BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33

Başta söyledik: Spiritizma'da, yâni ruhlarla kurulan irtibatta öyle "plan, merkez" falan olmaz. Doğrudan Dünyâ'da yaşamış bir Varlık'la görüşürsünüz. Veya cin taifesinden biri gelir, sizi aldatır. O Dünyevî Varlığın bir Mertebe'si, Kat'ı, Seviye'si vardır ama, Bedri Ruhselman'dan kaynaklanan "üstün plânlar"dan, "yüce merkezler"den Tebliğ almak gibi bir durumu yoktur. Belki Bedri Bey almıştır ama, bu ona mahsustur. Ondan sonra gelenler hep aldatılmıştır.

Şimdi Dünyâ'da yaşamış iki Geri Varlık ile iki önemli şahsiyetin geldiği Celse'yi naklediyoruz.

Varlık : Nuri Sungur, Mustafa Alanya
Tarih : 15.9.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- ..... Yolumu kestiler....
İdâreci- Yolunuzu kesen kimdir? Lûtfen, efendim.
M- .... Pek çok insanlar... Üşüme geldi... Karanlık.... Korkunç sesler duyuyorum.... ... NURİ SUNGUR...
İ- Kimmiş bu, efendim? Hangi senede yaşamış? Ve ne iş yaparmış?
M- ... Askerî müteahhitmiş... 1304'de doğmuş, 1946'da ölmüş...
İ- Evet, efendim. Hayatta kimsesi var mı?
M- ... İki oğlu, bir kızı, onbir torunu varmış...
İ- Peki, suçu neymiş?
M- ... Ucuz topladığı gıdalarla, fâhiş fiyatla satıp yedi askeri zehirlemiş... Sebep olmuş...
Gayrımeşrû millet parası kazanmış...
İ- ALLAH taksirâtını affetsin.
M- ...... MUSTAFA ALANYA....
İ- Bu hangi senede yaşamış? Ne zaman ölmüş? Ölüm sebebi nedir?
M- ... '312'de doğmuş... 1947'de Elmalı'da ölmüş...
İ- Ölüm sebebi nedir? Eceliyle mi ölmüş?
M- ... Tetanozdan ölmüş ...
İ- Peki, suçu neymiş?
M- .. Katil...
İ- Peki, hayattayken bu suçu meydana çıkmamış mı?
M- ... Çıkmış... Onbir sene hapis yatmış... Müdde-i umumî delilleri kaybettiği için daha fazla yatmamış...
Avlanırken tüfeğine parmağını dayamış... Tüfek patlamış... Tetanoz olmuş...
Evvelce zâyi olmuş... Şimdi son cezâyı çekiyor...
... Her ikisi de "Işık!.. mağfiret!" diyor... "Işık!.. Mağfiret!..."
...... Çıktım!...
İ- Çıktınız.

Burada biraz duralım... Günümüzde de çok duyulan Ordu Müteahhitliği'nden söz edilmiş!.. Aslında ordu müteahhidi uçak ve silah alımından, binâ yapımından, kunduraya kadar her dalda olabilir. Nuri Sungur ordu yiyecek müteahhidi, ve ucuza aldığı kötü, bayat,bozuk kurtlu, çürümüş, kokmuş yiyecekleri orduya kakalıyor, 7 mâsum erin ölümüne sebep oluyor!.. Tabii bu sâdece onun suçu değil, levâzım subaylarının bu kötü yiyeceklere göz yumması lâzım ki, askerin mutfağına girebilsin!..

Eskiden de buna benzer olaylar çok olurdu. Sâdece orduya askerlere değil, Balkan Savaşı sırasında bütün halka una kil katarak ekmek diye satan ve binlerce insanın sancıdan kıvrana kıvrana ölümüne sebep olan Topal İsmâil Paşa gibileri de vardır!.. Rahmetli Ömer Seyfettin "Niçin Zengin Olmamış?" adlı gerçek hikâyesinde bu nâmussuzun yaptıklarını anlatır!.. Daha önce de ÇULHACIZÂDE ZEKİ celsesinde belirtmiştik.

Bu mevzu son derece önemli!.. Çünkü AKP iktidârı herşeyi özelleştirdi ya; askerin, devlet dâirelerinin, hastânelerin, okulların mutfaklarını kapattı. Devlet'i örnek alan özel şirketler, fabrikalar da aynı yolu tercih ettiler. Oralarda çalışan binlerce aşçıyı, garsonu, işçiyi patronun insâfına terkettiler. Yemek şirketleri kuruldu.

Bir şirketin tek gâyesi nedir? KÂR!.. Nasıl kâr eder?.. Masraftan, malzemeden kısarak!.. Hele bir de ihâleyi almak için fiyat kırmışsa!.. Nuri Sungur gibi ucuz topladığı gıdaları, kötü yağ, bozuk et, kokmuş tavuk, kurtlu bakliyat kullanarak!.. Bunları yemek diye pişirip, hiçbir şeyden haberi olmayanların önüne koyarak!.. Dikkat edin, askeriyede, okullarda, hattâ hastanelerde TOPLU ZEHİRLENME vak'aları arttı. Zehirlenme bir yana, Güneydoğu'da PKK tehdidinden dolayı günlerce askerî birliklere yemek gitmedi, askerler aç kaldılar... Sonra teröristler tarafından şirketin pişirdiği yemeklerin tehditle zehirlenmiyecekleri ne mâlûm?..

Öte yandan ortalık Çulhacızâde Zekiler, Nuri Sungurlar ile, ve onlara gözyuman idâreciler, politikacılarla doldu!.. Yukardaki ÂHIRET SAHNESİ'ni onlara da hatırlatmak isteriz!.. Hani Hz. Ömer, "Fırat köprüsünün kırık tahtasına takılıp, ayağı kırılan kuzudan sorumlu" ya; bütün bu zehirlenmelerden vaktiyle Başbakan, şimdi (2016) Cumhurbaşkanı olarak ERDOĞAN sorumlu!.. O dahi aynı âkıbete düçâr olabilir!. Bizden söylemesi!..

- Tekirdağ'ın Çerkezköy ilçesinde çok sayıda asker yemekten zehirlendi

- Hatay’da 121. Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı'nda 28 asker hastaneye kaldırıldı

- Tekirdağ'ın Malkara ilçesinde bir fabrika çalışan 24 işçi yemekten zehirlendi

- Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kıyıkışlacık Mahallesi'ndeki şantiyede 37 işçi yemekten zehirlendi

- İzmir’de iki hastânede aynı özel şirketin verdiği yemekten dolayı 180 kişi zehirlenirken, 3 kişinin yoğun bakımda

- Adıyaman’ın Sincik ilçesine bağlı Çamdere Köyü Ortaokulu'nda 30 öğrencide gıda zehirlenmesi

- Siverek'te 27 öğrenci gıda zehirlenmesinden hastaneye kaldırıldı

- Manisa'nın Sarıgöl ilçesinde 20 öğrenci gıda zehirlenmesinden hastanelik oldu

- Kütahya’nın Hisarcık ilçesinde taşeron bir şirkette çalışan 12 işçi yemekten zehirlendi

- Antalya'nın Alanya ilçesinde cezâevindeki yemekten zehirlenen tutuklu ve hükümlülerin sayısı 50'yi aştı

- Kırşehir Polis Eğitim Merkezi'nde 74 öğrenci yemekten zehirlendi

- Ordu'da 100'ü aşkın kişi mevlit yemeğinden zehirlendi

- Kahramanmaraş'ın Göksun ilçesinde taşımalı eğitim gören öğrenciler, verilen öğle yemeğinden zehirlendi

- Kütahya Ahmet Yesevi Yurdu'nda 37 öğrenci akşam yemeğinden zehirlenerek hastaneye kaldırıldı!

- Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde taşımalı eğitim gören 332 öğrencinin yedikleri yemek zehir oldu!

- Bartın'da 140 öğrenci yemekten zehirlendi

- Kastamonu’da mevlit yemeği 50 kişiyi zehirledi

- Şırnak’ın Silopi ilçesinde taşımalı eğitim gören 107 öğrenci zehirlendi

- Ordu’nun Fatsa ilçesinde Fındık işçileri yedikleri yemekten zehirlendi

- Eskişehir Açık Cezâ İnfaz Kurumu'nda yedikleri yemekten 100'ü aşkın hükümlü hastanelere kaldırıldı.

- Edirne’nin Keşan ilçesinde aşevi tarafından dağıtılan yemeklerden yiyen çok sayıda kişi zehirlendi

- İzmir'in Aliağa ilçesindeki limanda yedikleri kahvaltıdan zehirlenen işçi sayısı 40'a ulaştı

- Kütahya'da mevlit yemeği yiyen 79 kişi zehirlendi

- Diğer Zehirlenme Haberleri

- Diğer Zehirlenme Haberleri - 2

- Diğer Zehirlenme Haberleri - 3

Üstelik bu zehirlenmeler öyle çok eski değil!.. Son 3-5 yıl içinde!.. Yahu, benim bir yakınım Gazi Üniversitesi'de verilen, lânet bir yemek şirketinin hazırladığı yemekten zehirlenmişti, günlerce kendine gelemedi... Bakalım, o olay da gazetelere yansımış mı?.. Çünkü bu zehirlenme olaylarının çok küçük bir kısmı medyada yer alıyor... Hah, birisi küçücük not düşmüş:
1 Ekim 2016, Gazi Üniversitesi'nde yemek zehirlenmesi

Bu da Millî Eğitim Bakanlığı'ndaki olay: 624 MEB personeli, yediği yemekten zehirlendi

Vay Allahsızlar, vay!.. Sizi Âhıret'te ne bekliyor, yazdık yukarda!.. Ama belki tövbeye faydası olur diye sesleniyoruz:

EY ERDOĞAN!.. EY BAŞBAKAN!.. EY SAĞLIK BAKANI!.. EY AKP HÜKÛMETİ MENSUPLARI!..

Bir an önce bu yemek işini özel şirketlerden alıp kurumlara devredin!.. Hepsi vaktiyle ne güzel kendi mekânlarında pişirip kendileri yiyorlardı. Ezkazâ, olmazdı ya, bir bozuk yemek çıkar da, şikâyet eden olursa, mes'ûlü kendi adamları olduğu için, Genel Müdür canına okuyordu. Orduda böyle bir şey olsa, Komutan yapanın anasını belliyordu. Şimdi sözleşmesinde "toplu zehirlenme hâlinde her bir ferde tazminat ve şirkete cezâ" hükmü yok!.. Sorumlu yok!.. Mahkemede dâvâ açsan, delil yemekler tahlile gidecek, savcıya gidecek, mahkemeye gidecek, ahçı mı, şirket sâhibi mi sorumlu belli değil!.. Velhâsıl, zehirlenen vücudundan atamadığı zehirle kalıyor!..

Bu arada belirtelim, İnternet'te NURİ SUNGUR ve MUSTAFA ALANYA adlı kişiler var. Celse'de ismi geçenlerle bir bağlantısı var mı, bilmiyoruz.

Celse'ye devam edelim:

Varlık : İbnül Emin Mahmut Kemâl İnal , Süleyman Nazif
Tarih : 15.9.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- .... İNTİZAR MENZİLİ'ni geçiyorum... MAKSUT MENZİLİ... .... MAKSUT MENZİLİ... Oturdum...
Çok geldim buraya... Yine sağımda, içinde berrak bir su bulunan bir göl... Gölün etrâfı nefis ağaçlarla çevrili...
Solum baştanbaşa lâle tarlası... Önümde gümûşî renkli bir bulut dağı var... Altımda yeşil minder...
.... Sessizlik bitti... Uğultu başladı... Kayar gibi geliyor... Bulut dağının tepesi kayboldu...
Menşur şeklinde bir kütle hâline geldi... Yine ilerliyor... Daha sür'atli geliyor... Çok yaklaştı... Biraz önümde durdu...
Bulut kümesi iki taraftan kayboldu... Baştan aşağı beyazlara bürünmüş başlar görüyorum... Uğultu devam ediyor...
Orta yerden bir kişi ayrıldı... Onun arkasındaki de ayrıldı... Yerleri boşluk hâlinde...
Bunlar da yürümüyor... Sanki altlarında kızak var... Kayarak geliyorlar... Ayaklarını, ellerini görmüyorum...
Eski Yunanlılar'ın giyindikleri gibi, beyaz bir çarşafı sanki bedenlerine dolamışlar... Kolları, elleri içinde...
... İkisinin de yüzü asık... Hiç gülmüyorlar... Birisinin burnu kartal gagasına benziyor...
Arkasındakinin yüzü, öndekinden daha güzel...
Görmediğim bir kuvvet beni biraz yukarı kaldırdı... İki dizimin üstüne oturttu...
Ben bağdaş kurmuştum...
İBNÜL EMİN MAHMUT KEMÂL İNAL... (1)
İdâreci- Dua edelim, efendim.
M- ... Arkasındaki SÜLEYMAN NAZİF... (2)
İ- Arkadaşlar dua ettiler. TANRI kabul etsin. Bütün Muhteremler nâmına,
ve bu akşam bizimle görüşmek lûtfunda bulunan Muhteremler için.
Varlık- ... Biz ihsanlarımızı aldık. Sadakalarını muhtaç olanlara versin!
İ- ??? Evet, efendim. Şimdi...
V- Beni neden rahatsız ettiniz?
İ- ??? Biz Muhterem'le görüşmek için değil, biz doğrudan doğruya bir Muhterem'le görüşmek üzere geldik.
V- Çabuk sorunuz! Vaktim az...Yerimi Süleyman Nazif'e devredeceğim.
İ- Peki, efendim. Evvelâ Üstâd'ım kendisini bize iyice tanıtsınlar. Özür dileriz, tanımadık.
M- .... Üzüntüsü bu yüzden geliyor...
V- Fenâ'da da cühelâdan çekmediğim kalmadı!.. Burada da bu durumunuz!..
ŞEYH-ÜL MÜVERRİHÎN İBNÜL EMİN MAHMUT KEMÂL İNAL ...
"Son Asır Türk Sadrâzamları" ... "Son Asır Türk Şâirleri"... İki tabla müellifi... İçinizde hiç mi
geçmişi ile alâkalı olan bir kişi de yoktur?... HAYVANLAR!..
İ- Muhterem üstâdım, bu bizim için büyük bir suç... Ama başta da arzettik. Tanımıyoruz.
Lûtfen bize kendinizi âit kısa bilgiler verir misiniz? Ne zaman öldünüz? Ölüm sebebiniz nedir?
V- ....
(anlaşılmıyor) ... (?).... havâlâtının vâlisi Emin Paşa'nın oğluyum.
Mâderle peder birleşerek beni meydana getirdi. Zübeyde işini anladım
ve 18 yaşımda konağın sanatkârları da
(anlaşılmıyor) ... (?) mahrum .... (?) ....
İBNÜL EMİN MAHMUT KEMÂL İNAL...
İ- Nur içinde yatasınız, efendim.
V- İstanbul'da, Zincirlikuyu'da medfunum.
İ- Âileniz efrâdınız var mı, efendim?
V- Çok şükür, bekârlık hakkındaki kararımda sebat ettim de, cenâbet bırakmadım.
İ- Peki, efendim. Hayatta hiç âilenize âit birşey yok mu? Kardeşleriniz, yakınlarınız yok mu, efendim?
Ve onlara bir tebliğiniz var mı?
V- ... (?) ... Kendi hâlinde insanların muttehimiyim. Mütekait oldum. HÜDÂ müstahaklarını versin!
Kimseye ne borcum var, ne de alacağım!
İ- Muhterem üstâdım, biz bilmediğimizi söyledik. Bizi azarlıyorsunuz. Sert konuşuyorsunuz.
Bunu anlıyamadık. Şimdi size sual de soramıyoruz.
V- "Sual sormayın," demedim. Nâzik sorunuz! Benim hayâtım öğretmenlik üstüne..
İ- Efendim, konuştuğumuz bir Muhterem hakkında biraz mâlûmat sâhibi olmak bizim hakkımız değil mi?
V- Boğaya kırmızı gösterirsen, üzerine hücum eder. Sizinle kim ..... (?).... Siz ne bilirsiniz Dünyâ'yı?
İ- Peki, efendim. Biz zâten iddia sâhibi değiliz. Öyleyse memleketimizin
bugünkü ahvâli hakkında birşey söylemek ister misiniz?
V- Evlât, sen kedi tiridini bilir misin?
(Avradan çeşitli sesler)
İ- Hayır. Kedi değil... O başka!.. Anlamadım hiçbir şey!..
Efendim, bu şekilde bizimle konuşursanız, biz sual sormaya çekiniriz artık.
V- "Biz sual sorma erbâbı değiliz," demiyorsun, Özürün kabahatinden büyük!..
Sağlık olsun! Sual sor, cevap vereyim... Kedi tiridini biliyor musun?
İ- Bilmiyorum, efendim. Lûtfediniz.
V- Kedi tiridi, pasaklı kadının yemek bilmediği zaman yaptığı berbat bir yemektir.
Ona "kedi tiridi" derler... İşte sen de bunu yapmaya benziyorsun!
İ- Siz, bakın, bu dereceye kadar Tekâmül etmiş bir Muhteremsiniz.
Gerek Fenâ'da, gerek Bekaa'da bu neticeyi şeyetmişsiniz.
Bizimle niçin bu kadar sert konuşuyorsunuz? Bunu anlıyamadık.
V- Her yiğidin kendine mahsus yoğurt yiyişi vardır. Sen de haddini bil!...
Ne öğrenmek istiyorsan, sor! Vaktini geçirme!..

Artık dayanamadım, burada duracağım ve durumu size izah etmeye çalışacağım... Varlık son derece iyi eğitimli ve Şeyh-ül Müverrihîn, yâni Târih Yazarlarının Duayeni... Çok meşhur biri... Aşağıda hayâtını nakledeceğiz... Ancak bir özelliği var. Bunu da biz, ancak bu Celse zabıtlarını onu tanıyan birine okuttuğumuz zaman öğrendik. Meğer son derece aksi tavırlı, sert bir zatmış. Celse'deki hitap tarzı, kullandığı ifâdeler tamâmen onun hayattaki mizâcına uygun imiş. O dostumuz Celse zabtını okurken, sanki onunla karşı karşıya gelmiş gibi hissetti kendini... Tabii Celse İdârecisi Varlığın huyunu bilmediği için, ve câhilliklerinden dolayı Avra'nın "Hayvanlar" diye azarlanmasını hazmedemediği için, bir türlü sorularına geçemiyor. ALLAH'tan, yine de terbiyesini bozmuyor.

