BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

BİR OBSESYON VAK'ASI

Bu sefer size bir OBSESYON, yâni halk arasında MUSALLAT diye bilinen bir vak'a sunacağız. Bu önemli. Çünkü çevremizde bulunan neden öyle tuhaf ve ters davrandığını anlıyamadığımız kişileri tanımlıyabilmek, hem de bu Rûhî Çalışmalar'ın gâyelerinden birini anlatmak istiyoruz.

OBSESYON iki türlü olur. Biri, Geri Ruhlar'dan bir veya birkaçının zayıf irâdeli bir insanı, istediklerini yaptırmak, hattâ öldürmek amacıyla tesir altına almasıdır. Bu, Geri bir Ruh'la Celse esnâsında İrtibât'a geçmekten farklıdır. Ruh, ki biz ona "OBSEDÖR" deriz, OBSEDE ettiği kişinin günlük hayâtında onunla irtibattadır ve onu rahat bırakmaz. Kişi anlaşılmaz davranışlarda bulunur, ama etrâfındakiler bunun Ruh'tan geldiğini bilmez, onu suçlar, hattâ DELİ sayar. Tımarhâneler bu tarz OBSEDE olmuş kişilerle doludur. Kimi kendini Napolyon sayar, kimi Sultan Süleyman... Halbuki Celse esnâsında Temas kurduğunuz Geri bir Ruh'un umûmiyetle "görüşme" ve "dua ihtiyâcı" vardır, o kadar. Ayrılınca Medyum'u bırakır, kendi Karanlık köşesine çekilir. Ama Medyum irâdesiz, bunalım içinde; Operatör de tecrübesiz ve beceriksiz ise, ayrılmak istemeyenler de olur, ortaya bir Obsesyon vak'ası çıkar.

MUSALLAT , "tasallut eden, rahatsız eden, sataşan" demektir. Galat, yâni yanlış kullanımdır, OBSEDÖR mânâsınadır. Burada tasallut , "OBSESYON" anlamındadır.
OBSESYON , Psikoloji ve Psikiatri'de "dâimi endişe, fikr-i sâbit, takıntı, nevroz"" anlamında kullanılır. Spiritualizm'de ise "bir Bedensiz Varlığın bir insanın bedenini ve zihnini tesir altına alması" olarak kabul edilir. Yâni "bir Ruh'un veya bir Cin'in o insanın kendi Ruh'unu âdetâ kenara itip, onun bedenini kullanması" demektir.

Nakledeceğimiz vak'anın Medyum'u SEVGİ Hanım'dır. 35 yaşında bir kadındır. Çocukluğundan beri bir takım Paranormal Olaylar yaşamış, İzmir ve Ankara'daki gruplara Medyumluk yapmış ve Üstün Varlıklar'la görüştüğü iddiası ve Maddî Tezâhürat yapmasıyla meşhur olmuş bir kişidir. Ancak sonraları bayılmalar meydana gelir, Sar'a, yâni epilepsi nöbetleri geçirmektedir. Kaç doktora gitti ise, çâre bulunamamış, ilâçlar bir noktadan sonra kâr etmemiştir... Aşağıdaki Celse, bu Operatör tarafından kendisiyle yapılan 2. çalışmadır.

Varlık: JULIO
Medyum: Sevgi
Târih: 1962
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Tedâvi için Özel Çalışma

Celse Medyum'un uyutulması ve rahatsızlığın tesbiti için, ne zaman başlamış, nasıl başlamış
ve ne olduğunu tesbit için EKMİNEZİ çalışması ile başlamıştır.

Celse İdârecisi- Sene 1960... 12 Aralık... Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
Medyum- ... Bahçelievler'deyim...
İ- Evet???
M- ... Beyhan gitti... "Beyhan, gitme!" diyorum... "Gitme, Beyhan!.. Beyhan, gitme!..
Gitme, Beyhan!... N'olur, bu gece gitme!"

(Medyum verilen gün ve saati hatırlamakla yetinmemekte, o ânı âdetâ yeniden yaşamaktadır.
Sesi, yüz ifâdeleri, duyguları geçmiştekinin aynını yansıtmaktadır.)
İ- Seviyor musun?
M- Çok seviyorum... "N'olur, gitme!.. Bir gececik!.."
İ-
(Bir isim söyler) ... ?... 'yı tanıyor musun?
M- Hayır... Tanımıyorum.
İ- Tanımıyorsun... Evet...
M- Hayır!... Hayır... Yanlış!.. Yanlış!...
(belki de Obsedör Varlık hâfızasını bulandırıyor)
i- 12 Aralık... Sene 1960... Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... 11:00...Bahçelievler'deyim... Yeni nişanlandım.... Maltepe'deyim... Yeni taşındık...
Yeni nişanlandım. İki gün oldu... Babam müsaade etmiyor evlenmemize...
Sabahleyin pencereden kaçtım, nikâh muamelesi için... Onu düşünüyorum.
İ- Peki... Şimdi sene 1955... Beş yaş daha gençleştin... Sene 1955... 15 Ağustos...
Saat 17:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Babam gitti... eşyalarımızı satıyoruz... Paramız yok... Hareket edemiyoruz.
Yetişemedik!... Uuuuu!... Gitti!...
İ- Nereye gitti baban?
M- Napoli'ye gitti... 2.500 liraya sattık koca buzdolabını.. Benim, hattâ bir tâne sarı elbisemi de
sattı. Küpelerimi de Suna'ya sattık... Çok güzeldi o elbisem de... Çok iyi idi...
İ- Buna niçin üzülüyorsun?.. Mal alınır, satılır. Değil mi?.. Niçin üzülüyorsun?
M- Çok seviyordum.
İ- Çok seviyordun ama, daha iyisini alabilirsin. Üzülecek birşey yok.
M- Ama o... onun gibi olamaz ki!.. Belki onun kadar sevemezdim onu. Başkaydı o!
Eski idi ama, başkaydı o!...
İ- Peki... Şimdi seni iki yaş daha gençleştireceğim... Sene 1953... 16 Eylül... Saat 15:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Para bulmaya çalışıyorum...
İ- Ne parası bulmaya uğraşıyorsun?
M- Halim'e götüreceğim... Halim'in parası yok...
İ- Kim bu Halim?
M- Benim arkadaşım... Çok iyi çocuk... Annesi ameliyat olacak... Yok paramız...
Bulamadım bir türlü... Pak-Pak'a gittik, o da ağladı, ben de ağladım ama...
Fakülte'ye yatıracağız belki... Bilmiyorum, ne yapacağım?
İ- Evet?
M- Üst kattaki masada oturduk... Merdivenle çıkılıyor. Başta ikinci masa orada idi.
Aşağısı gözüküyordu... Dibe doğru geçtik. Çünkü geliyorlar, belki ağladığımı farkederler,
diye geçtik.
İ- Seni üç yaş daha gençleştiriyorum... Sene 1950... 16 Eylül... Saat 15:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ......... Bilmiyorum.
(Muhtemelen gene Obsedör Varlık söyletmiyor)
İ- Biliyorsun... Sana yardımcıyım.
M- Blmiyorum.
İ- Söyle!..
M- Bilmiyorum.
İ- Niçin?
M- BİLEMİYORUM...
İ- Bilemiyor musun?
M- Hatırlamıyorum!.. Hatırlamıyorum!... Hatırlamıyorum!:..
İ- Peki... Sene 1950... 1 Ağustos... saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- Bilmiyorum....
İ- 1 Ağustos...
M- Bilmiyorum... Bana sormayın 50'yi!.. Bana sormayın!...
İ- Niçin?
M- Sormayın bana!.. Bilmiyorum!...
İ- Peki.
M- Bilmiyorum.
İ- Peki öyleyse...

(herhalde kızcağızın bir Rûhî çöküntü ânında Obsedör Varlığın etkisine girdiği yıldır 1950...
Zâten Varlık hemen müdâhale eder. Medyum'un sesi boğuklaşır, hırçın, saldırgan
bir erkek sesi hâlini alır. Tıpkı "Şeytan- The Exorcist" (1973) filminin orjinalindeki Linda Blair'in
kalınlaşan sesi gibi... Ama 1962'de film daha çekilmemişti ki, Medyum onu taklit etsin!
Bu arada hassas kişilerin o filmi seyretmemesini dileriz.)
Obsedör Varlık- NE KONUŞUYORSUN?..
İ- Yine mi geldin?
V- NE KARIŞIYORSUN?... Ne zannediyorsun kendini sen?... Çağırdın, geldim işte!..
İ- Konuşacaktık bugün seninle.
V- KONUŞ İŞTE!... Ne istiyorsun?
İ- Konuşacağız.
V- KONUŞ!..
İ- Peki... O târihte mi tuttun çocuğu?
V- Hııh!... Sana ne?
İ- Ne için tuttun? Sebebini anlat.
V- ÖLECEK ZÂTEN!..
İ- Hayır!
V- Yakın ölümü!.. Sar'ası var... Sen ne istiyorsun ondan? İyileştiremezsin kızı!..
Ben gitsem bile, nasıl olsa ameliyat olacak o. ÖLECEK!..
İ- Ölmiylecek!
V- ÖLECEK!.. Sar'ası var!..
İ- Hayır!
V- Sar'ası var onun, sar'ası!.. Sar'ası var, sar'ası!.. Benden evvel yakalandı o!..
Sonra çıkacak meydana. Daha çok sar'a olacak.. BÜSBÜTÜN FENAAA!...
İ- Julya, bak... Senle bir dostluk yaptık. Dün anlaştık seninle, değil mi?..
Seninle dün anlaşmadık mı?.. Senle dün anlaştık.
V- Anlaşmadık.
İ- Ama dost...
V- 24 Saat bıraktım. Dolaştım.Gideceğim başka tarafa! Gelmiyeceğim bir daha.
Gideceğim!
İ- Ama seninle konuşacağız.
V- Gidecem!.. Fakat sen bunu kurtaramazsın!.. Bu ölecek!..
İ- Hayır, Julya!.. Gel, seninle konuşalım. Bak, biliyorsun, senin için mağfiret dileyeceğim.

Celse İdârecisi, "Gidecem" diyen Obsedör Varlığa izin vermiyor, bırakmıyor. Çünkü yalan söylediğini, gider gibi yapıp, kızı uzaklaştıracağını biliyor. Ayrıca gerçekten gitse bile, bu sefer bir başkasına Musallat olacağından da emin. O yüzden onu durumunu anlar, ALLAH'a yalvarır bir hâle getirmeye çalışıyor... Bu arada, Varlığın adı Julya değil, İdâreci yanlış telâffuz ediyor.

Obsedör Varlık- Ben çıksam aradan, sâde öldürmekten vazgeçer kendini...
Ben yol gösteriyorum, kurtulsun diye...
İdâreci- Hayır, Julya. Yanlış yapıyorsun. Bak, ben senin için İNCİL dahi getirdim.
İstemiştin dün... Seninle dostuz, değil mi?
V- Sana inanamam!.. Sana inanamam!...
İ- Bana inan, Julya. İstiyorsan, kendini göster. Gösterebilir misin kendini bana?
Şimdi bedenlenecek misin?
V- Hayır!.. Hayır!.. Göstermiyeceğim sana!.. Göstermiyeceğim.
İ- Neden?.. Sen iyi bir Ruh'sun. Bak, senin çocuk...
V- Ben kötüyüm!
İ- Hayır.
V- Ben kötüyüm! Beni ALLAH bile lânetledi.
İ- İyi ama, sen kurtulacaksın bu durumdan. Sen bu durumdan kurtulacaksın.
İyilik et, Julya!. İyilik et. Sen iyi bir Ruh'sun.
V- Edemem!.. Edemem!..
İ- Niçin bu kadar kindarsın?.. Onu anlatır mısın, hayâtını bana?.. Lûtfen... Lûtfen,
anlat, Julya. Sana yardımcı olacağım.
V- Hayâtım!.. Kendimi bildim bileli süründüm... Süründüm!.. Kırk yılda elime bir para geçti.
Onu da aldılar elimden!.. Üstelik dilimi kestiler!.. Üstelik beni kahrettiler!..
Çocuklarımı gözümün önünde boğazladılar!.. Kızımı... kızımı kestiler!.. Kızımın...
benim kızımın... kızımın ırzına geçtiler!.. Kızımın ırzına geçtiler!.. Sen anlar mısın bunu?
İ- Evet, çok acı.
V- Anlamıyorsun!.. Benim gözümün önünde!.. Sesim çıkmasın diye dilimi de kestiler!..
Gidecem!.. Al, senin olsun malın!.. Gidecem!..
İ- Kim yaptı?.. Kim yaptı bunları, Julya?.. Kim yaptı bunları? Lûtfen, söyle, Julya.
Kim yaptı bunları sana?
V- Gezici pederlerden.
İ- Gezici pederlerden... Hangi sene oldu bu, Julya?.. Lûtfen, anlat. "Lûtfen" dedim.
Sen iyi bir insansın. Lûtfen... Çok acı çekmişsin. TANRI'dan niyazda bulunacağız.
Mağfiret dileyeceğiz. Lûtfen... Hangi senede oldu bunlar?
V- Ben okuma-yazma bilmiyorum. Fakat...
İ- Seneyi bilirsin ama...
V- Biliyorum.
İ- Hangi senede, Julya?
V- 1570... 72 veyâhut 73'tü...
İ- Gaskonya'da mı oldu?

(Gaskonya, Fransa'da tarihi ve coğrafi bölge. Bölge Basklar'ın tarihi yerleşim yeridir.
Bu yüzden Gaskon adının Vaskon'dan geldiği tahmin edilmektedir.)
V- Hayır, Katonya'da...(Katolonya demek istemiş, Medyum yanlış nakletmiş,
veya yanlış anlaşılmış. Düzelterek yazıyoruz.Katalonya, İspanya'ya bağlı
İber Yarımadası'nın kuzeydoğusunda yer alan özerk bölgedir.)
İ- Katolonya'da?
V- Katalonya'nın... Ben küçücük bir köylüyüm. Küçücük... Benim eşeğim vardı.
Ben sepet satardım. Sepet satardım... Sepet!.. Her şeyimi aldılar!.. Her şeyimi!:.
Karım öldü. Çocuklarımı aldım... Ayy!... Ayy!... Ayy!...
(Muhtemelen Varlığın ıstırâbını
hisseden Medyum'un inlemeleri)
İ- Sükûnet... Sükûnet...
V- Üst katımızda, yukarda Madam oturuyor... Madam'dan, onun kullandığı... İNCİL var...
İNCİL!.. TEVRAT da var onda. Ama onu saklıyor!..
İ- Hangi bu üst katımızda?
V- Üst katınızda oturuyor...
İ- Benim oturduğum şimdi... Buranın mı, efendim?
(muayenehâne)
V- Hayır, hayır!..
İ- Haa, şeyin mi?
V- Senin evinin üst katında.
İ- Benim evimin üst katında kimse yok ki!
V- Var!.. Var... Var!..
İ- Yok ki!.. En üstte ben oturuyorum.
V- Hayır, var!.. Var.. Orda var...
İ- Kim var?
V- Bir İNCİL var orda. Oraya konan işâret var. İNCİL'in... Yastığın arasına koymuşlar.
İ- Neyi?
V- Bana ALLAH rızâsı için onu okuyun!.. Belki... belki sükûnet bulurum. Belki af olunurum.
İ- Nerede?.. Bir daha târif et, Julya. Lûtfen.
V- Üst katınızda... Üst katınızda... Off!..
İ- Şimdi bulunduğumuz yerde mi, efendim?.. Lûtfen, Julya... Lûtfen, iyi anlat.
Sana yardım etmek istiyorum.
V- TEVRAT da var yanında... TEVRAT da var.
İ- Benim üst katımda mı?.. Şimdi şu anda bulunduğumuz yerde mi, Julya?
V- .... Bilmiyorum... Ayy!... Ayy!...
(Muhtemelen Varlığın ıstırâbını hisseden Medyum'un inlemeleri)
İ- Lûtfen, yardım et, Julya... Bu kadar söyledin, sana derhal onu şimdi temin edeyim.
Rahatlatayım. Eğer istersen, MATTA'NIN İNCİLİ var yanımda. İster misin? Ondan okuyayım mı?
V- Hayır!... hayır!.. Hayır!.. Hayır!.. Hayır!.. Hayır!.. hayır..
Ayy!... Ayy!.. Ayy!..
(Varlığın ıstırâbını hisseden Medyum'un inlemeleri)
İ- Biraz sükûnet bulsun, Julya... Ondan sonra devam edelim.
V- Bu zâten... Bu aptal!.. Bunu ben
(kötü) yola sevkedemiyorum ki!. ...?...... (anlaşılmıyor) ... "Gel," diyorum,
"Katolik olsun" diyorum. Belki benim günahlarım affedilir... Katolik olması lâzım bunun...
Olmadı!.. Kendime bulacağım... Kendime daha uygununu bulacağım!.. Çıkacağım!..
Bu gece saat 11:00'de bırakacağım bunu... 11:00'de gideceğim!.. Ama gene Ruhum sükûnsuz!..
Gene zulüm, gene azaplı!..Gene Ruhum azaplı!.. Azaplı ya, azaplı!.. Yarıyorum!:.
İ- Senin suçun ne, peki?.. Julya, onu söyler misin? Niçin sen yanıyorsun?
Onu söyle bize. Suçun ne senin?
V- ALLAH'a karşı geldim.
İ- Nasıl?
V- ALLAH'a karşı geldim. Çekiyorum... ALLAH'a karşı geldim!..
Teker teker İNCİL'in sayfalarını kopardım. Teker teker yaktım!... Kahkahalarla yaktım.
Kahkahalar attım!.. "Bana birşey yapamazsın," dedim!...
Orada beni bir râhip gördü. O ihbar etti... Dilimi kestiler!.. kızımın ırzına geçtiler!..
Küçücük kızımı da boğdular! Her tarafımı demirle dağladılar!.. Diş etlerime kadar yaktılar,
yaktılar!.. Tırnaklarımın dibine böyle birşeyler batırdılar! sivri sivri... Tâ içinden çıktı tırnaklarımın!...
Ayy!.. Ayy!.. Ayy!.. Ayy!..
(Varlığın ıstırâbını hisseden Medyum'un inlemeleri)
İ- Julya, biraz daha sükûnet bulsun. Lûtfen!:. Çok acı çekmişsin. TANRI affetsin.
V- Affetmiyor!...
(Varlık ağlamaya başlar, Medyum'un gözlerinden yaş gelir)
İ- Affedecek... Affedecek.
V- Affetmiyor beni!.. Affetmiyor!..
İ- Affedecek, Julya. Sözümü dinle... Senin başka soyadın var mıydı, Julya?
V- Ufak bir köylüyüm. Benim adım Aldomavrey Martinez... May ... May... Bilmiyorum....
Aldo benim babam... Biz fakir kimseleriz. Biz birşey yapmadık. Benim para gözümü kamaştırdı...
Kamaştırdı... Ahhh!... Yapmasaydım keşke!.. Ahh!.. Ahh, keşke!.. Keşke yapmasaydım!..
ALLAH beni affetmiyor!
İ- Affedecek, Julya... Julya, affedecek... Sen dua et. Sen dua et ALLAH'ına...
Yüksek Muhteremler'den vazife iste. Sana iş versinler, Julya. O âlemde sükûnet bulacaksın.
Bekaa Âlemi'nde sükûnet bulacaksın, Julya. Cuma günü bizim seansımız var, Julya.
Senin için dua edeceğim... Yalnız, Julya, tam bir adres verebilir misin? "Julya" deyince,
ismini doğru söylüyor muyum, Julya?
V- JULIO... JULIO...
İ- Julya.
V- JULIO!..
(JULIO IGLESIAS gibi)
İ- Peki, seni kimler öldürdü?.. Kırbaçla döverek mi öldürdüler? Ne ile öldürdüler seni?
Lûtfen anlat. İzah et.
V- Bana çok işkence ettiler!.. Çok kaldım orada. Ruhum da kurtulamadı!.. Keşke Ruhum kurtulaydı!..
Ruhum da kurtulamadı... Belki bu dönerse... Belki Katolik olur bu!:. Beni de... beni de affeder ALLAH!..
Ben de kurtulmuş olurum!
İ- Etmez!.. TANRI nazarında Katolik diye, Müslüman diye birşey yok ki!.. Hepimiz biriz.
Niçin böyle düşünüyorsun, Julio?
V- Bana râhip... Bana râhip öyle dediydi... Bana râhip, "Onlar Müslüman... Gavur!" dedi.
"Onlar dinsiz!... Manda yerler... İğrenç... pislik yerler, bok yerler" dedi, "Bok!"
Ayy!... Ayy!... Ayy!..
(Varlığın ıstırâbını hisseden Medyum'un inlemeleri)
İ- Julio, biraz daha nefes alsın Medyum... Yoruldu. Çok yoruldu.
V- Bu kız aptalın biri zâten!.. Kafasız karının biri!.. Bende de akıl yok ki, girdim, kahrını çekmeye!
Kafa yok, kafa!..
İ- Senden bir ricam var, Julio. TANRI için. TANRI için yalvarıyorum, bak. Senden birşey istiyorum.
Bırak! Bu kadıncağızı bırak. Ne olur, bırak!
V- "Bırakacağız," dedik. Bırakacağım.
İ- Peki.
V- "Bırakacağız," dedik.
İ- Sen bıraktığın andan itibâren bu baygınlıkları kalkacak. Geçecek hepsi.
V- Baygınlığı ben yapmıyorum. Ben onu yalnız ÖLDÜRMEK istiyorum.
Yalnız İNTİHAR fikrini veriyordum. İki gün sonra gene başlıyacak baygınlıklar.
Bu sar'a!.. Bunu geçiremez.
İ- Geçecek!
V- Ameliyat ta olsa geçiremez bunu! Bu çok fenâ!.. İşlemiş, geç kalınmış...
Bu, Afyon'da iken düştü. Dört yaşındaydı... Sokaktan geçerek gidiyorlardı bunlar.
Yolda giderken annesiyle oynuyordu. Arka arka gitti. "Kızım, gitme!" dedi... Ama...
bu karı dinlemedi!.. "Gideceeem!"... ve gitti!..

