya da alışmadık... Kusura bakma bugün.
İ- Bakmıyoruz. Sen de kusura bakma...
(Medyum'a) Ayrıl ve sür'atle in!

Pâkize tam söz vermedi ve sözünü tutmadı. Tekrar "Nâzım" gibi görünmeye çalıştı. Ama kendisine "yalancı" denmesini istemiyor, bu yüzden söz vermiyor. İyiye işâret... Hayâtında iyilik görmediğini söylediğine göre çok çile çekmiş ve çok hatâ yapmış. Orada çok sıkıldığı için sürekli görüşmek istiyor. Biz de elimizden geldiğince görüşüp onu rahatlatmaya çalıştık.

Medyum'un 4 Nisan Celsesi'nde karşısına çıkan Sakallı Adam ile 21 Mayıs'ta Cem diye görünen Varlık aynı mı?.. Bunlar Cem Sultan mı?... Cem Sultan gavurlara sığınıp Osmanlı devleti'ni müşgül durumda bıraktığı için Karanlık Tabaka'ya atıldı mı?... Hâlâ orada mı?... Bu suallerin hiç birinin cevâbını bilemeyiz. Gerçek olan şu ki, Medyum kendini Nâzım diye tanıtan Varlıklar tarafından, Pâkize ve Cem diye tanıtan Varlıklar tarafından engelleniyor. Yükselmesine mâni olunuyor.

Bu durumda kabahatliler sâdece bu Geri Varlıklar mı?... Hayır... Medyum, henüz yükselip Üstün Varlıklar mertebesine çıkacak durumda değil. Buna ne tecrübesi müsait, ne de Rûhî Tekâmül seviyesi... Daha bir kaç fırın ekmek yemesi lâzım.

Bir kere daha tekrarlıyalım ki, hangi Medyum olursa olsun, gözünü kapadı mı mutlaka ÜSTÜN VARLIKLAR ile görüşecek, TEBLİĞ alacak, MESAJ alacak, AKIŞ akacak diye birşey yok!.. Çoğu zaman böyle sizi beklentilerinizle aldatmaya çalışan Geri, talihli iseniz Vasat-altı Varlıklar ile karşılaşırsınız. sabırla uğraşmak, engelleri aşmak icâbeder... Bu arada hatırlatalım, karaktersiz, düzenbaz şahıslardan iyi Medyum çıkmaz. Önce kendiniz dürüst ve iyiniyetli olacaksınız, sonra dürüst ve iyiniyetli Medyum bulacaksınız. Başka türlü burnunuz gübreden çıkmaz!..

***

Yine aynı Medyum, aynı Operatör...Sabırla uğraşıyoruz Geri Varlıklar'a birasıcık huzur vermeye ve Medyum'u yetiştirmeye...

Varlık: Geri Varlıklar
Medyum: Tuğrul
Târih: 2 Haziran 1974
Hâzirûn: Muhtelif kişiler

İdâreci- Yükselmeye başladığınız zaman haber verin.
Medyum- .... Yükseliyorum...
İ- Bu yükselme ânında gördükleriniz ve hissettiklerinizi anlatınız.
M- .........Belirli bir İmaj olmadığı için.....
(anlatacak bir şey yok)
İ- Yükselmeniz devam ediyor mu?
M- Evet....... Kimseyle görüşecek gibi değilim.... Kimse gelmiyor.
İ- Aynı yerde misiniz?
M- .... Öyle gibi...
İ- Tekrar yükselin.
M- .....
(güler) Bir şarkı hatırladım. Ona gülüyorum...
İ- Hangi şarkı?
M- .... "Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim?" .... Oradan gelen bir şey...
ve gâliba birisi mi var, ne?... "Ben size demedim mi, 'Gelmezsiniz',
görüşmezsiniz' diye?
İ- Kimsiniz, dostum?
M- Biliyorsun ya!
İ- Bu Medyum'la görüşmedik.
M- .... Öyle olsun... Evet... Ama başkaydı.
İ- Şimdi bu Pâkize mi?
M- Pek onun İmajı değil, yâhu.
İ- Kimmiş?... Kendini tanıtsın.
M- .... "Pâkize" diyor ama...
İ- Değil!... Eğer doğru olarak görüşmezse, ayrılacağız.
M- .... "Tanıtmam" diyor.... "Değilim" diyor...
İ- Peki, niye görüşmek istediniz?
Varlık- Hiç işte!... Canım istedi.
İ- Ne fayda bekliyorsunuz?
V- Bilmem ki!... Siz faydalı olacağına inanıyor musunuz?
İ- İnanıyorum.
V- Ne kesin bir karar bu böyle?... Sana bağlı bir şey.
İ- Ama anlaşmak lâzım. Yalan söylememeniz lâzım.
V- Yalan söylemedim ki...
İ- Niye "Pâkize'yim" dediniz?
V- Söyledim hemen sonra.
İ- İlk defa mı görüşüyoruz sizinle?
V- Evet....
M- Ben de pek kalmak istemiyorum burada.
İ- Peki... Dua edip ayrılalım.
V- Evet.

Burada duralım... Gene yalnızlıktan sıkılan ve görüşmek isteyen bir Geri Varlık... Kendini tanıtmıyor. Zarar vermiyor ama, Medyum rahatsız olunca ayrılmak icâbediyor. Hep söyleriz, bir Varlık'la görüşmek, telefonu rastgele tuşlayıp karşınıza çıkanla konuşmaya benzer. Kim olduğunu bilemezsin. Eğer safsan, o sana kendini Mevlâna veya Atatürk diye yutturur. Meraklıysan Uzaylı, Atlantisli, Agartalı diye görünür. Câhilsen, 9.000 derece santigrat derece hararetle yanan Sirius B gezegenindeki Federasyon'dan olduğuna inandırır seni!.. Halbuki Ruhlar'la görüşmek işte bu örneklerini verdiğimiz tarzda gelişir. Telefonda kendini Polis veya Savcı olarak tanıtıp paranızı almaya çalışanlar gibi, sizi aldatmaya uğraşırlar. Siz de aldanmamak için gözünüzü dört açmak zorunda kalırsınız... Neyse, devam edelim... Bakalım, Medyum gerçekten yükselebilecek mi?.. karşısına kim çıkacak?

İ- Ayrılın ve yükselmenize devam edin.
M- Peki..... Ak sakallı biri... ayakta duran...
İ- Rahat mısınız?
M- ... İyice...
(Demek ki rahat değil.)
İ- Peki... Biraz yaklaşın...
(çok değil)
M- .... "Merhaba... Hoş geldin" diyor... "Siz sorun" diyor...
İ- Bu çalışmalarımızın başarılı olması için sizin söyliyeceğiniz var mı?
M- "Sana bir şey söyliyeyim oğul... sen evini herkese açtın" diyor...
"kimler geliyor, kimler geçiyor... Ne elde ettin?" diyor.
İ- Pek fazla değil.
Varlık- Hiç yolunu değiştirmeyi düşünmedin mi?
İ- Düşündüm... Tavsiyeniz nedir?
V- Tavsiye mi?...
M- Yalnız ben de şu anda hissettiğimi söyliyeyim... Bu "çok ulu bir kişi" olarak
geldi gibi... fakat değil.
(Medyum gerçekten çok dirâyetli... ve temkinli)
İ- Biz de bunu biliyoruz . Yine de dinliyoruz.
M- ...."Gidin, başkasıyla görüşün" diyor... Kızdı!...
İ- Peki... Dua ediyoruz.
V- İstemez, sizin duanız da!...
İ- Şimdi rahat olarak ayrılın... Yükseliyor musunuz?
M- .... Bilmiyorum... Hiç bir şey yok.
İ- Peki... Pâkize'yi düşün....
M- Onu düşündüm ve yanılmamak için sağ elimin parmaklarını oynatacağım..
Bu işte niye bu kadar aldatmaca oluyor, bilmiyorum...
İ- Başlangıçta olur... Bir müddet sonra düzelir.
M- ..... "Selâm dostum, hoş geldin" diyor...
İ- Onu hissediyor musun?
M- ... Pek kesin bir şey söyliyemem...
İ- Kendisini olduğu gibi tanıtsın!
Varlık- Yok canım!... Sana ne?
İ- Peki.... Kesin Temâsınızı ve ininiz.

Medyum niye Ruhlar'la İrtibat'ta bu kadar çok aldatma olduğuna şaşıyor... Şöyle düşünün. Çok paranız var. Yatırım yapmak istiyorsunuz. İnternet'e ilân verdiniz. "Paramı yatıracak yer arıyorum" diye... Gelen cevaplardan kaç tânesi gerçek tekliftir, kaçı dolandırıcılara âittir?... Çoğu, değil mi?... İşte Ruhlar Âlemi'ne de "Bir Muhterem Zat'la görüşmek istiyorum" diye daldınız mı, karşınıza çıkanların çoğu dolandırıcı, aldatıcı olur. Ama nasıl dolandırıcılar yüzünden yatırım yapmaktan vazgeçmezseniz, Ruhlar'la uğraşmayı da bırakmazsınız.... Kısacası bu; Sabır ve Gayret işidir.... Aslında böyle bir Tebliğimiz var, Ulu Ârif Çelebi'den... Belki bir gün veririz.

****

Aynı Operatör, aynı Medyum'dan bir celse daha... Ama bu sefer tanıdık biri var görüşen.

Varlık: Zodiak, Pâkize, Hans, Râhip, Mustafa, Kaygusuz Abdal
Medyum: Tuğrul
Târih: 13 Eylül 1974
Hâzirûn: Muhtelif kişiler

İdâreci- Bu yükselme ânında gördüklerinizi ve hissettiklerinizi yüksek sesle anlatın.
Gâyet rahat olarak yükseliyorsunuz.
Medyum- ... "Sen kendine bu kadar güvenmezsen, biz sana ne yapabiliriz?..
Sana 'Başla" dedik... Konuş hadi," dedi... "Görmüyorum" dedim. "Görmen gerekmez," dedi.
İ- Peki. şimdi bu muhterem zattan müsaade istiyerek bu âna kadar geçmiş
olanları anlatın. Yükselme hissettiniz mi?
M- Evet... Yükselmeye başlamadan önce içimde garip bir his vardı. Rahatım.
Çok rahatım. Bir de gülmek geliyordu.
İ- Şu anda?
M- Sevinç gibi... Öyle "ağız dolusu gülmek" derler ya... Adana Parkı'nı gördüm.
Hem de Atatürk Parkı'nı... Oraya gitmiştik berâber... Orayı gördüm.
Orada gülüyordum.
İ- ??? Tamam, sevinçten dolayı bir gülme... Bir olay, vesâire şeklinde değil?
M- Değildi.
İ- Tamam, çok güzel... Peki, ondan sonra ne oldu?
M- .... "Ulaştın mı bâri?" diyor...
İ- Anlamadım.
M- "Ulaştın mı bâri?" .... Bana soruyor... "Nereye ulaşacağımı bilmiyorum" dedim.
... "Biliyorsun. Bir değil, iki, ulaşılacak yer!"... Valla, bu eskilerden birisi galiba...
"Bizi satacak mısınız?" diyor...
İ- Hayır... kendilerine her zaman yardımcı olacağız. ALLAH'ın izniyle.
Fakat siz kendinize olan güveninizi kaybetmeyin! Şimdi kim olursa olsun,
bu görüştüğümüz Varlık için dua edeceğiz. Ondan sonra kısa olmak şartıyla
kendisini dinleyebiliriz.
M- ... Ağbi, bu ZODİAK gibi, yâhu!..
İ- Öyle mi?... Dua ediyoruz. Şimdi onun da bize yardımcı olacağını zannediyoruz.
V- Zodiak'ım... TANRI rızâsı için doğru söylüyorum.
İ- Bu Medyum ile görüşeceğinizi çok evvelden söylemiştiniz.
(17.11.1972 târihli Fincan Celsesi'nde)
Şimdi söylemek istediğiniz birşey var mı?
V- Konuşmaktan memnunum, o kadar.
İ- Peki, ne arzu ediyorsunuz? Onu konuşalım.
V- Ne arzu edeyim? Hiçbir şey... Siz ne arzu ediyorsunuz?
İ- Biz Medyum hakkında ilk söylenenleri açıklamanızı istiyoruz.
Kendine bir güvensizlik mi duyuyor?
V- ... Sinirleri bozuk.
İ- Günlük hayâtında mı?
V- Her ikisinde de.
İ_ ??? Yâni şu andaki ile günlük hayâtını mı kastediyorsunuz?
V- Her ikisi de, işte. Tamam...
İ- İlk önce şu çalışmalarla ilgili sinir bozukluğunu nasıl halledelim?
V- Bir insana önce iyisini gösteriyorsunuz, sonra kötü ile yetinmesini
söylüyorsunuz. Tamam mı?.. Dinlettiğiniz şeyler, evvelki Celseler daha
doyurucu. Şimdikilerden faydalanamıyor. Tesâdüf mü?.. Ben mi zorladım?..
Ama zor geldi. Ama yine de geldi. Bir umut var çünki...