İ- Ama siz bizimle görüşmek, bilmediklerimizi öğretmek için geldinizse,

bizim suallerimize cevap vermeniz lâzım.
Eğer konuşmak istemiyorsanız, sizi rahatsız etmiyelim.
V- Benden ne istiyorsunuz?
İ- Sorduk. "Memleketimizin bugünkü ahvâli hakkında birşey söylemek ister misiniz?" dedik. Rica ettik.
V- Başına yıkılsın!..
İ- Efendim, Kâmil Bey diyorlar ki, "Zannedersem, Muhterem tiyatro eserleri vermişti.
Acaba bugünkü tiyatro hakkında... Bizim tiyatromuz iyi bir inkişâf kaydediyor mu?"
V- Ben hiçbir temâşa eseri yazmadım. Ben târihçiyim.
İ- Efendim, içimizdeki hanım arkadaşlarımız demin sizin bir tâbirinizden alınmışlar.
Diyorlar ki, "Biz kedi tiridi yapmaktan iyice okuyamadık ve Muhterem'i tanıyamadık." Özür diliyorlar.
V- Câhil olursa, affediyorum. Ben onu aranızdaki hanımlara değil, sana söyledim. Teşmil ettin.
İ- Efendim, Kemâl Bey diyorlar ki, "Atatürk'ün târih tezini doğru buluyorlar mı?"
V- Atatürk'ün yalnız yolunu doğru buluyorum. Atatürk kendisi târihçi değildi.
Olması lâzım geleni ortaya koymak istedi. Önce ehline veremedi, sonra istediği mecrâsını buldu.
İ- Efendim, Kemâl bey'in bir ricası da şu: Bize Türklüğü methetti. Büyüklüğünü ispat etmek için çalıştı.
Hakikaten TÜRKLÜK insanlık târihinde büyük bir millet midir?
V- TÜRKLÜĞÜN KARŞISINDA BÜYÜKLÜK SIFATI ÇOK KÜÇÜK KALIR!..
İ- Kemâl bey çok teşekkür ettiler. hürmetlerini arz ediyorlar.
V- Vazifemi yaptım.
İ- Bugün Fenâ'da olmuş olsaydınız, Türkiye Târihi'ni ne şekilde yazardınız?
V- Kendisi dipsiz kiler, boş ambar galiba!.. Nesebi sahih değil midir?
Neden Türkiye'nin Târihi'nin yeniden yazılmasını düşünüyor?
TÜRK TÂRİHİ YAPILMIŞTIR, SONRA DA YAZILMIŞTIR!..
İ- Efendim, bundan evvelki bir Celsemiz'de Devletlû Fâtih Sultan Mehmed Hazretleri lûtfettiler,
bizimle konuştular. İstanbul'un fethine âit kısımda bir târih ismi verdi.
"Filânın târihi dilinize çevrilirse, anlıyabileceğiniz şekilde yazılırsa,
ondan bütün hakikatı öğrenirsiniz," dedi. Acaba bu hangi târihtir? Biz bunun ismini unuttuk?
Lûtfeder misiniz?
V- Cennetmekân lûtfetmişler, fakat kadir kıymet bilene lûtfetmemişler.
Daha kulaklarınızdan sesinin uğultusu gitmeden, hiçbir şey kalmamış!..
Ne lüzum var bundan sonra "Târih-i Eb'ül Feth"i bilmenize?
İ- ??? Evet. Şimdi Hüsâmettin Bey diyorlar ki, "Bu târihi kim yazmıştır? Ve bu nerede bulunabilir?"
V- Bu "Târih-i Eb'ül Feth" elyazması idi. Meşrutiyet'i müteâkip Türk Has Encümeni
o zamanki dilimize çevirdi. Esas nüshası Viyana Millet Kütüphânesi'ne,
İstanbul'dan çalınarak götürülmüştür. Ali Emin Kütüphânesi'nden alınarak, ol zamanki dilimize çevrildi.
Bayezid Millet Kütüphânesi'nde de bulabilirsiniz. Târih Kurumu Kütüphânesi'nde de bulabilirsiniz.
Ama yine buz üzerine yazı yazmak kabilinden, daha buradan çıkmadan unuttuğunuzu görüyorum.
İ- Efendim, Güler Hanım diyorlar ki, "Berlin meselesi bir III. Dünya Harbi'ne sebep olabilir mi?"
V- O hanım kızım demin konuştuğu Berlin meselesinden daha büyük bir ev savaşına sebep olacak.
Bıraksın Berlin meselesini erbâbına, onu tâmire kalksın.
İ- Muhterem üstâdım, bütün arkadaşlarım şahsî birer sual sormak istiyor. Lûtfeder misiniz?
V- Tek temelli ve sür'atli.... Beş kişi...
İ- ... (?) Hanım soruyorlar.
V- ... Yüzünde kıl çıkması için ustura ile traş olan 15 yaşında delikanlı çağına girmişler vardır.
Daha sakalı gelmeden... Onun o durumu da, ona benziyor.
İ- Melek Hanım rica ediyorlar.
V- .... Av sahalarında kapanlar vardır. Üzeri çalı çırpıyla örtülür. Zemin zannedilir, basılır.
Altta çukur, içine girilir, avlanılır... Dikkat etsin!..
İ- Efendim, Kâmil Bey diyorlar ki, "Lenin'i Türk olarak biliyoruz. Doğru mudur?"
V- Hemen hatâsını tâmir etsin!.. Vladimir ilyiç Ulyanof âilesinden gelen Lenin,
hâlis bir Yahudi'yle Gürcü'nün meydana gelmesinden doğmuştur.
Hernekadar TÜRK ULUSU BEŞ KOLA AYRILIR, kan hususiyetleri aynıdır ise de;
GÜRCÜ, FİN, JAPON'un TÜRK'le MACAR kanlarının hususiyetleri aynı şeyse de;
harç da mühim olduğu cihetle, TÜRKLÜK'le alâkası yoktur. Bununlan kaynağı o mecrâya ......

(anlaşılmıyor) .... (?) ..... VLADİMİR
İLYİÇ ULYANOF .... VLADİMİR İLYİÇ ULYANOF...
VLADİMİR İLYİÇ ULYANOF... (3)
İ- Çok teşekkür ediyoruz.
V- Zerrin Hanım rica ediyorlar: Oğlum imtihanda muvaffak olacak mı?
V- Annesi kendisine hiç söylememiş mi? "Kızını dövmeyen dizini döver," diye....
Oğlu haytalıktan vazgeçer, çalışırsa kazanır.
İ- Ayşen Hanım soruyorlar.
V- .... Eskidiğini sen de biliyorsun. Onun için ister istemez yenisi karşına gelecektir.
Üzülme, mukadderat değişmez. Yenisi bahtiyar eder.
İ- Muhterem üstâdım, beş sual hakkı vermiştiniz, bitti. Ama arkadaşların daha arzuları var.
Acaba biraz daha lûtfeder misiniz?
V- Son üç...
İ- Peki, Güler Hanım zihnen soruyorlar.
V- .... Daha erken... Evvelâ hevesini al, biraz daha olgunlaştıktan sonra ona teşebbüs et.
İ- İsmâil Bey'in ricası var.
V- ... Dere görünmeden paça sıvanmaz.
İ- Melek Hanım rica ediyorlar.
V- ... Alâaddin lâmbayı bulduğu zaman çok tozluydu. Önce altından yapıldığını anlıyamadı.
Tozu alınca, altından altın çıktı... Tozu iyice almaya baksın!
İ- Melek Hanım "Biraz daha açarlar mı/" diyor.
M- ......
İ- Gitti mi, efendim?
M- Hiçbir şey kalmadı...
İ- Dua edelim, efendim.
M- .... İniyorum...
İ- İniyor musunuz?
M- ..... Üşüyorum...
M- .... Nikâhı geciktirsin...
İ- Yalnız anlaşılmadı.
M- Nikâh mukadder... Geciktirsin... Hâne beş olacak... İki kayıp...
İ- Ne demek o?
M- ... Hânede beş kişi olacak... İki kayıp...
İ- Ne zaman, kim? Belli olmaz. Başka birşey görüyor musunuz, efendim?
M- Hâdisâtı tabii seyrine bıraksın. Yaşının her devrede icâbâtını yerine getirsin.
Mukadderat değişmiyecek.
İ- Şimdi efendim, Kemal Bey diyorlar ki, "İki kızımın hayatları hakkında bir mâlûmat verebilirler mi?"
Kemâl Bey- İsimlerini kendi söylesin.
İ- Siz söyleyin de...
M- .... Kimseyi görmüyorum...
İ- Kemâl Bey'in kızı Ülkü Hanım'ın istikbâline bakınız, ve bildiriniz.
M- ... Kimseyi görmüyorum... Sorduğunuz kimselere âit birşey görmüyorum...
İ- Efendim, Zerrin Hanım'ın istikbâline âit birşey söyliyebilecek misiniz?
M- ... Bahtiyârlığının devâmı için sıhhatine itinâ...
İ- Beyhan Hanım da rica ediyorlar. "Benim de istikbâlime âit bir görüş yaparlar mı?"
M- ... Petek hırsızlarını kovsun!..
İ- Bir tek ricâmız daha var. Ona da cevap verecek misiniz, efendim?
M- ....................
(Bitti.)

Sondan girerek incelemeye başlıyalım... Medyum inerken son suali soran Melek Hanım'a ek bilgi veriyor... Bunu ayrılmış olduğu Varlık'tan alarak mı, yoksa kendisi hissederek mi söylüyor, bilinmez... Yalnız Celse İdârecisi bunu Medyum'a bağlayarak, ve onun istikbâlden birşeyler gördüğünü düşünerek, o tarz sualler sormaya devam ediyor... Artık gelen cevaplar sual sâhibini tatmin etmiş midir, bilemeyiz.

Varlığı tanımaya geçmeden önce bir hususu belirtelim: Biz kişileri, yerleri, olayları tanıtmak için İnternet'ten alıntılar yapıyoruz. Ancak, bunlara link vermemize rağmen, o bilgileri olduğu gibi nakletmiyoruz. Ekler, çıkarmalar yapıyor, formunu değiştiriyor, maksadımıza uygun hâle getiriyoruz. Bunu dikkatinize sunarız.

(1) İBNÜLEMİN MAHMUT KEMÂL İNAL yazar, târihçi, edebiyat târihçisi, müzeci ve mutasavvıftır.

1870 yılında İstanbul’un Bayezid semtinde dünyaya geldi... Bu isim "Beyazıt" diye de yazılıyor. İsmin aslı Eba Yezid'dir, "Yezid'in Babası" demektir, ama kötü anlamda kullanılmaz... Mahmut Kemâl'in babası Mühürdar Mehmed Emin Paşa, annesi Hamide Nergis Hanım’dır. Babası uzun yıllar Sadrâzam Yusuf Kâmil Paşa’nın mühürdârlığını yapmıştı. Vâlilik yapmış mı, bulamadık... Mahmut Kemâl'in çocukluk yıllarının çoğu zamanını, Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında geçti.

1885 yılında Şehzâde Rüşdiyesi'ni bitirdikten sonra, bir süre Mülkiye ve Hukuk Mektepleri'ne devam etti, ancak rahatsızlığı sebebiyle buraları bitiremeden ayrıldı ve özel hocalar ile medrese derslerine devam ederek kendini yetiştirdi. Özel ders aldığı hocalar arasında Mehmet Âkif’in babası İpekli Mehmet Tâhir Efendi de vardı.

İbnülemin, edebiyat hayâtına şiir ile girmişti. Çoğunlukla gazel tarzında manzumeler yazdı. “Nâlânî” mahlasını kullandı ki, "ağlayan" demektir. . Bâzı manzumeleri bestelendi. Şiirlerini “Mevzun Sözler” adıyla bir araya getirdi, ama bastıramadı... Muhtemelen sonradan bastırılmıştır.

1889 yılında Sadâret Mektubî Kalemi'nde başladığı 33 yıllık memuriyet hayâtına Teftiş-i Islâhat Komisyonu Başkitâbeti'yle devam etti.

1890’da Tarik gazetesinde bir makaale yayımlayarak basın hayâtına girdi. Gazete yazılarına devrin önemli basın organlarında devam etti. Gazete yazılarını “Sa’y-i Beşer” adıyla bir araya getirdi, ama bastıramadı... İnşaallah bir hayırsever çıkar da, bastırır... Bastırabildiği eserler aşağıda!..

Nâmık Kemâl’in "Cezmi" adlı eserini örnek alarak, “Sabîh Târihe Müstenid Hikâye” adlı târihi bir roman yazdı. Bu alandaki çalışmalarına, tefrika olarak yayımlanan "Bir Yetimin Sergüzeşti" , "Rahşan" , "Yetîm-i Alîl" adlı üç eseri ile devam etti.

1895-1900 arasındaki çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı yazılarıyla İslâm’ın gelişmeye engel olduğu yolundaki görüşlere karşı çıktı. 1891 yılında "Eser-i Kâmil Paşa" adlı küçük kitabı yayımlayarak biyografi alanında ilk çalışmasını yapan İbnülemin, daha sonra bu alanda pek çok eser verdi.

1909 senesinde Sultan II. Abdülhamid'in hâllinden sonra, Saray'a verilmiş olan jurnalleri tasnif ve imha ile görevlendirilen komisyonun başına getirildi ve bu sıfatla Yıldız Sarayı evrâkını inceleme imkânını buldu.

1914'te “Evkaf-ı İslâmiye Müzesi”’ni (şimdiki adıyla Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) kurmakla görevlendirildi. Sanatla da ilgili olan İbnülemin, hat sanatını yaşatma amacıyla “Medresetü’l Hattâtin” adlı okulun kurulmasında emeği geçti.

1916'da Şûrâ-yı Devlet âzâlığına, 1921'de Osmanlı Devleti'nin resmî yayın organı olan Takvim-i Vekâyi gazetesi müdürlüğüne, 1922'de Dîvân-ı Hümâyun Beylikçiliği'ne atandı. İstanbul Hükûmeti yıkılınca, Babıâlî'deki görevi sona erdi.

1923'de Târih-i Osmanî Encümeni âzâlığına seçildi, Mayıs 1924'de Vesâik-i Târihiye Tasnif Encümeni'nin başına getirildi. İbnülemin Mahmud Kemâl İnal'ın Başmemur unvânıyla başkanlığında tasnif başladı ve Mayıs 1926 senesine kadar devam etti. Bugün Osmanlı Arşivi'nde İbnülemin'in kendi adıyla zikredilen katalog, 29 ciltten oluşur ve orijinal hâliyle araştırmaya açıktır. Hazine-i Evrak 1927'de Başvekâlet Osmanlı Arşivi'ne devredilince Tasnif Heyeti lâğvedilmiş, İbnülemin'in buradaki görevi de sona ermiştir. Tasnif Heyeti’nin laâvedildiği 1927’de İbnülemin, kurucularından olduğu İslâm Eserleri Müzesi'nin Müdürlüğü’ne tâyin edildi. 1935'de emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı. "Mütekait oldum" demesi, emekliliğine işârettir. Babası ile ilgili verdiği bilgi de doğrudur.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, bu görevlerin yanısıra Kütüphâneler Tasnif İşleri Müşâvirliği ile İslâm Ansiklopedisi Müşâvirlikleri'nde de bulundu. 1939 sonunda Mısır Veliahdı Prens Mehmed Ali Tevfik’in dâveti üzerine İstanbul’daki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ne benzer bir kurumun düzenlenmesi ve sergilenecek eserlerin seçimi için Reîsülhattâtîn Kâmil Akdik ile birlikte Kahire’ye gitti. Bu görevi yerine getirerek, 19 Şubat 1940’da İstanbul’a döndü.

Hayâtının son dönemlerinde Vefa'daki evi muhafazakâr fikir adamları ve şâirler için bir tür meclis niteliğini kazandı. İbnülemin'in son devir Osmanlı erkân ve ricâli hakkındaki olağanüstü geniş bilgisi ve kendine özgü fikirleri, kendisinden genç kuşaklar tarafından da takdir edildi.

1930'da "Son Asır Türk Şâirleri" adlı eserini yayınladı. Bu eserde son dönem Osmanlı entelijensiyası hakkında zengin gözlem ve anekdotlara yer verdi.

1940-1953 arasında son 37 Osmanlı sadrâzamının ayrıntılı terceme-i hâllerini içeren 14 ciltlik "Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar" adlı eseri yayınlandı. Kullandığı ağdalı Osmanlıca, eserlerinin etkisini ve yaygınlığını kısıtladı. 24 Mayıs1957'de İstanbul'da vefat eden İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Merkezefendi Mezarlığı'na defnedildi. Celsede "Zincirlikuyu'da medfunum" diyor ki, buna göre doğru değil. Acaba gene araştırmamızı istediği için mi yanlış yer bildirdi?.. Varlık, vefâtından sâdece 4 yıl sonra irtibâta geçmiş...

Toplumsal hayatta çok hızlı ve büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemde yaşaması ve pek çok tanınmış kimse ile şahsen bir arada bulunması, onu biyografi alanında pek çok eser vermeye yöneltti. Son dönem Osmanlı şâirleri, müzisyenleri, sadrâzamları, hattatları hakkındaki eserleri ile bu kişilerin unutulmalarını önlemeye çalıştı. Şâir Hersekli Ârif Hikmet Bey, Sadrâzam Yusuf Kâmil Paşa, Yusufpaşazâde Nuri Bey, baba-dostu Ferid Paşazâde Ahmet İzzeddin, târihçi Fındıklılı İsmet Efendi, Şâir Mustafa Saffet, bilim adamı İsmail Gelenbevi, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi, Leskofçalı Galip Bey, Müstakimzâde Süleyman Efendi onun biyografilerini yazdığı kişilerdendir. Ayrıca 566 şâiri bir araya getiren “Son Asır Türk Şâirleri”, 37 sadrâzamı içeren “Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar”, 329 hattatı konu edinen “Son Hattatlar”, ölümüyle yarım kaldığı için Mevlevî Avnî Aktuç’un tamamladığı "Hoş Sadâ" (Son Asır Türk Musikişinasları) adlı eserleri ortaya çıkardı. Şiir, roman, hikâye gibi alanlarda da eser verdi.