BEN YANAŞTIRDIM... ÇUKURA... Çünkü benim devrem yaklaşıyordu. BEN GİRECEKTİM!
BENİM DEVREMDİ!.. Düştü!... Kafasının arkasının sağ tarafını vurdu... Sağ tarafını...
Uyuttum onu!..

Senelerce bekledi. Ama zayıfladı, zayıfladı, meydana vurdu!.. Ve kurtulamaz!.. Yok!,,
Ben gideceğim. Kurtaramazsın sen onu.
İ- Ama hiç olmazsa huzura kavuşur, Julio. Sen iyi bir Ruh'sun. Çocuklarına...
Biliyorsun, ıstırâbını. Bir baba olarak çektiğin ıstırâbı düşün. Onun da çocuğu var.
Onun da çocuğu var.
V- Aaahh!... Benim çektiğim ıstırap!.. Aaahhh!... Aaahh!.. HAZRETİ-İ MERYEM!.. HAZRET-İ JESUHH!..
Neler çektim, neler!.. Bilemezsiniz!.. Ruhumu öldürdüler!.. Kestiler!..
Nasıl çektim!.. Çok çektim!.. NASIL ÇEKTİİİM!.. Nasıl çektim, çok çektim!
İ- Çok çektin!
V- Çook!..
İ- Çok çekmişsin.
V- Çok çektim!
İ- TANRI affetsin. TANRI affetsin seni. İnşaallah kurtulursun, Julio. Bizim Seanslarımız'a
gelip kurtulduğunu müjdelersin. Olmaz mı?
V- ALLAH bana emretti. "Eğer affettirebilirsen kendini, huzura kavuşacak, bir daha
Dünyâya gelmiyeceksin" dedi. O kadar azap çekiyorum ki!.. Bilemezsiniz! Bilemezsiniz!...
(Varlık ağlıyor, Medyum'un gözlerinden yaşlar süzülüyor)
İ- Kurtulacaksın. Kurtulacaksın!
V- Çok çekiyorum, çook!.. Çok çekiyorum, çook!.. Bilemezsiniz!... Bilemezsiniz!..
Aaahh!.. Bilemezsiniz!.. Bilemezsiniz!.. Bu kafasız karı... Aptal karı bu!..
BEN ZÂTEN BAŞKASINA GİDİYORUM!.. Ama mâdem benlen pazarlık ediyorsun,
İNCİL'in işâretli, KIRMIZI İŞÂRETLİ TARAF'ını okuyacaksın.
İ- Ama yerini söylemedin İNCİL'in.
V- "Üst katta" diyorum. Kafanı çalıştır, herif!..
İ- Üst katta ama, bizim üstümüzde...
V- Üst katta!
İ- Burada mı? Şimdi bulunduğumuz yerde mi?
V- Komedinin üstünde... Yatak odasında... Lâmba var.
İ- Bu SEVGİ... senin girdiğin bu kadının evinin üstünde mi?
V- Orda!.. Ben söyledim. Hadi, git al!.. Orda!.. Belki affeder ALLAH da, ben de kurtulurum.
İ- Peki, peki.
V- Git, al!..
İ- Alacağım, sana söz veriyorum. Yârın alacağım. Sana okuyacağım.
V- KIRMIZI... Ben bu gece gideceğim. Bundan bıktım!.. Sen gör!.. Beni lânetliyorsun ama,
ben yapmıyorum!.. Dört gün ara verdi bu... Krizi iki gün sonra gene gelecek.
Bunun beyni hasta. Yok!.. Hem aptal bu!.. Hem sağ tarafında var, hem sol tarafında...
Sağda biliyor!.. Halbuki solunda da var. Bilmiyor!.. Bilmiyor bunu...
İ- Ne var solunda?
V- Küçük... şeytanlar var ya... KÜÇÜK ŞEYTANLAR ORADAN YEMİŞ... hani siz...
İ- Mikrop?
V- Hıhı!... Onlardan toplanmış böyle... Kan fışkırdı, kan!..
(Bu cümle Medyum'la değil,
kendisiyle alâkalı)
İ- Ama seni kurtardığımız gibi, sen de bize yardım edip, sen de bu kadını kurutarırsın.
V- Yoo!.. Ben yapamam!..
İ- Yaparsın!
V- Ben yapamam.
İ- Sen iyi bir Ruh'sun.
V- Yapamam... Elimde değil. Kendi kurtuluşum için bile yapardım ama, yapamıyorum.
Elimde değil.
İ- Doğru
V- Elimde değil.
İ- Ben Yüksek Varlıklar'dan yaptıracağım sana.
V- Ameliyat... Bu karı ameliyat olacak. Başka çâresi yok! Ama aptal, bunu bilmiyor!
Yâni korkuyor! Aptal!.. Korktukça ilerliyecek. Ve bir gün balkon kenârından düşecek!..
(Korkunç bir şekilde güler) Ha ha ha!.. Ne güzel şey!.. Ben de o zaman giderim.
Beni kavuşturamazsan huzura, ..... ?....
(anlaşılmıyor) ... ceğim.
İ- Kurtaracağım. Çalışacağım. Elimden geldiği kadar... Bak, bu kadını kurtarmak için
nasıl çalışıyorsam, seni de kurtaracağım, Julio. Bana inan!.. TANRI'na bağlan.
Dua et. Yalvar. Yüksek Ruhlar'a yalvar, sana iş versinler. Sen de bir an evvel huzura kavuş.
Sen iyi bir Ruh'sun. Çok acı çekmişsin.
(Medyum sâkindir, Varlık tekrar ağlamaya başlar, Medyum'un gözlerinden yaşlar süzülür.)
BENİM AFFEDİLMEM İÇİN, BİR FÂNİNİN OKUMASI LÂZIM!
İ- Ben okuyacağım, Julio.
V- AF DİLEMEK LÂZIM, BENİM İÇİN. Aahh!..
İ- Ben yapacağım, sana söz veriyorum.
V- Bak!...
(Medyum ellerini kaldırır) Ellerimi ne yaptılar?.. Her tarafımdan kan fışkırıyor, kan!..
KAN, Ruhum bile!.. Kan görüyorum ellerimde... Hep kan görüyorum!.. Onun için
"GİT" diyorum. HAVAGAZINI AÇ!" DİYORUM... Aptal!.. GİDİYOR, AÇIYOR!.. SONRA, kafasız karı,
VAZGEÇİYOR!.. "BALKONA GİT," DİYORUM, "PENCEREDEN ATIVER KENDİNİ!" Aptal!..
"KURTUL," DİYORUM, "BİR DAHA BAYILMIYACAKSIN, başka... RAHAT EDECEKSİN.
OOOHHH" DİYORUM. Aptal, GİDİYOR.. O aptal... Eşek!..
Medyum-
(Hemen girer araya, kendi ince sesiyle) Nejat!.. Nejat!.. Nejat!.. Nejat!..
İ- .... ?....
(anlaşılmıyor)....
V-
(kalın, boğuk sesiyle) Sana söylüyorum, ne istiyorsun?
İ- ??? Ben mi?
V- Haa!
İ- ??? Ben birşey söylemedim ki!..
V-
(Medyum'a söylemektedir) Senin... senin... senin kocan aptal zâten!..
Senin kocan çok aptal!.. Ama belki bırakıp gidecek, sen göreceksin gününü!..
M-
(kendi ince sesiyle... Medyum'un ağzından kendi ince sesi ve Obsedör Varlığın
kalın ve boğuk sesi değişerek devam etmekte) Kocamı rahat bırak!..
Bana çok yardım ediyor. Zavallı!.. rahat bırak!.. Belki bana birşey olur da, çocuğuma bakar.
V- Bir ..... ?..... çocuğun
(anlaşılmıyor)... çünkü ölecek!.. SEN BOĞACAKSIN!.. Ruhun...
SEN BUNU YAPACAKSIN! Sen bunu yapacaksın!..
M - Ya.. Yapamam ben!.. Yapmam ben1..
İ- Yapamazsın!
M- Yapmam ben!.. Yapmam ben!.. Çocuğumu anneme verdim.
(gülerek ve güvenle)
Korkum yok artık! Korkum yok benim!.. Çocuğum annemde artık. Korkum yok senden!
Korkum yok!.. Korkum yok!..
V- Ben gidiyorum işte!.. Ne hâlin varsa, gör!. Aptal karı!.. Ben sana "Evet" dedim.
İşte o zaman kurtulacaksın. Bu Dünyâ'da ne vaarr?.. Kurtulacaktın!.. Aptal!.. Kafasız karı!..
Şimdi gene nöbetlerin gelecek... ve sen sar'asın. Kafana koy!.. Sar'a!.. Sar'a!..
Bunu ameliyat edersen, iyileşirsin. Hadi, son bir iyilik yapayım sana. Lâyık karı değilsin, ama
... ....?....
... karı!..
İ- Julio!..
M-
Büyük bir rahatlamayla) .......... Ohh!......
İ- Ne oldu?.. Lûtfen...
M- Ohhh!... Ferahladım!.. Ohh!..
İ- Rahatladın.
M- Ferahladım.
İ- Yeni bir hayat başlıyor senin için...
M- ... Ohh!...
İ- TANRI'ya dua et.
M- Ferahladım.... Ohh!.... Ohh!..... Acaba gittin mi?..
(merak, endişe, sevinçle)
GİTTİN Mİ?..
İ- Gitti.
M- GİTTİ!.. Gittin mi?...
(inanamıyor) GİTTİN Mİ?... GİTTİN Mİ?..
İ- Gitti.
M- Ohh!.... Kurtuldum!.. Oohh, kurtuldum!.. KURTULDUM!.. OOOHHH!..
İ- Kurtulacaksın tamâmen.
M- Oohh!... Ferahım!... Oohh!..
İ- Ferahladın. Bundan sonra istikbâl senin artık. Ben sana söyledim.
M- Ayy!... Oohh!... Oohh!.. Oohh!..
İ- Bundan sonra çok şık olarak giyinip dolaşacaksın.
M- Giyineceğim artık.
İ- Çocuğuna daha iyi bakacaksın.
M- Bakacağım.
İ- Hayâtı daha güzel göreceksin.
M- Bakacağım... Göreceğim... Kurtuldum artık ben!..
İ- Kurtuldun, ya!. Kurtuldun artık!.. Ona da dua edelim. Julio'ya da dua edelim.
Ona da dua et, unutma! ALLAH râzı olsun!
M- Âmin!..
İ- ALLAH onun günahlarını affetsin!
M- Âmin!.. Âmin!..
İ- ALLAH onu kurtarsın inşaallah.
M- Âmin!... ÂMİN YARABBİ!..
İ- Bol bol dua et!
M- YARABBİ!... ÂMİN!... Âmin!..
İ- İnşaallah onu da kurtarsın sıkıntılarından.
M- Âmin!... Ohh!.... Ohh!..
İ- Çok rahatladın artık.
M- ... Ohhh!.....
(Medyum bir an gözünü açar ve karşına sâbit nazarlarla bakar) ....
İ- Neyi?... Nedir?
M- İNCİL'i istiyor.
İ- İNCİL'i?? Getireceğim.
M- Getireceğim, git!.. Elini, ayağını öpeyim, git artık!. Beni rahat bırak!
İ- Dur... Orada mı?.. kendisiyle son bir defa görüşmek istiyorum. Lûtfen.
V- Göstermem! .... ?....
(anlaşılmıyor).... Bırakın onu! Ben göstermem!
İ- Peki.
V- Bana bak, söz verdim diye gidiyorum. Yoksa gene yerleşirim, hiç gitmem!
İ- Yok, söz verdin artık, Julio.
V- Ben gidiyorum. Beni çağırmayın artık.
İ- Çağırmıyacağım. Yalnız bir şey...
V- DEFOLUN!..
İ- Peki. ALLAH senin günahlarını affetsin. Af dile.
V- Dua et bana!.. Dua et!
İ- Dua edeceğim.
V-
(Gene ağlamaya başlar)
M- ... Ohh!.. Ohh!...
İ- ALLAH selâmet versin. İnşaallah ALLAH günahlarını affeder. Bir an evvel kurtulur o da.
M- ... Ohh.... Oohh!... Oohh!.. Gitti artık!.. Gitti artık!..
İ- Gitti artık. Çok rahatladın.
M- Gitti!
İ- Şimdi seni üç dakika derin ve sâkin uykuda bırakacağım... Dinlen!...

Celse'nin çok enteresan olan insicâmı bozulmasın diye ilk kısımdan sonra araya girmedik. Ama söylenecek çok söz var. Aslında bir Obsesyon vak'asının hemen bütün özelliklerini gösteren bu Celse hakkında bir cilt kitap yazılabilir. Lâkin biz kısa tutacağız.

Bir Obsesyon vak'asının nasıl meydana geldiğin inceliyerek başlıyalım... Ne diyordu Julio?.. "Bu, Afyon'da iken düştü. Dört yaşındaydı... Sokaktan geçerek gidiyorlardı bunlar. Yolda giderken annesiyle oynuyordu. Arka arka gitti. "Kızım, gitme!" dedi... Ama...bu karı dinlemedi!.. "Gideceeem!"... ve gitti!.. BEN YANAŞTIRDIM... ÇUKURA... Çünkü benim devrem yaklaşıyordu. BEN GİRECEKTİM! BENİM DEVREMDİ!.. Düştü!...Kafasınıh arkasının sağ tarafını vurdu... Sağ tarafını... Uyuttum onu!.. Senelerce bekledi. Ama zayıfladı, zayıfladı, meydana vurdu!" Demek ki çocuğun huysuzluğundan yararlanarak, ona fikren ve zihnen çukura doğru yürütmüş, düşürmüş, kafasını vurmasıyla bayılmasından yararlanıp, vücudunu tesirine almış... Ama tam hâkim olamamış. Beklemiş, beklemiş, bir başka zayıflık ânında ortaya çıkmış!.. Sevgi'nin çocukluğundan itibâren, ki 4 yaşından sonra olduğunu tahmin edebiliriz, bâzı Paranormal Olaylar'ın meydana gelmesi, Varlığın bu "bekleme" süresince onu Medyum gibi kullanmasından olabilir. Böylece ilgiyi hem çocuğa, hem de çocuk açısından kendine çekebiliyordu... Bu tarz ilgi, bir Medyum Hastalığı'na yol açabilir. Medyum tabiatlı biri, Geri bir Varlık'la da İrtibat'ta olsa, çevresinin, insanların ilgisini çektiği için onun tarafından kullanılmaktan hoşlanır. Kötü durumlara düşse, rahatsız olsa bile!.. Vasat veya biraz Üstün bir Varlık'la Temas hâlinde ise hele, tutma onu gitsin, çalımından geçilmez. Mankenler, Şarkıcılar, Futbolcular'ın birbirini kıskandığı gibi, diğer Medyumlar'ı kıskanır. Olay çıkaranlar bile vardır. Bâzısı başkasına tahammül edemez, bulunduğu topluluğu terkeder. Çok gördük böylelerini!.. Yalnız hepsinin günâhını almayalım, bâzı Medyumlar da görev süreleri bittiği için, Varlık hizmetini tamamladığı için ayrılırlar. Hattâ topluluktan kaçarlar, kendisinden çalışması istenmesin diye.

Bu "bekleme" Medyum'un beyin rahatsızlığı için olabilir mi?.. Yâni, "hastalığı zamanla ortaya çıktı" anlamına da gelir mi?.. Olabilir. Ama bizce bekleyen Obsedör Varlık'tırb Başka örneklerine de rastladık.

Varlığın bu anlattıklarından ne anlıyoruz?.. Geri Ruhlar, Cinler birisine musallat olmak için onun zayıf anlarını kollarlar. Bu ateşli bir hastalık olabilir. Hâmileler, loğusalar, kafa darbeli kazâ geçirenler, bunalımda, yâni depresyonda olanlar, bayılanlar, kötü bir haber veya sevinçli bir müjde alanların âni ve aşırı heyecanlanması, kendini kaybetmesi Obsesyon'a uygun vasatlardır. Ama hemen korkup endişelenmeyin. Bu, tıpkı cereyanda kalan birinin, yıkanıp ıslak saçla soğuğa çıkan birinin, veya soğuk su içen birinin derhal hazır bekleyen mikropların etkisiyle hastalanması gibidir. Mikroplar nasıl hazırda av beklerse, Geri Varlıklar da pusudadırlar. Ama siz tedbirli, irâdeli ve inançlı olursanız, böyle bir duruma düşmeniz için sebep yoktur. Bayılsanız, kazâ geçirseniz, loğusa olsanız bile!.. Sevgi Hanım'ın bu kadar kötü yakalanmış olması, onun Medyumluk hassası ve çevresi tarafından "Üstün Ruhlar'la görüşen biri" diye alâka görmesi, onun da kendisini salıvermesinden dolayıdır. Halbuki bir Medyum, sâdece Medyumluk yaptığı Celse esnâsında Medyum'dur. Transtan çıktıktan sonra, gündelik hayâtında o sâdece sıradan bir insandır. Tıpkı bir Genel Müdür'ün evine gittiği zaman sâdece koca ve baba olması gibi!.. Aslında o da işyerinden çıktıktan sonra sıradan insandır ama, çoğu hıyar olduğu için arkadaş çevresinde dahi Genel Müdür gibi davranır, hava atar.

Sevgi Hanım'ın Obsedör'ü kim?.. Kendini "JULIO" diye tanıtıyor, "Benim adım Aldomavrey Martinez... Aldo benim babam" diyor. JULIO'yu eski futbolcu, yeni şarkıcı JULIO IGLESIAS'dan biliyoruz. "ALDO" diye bir İspanyol ismi bulamadık. "MAVREY" diye de yok. "MARTİNE" veya "MARTİNEZ"e de rastlamadık. Yanlış nakledilmiş veya yanlış anlaşılmış olabilir.

İnternet'te İspanya ile ilgili şöyle bir açıklama bulduk. Enteresan geldi, naklediyoruz.

4 tâne isim bulunur bu ülke vatandaslarinda. Örnekle aciklamak gerekirse;

"Luis Pedro Fernandez Pollo" olsun zâtın ismi...

1- Luis: Kişinin günlük hayatta kullanması için verilmiş isimdir, herkes onu bu isimle çağırır.
2- Pedro: Sâdece sembolik anlamı olan isimdir. Günlük hayatta kullanılmaz.
Sâdece o kişiye sinirlenildiğinde "Luis Pedro, kendine gel" gibisinden kullanılabilir.
3- Fernandez: Annesinin soyadıdır.
4- Pollo: Babasının soyadıdır..

Lâtin arkadaşımız, ismini kısaca soylemek istediğinde "Luis Pollo" der, ilk ve son ismi kullanır.

Bu açıklamaya göre, bulamasak dahi, Varlığın ismi "Julio Mavrey Martinez Aldo" oluyor... Ama kendisi "May ... May... Bilmiyorum" diye sayıkladığına göre, ya tam hatırlıyamıyor, ya da Medyum alamıyor. Julio kendini "Hayâtım... Katalonya'nın... Ben küçücük bir köylüyüm. Küçücük... Benim eşeğim vardı. Ben sepet satardım. Sepet satardım... Sepet!.. Kendimi bildim bileli süründüm... Süründüm!.. Herşeyimi aldılar!.. Herşeyimi!.. Ben okuma-yazma bilmiyorum. Fakat... 1570... 72 veyâhut 73'tü... Karım öldü. Çocuklarımı aldım... Ufak bir köylüyüm. Biz fakir kimseleriz. Biz birşey yapmadık" diye tanıtıyor. Katolik olduğunu, iki kızı olduğunu anlıyoruz. Karısının ölümünden sonra o bakmış kızlara herhalde.