Artık burada duralım... İlk önce şu ZODİAK hakkında biraz bilgi verelim. Başka sayfalarda var ama, tekrar iyidir. Yızna Zodiak bir Ukraynalı...1970'de vefat etmiş... Kendi anlattığına göre donarak ölmüş... Asıl ve zengin bir âileden olmasına rağmen Dilsiz olduğu için hor görülmüş. O da âilesini terketmiş, fakir bir Arabacı olarak hayâtını sürdürmüş... Hep konuşma arzusunda... Birçok defa görüştük. İyi ve Vasat-altı bir Varlık... Medyum hakkında söyledikleri doğru. Tuğrul hep eleştirel bakan bir genç... Toplantılarda başka Medyumlar'ın görüştüğü Üstün Ruhlar'dan gelen Tebliğler'i banttan dinledikçe, kendinden de böyle birşeyler beklemiş. Olmayınca siniri ve morâli bozulmuş. Zodiak zorlamasa Celse'ye bile gelmiyecekmiş!..

İdâreci- Tabii... İşte bu umuda sarılıp ta, biraz önceki Celse kaydında
dinlediğimiz gibi; gayret ettiği takdirde İnşaallah kısa zamanda o da
o seviyeye gelecek. Ama başında bırakırsa...
Varlık- O, size yardım etmek ister... İşte kendi vaktini boş geçiriyor.
Verecek birşeyler bulmalı. İhtiyâcı var.
İ- Yâni Celse olarak mı?
V- Hıhım... Düşündürmeli Celseler... Düşündürmeli.
İ- İnşaallah bu da sağlıyacağız. Daha yeni bir araya geliyoruz...
Şimdi günlük hayâtındaki hususlar üzerinde bizim faydamız olacak
birşey var mı?
V- O bilir... Bizim faydamız oluyor ona.
İ- Ne gibi?
V- Kendi âilesi konusunda... O kendisi biliyor... Çok memnun bundan dolayı da.
İ- Öyle misiniz? Tuğrul'a soruyorum şimdi.
Medyum- Öyle ya!... Bir yandan rahatladım.
İ- Çok iyi...Şimdi sizinle çok daha önceden tanışmış ve sevmiştik sizi.
En çok sevdiğimiz yönünüz de, bize kendinizi olduğu gibi tanıtmaktı.
V- Şimdi sizini aklınızdaki soru şu mu?... Pâkize ne oldu?
İ- Evet, ne oldu?
V- Bir kere ben o değilim. Kafandan onu sil!
İ- Tamam. Peki. ne oldu o zaman?
V- Bilmiyorum.
İ- Ama bir önleme oldu, görüşmemesi için.
V- Onu da bilmiyorum... Başkası bilebilir.
İ- Tamam... Peki.
V- Sen demiştin, "Bilmediğin şeyleri söyleme!" ... Bilmiyorum.
İ- ALLAH râzı olsun... Peki, bildiğiniz şeylerden ve Medyum'un
ve bizim ihtiyâcımız olan şeylerden bahseder misiniz?.. Herkes
uzun zamandır iyi bir sohbet ihtiyâcı içinde.
V- Ben birşey bilmiyorum. Yaşadığım devir, basit bir hayat sizi
doyurmaz. "Yaşam tecrübesi" diyeceksiniz. Ne gördük ki,
ne tecrübe olsun?.. Senin 20 yıllık ömrün benden daha tecrübeli...
Bilmiyorum... Benim söyliyeceklerim sizi doyurmaz...
Söylemekten kaçınmıyorum, yanlış anlamayın.
İ- Anlıyorum.
V- Kapasitem yok.
İ- ALLAH râzı olsun bunu kabullendiğin için.
V- Sizden de.
İ- Peki, bizim size yapabileceklerimiz, duadan başka?.. Çünkü onu
her zaman yapıyoruz.
V- Yok, yâhu... Birşey yok.
İ- Başka bir şeye ihtiyâcınız yoktur, doğru.
V- Yâni siz istiyorsunuz ya, Yukardakiler'le görüşmek isteğiniz var ya,
oraya giderken böyle 5 dakika da benimle konuş, yeter.
İ- Konuşacağız, dostum. İnşaallah çıkmaya başladınız.
V- Fena değiliz... "İyi" diyelim... "İyi" diyelim de, iyi olsun!
İ- TANRI'dan yardım dile dâima.
V- Tabii.
İ- Vazife iste... Sana verilenleri eksiksiz olarak yapmaya çalış.
V- Papaz'ı da bilmiyorum... Daha doğrusu orada çıkanı da bilmiyorum...
Bunu siz unuttunuz, suali sormayı... Ben söylüyorum.
İ- ??? Hangisini?
V- Râhip'ti, hani... Onu da bilmiyorum.
İ- Bu yalnız...
V- ... Yalandı, tabii... Evet.
İ- Peki, o Medyum'a gelen bir Varlık olarak onun bir tahlilini yapar mısınız?
Benim söylediklerim doğru mu?
V- ... Şimdi benim aklımdan birşey geçiyor... Bunu Medyum'a verdim...
Tamam mı? Bunu burada söyletmem.
İ_ Tamam. Çok doğru.
V- Alabiliyorsan, al!.. Tekrar verdim.
İ- Bana uyanınca söylese de, ben emin olsam.
V- İlk önce sen söyle... Yok, o da olmaz!
İ- Tabii... Bana özel olarak söylesin.
V- Yâhu, doğru mu bu yaptığın?
İ- Hayır, ona da faydalı olmak için.
V- "Yaptığım" diyecektim... Söylesin, sen istiyorsan.
İ- Hayır, seni rahatsız edecekse, söylemesin.
V- Dedikodu olmasın da...
İ- Sâdece ona faydalı olmak için.
V- Olur o zaman.
İ- Tamam... Peki, müsaade ederseniz ayrılalım.

Bu son kısım okurlara karışık gelebilir ama, mevzu Hâzirûn'da bulunan başka bir Medyum ve ona Musallat bir Varlık hakkında idi. Gâyemiz hem Medyum'u sıkıntıdan kurtarmak, hem de o Varlığa elimizden geldiği kadar yardım etmekti. Ama Zodiak'ın açıktan vereceği bilgi, orada bulunan bu diğer Medyum'u tedirgin edeceğinden söylenmedi.

Medyum- ... "Gülegüle" diyor...
İdâreci- ALLAH râzı olsun... Dua edelim tekrar... Temâs'ı kesin,
yükselmenize devam ediniz... Gâyet rahat olarak çıkıyorsunuz.
M- ..... Güzel bir İmaj... Şöyle bir tam Aydınlık değil ama, ona yakın...
Yâni, hani televizyonun şeyinden gölge geçer ya...
İ- Evet... Anlatınız.
M- Peki.
İ- İmajı anlatınız ve devam ediniz.
M-.... Şimdi her tarafı beyaz düşünün... Beyaz ağaç, beyaz su... Tamam mı?...
... Böyle derinliği olsun... Nasıl anlatayım size?.. Şöyle bir acâip şeyler vardır ya...
koyarsın böyle... duvara aksettirir gibi... Öyle görüyorum... Öyle bir şey yâni.....
İ- ??? Üç boyutlu gibi.
M- ... Eh... Onu da demek istememiştim... "Amerikan" diyorlar okulda.... Neyse...
yâni şöyle Amerikan malı bir âletler vardır ya... Koyarsın böyle... Duvara aksettirir...
Veya bakarsan makineden derin şeyler görünür.... Hani boyutundan alınmış gibi...
Öyle görüyorum... Öyle birşey yâni...
İ- ??? Kimse var mı oralarda?
M- ... Var... Bir kişi var.
İ- Yaklaşınız ona... Dua ettiğimizi söyleyiniz.
M- ... Cıhk... Yâhu, bu İmaj bana gerçi hiç gerçek gibi gelmiyor, yâhu!... Şey...
Öyle güzel bir İmaj.. Öyle güzel bir adam... Yâni, böyle "nur yüzlü" denilecek
bir şey... Fakat "O ben değildim" diyor...
İ- ??? Anlamadım.
M- Yâni, sen "dua et" demiştin de, o adam, "Bizim duaya pek ihtiyâcımız yok"...
ama "senin duandan ne olacak?" gibilerden lâf söyledi... Hani çok uluymuş
gibilerden...
İ- Peki, neden duaya ihtiyâcı yok? Neden karşımıza çıkmış?
M- ... Şimdi bu adam diyor ki, "Onu diyen ben değildim".
İ- Kimmiş?
M- ... "Aşağı'dan geldi" diyor... "Bir Karanlık gördün, 'kayboldu' dedin ya" diyor...
"O anda aldın onu" diyor... Bilmiyorum doğrusu...
İ- Peki. Siz rahat mısınız burada?
M- Rahatım... Aşağı'da da rahattım.
İ- Çok iyi... Peki, bu dostumuz niye söylemiş "ihtiyâcım yok" diye?..
O da mı Aşağı'dan gelmiş?
M- ... Şimdik "O saçmalamış" diyor... Ama şimdi böyle ulu bir kişiye de
"saçmalamış" lâfını ben yakıştıramadım.
İ- Peki. Şimdi sizin, ettiğimiz duaya bir söyliyeceğiniz var mı?
M- "Yok... Hoşnudum" diyor... Ama ben inanmıyorum, ağbi.

Burada duralım... Medyum yükseldi gibi... Çok güzel, değişik bir İmaj algılıyor. Bunun İmaj olduğunu biliyor. Karşısına "Ulu Bir Kişi" gibi görünen biri çıkıyor. Ama Medyum yutmuyor ve İdâreci'yi de uyarıyor... Bu arada İdâreci "Duaya ihtiyâcım yok" diyenin kim olduğunu karıştırıyor, konuşma bu yüzden gereksiz yere uzuyor... Celse ânında gözler dört, kulaklar sekiz, beyin onaltı açık olmalı!.. Yoksa, olup biteni tâkip edemezsiniz. Böyle boşa vakit kaybetmek bir yana, sizi aldatırlar da, haberiniz olmaz!.. Baksanıza millet "Sirius Misyonu'ndan, Alton gezegeninden, Melekler'den, Başmelekler'den, Ramtha'dan, RA-KA'dan "tebliğ", "mesaj" , "akış" alıp duruyor!..