Hayâtı boyunca konağındaki düzenli toplantılarda ilim ve sanat dünyâsından kimseleri ağırlayarak kültür hayatına hizmet etti. ALLAH gani gani rahmet eylesin!

Saymakla tükenmez eserleri:
- Menâfiüssavm
- Ahlâk
- Ravzatül-Kemâl
- Hülâsa-i Ziraat
- Hülâsa-i Ticâret
- Bir Yetimin Sergüzeşti
- Rahşan (Hikâye)
- Sabih (Hikâye)
- Kemâlü'l-İsmet
- Kemâlü'l-Hikme
- Kâmil Paşa’nin Sadâreti ve Konak Meselesi
- Tuhfetül Hattâtîn Mukaddimesi
- Menâkib-i Hünerverân Mukaddimesi
- Dîvân-i Hikmet Mukaddimesi
- Dîvân-i Gaalib Mukaddimesi
- Dîvân-i Yahya Mukaddimesi
- Târihçe-i Evkaf ve Terâcüm-i Ahvâl-i Nuzzar
- Son Asır Türk Şâirleri
- Osmanlı Devrinde Son Sadrıâzamlar (Kemâlü's-Sudûr - 14 cilt)
- Son Hattatlar (Kemâlü'l-Hattâtîn)
- Hoş Sadâ

Daha önce de olmuştu... Bir Varlık önce başka birisiyle berâber geliyor, ama konuşmuyor. Bir sonraki Celse'de tekrar geliyor ve konuşuyor... Meselâ ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU ... 11 Temmuz 1961 târihli Celse'de geliyor, konuşmuyor.. Sonra 21 Temmuz 1961 târihli Celse'de görüşüyor... Câsusluktan idâm edilmiş olan Hayâtî Karaşâhin 11 Ağustos 1961 târihli Celse'de bir görünüyor, sonra 25 Ağustos 1961 târihli Celse'de hayâtını anlatıyor.... SÜLEYMAN NAZİF te öyle... Bu Celse'de bir görünmüş, ama esas İrtibat 19 Eylül 1961 târihli Celse'de kurulmuş... O yüzden rahmetlinin hayâtını bir sonraki sayfada vereceğiz.

Şimdilik sâdece resmini verelim ve Osmanlı İmparatorluğu ve erken Cumhuriyet döneminin mütefekkiri, şâir, yazar ve devlet adamı olduğunu belirtmekle yetinelim.

Celse'de geçen az bilinir kelimeler, MENŞUR, "(neşr'den) neşrolunmuş, dağıtılmış, yayılmış, herkese ilan edilmiş, prizma, pâdişah tarafından verilen vezirlik vb. bir ünvânı gösteren bir berat, genellikle serdarlık, Kırım Hanlığı, vezirlik, kazaskerlik, Eflâk ve Buğdan Voyvodalığı ve vâlilik gibi yüksek mevkilere atananlar için çıkarılan pâdişah buyruğu" demektir, çok anlamı vardır. Celse'de "yayılmış hâlde" mânâsına kullanılmış...
HAVÂLÂT kelimesini bulamadık. Ancak HAVÂLİ "yöre" demek... HAVÂLÂT çoğulu mu acaba? Yâni, "o yörelerin vâlisi" imiş babası... Ama bulamadık.
MÜELLİF , "kitap yazan" demektir. Yalnız "iki tabla müellifi" ifâdesindeki "tabla" kelimesi yanlış kaydedilmiş, ne olduğu anlaşılmıyor... Rahmetlinin bütün yazdığı eserler yukarda... Sadrâzamlar ve Şâirler hakkında yazdığı kitapları öne çıkarmış.
MÜTEKAİT, "emekli" demektir.
MÜTTEHİM , "birisine zan ile kabahat isnad eden" demektir. Celse'de "kendi hâlinde insanlara hep kusur bulurum" anlamında kullanmış.
MÜSTAHAK , "hak etmiş, hak kazanmış, lâyık, bir kimsenin lâyık olduğu ödül veya ceza" demektir. Celse'de "ALLAH lâyığını versin" anlamında kullanılmış.
MECRÂ , "suyun aktığı yatak, su yolu. bir işin gidiş yolu" demektir. Atatürk'ün târih çalışmaları sonunda yolunu bulmuş!..
TEŞMİL ETMEK , "genişletmek, yaymak, kapsamına almak" demektir
NESEB , "Baba soyu, atalar zinciri, sülâle, hısımlık, karabet, soy" demektir. NESEBİ SAHİH , "babası belli" anlamındadır.
CÜHELÂ , "câhiller" demektir.
Çok sık geçen MAĞFİRET kelimesini de ekleyelim, dedik: "bağışlama, ALLAH'ın, kullarının günahlarını bağışlaması, günahlarını örtmesi" demektir.

Celse İdârecisi'nin sorduğu kitabı, FÂTİH Celsesi'nde belirtmiştik. FÂTİH'in ünvânı ile "Târih-i Ebül Feth" idi... Üstat, bu Celse'de onu veriyor. Kütüphâne adları da veriyor ama, onları araştıramadık. Ancak kitap basılmış, piyasada... Haa, bir de "Târih-i Ebül Fâruk" var. Onu da Târih meraklılarına tavsiye ederiz.

Varlık,"TÜRK ULUSU BEŞ KOLA AYRILIR, kan hususiyetleri aynıdır" deyip, bu BEŞ KOL'u "GÜRCÜ, FİN, JAPON'un TÜRK'le MACAR kanlarının hususiyetleri aynı şey" diyerek sayıyor!.. Biz de buna katılıyoruz. GÜRCÜ tanımı bütün KAFKAS BOYLARI'nı kapsar. ÇERKES, ÇEÇEN, DAĞISTANLI, KARAÇAY, ABAZA, KABARTAY, ADİGE, İNGUŞ, ALBAN, LAZ kökenliler TÜRK'tür. TÜRKİYE'de kendini ayıranlar çıksa da, KAFKASYA'dakiler kendini TÜRK'e, TÜRKİYE'ye bağlar... Bu konuda yapılmış araştırmalar var. Hatta daha ileri giderek, bütün insanların kökünü "Hepiniz Türk'sünüz!" diye kitap yazarak bize bağlayanlar var!..

VLADİMİR İLYİÇ ULYANOF , yâni Lenin, 1870 doğumludur. Rusya İmparatorluğu zamanında adı Simbirsk olan Ulyanovsk'ta doğan Lenin, serfliğin kaldırılmasının ardından özgürlüğünü kazanan bir âileden gelen İlya Nikolayeviç Ulyanov (1831-1886) ile Maria Aleksandrovna Ulyanova'nın (1835-1916) oğludur. Âilenin etnik yapısı çeşitlilik gösterir. Hakkında "Lenin'in ataları Rus, Kalmuk (Oyrat), Tatar, Musevî, Alman, İsveçli ve muhtemelen diğer birkaç halka daha mensuptur" denmesine rağmen; biz Üstâd'ın açıklamasını kabul ediyor, ve "Lenin, hâlis bir Yahudi'yle bir Gürcü'nün bir araya gelmesinden doğmuştur. Harç da mühim olduğu cihetle, TÜRKLÜK'le alâkası yoktur" diyoruz... Herhalde tek taraflı TÜRK olması yetmemiş!

(3) Herkes Lenin adını duymuştur ama, hayâtı hakkında bilgi sâhibi olanlar azdır. O yüzden buraya almak lüzûmunu hissettik... Bu davranışımız yanlış anlaşılmasın, biz solcu falan değiliz. Sağcı-Solcu mesesine girmeyiz, saçma buluruz. Ancak 70 yıl bütün dünyâda hâkim olan Komünizm'in ilk önderi Lenin'i ve onunla Millî Mücâdele döneminde Mustafa Kemâl'in ilişkilerini anlamak için, Lenin'i tanımaya ihtiyaç var.

1870 doğumlu VLADİMİR İLYİÇ ULYANOF , yâni Lenin, Rus Ortodoks Kilisesi'nde vaftiz edildi. Lenin'in kardeşleri devrimci faaliyetlerde aktif olarak yer aldı. Anna (1864-1935), Dimitri (1874-1943) ve Maria (1878-1937) Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi üyesi olarak sosyalist mücâdeleye katıldı, İskra (Kıvılcım) ve Pravda (Gerçek) adlı gazetelerin yayın kurulunda çalıştı. Ağabeyi Aleksandr (1866-1887) ise halkçı Narodnaya Volya grubunun üyesi olarak faaliyet gösterdi. Devrimci faaliyetler yerine üniversitede kariyer yapmayı tercih eden Olga (1871-1891) ise, St.Petersburg'ta üniversitede eğitim görürken genç yaşta hayâtını kaybetti.

Lenin yaşamının ilk yıllarında üç trajedi ile karşı karşıya kaldı: Bunlardan birincisi 1886 yılında babasının beyin kanamasından ölümü, ikincisi de Mayıs 1887'de ağabeyi Aleksandr İlyiç Ulyanov'un Rus Çarı III. Aleksandr'a suikast düzenleyen bir örgüte üye olması nedeniyle asılmasıydı. Aleksandr tutuklandığı sırada yanında bulunan kız kardeşi Anna Ulyanova , Karzan yakınlarındaki küçük Kokuchkino kasabasına sürüldü. Yaşadığı üçüncü trajedi ise 1891'de kızkardeşi Olga'nın genç yaşta tifodan hayâtını kaybetmesi oldu.

Resmî Sovyet biyografilerinde, devrimci eylemlerinin temelinde, ağabeyi Aleksandr'ın idâm edilmesinin etkili olduğu belirtilir. Sovyet ders kitabında basılan Beluzov'un ünlü resmi, genç Lenin'i ve annesini Aleksandr'ın kaybı için yas tutarken gösterir.

"Farklı bir yol izleyeceğiz" cümlesi Lenin'in halk devrimi için anarşist ve bireysel yöntemler yerine, Marksist bir yaklaşım seçtiği anlamına gelmektedir. Lenin, Marksizm ile ilgilenmeye başladıktan sonra, öğrenci gösterilerine katıldı ve sonunda tutuklandı. Kazan Üniversitesi'nden atıldıktan sonra bağımsız olarak çalışmalarına devam etti. Bir süre sonra St. Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu ve 1891 yılında mezun olarak avukatlık yapmak için lisans aldı.

Lâtince ve Yunanca konusunda kendini gösteren Lenin, aynı zamanda Almanca, Fransızca ve İngilizce de öğrendi. Ancak Fransızca ve Almanca bilgileri yetersizdi. 1917'de İnessa Armand'ın yardımıyla Fransızca ve İngilizce ile yazılan makaleleri çevirmiş ve aynı yıl Cenevre'de S.N. Raviç'e, ''Benim Fransızca'yla ders verme kaabiliyetim yok,'' demiştir... Burada hemen belirtelim ki, Dünyâ'da solcu ve devrimci olarak bilinen liderlerin hepsi çok iyi eğitim almış, dilbilir kişilerdir. Bizim Türkiye'de kendini solcu-devrimci sayan zibidilerin hemen hiçbirinin doğru-dürüst bir eğitimi yoktur!..
Ne kendi ülkelerini, ne de Dünyâ'yı tanırlar!.. Onlar öyle de, sağcı geçinenler farklı mı?.. Değil!.. Onlar da zırcâhildir. Memleketin hâli ondan düzelmez!

Lenin, Samara’da birkaç yıl çalıştıktan sonra, 1893 yılında St. Petersburg’a yerleşti. Kariyer yapmak yerine devrimci propaganda ile uğraşmayı tercih etti ve Marksizm üzerine çalıştı. 1895 yılında St. Petersburg'da bir grup arkadaşı ile "İşçi Sınıfı'nın Kurtuluşu İçin Mücâdele Birliği"ni kurdu. Birliğin amacı işçilerin ağır çalışma koşullarının iyileştirilmesi, uzun mesâi saatlerinin kısaltılması, ücretlerin yükseltilmesi gibi iktisâdî taleplerin yanısıra, bu talepleri Çarlık Rusyası'na karşı siyâsî mücâdele ile birleştirmekti. Lenin, 7 Aralık 1895'te bu birliğe üyeliği sebebiyle Çarlık rejimince tutuklandı. 14 ay tutuklu kaldıktan sonra Sibirya’daki Shushenskoye köyüne sürgüne gönderildi. Bu yıllarda Lenin'in ablası Anna Ulyanova, Lenin ile cezâevinde iletişime geçerek ve kriptografi uzmanlığını kullanarak parti belgeleri ve mektuplarını gerekli mercilere ulaştırdı.

Temmuz 1898'de bir sosyalist eylemci olan Nadejda Krupskaya ile evlendi. Nisan 1899'da "Razvitiye kapitalizma v Rossi" (Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi - Geniş-Çaplı Sanayi İçin Bir İç Pazarın Oluşma Süreci) adlı eseri yayımlandı.

1900 yılında cezâsının sona ermesinin ardından Rusya’da ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde çalıştı. Zürih, Cenevre, Münih, Prag, Viyana, Manchester ve Londra’da bulundu. Sürgünde iken, sonraları önde gelen rakiplerinden olacak olan Julius Martov ile Iskra gazetesini kurdu. Devrimci hareket üzerine çeşitli makaleler ve kitaplar yazdı. Bu dönemde çeşitli mahlâslar kullandıktan sonra, sonunda "Lenin" mahlâsını kullanmaya karar verdi. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nde söylemleriyle ön plana çıktı ve lider olarak etkin görev aldı.

1903 yılında yazdığı "Şto delat?" (Ne Yapmalı?) kitapçığının kısmen etkilemesiyle parti içi bölünme meydana geldi. Bu kitapçığın devrim öncesi Rusya’sında en etkili kitapçıklardan biri olduğu söylenir. RSDİP'in 1903 yılında toplanan kongresinde Menşevikler'e karşı Bolşevikler'e önderlik etti.

Lenin, parti üyeliği, izlenecek devrimci politika ve iktidarın alınması konusunda Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin diğer önderlerinden farklı düşüncelere sâhipti. Parlamenter yoldan verilecek mücâdelenin işçi sınıfını oyalamaktan başka bir işe yaramayacağını savunuyordu. Seçim hakkı ülkenin tüm yurttaşlarına tanınmadığı için, açılacak meclis elit kesimin istekleri doğrultusunda hareket edecek, sözde demokratik hakların verildiği gerekçesiyle Çar'ın meşruiyeti artacak, emekçiler ise sömürü düzeninde yaşamaya devam edeceklerdi. Parlamenter mücâdeleyi savunan Martov'un görüşlerini destekleyenler azınlıkta oldukları için Menşevik, devrimci mücâdeleyi savunan Lenin'in görüşlerini destekleyenler ise çoğunlukta oldukları için Bolşevik olarak adlandırıldı.

Ancak Lenin devrimci mücâdelenin parlamenter faaliyetlerin tümüyle reddedilmesi anlamına gelmediğini de ifâde ediyordu. Meclise gönderilecek parti temsilcileri işçilerin haklarını burada da savunabilir ve partinin halk üzerindeki etkisini güçlendirebilirdi.

1905 Devrimi Lenin'i haklı çıkardı. Halkın sefâlet ve ağır çalışma koşullarına karşı devrimci önderlik olmaksızın ayaklanması, Lenin'in devrimci politika konusundaki tezlerini geçerli kıldı. Ancak Lenin 1905 Moskova Ayaklanması olarak bilinen bu isyan girişiminin başarısız olmasının da, yine partinin halka önderlik edememesinden kaynaklandığını ve büyük bir fırsatın kaçırıldığını ifâde etti.

1906 yılında RSDİP'nin başkanlığına seçildi ve güvenlik nedeniyle 1907 yılında Finlandiya’ya geçti. Avrupa'daki seyahatlerine devam ederek, 1912'de Prag Parti Konferansı ve 1915'de Zimmerwald Konferansı gibi birçok sosyalist toplantıya ve etkinliğe katıldı.

Lenin, Zimmerwald Solu'nun en önemli lideriydi. Inessa Armand , Rusya’yı terk edip, Paris'e yerleştikten sonra, sürgünde yaşayan Lenin ve diğer Bolşevikler'le karşılaştı. Armand'ın bu dönemde Lenin'in sevgilisi olduğuna inanılır... Lenin'in Paris günleri yönetmenliğini Sergey Yutkeviç'in yaptığı "Lenin Paris'te" filminde anlatılmıştır... Lenin daha sonra İsviçre’ye geçti.

1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında, o zamanlar kendilerini Marksist diye tanımlayan Avrupa'nın sosyal demokrat partileri, kendi ülkelerinin savaş için harcadığı çabayı destekledi. Lenin, Alman sosyal demokratlarının savaşı desteklediğine ilk başlarda inanmamıştı. Bu olaylar neticesinde savaşı destekleyen partilerden oluşan İkinci Enternasyonal’den ayrıldı... Bilindiği gibi Birinci Enternasyonal "Uluslararası Emekçiler Birliği" olarak 1864'te Londra'da kurulmuştu. 1876'da dağıldı. 1889'da İkinci Enternasyonal kuruldu.

Lenin “emperyalist savaş” olarak nitelediği bu durumun, "sınıflararası savaş"a dönmesi gerektiğini savunuyordu. Bu amaçla savaşan tüm ülkelerin halklarına hükûmetlerini desteklememelerini ve cephedeki askerlerin silâhlarını birbirlerine değil, subaylarına ve onları emperyalist saldırganlığa yönelten siyâsîlere yöneltmeleri çağrısında bulundu.

Şubat 1917'de Petrograd'da devrimci hareketlenme başladı. Savaşa, yoksulluğa ve ağır çalışma koşullarına karşı kadınların başlattığı eylemler, işçilerin de katılımıyla giderek büyüdü. Halk ayaklanmasına kısa sürede savaştan yorgun düşmüş askerler de katıldı. Nihâyet Çar II.Nikolay, kardeşi Mihail lehine tahttan
ferâgat etti. Ancak isyan dolayısıyla korkan Prens Mihail tahtı reddedince, Romanov hânedânı devrildi ve monarşi rejimi târihe karıştı.