Mevzuyla alâkası yok gibi görünür ama, İspanya'nın târihçesini vermekte yarar görüyoruz. Hem Katolanya'yı, hem Müslümanlar'la ilişkisini anlamamızı kolaylaştıracaktır... İber Yarımadası'nda elbette târih öncesi bir takım yerleşimler vardır ama, esas M.Ö. 1100 yıllarında Fenikeliler gelip yerleşmiştir. Onları Keltler, Yunanlar tâtkip etmiş, daha sonra yarımada Kartacalılar'ın egemenliğine girmiştir. M.Ö. 202 yılında Romalılar Kartacalılar'ı İber Yarımadası'ndan atmış, bölgede birliği sağlayıp Hıristiyanlığı kabul ettirmiştir. 711 yılında Afrika yoluyla gelen Araplar, 10. Asr'a kadar bir kaç bölge dışında, yarımadanın tümüne hâkim olmuşlar, Endülüs Medeniyeti'ni kurmuşlardır. Ancak 11.Asır'dan itibâren Hıristiyanlar, Müslümanlar arasındaki iç karışıklıklardan istifâde ile kuzeyden başlıyarak yarımadayı yavaş yavaş ele geçirmeye başlamışlardır... Nihâyet 1492'de Müslümanlar'ın son kalesi Granada da düştü. Aynı târihte İspanya Kralı teşvikiyle okyanusa açılan Kristof Kolomb yeni bir kıt'a keşfetti ve onadan gelen altınlar ile İspanya, Dünyâ'nın en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurdu. Ancak 1588 İspanyol armadasının İngiliz donanmasına yenilmesi ile İspanya zayıflamaya başladı. Denizlerin hâkimi İngiltere oldu.

Katalonya târihçesi ise, dediğimiz gibi, târih öncesine gider. 10.000 yıl öncesine dek uzanır. Katalonya'nın bilinen en eski halkı, yarımadanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi, İberler idi. Katalonya kelimesi tarihte ilk kez 9. Yüzyıl'da bölgede Müslüman Emevî baskınlarından korunmak için kurulan tampon bölgeye (Marca Hispanica) hitâben kullanılmıştır. Katalan kronolojik târihi aşağıdaki şekildedir:

- M.Ö. 10.000-800 : Berberî, Bask, Kelt, Grek ve Kartacalı denizcilerin ve kabilelerin bölgeye ilk yerleşimi.
Basklar'ın Basek Türkleri olduğu, Bask dilinde pek çok Türkçe benzeri kelime olduğu bir gerçektir.
Basklar'ın Asyatik bir halk olduğu Batılı ansiklopedilerde bile yer alır.
- M.Ö. 236 : Kartaca Kralı Hannibal'in babası Hamilcar Barca'nın Barselona şehrini ilk kuruşu ve şehre adını vermesi.
- M.Ö. 218 - M.S. 300 : Roma hâkimiyeti ve Barca Şehri'nin üzerine Roma şehri Barcino'nun kuruluşu.
M.S. 460 : Vizigot işgâli ve Barselona'nın başkent olması.
M.S. 711 : Müslüman Emeviler'in Fransa içlerine kadar ilerlemesi ve 84 yıllık Müslüman hâkimiyeti.
M.S. 878 : Frenk Kralı "Charlamagne" önderliğinde Pireneler'in güneyindeki kontlukların birleştirilmesi ile Müslümanlar'ın Fransa'ya geçmemesi için bir tampon bölge (Marca Hispanica) oluşturulması ve aynı zamanda 500 yıl yaşayacak olan Barselona Kontlukları sayesinde bugünkü Katalonya'nın yapıtaşının oluşması.
1137 : Barselona Kontluğu'nun Aragon Krallığı ile birleşmesi.
1352 : Katalan Parlamentosu için ilk adım olan "generalitat"ın kuruluşu.
1479: Aragon Krallığı'nın Katalonya'dan ayrılarak Kastilya ile birleşmesi.
1556 İspanya Kralı II. Felipe'nin Katalonya'nın Amerika ile ticâretini yasaklaması.

İşte İspanya ve Katalonya hakkında o dönemlere âit bilgiler bunlar. Her ikisi de Roma Katolik kilisesine bağlı... 1570'lerde İspanya Kralı II. Felipe'dir ama, bizimle ilgisi yok... Bizimle öğrenmek istediğimiz Julio'ya kimlerin işkence ettiği...

Ne diyordu Julio?.. "Kırk yılda elime bir para geçti. Onu da aldılar elimden!.. Herşeyimi aldılar!.. Herşeyimi!.. Üstelik dilimi kestiler!.. Üstelik beni kahrettiler!.. Çocuklarımı gözümün önünde boğazladılar!.. Kızımı... kızımı kestiler!.. Kızımın... benim kızımın... kızımın ırzına geçtiler!.. Kızımın ırzına geçtiler!.. Benim gözümün önünde!.. Sesim çıkmasın diye dilimi de kestiler!.. Dilimi kestiler!.. Kızımın ırzına geçtiler!..Küçücük kızımı da boğdular! Her tarafımı demirle dağladılar!.. Diş etlerime kadar yaktılar, yaktılar!.. Tırnaklarımın dibine böyle birşeyler batırdılar! sivri sivri... Tâ içinden çıktı tırnaklarımın!.. Bana çok işkence ettiler!.. Çok kaldım orada. Aaahh!... Neler çektim, neler!.. Bilemezsiniz!.. Ruhumu öldürdüler!.. Kestiler!.. Kan fışkırdı, kan!.. Ellerimi ne yaptılar?.. Her tarafımdan kan fışkırıyor, kan!" Korkunç bir işkence!..

Peki, Julio niye böyle bir işkenceye tâbi tutulmuş?..
"ALLAH'a karşı geldim!..Teker teker İNCİL'in sayfalarını kopardım. Teker teker yaktım!... Kahkahalarla yaktım. Kahkahalar attım!.. 'Bana birşey yapamazsın,' dedim!... Orada beni bir râhip gördü. O ihbar etti," diyor Julion... Kime ihbar etmiş?.. "Gezici pederler"e... Gezici pederlerin böyle işkence yapmaya hakkı mı varmış? Eğer ENGİZİSYON'a bağlı iseler, EVET!..

Engizisyon kelime olarak, Latince "inquisitio" yani "tahkikat-soruşturma" anlamına geliyor. Bu mahkemeler Orta Çağ'da Katolik Kilisesi tarafından kurulup, deyim yerindeyse Avrupa'nın terör fırtınası hâline geldiler. Uzun yıllar Avrupalılara kabus yaşatacak olan engizisyonun ilki, 1231'de Papa IX.Gregorius tarafından kuruldu. Çünkü ona göre, Valdensesler (bir lokma - bir hırka'cılar) ve Katharlar düzeni bozuyor, sapkın öğretiler yayarak kiliseye baş kaldırıyorlardı. Her ne olursa olsun Hıristiyanlık ilkelerine karşı gelenler cezalandırılmalıydı. Hem bu sâdece kilisenin değil, aynı zamanda İmparator II. Frederick'in de kararıydı. Çünkü dine isyân etmek devlete isyân etmekle eşdeğer görülüyordu. 1483 yılında İspanya yeni bir engizisyon kurdu. Hedef, sürgünden kurtulmak için Hıristiyanmış gibi davranan Yahudiler'i tespit edip cezalandırmaktı. Eskisine göre daha totaliter bir mahkemeydi bu ve gücü tam anlamıyla ikiye katlanmıştı. Yargılama işi tamâmen ihbar esasına göre yürütülüyordu. Hem sâdece Yahudiler değil, Müslümanlar ve Ortodokslar, hatta Katolik halkın bir kısmı, bilhassa kadınlar da bu kıyımdan nasibini aldı.

Diken üstünde ikircikli bir hayat süren halka şunlar söylenmişti:

- "Eğer Musa'nın şeriatına göre Şabat tutan herhangi bir kimseyi tanıdınız
veya duyduysanız; Cumartesi günleri Yahudiler'e mahsus şekilde temiz kıyâfetler giyinip,
Yahudi bayram günlerinde masalarına temiz örtüler, yataklarına temiz çarşaflar seren,
Cuma akşamından itibâren ışıklarını söndüren, yiyecekleri eti suda iyice temizleyip,
kanını akıtan, ya da yedikleri sığır veya kuşun boğazını keserek öldüren; bu esnâda
bâzı sözler söyleyerek kanı toprakla örten, et yenilmesi yasaklanan Paskalya perhizinde
veya başka kutsal günlerde et yiyen, ölüm döşeğinde duvara doğru dönen ve öldüğünde
kişiyi yıkayıp vücudundaki tüm kılları kesen birilerini tanıyorsanız, mutlaka ihbar edin."

İnsanlar oldukça tedirgindi. Yaşadıkları büyük psikolojik baskı neticesinde; komşularını, en yakın arkadaşlarını ve hatta âile bireylerini bile ihbar etmekten çekinmediler. Bu, isteğe dayalı bir uygulama değil, kesin bir kuraldı çünkü. Var olan sapkınlıklara göz yummaları hâlinde kendilerinin de kâfir(!) ilân edileceğinden korkuyorlardı. Zinânın günah olmadığını söylemek veya HAZRET-İ MERYEM'in adı geçtiğinde mânidar bir şekilde gülümsemek bile ihbar nedeniydi artık. Durumu çok daha ileri boyutlara taşıyıp, kendi kendisini ihbar edenler de oluyordu. Fakat eğer ihbar yanlış ise veya çamur atmak amacıyla yapılıyorsa, ihbar eden kişi de en ağır şekilde cezâlandırılırdı. Kilise bütün bu suçlamaları son derece titiz bir araştırma yaptıktan sonra işleme koyduğu öne sürülüyordu. Ama gerçek öyle değildi.

Mahkemede bir sorgucu kurulu, noter ve iki tane hukuk uzmanı bulunur; yargılama süreci. onların eşliğinde gerçekleşirdi Mahkûma avukat verilmezdi. Çünkü sonuç itibâriyle önemli olan suçunu itiraf etmesi veya etmemesiydi. Suçlanan kişilere, suçlarını itiraf edene kadar akıl almaz işkenceler yapılırdı. Bunlardan bâzıları şöyledir: diri diri yakmak, mahkûmu testereyle ortadan ikiye bölmek, tavana el bileklerinden asıp ayaklarına ağırlık bağlayarak kol ve bacaklarının çıkmasını sağlamak, suçlunun boğazına keten bez tıkayarak su dökmek, yırtıcı hayvanların önüne atmak ve bir gergiye kablolarla bağlayıp kablo uçlarını döndürerek vücuda batmasını sağlamak... Fakat en ünlü işkence yöntemi "Böğüren Boğa" idi. Mahkûm metalden bir boğanın karnına koyulur ve boğanın altında ateş yakılarak acı en üst seviyeye çıkartılırdı. Kadınların "cadı oldukları"nı itiraf etmeleri istenir, itiraf alıncaya kadar işkenceye tâbi tutulur, itiraf ettirince de hiçbir suçu olmayan kadını bir kazığa bağlayıp diri diri yakarlardı!

İşkence yetkisi sadece Başpiskopos ve Başyargıç'ta bulunuyordu ama bu kurala pek uyan yoktu tabii ki. Herkes kafasına göre işkence etmeye başlamış, zulûm had safhaya ulaşmıştı. Mahkûmlardan işkenceye dayanıp ölmeyenler zincire vurulur ve karanlık odalarda hapis tutulurlardı. İnfazlar ise halkın gözü önünde yapılırdı. Bunun yanı sıra ömür boyu hapis cezâsı alanların ve hayatını kaybedenlerin mal varlıklarına el koyulur, âileleri de yoksulluğa terk edilirdi.

1542'de Papa III.Paulus tarafından kurulan Roma Engizisyonunun amacı, Lutherciler'e karşı savaşmaktı. Ayrıca öncekilerden farklı olarak cadılık ve büyücülükle de mücâdele ediyordu mahkeme. Suçluları ihbar eden kişiler kilise tarafından koruma altına alınıyor ve altı aylığına bütün günahlarının silindiğine inandırılıyordu. Bu şekilde ihbarların önü daha da çok açıldı.

Engizisyon'un düşman olup cezâlandırdığı insanlar arasında ünlü felsefeciler ve bilim adamları da bulunuyor, ne yazık ki. Bunlardan en bilinenleri; Roger Bacon, Ockhamlı William, Giardano Bruno ve Galileo Galilei'dir. Büyütecin mûcidi olan Bacon'ın suçu, Fransisken tarikatını eleştirmekti. Bu nedenle 15 yıl hapis yattı. İngiliz filozof William, Papalığa karşı imparatorluğu desteklemenin İncil'e uygun olduğunu söylediği için mahkûm edildi, ancak hapis yatmadı ve kaçarak hayâtını Münih'te sürdürdü. Bruno, Kopernik'in tezini destekleyip Evren'de Dünyâ'dan başka pek çok gezegenin de yer aldığını söyledi. Maalesef o diğerleri kadar şanslı olamadı ve "dinden çıktığı" söylenerek diri diri yakıldı. Galileo ise Dünyâ'nın ve diğer gezegenlerin Güneş etrafında döndüğünü savundu. Fakat Kilise tarafından yargılanınca, görüşlerinin yanlış olduğunu kabul ederek canını kurtarmayı tercih etti. Ardından da sürgüne gönderildi.

Nihayet 1807'de sözde medenî ve insancıl Avrupa'nın utanç vesikası olan engizisyon uygulaması son buldu ve 2000 yılına gelindiğinde Papa II.Jean Paul, asırlarca süren bütün bu acımasız uygulamalar için herkesten özür diledi!..

!960'lı yıllarda Ankara'ya bir Engizisyon filmi gelmişti. Büyük Sinema'da gösterildi. Baştan sona işkence sahneleri vardı. Engizisyon müfettişleri tenhada yakaladıkları iki râhibeye tecâvüz ediyor, sonra suçları açığa çıkmasın diye kadınları cadılıkla suçluyorlardı. İki defa sinemaya girmeme rağmen dehşet dolu sahneleri seyredemedim, 10-15 dakika sonra çıktım... Şimdi filmi aradım ama İnternet'te bulamadım... Bulduğum aşağıdaki belgeseli hassas kişiler ve rahatsızlık duyanlar seyretmesin.

Engizisyon Belgeseli 1.Bölüm

Engizisyon Belgeseli 2.Bölüm

Engizisyon Belgeseli 3.Bölüm

Engizisyon Belgeseli 4.Bölüm

İşte bu kişiler Julio'ya işkence yapıyorlar, büyük kızına gözlerinin önünde tecâvüz ediyor, küçük kızını da boğarak öldürüyorlar. Elinde avucurda ne varsa, onları da alıyorlar. "Diş etlerime kadar yaktılar, yaktılar!.." dediğine göre, onu da yakarak öldürüyorlar.

Bu arada, o dönemdeki Engizisyoncular'ın, hiç değilse bir râhibin Müslümanlar hakkındaki düşüncelerini de öğreniyoruz: "Onlar Müslüman... Gavur!. Onlar dinsiz!... Manda yerler... İğrenç... Pislik yerler, bok yerler, bok!" Biz domuz yemiyor, hattâ Hıristiyanlar'ı pis saydığımız domuz eti yedikleri için kınıyoruz ya, onlar da bizi arasıra çamurda yatan manda eti yemekle suçluyorlar... Enteresan!..

Peki, bunları anladık ta, Julio'nun 1570'lerden 1960'lara kadar ıstırap çekmesinin, azap görmesinin sebebi ne?.. En büyük suçu ALLAH'a karşı gelmesi, İNCİL'i yırtıp yakması ve bununla "Bana birşey yapamazsın," diyerek ALLAH'a (hâşâ!) kafa tutması!.. Bunu zaten kendisi "ALLAH'a karşı geldim!..Teker teker İNCİL'in sayfalarını kopardım. Teker teker yaktım!... Kahkahalarla yaktım. Kahkahalar attım!.. 'Bana birşey yapamazsın,' dedim!" diyerek itiraf ediyor. Ama ağzından birşey daha kaçırıyor, "Benim para gözümü kamaştırdı... Kamaştırdı... Kırk yılda elime bir para geçti... Ahhh!... Yapmasaydım keşke!.. Ahh!.. Ahh, keşke!.. Keşke yapmasaydım!.. ALLAH beni affetmiyor!" diyor. O parayı haksız yoldan elde ettiği âşikâr... Belki başka suçları da vardı. Çünkü sıradan mâsum, iyi bir insanın durup dururken iNCİL yakacağını, ALLAH'a karşı geleceğini sanmıyoruz. Kısacası, büyük günahları var Julio'nun. O yüzden Âhıret'te "Benim çektiğim ıstırap!.. Aaahhh!... Aaahh!.. HAZRETİ-İ MERYEM!.. HAZRET-İ JESUHH!..Nasıl çektim!.. Çok çektim!.. NASIL ÇEKTİİİM!.. Nasıl çektim, çok çektim! Çook!.. Çok çektim! " diye yakınıyor, ağlıyor hüngür hüngür... "Ben kötüyüm! Ben kötüyüm! Beni ALLAH bile lânetledi. ALLAH'a karşı geldim. Çekiyorum," diye de kötülüğünü itiraf ediyor. Aslında bizce insan kötü olmaz, davranışları kötüdür. Kötülük üstüne yapışır, bir etiket gibi...

Aslında Julio Yukarılar'dan bir mesaj ve öğüt almış, "ALLAH bana emretti. 'Eğer affettirebilirsen kendini, huzura kavuşacak, bir daha Dünyâya gelmiyeceksin' dedi. O kadar azap çekiyorum ki!.. Bilemezsiniz! Bilemezsiniz!" ifâdeleri ile bunu anlatıyor.

Peki, ıstırap içindeki Julio kendini affettirmek için ne yapıyor?.. Dua edip, ALLAH'a yalvaracağına, bağışlanma dileyeceğine, yaşayan birini bulup Katolik yaparak affedileceğine inanıyor. Bunu ben (kötü) yola sevkedemiyorum ki!.. "Gel," diyorum, "Katolik olsun" diyorum. Belki benim günahlarım affedilir... Çok kaldım orada. Ruhum da kurtulamadı!.. Keşke Ruhum kurtulaydı!.. Ruhum da kurtulamadı... Katolik olması lâzım bunun... Belki bu dönerse... Belki Katolik olur bu!:. Beni de... beni de affeder ALLAH!..Ben de kurtulmuş olurum! Olmadı!.. Kendime bulacağım... Kendime daha uygununu bulacağım!" diyerek maksadını açıklıyor. Bu kadın olmazsa, bir başkası!.. Başka Obsesyon vak'alarında olduğu gibi, başarısız bulduğu, kendine yardım etmeyen Medyum'u da öldürmek istiyor. "Onun için "GİT" diyorum. HAVAGAZINI AÇ!" DİYORUM... Aptal!.. GİDİYOR, AÇIYOR!.. SONRA, kafasız karı, VAZGEÇİYOR!.. "BALKONA GİT," DİYORUM, "PENCEREDEN ATIVER KENDİNİ!" Aptal!.. "KURTUL," DİYORUM, "BİR DAHA BAYILMIYACAKSIN, RAHAT EDECEKSİN. OOOHHH"" DİYORUM. Ben onu yalnız ÖLDÜRMEK istiyorum. Yalnız İNTİHAR fikrini veriyordum. Ben çıksam aradan, sâde öldürmekten vazgeçer kendini... Ben yol gösteriyorum, kurtulsun diye..." şeklinde Medyum'a verdiği intihar Telkinler'ini anlatıyor. "Aptal, GİDİYOR..." ama kocası o "Aptal... Eşek!" diye vasıflandırdığı kocası bir şekilde müdâhele edip kadını kurtarıyor!.. Varlık kadını "Senin kocan aptal zâten!.. Senin kocan çok aptal!.. Ama belki bırakıp gidecek, sen göreceksin gününü!" diyerek kocsından soğutmaya, o yardımı engellemeye çalışıyor... Aslında böyle hasta, depresyonda, ümitsiz (Hiç ALLAH'tan ümit kesilir mi? ) durumda olan kişilere intihar Telkin eden Obsedör Varlıklar'ın bir kısmı da onlara iyilik yaptıklarını, bunun kendilerine huzur sağlıyacağını düşünürler. Tabii iki grubun da davranışı içinde bulundukları vaziyeti daha kötüye götürmekten başka bir işe yaramaz!

- "De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım!
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!
Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.
Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
(Zümer Sûresi, 53. Âyet)

Julio'nun huzura kavuşmak için bulduğu ikinci çâre, "BENİM AFFEDİLMEM İÇİN, BİR FÂNİNİN OKUMASI LÂZIM!" ifâdesi... Ki, doğru, ama yeterli değil! Kendisinin de yaptıklarından pişmanlık duyup, bağışlanma dilemesi, bunun için gayret sarfetmesi lâzım. Okumayı da İNCİL'den istiyor ve Medyum'dan bekliyor. Medyum. biz ikisini de görmüyoruz ama, onun karşısında... Onun için "ÜST KATIMIZDA, yukarda Madam oturuyor... Madam'dan, onun kullandığı... İNCİL var...İNCİL!.. TEVRAT da var onda. Ama onu saklıyor!" diyerek Medyum'un âilesinin oturduğu binâyı kastediyor. Celse idârecisi bunu uzun müddet kendi üst katı diye anlıyor, en sonunda Medyum'un dâiresinin üst katı olduğunu farkediyor. Varlık, "Bir İNCİL var orda. Oraya konan işâret var. İNCİL'in... Yastığın arasına koymuşlar. Mâdem benlen pazarlık ediyorsun, İNCİL'in işâretli, KIRMIZI İŞÂRETLİ TARAF'ını okuyacaksın! Üst katta! Komedinin üstünde... Yatak odasında... Lâmba var. Hadi, git al!.. Orda!.. Belki affeder ALLAH da, ben de kurtulurum." diye belirli bir sayfayı istediğini söylüyor... "KIRMIZI... KIRMIZI" diye de işâretli sayfayı tekrar tekrar vurguluyor... Burada tabii enteresan bir olay var. Varlık, hadi diyelim, "üst katta bir hıristiyan Madam olduğunu Medyum'un zihninden aldı", kimi zaman yastık altında, kimi zaman komodinin üstünde duran İNCİL'in KIRMIZI İŞÂRETLİ sayfasını nasıl bildi? Demek ki, bu Dünyâ'ya yakın... dolaşıyor... Julio MATTA'YA GÖRE İNCİL'den bir pasaj okunmasını istemiyor, o belirli sayfayı istiyor. Hem de aslında Medyum'un okumasını istiyor... Celse İdârecisi okusa da belki olur ama, esas istediği Medyum'un okuması... Böyle talepler Obsedör Varlıklar'dan sıklıkla gelir. İlerde başka örneklerini de veririz. Talepleri karşılandı mı, huzur duymaları artar mı, bilemeyiz ama, Medyum'u bırakıp giderler.