İdâreci- Şimdi bakın, yükselme çabalarımız içinde size de uğradık.
Söyliyeceğiniz birşey var mı? Ama olduğunuz gibi görünmek şartıyla!..
Çünkü Medyumumuz herşeyi görecek ve söyliyecek durumda.
Medyum- .... PÂKİZE... "Bak, nasıl yakaladım seni" diyor...
İ- ALLAH râzı olsun kendini açıkladığın için... Bir diyeceği var mı?
M- ... "Üçkâğıtçılar!.. Ektiniz bizi" diyor...
İ- Geleceğiz gene, ama görüyorsunuz ya, artık Medyum'un durum gittikçe
iyiye doğru gidiyor.
Varlık- Onun iyiye gitmesi, bizim kötülüğümüzedir.
İ- Hayır! Tam tersi!
V- O senin fikrin.
İ- Onun iyiye gitmesi, senin daha çok faydalanman için bir vesile.
V- Lâfı karıştırma... Anlıyamadım.
İ- Medyum'un iyi olması, sizin ondan daha çok iyilik görmenize
sebep olacak. Buna inanın.
V- ... Kim istiyor burada benle görüşmek?... Hiç kimse!.. Değil mi?
İ- Neden istemiyor?.. Neden Zodiak'la görüşürken hiç şikâyetimiz
yok da, sizinle görüşürken var?
V- Onu evvelce tanıyorsunuz da, ondan.
İ- Değil!... Zodiak'la ilk karşılaştığımızda da sevmiştik. Neden acaba?
M- ... "Yabancı hayranlığı herhâlde," diyor...
İ- Hayır!... Lâf karıştırmasın. Söylesin aklına geleni.
M- ... "Bak, buna hiçbir lâf vermiyorum. Hiçbir şey söylemem," diyor.
İ- Veremez, tabii. Herkesin onunla görüşmekten kaçınmasının tek sebebi,
hep yalan söylemesi!
V- Yalan malan... Biz de insanız.
İ- Ama biz "seni dinlemiyelim" demiyoruz ki!.. "Yalanlarını dinlemiyelim"
diyoruz.
V- ... Sıkılıyor benden.
İ- Sıkılıyor, tabii. Yalan söyleme, o bile sıkılmaz...
M- ... "Ben de ondan!.. Defolsun!" diyor..
İ- Dua ediyoruz sizin iyiliğiniz için.
V- Edin bâri...
İ- Temâs'ını kes...
M- ... "Yine gel ama" diyor.
İ- Yine geleceğiz. ALLAH rızâsı için, bundan sonra...
V- Ben adam olmam ama, yine gel.
V- Olacaksın. Kurtuluş yok bu işten.
V- Numaramızı ona da öğrettik.
İ- Kime?
V- Medyum'una... Şimdi çıktığı zaman tekrar beni karşısında
bulacağından korkuyor.
İ- Bulmıyacak, değil mi?
V- Bulmasın bâri...
İ- ALLAH râzı olsun. Bak, bugün çok huzurlu olacaksın. Buna inan!..
Bir sefer dene benim sözümü, ne olur??? Eğer arzu ettiğin huzura
kavuşmazsan, o zaman istediğini yapmakta serbestsin.
V- Olur.
İ- Söz mü?
V- Olur.
İ- Tamam. Temâs'ını kes...
V- ... Ben senin, yâhu... tâtilden... Yâhu tâtilden... Yapıyorum...
Bak, hikâye anlatmayı bıraktım. Roman yazmıyorum artık,..
İ- Söyle.
V- İşte neyi söyliyeyim?...Söyledim ya... Hani eskiden karşılaştığımızda
hikâye anlatıyordum. Artık ondan vazgeçtik.
İ- Ama eskiye nazaran daha huzurlu değil misin?
V- ... Neyse... Gene kapışacağız.
İ- Ne olur söylesen?
V- Eh... Huzurluyum biraz.
İ- Çok daha huzurlu olmak ister misin?
V- İsterim.
İ- O zaman azıcık gayret et. Ne kaybedersin gururundan başka?
V- Gururu ben bilmem bile, yâhu!..
İ- Yenilmekten korktuğun, bunu zayıflık saydığın için kabul etmiyorsun.
V- "Neyse" dedim ya... Hadi, gülegüle...
İ- Peki. Görüşeceğiz tekrar.
V- Kovmuş gibi olmayayım da... Gülegüle...
İ- Tamam... Temâs'ını kes, gâyet rahat olarak sür'atle yüksel!..

Dikkat ederseniz, Pâkize adlı Geri Varlık bir türlü ayrılmak istemiyor. Konuşmaya ihtiyâcı var. O yüzden bırakmadığı Medyum'a yükseliyormuş hissini veriyor, sonra kendisi başka bir hüviyetle karşısına çıkıyor... Bakalım, bu numarayı tekrar deneyecek mi?

İdâreci- Sür'atle yüksel!
Varlık- .... Bugün hepimiz sıraya girdik galiba.
İ- Kiminleyiz?
V- HANS...
(Bir başka Medyum'un Obsedörü)
İ- Merhaba dostum.
V- Merhaba... Merhaba, ağbı.
İ- ??? "Merhaba" diyor.
V- Sana dedim ya, ona da derim.
İ- Peki. Söyliyeceğiniz birşey var mı bana?
V- Ümit'i uyut.
İ- Ama dikkat et söyliyeceklerine.
V- Ederim... "Uyut" dedim, o kadar.
İ- Geçen sefer hakkında söyliyeceğin var mı?
V- Yok.
İ- Var!.. Söyle!
V- .... "Ben Hans değilim" diyor...
İ- Kimmiş?
M- RÂHİP galiba...
İ- Kimse!.. Bu sefer doğrusunu söylesin!
M- Öyle başım.... ?....
(anlaşılmıyor) .....
İ- Sıkma kendini!... deminki iyi durumunu kaybetmiyeceksin!.. Kimmiş?
M- "... İyi!.. Gidiyorum... Sıkılmış" dyor... "Râhip" diyor...
İ- Gitmesin, gelsin. Çok kısa konuşacağız. Hayata iken de râhip miydi?
V- Yok, yâhu!... ben ne anlarım râhiplikten???
İ- Geçen seferki hatânı tâmir etmek istersen, bu sefer doğruyu söyle.
Biz de dua edelim. ... Ve o Medyum'u da rahat bırak! İstersen senle de
görüşürüz. Ama yalan söylememek kaydıyla!
V- Dârülaceze mi burası?
İ- Belki.
V- Yarım saatlik görüşmeleriniz toplasan bir adam etmez!
İ- Yoo, öyle düşünmemek gerekir.
V- Ben düşünürüm!
İ- Ama buna siz de dâhilsiniz.
V- Ben başlarındayım, ne dâhili?!.. Sor, bak!. En çok rahatsızlığı kim verdi?
İ- Biliyorum... Peki, neden başlarında olmakla iftihar ediyorsunuz?
M- ......... ?......
(Ne dediği anlaşılmıyor, sıkıntılı) ....

Burada durmamız lâzım... Çünkü mesele bu Varlığın sözleri ile iyice aydınlanmış oldu... Medyum yükselmeye çalışırken hep Geri, Yalancı, Aldatıcı Varlıklar ile karşılaşıyor... Bunlardan Pâkize kendisine Musallat olan, zaman zaman rahatsızlık veren Varlık... Hans, Ümit'in Obsedör'ü... Oda Yalancı ve Aldatıcı, konuşma meraklısı... Bir süredir onunla da görüşüyoruz. O yüzden "Ümit'i uyut" diyor. Kendini "Râhip" diye tanıtan Varlık, kendi itirâfıyla bu serseri grubun başında... En belâlı olan o!.. O da başka bir Medyum'un Obsedör'ü...

Şimdi diyeceksiniz ki, "Senin de bütün Medyumlar'ın Obsesyon'lu imiş, be kardeşim!"... Durum öyle değil... Bu kişiler rahatsızlıklarından, meraklarından ve tecrübesizce yalnız başlarına yaptıkları Fincan Celseleri'ndenObsesyon'a yakalanıp, ondan dolayı İdâreci'nin Topluluğuna katılmış gençler... O târihte Spiritualizm'e merak duyan geliyor, duyan geliyordu Toplantılarımız'a... Uyumak isteyenler çıkıyor, uyutunca da böyle durumlar ile karşılaşıyorduk... Aslında bu naklettiğimiz Celseler birer Tedâvi Seansı... Hem Medyum, hem de Obsedör Varlık için... Çünkü Varlığın Tekâmül'üne yardımcı olmazsanız, siz Medyum'u belki kurtarırsınız ama, o gider başka birine Musallat olur. Çevremizdeki depresyonlu, huzursuz, tuhaf davranışları olan kişilerin bu tarz tesirler altında olduğunu ihtimâlini kabul etmek, onların iyileşmesinin başlangıcı olacaktır.

İdâreci- Bu Yalancı Varlıklar'ın başında olmak, övünülecek bir husus değil ki!..
Bilâkis, utanmanız gerek!
Varlık- Ne utanması?
İ- Bu Medyum'a huzur vermesi mi iyi, yoksa sizden rahatsız olması mı?
V- Şimdi yeterince huzurlu... Biz Burada o kadar bile huzurlu değiliz.
Onunki 5 dakika... Ne olacak?
İ- Elinizde huzurlu olmak... Herkesin, bütün...
M- ... "Hadi, hadi!.. Yaramazsın" diyor.
İ- Yok!
V- Yaramazsın, git!..
İ- Yok!.. Kabul et bunu da, öyle ayrılalım... Bütün Üstün Ruhlar'ın yaptığı gibi,
bizimle çekişmek yerine, uyuşarak görüşmeleri devam ettirirseniz...
V- ... Üstün filân değiliz!
İ- Değilsiniz tabii de... Üstün olsaydınız, zâten böyle yapmazdınız.
Onlar gibi davranmak sûretiyle...
V- SİZ "ÜSTÜN" BEKLEDİĞİNİZ SÜRECE, "ÜSTÜN" GELMEZ!... Tamam mı?
İ- Beklemiyoruz zâten.
V- Bekliyorsunuz!
İ- Hayır.
V- Okumayın şimdi!..
İ- Biz, bize olduğu gibi görünecekleri bekliyoruz. Üstün Ruhlar'a ancak
çalışma sonucu ulaşacağımızı biliyoruz. Zâten onun için devam ediyoruz.
Yoksa, ilk çalışmadan sonra bırakırdık, değil mi?

İşte burada Geri Varlıklar'ın neden Üstün Varlıklar gibi görünmeye çalıştıklarının sebebi ortaya çıkıyor. Uyutan da, Uyuyanlar da, Celse'ye Katılanlar da, İngiltere'deki, Amerika'daki o Uyduruk Medyumlar da hep Üstün bir Varlık, hattâ Uzaylı bekliyorlar. O zaman Medyum'un frenkansına giren Geri Varlıklar da "Üstün" görünme çabasına giriyorlar. Tıpkı telefonda sizlere aldatmak için Polis, Savcı taklidi yapanlar gibi... Onlar nasıl telsiz sesleri vesâire ile ortamı zenginleştiriyorlarsa, Geri Varlıklar da "aydınlık, yeşillik, nur yüzlü" gibi Sahte İmajlar vererek Medyum'u kandırıyorlar. Bu yüzden bu tarz çalışmalarda mutlaka Tecrübeli bir Celse İdârecisi bulunması şarttır.