Devrim haberini İsviçre'de alan Lenin, hemen partiye izlenecek taktikleri belirten "Uzaktan Mektupları" iletti. Lenin bu mektuplarda yeni hükûmete kesinlikle destek verilmemesini ve devrimci mücâdelenin sürdürülmesi gerektiğini ifâde etti.

Rusya'daki 1917 Şubat Devrimi'nden ve Rus Çarı II. Nikolay'ın devrilmesinden sonra Lenin en kısa sürede Rusya’ya geri dönmek zorunda olduğunu biliyordu. Ancak tüm hızıyla süren I. Dünya Savaşı sırasında tarafsız İsviçre'de sıkışıp kalmıştı. İsviçreli komünist Fritz Platten, Lenin'in ve etrâfındakilerin Almanya üzerinden trenle yolculuk edebilmesi için Alman hükûmeti ile anlaşmaya varmıştı. Alman hükûmeti, Lenin'in Rusya'ya dönüşünün açabileceği siyâsî karışıklığın, Doğu Cephesi'nde savaşı bitirmeye yardımcı olacağını umuyordu. Lenin ise Alman hükûmetinin bu amacını bilmesine rağmen, devrimci mücâdele için Rusya'ya geçişte onlardan yardım almaktan çekinmedi. Ancak 1919'da Almanya'daki Spartaküs Hareketi'ne destek olarak despot Alman hükûmetinin devrilmesi için de çaba sarf etti. Almanya'dan sonra feribotla İsveç'e geçen Lenin'in İskandinavya’daki yolculuğu İsveçli komünistler Otto Grimlund ve Ture Nerman tarafından ayarlanmıştı.

Nisan 1917’de Petrograd’a ulaşan Lenin, Finlandiya İstasyonu'nda kendisini karşılayan kalabalığa hitâben bir konuşma yaptı. Lenin, ikili iktidar olarak adlandığı bu durumda geçici hükûmete kesinlikle destek verilmemesi gerektiğini, burjuva hükûmetinin yoksul işçi ve köylü kitlelerinin taleplerine cevap veremeyeceğini, bu nedenle Sovyetler'in tam iktidar olduğu bir devrimin gerekliliğini ifâde etti. Hemen ardından yayınladığı "Nisan Tezleri" ile izlenecek yolu belirledi. Bu tezlerde burjuva hükûmetinin devrilerek, işçi ve köylüleri temsil edecek Sovyet iktidarının kurulması gerektiğini, emperyalist savaş sırasında Avrupa’daki hemen hemen
tüm sosyal demokratların kendi hükûmetlerinin savaş politikalarını desteklemelerinden dolayı sosyal-demokrasinin önemini yitirdiğini, bu nedenle Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi olan partinin adının Komünist Parti olarak değiştirilmesi gerektiğini belirtti. Başlangıçta Lenin, partisini sol görüş olarak izole etmesine rağmen, Bolşevikler'le anlaşmazlık sonucu parti, geçici hükûmetten medet ummayanların toplanma yeri hâline geldi. Muhâlefetteki Bolşevikler, sorumluluk almayarak hükûmet uygulamalarını sâhiplenmedi.

Bu dönemde, Aleksandr Kerensky ve Bolşevikler'in diğer rakipleri, Lenin’i Almanlar'dan para alan bir ajan olarak suçladı. Bunun üzerine, önceleri Menşevik olan sonra Bolşevikler'e daha yakın duran Leon Troçki , 17 Temmuz’da Lenin'i savunan şu konuşmayı yaptı:

- “Öyle dayanılmaz bir hava yaratıldı ki, artık ne siz, ne de biz nefes alabiliyoruz. Lenin’e ve Zinoviev’e alçakça iftirâlar atılmakta.
Lenin devrim için otuz yıldır mücâdele ediyor. Ben yirmi yıldır halkın ezilmesine karşı mücâdele verdim.
Bunun sonucunda Alman militarizmine karşı, nefretten başka bir duygu beslememiz söz konusu bile olamaz. (...)
Alman militarizmine karşı mücâdelem nedeniyle bir Alman mahkemesi tarafından sekiz ay hapis cezâsına çarptırıldım.
Bunu herkes bilir. Bu salonda bulunan kimse bizim Almanlar'ın paralı uşağı olduğumuzu söylemesin!"

Temmuz günlerinde Bolşevik gösteriler yoğunlaştı. Ancak geçici hükûmet bu gösterileri yüzlerce insanın ölümüne yol açacak biçimde şiddet kullanarak bastırdı. Bundan sonra Aleksandr Kerenski önderliğindeki geçici hükûmet Bolşevikler'e karşı sert tedbirler aldı. Bolşevikler'e âit matbaa basılarak, Pravda gazetesi kapatıldı. Troçki ve pek çok Bolşevik tutuklandı. Lenin hakkında idâm kararı çıkarıldı. Lenin güvenlik nedeniyle Finlandiya’ya iltica etti. Temmuz ayı sonunda yasadışı koşullarda yapılan 6. Kongre'de Enternasyonalistler Bolşevikler'e katıldı. Lenin Eylül ayında gizlice Petrograd'a geçerek, geçici hükûmete karşı, "Sovyetler iktidara!" sloganıyla silâhlı bir devrim hazırlıklarına başladı. Hükûmet üzerine düşüncelerini "Devlet ve Devrim" adlı eserinde açıkladı. Bu denemede işçiler tarafından seçilen ve yine işçiler tarafından iptal edilebilen işçi konseylerinden ya da "Sovyetler"den oluşan yeni bir hükûmet tarzından söz etti.

Lenin, Bolşevik Parti Merkez Komitesi toplantılarında derhâl iktidârın alınması gerektiğini vurguladı ve özellikle ayaklanma konusunda ayak direyen Zinoviev ve Kamenev'e üstün gelmek için Merkez Komite görevlerinden istifa etmekle tehdit etti. 16 Ekim günü yapılan Merkez Komite toplantısında 2'ye karşı 10 oyla ayaklanma kararı alındı.

Milâdî takvime göre 7 Kasım 1917'de (Ruslar'ın kullandığı Rumî takvim idi. O yüzden "Ekim Devrimi" denir.) Bolşevikler Petrograd'da geçici hükûmeti devirmek için harekete geçti. Smolni Enstitüsü'nde bulunan Lenin devrim tâlimâtlarını buradan veriyordu. 10 bin kadar Kızıl Muhafız başkentteki stratejik mevkileri ele geçirdi.
8 Kasım'da Kışlık Saray ele geçirildi ve hükûmet düştü. Lenin II. Sovyetler Kongresi'nde Halk Komiserleri Konseyi (Sovnarkom / Hükûmet) Başkanı seçildi.

Bolşevikler, ilk dönemde Sosyalist Devrimci Parti'nin sol kanadıyla birlikte bir koalisyon hükûmeti kurdu. Ancak sosyalist devrimcilerin Brest-Litovsk Antlaşması'na karşı çıkıp muhâlif partilerle birleşerek, Bolşevik hükûmetini devirmeye çalışmasıyla, bu koalisyon bozuldu. Lenin, bu çabalara karşı, muhâlif partilerin bâzı üyelerinin hapsedilmesini de içeren toptan bir karşı çıkmayla cevap verdi.

Bolşevikler, Meclis'te güçlü olan Sosyalist Devrimciler'in Almanya ile yapılan barışı desteklemeyerek Sovyet hükûmetinin aldığı kararları reddetmesi üzerine, 19 Ocak'ta yapılan ilk oturumu Kızıl Muhafızları kullanarak kapattılar. Bunun için Sovyetler'in desteğinden dayanak aldılar. Bu târihten itibâren, görüşleri Lenin'e ve Bolşevikler'e uymayan parti ve gruplar düzenli olarak siyâsî hayattan çıkarıldı ve süreklilik arzeden iç savaşlar bahâne edilerek Kurucu Meclis kongreleri tekrar tekrar dağıtıldı.

1918’in başından itibâren Lenin, işçilerin kendi kendilerini yönetmeleri kavramına zıt, ama uzmanlık ve verimlilik sağlayabilmek adına her kuruluşun başına tek bir kişinin geçmesi ve demokratik kurallara göre kuruluşu yönetmesi gerekliliği konusunda kampanya yaptı. S. A. Smith’in yazdığına göre, "İç savaşın sonuna doğru, 1917’deki fabrika komitelerince tanıtılan sanâyi idâresinin demokratik idâre tarzından eser kalmamıştı. Ancak hükûmet, bunun bir önemi olmadığını, çünkü sanâyinin artık işçi devletinin kontrolüne geçtiğini savunuyordu." ... Zâten bu "demokrasi" denen hayâlî kavram her devlete, her partiye, her lidere, hatta her kişiye göre ayrı bir anlam taşır. İki kişi bile ne olduğunda anlaşamaz!..

Ekim Devrimi'nden sonra ülkede aleyhtarlar tarafından Sovyet iktidârını yıkabilmek için sabotaj ve saldırı faaliyetleri başladı. Bolşevikler hükûmeti karşı devrimcilerden korumak için ÇEKA adını verdikleri Sovyetler Birliği'nin ilk istihbarat ve gizli servisini kurdular.

Bolşevikler, Ekim Devrimi'nin ertesinde yayılmaya başlayan karşı-devrimci faaliyetleri durdurmak için farklı taktikler uygulama zorundaydı. Fransız Devrimi'ndeki Devrim Mahkemesi savcılarından Antoine Quentin Fouquier de Tinville gibi bir adama ihtiyaç duyan Lenin, 2 Aralık'ta yeni bir özel komiteyi kurdurmak için Askerî Devrimci Komite eski başkanı Felix Dzerzhinski'yi atadı. Sabotaj faaliyetleri ve karşı devrimle mücâdele etmek için istisnâî yöntemlerin kullanılmasını emretti. İç savaştaki olağanüstü koşullarda Beyaz Terör'e ve bu terörün maddî ve mânevî destekçisi emperyalist devletlerin saldırılarına karşı sert tedbirler alınmasını önerdi. "Savaş Komünizmi" olarak adlandırılan bu dönemde bâzı özgürlükler geçici olarak kısıtlandı.

Feliks Dzerjinski 19 Aralık 1917'de Halk Komiserleri Konseyi toplantısında Devlet dâirelerinde sabotaj ve karşı-devrimci faaliyetler konusunda bir rapor sundu. Bu rapor Tüm Rusya Karşı-Devrim ve Sabotajla Mücâdele Olağanüstü Komisyonu'nun (ÇEKA) kuruluşunda bir teklif niteliği kazandı ve 6 Şubat 1922'de ilk Sovyet istihbârat ve gizli servisi ÇEKA kuruldu. Lenin Sovyet devletinin güvenliği açısından her zaman ÇEKA’nın koruyucusu ve savuncusu oldu. ÇEKA daha sonra NKVD ve nihayet KGB adını aldı.

Bolşevikler devrik Çar II. Nikolay için bir mahkeme kurmayı planlamıştı, ancak 1918 Ağustosu'nda Beyaz Ordu’nun kraliyet âilesinin tutulduğu Yekaterinburg'a ilerlemesi üzerine Sverdlov, yerel Sovyet'ten, Beyazlar tarafından ele geçirilmesindense devrik Çar'ın idâm edilmesi için istekte bulundu... Çar'ın ve âilesinin öldürüldüğü olaya, merkezî hükûmetin mi, yoksa yerel Sovyet’in mi karar verdiği, târihçiler arasında hâlâ bir tartışma konusudur. Ancak Yekaterinburg şehrinin düşme olasılığı üzerine, Çar'ın Beyaz Ordu askerleri tarafından kurtarılmasının sebep olacağı tehlike dikkate alınarak, idâm kararını yerel Sovyet'in almış olması ihtimâli yüksektir.

Lenin iktidârı süresince pek çok kez silâhlı saldırıya mâruz kaldı. Karşı-devrimciler, ya da Anti-Bolşevikler Sovyet hükûmetinin ancak Lenin'in ölümüyle düşeceğine inanıyorlardı. Bu amaçla ona suikast düzenlemekten hiç çekinmediler. İlk olarak 14 Ocak 1918 günü Lenin’in aracına Petrograd’da silâhlı saldırıda bulunuldu. Bir konuşmadan dönen Lenin ve İsviçreli komünist Fritz Platten aracın arkasında oturuyordu. Ateş edilmeye başlandığında Platten, Lenin’i başından tutarak yatırdı. Platten’in eli, Lenin’i korumaya çalışırken sıyırıp geçen bir kurşun yarasıyla kan içinde kaldı.

30 Ağustos 1918 günü, Sosyalist Devrimci Parti SR üyesi Fanya Kaplan, bir miting sonrası aracına giden Lenin’e yaklaştı ve adını haykırdı. Cevap vermek için dönen Lenin, suikastçının üç el ateşiyle yaralandı. Kurşunların ikisi omzuna, biri akciğerine isâbet etti. Lenin, güvenlik nedeniyle hastane yerine Kremlin’e götürüldü; doktorlar, o dönemin tıp tekniğiyle kurşunları çıkarmanın çok tehlikeli olduğuna karar verdi.

Fanya, Brest-Litovsk Antlaşması'nı imzalayarak Almanya'ya tâvizler verdiği için Lenin'e suikast uyguladığını belirtti.

1919 Mart ayında Lenin ve diğer Bolşevik liderler, tüm Dünyâ'dan gelen devrimci sosyalistlerle buluşarak 'Komünist Enternasyonal’i kurdu. Bu şekilde, daha geniş olan sosyal-demokrat hareketten ayrılmış olundu, ve artık komünist olarak nitelendirildiler.

Lenin I. Dünya Savaşı sırasında Avrupa'nın pek çok ülkesinde sosyal-demokratların ve sosyalistlerin kendi ülkelerinde emperyalist savaşa bulaşan hükûmetlerini desteklemelerini eleştirerek, sosyal-demokrat adını değersizleştirdi ve 1917 yılında açıkladığı 'Nisan Tezleri'nde Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin adının Komünist Parti olarak değiştirilmesini önerdi. Bu öneri kabul edildi, ancak parti resmî olarak 1918 yılının Mart ayında Komünist Parti adını aldı. 1919'da devrimin özellikle Avrupa başta olmak üzere tüm Dünyâ'da yayılması amacıyla Komintern'i örgütlerken, Marksist sosyal-demokratlara da parti adı ve izlenecek yol ve taktikler konusunda tercih yapmaları çağrısında bulundu. İtalya, Yunanistan, Fransa vs. pek çok Avrupa ülkesinde kurulan Komünist Partiler'i Komintern'e davet etti ve örgütlü mücâdelenin önemine değindi. İdeolojik olarak Marksizm-Leninizm'i benimseyen partiler, ülkelerinde devrimci mücâdele başlattı. Ancak 1919'da Almanya'daki devrim girişiminin başarısız olması ve Avrupa ülkelerindeki kapitalist hükûmetlerin sosyalizme karşı sert tedbirler alarak kalkan oluşturması, Lenin'in devrimci mücâdeleyi, sömürge altındaki Üçüncü Dünya ülkelerine yöneltmesine sebep oldu. Lenin bu amaçla emperyalist devletlerin egemenliği ve hegemonyası altındaki halklara bağımsızlık mücâdelesi başlatmaları çağrısında bulundu.

Bu arada, Rusya’da İç Savaş sürmekteydi. Çok geniş bir yelpâze içinde farklı görüşlere sâhip siyâsî hareketler ve destekçileri Sovyet hükûmetini devirmek için silâha sarılmıştı. Birçok taraf iç savaşa karışmış olsa da, çarpışan iki önemli taraf komünistler'in Kızıl Ordu'su ile monarşi taraftarlarının Beyaz Ordu'suydu. Fransa, Büyük Britanya, ABD ve Japonya gibi yabancı güçler, Beyaz Ordu'ya destek vermiş ve fiilen işgâle katılmışlardı. Rusya'nın mevcut durumundan istifâde eden Polonya, Romanya ve Japonya da toprak kazanma amacıyla, Rus topraklarını işgâl etti. İşte bu dönemde Türkiye'de Mustafa Kemâl komutasında Millî Mücâdele sürmekte idi ve Türk-Rus yakınlığı doğdu.

Lenin, iktidârın alınmasıyla birlikte ilk iş olarak halkın barış taleplerine cevap vererek savaşan tüm devletlere ilhaksız ve tazminatsız bir barış önerisinde bulundu. Hemen ardından toprak kararnâmesini yayınlayarak büyük mülk sâhipliğini yasakladı ve azınlıktaki toprak aristokratlarının elindeki toprakların halkın çoğunluğunu oluşturan yoksul halk kitlelerine dağıtılmasını emretti.

Ülkenin geleneksel ve çağdışı düzenden kurtarılması için bir dizi yeni karar aldı. Kilise ile devlet ve eğitim kurumlarını ayırarak lâik düzeni getirdi... Zâten daha önce de belirttiğimiz gibi, Hıristiyan Batı'da LÂİKLİK , "Kilise ile Devlet'in ayrılması"dır. Çünkü orada Kilise bir müsessesedir, bir şirkettir, bir otoritedir, Devlet işlerine karışır. İslâm Dünyâsı'nda Câmi diye bir müessese ve otorite yoktur... Kafa karışıklığı bu farkın bilinmemesinden çıkmakta!.. Fethullah gibi zibidiler çıkıp, tarikat ve cemaatleri Kilise tarzı menfaat yuvasına çevirince, neler olduğunu gördük. Bu yüzden biz tarikatlara, cemaatlere, şeyhlere, şıhlara, mürşitlere; velhâsılı para, menfaat ve körükörüne bağlılığın girdiği her topluluğa karşıyız. Buna partiler de dâhil!..

Lenin'in aldığı kararlarla kadınlar ile erkekler arasında siyâsî ve sosyal alanda hak eşitliği sağladı. İşletmeler üzerinde işçi denetimi getirerek, fabrikalarda yönetimi devralacak işçi konseyleri kurulmasını emretti. Bankaları millileştirdi ve Çarlık döneminden kalma dış borçların ödenmesini reddetti. Büyük çoğunluğu Batı Avrupa Devletleri'nce işletilen mâden ocaklarını da millileştirdi.