Julio, Medyum Sevgi Hanım için Celse İdârecisi'ne "NE KARIŞIYORSUN?... Ne zannediyorsun kendini sen?.. Sana ne? ÖLECEK ZÂTEN!.. Yakın ölümü!.. Sar'ası var... Sen ne istiyorsun ondan? İyileştiremezsin kızı!.. Ben gitsem bile, nasıl olsa ameliyat olacak o. ÖLECEK!.. ÖLECEK!.. Sar'ası var!.. Sar'ası var onun, sar'ası!.. Sar'ası var, sar'ası!.. Benden evvel yakalandı o!.. Sonra çıkacak meydana. Daha çok sar'a olacak.. BÜSBÜTÜN FENAAA!... sen bunu kurtaramazsın!.. Bu ölecek!.. Baygınlığı ben yapmıyorum. Ben onu yalnız ÖLDÜRMEK istiyorum. Yalnız İNTİHAR fikrini veriyordum. İki gün sonra gene başlıyacak baygınlıklar. Bu sar'a!.. Bunu geçiremez. Ameliyat ta olsa geçiremez bunu! Bu çok fenâ!.. İşlemiş, geç kalınmış... Senelerce bekledi. Ama zayıfladı, zayıfladı, meydana vurdu!.. Ve kurtulamaz!.. Yok!,, Kurtaramazsın sen onu. Beni lânetliyorsun ama,ben yapmıyorum!.. Dört gün ara verdi bu... Krizi iki gün sonra gene gelecek. Bunun beyni hasta... Yok!.. Hem aptal bu!.. Hem sağ tarafında var, hem sol tarafında... Sağda biliyor!.. Halbuki solunda da var. Bilmiyor!.. Bilmiyor bunu," diyerek teşhis koyup, tedâvi tavsiye ettiği Medyum'un durumunu elbet biz bilemeyiz. Gerçekten Madyum'un durumu o kadar kötü mü, (ki, ölmedi, uzun yıllar yaşadı), sağda solda ârıza var mı, Varlık iyilik olsun diye mi söylüyor, yoksa ameliyat olsun, masada kalsın diye mi, bilemeyiz!

Enteresan olan bir diğer husus ta, Varlığın "Küçük Şeytanlar var ya... KÜÇÜK ŞEYTANLAR ORADAN YEMİŞ... Onlardan toplanmış böyle ... hani siz..." hani biz "MİKROP" deriz ya, onları kastediyor. Bu da teşhisin bir parçası... Doğru mu, ALLAH bilir!..Acaba mikropları görebiliyor muydu?,, Onu da bilemeyiz.

Böylece bir Celse akışını size olduğu gibi naklettik. Hep söyleriz, Celseler SOHBET şeklinde geçer. Nutuk atar gibi TEBLİĞ vermezler! Verenler varsa da, sorular engellenmemelidir. TEDÂVİ CELSELERİ dahi, gördüğünüz gibi, öyledir... Şimdi derseniz ki, "Sevgi Hanım'a ne oldu? İyileşti mi?" Tam bilemiyoruz. Çünkü bir daha tedâviye gelmedi. "Varlık sözünü tutup gitti mi?" derseniz, onu da bilemeyiz, çünkü Medyum gelmedi. Çoğu zaman bu tarz sözleri tutmazlar. Ama talepleri yerine getirilirse, muhtemelen Yukarı'dan zorlandıkları için ayrılırlar. "İNCİL bulunup işâretli sayfa okundu mu?.." Onu da bilemeyiz, Medyum'la bir daha irtibat kurulamadı. Ama şuna eminiz, bu çalışma Medyum'un umudunu ve direnme gücünü arttırdı, intihar telkinleri gelse bile karşı koydu. Kendisi eskisi kadar kötü hissetmedi.

Ne diyor du Julio?.. "BENİM AFFEDİLMEM İÇİN, BİR FÂNİNİN OKUMASI LÂZIM!" Biz fâniler de Öbür Âlem'deki ölmüşlerimiz ve bütün Ruhlar için dua edelim. ALLAH hepsine rahmet etsin, huzur versin.

*****

Yukarıdaki vak'a bir haylı yormuştur sizi... Şimdi daha basit bir Obsesyon Vak'ası nakledelim... Medyum Yalçın Bey... Kendisi 30'lu yaşlarda, tüccar... Bir dükkânı vardı, alacaklarını toplayamadığından borçlarını ödeyemedi, iflâs etti. Dükkândaki malları dolaşarak satıp evini geçindirmeye çalışırken başına bir de bu Obsesyon olayı dert oldu. İlk karısı vefat etmiş, ikinci defa evlenmiş. Çocuğu yok... Kendisini rahatsız eden de tanıdığı bir kadın... Ona yakınlık gösterdi mi, bilinmez; ancak kadın ona âşık oluyor. Adam farkında değil... Kadın öldükten bir müddet sonra gelip yapışıyor... Bakalım, olay nasıl gelişiyor?..

Varlık:Mefharet
Medyum: Yalçın
Operatör: Ruhi Selman
Târih: 29 Ocak 1971
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Tedâvi için Özel Çalışma

İdâreci- Gâyet rahat olarak yükseliyorsunuz... Huzur içinde... Sizinle görüşmek isteyen
olursa, durunuz ve bana hissettiklerinizi anlatınız.
Medyum- ..... Hiç bir engel yok....
İ- Sür'atle çıkın, Aydınlık Tabakalar'a doğru...
M- ... Geçtiğim bütün Tabakalar o kadar Aydınlık, o kadar güzel ki!... Çok değişik...
İ- Geçen seferkilere benziyor mu?
M- Hayır... Çok güzel...
İ- Geçen seferki gibi baskı yapıcı bir tesir hissetmiyorsunuz?
M- Hayır, etmiyorum.
İ- Bundan evvelkilerde ediyor muydunuz?
M- Hatırlamıyorum.
İ- Çıkıyorsunuz... Gördüklerinizi ve hissettikleriniz anlatınız.
M-.... GÜNEŞ'İN GURUP EDİŞİ GİBİ.... Ağaç dallarına vuran... Hattâ "Güneş" demek lâzım
belki... Pırıl pırıl renkler...
İ- Aydınlık mı?
M- Çok aydınlık... Çok güzel renkler... Etrafta gülen bir yığın şeyler... "Melekler"

(demek) lâzım... Hepsi tebessüm ediyor ve gülüyor...
İ- Huzur verici hisler alıyor musunuz?
M- O kadar huzur verici ki!...
İ- Başka neler görüyorsunuz etrafta?
M- ..... KARARIVERDİ ORTALIK.... ÇOK KARARDI!....

İdâreci daha önceki çalışmalarının bilgisiyle dikkatli... Medyum "Aydınlık... güzel... huzur verici" dedikçe kurcalıyor. Bunun Geri Varlığın verdiği bir İmaj olduğunun farkında... Bilhassa "GÜNEŞ'İN GURUP EDİŞİ GİBİ" ifâdesi onu uyarıyor, demek ki bir LOŞLUK var... Medyum'un dikkatini İmaj'a değil de, etrafa çekince İmaj birden dağılıyor ve Medyum aslında Karanlık'ta olduğunu görüyor.

İdâreci- Yükselin... Veyâhut bunları size göstereni çağırın...
Tanıyorum kendisini... Artık samimi olma zamanı geldi... Eğer görüşmek istiyorsa,
gelsin, konuşalım.
Varlık- .... Sizinle de görüşülmüyor ki!...
İ- Niye?
V- İsmimi merak ediyorsunuz insanın.
İ- Ben tanıyorum kendisini.
V- Peki, siz benden ne istiyorsunuz?
İ- Yardımcı olmak istiyorum sâdece.
V- Nasıl yardım edebilirsiniz?
İ- Huzûra kavuştururum sizi... Yetmez mi?
V- Bizim de aradığımız o.
İ- Öyleyse siz de benim dediklerimi yapın.
V- Siz ne demek istiyorsunuz?
İ- Sizi huzûra kavuşturucu şeyler söyleyeceğim.
V- Peki... Beni huzûra kavuşturun, ben de çalışmalarınıza engel olmıyacağım.
İ- Yalnız bana hiç samimi davranmadınız.
V- İSTİYEREK YAPMIYORUM Kİ!...
İ- Ama bana davranışınız böyle olmamalıydı.
V- Haklısınız.
İ- Bakın, ne kin güdüyorum, ne de kötü konuşuyorum. Ama suistimal etmeyin.
V- ... Utanıyorum doğrusu... Benim kendimde olmayan şeyler bunlar. Kendi kendimi,
kendi âlemimi, sükûnet içerisinde yerimi bulmak çabası içindeyim sâdece.
İ- Ama bunun yolu bu değil... Yoksa şimdiye kadar kavuşmuş olurdunuz huzûra...
Başka bir şey denemeniz lâzım.
V- Evet... Bir şey deneyin de, bu ızdırap bitsin artık...
İ- Yalnız bana güvenin ve yalan söylemeyin.
V- Benimle hiç görüşmek istemez misiniz
(iyileşirsem?)
İ- Nasıl?
V- Hiç bir zaman sizinle karşılaşmamı istemiyor musunuz?
İ- Hayır. Aksine, görüşmek istiyorum... Medyum'u onun için durdurttum. Daha evvel de
öyle yaptım.
V- Ama benim kötü bir maksadım yok ki!..
İ- Bilimiyorum. Yalnız, huzûra kavuşmak istiyorsanız, görüşmeler benim dediğim gibi
olsun. Biz zâten sizi olduğunuz gibi kabullendik.
V- Evet.
İ- Onun üstünde görünmeye çalışmayın! Medyum rahatsız oluyor.
V- Evet, farkındayım.
İ- Sizinle görüştükten sonra, ona mâni olmayın.
V- ... Bırakmak...
İ- O gün için bırakın... Meselâ, şimdi istediğiniz kadar konuşalım. Fakat sonra...
V- Siz bana dua edin... Dua edin ve kendisini rahat bırakayım... Bir müddet rahat
bırakayım... Ben üzdüğüm kanısında değilim.
İ- Üzüyorsunuz... Meselâ, son görüşmeyi hatırlaması... Bugüne kadar korkusundan
gelemedi.
V- Evet.
İ- Dua ediyorum...
(Fâtiha okur) Rahatladınız mı?
V- Rahatladım.
İ- Her zaman sizin için dua edeceğim.
V- ALLAH râzı olsun.
İ- Sizden de... Şimdi sizinle sık sık görüşelim. Fakat bu görüşmeler dışında Medyum'a
tesir etmeyiniz.
V- .... Ama ben Madde Âlemi'ndeyken bu insanı o kadar büyütmüştüm ki!... Hak iddia
etmem gerek... Tek taraflı bir hak... Kendisine çok açılmak isterdim ama, her seferinde
kendimi tutmuştum... Bütün duygularım içinde kalmıştı... Ve bu duygularla göç ettim ben...
İ- Biliyorum... Sevgi mi duymuştunuz?
V- Büyük bir sevgiydi.
İ- Fakat sizin son davranışlarınız, onun sevgisini nefrete çevirmeye başladı. Çünkü siz
intikam almak isteyen biri gibi davrandınız.
V- Bir derece öyle olması gerekir... Fakat kendisine kesinlikle söz veriyorum: Rahat
bırakacağım ve rahat etmesi için elimden geleni yaparım.
İ- İşte o zaman hem huzûra kavuşacaksınız, hem de sevginize mânevî bir mukabele
göreceksiniz. Artık aranızda Dünyâ'da düşünülen şekilde sevgi olmasına imkân yok.
V- Tabii.... Söz veriyorum... Mâdem ki rahatsız ediyorum... Ben rahatsız ettiğim kanısında
değildim... Söz veriyorum ki, rahatsız etmiyeceğim kendisini...
İ- Yalnız görüşmeleri kesmeyin. Bundan Medyum da memnun olacaktır.
V- Çok teşekkür ederim.
i- Ben teşekkür ederim, dostum... İnşaallah sizi her seferinde biraz daha Aydınlık'ta
görürüz.
V- İnşallah.
İ- Yine sizi ziyâret edelim mi?
V- Zâten başka gelen yok ki!..
İ- Gelelim, dostum. Verdiğniz sözü tutacağınıza eminim.
V- Tutacağım.
İ- Bir arzunuz var mı?
V- Dua ettiniz, yeter o... Ben de size yardım etmeye gayret edeyim bundan sonra.
İ- En büyük yardımı, huzûrunuzu temin etmekle yapacaksınız. Ondan sonra
birbirimize yardımcı olacağız.

İrtibat burada kesildi... Varlık Medyum'a âşık olduğundan, onunla karısının arasını bozmaya çalışıyordu. Bir önceki Celse'de, kâğıda geçmediği için veremiyoruz, mezarını ziyâret etmemizi istemişti. Ankara, Cebeci Asrî Mezarlığı'nda imiş... Parsel falan da verdi galiba, hatırlamıyorum. Ama kısa sürede bulmuş, Yalçın Bey'le başında dua etmiştik. Bugünkü sükûneti biraz da ondandı. Mutlu bir tesâdüf, onun mezarını ararken Medyum Esat Bey'in mezarına denk gelmiş, ona da dua etmiştik... ALLAH cümlesine gani gani rahmet eylesin!..

****

Öğrenci Medyum Ümit'i tanıyorsunuz... Kendisi ile 1973-1977 târihleri arasında çalıştık. Tam 72 Celse yaptık. Ama bunların çoğu kendisinin Obsedör'ü Hans'ın yalanlarıyla, onu ikna çalışmalarımızla geçti. Hans, Medyum'u kumara itiyordu. Kazanmasını sağladığı için bizim çalışmalarımıza kadar kumardan kopamamıştı... Şimdi nakledeceğimiz onun ilk Celseler'inden biridir. Hans, bizi çok kandırmaya uğraşmıştır. Ama, doğrusunu isterseniz, muzip bir dost gibi idi. Bütün yalanlarına rağmen kendisini sevdirmişti.

Varlık: Hans
Medyum: Ümit
Celse İdârecisi: Rûhî Selman
Târih: Mart 1973
Usûl : Manyetik-Hipnotik Karma

İdâreci- Huzur içinde yükseliyorsunuz... Gördüklerinizi ve hissettiklerinizi anlatın.
Medyum- ..... Islık çalmak istiyor gene...
İ- Çalsın... Dua ediyoruz kendisi için...
Varlık-
(ıslık çalar) .....
M- .... "Merhaba" diyor...
İ- Merhaba... nasılsınız?
M- .... "Ben iyiyim, siz nasılsınız?" diyor.
İ- Bilhassa sözünüzde durduğunuz için teşekkür ederim...
Biraz olsun huzûra kavuştunuz mu?
M- .... "Biraz değil, çok" diyor... "ALLAH rızâsını unutmasın"...

Herkesin bir huyu vardır ya, her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır ya, Hans da "ALLAH rızâsı için" tâbirini duyunca, kendini doğru söylemeye mecbur hissediyordu. Yine de yalan söylediği oluyordu ama, bundan çok rahatsızlık duyduğu için, doğru konuşmak için bizden hep bunu bekliyordu.... Dikkat çeken bir hususta Medyum'un onu uzakta tutması, doğrudan İrtibat'a geçmesine pek izin vermemesi...

İdâreci- Peki. ALLAH rızâsı için doğruyu söyleyin.
Varlık- Çok rahatım... Daha çok yerleri görebiliyorum... Daha çok yerleri dolaşabiliyorum.
İ- O zaman bana inanıyorsun, demektir.
V- Evet.
İ- O zaman bize hatâlarını anlatsın.
Medyum- ... "Anlattım ya" diyor... Anlatmak istemiyor... Kararsız... Anlatacak gibi...
"Ama anlatayım" diyor...
İ- Peki, anlatsın.
M- ... "Ben Gestapo idim" diyor... Anlatmak istemiyor... Yine çekimser...

(Yalan söyleyip-söylememe mücâdelesi)
İ- Peki. Bize kendini anlatsın. ALLAH rızâsı için...
V- Ben Hans'ım...
İ- Soyadını söyler misin?
V- Hayır.
İ- Hayâtını anlat; o zaman.
M- .... "Berlin'de doğdum" diyor... "1922'de... Tek katlı bir evimiz vardı... Annem,
babam, ağabeyim, ben... Dört kişi idik"... "Annem" diyor, "klâsik Alman'dı. Sarışındı.
Biraz iri yapılıydı. Babam, saçları dökülmüş, pek vurdumduymaz tiplerdendi" diyor..
"Ağabeyimle iyi anlaşırdık. Bana hep yardım ederdi. Her türlü sıkıntımı ona anlatabilirdim.
Babamla çok iyi geçinemezdik," diyor, "devamlı münâkaşa ederdik.".... Islık çalmak istiyor...
İ- Çalsın.
V-
(bir süre ıslık çalar) .....
İ- Nedir bu çaldığı parça?
M- ... "Alman şarkısı" diyor... "Inberg"
İ- Artık ALLAH rızâsı için yalan söylemesin.
M- ... "Olur" diyor...
İ- Yalan söyledikçe huzursuzluğu artar.
M- .... "Hissediyorum zâten... Sor, sor" diyor...
İ- Ne sorayım?
M- ..."Ne istiyosan" diyor.
İ- Bulunduğunuz yeri anlatın.
M- "Geçen sefer anlatmıştım... Her yerde olduğu gibi, bizim burada da köprüaltı
çocukları tipinde olanlar var" diyor... "Ama içinde temizleri de var" diyor... "Burası çok
kalabalık... Herkes sizin dünyânızda yapmış olduğu suçların cezâsını burada çekiyor...
Her taraf Simsiyah!... Biz bu Siyahlığın içinde kaybolmuşuz" diyor.
İ- Peki, cezâyı çekme nasıl oluyor?
M- .... "Gündüz," diyor, "her tarafı kapalı bir yere sizi oturtsalar, kendinizle başbaşa....
kendinizi dinliyorsunuz... ve TANRI'yı hissediyorsunuz... Üzerinizde bir baskı var...
düşünce baskısı yâni... Dünyâ'da iken yaşamış olduğu şeyleri aklına getirmek zorunda
olması... ve bunların vermiş olduğu huzursuzluk ... ve Karanlık..."
İ- Peki, doğru bir hareket yapınca, ne gibi bir gelişme oluyor?
V- .... İnsanın üzerinden bir yük kalkıyor... O Karanlık'ta pek değişiklik olmuyor... Ancak,
hani karanlık odadan güneşe çıkınca nasıl gözü kamaşır... ve kapar tekrar.... Bizimki de
aynı böyle... Işık parlıyor, fakat biz onun tadına varamıyoruz... çünkü gözümüz kamaşıyor.
İ- Tabii...

Burada biraz duralım... Varlığın ıslık çalarken söylediği "Inberg" kelimesi Almanlar tarafından isim ve soyadı olarak kullanılıyor, ama başka bir mânâsı, önemi var mı, bilmiyorum. Alman kültürüne hâkim birisi yardımcı olursa, bizi memnun eder.

Varlığın kendi hayâtı hakkında söylediği doğru mu, onu da bilemiyoruz. Biz onun Karanlık'ta bir Varlık olduğuna eminiz ama, niye Karanlık'ta, nasıl yaşamış tesbit etme imkânımız yok. Yalanlarıyla meşhur Hans'ın anlattıklarını dinliyoruz, ama söylediklerinin doğruluğundan her zaman emin olamıyoruz. Doğru olanlar belki Orada'ki durumu ile ilgili anlattıkları... Zaman zaman da boyundan büyük işlere kalktığı oluyor.

İdâreci- Bana inanıyor mu?
Medyum- .... "Artık," diyor, "ne istersen yapmam gerektiğine inanıyorum" diyor.
İ- İstediği bir şey var mı?
M- ... Evet... Alamıyorum... "Uyut" diyor...
İ- Niye?
M- .... "Söylemek istemiyor... "Uyutun" diyor... "İkisini burada karşılaştıracağım" diyor.
İ- Benden ne gibi bir yardım istiyor, söylesin. Nasıl yapılacağına ben karar vereyim.
M- ... "Onu da yükseltmeyi düşünüyordun" diyor... "Burada o kadar çok kişi var ki," diyor..
"Ben onu daha iyileri ile görüştürebilirim" diyor...
İ- Teşekkür ederim. Ama şimdi sâdece kendinizle ilgilenin.
M- ... "Medyum'u uyutmakla yardım edin" diyor...
(İkinci Medyum'u kastediyor.)
İ- Peki... Yalnız siz bize daha fazla açılın.
M- .... "Şimdilik daha fazla açılamam," diyor...
İ- Bu uyutmaların dışında İrtibat kurmayın ve yardım etmeye çalışmayın.
M- .... "Evet, ben durdurmuştum" diyor.
İ- Bunu nasıl yaptınız?
M- .... "Başka birisini gönderdim" diyor.. "Onu almak için durdu, Ümit de bindi" diyor... .
"Onu ben hızlandırdım" diyor.
İ- Otobüsü fiilen durdurmadınız, yâni.
V- Yoo!
İ- Bunu söylemiş olsa idiniz, teypi durdurmanızı isteyecektim.
V- Anlıyorum... Yapabilirim.
İ- Peki, durdurun.
M- .... "Bekleyin" diyor... "Sen kaydını kontrol et" diyor...
İ- Bandın dönmesini durdurun.
M- .... "Onu durduramam... Yalnız ses almasına mâni olabilirim" diyor...
İ- Peki... Deneyelim mi?
V- Evet....
(Ama durduramadı.)
İ- Ses almış... Gâyet normal... Bu olmadı.
M- .... "Üzüldüm" diyor...
İ- Bütün bunları belki daha ileride yapabileceksin.
M- .... Hâlâ "Yapabilirim" diyor...
İ- Vazgeçmesi lâzım.
M/ ... "Yapabilirim, niye vazgeçeyim?" diyor...
İ- Ama olmadı işte... Gâyet de normal olmaması.
M- .... "Evet" diyor...
İ- Bunu kabul etmekle daha rahatlamış olacak... Olduğunuzdan başka türlü görünmeyin!
M- ... "Ama" diyor, "teypi birine kapattırabilirim. Birine o fikri verebilirim."
M- Onu yapabilirsin belki...

Şimdi "Ghost" veya "Poltergeist" gibi filimlerde Ruhlar'ın ne kadar dehşet verici , gürültülü işler yaptığını görüyoruz... Biz Masa hareketleri, bâzı kazâlarda önleyici davranışlar dışında böyle hareketlerle karşılaşmadık. "Olmaz" demiyoruz, olabilir, ama ne olduğunu duyduk, ne de yapanı gördük. Bu Geri Varlık da sey kaydı yaptığımız cihazı çalışırken durdurabileceğini iddia etti, durduramadı. Şaşırmadık, ayıplamadık. Çünkü pek öyle kolay bir iş değil...

İdâreci- Başka bir şey yoksa, burada keselim.
Medyum- ... "Peki" diyor.
İ- Bir isteği var mı?
M- ... Gözümü açmamı istiyor...
İ- Peki. Uyanmadan gözünüzü açınız ve kapayınız.
Varlık- ...
(Medyum gözünü açar, bir kaç sâniye sonra kapar) ... Bir daha...
İ- Gene açın ve kapayın....
(Medyum gene gözünü açar ve bir kaç sâniye sonra kapar.) ...
Ne hissettiniz?
M- ... "Biraz aydınlık geldi bu taraf" diyor... "Ben gördüm, hissettim" diyor.... "Tam madde
olarak görmedim" diyor.
İ- Peki... Bakın, hep böyle yalandan kaçınınız... Çünkü nasıl olsa yalanınızı tesbit ederiz.
Olur mu, dostum?
M- ... "Evet" diyor.
İ- Peki. ALLAH râzı olsun. Dua edelim... Temâsı kesin ve inin.

Bizim çalışma yaptığımız odanın loş ışığı bile ona aydınlık geldi... Düşünün ne biçim bir Karanlık'ta!..

Şimdi diyeceksini ki, " Mâdem bu kadar çok yalan söylüyor, niye uğraşıyorsun, be adam!" .... Uğraşıyoruz, çünkü biz yokken Medyum'u etkiliyor. Yıllarca etkilemiş, yanlış işler yaptırmış. Onunla dost olarak bu davranışlarından vazgeçirmeye çalışıyoruz. Bu arada da böyle Varlıklar'ın Âhıret Âlemi'ndeki durumunu öğreniyoruz... Zaman zaman hatâ yaptığımız, aldatıldığımız, işletildiğimiz oluyor... Ama bu Dünya hayâtında da oluyor. Sizin hiç mi yalancı, palavracı akrabanız, arkadaşınız, tanıdığımız yok?.. Çoğuna bile bile katlanıyorsunuz. .. Biz de öyle yapıyoruz.

*****
Bir Obsesyon vak'ası daha nakledeceğiz... Bir Geri Varlık, Medyum'u kontrolüne kısmen almış, ona önce Atatürk olarak görünüyor, sonra kendi hüviyetiyle karşısına çıkıyor. Medyum irâdeli bir kadın... Zaman zaman tepki koyuyor.

Varlık: Atatürk taklidi yapan Obsedör Varlık
Medyum: Mediha
Târih: 13 Ekim 1960
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma

Medyum- Bak gene Atatürk... Böyle düşünceli oturuyor karşıda, koltukta... Sigara
içiyor ve eli böyle... şu vaziyette... Düşünüyor ve çok ters bakıyor bana...
İdâreci- Acaba sizi babanızla konuşturamaz mı?
M- ....."Yalnız BEN" diyor... "Sana çok kızıyorum" diyor... Hakaret etmeye başladı bana...
İ- Niçin kızıyor?
M- .....
(ağlamaya başlar) ....
İ- Asabiyeti geçti mi?.. Ne oldu?... Niye ağlıyorsunuz?
M- ... Hakaret ediyor...
İ- Elini öpün. Özür dileyin...
M-....
(mütemâdiyen ağlıyor) ... korkuyorum... Ben korkuyorum...

Burada duralım... Celse İdârecisi gelen Varlığın Atatük olmadığını bilmesine rağmen, ondan başka birisiyle görüştürmesini istememeliydi. Birincisi, bu ayıp... Karşınızda biri varken, "Sen git, baban gelsin" denir mi?... İkincisi, böyle aldatıcı bir Varlığın zâten başka birisini getirip görüştürrme kudreti yoktur. "Yaptım" dese bile, aldatmacadır. Üçüncüsü Ruhlar Âlemi'nde istediğinle değil; Medyum'un frekansına uygun, onların istediğiylle görüşürsün.

Varlığın Atatürk olmadığını gösteren bir kaç sebep var. Her ne kadar koltukta oturuyor, sigara içiyor ise de, sıradan bir vatandaşa hakaret etmek Atatürk'ün mizâcı olmadığından ve Medyum'un korkmasından bunu anlıyoruz. Sonra Medyum ne yapmış ki, özür dilesin?.. Önce bunu sormak gerekirdi.

İdâreci- Af dileyin.
Medyum- ... Her şeye rağmen dilemiyeceğim.
İ- Niçin böyle konuşuyorsunuz?
M- Bilemiyeceğim.
İ- Suçunuz var mı?
M- Hayır. NEFRET EDİYORUM!.. Nefret ediyorum... NEFRET!...
İ- Yanılıyorsunuz. Yanlış yoldasınız.
M- hayır!
İ- Çok yanlış yoldasınız.
M- Hayır!
İ- Özür dileyip ayrılın yanından.
M- Hayır!.. İntikamımı alacağım.. Hayır!... Hayır!... Sinirleniyorum... Nefret!... İintikamım
şu olacak: Başka Ruhlar'la konuşacağım. Konuşmıyacağım... Evet, konuşmıyacağım!...
Mecbur edemezsiniz!.. Mecbur edemezsiniz... Mecbur değilim konuşmaya!.. Başka
Ruhlar'la konuşacağım... Nitekim demin konuştum. Ben de FUZÛLÎ ile konuştum.

Böyle hem İdâreci'ye, hem de karşısındaki Ruh'a posta koyan Medyum nâdir bulunur... Mediha Hanım beni gerçekten irâdesiyle şaşırttı. Ancak onun da zaafları var. Bundan yararlanan Obsedör Varlık ona çok sevdigği FUZÛLÎ olarak görünüyor ve onun zihninden, şuurundan alarak Fuzûlî şiirleri okuyarak sempatisini kazanıyordu. Burada da kızgın Atatürk olarak göründüğünde direnecek, ama başka bir Varlık olarak karşısına çıktığında hemen ona yönelecek.

Medyum- ..........
İdâreci- Ne oluyor?.... Başka bir Varlık'la konuşmaya bakınız.
M- .... Ah canım!... Canım!... Hayâtım benim!... Çok seviyorum, hayâtım!...
İ- Kiminle konuşuyorsunuz?
M- Söylemem!...
(varlığa) Hayâtım!..
İ- Niçin söylemiyorsunuz?... Kiminle konuşuyorsunuz?
M- ....
(tekrar ağlamaya başlar) ....
İ- Sevdiğiniz birisi mi?
M- Çook!..
İ- İnsan sevdiği birisini gördü mü, üzülür mü? Ağlar mı? Kimdir bu karşılaştığınız?
Söyleyin, size yardım edelim. Kimi gördünüz?
M- ... TEK...
(ağlamaya devam etmektedir) .....
İ- ??? Tek ne demek?... Kimi gördünüz? İnsan sevdiklerine ağlamaz. Kendinize hâkim
olun. Kiminle karşılaştığınızı lûtfen söyleyiniz.
(İdâreci'ye aldırmaz, Varlık'la konuşmaktadır) Bak, TEK ricam var... Ne olur, ne olur,
bu Dünyâ'dan çabuk... çabuk... hem de çok çabuk Oraya gelmemi sağla, ne olursun?
İ- Olmaz!.. Böyle bir şey olamaz!
M- Yalvarıyorum!... Çok ızdırap çekiyorum.
İ- Olmaz! Siz bu Dünyâ'da vazifelisiniz. Sizin yaşamanız şarttır. Böyle söylemeniz onu
üzmekten başka işe yaramaz. Niçin bunu yapıyorsunuz? Onu üzmek için mi? Yazık
değil mi/ Onu seviyorsunuz. Bilâkis, böyle hareket etmemeniz lâzım. Söyleyiniz,
hepimiz dua ediyoruz.
M- Ne yapayım?
İ- Dua et.

Medyum neyin ızdırabını çekiyor, bilmiyorum. O târihte söylediyse de, hatırlamıyorum. Ama artık yaşama arzusunu kaybetmiş, ölmek istiyor. Varlık ta bundan yararlanacak. Belki de "ölme" isteğini Medyum'a o aşılıyordur, tıpkı yukarıdaki Julio gibi... O Medyum direnmişti. Bu Medyum burada kendini koyuvermiş ama, sonradan direniyor ve yaşıyor. Uzun müddet Obsedör'ün etkisinden kurtulmasa da... Kurtulmayış sebebi de onu seviyor olması... Yoksa ayrılırdı. Hasta, iyileşmek istemeyince doktor, ilâç kâr etmez, hasta kalır ya, o cinsten...

İdâreci- Biz de, sen de dua et ALLAH'a.
Medyum- Benim ALLAH'tan duam, çok yakın zamanda bu Dünyâ'dan Öbür Âlem'e
göç etmek.
İ- Olmaz ki! böyle dilek olmaz ki!
M- Ne olursa olsun, bu dileğim.
İ- Ama olmaz ki! Bu sevdiğin için bir ızdıraptır. Şu halde sen onu sevmiyorsun.
M- Zevk alamıyorum bu Dünyâ'dan... Bu Dünya benim dünyam değil.
İ- Bırak, o sevdiğin şahıs konuşsun. Ona sor , bak, o ne diyecek?
M- .... Öbür Âlem'i istiyorum.... "Burası çok daha güzel" diyor.
İ- ??? Onun söylediklerini bize söyle. Bak, o ne diyecek?... kat'iyen "Peki" demiyecek.
M- ... Tasvip ediyor...
İ- ??? Etmez.
M- Ediyor!
İ- Etmez.
M- "Değmez o Dünyâ'da yaşamaya" diyor...
İ- Nasıl???
M- Ben de aynı fikirdeyim.
İ- Yanılıyorsunuz. Çok yanılıyorsunuz. Bu Dünyâ'ya insanlar Tekâmül için gelir.
Vakitsiz gitmek isteyenlerin cezâsı büyüktür.
M- .... "Yanlış" diyor.
İ- Yanlış demeyin... O da Tekâmül içindedir. O Aziz Varlık da Tekâmül içindedir. Aksi
olduğunu bize ispat etsin. Bunun yanlışını söylesin. Bütün Hâmi Ruhlar'dan aldığımız
şeyler hep böyle.
M- .... Ben de aynı kanaatteyim.
İ- Tamam! tabii ya! Böyle çocukça düşünmemek lâzım. Bize bu hususta bir
sözü var mı? Hâmi Ruhlar'a söylesin. Ona yol gösterecekler.
M- .... Bana yardım edecek...
İ- Sana yardım edecek ama o da muhtaç yardıma. Hâmi Ruhlar'a müracaat etsin.
M- .... "Seni çok bırakmıyacağım Orada" diyor...

Yardımın ne olduğu anlaşıldı. Medyum'u intihara teşvik edecek!... Obsedör Varlık bir türlü yola gelmiyor!

İdâreci Onun elinde değil ki!.. yanlış düşünüyor. Ona yanlış düşündüğünü söyleyiniz.
Medyum- Kat'iyen hayır!..
İ- Söyleyiniz. Çok yanlış düşünüyor. Elinde değil ki!.. Ona sen dua edeceksin. Dua et!..
Hayat mücâdelesinden kaçmak için mi Tekâmülünü bırakıp ta gitmek istiyorsun?
M- .........
İ- Rahat mısın?
M- Evet.
İ- Rahatsın, o Aziz Varlık neden bize bir şey söylemek istemiyor?
M- .....
İ- Rahat mısın?
M- Evet.
İ- Başınızda ağırı var mı/
M- Hayır.
İ- Sizinle konuşmak isteyen başka Varlık var mı?
M- ....
(İmaj değişti) Herkes bakıyor...
İ- ??? Herkes bakıyor mu?.. Gidin yanlarına.
M- ... Kalabalık çok...
İ- Ne yapıyorlar?
M- Bir kısmı oyun oynuyor... Bezik... bezik... poker...
İ- Tanıdıklarınız var mı içlerinde?
M- ...Hayır.
İ- Öyleyse yavaş yavaş o âlemden ayrılalım... Yavaş yavaş aşağı doğru ininiz.
Ruh ve Beden münâsebetleniniz birleşince haber veriniz.

Sanırız, Hâmi Ruhlar'dan bahsedince Obsedör biraz ürktü, Medyum da "hayat mücâdelesinden kaçma" ifâdesini duyunca biraz toparlandı ve Varlığın etkisinden kurtuldu. İdâreci de hemen fırsatı değerlendirip Medyum'u indirip uyandırdı.

*****

Medyum Neclâ evlenmemiş 40 yaşlarında bir hanım... Devlet memuru, yalnız yaşıyor... Elimizde 15 Celse'si var... Çeşitli sıkıntıları var... Uyuyunca bunun sebebi anlaşılıyor. Bir Geri Varlık onu rahatsız ediyor... Aşağıdaki Celse o Varlık'la yapılan mücâdelelerden biri...

Varlık: Obsedör Varlık
Medyum: Neclâ
Târih: Ağustos 1966
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Tedâvi

Medyum uyutulup yükseltildikten sonra Karanlık Tabaka'da Obsedör Varlık'la karşılaşır. Varlık Medyum'u bırakmaz. Tam tersine İdâreci'nin Medyum'u bırakmasını ister.

İdâreci- Gel, güzel güzel konuşalım.
Varlık- ÇEKİL!..
İ- Ne olur, lûtfen.
V- GİT!... GİT!...
İ- Çok ızdırap çektin, biliyorum. Lûtfen. Sana yardımcı olmak istiyoruz.
V- GİT!... Seni de yok edeceğim!..
İ- Yok edip ne yapacaksın?.. Ben sana yardımcıyım.
V- Kimseden yardım istemem!.. Git!... Git!... Huzurumu bozma!.. Kimseden
bir şey istemiyorum.
İ- ......
(sesli dua eder) ........
V- Bırak beni!... Bunu da vermiyeceksiniz... Alın!... Bırak!...
İ- Seni Aydınlığa çıkaracağım.
V- Bırak artık!... Bitsin artık bu!...
İ- Konuş benimle.
V- Izdırâbın içinde buldum
(kendimi) . Bitsin!.. İyilik yaptım, ızdırap buldum.
Bırakın, kötülük yapayım, huzur bulayım.
İ- Bulamıyacaksın ki.
V- Bırakın, bulurum.
İ- Bir defa dene iyiliği.
V- Deneyeceğim.
İ- Huzur bulamazsan, bana ne istersen yap.
V- Seni yok etmek isterim. YOK OL!... Yok ol!.. Bırak!...
İ- Râzıyım.
V- Neye râzısın?... Yok etsem seni!... Izdıraplara boğsam seni!... Nasıl olur, söyle!
İ- Bilmem.
V- Izdırap çektin mi?
İ- Senin çektiğini çekmedim.
V- ..... ?.....
(kayıttan anlaşılmıyor) .... seni aldattığını, boynuna ip geçirdiğini gördün mü?
Bırak ızdırâbımla... Bırak bu yoklukta yok olayım...
İ- ALLAH'a dua et.
V- ... Gene hiçim...
İ- Hepimiz hiçiz. Bir bak, Aydınlığın nasıl artacak.
V- İstemiyorum Aydınlığı!... Bütün çirkefler, bütün aşağılık hisler bu Karanlık'ta
yok, göremiyorum. Ama Aydınlık...
İ- ALLAH'a yalvar.
V- Evvelden korkardım onlardan... Gene geliyor BEYAZLAR...
İ- Sana yardım edecekler.
V- Beni bir yere bağlamışlar sanki, kaçamıyorum...
İ- Kurtulacaksın.
V- İstemiyorum kurtulmak!... Benim Karanlıklar'ım... Görmiyeyim yalanı,
riyâyı... Görmiyeyim nankörlüğü... Bitsin artık!... Bir tek şey istedim sizden...
Bir BEDEN... Verin onu bana!..
İ- ALLAH'ın izniyle bir an evvel kavuşursun.
V- "Bak" diyorlar...
Medyum- ... Onun da elleri duaya kalktı.
V- "Bak" diyorlar, "İnkâr ettin, ALLAH'a baktın. Burada kendini bulacağını
anla artık." .... Olmaz!.. Izdırâbım tamâmen ölmez!.. Izdırâbım kinimin ateşidir,
onu öldürmez. Izdırâbımı ancak ızdırap öldürür. Vereceğim ızdırap!..
İ- O zaman yeni bir ızdırap başlayacak.
V- Dualarınız sizin olsun! İnanmam artık!
İ- ALLAH'a inan.
V- Eskiden, yalvardığım zamanlar... Mihrâbın önünde eğildiğim zamanlar
alnımdan öperdi... Nerdee?... Her çan sesi kâlbimde çarpardı. Her çan sesi
"ALLAH" derdi... Nerede?
İ- Sen içten söyle. Tekrar et.
V- Olmayana nasıl edeyim?... YOK!... İstemiyorum!... Bir tek şey: BEDEN!...
İ- Bağlı oluşundan bir şey anlamıyor musun?
V-... Bir Karanlık'tayım... Ama kendimi ayırıyordum... Şimdi bir odaya koydular,
sanki eridim... Bulamıyorum kendimi!.. Ama biliyorum kinimi, ızdırâbımı...
Ölmiyeceğim!:.
İ- Kurtulacaksın.
V- Bırak artık, gideyim.
İ- Biraz daha konuşalım.
V- Izdırâbım bana yeter, istemem.
İ- Benim dostluğumu kabul et.
V- Hayır, istemem... Bir tek bunu istedim, vermediniz.

Her şey açık ama, bir de biz söyliyelim. Varlık hatâlarını tâmir etmek için bir beden istiyor. Hemen bütün Obsedörler gibi... Medyum'a da bu yüzden yapışmış. Ama İdâreci'nin gayretiyle tam hâkim olamamış. Çoğu zaman bu bedeni elde etmek için Medyum'u intihara teşvik ederler, sanki Medyum'un Ruhu o bedeni bırakınca kendilerinin olacakmış gibi... Ama Medyum ölür, onlar yine bedensiz kalır. Bu Medyum o noktaya gelmemiş henüz.

İdâreci- Onu almadık ki.
Varlık- Niye söyledi beni?.. Niye?... Bırak, gitsin!.. Yok olsun öyleyse... Yok olsun,
mâdem ki benimle değil... Mâdem ki seninle...
İ- Sen de benimlesin.
V- Bırak, gideyim... Gine de mücâdele edeceğim!... Her şeyinizle gelseniz,
gene en Karanlığa çekileceğim... Tâ ki beni unutuncaya kadar!... Sonra vuracaağım!
İ- Bak, Üstün Varlıklar da sana yardımcı.
V- Onlar... Seni yok edemem... Nâfile!... Onlar... Sarıldığımı hissediyorum.
Bırakın!... Bırakın beni!... Bırakın ızdırâbımla gene yok olayım... Izdırâbın ateşinde
tekrar yanayım!
İ- Sana yardım ettiğimizi kabul et.
V- Bırakın!... GENE O KADIN... Hep o geliyor...