Varlık- Kaabiliyeti de var... (Medyum'un) ...
İdâreci- Esas istediğimiz Zodiak gibi, olduğunuz gibi görünmeniz.
M- ... "Zodiak da adam mı, yâhu?" diyor...
İ- Bizim nazarımızda çok daha büyük sizden.
V- Bize bakma... O burada bile alay konusu...
İ- Çünkü çevresindekiler, kendi kusurlarına bakmadan,
başkalarının kusurları ile alay eden kimseler de, ondan!
V- ... Nasıl vakit geçecek Burada
(o zaman) ?
İ- Kendi kusurlarınızla ilgilenin.
V- Üff!... Öğretmen gibi konuşuyorsun, be!.. Hadi oğlum, hadi!..
İ- İstediğiniz birşey var mı?
V- Yok.
İ- Dua da mı?
M- ... "Yok" diyor, "ama ederseniz iyi olur."
İ- Ediyoruz... Bir daha yapmayın bu hatâyı, olur mu?
V- Olur, olur... Uğraşmam bir kere... Bu benim... Şimdi bunu ben
niye yaptım? Şimdi iyi değilim de... Benim için değil... Yâni branşım
değil bu tip kötülük yapmam.
İ- Ne yaparsın?
V- "Hadi git!" dedik, yâhu!... Aaaa!,,,
İ- Onu da söyle, çok rahatlıyacaksın.
V- ... Adam işletirim... Tamam mı?.. Bu, branşım değil... Tamam mı?
İ- Peki. ALLAH râzı olsun. Sizi kusurlarınızdan kurtarsın.
İlerde görüşeceğiz ama, gerçek hüviyetinizle... Tamam mı?
V- Nüfus kâğıdıyla mı?
İ- Artık nasıl kabul ederseniz...
V- Adım MUSTAFA... Onu söyliyeyim, hadi.
İ- Peki... Kes Temâs'ını... Rahat olarak yüksel... Huzur içinde...
İyice derinleşiyorsun.
M- ........?......
(anlaşılmıyor) .......
İ- Bulunduğun vasatı bize anlat. Yükselmene devam et.
M- .........?......
(anlaşılmıyor) .....
İ- Anlaşılmadı.
M- .... Artık öylesine yıldım ki... İnanmıyorum... Gördüklerime
inanmıyorum.
İ- Şüpheleniyorsun, biliyorum ama, bugün yılgınlığını at.
M- .... Şimdi de "Hadi, git!" dedi.
İ- Tamam... Devam et yükselmene... Yükseldiğini hissediyor musun?
M- Eh işte.. Yükselmiyorsun ki doğru dürüst... Baksana, hani?...
Değil mi?... Yâni değişik kişilerle görüşüyoruz
(aynı vasatta)...
İ- Tamam. Bunun mahzuru yok... Şimdi bulunduğun vasatı unut.
Yukarı'ya doğru bak. Yükselmeye başla!.. Hiçbir yerde durmadan,
takılmadan... İçindeki yılgınlığı atarsan, yükselebilirsin.... Yükseliyorsun!
M- ...........
İ- Gerçek olarak yükselme hissini belki bugün ilk defa duyacaksın!
M- Evet... Yükseliyorum...
İ- Sıyır kendini bulunduğun Vasat'tan ve yüksel!.. İyice hafifledin...
Kendine olan inancın gittikçe kuvvetleniyor.
M- ...

.Şol Cennet'in ırmakları
Akar ALLAH deyu deyu...

diye birşey var ya... o geliyor
(aklıma) ...
İ- Ne hissettin şimdiye kadar?
M- ... Gâyet iyi... Şu an gâyet iyiyim... "Sen" diyor " 'yükselmek' deyince
öyle bir İmaj vardı ki, Yüksek Ruhlar'la konuşurken... Yâni size nasıl anlatırlar
biliyor musun?... Beyazdırlar... Ondan sonra nur yüzlüdürlen falan...
.....?....
(anlaşılmıyor) ... Öyle değil.
YÜKSEKLİK İNSANIN NE ELBİSESİNDEDİR, NE BEYAZLIKTADIR...
İNSANIN İÇİNDEDİR. En başit urbalar içinde bile insan yüksek olabilir....
Sen hep o... (gözümü sıkmaktan olacak) hep böyle,,,
İ- Sıkmıyacak, gevşeyecek... Evet.
M- ... "Biraz daha dinlensin de, rahat konuşalım," diyor...
İ- Kendinizi bırakın.
M- .... Şimdi.... Ağbi.... Ormanlık... Ama böyle çok güzel ormanlık değil...
Koruluk gibi bir yer... Saz şâirine benzer bir adam... "Bak," dedi, "seni
aldatmış olmıyayım... Beni... o Yunus'un şiirini söylemekle 'Ben Yunus'um'
demek istemedim," diyor ...
İ- ALLAH râzı olsun, açıklamanız için.
M- ..."Sağolun, " diyor...
İ- Dua ediyoruz kendisi için.
M- ... "Sağolun." ... "Şimdi 17. Yüzyıl," diyor..."KAYGUSUZ ABDAL" dedi..
Ben dedim ki, "Bak" dedim, "Bir yanlışın çıkarsa, beni tamâmiyle yıkarsın.
Haberin olsun!" .... "Yıkmam," dedi.

Medyum, Celse İdârecisi'nden uyanık... Kendi denetimini kendi yapıyor!.. Varlıklar ile İrtibat'ı da uzaktan kuruyor. "Diyor" ifâdeleri buna işâret... Ah, keşke bütün Trans'a giren Medyumlar böyle olsa!.. Bize bu kadar çok "ayıklama" işi kalmazdı!

İdâreci- Peki. İsim vermek zorunda değildi. İnanıyoruz ki, kendisinin
bulunduğu Mertebe'de Varlıklar yalan söyliyerek bizleri aldatmazlar,
Aşağıdakiler gibi.. .
Medyum- ,,, "Bugün kimse size yalan söylemedi." diyor...
İ- Peki, muhterem dostum. Sizi hayırla yâdedeceğiz.
M- ... "Niye söyliyeyim, yâhu?" diyor.. Biraz babacan... "Arzu ettiniz,
geldiniz, Ağırlamak bizim vazifemiz."
İ- Medyum biraz daha yüksek sesle konuşsun.
Varlık- Konuşsun.
İ- Şimdi, dostum, sizin bizden istediğiniz birşey var mı?
V- Size birisi gelir de, "Ben Yüksek bir Varlığım" derse, inanmayın!..
Yüksek Varlık "Yükseğim" demez!.. Olur mu?
İ- Tabii olmaz, dostum.
V- "ŞÜPHECİLİK İYİDİR. Fakat aşırısına kaçmayın!..
M- "Bilimde şüphe iyidir," diyor...
"Şimdi diyeceksiniz ki, 'Sizin çağda bilim var mıydı?' Her çağın kendine
göre bilimi vardı. Bilim ne arabadır, ne uçaktır. Bilim, doğruyu bulmaya
yardım eden herşeydir. Bilim, Dünya vârolduğundan beri değişik şekillerde
var. Tekerlek İlk Çağ'ın bilimi idi."
İ- Tabii.
V- "Uzay çağı" diyorsunuz, değil mi?.. Robotların, uçağın bilimi...
Bilimimizi, bizim çağın bilimini küçümsemeyin! Ateş yakmak için harcanan
5.000 seneyi unutmayın! Yapının ilk taşlarıydı onlar...Ağır ağır konuldu.
Ondan sonra..
M- ..."Bak, betonarme" diyor bana... "Bak, betonarme" diyor..
V- Aradaki tuğlaları örüyorsunuz şimdi. Zorunu eskiler halletti. Bu kadar da
öğünmeyin yaptıklarınızla! En zor ilk doğruyu bulmaktır. Ondan sonra o ilk
doğrudan, yâni doğrular türetmek, ilk doğruyu bulmak kadar zor değildir.
Bir oktur ilk doğru!.. Oradan iki çatala ayrılır. Çatallar gittikçe 2 çatal, 2 çatal...
Sonunda ilk doğru gittikçe çoğalır. Dersiniz ki, "İnsanlar çağlar boyu az şey
yapmış da, 20. Yüzyıl'da bu kadar çok şey yaptık." İşte ilk bir çatalı düşünün.
O ikiye ayrıldı, o da ikiye ayrıldı... En çok böyle üste çıkıldığı zaman o çatallar
çoğaldı... Tamam mı?..

Bu sizin şeyiniz değil. O her Doğa'nın da (... Doğa'nın... İnandırıcı olur. Ben
"Tabiat" desem bile, sen "Doğa"yı kullanmaya alıştığın için şüphelenmezler.)
M- ... "Doğa'nın karanlığı... Doğa'nın derinliği" diyor... "Ne lâf, be!" diyor.
İ- Şimdi bu söylediğiniz hakikaten doğru. İlk doğruyu bulmak zor iş...
Bunu Medyumumuz'da da gördük. Bugün ilerde inşaallah çok faydalanacağımız
size ulaştık.
V- Faydalanacağınız kadar faydalanın. Fakat sizi ben de yanıltmıyayım.
Benim de bir kapasitem var.
İ- Şimdi siz eğer o kapasiteniz içinde kalarak bizimle görüşürseniz...
V- Yok, ben yalan söylemem.
İ- Hayır, muhakkak da, kapasiteniz içinde kalsanız, bize çok faydalı olacaksınız
V- Küçük ama sağlam, tamam mı?.. Eh, biz belli bir bölgede yaşadık. Belli şeyler
biliyoruz. İnsan düşünmek yolu ile herşeyi çözemez. Ben belirli bir mektep
eğitiminden geçse idim, düşüncelerim o temelden başlıyacaktı. Sizin demin
dediğiniz gibi, hani "oklar ayrılıyor" dedim ya, en üst seviyesinde... Şimdi oradan
başlıyacaktım. Oradan ben de birşeyler türetecektim. Tamam mı?
İ- ??? Evet.
V- Eh, ben... En baştan başlamak mecburiyetindeyiz biz. Mektep yok,
medrese yok... Birşeyler öğrendik. Bereket, doğru şeyler öğrenmişiz. Az ama öz...
Yetmedi ama...
Yetmezdi tabii.
İ- Tabii... Bu öğrendiklerinizin izlerini çok, çok güzel olan şiirlerinizde görüyoruz.
M- ... "Yoo... Benim şiirlerim değil onlar," diyor.
İ- Kimin, efendim?
M- ... "Sizin okuduklarınız benimkiler değil," diyor.
İ- ??? Kaygusuz Abdal adıyla...
M- ... "Sizi aldatmıyorum ama, bir Kaygusuz Abdal yok" diyor.
İ- Kaç tâne var?
V_ Bir sürü... Üç-beş... Ben bir ufak bölgenin saz şâiriyim.
İ- Hiç yayılmış, yayınlanmış eseriniz var mı?
M- .. "Yok," diyor... "Ben o kadar meşhuru değildim," diyor...
İ- Hangi bölgede yaşadınız?
M- ... "Bursa'da," diyor...

Şimdi burada duralım, hem de uzunca... Hem Medyum, hem de Operatör gelen Varlığın "Kırk yol oldu kaynatırım kaynamaz" şiirinin sâhibi Alanyalı Kaygusuz Abdal (1341-1444) olmadığını biliyor... Buna rağmen dinliyor... Bakalım ne çıkacak, diye ... Yalnız Varlık hem bir ölçüde bilgili, hem de kurnaz... Belki bilgi için Medyum'un şuurundan, şuuraltından yararlanıyor ama, diğer Aldatıcı Varlıklar'a benzemiyor. Kurnazlığı ise "Bir Kaygusuz Abdal yok, üç-beş" demesi... "17. Yüzyıl" diye eklemesi... Her nekadar o târihte ne Medyum, ne de Celse İdârecisi Alanyalı Kaygusuz Abdal hakkında isminden ve bir-iki şiirinden başka birşey bilmiyor idilerse de, yine de Varlığı ondan ayırabilecek kapasitede idiler. Varlık "Bir Kaygusuz Abdal yok, üç-beş" diyerek bizlere yeni bir araştırma görevi yüklüyor. Olur mu, olur!.. Yunus bir tâne mi?.. Değil!.. Emrah bir tâne mi?.. Değil!. Nesimî de değil!..

Herkes bilir ki, Yunus Emre'nin şiirlerine başka Yunuslar'ın şiirleri karışmıştır. O "Başka Yunuslar"ın sayısının 14 olduğu tesbit edilmiştir. Yunus Emre'ye âit olmayan şiirler ancak dil, üslûp, vezin farklılıkları ile, ve zorlukla ayırt edilebilir.

Öte yandan Erzurumlu Emrah (1775-1854) gibi Ercişli Emrah da vardır... Böyle olunca, "Acaba bir başka Kaygusuz şâir var mı?" diye düşünmeden edemiyoruz. Zâten kurnaz Varlık ta bunu istiyor. "Ben sizi, 'o bildiğiniz Kaygusuz'um' diyerek kandırmaya çalışmıyorum, ben başka Kaygusuz'um" diyor. Nasıl itirâz edeceksiniz?.. Aradık... Başka Kaygusuz adlı, hele Kaygusuz Abdal adlı bir şâir bulamadık. Böylece "üç-beş" Kaygusuz Abdal" imâsı doğru çıkmadı. Ama Varlık bundan şüphelenmemizi " Ben bir ufak bölgenin saz şâiriyim. Ben o kadar meşhur değildim" diyerek ve "Bursa"yı işâret ederek önlüyor. Anladığımız kadarıyla zarar verme maksadı olmayan, konuşma ve dinlenme arzusunda bulunan Vasat-altı veya belki Vasat bir Varlık... Bilim hakkında söylediklerinin doğru olup olmadığı hususundaki tartışmaları size bırakıyoruz... Öyle boş lâflar da değil.

Celse'ye devam edeceğiz ama, bunca atıftan sonra Kaygusuz Abdal'ın o meşhur şiirini vermeden geçmez olmaz... Bakalım o Kaynamayan Kaz ne imiş:

Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurudan
Kırk yıl oldu kaynadırım. kaynamaz!

Sekizimiz odun çeker
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk yıl oldu kaynadırım. kaynamaz!

Kaza verdik birkaç akça
Eti kemiğinden pekçe
Ne kazan kaldı, ne kepçe
Kırk yıl oldu kaynadırım. kaynamaz!

Kaz değilmiş be bu, azmış!
Kırk yıl kaf dağını gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk yıl oldu kaynadırım. kaynamaz!

Kazı koyduk bir ocağa
Uçtu gitti bir bucağa
Bu ne haldir, hacı ağa?
Kırk yıl oldu kaynadırım, kaynamaz!

Kazımın kanadı selki
Dişi koyun emmiş tilki
Nuh Nebi'den kalmış belki
Kırk yıl oldu kaynadırım, kaynamaz!

Kazımın kanadı sarı
Kemiği etinden iri
Sağlık ile satma karı
Kırk yıl oldu kaynadırım, kaynamaz!

Kazımın kanadı ala
Var yürü git güle güle
Başımıza kalma belâ
Kırk yıl oldu kaynadırım, kaynamaz!

Suyuna biz saldık bulgur
Bulgur Allah deyü kalgır
Bre yârenler, bu ne hâldir
Kırk yıl oldu kaynadırım, kaynamaz!

Kaygusuz Abdal, n'idelim
Ahd ile vefa güdelim
Kaldırıp postu gidelim
Kırk yıl oldu kaynadırım, kaynamaz!

Ne dersiniz?.. Üstat Kaygusuz neden bahsediyor?.. Siz düşünün, bir dahaki buluşmada söyleşiriz.

İdâreci- Hangi bölgede yaşadınız?
M-.... "BURSA'da" diyor...
İ- Bursa'da sizi bilen var mıdır şimdi?
M- .... Valla, bir "GÜLÇİLER KÖYÜ" (?) diye birşey söyledi... Var mı acaba?
İ- Araştırırız... Orada sizin şiirlerinizi söyleyen var mı?
V- Söylemezler... Niye, biliyor musunuz?.. Ben zâten başkalarının şiirlerini
daha çok okurdum... Anladınız mı?..Yâni, ben "âşık" değildim, "saz şâiri" idim.
M- .... "Beni severlerdi," diyor...
V- Köyde, kasabada ararlardı. Sesim güzeldi...Tanımazlar ama... Kalıcı birşey
yapmadım ki!..

Köyün adı tam anlaşılamadı ama Celse'de üzerinde durulmamış... Araştırdık... Bursa'nın Büyükorhan, Gemlik, Gürsu, Harmancık, İnegöl, İznik, Karacabey, Keles, Kestel, Mudanya, Mustafakemâlpaşa, Nilüfer, Orhaneli, Orhangazi, Osmangazi, Yenişehir, Yıldırım diye kazâları, yâni ilçeleri var... Bu ilçelere bağlı da şu köyler var (Parantez içindeki bağlı olduğu ilçe):

Adaköy (Mustafakemâlpaşa), Adaköy mahallesi (Gürsu), Adliye (Gemlik), Afşar (Yenişehir), Ağaçhisar (Orhaneli),
Ağaçlı (Mustafakemâlpaşa), Ağaköy mahallesi (Gürsu), Ağlaşan (Kestel), Ahmetbey (Osmangazi), Akalan (Orhaneli),
Akarca (Mustafakemâlpaşa), Akbaşlar Köyü (İnegöl), Akbıyık (Yenişehir), Akçabük (Orhaneli), Akçakoyun (Karacabey),
Akçapınar (Keles), Akçapınar (Mustafakemâlpaşa), Akçapınar (Yenişehir), Akçasaz (Büyükorhan),
Akçasusurluk (Karacabey)...

Ohooo!.. Amma da çok köyü varmış Bursa'nın!.. Böyle alfabetik gidersek, bitiremiyeceğiz. Biz sâdece "G" harfindekileri alalım:

Garipçetekke (Mustafakemâlpaşa), Gazioluk(Orhaneli), Gedelek (Orhangazi), Gedikler(Büyükorhan), Gedikören(Harmancık), Gedikpınar (İnegöl), Gelemiç (Keles), Gemiç (Orhangazi), Geynik (Büyükorhan), Girencik (Orhaneli),Gökçe (Nilüfer), Gökçeler (Harmancık), Gökçeören (Osmangazi), Gökçesu (Yenişehir), Gököz (Keles), Göktepe (Orhaneli), Gölbaşı (Kestel), Gölcük (Kestel), Gölecik (Karacabey), Gölkıyı (Karacabey), Göllüce (İznik), Gölyaka (Orhangazi), Gönü (Karacabey), Göynüklü (Mudanya), Gözede (Kestel), Gülbahçe (İnegöl), Güller (Mustafakemâlpaşa), Güllüce (Mustafakemâlpaşa), Gülözü (Harmancık), Gümüşpınar (Orhaneli), Gündoğdu (Mustafakemâlpaşa), Gündoğdu (Osmangazi), Gündüzlü (İnegöl), Günece (Yenişehir), Güneybayırı (Osmangazi), Güneybudaklar (Osmangazi), Güneykestâne (İnegöl), Güngören (Nilüfer), Güngörmez (Karacabey), Gürle (Orhangazi), Gürmüzlü (İznik(, Güveçdere (Mustafakemâlpaşa), Güvem (Mustafakemâlpaşa), Güvenli (Gemlik), Güzelyurt (İnegöl)

Bizim tesbitimiz, GÖKÇELER, GÖKÇEÖREN ve GÜLLÜCE köy adlarının Celse'de duyduğumuz fonetiğe yakın olduğu şeklinde... GÖKÇELER tercihimiz ... ve bunu Varlığın lehine bir puan olarak kaydediyoruz. % 100 emin olmasak ta!.. Kanaatimiz o ki, artniyetli değil, ve bir çaba içinde...

İdâreci- Sizi daha iyi tanıyıp sevebilmemiz için,
bize söylemek istediğiniz var mı, kendinize âit?
Varlık- İşte söyledim, bunlar... "Sizi bir daha gördüğümüz zaman nasıl
tanıyacağız?" demek istiyorsan, beni ilk gördüğü zamanki gibi görürsün... O bilir.
İ- Tamam.
V- Saz olmıyacak elimde... Ayakta... Ağaçların altında...
İ- Medyum'a, sâdece sizin verebileceğiniz bir görüntü ile görününüz. Onu bilsin.
V- Tamam... Ben bunu veririm. Benden aşagıdakiler bu şeyi yapamazlar.
Yukardakiler için de zâten mesele yok.
İ- Ben, "Sizinle yapacağımız sohbetlerde hangi konuları ele almamız gerekli?"
diye, sizi daha iyi tanıyabilmemiz için... Onu demek istemiştim.
V- Valla, aslında sohbete benim niyetim yoktu. Fakat biraz seni
(Medyum'u) yatıştırmak için geldim.... İsterseniz yapabilirim...
Yapabiliriz, yâni...
İ- Bugün için değil de, bundan sonraki günler için.
V- Bugün için de mümkün... İstiyorsanız...
İ- Medyum'un durumu önemli esas.
V- Farketmez.
İ- O zaman bir soru... Biraz evvel, "Bilgide şüphe iyidir" dediniz.
V- Evet.
İ- Peki... İmânda şüphe olursa, ne olur?
V- Yok, o olmaz!.. İMÂN BÜTÜNDÜR... Benim mantığım bunu almıyor.
İ- Biraz açıklar mısınız?
V- ... "Ben iyi insanım" denebilir. Kimseye kötülüğüm olmadığı için iyiyim,
ama bilge değilim. Onun için büyük cevap veremiyeceğim. Fakat çalışayım...
İ- Efendim?
V- Fakat, isterseniz, çalışayım. Biraz düşüneyim.
İ- Memnuniyetle.
V- ... Bak, şöyle birşey geldi aklıma... Şimdi Bilim, birçok şeyden kurulu...
Birşey bulunuyor, oradan yeni şeyler çıkıyor. Yeni şeylerden birşeyler daha
çıkıyor. BİLİM SONUNDA BİR BÜTÜN OLUYOR...
(Aslında) BÜTÜN OLMUYOR...
Bütün'de ileri doğru uzanan birşey hâlâ var. Ama şöyle: Bütün'e yakın...
İMÂN, BAŞTA BÜTÜN!.. Tamam mı?
İ- Tamam. Çok güzel.
V- Bunu ben yeni buldum. Düşünmemiştim. İMÂN BÜTÜNDÜR diye biliyordum.
Böyle bir örnek düşünmemiştim.
İ- Müsaade derseniz, Cevat Bey birşey söyliyecek.
V- Buyursun.
Cevat Bey- Efendim, lûtfedip bu Bütünlük deyimini biraz daha açıklar mısınız?
V- ... TANRI'yı alın... Ya inanılır, ya inanılmaz... İşinize geldiği zaman inanıp,
işinize gelmediği zaman inanamazsınız!.. İMÂN BÜTÜN derken, biz bunu
kastettik... Oruçtan bahsediyorsunuz. "Zayıflık için oruç tutuyor" diyorsunuz.
Şunu diyorsunuz, bunu diyorsunuz. Oruca ya inanılır, ya inanılmaz.
İnanılırsa, o bütün vecibeleri ile tutulmak için tutulur.
İMÂN BÜTÜNDÜR derken, yine bunu kastettik... Namaz... Hac... Bunlara inanç
tüm olur. tümü doğrudur. "Ben hacc'a inanıyorum da, namaz'a inanmıyorum"
diyemezsiniz. Mâdem ki, bu inanç iyidir, tümü doğrudur... Bunu tartışmayın!..
Yarısı doğru, yarısı şey
(olmaz) ... BÜTÜNLÜK'ten bunu kastettik.

Bilim bu anlamda bütün olmadığı için, şüphe götürür. Doğrular da tartışılabilir.
Bilimde ilk önce doğru olan birşey, sonra yanlışlığı ispatlanır. Fakat İmân'da
böyle değildir. Onu kul yapmadı çünki... O yanlış olamaz.17'de (17. Yüzyıl'da
yâni) doğru olan, 21. Yüzyıl'da da doğru olacaktır. Bir bütünlük vardır... Sanki
bu "kutsal çember" gibi birşey..

İ- Efendim, iyi anlaşıldı... Yalnız Kur'an-ı Kerim'de belirtildiği gibi, insan
zayıf... Bu dinin icâblarını yapmaya çalışsa dahi, çeşitli sebeplerden kendini
tam veremediği hâlde, bütün çabasına rağmen, bu bütünlükte bir kusur
oluyor mu?
V- Ben... Tabii... Ben ama söylerken, "insan şuna ya tam inanır, "dedim. "Tam
olarak yapar, veya yapmaz" demedim... İnanmak başka şey, yapmak başka şey...
Siz, meselâ, oruç tutmaya inanırsınız, mideniz hastadır, tutmazsınız. Zâten bunun
için izin de var... Ben İnanç'tan bahsetmiştim... Yoksa bir takım imkânsızlıklar,
zâten bu herkes için mümkün olsaydı, "kimlere oruç farz değil" diye bir takım
şeyler söylenmezdi... Öyle değil mi?..
İ- Evet.
V- Meselâ, oruç tutmayan bir adam, zenginse eğer, "fakire şu kadar verecek"
diye birşey çıkmazdı zâten. ben İnanç'tan bahsetmiştim. Tabii iyiniyetin de şeysi
var bu arada... Siz kandıramazsınız hiç kimseyi, "Ben hastayım da, onun için
oruç tutmuyorum" diye... En iyisi bunu yekten söyleyin, daha makbûldür bence!..

Ben bilgelik etmiş olmıyayım... Ben kendi düşüncelerimi söylüyorum.

İ- Bizim için mühim olan bu zâten... Şimdi kısa olmak üzere, Ümit'in bir
sorusu var.
Ümit- Bu bilimin bütünleşmesinden ne kastediliyor?
V- Bir çok bilimlerdeki bütünleşme kastediliyor. Bioloji'de doğru olarak, meselâ,
kabul edilen birşey... Diyelim ki, Fizik'ten, Kimya'dan bulunan şeyler ile kuvvetleniyor.
Böylece bilimlere arasında bütünleşme oluyor... Tamam mı?..
Fakat bu ileriye dönük, açık bir bütünleşme.
Ümit- Yalnız ihtisaslaşma var. Bence ilim bütünleşmeye değil, özelleşmeye çalışıyor.
V- Şimdi her bilimde kendi dalında yapmaya çalıştığı şeyler var. Fakat bir de
bunların hepsinin birden yapmaya çalıştıkları şeyler var. Bu da diyelim ki, daha
modern bir hayat... Tamam mı?... Meselâ Kimya aynı şeyi yapmaya çalışıyor.
Fizik aynı şeyi yapmaya çalışıyor, Matematik aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Araç
olarak diyelim... Sonunda bunlar daha iyiye, daha güzele ulaşmak için... Şimdi
Fizik tek başına birşey yapmıyor... Veya bir âlet yapılacak, bunda hepsinin
katkısı olacak.
Ümit- Matematiği şey olarak şey yaptınız.
V-Tabii belki ama... Benim bilgim dışı bu... Yâni, artık 17. Yüzyıl'da yaşamış
bir kişiye böyle sorular...
Ümit- O bakımdan söylemedim. Sâdece verdiğiniz örnekte...
V- Şimdi benim söylemek istediğim şuydu: Ben Fizik, Kimya'dan bahsederken,
bunların gerçekten
ne olduğunu bilerek bahsetmiş değilim. İlk önce bunu
söyliyeyim. Bilim olarak benim aldığım, bizim çağımızın bilimi Din bilimiydi.
En azından benim yaşadığım bölgede. Bilmiyorum, başka taraflarda ne oldu ama...
Ümit- "Din Bilgisi" dediniz. Onun üzerinde birşey sorabilir miyim?
V- Bileceğim birşeyse, sorun tabii.
Ümit- Eğer bir kimse oruç tutmuyorsa, onun yerine bir başkası tutabilir mi?
V- Evet.
Ümit- Hakikaten o oruç TANRI tarafından kabul ediliyor mu? Çünkü orucun bir
amacı var.
V- Doğrudur.
Ümit- O zaman para ile alınmış olunmaz mı?
V- Hayır... Yoo... Bakın, bu biraz bildiğim sayılır. Bildiğim değil de... yâni
"epey bildiğim" diyeyim, daha doğrusu, bildiğim birşey sayılır.... Düşünün...
Zengin dediğin adam oruç tutmıyacak... Değil mi?
Ümit- Evet.
V- Oruç tutamıyacak durumda... Tutmuyor... Günah değil... Ama tutmamak
sevap da değil... Ee, bir kişiyi doyuracak... Bir kişiye para verecek... E, bu sevap
değil mi?
Ümit- Bunu zâten zekât, fitre gibi birçok yoldan...
V- Fakat bir kere veriyor... Fitreyi bir kere veriyor. Bunu 30 gün yapıyor...
Bir kişinini karnını doyurmuş oluyor. Bu bence doğru, yâni.
Ümit- Ama orucun getirdiği bir fayda var.
V- Onun için fayda değil. Bir fayda getirmiyor. Getirse, tutacak. İyi niyetli
olduğunu düşünürsek...
İ- Evet. Bir de o kişiyi orucun getirdiği faydadan faydalanmasını sağlarsak,
sevâba girmiş oluruz.
V- Tabi ya... Evet.
Ümit- Parayı alıyor ama, gerçek olarak tutuyorsa, bu faydaları var.
V- Tutabilecek olana verir parayı, tutturur.
(Medyum huzursuzlanır)
İ- Hayır... Biraz sonra uyandıracağım sizi... Cevat Bey soruyor.
Cevat Bey- Bu "bütünleşme" deyimi bizi çok etkiledi. Acaba bu, Ruhlar Âlemi'ne
intikâl edenler Tekâmül ettikçe, bir bütünleşme içine giriyorlar mı?
İ- Bu uzun bir soru... Bugün mü cevap vermek istersiniz?
V- Soruyu anlıyayım. İsterseniz, düşünürüm, isterseniz...
İ- Ben tekrarlıyayım: Ruhlar Âhıret'e intikâl ediyorlar. Orada bir kaynaşma,
bir bütünleşme oluyor mu, Tekâmül ettikçe?
V- Ben bunu, tabii en doğru olarak, kendi şeyimden faydalanarak
cevaplandırabilirim.
İ- Tabii.
V- Şimdi Burada'ki Ruhlar arasında sizin anlıyacağınız bir anlamda bütünleşme
yoktur. Herkes Burada kendi Tekâmülü için çaba gösteriyor... Valla, bilmiyorum,
benim Bulunduğum Yer'de mi... karşılıklı anlayış, sevgi, bir güleryüz var...
Fakat Tekâmül, böyle yapmakla biz birbirimizin Tekâmülüne yardımcı oluyoruz.
O bana iyilik yapmakla kendi Tekâmülünü hızlandırıyor. Ben ona iyilik yapmakla
kendi Tekâmülümü hızlandırıyorum. Bütünlüğü bu anlamda alıyorsanız, var...
Fakat Buradakiler'in hepsinin birleşip "bu Tabaka'nın olduğu gibi Tekâmülü" diye
birşey yok!..

Bir kum saati düşünün... Tamam mı?.. Kum saati... Bak, hemen en iyi misâllerden
birisi... Hani o dar yerden geçiyor... Biraz daha aydınlığa... daha aydınlığa...
Böyle, böyle...

İ- Çok güzel, Üstâdım... Ayrılmadan önce bir ricam var.
V- Fakat bak, şunu tekrar söyliyeyim: Ben Tekâmül etmiş sayılmam ama...
Kafa köylü kafası... Tamam mı?
İ- Anlıyorum.
V- "Halk zekâsı" derler ya, işte o tip
(tarafından) cevaplandırılacak soru sorun.
İ- Tamam... Şimdi Medyumumuz'un himâyesini üzerinize alın...
Aşağıdakiler'in aşırı müdâhalelerinden koruyunuz.
M- ... "Bu bir lûtuftur bizim için" diyor...
İ- ALLAH'tan bu vazifeyi isteyiniz.
V- Severek!... Bu benim Tekâmülüm için de iyi... Bu benim için daha iyi, sizden.
Kabul etmemek diye birşey düşünülemez!
ÇOK İYİ BİR FIRSAT BENİM İÇİN!... ALLAH sizden râzı olsun.
SİZ NE YAPTIĞINIZI BİLMİYORSUNUZ BELKİ!..
İ- İnşaallah bu vazifeyi hakkıyla yapabilme fırsatı bulur ve Tekâmül etme imkânı
sağlarsınız.
V- İnşaallah.
İ- ALLAH'a ısmarladık (gelecek buluşmayı).
V- Gülegüle.
İ- Temâs'ı kesiniz... Ve son derece rahat olarak sür'atle aşağı doğru ininiz.
Ruh ve beden münâsebetleriniz birleşmek üzere...

Varlığın seviyesi belli... Bâzı söyledikleri doğru, o bölgeyi büyük harflarle vurguladık... Bâzı sözleri de tartışmalı, hattâ yanlış... Burada önemli olan Varlık, kendi kapasitesini biliyor. Ve "Ben Tekâmül etmiş sayılmam. Kafa, köylü kafası... söylediklerimi ona göre değerlendirin" diyor!.. Bu çok önemli... Ah, keşke bunları Sâdıklar Plânı'nü, P'taah'a, Kuthumi'ye, Hathor'a, RA'ya da söyletebilsek!..

Celse sonunda İdâreci'nin yaptığı, yâni Varlık'tan Medyum'u Himâye etmesini istemesi riskli bir olaydır. Varlığın öyle Üstün olmadığı biliniyor. Eğer Medyum kendini tamâmen bırakırsa, ortaya bir Obsesyon durumu çıkabilir. Ancak hem bu Varlık kötülük yapma temâyülünde değil; hem de böyle bir vazife onun dikkatini kendine döndürmeye sevkedebilir. Ne kadar memnun olduğunu gördünüz. Başarabildi mi?.. Bunu daha sonraki Celseler'i fırsat bulur da incelersek, göreceğiz.

İMÂN elbette BÜTÜNDÜR. Yarım imân olmaz!.. Fizik, Kimya, Tıp gibi ilimlerde her gün yeni birşey keşfediliyor. Yâni o bilimlerin sonu yok, Bütün değil, tam değil, eksik. Bütün'e doğru ilerliyorlar. Varlığın açıklaması bizce doğru.

Bizim bir İMAN VE İNKÂR Celsemiz var. İnşaallah ilerde tümünü veririz. Oradan bir bölüm:

Varlık: Ulu Ârif Çelebi
Medyum: Olcay
Târih: 27 Şubat 1968
Usûl: Hipnoz yoluyla rûhî infisâl

Celse İdârecisi- Muhterem Üstâdım, İnkârdan inanmaya, inanmadan imâna nasıl geçilir?
Varlık- Şiöyle birşey söyliyeyim: Bir bardak alın... Bunun içine su koyun...
Su ne olur, yarısına kadar?.. Bardağın içinde... Doldurun bardağı!.. Tam ağız seviyesine kadar...
Su yine bardağın içinde... Bunun üzerine bir bardak daha su ilâve edin... Ne oldu su?
İ- Taşar!
V- Döküldü, değil mi?... İşte bu!.. İşte bu!

İnkâr şüpheler yumağıdır. Bardak boş, daha doğrusu şüphe doludur.
Su koydukça, şüpheler azalır, inanç belirir ama tereddüt vardır.
Bardak taştı mı, artık şüpheye yer kalmamıştır. İMÂN'DA ŞÜPHE YOKTUR!..

ORUÇ farizesine gelince; Kur'an-ı Kerim'de şöyle yer alır:

- "Ey imân edenler!.. Sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı.
Umulur ki sakınırsınız."

- "(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa
tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin
üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden
bir hayır yaparsa, bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız,
-eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır."

(Bakara Sûresi, 183-184. Âyetler)

Oruç tutmakta zorlanan ya başka günlerde tutar, ya da fidyesini, keffâretini verir... Yalnız din adamlarının bu hususta söyledikleri bizce eksik... Fidyeyi SÂDECE hastalığından dolayı oruç tutamıyanların vereceği tarzında açıklamalarda bulunuyorlar. Bizce, oruç tutabilecek hâldeyken TUTMIYANLAR da fidye vermeli, tutmadığı orucun yerine!.. Bu hem onların affına yol açar diye umulur, hem de fakirlikten her gün "mecbûrî oruç" tutmak durumunda kalanlara bir nebze destek olur.

Din adamlarının ikinci kusuru, her yıl fitre miktarını açıklarken bunun ödenebilecek "en az" fitre olduğunu belirtmemeleri!.. Şimdi Mehmet Efendi kendi bütçesine göre kişi başına 14 lira fitre verirken; Koç Holding ve nice şirketlerin patronu, Fenerbahçe'yi borçlarından kurtarmak üzere harekete geçen Vehbi Koç'un torunu Ali Koç da mı 14 lira fitre verecek?.. Hele Ali Koç oruç tutmuyorsa, her gün bir fakir doyururken Mehmet Efendi'nin fidyesi kadar mı verecek?.. Hayır!... Herkes KENDİ YEDİĞİ'nden verecek!..

Bu kural, yeminini bozanların "keffâreti, âilenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak, ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır" şeklinde Mâide Sûresi, 89. Âyet'te yer alır da, kimse üzerinde durmaz!..

Yalnız Celse'de tartışılan konu hastayken oruç tutamamak ve fidye vermek değil. Birinin tutmadığı orucu, bir başkasına para ile tutturması!.. Böyle birşey dînen mümkün mü?.. Mûbah mı?.. Oruç ve namaz gibi ibâdetler, mükellef olan her Müslüman'ın yapması gereken şahsî farzlardır. Hiç kimse onun yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. Bu bir kuraldır.

Ancak bâzı kimseler, Peygamberimiz'in "Hiç kimse başkası adına oruç tutamaz, kimse de başka biri adına namaz kılamaz. Ancak onun adına yemek yedirebilir" hadisinden hareketle, oruç borcuyla ölen bir kimsenin adına yemek yedirme, "her gün bir fakir doyurma" veya bir günlük fidye olarak para verme uygulaması çıkmış, ortaya başka hadisler atılmıştır... Öğrenci Ümit böyle bir uygulama olamıyacağı düşüncesiyle sorusunu soruyor, Varlık ta bu uygulamayı sırf "fakirlerin karnı doyuyor" diye uygun görüyor!.. Ümit'in ısrarı, oruçta esas gâyenin "nefis terbiyesi" ve "yardımlaşma" olması üzerine... Bence ikisi de kendine göre haklı, burada bir mesele yok!..

İlk başlarda Ramazan ayında kadınlarla ilişkiye girmek yasaktı. Sonra Araplar dayanamayınca, âyet ruhsat verdi:

- "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı.
Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin,
nefislerinize ihânet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı.
Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti,
sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için,
sonra geceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın.
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın!
İşte Allah, insanlara âyetlerini böylece açıklar. Umulur ki sakınırlar."

(Bakara Sûresi, 187. âyet)

Çünkü maksat aç kalmak veya kadından tümden uzak durmak değil!.. Gâye, egoyu kontrol altına almak, benlikten uzaklaşmak... Şâirin dediği gibi:

Onbir aya Sultan gibidir şol Ramazanlar
Pek çok yanılır savmı bir aç gezme sananlar
Nefs bende olur, işte budur fayda oruçtan
Zinnûr Ramazan'dan içi şaf aşk olan anlar

İlk iki mısra açık ama, bir de biz tekrarlıyalım: Ramazan ayı diğer onbir ayın Sultanı gibidir, çünkü daha bilerek, duyarak yaşanır. Oruc tutmayı bir aç gezme, bir perhiz, bir diyet, bir zayıflama vesilesi sananlar çok yanılır. Zirâ oruçla nefis kul olur; insanın bütün hırsı, kini, öfkesi, şehveti, bencilliği kontrol altına alınmış olur ki, işte orucun esas gâyesi, faydası budur. Çifte nurludur Ramazan... Kendi nurludur, diğer onbir aya nur saçar. İnsanı o onbir ayda da Ramazan'daki gibi yaşamaya sevkeder. Çifte nurludur. Hem oruç tutana, hem de onun çevresindekiler nur saçar. Ama ne var ki, Ramazan'ın gerçek değerini ancak içinde saf ALLAH aşkı bulunanlardan başkası anlamaz. Ancak HAK âşıkları anlar!

Haa, Kaygusuz Abdal'ın kırk yıl kaynamayan kazını unuttuk!.. Ne ola ki?..

Böyle konularda sır verilmez, herkesin kendisinin bulması istenir ama, bir kere vaadettik, söyleyelim: Üstat kendi nefsinden şikâyet ediyor!.. "Bir türlü adam edemedim" diyor; etmiş olmasına, ermiş olmasına rağmen!.. Büyükler böyledir. Tevâzu sâhibidirler, yaptıklarını hiç yeterli görmezler... Biri de şiiri anlamamış gerçek kaz zannetmiş, "kırk yıl"ı yanlış sayıp, "kırk gün" diye çevirmiş!..

İşte böyle!... Uzun bir Celse'yi tamamladık. Öyle Uzaylılar'la falan görüşmedik ama, sıradan bir Varlık'la kurulan İrtibat'tan pek çok ders aldık. Oruç ve İmân konusundaki bilgilerimizi tâzeledik... Darısı inceleyecek olan sizlerin başına!..

****

Aşağıdaki Celse'de Pâkize'nin kurtulmaya başladığını göreceksiniz.

Varlık: İsmini Vermeyen Varlık, Pâkize
Medyum: Tuğrul
Celse İdârecisi: Ruhî Selman
Târih: 27 Ekim 1974
Usûl: Hipnoz yoluyla rûhî infisâl

İdârec- Gâyet rahat ve sâkin olarak yükselin.
Medyum- .......................
İ- Gâyet rahat olarak yükselin.
Varlık-....... Seninle konuşmam çok fazla olmayacak...
Medyum- ..... Gidiyor....
İ- Kim bu?
M-.... O....
İ- Bize kendini tanıtsın.
V- .... Söyliyeceğim ismin ne önemi var?.....
İ-
(Varlıkla özel görüşmeden sonra) Peki, dostum.
Müsaadenizle ayrılalım. Temâsı kesin ve inmeye başlayın.
M- ....... Pâkize var....
İ- Dua ediyoruz.
Varlık- Sağolun...
M- .... İyi.... Bugün siyah bir başörtü örtmüş.... Bir şey takmış başına...
Kaşlarının üstüne kadar indirmiş... Böyle süklüm püklüm gibi...
İ- Bir arzusu var mı/
M- ..... "İşletmedim. Ona söyleyin," diyor.
İ- Teşekkür ederiz, aldatmadığı için... Kendisi de rahatlamış olmalı.
V- Zâten rahatlığım belli değil mi?... Kendisi de hissetmedi mi?
İ- Daha da rahat olacaksın.
V- İnşallah... Benim sıram gelecek... Siz istiyorsunuz gene beni.
İ- Tabii.
V- Ama unutmayın.
İ- Tabii... Bize bir takım tezâhürlerde bulun. Yapar mısın?
V- Yapmam.
İ- Ama faydalı olur.
V- .... Onu düşüneyim ben... Faydası olursa...
İ- Olur.
V- Öyleyse yaparım.
İ- Ama kendini fazla zorlama.
V- Saati gelsin, yaparım.
İ- Çok güzel.
M-.... "Masa yapacağım" diyor.
İ- Peki.... Temâsı kes, inmeye devam et.

****

Medyum Tuğrul'dan son bir Celse daha... Başkaları var ama, bu kadarı yeterli...

Varlık: Medyum'un halası, Hacı Bektâş-ı Veli taklidi : Mevlevî taklidi
Medyum: Tuğrul
Ceelse İdârecisi: Ruhi Selman
Târih: 22 Kasım 1974
Usûl: Hipnoz yoluyla rûhî infisâl

İdâreci- Gâyet rahat olarak yükseliyorsun...... Huzur içinde....
Hiç bir yere takılmadan...
Medyum- ..... Ağbi, annemin bir teyzesi vardı, "hala" diyordum...
O geliyor aklıma hep... Öldü....
(Neden aklına geliyor acaba?)
İ- Ne kadar old?
M- 5-6 sene...
İ- Herhangi bir fikir alıyor musun?
M- ...Alıyorum... Affetmek üstüne yine... "Beni sevmezdin" diyor...
Pek ben ona dua etmem... Teyzeme ederim ama, onu pek sevmem...
Aslında burada şimdi kimseyi kötülemek istemiyoru ama, konu affetmek olduğu
için... "affetmek" diyemem, büyük olduğu için... Hoşgörmek lâzım...
İ- Büyüklerin büyük olması, onların hatâ yapmayacağı anlamına gelmez ki...
Onun için onların da affedilecek tarafları vardır. Onun yaptıklarına hoşgörme
hissi geliyor mu?
M- Geliyor.
İ- Biz de dua ediyoruz... TANRI affetsin... Peki, irtibatı kes, yükselmeye
devam et.
M- ....... Ohh!....... Ohhh!....
İ- Sükûnetle anlat gördükleri.
M- ... Ağbi.... yanılıyor muyum?.. Şey var....
(çok heyecanlanır).
Hacı Bektâş-ı.... Hacı Bektâş-ı Veli Hazretleri....
Ağbi.... Göremiyorum aslında... fakat o... Niye, biliyor musun?... Onu görecek
kadar değilim... Ağbi, türbesini gördüm...
İ- Sükûnetle... heyecanlanmadan.
M- .... "Şu anda sâdece görürsün" diyor... "hissedersin ve ne olduğunu...."
"dediklerini yaptığın anda gençemten konuşurum seninle... Yap dediklerini!"
İ- Bir tek ricâmız var. kabul eder mi acaba?
Varlık- Ederim.
İ- Evvelce aldatmalarla karşılaştı... Bu sefer aldanmadığına inanması için bir sual
sormama müsaade eder misiniz?
V- Ederim.
İ- Sizin bâriz bir vasfınız vardır vücudunuzda. nedir?
V- Sol omuzumda ben.
İ- Başka?
V- ??? Alnımda...
İ- Ne renk?
V- Kahverengi.
İ- Bunlar kitaplarda yazılı olanlar değil... Acabe Medyum yanlış mı aldı?
V- ... Yanlış almıyor, ben aldatıyorum....
İ- Niye?
V- Ben o değilim...
İ- Sizinle maalesef görüşemiyeceğiz... Kes İrtibatını ve yükselmeye devam et!...
Hiç ilgilenme!... Onları düşünme!..
M- ..... Şimdi bir.... dere manzarası gibi bir şeye bakıyorum.... Fakat kayboluyor.
Niye ki?
(Çünkü İmaj zayıf... Verenin gücü yetmiyor)
İ- Seni engellemeye çalışıyor... Artık etki edemiyecek sana!.. Kendini ne kadar iyi
hissediyorsan, o kadar İyi Varlıklar'la görüşeceksin!
M- .... Teyzemi görüyorum....
İ- Hangi teyzeni?
M- Öteki teyzemi...
M-... Valla iyi... Ama sanki onun İmajı bana başkası tarafından veriliyor...

(Medyum yine gözü kapalı ama aklen uyanık.... Hislerini çok iyi yorumluyor.
Herhalde bu İmajlar sevmediği, "hala" dediği teyzesi tarafığndan veriliyor.)
İ- Tamam... Bak, artık onun etkisinden kurtuluyorsun... Artık ona kızma...
Yalnız ilgin kalmadığını düşün... Kes Temâsını ve yüksel!
M-.... Bir şeyler görüyorum ama... Eski tekkeler var ya... Mevlevîler de... iki-üç kişi...
Ortada çorba tası gibi bir tas var... Fakat yüzler böyle... işte tiyatro oyuncusu sanki...
Bir tiyatro görmüş, onları hatırlıyorum gibi... Böyle bir tiyatro görmedim ama...
İ- Ne bakımdan?... Rol yapar gibi bir havaları mı var?
M- Hah, öyle!... Bilhassa bir tânesi...
İ- Şimdi onun Pâkize olduğunu düşün.... Bakalım, ne oluyor?
M- ... Kemâl olduğunu düşünüyorum...
İ- Değişiklik oldu mu?
M- ...... Suratlarını tanımıyorum ki... Adam yok ki!... O adamı hiç görmedim...
İ- Artık bütün gücünü kullanarak aldatmaya çalışıyor seni...
Sen silkip atabilirsin bunu...
M- .... Biliyorum gerçek olmadığını aslında da, onun üstüne çıkamıyorum.
İ- Ondan gelen etkileri önliyebilirsen, önün açılır... Durduramıyorsun,
kabul ediyorsun... Bütün ilişkilerini kes!.. Yok senin için artık onlar!..
M-.... Ondan gelen şeyleri.... hiç görmemiş gibi... yok!...
İ- Gelenleri hissetsen bile, etkisi kalmayıp Yukarı'ya yöneleceksin.
Çıkabilirsin... İnan!... O etkiler gittikçe zayıflayacak... Ve bir müddet
sonra pili bitmiş radyo gibi sesi kesilecek... Bütün gücümle seni
destekliyorum.
M- ...................... Şimdi... yalnız..... Gök küresi var..... Uzay var ya....
Orada belki milyonlarca yıldız vardır.... Öyle bir yerdemi kendimi
hisediyorum...
İ- Yükselmeye de devam ediyorsun.
M- Orada bir noktayım, meselâ... sağa sola giden... Bir arayış içinde
olan... Diğerlerinden bir tânesine çarpmak... Onu istiyorum...
İ- Çarpmıyacaksın... İlerde parlayan bir güneş göreceksin... Ona
yaklaşıp onun etrâfında bir uydu gibi döneceksin.
M- UYGUN DEĞİLİM....
(Hissettiği bir noksan var, herhalde.)
İ- Uygun mesâfeden dönersin zâten... Yanacak kadar yaklaşmazsın.
M- .... Şimdi o ışığı keser... Sonra bu arayışı birisinin yardımı ile
yapsam, olmaz mı?
İ- Tamam. Fakat öteki etkiden artık kurtulduğunu hissediyorsun.
O etki artık sende hiç bir şey yaratmıyor, değil mi?
M- ... Evet.
İ- Hiç artık ilgin yok onlan... Hiç bir şey yapamıyacak artık...
M- ... Değil de, şimdi şu arayış içinde bulunmakta başka birisinin
yardımına ihtiyâcım var.
İ- Tamam, anlıyorum... Fakat şimdi şöyle bir çevrene bak... Sana
hitap eden, parlak gelen bir küre, bir yldız var mı?
M- ....... Şimdi çağıranlar var da, ben cevap vermeye korkuyorum.
Yâni, "benimle görüş" falan gibi...
İ- Hayır. Sana uygun gelen, Parlak gelen?...
M- .... Evet.... Şimdi....
İ- Gerçekten sana huzur veren bir şey hissediyorsan, onu söyle.
Yoksa bugünlük kâfidir.
M- Bırakalım.
İ- Çok iyi... Şimdi çok rahat olarak inmeye başla.

Önce Medyum'un sevmediği ölmüş halası onu rahatsız ediyor... Sonra kim olduğunu bilmediğimiz bir Geri Varlık, Hacı Bektâş-ı Veli kılığında görünmeye çalışıyor... Yutmayınca türbe İmajı, Mevlevîler geliyor ama Medyum gene yutmuyor. Bir tiyatro oynandığının farkında... Geçmiş Celseler'de Orhan Kemâl diye görünen Varlık olduğunu sanıyor... Sonra Medyum'a Uzay İmajı verilince, İdâreci bunu kullanarak kendi İmaj'ını verip Medyum'u onların tesirinden kurtarmaya çalışıyor.

Medyum acaba niye böyle sıkıntılara düçâr oluyor?... Bunun sebebi bu Celse'de veriliyor. Medyum bir arayış içinde ve kendine bir yardımcı arıyor. Bir yardımcıya ihtiyaç duyuyor. Geri Varlıklar da bundan yararlanmaya çalışıyorlar. Medyum'un sıkıntıları 4 Nisan 1974 tarihli Celse'de de dile gelmişti. Çalıştıkça bu sıkıntıları azaldı, Varlıklar'ın etkileri de ortadan kalktı. Medyum üniversiteden mezun oldu, evlendi. Ufak çapta bir iş adamı oldu. Şimdi emekliliğini yaşıyor... Bu arada Medyum, Sonra bu arayışı birisinin yardımı ile yapsam, olmaz mı?" ve "Şu arayış içinde bulunmakta başka birisinin yardımına ihtiyâcım var"

****

"Hans, Hans" diye geçip durdu... Hans öğrenci Medyum Ümit'in Opsedörü... Bize gelmeden önce yakalamış Medyum'u... Bâzı yanlış hareketler yaptırıyor... Onu önlemek için Hans'la dostluk kurduk. Çok yalancı bir Varlık... Bizi kandırmak için çeşitli kılıklara bürünüp sözümona "tebliğ" veriyor... Biz de onu kırmamak için dinliyor, sonra nasihat ediyoruz. Bâzen de oldukça iyi şeyler söyler... Burada bir Celse'sini nakledelim de, görün.

Varlık1: Hans
Medyum: Ümit
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Târih: 20 Eylül 1973
Usûl: Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özel Celse

Medyum- ...... Hans, "Merhaba" diyor...
İdâreci- Merhaba.... Bir arzun var mı?
M- ... Size bir şey sormak istiyor... "Tekrar Dünyâ'ya gelmemi
tavsiye eder misiniz?" diyor.
İ- Zamânı gelince olacak... Ama önce kusurlarınızı ortadan
kaldırmanız lâzım.
M- .... "Annemin durumunu" dedi... "Onu görmek istiyorum."
İ- Onu bilemem... TANRI'ya yalvarın.
M- ... "Peki" diyor.... "Dünyâ'ya geleceğim ortamı bilmek istiyorum."
İ- Size bağlı bu ortam... Noksanınıza göre...
Varlık- .... Ama Dünyâ'ya gelirsem, sizin yanınızda gelirim.
İ- Peki. Müfide Hanım hakkında bilgi verecektiniz.
V- ... Müfide Hanım'ı uyutman lâzım... Aslında ne istediğini bilmeyen
bir tip. Korkuyor biraz da...
İ- Müfide Hanım konuşuyor.
M- Ne zaman kesin olarak bilecek, kesin olarak atlayabileceğini?
MH- Bilmiyorum. Siz ne dersiniz?
V- Belki yarın
(atlayabilir).. . Ama hiç kimseye güvenmiyorsunuz.
MH- Güveniyorum.
V- Niye uyumuyorsunuz
(öyleyse)?..
MH- Kafam boşalmıyor.
V- Demek zayıfsınız... Zayıf olan birinin mutlak birisine güvenmesi gerekir.
Bugün Perşembe... Sâdece Perşembe'yi düşünün!... Saat 11:00... Diğer
23 saati atın!... Sâdece bu ânı düşünün!... Sonra sâdece onu düşünün...
Aslında uyuyan çok kimse kafasını boşalttığı için uyumuyor... Kafasını
boşaltmak gereğini bilmek yeter. Uyuma isteğiyle birleşirse, olur.
MH- Beni kimse sevmiyor.
V- Bu dünyâda herkesi seven vardır. Sevmeseydi, Medyum uyumazdı.
Herkesi seven vardır. Bâzılarını sevenlere daha Yüksek'tir. Fark budur
sâdece... Sevdiklerini ispat için sizi de uyutacaklar.
İ- Fürüzan Hanım hakkında bilgi verecektiniz.
V- Fürüzan Hanım biraz işin gösterişinde... Çevresinden pek fazla
ilgi görmüyor. Uyursa, ilginin artacağını hissediyor. Aslında pek iyi
olmadığı halde, çok fayda gördüğünü söylüyor. Aslında pek değişiklik
olmamış durumda.
iİ Ama elinde doktor raporu ile geldi, düzeldi... Bayılmaları da geçti.
V- Aslında bayılmak istiyordu... Bayılmak çevrenin ilgisini çekmek içindi.
Şimdi yeni bir şey buldu, ilgi toplıyacak... Onun için dikkatli ol!..
İ- Esas derdi nedir?
V- Çocukluğu ile ilgili... Uyuttuğunda geriye götür onu... Çocukluğunda
iyi değilmiş. Hırçınmış... Ama sebebi âile problemi...
Vildan Hanım'ı nasıl buluyorsunuz?
V- .... Bir şey alabilirsem, söylerim.
İ- Çağıralım, isterseniz.
V- Hepsinin aklı burada zâten.
M- .... Sizin fikrinizi soruyor...
İ- Eğer bu üç kişinin birinde Medyumluk varsa, Vildan Hanım'dadır.
V- Evet... Yalnız her şeyin aşırısını istiyor.
M- .... "Dikkat et, bir şey yapabilir" diyor.
İ- Peki. Teşekkür ederim. Temâsı kesiniz ve ininiz.

Bu üç hanım hakkında da bizim Hans'ın söyledikleri doğru idi. İkisi zâten Celse'de bulunuyordu. Değerli Müfide Koryürek Hanım kısa bir süre sonra vefat etti... Kocasını kaybettikten sonra, uzun süre yalnız yaşamak durumunda kalmıştı. bu yüzden "Beni kimse sevmiyor" şikâyeti yerinde idi... Ne diyelim, ALLAH kimseyi o kadar uzun süre yalnız bırakmasın!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM ve RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - MEKTUPLAR