Lenin sınıfsal farklılıkların tamâmen ortadan kalktığı eşit bir toplumsal düzenin ısrarlı savunucusuydu. Bu amaçla soyluluk ünvanları kaldırılarak tüm vatandaşlar yasalar önünde eşit kabul edildi. Halk isyânının en önemli sebeplerinden biri olan ağır çalışma koşullarına çözüm olarak günlük çalışma süresini 8 saate indirdi. Çocuk işçi çalıştırılmasını kesin olarak yasakladı ve bu konuda eşi Nadejda Krupskaya'nın da çalıştığı ve kızkardeşi Maria Ulyanova'nın başkanlık ettiği Halk Eğitim Komiserliği'ne bağlı Çocuk Koruma Departmanı'nın kurulmasını sağladı. Yine Nadejda Krupskaya'nın öncülük ettiği, çocukların ve gençlerin sağlıklı gelişimi ve eğitiminde önemli rol üstlenecek Komsomol ve Pioner örgütlerinin oluşturulmasını destekledi.

"Komünizm, Sovyet iktidârı ile tüm ülkeye elektriğin ulaştırılmasıdır" diyen Lenin, Rusya’nın her yerine elektrik götürülmesinin ve tarım ile sanâyinin modernize edilmesinin önemini vurguladı:

- "Sanâyinin modern ve ileri teknoloji üzerinde örgütlenmesinin ve kent ile kırsal arasında bağlantı sağlayacak olan elektriğin
yaygınlaştırılmasının kent ile kırsal arasındaki ayrımı ortadan kaldıracağını, kırsaldaki kültür düzeyini yükseltmeye olanak sağlayacağını
ve ülkenin en ücrâ köşelerinde bile geri kalmışlığı, cehâleti, yoksulluğu, hastalığı ve barbarlığı yok edeceğini köylülere göstermeliyiz."

Herkes için ücretsiz evrensel bir sağlık sistemi kurmak, kadınlara haklarını iâde etmek ve okur-yazar olmayan Rus halkına okuma-yazma öğretmek konularında çok hevesliydi. Bu amaçla sâdece çocuklar için değil, yetişkinler için de eğitim kurumları oluşturulmasını emretti. İşçilerin hem temel ve teorik, hem de meslekî eğitimi için rabfak (işçi fakülteleri) kurulmasını emretti. Ülkedeki tüm çocuklar için ücretsiz ve mecburî eğitim sistemi getirdi.

Almanlar'ın doğuya doğru sürekli ilerlemeleri tehdidiyle karşı karşıya kalan Lenin, Rusya’nın âcilen bir barış antlaşması imzalaması gerekliliğini tartışmaya açtı. Buharin gibi diğer Bolşevik liderleri, savaşa devam etmenin Almanya’da devrim çıkartmanın bir yolu olduğunu savunuyorlardı. Uzlaşmaları yöneten Troçki her
iki tarafın da toprak kazançlarını iâde etmesi şartıyla bir barış antlaşması yapılmasını içeren orta yolu savunuyordu. Barış görüşmeleri başarısız olunca, Almanlar ilerlemeye devam etti ve Rusya’nın batı topraklarının büyük bölümü işgâl edildi. Bu durum karşısında Lenin’in savunduğu tez, Bolşevik liderlerinin çoğunluğunun desteğini kazandı. 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk Antlaşması ’nı imzalayan Lenin, Rusya’yı I. Dünya Savaşı’ndan çıkardı. Bu antlaşma sonucunda Rusya, Almanya'ya ve Osmanlı İmparatorluğu'na önemli toprakları geri vermek zorunda kaldı... İşte bu noktada Türk-Rus ilişkileri başladı ve bir süre sonra hem Türk Millî Mücâdesi'nde, hem de Rus iç savaşında karşılıklı yardımlaşma ile her iki ülke de Batı Emperyalizmi'ne direnebildi.

1917 İhtilali'nden sonra Ruslar çekilirken, ordusundaki Ermeniler Erzincan-Bayburt tarafında büyük katliam yaptılar. Böylece 1895 yılından beri sürdürdükleri isyan ve katliâma yenilerini eklediler... Amerikan târihçileri dahi 1915 yılından sonra Doğu'da 2,5 milyon MÜSLÜMAN'ın katledildiğini, buna mukabil Ermeni kaybının 400.000 civârında olduğunu söyler.

8 Aralık 1917'de OSMANLI DEVLETİ ile Rusya arasındaki savaşa son verildi. 11 Mayıs 1918’de bağımsızlığını ilân eden Kuzey Kafkasya Kavimleri Birliği, bir süre Osmanlı Devleti’nden aldığı yardımlarla Bolşevikler'le mücâdele ettikten sonra, Kuzey Kafkasya’daki Türk ve Müslüman unsurlar, bir araya gelerek, 7 ayrı cumhuriyetten oluşan Kuzey Kafkasya Federasyonu’nu kurdular. 13 Ekim 1918 târihinde NURİ PAŞA’nın da katıldığı bir törenle, Derbend’de, Kuzey Kafkas Cumhuriyeti olarak ilân edildi.

Ruslar yenilince Kars'ta bir devlet kuruldu. Mütâreke'den sonra İngilizler Kars'a girip burayı Ermeniler'e verdiler. 4 Haziran 1918'de Osmanlı-Azerbeycan anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya dayanarak Nuri Paşa 8.500 kişi ile 15 Eylül 1918'de Azerbeycan'a girmiş, Bolşevik ve Ermeniler'den Bakü'yü kurtarmıştır. Yusuf İzzet Paşa komutasındaki bir ordu, Kafkas Dağları'na kadar ilerlemiştir. Mondros Mütarekesi'nde biz Kafkaslar'da idik. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi’nin imzalanmasıyla bölgedeki Türk birliklerinin tahliye edilmesi, Sovyetler'i rahatlattı. TÜRKİYE Mondros ile 30 Ekim 1918'de BAKÜ'yü boşaltmak zorunda kaldı.

Fransızlar Güney Rusya’ya, İngilizler Kafkaslar'a, petrol bölgesine Karadeniz üzerinden asker çıkarmışlardı. Ne var ki, Fransızlar, Yunan birlikleri ile birlikte çıktıkları Kırım’da yenilerek geri çekilmişlerdi. İngiltere’nin de bölgedeki çıkarlarını orada asker bulundurarak koruması imkânsız gibi görünüyordu. Kaldı ki, İngiltere’nin buralarda güçlü bir ordu bulundurması da mümkün görünmüyordu. Bu durum karşısında İngiltere, Kafkaslar'da Rus İhtilâli sonrasında Çarcılar'ca korunmuş olan Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve bazı yerel hükümetlerle, Çarlık taraftarı generalleri destekleyerek, bölgede kendi kontrolündeki oluşumlarla çıkarlarını koruma yoluna gitti.

İtilâf Devletleri'nin bölgede giriştikleri organizasyonların amacı, Sovyet Rusya’yı kuşatmak, Sovyet rejimini yıkmak ve bu rejimin Avrupa'ya yayılmasını önlemek, Anadolu’yu ablukaya almak, Millî Mücâdele hareketini söndürmek ve Türk-Sovyet ilişkilerini engellemek, ve Sevr Projesi ile plânlanan statüyü kurabilmekti... Sevr bir "antlaşma" değildir. Yunanistan dışında hiçbir ülke tarafından imzalanmamıştır. Vahdeddin de imzalamamıştır. MUSTAFA KEMÂL Sevr'i hep "proje" diye anar.

Batılılar bölgede kendi istekleri dışındaki gelişmeleri önlemek düşüncesindeydiler. Bunun için de Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Kürdistan, Pontus gibi bazı unsurları desteklediler. Kendilerinin bizzat bulunamadıkları bu bölgelerde, çıkarlarını yerli işbirlikçi unsurlar aracılığıyla korumaya çalıştılar. Bunlardan Ermenistan, Pontus ve Kürdistan Türkiye’nin geleceğine de yansıyan problemler olarak gündeme getirildiler. Her biri uluslararası bir sorun şekline dönüştürüldü. Her biri, Anadolu’nun bir parçasını alıp götürüyordu ve böylece İtilâf Devletleri, elde ettikleri uydularla Anadolu’yu paylaşma işini gerçekleştirmiş olacaklardı. Öte yandan İngiliz emperyalizmi Kafkasya'da Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’da kukla yönetimler kurarak, direnen Türkiye ile Sovyet Rusya arasına bir set çekmek istiyordu. Bu oyun, Türk Kurtuluş Savaşı önderleriyle Sovyet Rusya yöneticileri arasında işbirliğine yol açtı.

Bu durum karşısında İtilâf Devletleri, meseleye bütünüyle ve köklü bir çözüm getirmek için harekete geçtiler. Mondros Mütârekesi’nden sonra Türkiye’yi güneyden, batıdan ve kuzeyden kuşatarak istenmeyen gelişmelere fırsat vermemeyi düşündüler ve ona göre birçok şehri ve bâzı bölgeleri işgâl ettiler. Diğer taraftan da, Karadeniz’in kuzeyindeki Rus toprakları ile limanları ve Kafkaslar'ı işgâl ederek, Sovyet Rusya’yı kıskaca aldılar. Azerbaycan, İran, Batum ve Kars çevresinde, Osmanlı ordusu kontrolünde bulunan bölgeleri, Kasım 1918’de ele geçirdiler. Amaçları, Yunanistan’ı yeteri kadar güçlendirmek, Güney Kafkasya’da Rusya ile Türkiye arasında kalmış olan hükûmetlere her çeşit yardımı yapıp, Türkiye’yi doğudan ve batıdan istilâ ve baskı altına almak, içerden de yandaşlarını harekete geçirerek5 parçalamak ve yutmaktı. Bu bölgeleri ellerinde tutarak Sovyet Rusya’yı da güneyden çevirmiş oluyorlardı. Araya girip tamponlar oluşturduklarında, Türk-Sovyet ilişkilerini kesmiş olacaklardı. Böylelikle hem Türk Milli Mücâdele Hareketi’ni, hem de Sovyet Rusya’yı zayıf düşürerek amaçlarına ulaşacaklar, kendilerine karşı olan güçleri etkisiz kılacaklardı. Anadolu’daki direnişi bir Sovyetleştirme hareketi olarak algılayıp, bunu önlemek için her türlü çabayı harcıyorlardı. Anadolu ve Rusya içlerine girecek güçleri bulunmadığından, bölgeyi abluka altına alarak ve işbirlikçi unsurları kullanarak bu oluşumları önlemeyi düşünüyorlardı. Amerikalılar da meşhur Wilson Prensipleri'ne dayanarak Ermeniler'i destekliyorlardı. Amerikalılar Ermeniler'e silah, para vermişler, böylece Ermeniler 30.000 kişilik bir ordu oluşmuştu.

Bu çerçevede, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, daha Sivas’ta bulundukları günlerden beri, Türklük'le iç içe geçmiş bulunan İslâm’a vurgu yapmaktaydılar. İslam ülkelerine yönelik toplantılar yapılıyor, bildiriler yayınlanıyor, temsilciler gönderilerek Türkiye lehine faaliyetlerde bulunacak grupların oluşturulmasına çalışılıyordu. Sivas’ta Halil (Kut) Paşa ile görüşen Mustafa Kemâl Paşa; Halil Paşa’nın şarktaki itibârından yararlanmak, Rusya, Azerbaycan ve İran’dan destek sağlamak için bölgeye göndermişti. Halil Paşa, Azerbaycan Müsavat Hükûmeti ve Kızılordu’ya karşı savaşan Nuri Paşa’yı iknâ ederek, Kızılordu’nun Kafkasya’da önünün açılmasını da sağlayacaktı. 24 Nisan’da BMM’de yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Paşa, "Ecnebilerin İslâm siyâsetinden korktuklarını, Hıristiyan siyâseti ve baskısına karşı, Türkiye sınırları dışında, Türkiye’ye dayanak noktası oluşturacak kaynağın İslâm Dünyâsı olduğunu" açıkça dile getirmişti. Onbeşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir de, Mustafa Kemâl Paşa’yı uyararak; Kafkasya’daki Müslümanlar'la el ele vermenin önemini belirtmişti. Karabekir Paşa’ya göre; bu bağlantıya Ankara kadar, Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya’nın da ihtiyâcı vardı. Rusya içindeki Ermenistan’ı büyütmemek ve üç taraftan baskı yaparak, dâima zayıf tutmak, Türk’ün ve İslam’ın varlık siyâsetiydi. Millî Mücâdele önderleri ile Sovyet Rusya arasında, 1919 yılı Mayıs ayından itibâren gelişen resmî ve gayriresmî ilişkilerin temel unsuru, bu yaklaşımdı.

Türkiye bu noktada, kabûl edilemez barış şartları ileri sürüldüğü takdirde Sovyet kozunu oynamakta kararlıydı. Kafkasya’da Bolşevik yayılmasını kolaylaştırıp, onunla işbirliği yaparak İtilâf Devletleri'ni tâvize zorlayacaktı.

Anadolu Hareketi’nin Doğu’dan beslenebileceğini düşünen Millî Mücâdele önderleri, daha Erzurum Kongresi sıralarında, Bolşevikler'le temâs için girişimlerde bulundular. Fuat Sâbit, Yusuf Ziya, Yâkup Bey, Baha Sait, Halil Paşa gibi isimleri Sovyetler'le ilişki kurmaları için görevlendirdiler. Bu aşamada dile getirilen görüşler arasında, Bolşeviklerle anlaşmak, Lenin’in İngiliz aleyhtarlığından yararlanmak da vardı. Sovyet Rusya, en tabi müttefik olarak görüldü. Kafkas milletleri aracılığıyla oluşturulacak Kafkas Seddi, Türkler'le Bolşevikler arasında kesin bir engel oluşturarak, Anadolu, İran, Irak, Suriye, Afganistan ve Hindistan kapılarını kapatabilirdi. Bu yüzden iki taraf, bu seddin oluşumunu işbirliği içinde engellemeliydi.

Sovyetler, Türk Milli Mücadelesi’ni, ezilen Doğu halklarının kalesi ve Komünist Enternasyonal’e dolaylı bir destek olarak görüyordu. Sovyet Rusya’ya göre Türkiye, kendisi için çok nâzik bir konumda olan güney sınırında etkin bir tampon bölge teşkil edecek, İtilâf Devletleri'nin Rusya’yı kuşatmasına engel olacaktı. Tek bağımsız İslâm ülkesi durumundaki Türkiye’yi Bolşevikleştirme planlarını uygulayarak, İslâm dünyasını kazanabilecekti. O sıralarda Sovyetler de iç ve dış düşmanlara karşı savaşmaktaydı. Polonya’ya yenilmişler, Boğazlar, Kafkasya, İran ve Afganistan’da bulunan İngiliz kuvvetlerince ablukaya alınmışlardı. Batılılar tarafından donatılan ve desteklenen Çarcı kuvvetler de harekete geçmişti. Türk Milli Mücadele Hareketi’nin Rusya’da sevinçle karşılanması bu yüzdendi.

Kafkasya’daki beklentileri yönünden bakıldığında da, Türkiye’deki gelişmeler, Sovyet Rusya’nın hoşuna gidiyor olmalıydı. 1918 yılı içinde, özellikle Rusya’nın Bolşevik İhtilâi sonrasında savaştan çekilmesiyle birlikte, Osmanlı orduları Kafkasya ve İran’a ilerlemiş, Kafkasya’daki halkları organize ederek zararına olmayacak oluşumları desteklemişti. 14 Mart 1918’de toplanan Trabzon Konferansı’nda, Gürcü, Ermeni, Azeri heyetleriyle birlikte, Rauf Bey başkanlığında oluşturulan Osmanlı heyeti arasında bir konfederasyon ya da işbirliği konuları görüşüldüyse de, Gürcüler'in ve Ermeniler'in Almanya yanlısı siyâsete taraf olmaları yüzünden bir sonuç alınamadı. Konferansa Kuzey Kafkasya adına katılan temsilcilerle Osmanlı heyeti arasında da bir görüş birliğine varılamadı. Millî Mücâdele yıllarında Ankara’nın bölge işleriyle ilgilenemediği şartlarda, Sovyet Rusya’nın buralarda işi nispeten daha da kolaylaşmıştı.

Türk Millî Mücâdelesi’nin, Sovyet yayılmacılığının ve Türk-Sovyet işbirliğinin önlenmesi amacıyla, Ocak 1920’de “Kafkas Seddi” fikri ortaya çıktı. Azeriler 12 Ocak 1920'de Gürcüler ile birlikte Paris'te bağımsızlıklarının tanınacağına dair söz aldılar.

Bu fikir Kafkaslar'daki İngiliz Komiseri Oliver Wardrob tarafından ortaya atılmıştı. Lord Curzon da, Çarlık taraftarlarına yapılacak para, silâh ve yiyecek yardımlarının Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’a yapılması fikrindeydi.

Ermenistan ve Pontus projelerini destekleyen İtilâf Devletleri, oluşturmak istedikleri Kafkas Seddi için diğer alternatifleri de değerlendirmek istiyorlardı. Gürcistan, Azerbaycan ve Kafkaslar'da, savaş ve Sovyet İhtilali ile oluşan küçük hükûmetler yanında İran, Kürdistan ve hatta duruma göre Türkiye bu sete dâhil ediliyordu.

Sovyet yayılmacılığını engellemek isteyen İngiltere’nin niyeti, Lloyd George aracılığıyla, 1920 yılında Avam Kamarası’nda açığa vurulmuştu. Lloyd George;

“Türkiye’ye karşı yapılan hareket, Türk-İngiliz veya Türk-Yunan hareketi değildir.
Bu doğrudan doğruya İngiltere ile Rusya arasında bir mücâdeleden ibârettir!”

diyordu. Bu ifade ile Lloyd George, şüphesiz Türkiye’den vazgeçtiklerini söylemek istemiyordu. O’nun söylemek istediği, Sovyetler'in İngiliz çıkar sahâlarına yayıldığı ve Türk Millî Mücâdele Hareketi ile Sovyetler arasındaki muhtemel işbirliğiydi. Bu işbirliğinin İngiltere’ye, Türkiye ve çevresindeki çıkarlarını tamâmen kaybettirebileceğini söylüyordu. Bunu söylerken kendi açısından haklıydı da. Çünkü Birinci Dünya Savaşı bitince, İhtilâl'den dolayı savaştan çekilen Rusya’nın payına İngiltere göz dikmişti. Hint yolunun güvenliğini sağlamak için İstanbul, Boğazlar ve Kafkaslar İngiltere’nin kontrolünde olmalıydı. Türkiye ile Sovyet Rusya’nın işbirliği, Kafkasya’da Sovyet işgâlini kolaylaştıracak ve Anadolu, Suriye, Irak, Afganistan ve Hindistan’ın kapılarını Rusya’ya açmış olacaktı. İtilâf Devletleri'nin dillendirdiği Kafkas Seddi, bölge ülkelerinin Türkiye, ya da Sovyet Rusya ile işbirliği içine girmesi durumunda onların aleyhine işleyecekti. Bunun engellenmesi, İran’ı da içine alacak Kafkas Seddi’nin gerçekleştirilmesine bağlıydı.