Gelen Kadın, Medyum'un çok sevdiği üvey annesidir. Medyum'a ve Varlığa yardımcı olmaktadır. Zâten birileri, Varlığın tâbiriyle "onlar" gelmekte, Varlığın etrâfını sarmakta ve onu yardım etmeye çalışmaktalar. Ama Varlık kendisi gayret etmezse, yapabilecekleri fazla bir şey yok. Yukarda da bu Yardımcı Varlıklar "BEYAZLAR" diye geçmişti.

*****

Son derece enteresan bir EKMİNEZİ çalışmasına Medyumluk eden Şükran Hanım, yükseltilmek istenince, maalesef Geri bir Varlığa takıldı. Varlık onu ya Obsede etmek istiyor, ya da etmiş te, bırakmak istemiyor idi.... Şükran Hanım'ın elimizde 11 Celsesi var... Bakalım, bu Celse nasıl gelişecek...

Varlık: Geri Varlık
Medyum: Şükran
Târih: 24 Ağustos 1965
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Obsesyon

Varlık- Hayır!... Hayır!... Çıkartmıyacağım!... Çıkartmıyacağım!...
İdâreci- Korkuyor musun benden?
V- Korkmuyorum senden! Ama çıkartmıyacağım!
İ- Peki, kimsin?
V- Söylemiyeceğim de!... Hayır!... Çıkartmıyacağım!... Hayır!...
İ- Çıkartacağım onu... Fakat seni üzmek istemiyorum.
V- Çıkartmıyacağım onu. Benim elimde... Çıkartmıyacağım!...Hayır!...
İ- Gel, anlaşalım.
V Hayır!.. Anlaşmıyacağım... Hayır!...
İ- Korkuyorsun.
V- Korkmuyorum!... Kimseden korkmuyorum. Buradakiler'den de korkmuyorum.
Bana istediklerini yapsınlar!... Hiç bir şeyden korkmuyorum!

Varlığın bu ifâdesi çok önemli... Demekki Orada birileri Varlığa bir şeyler yapıyor. Acaba bunlar bize "Cehennem Zebânileri"i diy anlatılan Varlıklar mı?.. Bilemeyiz... İdâreci'nin sorgulamaya buradan devam etmesi gerekirdi. "Kimler var Orada, etrâfında?... Ne yapıyorlar sana?... Çok mu eziyet ediyorlar?.. Niçin eziyet ediyorlar sana?... Ne suçlar işledin Dünyâ'daki sana eziyet ediyorlar?... Ne istiyorlar senden?.. Affedilmen için ne yapman gerekliymiş?... Niye onların dediklerini yapmıyorsun?.. Onlara inanmıyor musun?... ALLAH'a inanmıyor musun?... " gibi sorular sormanın tam yeriydi.

İdâreci- Kendi hayâtın hakkında biraz bilgi verir misin?
Varlık- Vermiyeceğim!... Sana hiç bir şey söylemiyeceğim!..
İ- Korkuyorsun, değil mi?
V- Hiç bir şeyden korkmuyorum. ALLAH'tan bile korkmuyorum.

İşte tam burada ALLAH konusu devreye girmeliydi. "ALLAH'a inanmıyor musun?... Başına gelenler ALLAH'tan değil mi?... Niye ALLAH'tan af dilemiyorsun? O seni affederse, belki rahatlarsın." gibi şeyler söylenmeliydi. Kapıyı o açmış, âdeta pas vermiş... Ama İdâreci'nin Varlığa meydan okuması da işe yarayabilir.

İdâreci- Elime geçmekten korkuyorsun.
Varlık- Hayır!... Korkmuyorum... Bana Burada bir şey yapamadılar ki!, sen Orada yapacaksın.

İşte yine pas verdi, üstüne atlamak gerekirdi. "Sana ne yapmaya çalıştılar ki?... Kimler bir şey yapmaya çalıştı?... Kaç kişiydiler?... Sen onlarla başa çıkabilir miydin ki? ... Yapmışlardır mutlaka, sen saklıyorsun... " gibi ifâdelerle Varlık sıkıştırılmalıydı. Bu Celseler açık oturumlardaki tartışmalardan, sürtüşmelerden çok daha hareretli ve heyecanlı geçer...

İdâreci- Ama şimdi elinden uzaklaştıracağım.
Varlık- Hayır!... Alamıyacaksın bugün... Alamıyacaksın... Vermiyorum bugün...
Alamıyacaksın!
İ- Gel, seninle anlaşalım.
V- Hayır!.. Hayır!...
İ- Seni tanımak istiyorum.
V- Hayır!... hayır... Hayır!... Hayır...
(ağlamaya başlar ) .......
İ- Söyle, ızdırâbın ne?
V- Hayır!... Hayır!... Hayır!... söylemiyeceğim!... Söylemiyeceğim!...
İ- Çektiğin kâfi... TANRI'ya yalvar....
V- Hayır, söylemiyeceğim.
İ- Gel, seninle dost olalım.
V- Benim kimse dostum olmaz.
İ- Ben olacağım.
V- Hayır. Kimse olamaz. Kimse olmayacak ta!... Anlaşmıyacağım senlen.
İ- Çok ızdırap çekiyorsun ama.
V- Hayır. Çekiyorum ama, Burada kimse anlamıyor beni!.. Orada da
anlamadılar zâten... Ne Burada, ne de Orada anladılar!...

Ne kadar çok pas vermiş!... Ama yararlanılmamış... Ayıplamak için söylemiyorum, biz de böyle hatâları pek çok defa yaptık. İstiyorum ki, bunları okuyanların böyle bir faaliyeti varsa, onlar hatâ yapmasınlar. Ama yanlış anlaşılmasın, kimseye "Hadi siz de başlayın Medyum uyutmaya, Ruh çağırmaya" demek istemiyorum. Benim hitâbım, eğer varsa, gerçek Operatörler'e...

Ne yapmak gerekirdi?... Oradan başlıyabilirdi... "Seni anlamıyanlar kimler?... Kimler var etrâfında ki, seni anlamıyorlar?... Onlara anlatmaya çalıştın mı derdini?... Dünyâ'da seni kim anlamadı?... Karın mı?... Âilen mi?... Çevren mi?... Din adamları mı? ... Dünyâ'daki derdin neydi ki, anlamadılar?... Sen derdini anlatmaya çalıştın mı birilerine?.." gibi suallerle Varlığın derdi deşilebilirdi... Olmamış...

İdâreci- Peki, ismini ver.
Varlık- Vermiyeceğim sana... Vermiyeceğim!.. Hayır, vermiyeceğim!...
Hiç bir şey alamıyacaksın... Bu Medyum'u çıkartmıyacağım
(Yukarı'yla) ...
İ- Peki, senle konuşalım sâdece...
V- Hayır!...
İ- Biraz hayâtını anlat.
V- Anlatmıyacağım.!.. Hiç bir şey anlatmıyacağım...
İ- Şu hâlde çok ızdırap içindesin.
V- Çook!.. Çook1... çok çekiyorum!... Çok çekiyorum!... Kimseye inanmıyorum
artık!... Kimseye!... Kimseye!...

Varlık burada da İdâreci'ye bir olta atmış, ama İdâreci takılmamış... "İnanmadıkların kim?... Ne dediler de, seni kandırdılar, ondan inanmıyorsun kimseye?" gibi suallerle Varlığın açılması sağlanabilirdi. Ama şimdi İdâreci bir olta atıyor ve Varlık takılıyor...

İdâreci- Gel TANRI'ya dua et.
V- TANRI!... TANRI!... Ahh!... O bile beni anlamadı... Kimse anlamıyor beni...
İ- Dua et, kurtulacaksın... İyilik etmeye bak.
V- Hayır!... Hayır!...
İ- Ne kazandın kötülükten?
V- Hoşuma gidiyor insanlara azap vermek!... Çok çektim, çok çektim... Onların
azâbı bana her şeyi veriyor... Zevk veriyor bana. Hem de nasıl!...
İ- Ama sen olduğun yerde kalıyorsun. Azap verdiğin insanlar Tekâmüllerini gene
sağlıyorlar. Ama sen aynı Karanlık içine gömülüsün.
V- Çok çektim!...
İ- Çok çektin... Yazık!..
V- Çok çektim ama anlamıyorlar. Anlamıyorlar beni!...
İ- Sen derdini söyle. Seni bir an evvel kurtarmaya çalışacağım.
V- Söylemiyeceğim!.. Kimseye itimâdım yok benim. Ne sana, ne TANRI'na senin!...
Kimseye yok!... Ne senin o "TANRI" dediğinizin!... Peygamberiniz, ha?... Onlar
yüce insanlarınız... Onlar yalnız kendi sahâlarında olanlara yararlı olan insanlar!..
Niçin Küçükler'i görmüyorlar?.. Niçin?... Niçin?... Onlar bile görmediler beni!...
İ- Sen de kurtulacaksın bu hâllerden.
V- Kimse tutmak istemiyor elimden... Onların yanında Küçük Varlıklar'ız...
Bir Aşağılar'ına bakmak istemiyorlar... Tıpkı sizin dünyânızdaki gibi... Onlar da
istemiyor... Sizin dünyânız da öyle değil mi?... Ben sizin dünyânızda da çok
çektim. Biliyorum... Hepsini biliyorum... Fesat, kumkumacı insanlar!... Hepiniz!...
Hepinizden çektim!... Hayır!... Hayır!... Hepinizden!...
İ- Hadi, dostum. Biraz bahset kendinden.
V- Bahsetmiyeceğim. kimseye bahsetmiyeceğim!..
İ- Hayâtını anlat.
V- Anlatmıyacağım sana. Kimse anlamaz artık beni...
İ- Seni çok iyi anlıyorum.
V- Anlamıyacaksın. Sen de anlamıyacaksın.

Dikkat ediyor musunuz, bu diyaloğun bir psikiyatrist ile hastası arasındaki konuşmadan farkı var mı?... Hattâ biraz daha iyi değil mi?.. Şimdi İdâreci delici suali soracak.

İdâreci- Evli miydin?
Varlık- Evet.
İ- Çocukların var mıydı?
V- ..... ?....
(maalesef bu önemli kısım banttan anlaşılamıyor) ... Hepsi de!:.
Hepsi de!... Ahh!... Elime geçse, hepsini gebertirim, hiç canım üzülmeden...
Hepsi birbirinden berbat insanlar... Hiç kimseye itimâdım yok artık...
İ- Ne kadar oldu Bekaa'ya intikâl edeli?
V- Çook!... Çok oldu.
İ- Ne kadar?
V- Çok oldu!... Sus!... Konuşma benimle!.. Konuşturma!... Konuşturmak
istiyorsun beni!... Konuşmıyacağım!..
İ- Konuşturacağım.
V- Al!... Al Medyumun'u!... Konuşmak istemiyorum... Çıkar!... Nereye
çıkartacaksan!.. O senin!... Konuşmıyacağım!...

Bence artık burada durmak gerekirdi. Çünkü Varlık Medyum'u bıraktı. Onu hemen ayırıp, indirip, dinlendirip, hiç bir şey hatırmamasını Telkin ettikten sonra uyandırmak icâbederdi. Bugünlük bu kadar yeterdi. Başka bir sefer Varlığı sıkıntıdan kurtarma çalışması yapılabilirdi... Ama İdâreci devam etmiş.

İdâreci- Konuşturacağım. Seni rahatlatacağım.
Varlık- Hayır!... Hayır!... Kimse beni rahatlatamaz.
İ- Şimdi Üstün Varlıklar'dan rica ederek, senin hakkında bilgi alacağım.
V- Hayır!... Hayır!...
İ- Eğer daha da icâbederse, diğer bir Medyum'uma seni yakalatacağım.
V- Hayır!... Hayır!... Kimseye yakalatamıyacaksın!... Kimse yakalıyamaz beni!:..
Senin Medyumun o... O bile yakalıyamadı beni... Al Medyum'unu!...BIRAKTIM!...
İSTEMİYORUM!...
İ- Ne oldu?... Niçin bıraktın?...
V- Kimseyi istemiyorum... AMA GENE ELİME GEÇECEK O!... Gene elime geçecek!

İşte korktuğumuz bu!... Varlık, Medyum'u bırakmışken, bundan yararlanıp sıkıca Telkin vererek Medyum'un ondan uzak durması sağlanmalı ve ilerde sıkı kontrol altında Varlığı ızdıraptan kurtarma çalışması yapılmalıydı. Şimdi artık Varlığın üzerine gitme, zıtlaşma gereği yoktu. "Onun için hep dua edileceği, sıkıntıdan kurtulması isteneceği" söylenip ayrılmalıydılar.

İdâreci- Gene seninle konuşacağız. Gene geleceğim senin karşına.
Varlık- Ben de geleceğim!... Ben de geleceğim senin karşına!...
Daha neler söyliyeceğim sana...
İ- Konuşacaksın yâni.
V- Konuşmıyacağım.
İ- TANRI'dan kork!
V- TANRI'dan korkmuyorum ki, senden korkayım!.. Sen kimsin?...
O'nun yarattığı bir insan.

İşte gene bir pas verdi. Hemen "O zaman TANRI'ya inanıyorsun. Sen de O'nun yarattığı bir insansın. Niye böyle davranıyorsun?" gibi suallerle pası karşılamak gerekirdi.

İdâreci- Söyle öyleyse, kimsin?
Varlık- Söylemiyeceğim... İstemiyorum.
İ- Şu hâlde kendini tanıtmaktan bile çekiniyorsun.
V- İstemiyorum.
İ- Korkunç bir ızdırap içinde kıvranıyorsun.
V- Daha... biraz daha... çok çektirmek istiyorum.
İ- Çekiyorsun.
V- Çekmiyorum. Çektireceğim!... Çektiğim kadar çektireceğim!...
Çok çektireceğim daha!... ARTIK BEN ŞEYTAN'LA BERÂBERİM...
İ- Yazık!... Sana yardım edeyim.
V- O BENİM ARKADAŞIM OLDU... DÜNYÂ'DAYKEN O BENİM ARKADAŞIMDI ZÂTEN...
İ- Gel, seninle biz dost olalım. Bir defa dene.
V- Hayır!... Denemiyeceğim... Hayır!... Al!:.. O senin Yuce Varlıklar'ına götür!..
İstemiyorum!
İ- Peki... ALLAH'ıra yalvar. İnşallah kurtulursun.
V- Sus!... Sus!... İstemiyorum!... ALLAH kelimesini bana söyleme!.. Ne seni,
ne de senin TANRI'nı!...
İ- Dua et, rahatlarsın... Şimdilik Allahaısmarladık.
V- İstemiyorum!.. Git!.. Cehennem ol!...
İ- Rahat ve sâkin olarak yükseliniz.

Medyum bu Geri Varlık'tan ayrılır, yükselmeye çalışır... Gerekirse Celse'nin bundan sonraki kısmını veririz. Şimdi kısa bir değerlendirme yapalım.

Gerçekten çok çekmiş bir Varlık... Ama çektiklerinin bir sebebi var. Dünyâ'da iken Şeytan'a arkadaş olacak kadar kötü biri imiş. Çok kötülük yapmış. Halâ da yapmak, insanlara ızdırap çektirmek istiyor... Böyle bir Varlık mutlaka birine yapımaşa çalışır. Eğer bu Medyum'a önceden yapışmışsa, bu Celse'de onu epey uzaklaştırmak için bir fırsat vardı. Buna rağmen ilerde gene yapışmaya çalışacaktı, çalışmıştır da... Önemli olan Medyum'a büyük bir zarar veremedi. Sâdece huzursuz etti, o kadar. İnancını falan sarsamadı.

Halbuki o kendini Uzaylı, Agartalı, Siriuslu diye tanıtan Varlıklar insanların inançlarında derin boşluklar yaratmakta... Çünkü kendilerine inandırıyorlar. Biz de meselâ, bu Varlık az sonra karşımıza Üstün bir Varlık gibi çıksaydı, ona inansaydık, biz de sapıtırdık. İnsanları parayla, kadınla, Cennet vaadi ile, Uzaylılar'la kandırmak çok kolay!... Casuslar kadın ve parayı kullanır. Ruslar, İngiliz Bakan Profumo'yu bir kadınla kandırmıştı. Papazlar insanlara "Cennet'ten toprak" satarak kandırır. Bizim nâmussuz sahte tarikatların sahte şeyhleri "Cennet vaadi" veya "yanmayan terlik" ile erkekleri kandırıp karılarının, kızlarının ırzına geçerler. Birileri de "Uzaylılar'la görüşüyorum" diye bizim diplomalı ama kendi dini ve millî kültürü bakımından zır-câhil insanlarımızı işletirler.

*****

Şimdi nakledeceğimiz Obsesyon vak'asının bantta kaydı var da, yazıya geçmiş hâli yok... Çünkü ses kalitesi çok düşük... Konuşmalar, bilhassa Obsedör Varlığın ne dediği hiç anlaşılmıyor. Medyum hep kısık ve boğuk bir sesle konuşuyor. Zâten bütün Celse boyunrca sıkıntılı idi. O yüzden Celse'yi ancak anlatabileceğiz, naklen veremiyeceğiz. Ama önce olayı size hatırlatmamız lâzım... Hele gençler hiç bilmez...

Ekim 1963’te “Affet Bizi, Renata” başlığı atmıştı Milliyet gazetesi, Türkiye’de tecâvüze uğrayıp öldürülen bir Alman kadın için... Nisan 2008’de Sabah Gazetesi “Pippa Bizi, Affet” manşetiyle çıkmıştı bir başka yabancı kadın cinâyeti için...

Batı Berlın'den küçük bır botla hareket ederek önce Istanbul'a ve oradan da Polatlı'ya giden Alman ış adamı Peter Nemitz ıle nişanlısı ve sekreteri Renata Colcshen'i Dümrek köyü yakınlannda öldüren ıki kaatil Polatlı Sulh Ceza Hâkimi tarafından tevkıf edılmıştır. Suçlannı itiraf eden her iki kaatil de evlı ve birer çocuk sâhıbı idi.

Alman turistler Batı Berlin'de ihracat ışleriyle uğraşan 26 yaşmdaki Peter Nemitz ıle sekreterı ve nişanlısı 22 yaşında Renata Colcshen, evlenmeden önce bir seyahat yapmayı ve annelerı ıle babalarının arzusunu gerçekleştirmek için >Traftoldıno< isimli iki kisilık küçük lâstik botlarıyle nehirleri ve denizlerı aşarak İstanbul'a ulaşmayı kararlaştırmışlardır.

İkı nişanlı genç, 23 Mayıs'ta botla Batı Berlın'den hareket etmışler, Tuna, Drama ve Vardar nehırlerini geçerek Ege denizine çıkmışlar, oradan da Çanakkale'ye ulaşmışlar. Oradan İstanbul'a, sonra nasıl gitmişlerse, botlarını da alarak Polatlı civârına gitmişler, Dümrek köyü'ne varmadan Sakanya nehrinin kolu Porsuk Çayı kıyısında kamp kurmuşlar... Herhalde önce Karadeniz'e çıktılar, sonra Sakarya nehrine girip Dümrek'e geldiler...Yok, öyle olmamış... Peter ve Renata trenle Polatlı'ya hareket etmişler... Peter ile Reneta 2 Ekim sabahı Polatlı yakınlarında Beyliköprü'de tesâdüf ettiklerı Bahaettin Güravcı'ya misâfir olmuşlar, onunla birlikte Gordiyum'a gitmişler. Böylece turist geldiğini duyan herkes Dümrek köyünde Bahaettin Güravcı'nın evine gitmiş. onlarla sohbet etmiş. Sonra Peter ile Reneta Dümrek köyü yakınlarında, Porsuk Çayı kıyısında kamp kurmuşlar...

Kalın Mâvi Çizgi Kara Yolu, Soldaki İnce Siyah çizgi Porsuk Çayı

7 Ekim 1963 târihli Cumhuriyet gazetesinde bu cinâyet haberi şöyle yer almıştı. (Olaylar cereyan ediş sırasına göre yeniden dizilmiştir. Teferruatı mahkeme zabıtlarından.)

Olaylar ondan sonra şöyle gelişiyor: Peter ile Reneta kamp yerine dönünce gece yemeklerini yeyip biraz sohbet ettikten sonra çadıra çekilip uykuya dalıyorlar.... Bir süre sonra çevrede sürü otlatmakta olan sığır çobanı Zeki Özalp ile koyun çobanı Çafer Çetin çadırı görüyor. Merak bu ya, içine bakıyorlar... Melek gibi uyumakta olan sarışın Reneta'yı görünce erkeklikleri kabarıyor... Nâmussuz, uçkuru gevşek herifler!... Hiç te irâdelerine hâkim olamazlar. Başkasının karısına, kızına yan gözle bakmak var mı Türklük'te, İslâm'da?...

Çadıra girip, üzerlerine saldırıyorlar... Peter ile Zekl meşgûl olurken, Cafer de Renata'yı çadırdan yarı zorla çıkararak 20 metre sürüklüyor, fakat bu sırada Peter, Zeki'nln elinden kurtularak Cafer'in üstüne yürüyor. Zeki, Peter'in silâh çekeceğini zannederek tabancasmı ateşliyor, Peter'i kolundan yaralıyor. Silâh sesine geriye dönen Cafer de silâhmı çekip ateşliyor. Peter'e iki kurşun daha... ve bu ikincisi ile Peter cansız yere yığılıyor... Çobanlarda böyle rahatça ateş edebilecekleri tabancalar ne geziyor, anlamadım. Amerikan kovboyları mı bunlar?..