Bunu gerçekleştirmek için İngiltere, 1918 Mayısı’nda, bağımsızlıklarını ilân eden Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı tanıdı. Bunlara askerî danışmanlar ve silâh yardımı yaparak Rusya ile Türkiye ve İran arasına ilk engeli koymuş oldu. Kafkaslar'da bu set oluşmuşken, Karadeniz’de de tamâmen Müttefik donanması egemendi. İngilizler bunlardan başka Kars’ta kurulan “Kars İslâm Şûrâsı”nı da tanımışlardı ki, bu da bağımsız bir devletti. İngiltere, bölgede oluşan ve Sovyetler'e katılmamış olan bütün hükûmetleri ve güçleri destekliyor, kendi güdümüne almaya çalışıyordu. Gürcistan’ı tanımışken, Acaristan ve Lazistan’ın bağımsızlığı gibi görüşler ileri sürerek, burada olabildiğince çeşitli bir yapı meydana getirmek ve güçlerin birleşmesini engelleyerek çıkarlarını korumak istiyordu. Rusya ve Türkiye’ye karşı birleştirmek istediği güçleri, kendi içlerinde olabildiğince parçalamak düşüncesindeydi. İngiltere bu projelerle de yetinmemiş, bağımsız Kürdistan vaadi ile bu seddi daha da güneyden desteklemişti.

Ancak İtilâf Devletleri, zamanla yerel hükûmetler ve Çarlık taraftarı generaller yerine Kafkas ve Doğu Anadolu Hıristiyan halklarından oluşan bir set kurma çabasına girdiler. Kars İslâm Şûrâsı’nı fesh edip burayı Ermeniler'e bıraktılar. Bu amaçla Amerika, İngiltere ve Fransa hükûmetleri, ne pahâsına olursa olsun, Ermenistan ve Gürcistan’daki Anti-Bolşevik hükûmetleri desteklemeye çalıştılar. Ermeniler 1920'de NAHCİVAN ve KARS'ta 200.000 TÜRK'ü kestiler, 40 köyü yaktılar. Hiç dile gelmez! Bunda Amerikan silâhlarının payı büyüktür.

MUSTAFA KEMÂL bu dümenleri yutar mı?.. Hem Rusya'nın, hem de İngiltere'nin yapmaya çalıştığının farkındaydı. Şöyle der:

- "Endişemiz odur ki, İngilizler'le Bolşevikler AZERBAYCAN TÜRK ÂLEMİ ile bizim aramıza bir ERMENİSTAN dikmek istiyorlar...
Bakalım kim galebe edecektir: Sovyetler mi, yoksa biz mi?.."

Ancak Millî Mücâdele için Sovyet para ve silâh yardını gelmeye başlayınca, hedefine sâdece İngiltere'yi koyar:

- "İTİLÂF DEVLETLERİ Bolşevikler'le TÜRKLER'in arasını KAFKAS MİLLETLERİ aracılığı ile kesmek plânını bulmuşlardır.
Bağımsızlıklarını tasdik ederek onları kendi yönlerine çevirdiler..."
(29.5.1920)

- "KAFKAS SEDDİ'ni arkadan yıkacak yığınaklara başlamak... Yeni KAFKAS hükûmetleriyle özellikle AZERBAYCAN,
DAĞISTAN gibi İSLÂM hükûmetleriyle acele temasa geçerek İTİLÂF plânlarına karşı kararlarını ve durumlarını anlamak...
Bize sed olmaya karar verdikleri takdirde, taarruz harekâtımızı birleştirmek için Bolşevikler'le anlaşmak (gerek)."

İngiliz propagandasının etkili olmadığı çevreler, Türk İstiklâl Mücâdelesi’nin yanında yerlerini aldılar. Hindistan ve Afganistan gibi ülkelerdeki belirli çevrelerle ilişkiler kuruldu. Rusların desteklediği bir Afganistan, İngiltere’nin Hindistan siyâsetini sarsabilirdi. Türkistan halklarının da buna katılması durumunda Asya’da sömürgecilik bitebilirdi. Bu şartlardan yararlanmak isteyen Türkiye, Afganistan ile temas kurarak Abdurrahman Bey’i temsilci olarak Afganistan’a gönderdi. Coğrâfî konumu itibâriyle, Asya’daki Türk ve Müslüman unsurlarla temas kurmak için kilit noktada bulunan Azerbaycan, Müsâvat Hükûmeti döneminde İngiliz siyâsetinin etkisinde kalmıştı. Bu durumda Ankara, Azeriler'le Bolşevikler'i anlaştırmak ve Nuri Paşa’nın Kafkasya’daki Bolşevik aleyhtârı faaliyetlerini durdurmak gerektiğine inandı. Azerbaycan Müsâvat Hükûmeti Kafkas Seddi projesi içinde yer aldığı, İngiliz yanlısı politika izlediği ve Türkiye’ye yeterli desteği vermediği için, 1920 Nisanı'nda Ankara Hükûmeti, Azerbaycan’ın Sovyetleşmesine karşı olmadığını Sovyetler'e ve askerî kuruluna bildirdi.

Enver Paşa’nın 1-7 Eylül 1920 târihleri arasındaki Bakü Kongresi’ne katılması, Mustafa Kemâl Paşa’nın Bolşevik emellerinden kuşkulanmasına neden oldu. Bolşevikler'in idâresi altındaki Müslüman halka kötü muamele etmeleri bir başka sıkıntıydı. Türk-Sovyet anlaşmasının önündeki engelleri kaldırmak için, Enver Paşa’ya Türkistan, Afganistan, İran ve Hindistan’daki faaliyetlerine devam etmesi, ancak Rusları kuşkulandırmaması tavsiye edildi.

Bu yaklaşım, Ankara’nın Sömürgeciler'e karşı Sovyet Rusya’nın yanında olduğu güvencesini veriyor, işbirliğini benimsediğini ve bunda samimi olduğunu belirtiyordu. Bu gelişme sonrasında, Doğu Cephesi’nde Ermeniler üzerine harekât yapılmış, Ermeniler'in yenilmesi Ankara-Moskova ilişkilerini ve İtilâf Devletleri'nin Kafkas politikasını etkilemişti.

İngiltere İstanbul’a, Anadolu’ya, Kafkaslar'a, İran’a ve Afganistan’a hâkim duruma gelirse, hem Rusya’yı güneyden kuşatmış, hem Bakü petrollerinden Rusya’yı yoksun bırakmış, hem de bu stratejik bölgede bir baraj kurmuş olacaktı. Amerika’nın bölgeye gösterdiği ilginin sebebi de özellikle Bakü petrolleri ve ticârî meselelerdi. Batum’un bir Amerikan üssü olarak bırakılmasına çalışılıyordu. Bu ilgiye rağmen, Bakü petrollerine 1918-1920 yılları arasında ulaşılamamıştı. Bu petrolü Sovyetler'in kullanmasına da engel olunamamış, sâdece ihraç yollarının kapatılması sağlanabilmişti.

İngiltere bir taraftan uydurma senaryolarla Türk-Sovyet işbirliğini bozmaya çalışırken, diğer taraftan Rusya’ya da baskı uygulamaya başlamıştı.
31 Mayıs 1920’de, İngiltere ile Sovyet Rusya bir ticâret anlaşması yaptılar ve İngiltere anlaşma için; İran, Kafkaslar ve Hindistan’a Bolşevik propagandası yapılmaması, Mustafa Kemâl Paşa’ya yardım edilmemesi gibi şartlar ileri sürdü. Sovyet Rusya, bu anlaşmayı yapabilmek için İngiltere’nin şartlarını kabul etti, ancak Anadolu’ya yardımlarını gizlice sürdürdü.

Bu girişimlerle bir süre uğraşan İngiltere Sovyetleri ve Türk Milliyetçileri'ni engelleyemeyeceğini anlamış ve bölgeye Amerika ve İtalya’yı getirmek istemiş, diğer taraftan da Sovyet Rusya ile barış yapmak eğiliminde olmuştu. 1919 yazından itibâren bölgedeki birliklerini çeken İngiltere, buradaki yandaşlarına uzman askerler göndermek ve silâh yardımı yapmak siyâsetine dönmüştü.

Lloyd George, hiç olmazsa Doğu Anadolu’da Amerikan mandası altında kurulacak Ermenistan üzerinden Amerika’yı bölgeye çekebilmeyi umut etmişti. Amerika’yı Kafkaslar'a getirebilirse, İngiltere ve Yunanistan Akdeniz’de güven içinde çalışabileceklerdi. Amerika’nın konuyu gerçekçi bulmayışı nedeniyle bu beklenti de gerçekleşemedi. Amerika bölgeye uzmanlar yollayarak durumu incelemiş, bölgeye kuvvet gönderirse hem Türk, hem de Kürtler'in düşmanlığını kazanacağı için, Kafkasya’ya kuvvet gönderemeyeceğini, belirtmişti.

Amerika bölgeye gelmek istemeyince İngiltere, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’a yaptığı yardımlarla çabalarını sürdürdü. Bu yardımların Ermeniler üzerine yoğunlaştırılması benimsendi. Azerbaycan’ın eğiliminin Türkiye’ye olması dolayısıyla fazla yardım yapılmasına gerek görülmedi. İngiltere 1920 yazında Batum’u da boşalttı.

İtilâf Devletleri'nin ve özellikle İngiltere’nin Kafkas Seddi politikasını oturtamaması ve Batum’u da bırakmak zorunda kalmasıyla, 21 Şubat 1921'de toplanan Londra Konferansı’nın önemli bir maddesi Batum olmuştu. Batum’un Rusya’ya bırakılmasını istemeyen İtilâf Devletleri, özerk bir Batum kurulması ve Türk tezine paralel görüşler belirtmek gibi bir tutum içine girmişlerdi. Lazistan’ın Gürcüler'e verilmesi görüşünde de anlaşmışlardı. Böylece Batum’un Rusya’nın eline geçmesini engelledikleri gibi, Türk-Sovyet ilişkileri de sarsılmış olacaktı... Batum bu plânı bozmak için Sovyetler'e bırakılmıştır.

İngiliz İtilâf Komiseri A. Rawlinson, Erzurum’da Kâzım Karabekir ile yaptığı görüşmede, İngiltere'nin Türkiye’ye büyük iktisâdî yardım yapacağını söylemişti. Bu teklif, Türkiye-Sovyet Rusya ilişkilerini bozmak, Türkiye’yi Kafkas Seddi’ne katmak planına yönelik gelişmelerle ilgiliydi. Türkiye’ye iktisâdî yardım vaat eden İngiltere, Azerbaycan’ın Türkiye ile yakın ilişki içinde olmasından dolayı, 1920 Mart’ından itibâren Azerbaycan’a silâh yardımını durdurmuştu. Aynı yılın Mayıs ayından itibâren İngiltere, Sovyetler'le anlaşma yollarını aramış, daha önceki paylaşım anlaşmalarına atıf yaparak, Rusya ile benzer anlaşmalar yapabileceği noktasına gelmişti. Bu, Lloyd George’un ağzından ifâde edilmişti. Gelişmeler, Türkiye’nin ezilmesi ve bölüşülmesi fikrine ağırlık vermeye başlandığını göstermekteydi. Rusya’ya diş geçiremiyorsa, Türkiye’yi paylaşmasına engel olmamasını sağlayacaktı. Kurulmak istenen Kafkas Seddi projesine Rusya’yı da kattıklarını düşünüyorlardı. Azerbaycan’ın Sovyetleşmesi ile birlikte Türk ve Müslümanlar'a yönelik propagandalar arttırıldı. İngiltere ve Fransa Karadeniz kıyılarına bildiriler atarak, Bolşeviklerin Azerbaycan’da yaptıkları kıyımı anlatıyorlardı. Bu propagandalarla Ankara’ya ve Sovyetlere karşı Türk-İslâm desteğini kırmak istiyorlardı. İtilâf kanadı, Bolşevizm’e karşı İslâm’ın hâmiliği rolünü üstlenerek, Kemâlistler'le Bolşevikler arasındaki kopuklukları kışkırtmalıydı. Fransızlar, Mustafa Kemâl Paşa’yı Bolşevikler'le uzlaşma konusunda mütereddit görüyorlar ve Paşa’yı iknâ etmek için bir an önce irtibâta geçerek, Kafkasya’nın ve Türkiye’nin Sovyetleşmesini önlemeyi düşünüyorlardı.

Bolşevikler bir yandan monarşi taraftarlarıyla, diğer yandan yabancı işgâlcilerle mücâdele etmek zorunda kaldılar. Lenin'in yoksul Rusya halkları üzerinde etkili olan politikası, Kızıl Ordu'ya katılımı arttırdı 1920 yılında bilfiil 3 milyon kişi Kızıl Ordu saflarında savaşmaktaydı. Leon Troçki tarafından komuta edilen Kızıl Ordu, 1921 yılında Beyaz Ordu'yu ve müttefiklerini yenerek iç savaşı kazandı. Emperyalist dostları ve komutanları tarafından yalnız bırakılan son Beyaz Ordu birlikleri de kaçarak ülkeyi terk etti.

Ancak bağımsızlığı 1918 yılında Lenin tarafından onaylanmasına rağmen, Sovyet iktidârına düşmanlığını gizlemeyen Polonya, Józef Pilsudski önderliğinde Rus topraklarına saldırınca, 1920 yılında Sovyet-Polonya Savaşı patlak verdi. İç savaşta yorgun düşmüş Kızıl Ordu emperyalist Batı'nın desteğini alan Polonya'da yeterince başarı sağlayamayınca, Sovyet hükûmeti 1921 yılı Mart ayında imzalanan antlaşma ile Belarus'un batı topraklarını Polonya'ya bırakmak zorunda kaldı ve bu şekilde Sovyet-Polonya sınırı çizildi. Sovyetler Birliği ancak 1939'da bu toprakları geri alabildi.

Lenin, emperyalizmin şiddet eğilimi olduğunu savunuyor ve 1917 yılında kapitalist emperyalist güçlerin kontrolü altındaki ulusların koşulsuz olarak kendi kaderini tâyin hakkına sâhip olduğunu deklare ediyordu. Ancak iç savaşın yarattığı buhran, erken ölümü, emperyalist saldırılar gibi sebeplerden dolayı bu ilkeyi istediği şekilde uygulama imkânı bulamadı.

1920-1921 yıllarında, altı ulusal cumhuriyet Ukrayna, Belarus, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya Fedarasyonu arasındaki ilişkiler açık biçimde belirlenmiş değildi. Lenin bu birliğin sosyalist, enternasyonalist ilkelere uygun şekilde gönüllülük yolu ile uygulanmasını istiyordu. Lâkin Sovyetler Birliği’nin kurulması sırasında, Komünist Parti saflarında yeşermeye başlayan Rus milliyetçiliği ile de mücâdele etmek durumunda kaldı. Lenin bu tehlikeyi dikkate alarak, "büyük Rus şovenizmine karşı uyanık olma" çağrısında bulundu. Lenin'e göre, Sovyetler Birliği'ni iki önemli etken tehdit etmekteydi: bürokratik komünizm ve Rus şovenizmi!.. İkisinde de haklı idi. 1991'de Sovyetler Birliği hantallaşmış bürokrasiden dolayı yıkıldı... Rus milliyetçiliğine gelince, diğer uluslarda hortlayacak milliyetçi akımlar sosyalist idealizmi mahvedebilirdi.

Lenin, Gürcistan’ın birliğe katılım koşullarının müzâkere edildiği dönemde politikaları yürüten, iç savaş sırasında da orada görev almış olan Gürcü asıllı Milliyetler Halk Komiseri Stalin ve yine Gürcü asıllı Ordzhonikidze ikilisinin, federasyona katılım koşullarını reddeden Gürcüler'e uyguladığı baskıları, geç de olsa fark ederek engellemeye çalıştı. Stalin'in Rusya'nın otoritesini güçlendiren federasyon plânını eleştirdi. Lenin, bu konudaki görüşünü “Ulusal sorunlar bastırılmamalı, çözülmeli” şeklinde açıkladı ve Gürcistan meselesi ile ilgili Troçki’ye ve Stalin’in hazırladığı ve sâdece Ermenistan ve Azerbaycan’ın kabul ettiği 'Özerkleştirme Tasarısı’nın düzeltilmesi için de, Kamenev’e 'SSCB’nin Kuruluşuyla İlgili Tasarı” isimli mektubu yazdı. Sovyet projesinin "Rusya Federasyonu’na katılma" biçiminde değil, "eşit cumhuriyetlerin birleşmesi" biçiminde olması gerektiğini vurguladı. Bu şekilde bir birliğin amacının diğer ulusların kapitalist emperyalizmden korunmasına da hizmet edeceğini öngördü.

Ancak Lenin, frengiden muzdaripti, hastalığı nedeni ile bu dönemde güçten düştü ve zamanla sağlığını tümden yitirdi. Daha önce yok etmeye söz verdiği "ezen ulus şovenizmi", sürece yeniden hâkim oldu ve uluslar politikası, gönüllü olarak birliğe katılsa da, Rusya'nın otoritesinin güçlenmesine karşı çıkanların asimilasyonu politikası biçiminde işledi.

Savaş sırasında sömürgelerde Batılılar'a karşı kıpırdanmalar vardı. Sovyet İhtilâli ile Türk Kurtuluş Savaşı’nın bunlara örnek olacağı endişesiyle, Türkiye’nin ezilmesi ve Rusya’nın dışlanması politikası uygulanıyordu. Sovyet Rusya ve Türkiye’nin dört yandan çevrilmesi gerekiyordu. Kafkas Seddi de bunu sağlayacaktı. İngiltere ve kısmen Amerika’nın bu programı uygulama konusundaki istekliliğine rağmen, Fransa Karadeniz’in İngiliz kontrolüne gireceği endişesiyle, bu politikaya yanaşmıyordu. Kafkas Seddi’ne Türkiye’yi de dâhil ediyor ve bazı ödünler verilirse, seddin kurulabileceğine inanıyordu.