Cafer Güler, mahkemede "çoban olduğunu. Renata'yı çok beğendiğini" söylemiş... Ulan, her gözünün beğendiği kıza tecâvüz mü edeceksin?.. Peter aldığı beş kurşun yarası ile cansız yerde yatarken, bunlar Reneta'ya tecâvüz ediyorlar. Zeki Özalp mahkemede Renata"ya tecâvüzde bulunmadığını iddia etmiş, ama bana inandırıcı gelmedi.

Olay yerine 400-500 metre mesafede uyumakta olatı Mustafa adlı başka bir çoban sllâh seslerine uyanmış ise de, korktuğundan müdâhale edememiş. Tecâvüze direnen Reneta da sonra öldürülmüş.

Kaatiller çadırın içine aldıkları iki cesedı yok etnek, böylece cinâyetlerini kimseye duyurmamak telâşına kapılmışlar, Lastik botu karaya çekmiş, çadırının iplerıni kesmişler. Bu iplerin bir ucuna büyük ve ağır taşlara tutturan iki kaatil, diğer uçlarına da ayn ayn Peter'le Renata'nın cesetlerim bağlıyarak Porsuk Çayı'nın bulanıık sularına atmışlardır. Böylece 23 Mayıs'tan beri iki Alman gencini Berlin'den Türkiye'ye getiren küçük bot ile onları soğuktan ve yağmurdan koruyan çadır sahipsiz kalmş. Çadır ipleri ise kazıklara bağlanacak yerde, maktüllerin viicutlarına dolanarak Sakarya nehrlne açılan suyun dibine inmiş... Buradan Karadeniz'e çıkmayı, İstanbul'a dönerek turlarım tamamlamayı düşünen Alman gençlerinin hayâlleri böylece sönmüş.

Kaatil Cafer ve Zeki, cesetleri suya attıktan sonra çadm ve eşyalan da toplayarak çalıhkların arasına atmışlar ve böylece hiç bir iz kalmadtğına inandıktan sonra köylerine ve habersiz uyuyan âilelerine dönmüşler.

Çevredeki kesif sis 7 Ekim târihine kadar cesetlerin görünmesini engellemiş. Çoban Mustafa da duyduğu seslerinı kimseye söylememiş...

7 Ekim günü köylüler bağlanmış, şişmiş bir kadın cesedi görerek bunu karaya çektiklerinde, turist Renata ıle karşılaşmışlar. Köylüler, cesedin durumu çok fecî olduğundan derlıal köyiin mezarlığına gömmüşler ve durumdan jandarmayı haberdar etmlşler. Şahirden gelen iki hükûmet tabibi cesedi topraktan çıkararaK otopsi yapmış ve Renata'nın bir oinâyete kurban gittiği anlaşıldığından Polatlı Jandarma Birliğı gerekli tahkikata başlamış. Otopsi raporunda Renata'nın ırzına geçildiği sâbit olmuş.

Polatlı Jandarma Komutanı tahkikatı derinleştirmiş ve 25 yaşında evli ve bir çocuk sâhibi bir kişiyi nezarete almış, saat 2'de Polatlı'ya getirmiş. Neticede öteki de yakalanmış, Cafer ve Zeki suçlarını itiraf ermiş, cinâyeti cinsî arzulannı tatmin etmek için işlediklerini anlatmışlar. Fakat Peter'i öldürdükten sonra Renata'ya tecâvüz etmedikleri yolunda iddiada bulunmuşlar.

Cafer ile Zeki, Savcı Cemâl Tunç'a ifâde verdikten sonra mahkemeye sevkedilmiş ve saat 11'de Sulh Ceza Mahkemesi tarafmdan tevkif olunmuşlar. İki Alman gencinin çalılıklar arasında bulunan kırk parça esyası ise Dümrek köyü câmiinde muhafaza altına alınmış. Bu arada boş bir para çantası bulunmuş; Kaatillerin buldukları Alman parasını aralarında paylaştıkları anlaşılmış.

Reneta'nın Mezarı

Mahkeme Cafer ve Zeki için idam kararı vermiş, karar TBMM'de kabul edilmiş, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış ve hüküm infaz edilmiştir. Kaatillerden geriye iki dul eş, iki küçük çocuk, ijrenç bir tecâvüz olayı. 7.65 çapında iki tabanca, Renata için dökülen g6z yaşları. ve dokuz adet mermi kovanı kalmıştır.

T. C. Başbakanlık 2.1. 1964
özlük ve yazı işleri: 5/4 - 8
Konu : ölüm cezâsına hükümlü Cafer Güler ve
Zeki Özalp haklarındaki mahkûmiyet dosyasının sunulduğuna dâır.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI'NA

Turist olarak memleketimize gelip, Sakarya nehri kıyısında Çay Suat mevkiinde
kamp kuran ve yekdiğeri ile nişanlı bulunan Batı Almanya uyruklu Renate Colschen ile
Peter Nemitz'i 7/8.10.1963 gecesi, aynı kasıt altında ve suç delillerini ortadan kaldırmak
maksadiyle öldürmek, bunlardan Renate'nin zorla ırzına geçmek, adı geçenlerin paralarını
gasp ve ayrıca izinsiz ateşli silâh taşımak suçlarından sanık; Mihalıççık ilçesi Dümrek köyü
nüfusunun hane 34, cilt 24 ve sayfa 144 sayısında kayıtlı Mehmedoğlu, Fatma (Sıdıka)'dan
doğma 10.3.1938 doğumlu Cafer Güler ile aynı köy nüfusunun hane 24, cilt 9 ve sayfa
48 sayısında kayıtlı Hüseyinoğlu Hatice'­den doğma 1.1.1940 doğumlu Zeki Özalp'in ölüm
cezâlarına çarptırılmaları hakkında Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesince verilen hükmün
tasdikine ve sonraki kanuni muamelenin ifâsına dâir Adâlet Bakanlığı'nın 27.12.1963 târihli
ve 29908 sayılı tezkeresiyle gönderilen Yargıtay'ın 16.12 .1963 gün ve esas: 1963/2407,
karar: 1963/2512 sayılı ilâmiyle bu işe ilişkin hüküm dosyasının bağlı olarak sunulduğunu
arz ederim.

İsmet İnönü
Başbakan

İşte böyle... Bunu niye yazdık?.. Bizim sarışın Medyumumuz Merâl Hanım uyuyunca bu katilerden birisinin tesirine girdi ve uzun süre kurtulamadı da, onun için...

Varlık1: Peter ve Reneta'nın kaatillerinden biri
Medyum1: Merâl
Celse İdârecisi: Ruhî Selman
Târih: 13 Nisan 1968
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Obsesyon

Aslında bu Celse'de İdâreci'nin büyük hatâsı vardı. Daha önce 4 kere uyutup çalıştığı arkadaşı ve Medyum'u Merâl Hanım'ı uzun süredir görmemişti. Toplantıda karşılaşınca, hırsa kapılıp hemen onu uyutmak istedi. Medyum pek hevesli olmamakla birlikte kabul etti. Halbuki İdâreci'nin bir süredir görmediği Medyum'un ruhî durumunu tesbit etmeden böyle bir işe kalkışmaması gerekirdi... Topluluk önderlerinde böyle zaman zaman "şov" yapma huyu vardır. Nitekim o da Avradakiler'e daha önce görmedikleri bir Medyum'un performansını göstermek istedi...

Medyum'u uyuttu. Ancak yeterli Güvenlik Telkinleri'ni vermeden Medyum'u yükselti. Ve olanlar oldu!... Medyum Karanlık Tabaka'da tıpkı örümcek ağına takılmış kelebek gibi bir Geri Varlığa yakalandı!.. Önce bir mezarlık gördü. "Korkuyorum" dedi... Duyduğu sıkıntıdan Medyum inleyerek, ağlayarak kendini ondan kurtarmaya çalıştı. Bu arada "Peter ile Reneta'yı öldürenlerden biri" diye Geri Varlığın hüviyetini verdi ama hangisi idi, çıkaramadık.

Varlık, Medyum'a "Mezarın başında dua et" diye baskı yaptı. Medyum daha çok sıkıldı. "Ahh!... Ahh!.. " diye inlemeye devam eti.

İdâreci derhal müdâhale etti, Medyum'a "Sâkin ol!... Korkma... Ayrıl!... Yüksel!" gibi Telkinler, hattâ emirler verdiyse de işe yaramadı. Medyum, "Bırakmıyor" diye çırpınıyor, ağlıyordu.

Varlık ne yaptı bilinmez ama Medyum, herhalde cinâyetten haberi olduğu için, Varlık'tan daha çok korktu, tiksindi.... ve Medyum'un midesi bulanmaya, kusmaya başladı. Hemen bir tas getirildi. Bir yandan kusması kontrole alınırken, bir yandan da sürekli Telkin'le Varlık'tan uzaklaşması, ayrılması istendi. Bir netice alınamayınca İdâreci ikinci Medyum'uru uyutup ona gelen Varlığı birinci Medyum'a yardıma gönderdi.

Varlık2: Ermiş
Medyum2: Zekiye
Celse İdârecisi: Ruhî Selman
Târih: 13 Nisan 1968
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Obsesyonlu Medyum'a Yardım

Dostumuz Ermiş, Vasat-Üstü bir Varlık'tı. Birinci Medyum'a " Gel bana! Beni görüyor musun?" diye sorarak kendisi ile İrtibat'a geçirmeye çalıştı. Bir yandan da biraz sert bir üslûpla Geri Varlığa hitap ederek Medyum'u bıraktırmaya gayret etti. Ama Câni Varlık direndi, hattâ "Hey, bana bak!.. Adam mı oldun?" diyerek ona da meydan okudu. İki Varlığın atışması böyle bir süre devam etti.

Varlık 2- Sen kaç günlük adamsın be!.
Varlık1- Ben de senin kadar adam oldum.
V2- Dön biraz, dön!..
V1- Nasıl?
V2- Basbayağı...
(imâna gel) ...
V1- .....?....
(anlaşılmıyor) ....
V2- Beğenmedin mi?... Senin yaptığın kötülüklerden sonra... Şaşırmışsın!..
V2- Ben şaşırmış değilim.
V2- Gel, gel!.. Anlaşalım.
V1- Yaptığım şeylerle aynı yerde kaldım...
V2- Sen kötü olduğunu kabul et, öyle konuş.
V1- Ben kötülüğü kabul ettim.
V2- Beni görebiliyor musun?
(hem Varlığa, hem Medyum'a hitap)
Medyum1-
(tekrar heyecanlanır, inlemeye başlar) Ahh!... Ahh!.. Ahh!...
İdâreci- Kendini sıkma!... Zekiye'nin sesini duy!..
M1-
(Çok sıkıntılı ağlamakta)... Ahh!... Ahh!... Ahh!...
İ- Cevap ver, kurtulacaksın!
M1-Yalvarırım!...
(inler, ağlar) Ahh!... Ahh!...
İ- Sakinleş ve yüksel!... Yükseliyorsun.
V2- Doğru dur!...
(Varlığa hitâben)
M1- Çekil!...
(Varlığa hitâben)

Ama Câni Varlık çekilmez... Bu arada Birinci Medyum kötü tesirlerden dolayı iyice yorulmakta, yıpranmakta idi.

İdâreci çâresiz, Üçüncü Medyum'unu uyutup yükseltti. Ona gelen Varlığın yardımına ihtiyaç duydu.

Varlık3: Annette
Medyum3: Handan
Celse İdârecisi: Ruhî Selman
Târih: 13 Nisan 1968
Usûl: Hipnotik Manyetik Karma
Özelliği: Obsesyonlu Medyum'a Yardım

Annette, hatırlıyacaksınız, Ferhan Erkey'in bir Medyum'una Obsede iken, yardımla bundan vazgeçmiş, benim iki Medyum'umla İrtibat kurmuş ve bana çok yardımcı olmuş Vasat bir Varlık'tı. Böylece Birinci Medyum, sağında İikinci Medyum ve Ermiş dostumuzun himâyesinde, solunda Üçüncü Medyum ve Anet dostumuzun himâyesinde elele tutuşmuş vaziyette Geri Varlık'la mücâdele devam etti.

Varlık3- Hakikaten seni kurtarmak isteriz. Bize yardım et... Ne dersin?
Medyum1- .....
(sıkıntılı) .....
Varlık1- ...........?.....
(anlaşılmıyor) .....
İdâreci- Merâl, sükûnet...
Varlık2- Sen kabul et.
V1- İki kişi konuşurken üçüncüye ...
İ- Bırakacağına söz ver!
V1- Hadi, dedim
(diyelim)... Ben sözümden döneceğim.
V2- ..... ?.....
(anlaşılmıyor) ....
V1- Gülme komşuna, gelir başına...

Varlık direndi, ama bir süre sonra Medyum sâkinledi. Medyumlar, Varlıklar ve İdâreci hep birden Geri Varlığı iknaya çalıştılar. "Sana yardım etmek, seni kurtarmak istiyoruz, bırak bunu" dediler. Varlık uzun süre direndi. İkna olmadı, ama diğer iki Varlığın baskısıyla Birinci Medyum'u bıraktı. İdâreci de hemen Temâs'ı kesip Medyum'u indirdi, iyice dinlendirdi. Bu arada diğer iki Medyum'u uyandırdı. Birinci Medyum'a da hiç bir şey hatırlamasını Telkin ederek uyandırdı. Avradakiler de önceden tembihli oldukları için hiç bir şekilde olup bitenden bahsetmeden toplantı sona erdirildi.

Benim böyle tüylerimi diken ideken eden bir de daha eski Salacak Canavarı Cinâyeti 1958 vardır. O zaman çocuktum... O da idam edildi.

İşte dostlar, biz bunun için bu tarz çalışmaları çok tecrübeli biri olmadan yapmamayı tavsiye edip duruyoruz. Ne Fincan, ne Melek Çağırma, ne Cinler'le İrtibat sakın, sakın böyle bir şeye kalkmayın!... Reneta Cinâyeti 60 yıl geride kalmış olabilir, ama yakında IŞİD cinâyetleri, Âhıret'e intikâl etmiş IŞİD, PKK kaatilleri var... ALLAH muhafaza, onlardan birine denk gelirseniz, kim kurtaracak sizi?..

*****


Medyum Ayşe ile tanıştığımızda bir üniversite öğrencisi idi... Arkadaşlarıyla birlikte kız yurdunda gecenin bir vaktinde Ruh çağırmışlar... Bir Ruh gelmiş, ama bir türlü gitmemiş... Üstelik Medyum olarak Ayşe'yi kullandığı için Ayşe'nin eline yapışmış, bir türlü ayrılmamış... Medyum Olcay, aynı üniversitede öğrenci olduğu için olaydan haberdar olmuş. Ertesi günü hep berâber bana geldiler... Zaten genç Medyumlar'ın çoğu ile tanışmamız bu vesile ile oldu. Sonradan duyan geldi, duyan geldi. Bir kısmı ile hâlâ görüşürüz. Bir kısmı ise rahmetlik oldu.

İlk çalışmaları Yazı yoluyla yaptık. Medyum'un eline bir kalem verdik. Zâten Varlık ayrılmamıştı. Yazdırmaya başladı. Ama Varlık hezeyan içinde... Bâzı yazıları okunamadığı için ne dediği başta anlaşılamadı... Anlaşılanları kısaca nakledeceğiz.
Varlık : Obsedör Varlık
Medyum: Ayşe
İdâreci. Ruhi Selman
Tarih : 25 Şubat 1971
Usûl : Yazı yoluyla İrtibat
Özelliği. Obsesyon tedâvisi
Avradakiler. Medyum'un yurt arkadaşları Serap, Pınar

Varlık- Ben Mazlum... Ayşe iyi bir kız... Lâkin Neşe onu nasıl kandırmıştı...
Onu üzme. Onu sev... Onu ve onun arkadaşı Neşe'yi ben rahatsız ediyorum.
Onu sen rahat bırak... Onu üzme.. Onu yalnızben...
İdâreci- Onu rahatsız ettiğini söylüyorsun. Lûtfen bundan vazgeç. Kolunu
ağrıtma. Biz de sana yardımcı olalım. Bak, Ayşe sana bu yüzden çok kızıyor.
V- Doğru değil!... O beni sever.. Onu severim. Onu ben korurum. Onu üzme...
Onu sana emânet ediyorum. O beni sevsin... Onu sen rahat bırak.
İ- Onu sen rahat bırak ki, o da seni sevsin. Aksi takdirde sevemez...
V- Onu üzme. Onu sana nasıl emânet edeyim?.. O benim... Sen onu koruma.
O benim torunum... O beni sever...

Varlık Medyum'a dedesi Mazlum gibi yaklaşmak istiyor ama verdiği rahatsızlık yüzünden elbette inandırıcı olmuyor... Bir başka Celse'de delilikten bahsediyor. Hep kısaltarak veriyoruz.

Varlık : Obsedör Varlık
Medyum: Ayşe
Tarih : 12 Nisan 1971
Usûl : Yazı yoluyla İrtibat
Özelliği. Obsesyon tedâvisi

- Varlık Beni deli sanma Ayşe!:.. Nasıl olsa ben seni deli ederim.
Ama ben nasıl seni seviyorum!..
İdâreci- İstersen konuşalım yine.
V- Evet... Beni kimse deli zannetmesin.
İ- Zannetmiyoruz. Faydasını gördün mü çalışmamızın?
V- Evet. Beni kimse mahçup etmedi. Ama Ayşe beni deli sanarsa, ben onu
deli ederim. Ayşe beni hiç sevmez. Ama ben onu nasıl olsa rahat
bırakmıyacağım. O beni ne kadar kötü sanarsa sansın, onu ben ölüme rahat
bırakmam!.. O beni kötü sandıkça, ben onu hiç rahat ettirmem.
Beni kimse deli sanamaz! Ayşe beni neden kötü sanıyor?
Medyum- Rahatsız ediyor da, ondan.
V- Deli bile senden akıllıdır, Ayşe!.. Beni sen bile deli sandındı. ALLAH seni
hiç mi akıllı biriyle karşılaştırmadı? Deli bile beni "ALLAH yarattı" diye sever.
Deliden bile daha aptal, deliden bile daha delisin sen!
İ- Ayşe seni kötülük ediyorsun, rahatsız ediyorsun diye sevmiyor.
V- Beni Ayşe bile kötü sandı. Ama iyiyimdir...
İ- Tabii iyisin. Yalnız söz verdin, rahatsız etmiyeceğim diye...
V- Ben Neşe'yi kendimden daha kötü olduğu için korumak istedimdi. Ama Ayşe,
"Neşe'yi bıraksan?" diye söyledi. Onun için onu bir kere korkuttum. Ama Ayşe'yi
hiç korkutmadım. Onu dâima korudum. Çünkü o beni sevdi. Ayşe beni hep
korudu. Onu rahatsız ettiysem, beni affetsin.
(Varlık bu noktadan sonra
birden kendi hayâtına döner)

Beni kendimden bile hâin... kendimden bile hâin... Ama beni kimse
kandırmadı. Ama HASAN USTA beni... beni... kendisi... kendisi... kendisi...
beni korkutmak için kendi bıçak çekti ama ben onu daha önce kendim vurdum.

Ayşe, beni kötü sanma!.. Seni üzmek istemem.Sen dâima çok iyisindir. Ama
niye beni affetmiyorsun?

Celse böyle uzar gider... Bir tâne daha verelim. Bir sonraki Celse'den bir bölüm...

Varlık : Obsedör Varlık
Medyum: Ayşe
Tarih : 13 Nisan 1971
Usûl : Yazı yoluyla İrtibat
Özelliği. Obsesyon tedâvisi

Varlık- Beni rahat bırak!...
İdâreci- Ayşe'yi rahatsız ettin ama.
V- Ayşe Beni affeder.
İ- Bak, geçen seferden daha huzursuzsun.
V- ..... Ben seni deliden de beter edeceğim.
İ- Hiç bir şey yapamazsın.
V- Beni deli sanan Neşe niye bana kötülük ediyor?
İ- Ne şekilde kötülük ediyor?
V- Beni kendi gibi deli etmeye uğraşıyor. Beni deli eden kötü kızı Ayşe
niye koruyor?
(Neşe, Fincan'da Ayşe ile berâber olan kız)
İ- Peki, Neşe senden özür dilerse, vazgeçer misin?
V- Ben kendim onu cezâlandıracağım.
İ- Vazgeç o hevesten. Daha kötü olursun.
V- Beni kimse kendi kadar aptal sanmasın. Aptal sana derler!..
İ- Öyle olsa bile, ben huzurdayım, sen ızdıraptasın.
V- Ben seni.... bana kötülük etsen de, seni kendime koca alacağım.
İ- Böylece Kadın olduğun ortaya çıktı!
V- Beni kendine karı alır mısın?
İ- Peki, seni alırsam, Ayşe'yi bırakır mısın?
V- Evet... Evet...
İ- Tamam. Öyleyse kolunun ağrısı geçsin....
(Ayşe derhal geçtiğini
söyledi.) Teşekkür ederim.
V- Ben seni kendime koca alacağım.
İ- Öyleyse dediklerimi yapmayı kabul ediyorsun.
V- Deli!... Sen beni ne sanıyorsun?.. Ben seni ne yapayım? Benim kocam var.
İ- Kim?
V- Sen!..
İ- Sen Ayşe'yle Neşe'ye kötülük yapma, ben de senin dediklerini yapayım.
V- Pekiyi!..
İ- Söyle, ne istiyorsun?
V-... Ben seni kötü bir adam sandımdı. Ama bayağı iyisin.
İ- Nur ol... Bir arzun var mı?
V- Evet.
İ- Söyle, derhal yapayım.
V- Beni rahatsız eden kötü kız Neşe, beni hâlâ deli sanıyor.
İ- Onu bundan vazgeçireceğim. Senden özür dileyecek.

Bir sonraki Celse'de Neşe gelip Varlık'tan özür diledi. Kızcağızın hiç bir suçu yoktu ama, biz istedik diye yaptı.

İlerleyen günlerde yine Yazı ile yapılan bir Celse'yi sırf örnek olsun diye sunuyorum. Fazla detaya girmeyeceğim. Varlığa niye böyle davrandığı soruldu. Yalnız çalıştığımız ve bütün dikkatim Medyum üzerinde olduğu için soruları kaydedememişim. Ama cevaplar şöyle gidiyor:

Varlık- Selam
- Benim
(söyliyeceğim) çok var...
- Pişmanım...
- TANRI adına yemin ederim.
- Kim olduğumu bilmesi için....

Varlık- Biliyorum.
- Bilmiyorum. Sen söyle.
- Evet ama, başaramadım.
- Şimdi anlıyorum ki sizin selâmınızın kesilmesi çok acı.
- Sen iste bir şeyler.
- Hiç!.. Sadece dostluğum var, almak isterseniz.
- İnanın. deneyin...
- (Musallat) Olmıyacağım. TANRI adına yemin ederim.

Varlık- Bırakalım şimdi... Kabul!.. Söz!...
- Biliyorum...
İdâreci- Senin için dua ediyoruz.
V- ALLAH râzı olsun.

Ayşe ile peşpeşe dört Yazı çalışması daha yapıldı. Yukarıda verdik. Kızcağız bu Varlığın etkisinden kurtulmak için ne zaman çağırdıksa geldi. Çünkü Varlık benimle iken söz veriyor, kız yurda gidince gene rahatsız ediyordu. Kızı deli etmeye çalışıyor, kolunu ağrıtıyordu.

***


Şimdi Medyum Ayşe'ye yapışan Varlığın hüviyetini biraz olsun tesbit edebildiğimiz Celse'den o bölümü sunacağız. Varlık Teşevvüş hâlinde... söyledikleri karışık... Sayıklar gibi... Yukarıda da öyleydi.

Varlık : Obsedör Varlık
Medyum: Ayşe
Tarih : 14 Nisan 1971
Usûl : Yazı yoluyla İrtibat
Özelliği. Obsesyon tedâvisi

Varlık- Beni niye rahatsız ediyorsunuz? Beni koruyan var...
Onu koruyan benim... Beni kimse korumaz.
İdâreci- Rahatsız ettikse, özür dilerim.
V- Onu koruyan Koray...
İ- Seni kim koruyor?
V- Koray.
İ- Sual sormama müsaade eder misin?
V- Evet.
İ- Artık dost olduk, değil mi?
V- Evet.
İ- Sorduklarıma doğru cevap vereceksin, değil mi?
V- Evet.
İ- Dünden beri nasılsın?
V- Oldukça kötü.
İ- Dediklerimi yapıyor musun?
V- Olmaz!.. Olmaz!...
İ- Yapacaksın. Aksi takdirde kurtulamazsn, böyle kalırsın.
V- Onu kendim deli edeceğim.
İ- Sana faydası olmaz ki!.. Onu gece niye uyutmadın?
V- Onu kimse benim kadar koruyamaz.
İ- Kendini koru!...
V- Yine yine "kontak, deli" diye beni kendine karı kabul etmezsen,
sana kızarım...
İ- Ne desem kızıyorsun. Seninle nasıl anlaşacağız?
V- Kendine karı diye niye beni almadın da... Seni kendime koca almam ama...
seni de kendime... Beni kendine karı al!.
İ- Nasıl alayım?
V- Beni kimse karı almaz. Onlar dâima kendileri kadar dürüst kadınlar ister.
Beni korkutan kendine karı alanlar oldu... Onlar beni kendine karı değil de...
karı değil de... kendi ... kendi...
İ- Unut artık bunları... Geçmiş onlar.
V- Kendisi kadar iyi karılara meraklı kocalarla... Ben de kendime koca diye seni
kabul ettim.
İ- Ben de seni kabul ettim.
V- Beni kimse karı almaz!
İ- Aldığımı nasıl ispat edeyim, söyle.
V- Beni kendine kanunla al!
İ- Bu olmaz. Artık sen yaşamıyorsun.
V- Ben de kendimi koruyanlarla... koruyanlarla... koruyanlarla...
İ- Nüfus kâğıdın var mı?
V- Yok!.. Beni koruyanlar var.
İ- Ben de koruyorum... Şimdiye kadar kendine âit üç isim verdin. Bunları izah et.
V- Ben kanunsuz bir kadınım. Adım BÂNU...
İ- Esas adın ne?
V- Bânu kendi adım... Kullandığım adım SÂİME...
İ- Kaç sene önce öldün?
V- Beni kanunlarla hapis ettiler. Ben kötü kadınları kendime... Başkaları kendileri....
kendileri... kendileri... kanunsuz yollarla beni kendilerine karı aldı. Ben de
kötü oldum.
İ- Kaç yaşında idin?
V- Onları kendim de bilmiyorum.
İ- Çok ızdırap çektin mi? Orada çekiyor musun?
V- Evet.
İ- Ne şekilde bir ızdırap?
V- Onu kendim de bilmiyorum.
İ- Ne var etrâfında?
V- BOŞLUK...
İ- Ruhlar âlemi'nde hiç sana yol gösteren olmadı mı?
V- Oldu... Beni kimse korumaz sandım.
İ- Şimdi yardım eden yok mu?
V- Yok.
İ- Ben varım.
v- Beni kendine karı almadı. Sonra da beni kötü yaptı.
İ- Kim?
V- Kötü bir adam... Adı da, kendi de kötü... Konuklarla... konuklarla... konuklarla...
beni konuklarla... kendi beni sattı!..

Anlaşılmıştır ama, bir derleyip toparlıyalım... Kızcağızın adı Sâime... Kötü bir adama denk geliyor. Galiba onu "evleneceğim" diye kandırıyor. Sonra misâfirlerine peşkeş çekiyor. Sonra da randevuevine satıyor. Orada yaşlı bir kadın var, "kocakarı" dediği... Bir de orada "dost" denilen Koray diye biri buna musallat oluyor. Kızcağızın hayâtını mahvediyorlar. O da nâmuslu kadınlara, kızlara düşman oluyor. Çünkü erkekler sokak kadınları ile yatıp, nâmuslularla evleniyorlar. Ayşe'yi de bu yüzden obsede ediyor.

Bu dört Yazı Celsesi'nden sonra Medyum uyutuldu. Çalışmalar öyle devam etti. Bir süre sonra Medyum, Varlığın etkisinden tamâmen kurtuldu. Başka Varlıklar'la İrtibat kurdu. İyi bir Medyum oldu.

Medyum Ayşe ile 1971-1973 yılları arasında 29 Celse yaptık. Sonra evlendi, başka bir şehire taşındı. Kendisi ile irtibatımız kopmadı ama, Medyumluğu devam etmedi.

***


Medyum Ayşe 'nin bâzı Celseler'ini başka bir sayfada verdik. Enteresandır, bakmanızı tavsiye ederiz... Burada sâdece Obsedör Varlık ile mücâdeliyi naklediyoruz... Medyum yükselirken önce önce Karanlık Tabaka ile karşılaşır. Bulutlar arasında bir takım dalgalar görür.

Varlık1 : Sâime
Varlık2: Yardımcı Varlık
Medyum: Ayşe
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih 7 Kasım 1971
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Özelliği: Obsesyon Tedâvisi

Medyum- .... O Karanlık'tan bir ışık Yukarı'dan Aşağı'ya indi.
İdâreci- Ne indi?
M- O yuvarlaklar.
İ- Dalgalar?
M- Evet.
İ- Ve biz bunun içinden geçerek...
M- Evet.... Şimdi çok hafif bir renk var, yeşille berâber...
İ- Peki. İrtibat kurmaya çalış.
M- ..........
İ- Bir şey hissediyor musun?
M- Galiba sizin yardım etmeniz gerekecek... O biraz yan tarafta kalmış.
İ- Peki. Şimdi iyice derinleşin.... ve yükselin.... yükselin!
M- Sağ kolumda ağırlık var...
(Obsedör Varlık her zamanki gibi kolunu ağrıtıyor.)
İ- Önemli değil. kendini hiç sıkma!... Dediklerimi hissediyor musun?
M- Pek değil...
("Pek" kibarcasıdır, hiç hissetmiyor.)
İ- Yükselin!... Yükselmeniz arttı mı?
M- Biraz arttı...
(Biraz kibarcası, artmamış) Kızmış herhalde... (Obsedör Sâime)
İ- Kusurumuza bakmasın. Lûtfen gelsin.
M- Karanlık'ta dâireler gittikçe küçülüyor... Büyüyüp gittikçe küçülüyor...
İ- Dâireler yaklaşıyor mu?
M- Hayır. Büyüyüp küçülüyor.
İ- Size yakın mı?
M- Yakın.
İ- Şimdi bizimle görüşsün lûtfen.
M- .... Soru bekler gibi bir hâli var.
İ- Kendisinin bizden istediği bir şey var mı?
M- ..... Alamıyorum.... Hissediyorum ama, çok kuvvetli değil.
İ- Hislerini görüşmek istediğimiz Varlığa çevir.... Yükselmen devam ediyor.
M- .... Üç taraftan bir koyu renk geliyor.
İ- Bulutlardan mı geliyor?
M- Sağdan, soldan yukarıdan... böyle koyu renk geliyor.
İ- O koyu renge doğru yükselmeye çalış.
M- .......
İ- His alıyor musun?
M- Hayır.
İ- Kesildi mi?
M- Evet.
İ- Tekrar irtibat kurmaya çalış kendisiyle. İstemiyor musun görüşmeyi yoksa?
M- Evet.
(istemiyor)
İ- Mutlaka görüşmem lâzım kendisiyle.
M- ... "Belâlı birini bulalım" filân diyor.
İ- Bana mı takmış?
M- Hıı.. Onun için beni korkutmak istemiş ama vazgeçmiş.
İ- Nur olsun... Dua ediyoruz... Bunu hissediyor, değil mi/
M- Ediyor.
İ- Peki. bugün bize yardımcı olmak ister mi?
M- İstiyor yâni ama, pek öyle yürekten filân değil.
İ- Ama ikimizin menfaatleri birbirine bağlı. Rica ediyoruz kendisinden.
Kabul ediyor mu?
M- .....
İ- Peki. Şimdi ben bütün gücümle Uyuyan'ı onunla görüştürmeye çalışıyorum.
Kuvvetli bir İrtibat kurulsun ki, anlaşalım. Acaba bir şey söylemek ister mi?
M- Onun acı çekmesini istiyormuş.
İ- Kendisi acı çekmekten memnun mu?
M- ..... Söylemiyor.
İ- Bunu söylemekle bir şey kaybetmez ki... Kendisi nasıl acı çektiği
zaman memnun olmuyorsa, başkaları da olmuyor... Değil mi?
M- Evet.
İ- O zaman onun da başkalarına eziyet etmemesi lâzım. kendini düşünmesi lâzım.
M- .... Izdırap vermese de kendisi acı çekiyormuş.
İ- Çekmiyecek ama... Ona söz verdim. Elimden geldiği kadar onun ızdırâbını
azaltmaya çalışacağım. Yeterki yardımlarımızı kabul etsin.
M- ..... Kendisini hor gördüğümü söylüyor.
İ- Görmediğine dâir teminat ver, lûtfen.
M- .... Ağrı vermezse, ben de şey yapmıyacağımı söyledim. İyi davranacağımı söyledim.
İ- Bunu tekrar söyle.
M- ... Hakkı olmayan bir şeyi yaptığının farkında... "Başka bir Medyum'a gideyim" diyor.
İ- Yoo, hiç fark etmez. Gene aynı ızdırâbı çeker.
M- .... Hafif hafif yükseldiğimi hissediyorum.... ve sürekli olarak devam ediyor.
İ- Bütün dikkatini o hisse ver. Döne döne yükseleceksin.
M- ........?......
(anlaşılmıyor, "bir yere" galiba)... geldim... ŞAFAK SÖKERKENKİ AYDINLIK var...
İ- Ne görüyorsun o yerde?
M- ... Kendimi Opera Binası'nda kalmış gibi hissediyorum...
İ- Bir şeyler görüyor musun etrâfında?
M- Hayır, ama tabii (bu) odada olduğumu hissediyorum.
İ- Bu odayla irtibâtını kes. Kendini tamâmen O Âlem'e ver.
M- .... Çok iyi!... Şu andan itibâren bana olan etkisini kesecekmiş.
(Sâime kesecek)
İ- Eğer ALLAH'a inanıyorsa, yapar.
M- ... ALLAH'a inanmanın gerekli olmadığını söylüyor. Yâni, inanmadan da
yapabileceğini söylüyor... O bana zâten yardım etmek istemiş.
İ- Ama yardım edemedi tabii. Bunu kabul ediyor mu?
M- Fazlasıyle...
İ- Benim istediğim, sâdece bu şekilde İrtibat kurması... Başka bir şey değil.
M- ... Yaptıkları kötülüklerin çok fazlalığı ve öyle olduğu için, "Yâni hiç olmazsa" diyor,
"yapacağım iyilik şu anda olmalı ve daha makbûle geçmeli."... Onun için bir anda
sıyrılmak ve bir daha gelmemek istiyor.
İ- Hayır. Öylesini hiç istemiyoruz ama.
M- ... Diyor ki, "Siz öyle düşünebilirsiniz ama, Ayşe öyle düşünmüyor. Kendisine bir daha
geleceğimden endişesi olmasın." ... Şimdi düşünürse, başkasına gitme ihtimâli yokmuş
ama, onun için kat'i bir şey söylemiyor.
İ- Şimdi Ayşe öyle düşünse bile, benim fikirlerimi kabul eder.
M- ... Diyor ki, "Ben bilmez miyim, o kendi dediğini ister."
İ- Ama bana hak verecektir.
M- ... Diyor ki, "Şimdi konuş. Râzı olsun." .... "Kabul etmiyor." ... Ama giderse, bir daha
gelmiyeceğini çok kat'i söylüyor. Ama elimde olmasa bile....
(Varlığa bir şey
teklif eder) .... Onu da istemiyor... Başka bir bedene gitmek, onu kat'iyen istemiyor...
Yâni, en kötü ihtimâlle bir başka bedene gider.
İ- Meselâ arkadaşın Pınar'a gitti... Üzülmez misin?
M- Ee, ne yapayım?... Her şey sırayla...
İ- Bu bir mecbûriyet. Onun için kabul et. Ama içten gelerek râzı ol.
M- İçten gelerek olamam.
İ- Ama ben mes'uliyetini kabul etmem.
M- Tamam, gitsin mi?... Çünkü şu anda o kadar şey yaptım ki, şu anda
tamâmiyle gidecek.
İ- Zâten gidecek.
M- ... Gitti... gitti...
İ- Peki. Yalnız söyliyeyim sana, tekrarlayabilir.
M- ...."Aklı burada da havalarda" diyor...
İ- Peki, dostum gitmeyi kabul ediyor musun?
Varlık- İyi niyetimden emin olun.
İ- ALLAH râzı olsun.
M- ... "Şu anda" diyor, "size yardım edecek kuvvette olmayı ne kadar isterdim," diyor.
Ve galiba "Olcay'ın görüştüğü biri gibi olmayı ne kadar isterdim" diyor.

Varlığın kastettiği Annette adındaki Fransız Varlık'tır. Annette önce bir Medyum'a Obsedör olarak gelmiş, Tedâvi Çalışmaları sırasında durumu düzelmiş, sonra bizim Grup'tan ayrılamamış, Medyum Olcay ve Medyum Handan'la da İrtibat kurmuştu. Kendisiyle tatlı sohbetler yapmıştık. Sâime ona özeniyor.

İdâreci- Muhakkak o Kanal'dan bir şeyler hissediyordur şu anda.
Medyum- Ama ben yardım edebilseydim, daha memnun olurdu.
İ- Şimdi Öbür Âlem'den kendisine yardım hissediyor mu?
M- Hissediyor ama, bunun bizim yolumuzla olduğunu söylüyor. Onun için diyor ki,
"İşler tersine!.. Yâni, ben size yardım edeceğime, sizin yolunuzla bana ediliyor."
İ- Her şey sırayla.
M- ... Her şeyde benim sandığım kadar kendisinin suçlu olmadığını söylüyor.
İ- Esas suçluyu da söylesin.
M- Yok, esas suçlu diye bir şey değil de, yâni her şeyin sebebinin ona
bağlanmadığını söylüyor.
İ- Neye bağlamak lâzım?
M- ... "Canının istediğini yapmasına" diyor.
Varlık- Bana gereksiz yere kızmasın!.. Aslında çok kızıyor.
İ- Bana ışık tutacak bir anahtar verin.
M- ... "Öyle bir şey isterdim" diyor, "ama kendim de bulamadım. Biraz daha düşüneyim."
İ- Çok iyi olur... Şimdi ancak sömestir tâtilinden sonra görüşebileceğiz. O zamana kadar
söylemek istediğin bir şey var mı?
M- ... En çok beğendiği taraf bende, onun kim olduğunu merak etmeyişimmiş... "Bunu"
diyor, "halbuki" diyor, sizin bile yaptığınızı söylüyor.
İ- Merak ediyorum, evet.
M- Ama ben hiç merak etmedim, hakikaten. Çok takdir ediyor.
İ- Aslında benim merak edişim şahsî değil.
M- "Merak... Merak da var" diyor.
İ- Ama kendisine yardım için... İnansın. Bu konularda hiç bir zaman yalan söylemedim.
M- Bunu, bunu anlıyamadığını söylüyor... "Meselâ, bâzı yönlerde o kadar yüksek
mertebeye ulaşmış ki," diyor, "Ama bâzan öyle olmayacak hareketler yapıyor ki" diyor.
Anlamamış yâni, o kadar yâni...
İ- Evet, bu da bizim aczimiz... O da bana burada yardım etsin.
M- ... "Bir çok yönden benden üstün olan bir şeye nasıl yardım edebilirim?" diyor.
İ- Bir çok yönleriyle de hatâlı olan birine yardım edecek. Tamam mı?
M- ... Bu konuşmadan çok hoşlandığını söylüyor. Oraya gittiğinden beri
bir şeyden hiç bu kadar hoşlanmamış.
İ- ALLAH râzı olsun... Yalnız soruma cevap verir mi?
M- ... Özür diliyor... Biraz dikkati dağınıkmış. Ben de artık bugün yorulmuşum.
"Ve" diyor, "Ayşe'den öğrenmek istedğim bâzı şeyleri alamadım" diyor.
İ- Ne öğrenmek istiyor?
M- ... "Meselâ" diyor, "bu konuya bağlı benim söyliyeceklerim ve soracaklarım vardı"...
İ- Öyleyse kendisini dinleyelim.
V- Ayşe kızar.
İ- Kızmaz.
(Medyum'a hitâben) İrâdenizi kullanın ve müsaade edin.
M- Çok memnun oldu, dertlerini dinlediğimiz için.
İ- Sizi dinliyoruz.
M- ... "Kendi kendini nasıl Tekâmül ettirdi?" diyor.
İ- Bana mı diyor?
M- Hıhım.
İ- Ben de bu kadar iyi değildim, bana da yardım ettiler.
M- ... "Sizin vaktinizi almaya hakkım yok, ama çok hoşlandım," diyor,
"Ben şimdi çok güzel yemeklerin olduğu bir ziyâfetteyim sanki."
İ- Unutmayın ki, o ziyâfeti berâber yiyoruz.

Bu kısımdan sonra Medyum'un sıhhati hakkında bâzı sualler soruldu, sonra Medyum hatırlamaması Telkin edilerek uyandırıldı.

Dikkat ediyor musunuz, İdâreci Medyum'un tedâvisiyle ilgilenirken, onu rahatsız eden Varlığın da huzura kavuşması için elinden geleni yapıyor. İnsanlara yardım etmekten söz ederiz de, Ruhlar'a yardım hiç aklımıza gelmez. Halbuki onlar arasında da yardım muhtaç çok Varlık var.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN MANZARALAR - 6
    - ÂHİRETTEN MANZARALAR - 7
    - ÂHİRETTEN MANZARALAR - 8
    - ÂHİRETTEN MANZARALAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - ATLANTİS'İN KRAL RÂHİBİ THOTH'UN IVIR-ZIVIR MESAJLARI
    - BAŞMELEK METATRON ÜFÜRMELERİ
    - MEKTUPLAR