İngiltere’nin başka bir amacı da, Asya ile Anadolu’nun arasını kesmekti. Anadolu’nun Bolşevikler'den yardım alması ne kadar ciddi bir tehlike ise, Asyalı Müslümanlar ve Türkler'le işbirliğine girmesi de İngiltere için o kadar tehlikeliydi. Enver Paşa’nın Kafkaslar'daki faaliyetleri ürkütücüydü. Anadolu hareketini Panislamist, ya da Panturanist bir hareket olarak algılayan İngiltere, Müslümanlar'la Anadolu Millî Hareketi’nin ilişki ve irtibat kurmasını engellemek istiyordu. Enver Paşa’nın Asya Türklüğü içinde gelişen, hatta Anadolu Hareketi ile bir bütün olduğu düşünülen faaliyetleri de, Panturanist bir hareket olarak değerlendiriliyor, bu hareketlerin ikisi birlikte veya ayrı ayrı, emperyalizmin yayılma sahâalarında geliştiği için bunları söndürmek gerekiyordu. Tam Osmanlı Devleti parçalanmışken, sömürgecilere engel çıkaracak yeni bir güçün oluşmasına fırsat verilmemeliydi. Ermenicilik, Pontusçuluk ve Kafkas Seddi çalışmalarında bu unsurun da önemli bir rolü vardı. Bu durumda İngiltere, Türklerin İran ve Afganistan ile sınır olmamasına karar verdi. Böyle bir sınırdaşlık, Hindistan için İngiltere’yi tedirgin ediyordu. Ayrıca İngiltere, Anadolu Hareketi’ni İttihat ve Terakki’nin devâmı olarak görüyordu. Ruslarla birleşmesini istemiyordu. Bunun için Kırım ve Kafkasya’yı elinde bulundurmağa dikkat ediyordu.

29 Eylül 1920'de KÂZIM KARABEKİR PAŞA , Ermeniler'i 6.000 kişi ile yendi. Sarıkamış, Kars, Gümrü'ye girdi. 3 Aralık 1920'de bir onlarla anlaşma imzaladı. Bu, MİLLÎ MÜCADELE'nin doğudaki zaferidir. İzmir'in kurtuluşu ne ise, Kars'ın kurtuluşu da aynı değerdedir. Belki de daha fazladır, çünkü millî hisleri güçlendirmiştir.

1920 yılı sonlarında Türk-Ermeni savaşı çıkınca, İngilizler Türk-Sovyet çatışmasından bir kere daha ümitlenmişlerdi. Çıkacağı ümit edilen Türk-Sovyet çatışmasında, Sovyetler tarafını tutup onların güneye yayılmalarını engellemeyi düşünüyorlardı. Sovyetler'le anlaşabilirlerse Türkiye sorununu çözebileceklerdi. Müslümanlar arasında çıkarılan etnik çatışmalar yanında, mezhep çatışmalarını da kullanarak, İslâm birliğini engellemeleri kolaylaşacaktı. 1920 yılı sonuna gelindiğinde, İngiliz Genelkurmayı’nın görüşü; Türkiye ile anlaşmaktı. Türkiye’ye Kars, İzmir ve Trakya‘da verilecek tâvizlerle, Türkiye’nin Sovyetler'e yaklaşması önlenecekti. Ama bu teklifi siyâsiler kabul etmediler ve olaylar daha sonraki yıllara aktarıldı.

İngiltere, Türkler'in Panturanist bir politika güttüklerini, doğuya Türkistan’a doğru yayılmak istediklerini düşünüyor ve açıkça söylüyordu. Bir yandan da, Erzurum ve Sivas kongrelerini “Panislamik Kongreler” olarak değerlendiriyor ve Türkler ve Bolşevikler'in bu duygulardan fayda beklediklerini söylüyordu. Samsun’daki İngiliz temsilcisi ise Anadolu’daki hareketin kaynağını Enver Paşa olarak tespit ediyor, İttihat ve Terakki politikasının Hıristiyanlar'a karşı tekrar canlanacağından endişe ediyordu. İngiltere ve Amerika, Enver Paşa ile Anadolu arasında bir işbirliği olduğuna inanıyorlar ve bunun belki de Panislâmizm hareketlerinden daha ciddi olduğunu düşünüyorlardı. Mustafa Kemâl Paşa ile anlaşmak belki zordu, ama Enverciler'le mümkün değildi. Mustafa Kemâl Paşa ve grubunun Enver Paşa ile işbirliği içinde, Kuzey Anadolu, Rus Ermenistan’ı, Azerbaycan, İran ve Afganistan Müslümanları'nı bir Panislâm-Turan imparatorluğunda birleştirme çabası içinde olduklarını ve Ermeniler'i temizlemek düşüncesinde olduklarını söylüyorlardı. Buna o kadar inanmışlardı ki, Enver Paşa’nın Anadolu’ya Samsun’dan gireceğini tahmin edip, Samsun’a asker çıkarmışlardı. Kafkaslar'daki Amerikan Komiseri Ravndal ise; Mustafa Kemâl ve ekibini Enver Paşa ile birlikte entrika çevirmekle itham ediyordu. Hedefleri Kuzey Anadolu, Rus Ermenistan’ı, Azerbaycan, İran ve Afganistan Müslümanları'nı bir Panislâm-Turan İmparatorluğu'nda birleştirmekti. Bu birleşme, Tatarlar, Türkmenler, Kürtler ve Türkler arasında da olabilirdi. Doğal olarak Türkler diğerlerini yöneteceklerdi. Turancılık akımını denetim altına almanın yolu, Kafkasya’nın güçlü Müttefik kuvvetleri tarafından işgâl edilmesi, başlıca Müslüman liderlerin sürülmesi, ırk ve inancına bakılmadan bütün halkın silâhlandırılmasından geçiyordu!

Ankara Hükûmeti, Turancılık ve Panislâmizm gibi hedefleri olmadığını her fırsatta bildirmesine rağmen, Enver Paşa ölünceye kadar bu durum devam etti. Hatta Enver Paşa’nın Afganistan mâcerâsına başlaması, İngiltere ile birlikte Rusya’yı da endişelendirmişti. Enver Paşa’nın Anadolu’ya gelme isteği de direkt Mustafa Kemâl Paşa katında belirtilmiş, ama buna müsaade edilmemişti. Trabzon’da Envercilik harekâtı olarak adlandırılan bâzı olaylar olmuş ve Ankara duruma el koyarak kontrôlü eline almıştı. Ankara, Enver Paşa’nın Anadolu’ya gelmesine karşı çıkarken, İngilizler Enver’in başı için 35 bin İngiliz lirası vaad etmişlerdi.

Panislâmizm, Türk Millî Mücâdelesi’nin hedeflerinden olmamakla beraber, Müslümanlar'ın tutumu İngiltere’yi frenlemişti. İtilâf Devletleri'nin Panislâmizm ve Panturânizm’e karşı en zayıf noktası Kafkaslar'dı. Etnik, kültürel ve dini yönden yoğun bir çeşninin bulunduğu bu bölge halkları da bağımsızlık fikirleriyle tanışmışlar, bir kısmı fiili mücâdelelere de girişmişti. Özellikle bölgedeki Müslüman halklar, Rus emperyalizmine karşı birliktelikler kurmaya çalışmakta, savaş sonrası şartlarında Osmanlı Devleti ile işbirliğine girmekte, bir bakıma onun garantörlüğünü istemekteydiler. İtilâf Devletleri'nin ve hatta Sovyetler'in, bölgedeki Türk ve İslâm unsurlardan çekinmelerinin, Enver ve Nuri Paşa ve diğer şahsiyetlerin oralarda bulunmasından rahatsızlık duymalarının sebebi de buydu. Burasının İtilâf lehine güçlenmesi lâzımdı. Karadeniz’deki İtilâf gücü yanında, bu bölgede hareketlenen unsurların bir şekilde desteklenmeleri, bu destek karşılığında İtilâf (İngiliz) siyâsetine hizmet etmeleri sağlanmalıydı. Sovyet tehdidi ve bağımsızlık arzuları, bölge yönetimlerinin bu politikaya yakın durmalarını ve hatta benimsemelerini sağladı. Bolşevik tehdidi İran’ı da etkisine almıştı. Bu aşamada set oluşturma çabaları biraz yapı değişikliği ile birlikte arttırıldı. İtilâf Devletleri Rusya, Türkiye ve İran arasında bağlantı kurulmasını engellemek için seti daha da önemsediler. Seti istedikleri biçimde oluşturduklarında, Bolşevik saldırısı durdurulmuş ve Türkiye, İran ve diğer Müslümanlar arasında işbirliği de engellenmiş olacaktı.

İtilâf Devletleri içindeki anlaşmazlıklar ve Türkiye’ye fazla baskı yapılırsa Bolşevikler'e kayacağı endişesi, seddin kurulmasının önündeki başka bir engel oldu. Bu aşamada İngiltere, Türkiye’nin Sovyetleşmesi tehlikesini önlemek ve Türkiye’yi Sovyet Rusya’dan ayırmak politikasına yöneldi. Bölgedeki İtilâf komiserleri bu yolda siyâset yapmaya yönlendirildi. Amerika da, Sovyet Rusya ile Ankara Hükûmeti’nin işbirliğine karşıydı. Hatta bu ikisi arasında bir fark görmeksizin, oluşturulması düşünülen Kafkas Seddi konusunda İtilâf donanmasına yardım ettiği gibi, yardım dernekleri aracılığıyla Doğu Anadolu ve Kafkaslar'a para, yiyecek ve giyecek yardımı yapmaktaydı. İngiltere İstanbul, Anadolu ve Kafkaslar'a hâkim olarak Rusya’yı güneyden kuşatırken, Yunanistan’ı Anadolu’ya yerleştirerek Anadolu’nun kontrolünü de sağlamak istiyordu. Birinci Dünya Savaşı sonunda Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da İngiltere yanlısı Menşevik hükûmetlerin kurulmasına destek vererek hem Rusya’yı kuşatmış, hem de bu stratejik bölgede, Rusya’ya karşı bir baraj kurmuş oluyordu. Böylece Türkiye ile Sovyet Rusya’nın ilişkileri de engellenecekti.

1920 başlarında Beyaz Ordu'yuı yenen Kızılordu’nun Kafkaslar'da ilerlemesi ve Türk Ordusu’nun da Ermeniler'i yenerek barışa zorlaması sonucunda, zâten bölgede önemli bir güç bulunduramayan İtilâf Devletleri, oraları terk etmek zorunda kaldılar. Artık sâdece denizden abluka uygulayabiliyorlardı. Bu da istedikleri etkiyi ve sonucu sağlayamadı. Bu defa Türk-Sovyet ilişkilerini bozarak, Türkiye’yi yanlarına almayı denediler. Sevr Projesi’nde Türkiye lehine bâzı değişiklikler yapmayı vaad ederek MUSTAFA KEMÂL PAŞA ile anlaşma yolları aramaya başladılar. Türkiye ile Rusya arasında bir antlaşma yapılmasını önlemek için, Türkiye’ye karşı daha yumuşak davranmaya başladılar. General Harington aracılığı ile MUSTAFA KEMÂL PAŞAya yakınlaşmaya çalıştılar. Misâk-ı Millî ile çizilen coğrafyaya yakın bir bölgenin Türkler'e verileceği vaad edildi. Böylece Türkiye, Ruslar'la İngilizler arasında tarafsız bir bölge hâline getirilmek istendi. Eğer Türkiye anlaşmaya yanaşmazsa, Yunan ordusu iyice güçlendirilerek Türkiye üzerine gönderilecekti. İtilâf Devletleri'nin Türk-Bolşevik ilişkilerinden bu kadar kuşkulanmalarının bâzı haklı sebepleri de vardı. Karakol Cemiyeti'nin Sovyetler'le Kafkaslar'da ilişkide bulunması, Yeşilordu ve Komünist Partisi’nin kurulması ve faaliyetleri, Enver ve Cemâl Paşa’nın faaliyetleri, İtilâf Devletleri'ni iyice kuşkulandırıyordu... "Geliyor" denilen YEŞİL ORDU , BAKÜ'yü işgâl eden, TÜRKİYE'yi de Bolşevik yapma niyetinde olan ordudur. Mustafa Suphi bu projenin öncüsü durumunda idi. Çerkez Ethem de buna heves etmiş, Eskişehir'de "Yeni Dünya" diye bir gazete çıkartmaya başlamıştı. MUSTAFA KEMÂL o dönem ciddi olarak Bolşevikliğin TÜRKİYE yararına olabileceğini düşünmüş, araştırmış; sonra mahzurlarını görerek vazgeçmiştir. Ancak Rus etkisini ve bu gelişmeleri önlemek için,

- "Biz dışardan gelecek herhangi bir telkine uyarak değil,
fakat kendi bünyemizi göz önüne alarak, icap ediyorsa, partiyi kendimiz kurarız."

demiş ve Komünist Parti'yi kurdurmuştu... Gerçekten de bir muvazaa partisi olarak Kılıç Ali, Hakkı Behiç, İhsan, Refik Koraltan, Eyüp Sabri, Süreyya Yiğit'e bir "Genel Merkez" kurdurttu. Vakkas adlı kaymakam ve arkadaşlarının kuracağı gerçek komünist partisinin önü böylece alındı.

İtilâf Devletleri bölgede arzu ettikleri oluşumları kurabilmek ve kendilerine karşı gördükleri organizasyonları bozabilmek için yoğun propaganda faaliyetlerinde de bulunmuşlardı. Kontrolleri altında bulunan Karadeniz kıyılarından, Anadolu’ya câsuslar sokmuşlar, gemiler ve uçaklarla Anti-Bolşevik ve Anti-Kemâlist bildiriler atmışlardı. İstanbul taraftarı Türkler'i ve Anadolu’da yetki sorunu ortaya çıkarabilecek şahısları da Anadolu’ya ve Kafkaslara göndermişlerdi. Hatta Rusya ile Ankara’nın arasını bozacak faaliyetleri ve şahısları da desteklemişlerdi. “Entelligence Servis” , “Anti Bolşevizm-Kontr Kemâlizm” gibi örgütleri organize ederek, Anadolu’ya gidecek silâh, cephâne, asker ve subayların engellenmesi için Karadeniz kıyılarında ve Kafkaslar'da görevlendirmişlerdi. 3 Haziran 1921’de Rus elçisi Medivani, Trabzon Vâlisi'ne "Batum’a işleyen vapurlarla İngiliz ve Fransız câsuslarının, İstanbul Rumları'nın ve bâzı Türkler'in Batum’a çıkartılarak, Rus ordusundan iltica etmiş gibi havadan ve sâhilden Anadolu’ya sokulduğunu" söylemişti. İtilâf Devletleri'nin Anadolu ile Sovyet Rusya’nın irtibâtını kesmek için uygulamaya koydukları bu projelere, doğal olarak Türkiye ile Sovyet Rusya birlikte karşı çıktılar ve sonuçsuz bırakmayı başardılar. Bu işbirliğinin esâsı, ortak düşmana karşı her iki tarafın çıkarlarının korunması ve karşılıklı yardımlaşmaydı. Mustafa Kemâl Paşa, bu esâsı 3 Ocak 1921 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada vurgulamıştı.

Türkiye’nin Ruslar'la olan ilişkisinde "Kapitalizm aleyhine, Sosyalizm lehine" diye bir esas yoktu. Ruslar da Türkiye’ye "Komünist olursanız ilişki kurarız" dememişti. Sovyet Rusya’nın kendi toplumsal teorisini Türkler'in kabul etmesi gibi bir ön şartı da yoktu. İki tarafın ilişkilerinin temelini emperyalizme karşı mücâdele oluşturmuştu.

Rauf, Refet , Ali Fuat ve Bekir Sâmi Beyler ile Kâzım, Fevzi Paşalar İngilizler'in Kafkas Seddi projesine arka çıkıyorlardı. Buna göre Kafkasya'da GÜRCİSTAN, ERMENİSTAN, AZERBEYCAN gibi İngiliz himâyesinde kurulacak milliyetçi rejimler desteklenecek, buralara bolşevikliğin girmesi önlenecekti. MUSTAFA KEMÂL ise oyunu farkederek tam tersini savundu. Çünkü bu gerçekleşseydi, TÜRKİYE her cepheden emperyalizmle kuatılmış olacaktı. Halbuki emperyalist BATI'ya karşı arkasını güvene almak için Rusya ile bağın kesilmemesi gerekiyordu. Eğer İngiliz plânı gerçekleşseydi, MİLLİ MÜCÂDELE büyük ölçüde tehlikeye düşerdi... İşte bunun için Ruslar'ın Kafkasya'yı işgâline göz yumulmuş, yardıma koşulmamıştır.

28 Şubat 1921 Sovyet-Afgan Muahedesi imzalandı. Anlaşmanın 2. ve 3. maddeleri:

- "Afgan ve Sovyet hükûmetleri bütün ŞARK MİLLETLERİ'nin hürriyet ve istiklâli üzerinde hemfikirdirler.
İki taraf hükûmetlerinin şekli ne olursa olsun, ahâlinin umumî reyine müracaat edildikten sonra,
BUHARA ve HİVE gibi MÜSLÜMAN memleketlerin istiklâlini tanımayı kabul ederler."

Lâkin Lenin bu anlaşmayı tanımadı. Tersine Buhara ve Hive elçilerini Moskova'ya çağırtı, öldürttü.

16 Mart 1921'de Ankara Hükûmeti ile Sovyetler arasında imzalanan Moskova anlaşması ile Ardahan, Artvin alındı, Batum bırakıldı. Ruslar'dan
1 milyon altın alındı. Ayrıca Rusya'ya olan borçlarımız silindi. 1 milyon altının yarısı hemen sandıklarla alındı. Buna ek olarak 60.000 tüfek, her tüfek için 3.000 mermi, 112 top, 12 ağır top alındı. Ruslar "Bakü'yü işgâl etmemiz" konusunda tarafsız kalmayı kabul ettiler... Ancak MUSTAFA KEMÂL daha sonra Bakü'den vazgeçmiştir. Ondan sonra da Ruslar gelip Bakü'yü işgâl ettiler.

Ali Fuat Paşa Moskova'ya gidip Sivastapol'daki 5 milyon mavzer fişeğini alıp, kaçakçılar vasıtasıyla 24 saatte Sakarya Nehri ağzına taşıtmıştı... Bu cephâne oradan kağnılarla cepheye yetişmiş, 2 gün sonra, 6 Ocak 1921'de I. İnönü Savaşı başlamıştır!.. Eğer Ali Fuat Paşa bu cephâneyi yetiştirmeseydi, Yunanlar tüfeklerini omuzlarına asıp istedikleri yere gidebilirlerdi!..

Birinci İnönü (6-9 Ocak 1921) ve İkinci İnönü (23-31 Mart 1921) zaferlerinden hemen sonra, İngiliz yayılma sahâsı olan Afganistan ile Ankara anlaşmıştı. Sovyet Rusya ise, Batılılar'la anlaşacağını düşünerek hâlâ Ankara’ya karşı güvensizlik duyuyordu. Moskova, Ankara’nın Fransızlar'la anlaşarak Rusya’ya karşı dönmesinden korkarken, Ankara da Batılılar'a karşı kazanmaya çalıştığı bağımsızlığını Sovyetler'e kaptırmaktan korkuyordu. Yine de, 16 Mart 1921 târihinde Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanabildi. İtilâf Devletleri, Boğazlar ve Karadeniz üzerinde kendi aralarındaki rekaabeti sürdürürken, Sovyet Rusya ile Türkiye, Moskova Antlaşması ile Boğazlar konusunda uluslararası bir statüyü kabul ettiler. Sovyetler Karadeniz’de İtilâf donanmasına karşı savaş açtı. Böylece Ankara’nın ulaşım sağladığı limanlar az da olsa rahatladı ve taşımacılık arttı. Türkiye ve Rusya, Kafkaslar'daki Bolşevik ve Türk aleyhtârı Ermenistan ve Gürcistan konusunda ve sömürgeciliğe karşı işbirliğine giderek İtilâf Devletlerinin kurmak istediği Kafkas Seddi projesini başarısız kıldılar.

1921 yılı başlarında Moskova Antlaşması’nın imzalanması, Ankara-Moskova ilişkilerinin bozulmasını önledi. Bu işbirliğine iki tarafın da ihtiyâcı vardı. Sovyet rejimi kuvvetlenmiş ve Kafkaslar'da yerleşmişti. Sovyet yardımı da Milli Mücâdele’nin başarısında önemli bir destek sağlamıştı. 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’yla Türk-Sovyet ilişkileri resmiyet kazandı. İngiltere ile Rusya arasında imzalanan ticâret anlaşmasıyla, Türkiye’ye yapılacak Sovyet yardımının kesilmesini sağlayarak, Anadolu’yu tek yardım kaynağından da yoksun bırakmaya çalışan İngiltere, kurmak istediği ablukaya Sovyet Rusya’yı da katıyordu. Ancak, Ankara ile Rusya arasında Moskova Antlaşması’nın imzalanmasından dolayı, Türkiye’ye karşı ılımlı davranmak zorunda kalmıştı. Türk-Yunan savaşında göstermelik bir tarafsızlık rolüne bürünerek durumu idâre etmeye çalışıyordu. Bir taraftan da Rawlinson aracılığı ile Kâzım Karabekir’e, Sovyetlerin Türk sınırına dayandığını, İngilizler'in İran ve Kafkasya’ya harekât yapacak bir orduyu Hindistan’da hazırladıklarını, Türkler'in de Musul’dan Karadeniz’e kadar cephe açmasını ve Sovyet yayılmacılığının böylece engellenmesi teklifini getiriyordu.

Mütâreke sonrası işlerinde genel olarak İngiltere’nin gölgesinde kalan Fransa ise, İngiliz politikalarına soğuk bakmakla birlikte, engel de olamıyordu. İngiltere’nin bu davranışı karşısında ya Amerika’ya dayanmak, ya da Kuzey Denizi’nden başlayarak kurulan yeni hükûmetlerle Polonya, Romanya, Bulgaristan, Türkiye ve Kafkas Cumhuriyetleri'yle berâber oluşturacakları bir kordon ile hem Rusya’yı, hem de Almanya’yı bir çembere almak için çalışıyordu.

1921 yılı baharında Bolşevikler Gürcistan’a ilerlerken, Fransız donanması Bolşevikler'i ateşe tutmuş, ama netice alamamıştı. Gürcistan da Türkiye’nin himâyesini istemişti. Bu da Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesini sağlamak için oynanan bir oyundu. 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara arasında yapılan Ankara Antlaşması, İngiltere’nin Kafkas politikasını sarsmış, bölgedeki çıkarlarına zarar vermişti. İngiltere’nin Türkiye’yi kontrolüne alarak Kafkaslar'a ve Asya’ya egemen olma plânı uygulanamaz bir hâle gelmişti.

1921'de Bolşevikler Beyaz Terör'ü yenmeyi başararak iç savaşı sona erdirdiler. Belarus, Ukrayna, Orta Asya ve Kafkasya'daki cumhuriyetlerde de muhâliflerini bertaraf etmeyi başardılar. 1922 yılında devletin federal yapısı konusunda tartışmalar yaşandı. Milliyetler Halk Komiseri olan Stalin tüm cumhuriyetlerin Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti içinde özerk nitelikte teşkilâtlanmaları gerektiğini savunuyordu. Lenin buna şiddetle karşı çıkarak tüm cumhuriyetlerin eşit statüde, egemenlik haklarının korunduğu birleşik bir federasyon plânı hazırladı. Plâna göre her cumhuriyetin birlikten ayrılma hakkı vardı. Sonunda federasyonun oluşturulmasında Leninist ilkeler kabul edildi.

30 Aralık 1922'de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin, Belarus SSC, Ukrayna SSC, Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetleriyle birleşmesiyle, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen kuruldu.

Ruslar 1922'de DEMİRHANŞUR'a gelince, o tarihte bağımsız olan AZERİLER çarpışmaya hazırlanmışlardı. Enver'in amcası Halil Paşa, Meclis'e gelip AZERİLER'e "Savunma yapmayınız. Ruslar buradan geçip TÜRKİYE'ye yardım edecek. TÜRKİYE böyle istiyor," diyerek Ruslar'ı sokmuştu. Halbuki AZERİLER'in ordusu vardı, kenti savunabilirlerdi. Yeniden Rus boyunduruğuna girdiler... AZERİLER bu olaya çok kızarlar.

1922 yılında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Türkiye’ye karşı uygulanacak baskı tedbirlerini görüştü. Türkiye’ye her yönden abluka uygulanması, Yunanistan’a askerî ve mâlî yardım yapılması, bâzı Türk topraklarının İtilâf üyelerince doğrudan işgâl edilmesi, Ankara ve İstanbul hükûmetlerinin birbirinden kopartılması gibi tedbirlerin uygulanması kararlaştırıldı. Bu tedbirlerin olumlu sonuç vermesi, Rusya’nın Türkiye’den ayrılmasına bağlıydı. Türk-Sovyet işbirliği devam ettikçe tedbirler sonuç vermeyecekti.

Lenin dogmatik kuralları olmayan yeniliğe ve değişime açık bir siyâsî anlayışa sâhipti. Ülkenin mevcut koşullarına ve zamana göre değişim söz konusu olabileceği için komünizmin hem siyâsî, hem de ekonomik olarak statik, değişmez kurallarla değil; mevcut şartlara göre yeniden uyarlanarak tatbik edilmesi gerektiğini savunuyordu.

Leninizmin en dikkat çekici özelliği, dönemin hemen hemen diğer bütün sosyalistlerinin savunduklarının aksine, kendine has özelliklerinin olmasıydı. Örneğin Lenin Marksizm'i elekten geçirerek, devrimci mücâdeleyi reddeden ve iktidârın parlamenter yoldan alınması gerektiğini savunan hemen bütün Avrupalı sosyalistlerin aksine, ısrarla devrimi savunan ender politikacılardan biriydi. 1905 Devrim hareketi başarısızlığa uğrasa da, bu olay Lenin'i haklı çıkarır nitelikteydi. Ancak Lenin hareketin başarısızlığından kendisini ve diğer sosyalist liderleri suçlamış ve meselenin isyânı örgütleyip yönlendirememek olduğu gerçeğini kabul etmiştir.

Lenin'e göre politika, "dost ile düşman arasına ayırım gözetme sanatı"ydı. Ona göre, parlamenter sistem halkın ihtiyaçlarına cevap veremediğinde ve önemini yitirdiğinde devrim kaçınılmaz olurdu. Halkı sefâlet ve açlığa mahkûm eden Kapitalizm'e ve Emperyalizm'e karşı her türlü mücâdelenin evlâ olacağını savunan Lenin, ülkenin asalaklardan, kapitalistlerden, sözde aydınlardan, yoksul köylüleri kene gibi kemiren toprak aristokratlarından temizlenmesi gerektiğini savunuyordu. Demokrasi kavramını da farklı bir şekilde yorumlayan Lenin, "burjuva için mi, yoksa halk için mi demokrasi" sorusunu yönelterek, burjuvazi için demokrasinin kendi çıkarlarını güvence altına aldığı ve halkı özgürlük palavralarıyla kandırdığı bir terimden öteye gidemeyeceğini söyledi. Kapitalizm'in egemen olduğu ülkelerde elit bir kesimin zenginliğini muhafaza edebilmek için "özgürlük" kavramını, "din"i de propogandasına âlet ederek, yoksul halk kitlelerini Cennet vaadiyle kandırıp, bu dünyânın nimetlerini bencilce sömürmek ve paylaşımı reddetmek için sık sık kullandığını iddia etti. 20. Asr'ın başlarında Rusya'nın ve Dünyâ'nın yaşadığı trajediler karşısında savunduklarının haklılığını kanıtlayan Lenin, politikanın bir savaş alanı olduğunu ve halkın âdil bir düzene kavuşabilmesi için bu savaş alanında mücâdelenin kaçınılmaz olduğunu vurguluyordu.

Lenin'in politik manevraları ekonomik alanda ve dış politikada da dikkat çekiyordu. Örneğin iç savaşın yarattığı yıkımın onarılması için sosyalist politikadan ödün vererek 1921'de NEP'i uygulamaktan hiç çekinmedi. Bu politikanın henüz tamâmen bertaraf edilmemiş fabrikatörlerin ve toprak aristokratlarının gelişimi sabote etmelerine karşı bir önlem olarak alındığını belirtti. Nitekim bu taktik Kulaklar'ın yarattığı kıtlığın önüne geçmekte son derece başarılı oldu. Dış politikada ise Avrupa'da yaşanan gelişmeleri dikkate alarak komünizmin yayılması için verilen mücâdelenin yönünü ve niteliğini değiştirmekten de hiç çekinmedi. 1919 yılında Almanya'daki Spartaküs Hareketi'nin yenilgiye uğratılması ve sosyalist yoldaşları Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in katledilmesi üzerine, Marks'ın öngördüğü devrim için Batı Avrupa'da henüz koşulların elvermediğini fark ederek, mücâdelenin yönünü emperyalist devletlerin egemenliğindeki sömürge ülkelerine çevirdi.
Bu amaçla özellikle Güneydoğu Asya, Ortadoğu ve Lâtin Amerika ülkelerindeki halklara bağımsızlık çağrısı yaptı. Hindistan, Türkiye, Çin, Meksika gibi ülkelerde başlayan ve zamanla tüm Üçüncü Dünya Ülkeleri'ne sıçrayan bağımsızlık mücâdeleleri bâzı ülkelerde sosyalizmden farklı da olsa, Moskova'nın desteğiyle Batı'nın emperyalist hegemonyasından kurtulmuş yeni hükûmetlerin kurulmasını sağladı... Ne var ki, bunlar daha sonra yine Emperyalist Kapitalist Batı'nın pençesine düştüler.

Lenin'in sağlığı, devrim ve savaşın getirdiği gerginlik sonucu oldukça zarar görmüş; suikast girişiminde aldığı yaralar sağlık durumunu daha da kötüye götürmüştü. Kurşun hâlâ boynunda idi ve omuriliğe yakın durduğu için, o günün tıp tekniğiyle çıkarılması mümkün değildi. 1922 Mayıs’ında ilk defa felç geçirerek sağ tarafı kısmen felçli kalan Lenin’in hükûmetteki rolü giderek azaldı. Aynı yılın Aralık ayında geçirdiği ikinci felçten sonra aktif politikadan çekildi. 1923 Mart’ında geçirdiği üçüncü felcin sonrasında konuşma yeteneğini de yitirerek ölene kadar yatağa bağımlı kaldı.

İlk kez felç geçirdikten sonra, hükûmet ile ilgili bazı yazıları eşine dikte ettirdi. Bunların arasında en ünlüsü Lenin'in vasiyetidir. Bu vasiyette, başta Josef Stalin olmak üzere önde gelen komünistleri eleştiriyordu. 1922 yılı Nisan ayından itibâren Komünist Parti Genel Sekreteri olan Stalin'in eline sınırsız bir otoritenin geçtiğini söyledi ve yoldaşlarıne Stalin’i bu görevden uzaklaştırmak için bir yol aramalarını önerdi. Bunun dışında 1922 yılından ölümüne kadar "Militan Materyalizm'in Önemi Üzerine" , "Kamenev'e mektup ", "Özerkleştirme Üzerine" , "İşbirliği", "Daha Az, Daha İyi" gibi çeşitli yazılar kaleme aldı.

Lenin 21 Ocak 1924 günü akşam saat 18.50'de, 53 yaşında öldü. Lenin’in ölüm sebebi için yapılan resmî açıklama "serebral arteriyoskleroz" ya da "dördüncü bir inme" idi. Ancak Lenin’i tedavi etmeye çalışan 27 doktorun yalnız 8'i otopsi raporunda bu sonuca vardığı için, ölümü ile ilgili başka teoriler de ortaya atıldı. Târihçilerin büyük çoğunluğu ölüm sebebinin, suikast neticesi boynunda kalan kurşunun neden olduğu bir felç olduğu konusunda hemfikirdir.

Lenin’in ölümünden sonra eşi, 1924 Mayıs’ındaki 13. Parti Kongresi’nde okunmak üzere vasiyeti Merkez Komite Sekretaryası'na teslim etti. Vasiyet o dönemde partide etkili olan Grigori Zinoviev, Lev Kamenev ve Josef Stalin'i zor durumda bıraktı. Partide Lenin'in büyük otoritesi ve saygınlığı, metnin örtbas edilmesi ihtimâlini imkânsız kılıyordu. Ancak Leon Troçki'ye karşı iktidar mücâdelesi veren Zinovyev, Kamenev ve Stalin; ellerini zayıflatmak da istemiyordu. Bu durumda Merkez Komite toplanacak ve metnin 13. Kongre delegelerine not tutmamaları ve metinden Kongre'de bahsetmemeleri şartıyla, okutulmasına karar verildi. Lenin'in eşi Krupskaya karara karşı çıksa da, sonuç değişmedi. Metin, delegeler tarafından ayrı ayrı okundu. Bu durum Lenin'in beklediği etkiyi yaratmadı. Stalin Genel Sekreterliğe devam etti. Vasiyetin bir kısmı ilk olarak 1926 yılında Max Eastman tarafından Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlandı. Troçki ise partiden tasfiye edilip sürgüne gittiği dönem içerisinde 1934 yılında metni yayınlattı.

Devrimin lideri ve Sovyetler Birliği'nin kurucusu Lenin'in ölümüyle, ülkede bir hafta sürecek yas ilân edildi. Bir kaç günde yaklaşık bir milyon kişi liderin nâşı önünde saygıyla eğildi. Leonid Krasin'in önerisiyle tahnit edilen nâşı 27 Ocak 1924 târihinde düzenlenen büyük bir cenâze töreniyle Moskova Kızıl Meydan'da bulunan Lenin Mozolesi’ne konuldu. Lenin’in ölümünden üç gün sonra devrimin simgesi Petrograd şehrinin adı Leningrad olarak değiştirildi. SSCB, 1991 yılında dağılana kadar şehir bu isimde kaldı. 1991 yılında ismi Sankt Peterburg olan şehrin bulunduğu bölge hâlen "Leningrad Oblastı"olarak adlandırılmaktadır.

Lenin ve onun eserleri, 20. yüzyılda tüm Dünyâ'da sosyalist devrimlerin ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücâdelelerinin yaşanmasında büyük etkiye sâhip olması dolayısıyla pek çok yazar ve târihçi tarafından dikkatle incelenmiş ve hakkında 2 bine yakın eser yazılmıştır. Dünya proleteryasının ve pek çok komünist partinin ideolojik önderi kabûl edilmektedir. Ayrıca Dünyâ'da eserleri yabancı dile en fazla tercüme edilen yedinci kişidir.

Gördünüz mü?... Spiritualist olmak öyle kolay değil!.. Âhıret Âlemi'nden alınan bilgileri Dünya Hayâtı'na, Dünya siyâsetine bağlayacak, yararlı hâle getireceksiniz. Öyle "falanca plândan aldık, amorf madde, 24. boyut" gibi bilim adamlarının bile içinden çıkamadığı şeylerle uğraşmak, sizi Tekâmül ettirmez! Havanda su dövmüş olursunuz!

Peki, biz ne sonuç çıkardık bu Celse'den ve Celse tetkikinden?..

Nasıl ki, Millî Mücâdele döneminde MUSTAFA KEMÂL Rusya'yı emperyalizme ve sömürüye karşı "doğal müttefik" görmüşse, bugün de "globalleşme, özelleştirme, demokrasi, insan hakları" filân diyerek Dünyâ'nın iliğini sömüren Kapitalizm'e, Emperyalizm'e, Amerika ve Avrupa Birliği'nin bölgemize saldırmasına karşı "doğal müttefik"imiz yine Rusya'dır!.. Bizim hedefimiz Batı değil, Avrupa Birliği değil; AVRASYA'dır!..

Bunu Erdoğan dahi gördü!.. Epey bir müddet şaşkın tavuk gibi dönüp dolaştıktan sonra!..

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR