Dikkat: Eger harflerin görüntü bozuk ise, yukardaki "görüntü-view"den "kodlama-encoding"e gidin "Türkçe-Turkish" hanesine dokunun!.. Görüntü düzelecektir!
Bunu her sayfada yapmak gerekebilir.

BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ERGÜN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT

Politikacılar'ın, Dolandırıcılar'ın, Şeyh-Şıh-Mürşit Bozuntuları'nın, Sözde Uzaylılar'ın, Aldatıcı Ruhlar'ın, Cin ve İnsan sûretindeki Şeytanlar'ın insanları kandırmada kullandıkları değişmez bir metot vardır. Çok konuşmak, düzgün konuşmak, ağdalı-alangirli kelimelerle konuşmak, anlaşılmaz konuşmak ama çok önemli şeyler söylüyormuş gibi konuşmak!.. Böyle konuşanlar, birçok yanlışın arasına kattıkları bir-iki doğru cümle ile halkı kendilerine bağlarlar.

Yukarıdaki "Cin ve İnsan sûretindeki Şeytanlar" ifâdesi bize âit değil, Kur'an-ı Kerim'den...

- "Kul e'uzü birabbin nâsi Melikin nâsi İlâhin nâs
Min serril vesvâsil hannâs
Ellezî yüvesvisü fî sudûrin nâsi Minel cinneti ven nâs."

Nâs Sûresi... Ne demek bu?..

- " De ki: sığınırım ben insanların Rabbine,
İnsanların Melikine [mutlak Sâhip ve Hâkim'ine],
İnsanların İlâhına,
O sinsi Vesveseci'nin şerrinden!
O ki, insanların göğüslerine vesvese verir.
Gerek Cinler'den, gerek insanlardan (olup ta kötü düşünceler veren)
bütün Vesveseciler'in şerrinden Allah'a sığınırım!"

VESVESE , "kuruntu, yanlış ve yersiz düşünce, evham, bir konuyla ilgili kötü ihtimâlleri akla getirip tasalanma, işkil, olmayacak bir şeyin olacağını sanma, vehim, temelsiz sanı, gereksiz zan, boş kanı, yanlış kanaat" mânâlarına gelir... Bu Vesveseciler Peygamberler'e dahi musallat olurlar:

- "Böylece biz, her peygambere, İnsan ve Cin Şeytanları'nı düşman kıldık.
Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.
Eğer Rabbin dilemiş olsaydı onu yapamazlardı.
Onları ve iftiralarını (yalanlarını) bırak."

(En'am Sûresi , 112. Âyet)

ALLAH, "Onların şerrinden Rabbinize sığının" dediğine göre, biz insanlara da Obsesyon olup, "yanlış bilgiler, yersiz düşünceler, temelsiz zanlar, boş kanaatler," uyandırabilirler, "yalan vaadler"de bulunabilirler. . İnsanları kandırırlar, yanlışa sevkederler, zarara ve sıkıntıya sokarlar. Dünya hayâtında Politikacılar, Dolandırıcılar, Şeyh-Şıh-Mürşit Bozuntuları öyle yapmıyor mu?..

Bitmedi... Bakın, bir başka sûrede Cinciler'in ve onlarla ilişkili olanların durumu anlatılıyor:

- "Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar,
Cinler'den bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.
O insanlar da, (ey Cinler) sizin zannettiğiniz gibi, Allah'ın ebedîyen hiç bir kimseyi
öldükten sonra diriltmiyeceğini zannetmişlerdi.
Doğrusu biz (Cinler topluluğu, Melekler'i dinlemek için) semayı yokladık da,
onu (Melekler'den ibâret) çok kuvvetli bekçiler
ve şihablarla (akan, yıldırım gibi yakıcı yıldızlarla) doldurulmuş bulduk.
Ve biz doğrusu (geçmişte) orada dinlemeye uygun oturulacak yerlerde oturduk.
Ama şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir şihab bulur.
Yeryüzü'nde olanlara kötülük mü murad edildi,
yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.
'Doğrusu aramızda iyiler de vardır, bundan aşağı bulunanlar da vardır.
Biz, türlü türlü yolda olan topluluklardık.
(Artık) şu gerçeği şüphesiz anladık ki,
biz Yeryüzü'nde bulunsak da, Allah'ı âciz bırakamayacağız.
Başka yere kaçmakla da (O'nun) Eli'nden kurtulamayacağız."

(Cin Sûresi , 6-12. âyetler)

İşte biz Spiritualistler de Ruhlar Âlemi'nde böyle durumlar ile çok karşılaşırız. Bâzı topluluklarda Geri ve Aldatıcı Ruhlar, bâzı topluluklarda Cinler olur-olmaz yalanlar, iddialar, vaadler ile insanları kandırırlar... Çok üstün, erişilmez mertebelerden, plânlardan eşi-benzeri olmayan Tebliğler aldığını sanırsın... Sonra bir bakarsın, bunların Dünya hayâtında sana hiçbir yararı olmadığı gibi, senin inanç sistemini yıktığını, sinir sistemini allak bullak edip Ruh sağlığını bozduğunu görürsün. Çünkü sana bilgi verenlerin Yukarı'dan bilgi almaları zâten mümkün değil de; çalmaları kesinlikle önlenmiştir!.. "Biz bilemeyiz" diyor Varlık!..

Öyleyse alınan "tebliğler"in değerli olup olmadığını tesbit etmeye yarayacak bir mihenk taşı olmalı!.. Olmalı ki, elimizdeki nesne altın mı, bakır mı, bilelim...

Var mı böyle bir mihek taşı Ruhiyatçılar, Spiritualistler için?..

Var!.. Anlatması uzun ama başlıyalım... Yukarıdaki âyetler ALLAH'tan Peygamberimiz MUHAMMED MUSTAFA'ya (s.a.v.) bir MELEK vâsıtasıyla VAHİY olarak TEBLİĞ edilmiştir. Aslında tüm KUR'AN, CEBRÂİL vâsıtasıyla Peygamberimiz'e VAHY edilmiş bir TEBLİĞLER topluluğudur. Bütün Peygamberler'e MELEKLER aracılığı ile VAHİY inmiştir.

Asla kıyas edilmez ama, "teşbihte hatâ olmaz" kavramına sığınarak Peygamberler'i bir Medyum'a, Melekler'i Ruhlar'a, VAHİY olan TEVRAT, ZEBUR, İNCİL ve KUR'AN âyetlerini TEBLİĞLER'e benzeterek deriz ki, "EN BÜYÜK, EN ÜSTÜN TEBLİĞ KUR'AN-I KERİM'dir. ALLAH KELÂMI'dır. EĞRİSİ, YANLIŞI YOKTUR!.. Bizim sıradan Ruhlar'dan, şuradan buradan aldığımız "TEBLİĞLER" İÇİN MİHENK TAŞI'dır!.. Sâdece onlar için değil; KUR'AN daha önceki alındığında yazıya geçmemiş olan TEVRAT, ZEBUR, İNCİL gibi Kutsal sayılan Metinler için de bir mihenk taşıdır...Tebliğler'i mihenk taşına vurmanın nasıl yapıldığını RÜYÂLAR ve KUTSAL İLYA YORTUSU hakkındaki Celse İncelemeleri'nde gösterdik. Şimdi aynını Ergün Arıkdal'ın Medyumluğunu yaptığı Sâdıklar Plânı Tebliğleri'ni incelerken yapacağız...

Bakın, Nur Sûresi'ndeki âyetler ne diyor:

- "Allah, göklerin ve yerin nûrudur.
O'nun nûrunun temsili, içinde lâmba bulunan bir kandil gibidir.
O lâmba bir billûr içindedir; o billûr da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir
ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mubârek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur.
(Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir.
(Bu ışık) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruyla hidâyete iletir.
Allah insanlara (işte böyle) misâl verir; Allah herşeyi bilir."

(Nûr Sûresi , 35. Âyet)

Şimdi daha önce yazdığımız bir şeyi hatırlayın: Rahmetli Enis Behiç Koryürek, Çedikçi Süleyman Çelebi ile bir tesâdüf (acaba öyle mi?) sonucu İrtibat'a geçmiş, ondan üstün Tebliğler, şiirler almış idi. Fincan Celseleri bir süre devam etti. Sonra Yazı ile Tebliğ alındr, nihâyet bir gün Süleyman Çelebi,

- Kelâma gel, Fânus!

diyerek ona Kalem'i bıraktırdı ve Trans'a giren Enis Behiç Bey bundan sonraki Tebliğler'i konuşarak dile getirmeye başladı. Şiirlerdeki üslûp, vezin, kelimeler Enis Behiç Bey'in şiirlerinden ve yazdığı temalardan farklıydı.

Merhum Süleyman Çelebi, "medyum" mânâsında, Enis Behiç Bey'e "Fânus" diye hitap ederdi. FÂNUS , "bir ışığın üstüne konmuş cam veya billûr mahfaza"dır. Süleyman Çelebi'ye göre, "Enis Behiç Koryürek, Nûr'un içine dolup dışarıya aydınlık saçtığı fâni kâlptir, böylece Rûh'un verdiği ilham ile yazan veya söyleyen Medyum tabiatlı insandır."

Yine "teşbihte hata olmaz" anlayışına sığınarak diyoruz ki, Süleyman Çelebi'nin Fânus târifi, âyetteki "lâmbanın içinde olduğu billûr" tanımına uymuyor mu?.. Yine Süleyman Çelebi'nin ""Nûr'un içine dolup dışarıya aydınlık saçan fâni insan" ifâdesi; âyetteki "lâmba mubârek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur, üzerindeki billûr yıldız gibidir, ışığıyla insanları hidâyete yönlendirir" meâlindeki kısımla bağdaşmıyor mu?..

Tekrar ederek deriz ki, Hz. MUHAMMED'de tezâhür eden vahiy, EN YÜKSEK TEBLİĞ'dir. Hz. MUHAMMED, hiçbir başka kimsenin seviyesine ulaşamıyacağı EN YÜCE MEDYUM'dur!.. Teşbihte hatâ varsa, affola!..

KUR'AN; Hadisler, Sünnetler, yâni Peygamberimiz Hz. Muhammed'in sözleri ve davranışları hakkındaki rivâyetler için de bir MİHENK TAŞI'dır. Meselâ,

- "(Peygamberin oğlu İBRÂHİM) ölmeseydi, Allah ona rahmet etsin, yaşasaydı, sıddık ve peygamber olacaktı"

hadis rivâyeti, KUR'AN'ın "Muhammed, Allah'ın resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusudur" (Ahzab Sûresi, 60. âyet) hükmüne terstir, UYDURMA'dır!..
Yine,

- "İsrâil Oğulları (Yahudiler) olmasa, et kokmazdı."

hadisi de UYDURMA'dır... Çünkü biz biliyoruz ki, İSRÂİL, Yâkub Peygamberin (s.a.v.) ünvânıdır. Yahudilik ondan sonra söz konusudur. Hz. Yâkub'dan önce Hz. İbrâhim, Hz. Nuh, Hz. Âdem gibi niceleri vardır. Onlar zamanında açıkta kalan et kokmuyor muydu?.. Elbette kokuyordu, ALLAH'ın Sünneti'dir, yâni koyduğu kuraldır. "Tabiat Kanunu" diye bilinir... Ne var ki, herkesin bildiği bu gerçeğe rağmen, bu "uyduruk hadisi savunanlar" vardır, ve Peygamber'den sonra ağızdan ağıza nakledilmiş, 150-200 yıl sonra derlenmiş "rivâyetlerin hiçbirisi yalan değildir" demeye getirirler!.. Halbuki, hepimiz biliriz ki, ağızdan çıkan sözler, bırakın 150-200 yıl içinde değişmesini; birkaç gün içinde konu-komşuya ulaşırken ne şekiller alır!..

Bu hadis rivâyeti ancak "İlerde Yahudiler'den sapkın bilim adamları çıkacak. Bunlar etin, sütün, bütün yiyeceklerin genleriyle oynayacaklar, hormonlarla, kimyevî maddelerle yapısını bozacaklar. Yahudiler olmasa, et de, süt de bozulmazdı" diye tevil edilebilir... Kabul ederseniz!..

Kullanılabilecek mihenk taşları KUR'AN-I KERİM'den ibâret değildir. Astronomi, Fizik,Tıp Bilimi de birer mihenk taşıdır. Bülenk Çorak'ın "Beta Nova" uydurmasını Astronomi ile çürütmüştük... Aslında ondan çok önce,1969 yılında, aya gidilmesinden bir kaç ay evvel, bir Medyum bozuntusu,

- "Yakında aya gideceksiniz. Ama ay sandığınız gibi yuvarlak değil, dört köşe!"

diye zırvalamış, Avra'daki beynini uykuya yatırmış kişiler de bunu "tebliğ" diye dinlemişlerdi!.. Hadi, gözlerine inanmadılar; azıcık, birkaç sayfa Astronomi kitabı karıştırsalardı, bunu kabul edebilirler miydi?..

İşte Geri Ruhlar, Mûzip Ruhlar, Spiritualist geçinenleri böyle kandırırlar!

O grup tecrübesizdi. Ankara'da küçük bir mekânda Ruh Dünyâsı dergisi ve Beytî Dost hayrânı olarak çalışmalar yapıyorlardı. Ama ya Ruh Dünyâsı'nı neşreden Dr. Refet Kayserilioğlu benzer bir hatâ yaparsa, ne diyeceksiniz?.. Refet Kayserilioğlu 1968 yılında, Hz. İSÂ zannettiği Beytî Dost'un yanıltmasıyla Ruh Dünyâsı'nın 61. sayısında "Kanserin İlâcını Biz Bulduk" diye başlık atmış, muayenehânesinin "laboratuvar" diye gösterdiği mutfağında çektiği resmi yayınlamıştı!.. İyiniyetinden şüphemiz yok, ama doktorluğuna, bilimadamlığına yakışmamıştı!

Refet Kayserilioğlu'nun yaptığı başka Celseler de var... Bir tânesi şöyle:

Varlık : Ümit Soysal
Tarih : 15 Aralık 1961 Cuma
Yer: İstanbul'daki Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl

Varlık- Derin bir karanlık içindeyim... Ne oldu bana?..
Bu şangırtı nedir?.. Etrafta cam parçaları görüyorum... Her şey darmadağınık...
Bacaklarım yanıyor galiba... Altında kaldı... Ahh!... Kurtulsa şu bacağım!...
İdâreci- Kiminle görüşüyoruz?
V- Ümit... Kurtarın şu bacağımı!.. Altında kaldı.
-İ- Neyin altında?
V- Tayyarenin altında... Yanıyorum!.... Yanıyorum!..

Konuşma uzadıkça, ölen kişinin bir pilot üsteğmen olduğu ve 20 Temmuz 1953'de, bir uçuş sırasında yere çakılarak öldüğü anlaşılıyor. Ölen kişi, kazâ ânının etkisini devamlı hatırlamakta... Celse'nin gidişâtından edinilen intiba öyle...

Şimdi bu enteresan bir bilgi, araştırma gerekmez mi?.. Acaba Refet Kayserilioğlu 8 yıl önce cereyan ettiği söylenen bu askerî uçak kazâsını araştırdı mı?.. Celse zabıtlarını sayfasına alan Halûk Akçam bu araştırmayı yaptı mı, bilemiyoruz. Bir kayıt yok... Araştırma yapmadan Celse'de verilen bilgiler doğru kabul edilebilir mi?.. Sâdece "ölen kişi, kazâ ânının etkisini devamlı hatırlamakta" demek yeterli mi?.. Doğru değilse, Celse nasıl yorumlanabilir?..

İşte bu soruları cevaplıyabilmek için araştırmayı biz yaptık. Bir Spiritualist olarak görevimiz bu!.. Milliyet gazetesinin arşivinden Dünya askerî uçak kazaları sayfasına baktık, böyle bir kaza yok!.. Sonra 1914-2009 yılları arasındaki Hava Şehitleri listesine de baktık. Orada da Ümit yok!.. Öyleyse bu Celse'yi nasıl yorumlamalı!?.. Bizim yorumumuzu okumadan durun, biraz düşünün!..

Şimdi diyeceksiniz ki, "KUR'AN'ın, 'İnsan ve Cin Şeytanları' âyetlerinin, hadis incelemelerinin, 'dört köşe ay' tebliğinin, Refet Kayserilioğlu Celsesi'nin senin tenkit etmeye hazırlandığın Sâdıklar Plânı ile ne alâkası var?.."

Çok var!.. İlk günden beri TEBLİĞ diye önümüze sürülen ifâdelerin kılı kırk yararcasına incelenmesi gerektiğini, Peygamberler'e bile Musallat olan Aldatıcılar'ın muhakkak bizim de etrafımızda dolandığını söyleyip duruyoruz. Sâdıklar Plânı Tebliğleri diye yayınlanmış olanların da nasıl incelenmesi icâbettiğini örneklerle göstermeye çalışıyoruz.

Şimdi gelelim Refet Kayserilioğlu Celsesi yorumumuza... İnceleme sonucunda böyle bir uçak kazâsı ve böyle bir şehit Pilot Üsteğmen Ümit Soysal olmadığını tesbit ettik. Aslında yaşayan Ümit Soysallar var, onlardan birinin soyunda böyle biri var mı, onu araştıramadık. Varsa, bizi bulur, biz de yorumumuzu değiştiririz.

Bu duruma göre Medyum niye böyle konuşmuş olabilir?..
ŞUURLU bir aldatmaca yapmış olabilir mi?.. Uyku derinliğini bilmediğimiz için kesin cevap veremeyiz ama, sanmıyoruz.
TELKİN altında şuuraltı bilgileriyle böyle birşey uydurmuş olabilir mi?.. Kayserilioğlu'nun ne Telkin verdiğini bilmediğimiz için buna da kesin cevap veremiyoruz, ama sanmıyoruz.
GERİ bir VARLIK kötü bir maksatla aldatmış olabilir mi?.. Medyum'un o târihten sonraki durumunu bilmediğimiz için bu konuda da fikir beyânı zor.
Bir diğer ihtimâl de VASAT Bir VARLIK, sırf görüşmek, ilgi çekmek için öyle davranmış olabilir.
Son bir ihtimâl de böyle bir kazâ gerçekten olmuş, bir pilot ölmüş, ancak Varlık bizi araştırmaya sevketmek için yanlış târih ve isim vermiştir... ki, bize en mantıklı cevap olarak bu geliyor... Çok sık rastlanan bir durumdur.

Şimdi artık Ergün Arıkdal ve Sâdıklar Plânı tenkitlerimize başlayabiliriz... Ergün Arıkdal , kendi belirttiğine göre, 1957 yılında Metafizik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'ne geldiğinde, Dr. Bedri Ruhselman Dernek'ten ayrılmıştı. Dernek Başkanı Dr. Refet Kayserilioğlu idi. 1963'te o ayrıldı, yerine Ata Atalay geldi. 1964'de Başkanlığa Feridun Tepeköy geldi. Tepeköy 1967'de ayrılınca, yerine Ergün Arıkdal geldi!.. Koltuğa bir oturdu ki, 1997 yılında ölünceye kadar bir daha kalkmadı. Tam 30 yıl!.. Ölünün arkasından konuşmak doğru değil. Ama ne yapalım, biz Spiritualizm meraklılarına doğru yolu göstermeye çalışıyoruz. Kendimiz dâhil, herkesi tenkit ederiz.

İş bu kadarla kalsa iyi!.. Ergün Arıkdal hem Dernek Başkanı, hem Medyum'u, hem Operatör'ü, hem Yazar'ı, hem Yayıncı'sı olarak pek çok sorumluluğu üstlendi... Tabii görevler bu kadar fazla olunca, ve görünürde hiçbir denetim mekanizması bulunmayınca, ortaya SÂDIKLAR PLÂNI ALDATMACASI çıktı!.. Neden aldatmaca dediğimizi uzun uzun anlatacağız. Ama en başka belirttiğimiz "Politikacılar'ın, Dolandırıcılar'ın, Şeyh-Şıh-Mürşit Bozuntuları'nın, Sözde Uzaylılar'ın, Aldatıcı Ruhlar'ın, Cin ve İnsan sûretindeki Şeytanlar'ın insanları kandırmada kullandıkları değişmez metot olan ÇOK KONUŞMAK, DÜZGÜN KONUŞMAK, AĞDALI-ALANGİRLİ İFÂDELER KULLANMAK, ANLAŞILMAZ KONUŞMAK AMA, ÇOK ÖNEMLİ HAKİKATLERİ DİLE GETİRİYORMUŞ POZUNDA OLMAK" gerçeğini hiç unutmayın!.. Zîra Ergün Arıkdal'ın, Sâdıklar Plânı'ndan 1959-1974 yılları boyunca aldığı "tebliğler" ile yayınlanmış olan 700 küsûr sayfalık kitap öyle... Bunun bir kısmını SÂDIKLAR PLÂNI sayfasında bulabilirsiniz. Aman, dikkatli okuyun, aklınız karışmasın!

Ergün Arıkdal nasıl "medyum" olduğunu, nasıl Sâdıklar Plânı ile İrtibat kurduğunu şöyle anlatır:

- "Derneğe girdiğim ilk yıllarda birçok kişi üzerinde Medyonomik Çalışma yaptık ama
istediğimiz gibi bir Medyom bulamadık.
Bunun üzerine ben kendi üzerimde çalışmaya karar verdim, kendimi bir denemek istedim.
Yalnız benim üzerimde öyle herhangi bir tecrübeye ihtiyaç yoktu çünkü biz; Mehmet Fahri, ben,
Erol Sevil ve Hazım Akalın, aşağı yukarı 2,5-3 ay süren bir konsantrasyon çalışması yapmıştık."

"Perşembe günleri Celse saat 19.30'da başlıyordu, biz 18.00'de gelip Celse odasında çalışıyorduk.
O kadar da âhım şâhım bir çalışma değildi ama bana çok faydası dokundu.
Karanlık ve yalıtılmış olan Celse odasında kendimize konsantre olabileceğimiz bir şey yarattık.
Küçük bir ampûlün üzerine siyah bir huni geçirdik, üstünü kapattık, altını da minicik kestik.
Ortaya bir nokta ışık, spot ışık çıktı. Onun da altına bir tane çelik bilya koyduk.
Işık onun üzerine düşünce bilya inci tanesi gibi, bir yıldız gibi parladı
ve biz üç ay boyunca bu ışığa konsantre olduk.
Konsantrasyon sırasında o ışık bâzen geliyor, bâzen de gidiyordu, kayboluyordu.
'Aman' dediler, 'gözünüzden kaybetmeyeceksiniz. Kayboluyor gibi oluyorsa,
gözünüzü kırpın, tekrar görmeye çalışın, hep onu görmeye çalışın, onu düşünün,
başka türlü bir şey düşünmemeye çalışın.'
Bu üç ay zarfında farkında olmadan ben gayet iyi bir şekilde konsantre olma melekemi geliştirmişim.
Zihnim gayet güzel bir şekilde hemen odaklanıveriyor, sâdece onun üzerinde kalabiliyorum.
İşte bu çalışmanın çok faydasını gördüm ben. Bir tek çalışmam budur ve ondan sonra artık olan oldu.
O konsantrasyonla Trans'ı elde ettim ve devâmı kolaylıkla yürüdü.
Bilmiyorum nasıl yürüdüğümü ama, çuvalın ağzı açıldı ve hiç bilmediğim şeyler boşalmaya başladı."

"Önce Refet Bey'le çalıştım. İki, üç defa çalıştıktan sonra Celse bir tuhaflaştı.
Sorulan sorular yetersiz kalıyordu, odanın içi tıkış tıkış doluydu, nefes alamıyorduk.
Küçücük bir yerde on kişi bir arada çalışıyorduk ve sâdece bir tane pencere vardı.
Sonra kendi kendimin Operatör'ü olmaya karar verdim. Soruları kendim soruyordum.
Gündüzden hazırlıyordum, açıklanmasını istediğim soruları arkadaşlara veriyordum.
Teksir hemen o gün yazılırdı. Nöbetçi arkadaşlar vardı. Biz çıkardık,
onlar hemen oturup yazmaya başlarlardı.
Ondan sonra müsveddesi düzelir ve ertesi gün de temize çekilirdi.
Sâdıklar PlânıCelseleri'nin ilk bölümü yakıldı. 1959'da başladı o Celseler...
İlk partisinin yakılmasını istediler ve yaktık, ki Bedri Bey onları incelemişti.
Bedri Bey'den o Tebliğler'in okeyi alınmıştı ama, yakılmasını istediler, yakıldı.
1961'deki ikinci bölümdür."

Gördünüz mü?.. 1957'de Derneğe girmiş... Dernek'te kendinden büyük, tecrübeli pek çok kişi var. Onların yaptığı çalışmaları beğenmemiş, kendisi birtakım "medyonomik" çalışmalar yapmış, onu da beğenmemiş, "Bunlar bir halta yaramıyor, bâri ben kendim Medyum olayım" demiş, ve olmuş!.. Ne kadar kolay değil mi?..

Sonra, ilk önce Dr. Refet Kayserilioğlu'nun Operatörlüğünde çalışmış, anladığım kadarıyla onu da Medyumluğuna inandırmış, ama soruları "yetersiz" bulmuş... Artık soruları gelen Varlık mı yetersiz buldu, yoksa kendisi mi, anlaşılmıyor... Yoksa gelen Varlık veya kendisi Refet Kayserilioğlu'nun imtihan edici sorularından sıkıldı mı, orası da bilinmiyor... Bunun üzerine kendisi "operatör" olmaya karar vermiş, bununla da yetinmemiş, soruları da başkasına bırakmayıp kendisi hazırlamış!..

Bütün bunlar Derneğe katılışının ilk iki yılı içinde oluyor!.. Nereden geliyor bu kadar bilgi, tecrübe, ilham, kendine güven, bilinmez!.. Sonra 1959-1961 arası Sâdıklar Plânı'ndan birtakım "bilgiler" almışlar, hatta bu "tebliğ"ler, Ergün Arıkdal'ın iddiasına göre, Bedri Bey'den "okey" almış ama; hernedense Sâdıklar Plânı "Yakın bunları!" diye tutturmuş, yakmışlar!..

Rahmetli Bedri Ruhselman ancak saçma-uydurma bulduğu tebliğ bozuntularını yırtar atar, yakardı!.. Sakın Ergün Arıkdal bundan ders alıp, Sâdıklar Plânı'nın o dönemdeki tevil edilemez zırvalarını ortadan kaldırmış olmasın???

Anladığım kadarıyla Ergün Arıkdal'ın hem 1959-1961 arasındaki Medyumluğu, hem de 1961-1967 arasındaki Medyumluğu denetimden geçmemiş, kendi dar çevresi, bir kaç arkadaşı ile sınırlı kalmış... Çünkü 1957-1963 arasında Dernek Başkanı Refet Kayserilioğlu... Onun onayını almış bir çalışma, Ruh ve Madde dergisine yansıyan bir Tebliğ yok!.. 1963'de Ata Atalay, 1964-1967 döneminde Feridün Tepeköy Dernek Başkanı, onların döneminde de Sâdıklar Plânı dergiye girmemiş!.. Demek ki, Ergün Arıkdal'ın hem Medyum, hem Operatör, hem Sualci faaliyeti, onların denetiminin dışında sürmüş!.. 1964'den sonra Ergün Arıkdal Dernek Başkanı olunca, hem onun, hem de Sâdıklar Plânı'nın önünde hiçbir engel kalmamış, safsatalar ortalığa yayılmış!..

Halûk Egemen Sarıkaya 1977 yılında MTİA Derneği'nden ayrılıp Bilim Araştırma Merkezi adında bir kuruluş aracılığı ile Spiritualizm'le bağlantılı gösterilen 80 kadar kitap yayınlamış... Bedri Ruhselman'ın notere verilmiş olan kitabı kastederek, "Dünya beşeriyetine inzâl olunan en son ve en yüce Kutsal Kitap"tan bahsederken, Ergün Arıkdal'ın medyumluğu ile alınan tebliğlerin kaynağını şöyle açıklıyor:

- "SÂDIKLAR PLÂNI, yüksek düzeyli Rûhî bir Organizasyon'dur.
Dünya Rabbi'nin sağ kolu olarak görev yapmaktadır.
İndiriliş târihi belli olmayan 'Bilgi Kitabı'nın yolunu açmak ve daha kolay anlaşılmasını
sağlamak için Dünya Rabbi tarafından bu kitaptaki bilgileri vermekle görevlendirilmiştir.
Sâdıklar Plânı'nı, birçok Varlığın meydana getirdiği bir Varlıklar Topluluğu olarak değil,
Plânı oluşturan Varlıklar'ın 'bilinç bileşimi' olarak algılamak gerekir,
çünkü Rûhî Plânlar'da önemli olan Varlıklar'ın bireyselliği değil, şuur düzeyleridir.
Aynı amaca yönelik görev yapan 'ilâhî bilinç kurumu' ya da 'ilâhî bir prensibin somut
şekli' demek daha doğrudur.
Plânın Sözcüsü konumundaki Varlık bile bireysel düşüncelerini değil, 'kurumsal bilinc'in
düşünce ve Mesajlar'ını aktarmaktadır. Sonuç olarak Plân, şuur alanları birbirine eklenmiş,
birbirine kenetlenmiş, birbirinin enformasyonunu alan ve bilen bir ortamdır."

Ne demiştik?.. Dolandırıcıların değişmez bir metodu vardır. Çok konuşmak, düzgün konuşmak, ağdalı-alangirli kelimelerle konuşmak, anlaşılmaz konuşmak ama, çok önemli şeyler söylüyormuş gibi konuşmak!.. Sarıkaya'nın ifâdesi de öyle... Ama ağır ağır, dikkatli okuyunca yanlışlar, boş lâflar birer birer ortaya çıkıyor.

Bir defa "en son ve en yüce Kutsal Kitap" KUR'AN'dır. Onun üzerine "kitap" getirmeye kimsenin gücü yetmez!.. Yanlış bir!..

O târihte Bedri Bey'in sonradan "Bilgi Kitabı" diye adlandırılan noterdeki eseri "İlâhî Nizam ve Kâinat" yayınlanmamıştı. Bütün gruplar onu kapmaya çalışıyordu. Efendim, işte bu "Sâdıklar Plânı" tebliğleri de o Bilgi Kitabı'nın yolunu açmak için "Dünya Rabbi" tarafından görevlendirilmiş...miş!..

ALLAH ALLAH!.. Dünyâ'nın bir Rabbi varsa, başka Rabler de mi var?.. "Venüs'ün Rabbi, Mars'ın Rabbi, Güneş'in Rabbi... " Böyle bir durum mu var?.. HÂŞÂ!.. Sâdece bizim Samanyolu galaksimizde 300-400 milyar yıldız olduğuna göre, Kâinat'ta da 2 trilyon galaksi olduğuna göre, "her gezegene bir Rab" prensipinden hareketle, katrilyonlarca Rab mi var?.. HÂŞÂ!.. Yanlış iki!..

Arkasından gelen palavraları bırakın; bu sapık inanç, bu uçuk anlayış nereden çıkıyor? Tabii ki, Sâdıklar Plânı'nın "tebliğ"lerinden!..

Biz daha Kâinat'ı tanımıyoruz. Kâinat hakkında aklımızın ermediği pek çok iddia, bir kaç da teori var. Kâinat'ın sonsuz olduğunu tasarlayan Kozmoloji teorilerine göre, ya boşlukta birbirinden kopuk sonsuz sayıda Evren yer alıyor (Mükevvenat'ta en az 10 üzeri 500 Evren öngören çokluevren kuramı) veya Megaevren denilen tek bir Kâinat var ve bu Kâinat'ta sayısız gözlemlenebilir Evren bulunuyor.... Birşey anladınız mı?.. Ben anlamadım.

Buna ek olarak sonsuz sayıda Paralel Uzay olduğunu söyleyen fizikçiler de var. Kuantum Fiziği'ndeki "çoklu dünyalar" yorumuna göre, bugün bu Kâinat'ta işe giderken mavi gömlek giymiş olabilirsiniz; ama bulunduğunuz Kâinat'a ek olarak beyaz ve siyah gibi farklı renklerde gömlekler giydiğiniz sayısız alternatif kopyanızın yaşadığı sonsuz sayıda Paralel Evren de olabilir... Birşey anladınız mı?.. Ben yine anlamadım.

Kâinat'ı anlamadan, bilmeden Dünyâ'ya bir Rab tâyin etmek de ne ola ki??? Bunlar hep Ergun Arıkdal'ın Medyumluğunu, Operatörlüğünü, Sualciliğini, Dernek Başkanlığı'nı yaptığı Sâdıklar Plânı Tebliğleri'nden zırvalar!..

Halûk Egemen Sarıkaya 1982'de yayınladığı "Sâdıklar Plânı" kitabının başında şöyle diyor:

- "Bir çok galaksinin içerisindeki bir özel evrim grubunun sayısız sistemleri üzerindeki
evrim olayının tedrisâtını üstlenen Yüce Sirius Misyonu, kendi Vazife Plânları
bünyesine dâhil etmek üzere Vazifeli Varlık yetiştiren bir Yüce İnisiyasyon adına
Yeryüzü'ne indirdiği Genel Tebligat'tan olan Sâdıklar Plânı Tebligatı, Hayır Yolu'ndaki
Kemâl Yolcuları'nın bir temel rehberidir.
Ki o, Yüksek Tesir için de bir anahtar gibidir."

Alın size anlaşılmaz, târif edilmez bir sürü kavram!... Özel Evrim Grubu... Sayısız Sistemler... Özel Evrim Grubu'nun Sayısız Sistemleri... Evrim Olayının Tedrisâtı... Yüce Sirius Misyonu... Vazife Plânları... Vazifeli Varlıklar... Yüce İnisiyasyon... Genel Tebligat... Hayır Yolu... Kemâl Yolcusu... Yüksek Tesir... Çık çıkabilirsen işin içinden!..

Diyebilirsiniz ki, "kitabın içinde bu kavramları açıklıyordur" ... Açıkladığı bir kavramı verelim, kitabın 5. sayfasından; bakalım, birşey anlaşılıyor mu?

- "ÖZ: İlk yaradılış ânında, ilâhî fiilin ilk müessir olduğu ve tüm hakikatin saklandığı yer...
veya bütün Kâinat plân ve vasatlarının müştereken tâbi oldukları Aslî Kelâm...
Bu sâdece sizdeki Rûh'a has bir husûsiyettir ki, diğer hâllere geçtikçe bu Aslî Kelâm,
yâhut Müteâl Fiil'in ilk darbelediği yer Bir ve Tek olur."

Ne anladınız?.. Hiçbir şey!... Çünkü ÖZ kavramını sözde açıklamak için kullandığı o kadar çok yeni kavram var ki, içinden çıkamazsınız... İlk Yaradılış Ânı... İlâhî Fiil... Müessir Olmak... Tüm Hakikat... Tüm Hakikatın Saklandığı Yer, ÖZ imiş...
Bu olmadıysa şunu verelim: Bütün Kâinat Plânları ... Bütün Kâinat Vasatları... Aslî Kelâm ... ÖZ, Aslî Kelâm imiş!.. Aslî Kelâm ne?
Ama ÖZ sâdece bizdeki Rûh'a has imiş.... Diğer Hâller... Müteâl Fiil ... Darbelemek... Bir ve Tek... ÖZ ilk darbelenen yermiş, Bir ve Tek olurmuş...

Ne anladınız?.. Anlıyamazsınız!.. Çünkü buna "bir meçhûlü başka bir meçhûl ile târif etmek" denir ki, elbette bu durumda "târif" mümkün olmaz!.. Hiç bir Bilinmeyen, başka Bilinmeyenler'le tanımlanabilir mi?

Halûk Egemen Sarıkaya'dan bir "inci" daha:

- "Tüm Yeryüzü'nü giderek kuşatacak olan göksel ışık ve bilgeliğin çıkış yeri ülkemizdir.
Altın Çağ ülkemizden başlatılan yüce görevin yüce ışığı ile ışıtılacaktır.
Bizim öğretimiz Altın Çağ'ın Kurucuları olacak olan Işık Öğretmenleri ve Işık Görevlileri yetiştirmektir.

Neresini düzeltelim ki?.. Bu aralar pek yaygın olan bir kıssayı nakledelim de, durumun vehâmetini anlayın... Çok şey bildiğini sanan, her şeyi yalan yanlış anlatan adamın biri, kahvede ahkâm kesiyormuş:

- "Çocuğu olmayan Hazret-i Dâvut, Allah'a yalvarmış,
'Allah'ım bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeceğim', demiş.
Duası kabul olmuş, bir kız çocuğu doğmuş, adını Ayşe koymuş...
Ama Allah'a verdiği söz var, kızı almış götürmüş, tam kurban edecekken,
Azrail yanında bir keçiyle gökten inmiş, 'Al, bu keçiyi kurban et, kızı bırak!' demiş..."

ADAM bakmış ki kimseden bir tepki yok, küçümseyerek, "Siz anlamadınız galiba!" demiş... Biri dayanamamış, kalkmış:

- "Ulan, anlattığının neresini düzelteyim?..
Dua eden Hazret-i Dâvut değil, Hazret-i İbrâhim.
Kurban edilecek çocuk kız değil, oğlan. Adı Ayşe değil, İsmâil...
Gökten inen melek Azrâil değil, Cebrâil.
Kurban edilen de keçi değil, koç!.. Hangisini düzelteyim?.."

Biz de neresini düzelteceğiz?.. "Göksel Işık'tan kasıt "İlâhî Nûr" ise, o zâten her an var, görenler için!.. Bilgelik te öyle!..

Ülkemizin, daha doğrusu TÜRKLER'in tâ baştan beri ilâhî bir vazifesi olduğu çok eskiden beri bilinmektedir. Ama bu doğru cümle diğer zırvaları kabullenmeye yetmez. Üstelik o doğrunun da açıklanması gerekir.

Proto Türkler'de İNSAN yeryüzüne KUTSAL bir KİŞİ olarak bedenlenerek iner... TÜRKLER, bu yüzden kendilerine ON-OĞ - KUTSAL KİŞİ derler... ON aynı zamanda KÂİNAT demektir... Yâni İNSAN, EŞREF-İ MAHLÛKAT'tır. Yeryüzü'ndeki en şerefli yaratıktır!.. Bu anlayış GÖK-TÜRKLER'de bile görülür... GÖK-TÜRK, daha doğrusu ÖKÜK-TÜRK, GÖK'ten, TANRI KATI'ndan Dünyâ'ya inmiş KUTSAL KİŞİ'dir...

Sonra Kaşgarlı Mahmud 1072 yılında şöyle der:

- "Yüce PEYGAMBER'in bir hadisine göre, ALLAH-Ü TEÂLÂ 'Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim
ve onları doğuya yerleştirdim. Bir ulusa kızdığım zaman TÜRKLER'i o ulus üzerine musallat ederim' diyor."

- "İşte bu, TÜRKLER için bütün insanlara karşı üstünlüktür. Yüce TANRI, onların adlandırılmasını kendisi üstlenmiş,
onları Yeryüzü'nün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara 'Kendi ordum' demiştir.
Bunların yanı sıra TÜRKLER'in güzellik, sevimlilik, zariflik, incelik, tatlılık, büyüklere saygı, sözünde durma, sadâkat,
alçakgönüllülük, yiğitlik, mertlik gibi her biri ayrı ayrı övülmelerini gerektirecek erdemlerini, anmaya bile lûzum yoktur!"

Ayrıca TÜRK öyle bir kapsayıcı, birleştirici bir kavramdır ki, TÜRKİYE'deki Rumlar'ı, Ermeniler'i, Yahudiler'i, Süryâniler'i, Keldâniler'i, Levantenler'i bağrına basar, kendinden ayırmaz, onlara bu topraklarda yabancılık hissettirmez!.. Rum Ortodoks Kilisesi Patriği Bartolameos bile "Ben TÜRK'üm" der, Ermeni asıllı vatandaşımız Levon Dabağyan "Ben TÜRK'üm" der, Rum kökenli şarkıcı Fedon "Ben TÜRK'üm" der... Böylece TÜRK bütün Dünya milletlerine, devletlerine insanları birbirine kaynaştırmada örnek teşkil eder. TÜRKLER'in ve TÜRKİYE'nin vazifesi budur. Dünya halklarına örnek olarak İNSANLIK öğretmek!..

Zâten DİNLER de bunu yapmaya çalışır... Şimdi "Öldürmeyin, Zûlmetmeyin, Çalmayın, Aldatmayın, Yalan Söylemeyin, Dedikodu Yapmayın, Bağışlayın, Birbirinize Yardım Edin" gibi insânî esasları bir kenara koyup, Nostradamus'tan kaynaklanan Hıristiyan temelli ALTIN ÇAĞ peşinde koşmanın bir anlamı var mı?

"Işık Öğretmenleri" , "Işık Görevlileri" ise her sapıtık tarikatta, dernekte görülür. Bülent Çorak Tarikatı'nda "Güneş Öğretmeni" olarak, Transandantal Meditasyon Tarikatı'nda "TM Öğretmeni" olarak karşımıza çıkar. Sıradan "üye"likten "öğretmen"liğe geçmek için bir ton para ödemeniz gerekir.

Tebliğler'i ince elekten geçirme hususunda Dr. Bedri Ruhselman merhumun davranışı örnektir... Önder adlı Varlık'tan alınan İlâhî Nizam üzerine "tebliğler"i kendi anlayamadığı için, yayınlamamış, derlediği kitapla öğünmemiş; "belki ilerde anlayan çıkar, safsata ise kaldırır atarlar" deyip, notere teslim etmiştir... Alınan Tebliği vuracak mihenk taşı bulamıyorsan, öyle yapacaksın!..

Ergün Arıkdal, kendi Medyumluğu ile alınan bilgiler için ne mihenk taşı aramış, ne de onları ileriye saklamıştır. Hatâ buradadır. O "tebliğler"i okuyanlar da, yayınlayanlar da böyle bir çabaya girişmemişlerdir.

Ergün Arıkdal, Uzaylılar'a, Uçan Dâireler'e nasıl bulaştığını şöyle anlatıyor:

- "Derneğin kurucularından Suat Plevne ağabeyimiz vardı. Gayet kültürlü, esaslı bir insan...
Bedri Bey'in çok eski arkadaşı... Taa Ankara'lardan... Sene 1965, '66 veya '67... O sıralarda.
Suat Bey geldi bize. Bizim bütün Uzay hakkında veya Dış Uzaylı Varlıklar hakkındaki bilgimiz,
Ruh ve Kâinat'taki 'her yer meskûndur' bahsi ve orada bir Tebliğ'deki bilgiyle sınırlıdır.
Yani prensip olarak diyoruz ki, Dünyâ'nın dışında da canlılar vardır. Ama başka hiçbir ilişkimiz yoktu.
Bu kadar idi bilgimiz. Dalmamışız hiçbir şeyin içerisine. Suat Plevne ağabey geldi,
bir konferans verdi. İlk defa biz Uçan Dâireler hakkında bilgi edindik. Feleğimiz şaştı.
Bu adam boşuna konuşmaz. Ondan sonra biz BALIKLAMA bu işin içine daldık."

"Meğer onda çok güzel kitaplar varmış, Fransızca... Onları aldık. Şudur budur... Biz şöyle bir
bayağı araştırma yaptık. George Adamski'yi tanıdık en azından. Kim ne yapmış, kim ne etmiş
ve bu sırada dergide de bazı şeyler yayınlamaya başladık..."

"Sonra bu sefer dedik ki, Suat Ağabey'e, 'Ağabey,' dedik, 'gel bir anlat bakalım şunu bize,
bir de senin ağzından dinleyelim. Yani ne demek istiyor bunlar, neyin nesidir?
Evet, biz meskûn dünyaların çok olduğunu biliyoruz, kabul ediyoruz ama, bu nasıl bir şey?'

" Ondan sonra geldi anlattı bize bir güzel. İşte yardım, yardımı çağırıyor. Onun bir arkadaşı var.
Bu sıralarda da Erich von Daniken isimli bir Alman yazar -daha Türkiye'de hiç kimse bilmiyor-
İsviçre'de Die Weltwoche diye bir dergi çıkıyor. O zat, fevkalâde Almanca bilen birisi...
Bunu Suat Bey'e söylüyor. Suat Bey'in kulakları dikiliyor. 'Yahu,' diyor, 'şunu getirsene,
bir bakalım seninle bu konuya.' Ertesi hafta okuyorlar. Dedim, 'vallahi, biz yararlanmak isteriz.'
...Ve "İlâhlar Kozmonotlar mıydı?' diye bizde ilk teksir yayını çıktı."

Ne yapmış Ergün Arıkdal?.. Uzaylılar konusuna "balıklama" dalmış!.. "Bayağı bir araştırma yaptık" diyor ama, kastı "bayağı bir kitap okuduk" şeklinde... George Adamski'yi tanımış; yâni adamı "doğrucu", yazdıklarını da "doğru" kabul etmiş... Aslında bir de "Uzaylı Dostlarım" diye kitap yazmış olan Howard Menger var... Onu da okumuştur.. Sonra Uzaylılar konusunda okuduklarını doğru-yanlış incelemeden naklederek Ruh ve Madde dergisinde yayınlamış!... Yanlış yapmış!.. Spiritualizm'e su katmış!..

Bedri Ruhselman'ın Ruh ve Kâinat'taki 'her yer meskûndur' ifâdesi, bizim Celseler'imizde "Madde olan her yerde Ruh vardır, Ruh olan her yerde hayat vardır" cümlesi ile desteklenmişti. Ancak bizim kudretimiz, ulaşabildiğimiz yerlere yeter. Kudretimiz dışındakilere yoğunlaşmak, Dünyevî hayâtımız ve Tekâmülümüzü aksatır.

Şöyle bir misâl verelim: Biz MÜSLÜMAN bir ülkede TÜRK olarak doğmuşuz... İlk yapacağımız şey, İSLÂM'ı ve TÜRK TÂRİHİ'ni, TÜRK ve İSLÂM KÜLTÜRÜ'nü incelemek, öğrenmektir. Bu ülkede doğmasına rağmen, TÜRK asıllı olmayan, kendini Kürt, Ermeni, Yahudi bilenler elbette ki kendi soylarını ve târihlerini araştırabilirler. Ancak onların TÜRK TÂRİHİ'ni ve kendilerinin neden TÜRKİYE'de bulunduklarını araştırmamaları, onları bu ülkenin diğer vatandaşlarını tanımaktan, onlar ile kaynaşmaktan alıkoyacaktır.

Biz ise İSLÂM'ı ve TÜRK TÂRİHİ'ni araştırırken, veya araştırdıktan sonra Hıristiyanlığı, Musevîliği, başka milletlerin târihini de öğrenmek isteyebiliriz. O konuları da araştırabiliriz. Ancak, meselâ Roma Târihi üzerinde uzmanlaşmak, akademisyen olmak gibi bir niyetimiz yoksa, kendi esas benliğimizden uzaklaşacak kadar başka konulara dalmamalıyız. Hint Felsefesi, Konfüçyüs, Yunan Mitolojisi derken İSLÂM'ı unutmamalıyız. Bunların hepsini karıştırıp ne idüğü belirsiz bir bulamaç yapmamalıyız. Kavramları birbirine katmamalı, yersiz ve inancımıza ters anlamlarda kullanmamalıyız... Meselâ Ergün Arıkdal "İlâhlar Kozmonotlar mıydı?' diye bir teksir yayınlamış... Bizde "ilâhlar" var mı?..

Başına bir sıfat-isim getirmedikçe kullandığınız kelime size âit sanılır. Siz MÜSLÜMAN olarak "tanrılar" diyemezsiniz, ama "Yunan Tanrıları" diyebilirsiniz. O zaman o kavram size değil; Yunan'a âit olur... Ergün Arıkdal'ın teksirinin adı "Kozmonotlar İlâh mı Sanıldı?" olsaydı, daha uygun düşmez miydi?..

Suat Plevne ve Ergün Arıkdal Uzay'ı, Uzaylılar'ı, Uçan Dâireler'i merak edebilir, bu konuda kitaplar okuyabilir, ama onları İNCELEMEDEN DOĞRU KABUL EDEMEZ, ETMEMELİ VE BU KONUDA YAYIN YAPMAMALIYDI!..

Aslında George Adamski'den önce Türkiye'de adını duyuran bir de Lobsang Rampa vardı, "Üçüncü Göz" kitabı, Hint ve Tibet Felsefesi anlatımları ile ilgi çekmiş, bir de "Ay'a seyyahat"ini anlatmıştı. Onun bir kitabını Ergün Arıkdal "Hermit" adıyla yayınlamıştı.

ADAMSKI'nin 1952'de çektiği meşhur UFO FOTOĞRAFI'nın, sonradan MUTFAĞINDAKİ LÂMBA DEKORU olduğu anlaşılmış, ancak bu bile bugün Adamski adına bir fon kurmuş olan müritlerini dâvâdan vazgeçirememiştir!.. Dünya Dışı Varlıklar'la irtibâta geçtiğini sanan, iddia eden bu kişi, tabii ki diğer temasçılar gibi kayda değer hiçbir Astronomik, Fizik bilgi vermez kitaplarında... Klâsik sevgi-barış-dostluk nidâları dışında birşeye rastlayamazsınız. Türkiye'de 1948'de çoban Behçet Öcal'ın anlattıkları, daha inanılır gibidir. Belki esas ilgilenilmesi gereken, bilimsel olarak incelenmesi, didiklenmesi gereken onun hikâyesi idi.

Onlarca kitap yazmış olan Erich von Daniken'in yazdıkları Dünya'mızdaki enteresan ve açıklanamıyan cisimler, yapılar üzerinedir. Ama bunu Uzaylılar'a bağlaması tartışmalıdır. Hele ki kitaplarına "Tanrıların Arabaları" , "Tanrıların Ayak İzleri" gibi adlar vermesi yenir-yutulur şey değildir!..

Yanlış anlaşılmasın, bizde de bu kitaplardan var, bâzılarını okuduk, içinde nasıl yapıldıklarını açıklıyamadığımız cisimler, binâlar olduğunu gördük, ama bunu Spiritualizm'e sokmadık.

Bu noktada çok önemli bir açıklama yapmamız gerekiyor: Türkiye'de "Spritualizm" deyince akla iki ekol gelmelidir. Birincisi Bedri Ruhselman Ekolü , diğeri Sapkın Ergün Arıkdal Ekolü ... Rahmetli Bedri Ruhselman üç ciltlik Ruh ve Kâinat 1946 kitabında hem Dünya Hayâtı'nı, Ölüm'ü, Ruhlar Âlemi'ni anlatmış, insanların bu konularda ufkunu açmış, hem de ardından yazdığı kitaplarla Spiritualizm'in ne olduğunu, Ruhlar'la nasıl görüşülebileceğini, nasıl yararlanabileceğini göstermişti. Bedri Bey'in Medyumlar'ı sâdece Dünyâ'da yaşamış Ruhlar'la İrtibat kurmuş; hiçbir Uzaylı, Agartalı, Atlantisli Varlık onun Celseler'inde boy göstermemiştir. Bedri Bey'in ikinci özelliği kurduğu İrtibatlar'ı iyi gözlemlemesi, aldığı Tebliğler'i inceden inceye tetkik etmesidir. Beğenmediği, safsata gördüğü bütün "tebliğ"leri yırtıp atmıştır!.. Son yazdığı "İlâhî Nizam ve Kâinat 2013" kitabındaki tebliğleri anlıyamadığı, yorumlıyamadığı için Noter'e teslim etmiş, anlaşılabileceği bir zaman gelince ortaya çıkmasını istemiştir. Nitekim ortaya çıktığında doğru ve yanlışları üzerinde tartışmalar başlamıştır... Bedri Bey'in bir başka özelliği de Türkçe'yi çok iyi bilmesi, kelime haznesinin çok zengin olması idi. Kitaplarının sâdeleştirilmiş baskılarını değil; orijinallerini okumak, zor da olsa, yeni kelimeler öğrenmek ve onun üslûbunun zevkine varmak için gereklidir. Ama aslını bulamazsanız sâdeleşmiş kitapları dahi onun çalışmaları hakkında bir fikir verebilir: "Ruhlar Arasında" 1949, Allah 1951, Medyumluk 1952, Mukadderat ve İcâbat 1953... Şaşırtıcı bir husûsu daha ekleyelim: Bedri Bey "Ruh ve Kâinat" eserinin tekrar basılmasını istememiş, izin vermemişti. Acaba neden?.. Çünkü onun içinde bâzı hatâlar görmüş, düşünceleri değişmişti. Buna rağmen, "Ruh ve Kâinat"ın yeri hâlâ doldurulamamıştır.

Ergün Arıkdal ise, yukarda naklettiğimiz gibi Bedri Ruhselman ile hiç çalışmamış, onun ayrılmasından sonra Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'ne girmiş, Başkan olmuş ve Bedri Bey'in anlayışını tümden terkederek Spiritualizm'i safsataya boğmuştur. Onun yüzünden İnternet ve kitapçı vitrinleri "Uzaylı Mesajları" ile dolmuştur.

Uzaylılar'a merak sarabilirsiniz. Hattâ Ergün Arıkdal'ın bu teksir ile yol açtığı ve daha sonra Halûk Egemen Sarıkaya tarafından üzerine yayın yapılan

- Okültizim - Ezoterizm - Metafizik - Psikoloji - Parapsikoloji - Gizli İlimler
- Kutsal Kitaplar - Budizm - Hinduizm - Yoga - Dzyan Kitabı - Uzak Doğu Savaş Sanatları - Akupuntür -Reiki
- Sirius Misyonu - Ummo Misyonu - Hoova Misyonu - Ay Misyonu - Venüs Misyonu - Altın Çağ Misyonu - Agarta (Yeraltı) Medeniyeti
- Uso-Oint (Denizaltı) Medeniyeti - Mu Medeniyeti - Atlantis Medeniyeti - Lamurya Medeniyeti - Paskalya Adaları Medeniyeti
- Astroloji - Tarot - Cifir - Sihir - Büyü - Vodoo - Fal - Kehânet - Nostradamus - Bermuda Şeytan Üçgeni
- Devler - Cüceler - Zombiler - Vampirler

gibi konuları merak edebilir, bu konuları okuyabilir, araştırma yapabilirsiniz... .AMA BUNLARI SPİRİTUALİZM'LE BAĞDAŞTIRMAZ, KARIŞTIRAMAZSINIZ!.. Biz de "Ne diyorlar?" diye bu mevzularda yazılmış kitapları aldık, şöyle bir baktık, sonra kenara koyduk. Hiç Spiritualizm'e bulaştırmadık!

Meselâ bizim kültürümüzde hiç yeri olmayan VAMPİRLER konusu bir ara kafamıza takılmış, "Bu kavram nereden çıkmış ta filimlere konu olmuş?" diye araştırınca, şunları tesbit etmiştik:

Yıldırım Bayezid zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği'nin başına Fâtih Sultan Mehmed döneminde, Drakul (ejderha) diye anılan Vlad'ın oğlu Vlad Tepeş (III. Vlad) getirilmişti. (1456) Osmanlılar'a bağlı görünen Vlad Tepeş aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu. Vlad'ın Fâtih tarafından gönderilen elçileri kazığa oturtarak öldürmesi üzerine, 1462 yılında Fâtih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Boğdan'dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri Voyvoda Vlad'ı uzun süre tâkip etti. Neticede, sığındığı Macarlar'ın, Osmanlılar'la yaptığı anlaşma üzerine Vlad'ı esir etmeleri ile, mesele çözüldü. Fâtih voyvodalığa kardeşi Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyâleti hâline geldi.

Bizde Kazıklı Voyvoda diye bilinen Vlad Tepeş'in (1431-1477) bu lâkabı, yakaladığı Türk esirleri kazığa oturması ve karşılarına kırmızı şarap içerek onların ıstırâbını seyretmesinden geliyordu. Bu, daha sonra babası Vlad Drakul'a mâledilmiş ve içtiği şarap, kan sanılarak vampir hikâyelerine konu olmuştur. Önce Bram Stoker adlı bir kişi, Kazıklı Voyvoda gerçeğinden etkilenerek ve kan içen vampir yarasalardan ilham alarak bir "Drakula" romanı yazmıştır. İlk vampir filmi bu romandan esinlenerek "Nosferatu - Bir Dehşet Senfonisi" adıyla 1922'de çekilmiş, sonra "Drakula" filmi de, Bram Stoker'ın aynı isimli romanından uyarlanan, 1931 Universal Pictures yapımı siyah beyaz bir korku filmi olarak ortaya çıkmıştır. Arkasından pek çok "vampir" filimleri geldi. Eflâk yerine Erdel (Transilvanya) meşhur oldu. İşin kötüsü Türkiye'de bile vampirlerin olduğuna, ölümsüzlüğüne inananlar zuhur etti!... Araştırmadan duyduğuna, hatta gördüğüne inanmak işte böyle sonuçlanır!.. Halbuki Vlad Tepeş diye 1979 yapımı bir filim bile var! Drakula Başlangıç (2014) filmi de târihî gelişmeyi veriyor.

Peki, Spiritualizm nelerle ilgilenir?

- Medyumluk Çalışmaları (Ruhlar'la İrtibat, Telepati, Telekinezi, Ekminezi, Dedubüman, Materyalizasyon, Şifâ)
- Maddî Tezâhurat (Ruhlar'ın Fincan Yürütmesi, Masa Kaldırması, Ses, Görüntü, Fantom)
- Peygamberler, Kutsal Kitaplar (KUR'AN, TEVRAT, İNCİL, ZEBUR)
- Reinkarnasyon (hatırlayanları tesbit ve tetkik, Ekminezi yoluyla geçmiş hayatları araştırma)
- Medyum Hileleri, Sahte Medyumlar (Biz herşeyin olduğuna olabileceğine inanırız, ama "yaptım" diyenin yaptığını görmeden, incelemeden kabûl etmeyiz.)
- Âhıret Âlemi ve Âhıret Hayâtı (Ölüm, Âhıret'e intikâl, Teşevvüş, oradaki ısdırap ve huzur)
- Dünya Hayâtı (etkisi bugüne yansıyan geçmiş ve târihi olaylar, siyâsî hâdiseler, ilmî gelişmeler, tabiat olayları (Spiritualizm Dünyâ'dan kopuk olmaz)
- Rüyâlar (Şuur ve Şuuraltı etkilerden kaynaklanan Rüyâlar, gerçekleşen Rüyâlar, Âhıret Âlemi'ndekilerle irtibatlı Rüyâlar)
- Fantomlar (Hayâlet, Yatır, ölmüş yakınlarını görenler, konuşanların anlattıkları)
- Telepati (konuşmadan düşünce iletme, başkalarının düşüncelerini okuma)
- Telekinezi (Dokunmadan cisimleri hareket ettirme)
- Ruh Sağlığı (Medyumlar'ın, Celse İdârecisi'nin, Avradakiler'in, insanların Ruh Sağlığı)
- Ruhî Rahatsızlıklar'ın Tedâvisi (Psikosomatik hastalıkların Ruh'la bağlantısını kurma, Psikoloji. Psikiyatri, Hipnoz, Manyetizma ve Telkin'den yararlanarak Tedâvi)
- Manyetizma ve Hipnoz (hem Medyumluk, hem de Tedâvi için yararlanma)
- Obsesyon Tedâvisi (Geri Ruhlar'ın etkisinde olanları bu tesirden kurtarma, Varlığa yardım)
- Ekminezi (kişinin geçmiş târihleri ve geçmiş hayatlarını hatırlamasını sağlayan çalışma)
- Tayy-ı Mekân (Bizde hiç olmadı ama, aynı anda birkaç yerde birden bulunma)
- Materyalizasyon (Bizde hiç olmadı ama, Ruhlar'ın maddeyi yoğunlaştırarak görünmesi, seslerinin duyulması)
- Enteresan Ruhî Olaylar (Günlük hayâtın dışında, nâdir rastlanan ve izâhı zor olaylar)

Uzaylılar, Cinler, başka Görünmeyen Varlıklar'ın olduğuna inanırız ama, bizim ilgi sahâmız dışındadırlar. Astroloji ile, Fal'la da ilgimiz yoktur.

Rahmetli Bedri Ruhselman Uzay'da Hayat olduğuna, yâni Uzaylılar'a inanmıyor muydu?.. İnanıyordu!.. Belki onun ilham aldığı, eserlerindeni yararlandığı Allan Cardec (1804-1869) , Charles Richet (1850-1935) , Dedektif Sherlock Holmes'un mâcerâlarının yazarı Conan Doyle (1859-1930) de inanıyordu. Bu kişiler gecelerini gündüzlerine katmışlar, Dünyâ'da yaşayıp ta ölmüş pek çok Ruh'la İrtibat'a geçmişler, kitaplar yazmışlar. Bedri Bey'in "Ruhlar Arasında" kitabı en meşhuru... Hiçbiri Uzaylılar'la, Agartalılar'la, Atlantisliler'le görüşmeye kalkmamış!.. Bedri Bey kitaplarının hiçbirisinde Uzaylılar'a yer vermemiştir. Sâdece Ruhlar'dan, Ölüm'den, Âhıret Âlemi'nden, Medyumlar'dan, Dünyâ Hayâtı'nda Tekâmül'den bahsetmiştir. Bu sınırlamada o kadar ileri gitmiştir ki, Müslüman olmasına rağmen, Mutlak Kudret Sâhibi ALLAH üzerine, ve MUKADDERAT ve İCÂBAT üzerine kitap yazmasına rağmen, İSLÂM'dan hiç referansı yoktur!..

Biz öyle yapmadık... Bizimle İrtibat'a geçen Ruhlar da öyle yapmadı. Âhıret Âlemi'nde din olmamasına rağmen; Hıristiyan olarak yaşamış Ruhlar Hıristiyanlığa, Budist-Hindu olarak yaşamış Ruhlar da Hint Felsefesi'ne uygun, ama bizim işimize yarayacak bilgiler vermişlerdir. Bundan daha tabii birşey olamaz. Çünkü hayat tecrübeleri o yöndedir. Biz de yazdıklarımızı Kur'an âyetleri ve hadisler ile destekledik. O kadarla da yetinmedik, Târih'le, Edebiyat'la, Arkeoloji, hatta Astronomi ile TEBLİĞLER'in derinine daldık. Çünkü DİN de, BİLİM de hayâtımızın ve Tekâmülümüz'ün bir parçasıdır ve Spiritualizm Dünya Hayâtı ile ilgilidir, Uzay'la değil!.. Uzay'la, Uzaylılar'la Astronomi ilgilenir... İlerde elle tutulur-gözle görülür somut bir "Uzaylı ile Yakın Temas" tesbiti olursa, onu da dağarcığımıza katarız.

Dönelim Ergün Arıkdal ve Sâdıklar Plânı'na... Şimdi şu "tebliğ"e bir bakın, içinize sindirebiliyor musunuz?

Varlık : Sâdıklar Plânı
Tarih : 22 Ocak 1971
Yer : İstanbul'daki Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği
Operatör: Ergün Arıkdal
Medyum : Ergün Arıkdal
Soru Sâhibi: Ergün Arıkdal
Usûl: Kendi kendine Trans yoluyla rûhî infisâl
Celse : 141
Kaynak : 1978 tarihli, 223 sayılı Ruh ve Madde Dergisi

Soru- (Birisi soruyor ama, sual Ergün Arıkdal'ın belirlediği soru)
"Bu devrin Rabbi" diye bir deyim geçti. Acaba Lût, Nuh, Mûsa, Yâkub,
İsâ, Muhammed devirlerinde ayrı ayrı Rab mı vardı?
Varlık- Hayır!.. Bu devrenin başlangıcı bir Rabb-ül Âlemin ile başlamıştır.
(Ama)
Rabb-ül Âlemin, Kaadir-i Mutlak olan ALLAH değildir!

İnsanın tüyleri diken diken oluyor!.. Sorunun zırvalığı, Rab kelimesine verdiği mânâ, grubu tamâmen ele geçirmiş Varlığın (öyle ya, 1959'da başlamış irtibata, yıl olmuş 1971) tümden inkârcı cevâbı!.. Tüylerim diken diken oluyor!..

O Celse'nin Avrası'nda Fâtiha Sûresi'ni bilen, arada sırada geçmişlerine okuyan yok muydu, bre ALLAH'ın kulları?..

- "Elhamdu lillâhi rabbilalemin
Errahmânirrahim
Mâliki yevmiddin
İyyâke na'budü ve iyyâke nesteîn
İhdinassiratel mustakim
Sırâtellezine enamte aleyhim
gayrilmağdubi aleyhim veleddâllîn"

(Fâtiha Sûresi)

Peki, meâli ne? ... Birinci âyete dikkat!..

- "Hamd, Rabb-il Âlemin (Âlemlerin Rabbi olan) ALLAH'adır.
Rahman'dır, Rahim'dir O.
Din (hesap) Günü'nün Sâhibidir.
(Allahım!) Yalnız Sana ibâdet ederiz ve yalnız Sen'den yardım dileriz.
Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.
Gazâba uğrayanların ve sapıklarınkine değil."

Bunu bilen bir insan nasıl böyle bir sual sorulmasına müsaade eder, nasıl böyle bir cevâbı kabullenir ve 7 sene sonra dergide yayınlar?.. Bu, HÂŞÂ, ALLAH'tan başka ilahlar, Rabler kabullenmek değil midir? Bu da "Lâ ilâhe illallah - ALLAH'tan başka ilâh yoktur" şeklindeki imânımızın ilk şartına aykırı düşmez mi?

Bitmedi!.. Çok açık bir âyet daha var:

- "Kul men rabbus semâv$ati vel ard - De ki: 'Gökler'in ve Yer'in Rabbi kimdir?'
???? ?????? - kulillah -, De ki: 'Allah'tır.' "

Bu âyette geçen "Gökler" kelimesi Kâinat'ı, "yer" kelimesi ise Dünyâ'yı kastetmektedir.

Sonra Ergün Arıkdal, hiç değilse uyanıkken, Trans'ta değilken şu Necm (yıldız) Sûresi'nin 49. âyetini de mi görmedi?

- "Ve ennehu huve rabbuş şı'râ - Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur."

Şi'ra, Sirius Yıldızı'dır... Yâni, "o çok parlak gördüğünüz ve bir sürü anlamlar yüklediğiniz yıldız var ya, Şi'ra mı, Sirius mu diyorsunuz, o yıldızın Rabbi de ALLAH'tır" diyor âyet!.. Sirius'un Rabbi ALLAH, Dünyâ'nın Rabbi ALLAH, Âlemlerin Rabbi ALLAH'tır!.. TEK'tir!.. İnsanların imânını sarsmayın!.. Pek çok âyet bu tarz sapkınlığı kınar:

- "Bunlar Allah'tan başka hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Rab edindiler.
Halbuki onlar ancak gerçek olan tek bir ilâha kulluk ve ibâdetle emrolunmuşlardı.
Allah'tan başka gerçek ilâh yoktur!
O, onların ortak koştukları şeylerden bütünüyle uzaktır, yücedir."

(Tevbe Sûresi, 31. Âyet)

- "Onlar, kendilerine kuvvet ve şeref kazandırsın diye
Allah'tan başka tanrılar edindiler."

(Meryem Sûresi, 81. Âyet)

Rab, İlâh, Lillah, Hû, Hüdâ, Tanrı aynı... ALLAH'tan başka ne Rab var, ne İlâh var, ne de Tanrı!.. İster bu devre olsun, ister öteki devre!.. İster Âdem Aleyhisselâm devri olsun, ister Muhammed (s.a.v.) devri!.. Âlemlerin Rabbi ALLAH'tan başkası değildir!.. Aksini söyleyen Sâdıklar Plânı ve Ergün Arıkdal'ın yanlışı üç!.. (Birinci yanlış denetimsiz çalışma, ikinci yanlış Uzaylı safsatasını yayma, üçüncüsü de bu küfür, imândan çıkma!)

Bu konuda daha pek çok âyet var. Sâdece ALLAH ve RABB-İL ÂLEMİN geçenleri aldık:

- "İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arş -
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümrân oldu."

(Â'raf Sûresi, 54. Âyet)

- "Fe lillâhil hamdu rabbis semâvâti ve rabbil ardı, rabbil âlemîn -
-Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve Âlemlerin Rabbi Allah'ındır."

(Câsiye Sûresi, 36. Âyet)

Neymiş?.. âdece "bu devrin Rabbi" değil; göklerin Rabbi, Yer'in, yâni Dünyâ'nın Rabbi ve Üüm Âlemler'in Rabbi, ALLAH imiş!..

(Haabil, kendisini öldürmek üzere saldıran kardeşi Kaabil'e dedi ki:)
- "Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktuleke,
innî ehâfullâhe rabbel âlemîn -
-Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da,
ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim.
Çünkü ben Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."

(Mâide Sûresi, 28. Âyet)

- "Vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn - Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır."
(En'âm Sûresi, 45. Âyet)

(Ey Muhammed!) Kul inne salâtî ve nusukî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemîn -
'Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de
Âlemlerin Rabbi Allah içindir,' de!"

(En'âm Sûresi, 162. Âyet)

- "Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey'in -
De ki: Allah Herşeyin Rabbi iken ben ondan gayrıa Rab mı arayacağım?"

(En'âm Sûresi, 164. Âyet)

Neymiş?.. ALLAH, HERŞEYİN RABBİ imiş!.. Ondan başka RAB yokmuş!..

Bozacının şâhidi şıracı imiş ya, Ergün Arıkdal'ın Medyumluğunu ve Sâdıklar Plânı'nı methetmek Bülent Çorak'ın fasiküllerine düşmüş!.. Ne var ki, Ergün Arıkdal'ın Medyumluğunu yaptığı bu Vasat-altı Varlık, bu "Rabb-ül Âlemin Allah değildir" (hâşâ!) gafından sonra bize değil "tebliğ"; altınlar, elmaslar, köşkler, saraylar da vaadetse, inandıramaz!.. Notumuzu vermişizdir.

Sâdıklar Plânı'na meftûn kişiler diyebilirler ki, "Bir metnin içinden cımbızla bir cümleyi çekerek yorum yapmak doğru değil. Ruhsal Tebliğler'de aktarılan bilgiler bir bütündür, birbirlerinin tamamlayıcısıdır." ... Olmaz!.. Bir su fıçısına bir fâre düşse, fıçının tümü mundar olur, içilmez!.. Kaldı ki, bu tarz cümleleri ne ile telif etmeye kalksanız, kurtarmaz!.. Denemesi bedâva!.. Yapın, düzeltin, görelim!..

Haa, vaktimiz olursa o 700 küsûr sayfalık Sâdıklar Plânı "tebliğler'ini didik didik etmeye DEVAM'dan kaçınmayız!.. Şimdilik bu kadar...

***

... dedim, ama dayanamadım!..
Çünkü Ergün Arıkdal'ın bir de "Sirius Misyonu Tebliğleri" varmış!.. Aman ALLAH'ım!.. Nasıl başa çıkacağız şimdi?.. Önce Sirius Yıldızı'nı incele, sonra "tebliğ"leri didikle!.. Benim başka işim yok mu, be birâder?.. Şaka, şaka...

Yalnız şaka olmayan bir şey var... Ergun Candan adında biri Sirius hakkında şöyle buyurmuş:

- " Sirius'lular bizim Güneş Sistemimiz gibi daha birçok güneş sisteminin içinde yaşayan
Varlıklar'ı eğitmiş, görüp, gözetmiş vazifeli bir sistem olarak fonksiyon gören Varlıklar'ın bulunduğu
kozmik yönetici bir mekanizma oldukları ve vahiy kanalıyla aktarılan ilâhî dinlerin de,
yine bu kanal aracılığıyla aktarıldığı söylenmektedir.
Muhammed Peygamber ve daha birçoklarının Siriuslu veya Dünyâ'ya doğmadan önce bir süreliğine
Sirius'ta bulunduğu söylenmektedir. Burada indirilecek bilgilerin son kez gözden geçirildiği
ve bâzı bilgilerin değiştirildiği, bâzılarının indirilmekten vazgeçildiği, ayrıca hangi Kanal vâsıtası ile
hangi sırada indirileceğinin belirlendiği belirtilmektedir.
Ve yine burda size Kur'an-ı Kerim'de Sirius Yıldızı'nın anıldığı bir âyeti hatırlatmak istiyorum...

- "Göğe ve gece ortaya çıkana and olsun!
Gece ortaya çıkanın ne olduğunu sen bilir misin?
O, ışığı ile karanlığı delen yıldızdır.
Üzerinde gözetici olmayan kimse yoktur."

(Târık Sûresi , 1-4 âyetler)

"Üzerinde 'gözetici varlıklar'ın yaşadığı açıkça ifade edilen bu yıldız 'Sirius Yıldızı'dır.
Bu yıldızın Sirius Yıldızı olduğu Sûre'nin isminden de kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Çünkü bugünkü Astronomi Bilimi'nin 'Sirius Yıldızı' olarak isimlendirdiği yıldız,
o devirde 'Târık Yıldızı' olarak isimlendirilmişti."
("Son Üç Peygamber" kitabı Sayfa:258)

E, şimdi o öyle der de, Ergün Arıkdal ve Bülent Çorak Sirius Yıldızı'na bir misyon yüklemeden durabilir mi?.. Üstelik adam âyet bile belirtmiş!.. Bir daldın mı, kolay çıkamıyorsun işin içinden... Şimdi o âyetleri incelemesek, olmaz!!. Çünkü TÂRIK kelimesini Sirius yıldızı diye almışlar.

Târık Sûresi 1-6. âyetler: "Es semâi vet târık. Ve mâ edrâke mât târık. En necmus sâkıb.
İn kullu nefsin lemmâ aleyhâ hâfız. Felyanzuril insânu mimme hulıka. Hulika min mâin dâfikın
- And olsun gökyüzüne ve gece çakıp görünene!
O, gece çakıp görünen nedir, bilir misin? Karanlığı delen yıldızdır.
Hiç kimse yoktur ki, başında bir muhâfız, göz-kulak olanı bulunmasın!
Artık insan neden yaratıldığına baksın. Kuvvetle atılan bir sıvıdan yaratıldı."

TÂRIK , sözlükte "gece gelen, şiddetle vuran, çarpan" anlamlarına gelir.
HÂFIZ , "bir şeyi anlamadan ezberleyen kimse, Kur'an'ı bütünüyle ezbere bilen kimse, koruyan, saklayan, ezberleyen, özellikle Kuran-ı Kerim'i ezbere okuyan, esirgeyen, muhafaza eden, Hakiki ve mutlak koruyucu ALLAH'ın adı, muhafız" demektir.
Böylece ALLAH göklere ve gökte gece çakıp duran belki en parlak yıldıza, belki de bütün yıldızlara yemin ederek "Her kişinin önünde ve arkasında ALLAH'ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır, o yıldızın ne olduğunu bilmediğiniz gibi, bunu da bilmezsiniz" diyor... Târık'tan Sirius Yıldızı mânâsı çıkabilir ama, bu âyetten bizi koruyup gözetenlerin Sirius'ta olduğu anlamı çıkmaz!.. Çok zorlama olur!..

Hem iş orada bitmez. Bu yıldız Necm (yıldız) Sûresi'nin 49. âyetinde şu şekilde geçer:

- "Ve ennehu huve rabbuş şı'râ - Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur."

Şi'ra, yukarda da belirttik, Sirius Yıldızı'dır... Yâni, "o çok parlak gördüğünüz ve bir sürü anlamlar yüklediğiniz yıldız var ya, Şi'ra mı, Sirius mu diyorsunuz, o yıldızın Rabbi de ALLAH'tır" diyor âyet!.. Yine bitmedi...

Efendim, Yahudiler kendilerine göre bir takvim yapmışlar. Takvimin başlangıcı olarak önce bir dönem Mısır'dan çıkışı (M.Ö.1093), sonra bir dönem Babil sürgününe gidişi (M.Ö. 586), ardından bir dönem İkinci Mâbet inşaatını (M.Ö. 520) almışlar. Nihâyet M.S. 4.Yüzyıl'da, HAHAM II. HİLEL, bu takvimin başlangıcını, yanlış olan, YARATILIŞ dediği yıla, M.Ö. 1 Tishri 3761 târihine taşımıştır. Yahudiler hâlâ o takvimi kullanırlar. 2018 Milâdî yılı onlara göre 5778'dir.

Bu takvime göre yaptıkları hesaplar Hz. İbrâhim'in M.Ö. 1800'lü yıllarda yaşadığını belirtir. Hz. İbrâhim'in zamanımızdan neredeyse 4.000 yıl önce ALLAH'ı nasıl bulduğu, KUR'AN'da şöyle anlatılır:

- "Gece karanlığı bastırınca bir yıldız gördü.
'İşte Rabbim' dedi. Yıldız batınca, 'Ben batanları sevmem,' dedi."

(En'am Sûresi , 76. Âyet)

Hz. İbrâhim'in gece karanlığı basınca ilk gördüğü yıldız, hangi yıldızdı?.. Elbette gökyüzündeki en parlak yıldız SİRİUS!.. Ama Hz. İbrâhim onun da battığını görünce, verdiği bütün anlamları sildi, "Ben batanları sevmem," diyerek Rabbini başka yerlerde aradı. O yıldıza misyon falan yüklemedi!..

Sonra bakın ne yaptı:

- "Ay'ı doğarken görünce de, 'İşte Rabbim!' dedi.
Ay da batınca, 'Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse,
mutlaka ben de sapıklardan olurum,' dedi."

- "Derken, Güneş'in ışıklar saçarak doğduğunu görmüş,
'Rabbim bu' demişti, 'bu daha büyük.'
Fakat Güneş de batıp gidince.
'Ey kavim, benim, sizin şirk koştuğunuz şeylerle hiçbir ilgim yok!' demişti."

(En'am Sûresi , 77-78. Âyetler)

Yaa!.. Gördünüz mü?.. Hz. İBRÂHİM, değil uzaktaki Sirius Yıldızı'na; yakındaki Ay'a, Güneş'e bile misyon yüklememiş, 4.000 yıl önce!.. Şimdi birileri Sirius'un Dünyâ'yı yönetecek kültüre sâhip olduğuna, birilerinin oradan bizleri gözetlediğine inanıyor!..

Ergün Arıkdal "Sâdıklar Plânı Tebliğleri"nin bittiği 1974 yılından 1982 yılına kadar "medyumluk" açısından boş mu durdu, bilmiyoruz... Ama 1982 yılının güzel bir Nisan günü birden açılır ve bu sefer Sirius Misyonu Plânı ile görüşmeye başlar. Tabii ki, kendi Trans'a girer, kendi kendinin Operatör'ü olur. Belki de soruları gene kendi hazırlar. Başkasını karıştırmaz, denetim kabul etmez.

Plan:SİRİUS MİSYONU
Tarih : 8.4.1982
Usûl :Kendi kendine Trans yoluyla ruhî infisal
Medyum : ERGÜN ARIKDAL
Hâzirûn : MEHMET SANCAR, GÜVEN ERER, AHMET HIZVEREN
CELSE :1

Plân- Burası Sirius Misyonu... Bizim yerimiz... Şu anda yayın yapan Sirius B'dir.
Tesir psişik boyuttan ulaştırılıyor...

Kendi insanlarımızı, kendimiz seçeriz. Bu bakımdan, dalgalar yoluyla yaptığımız taramalarda,
birçok hudut bekçilerini yeniden uyarıyoruz. Amaç, görkemli sabahın bekçilerini tanzim etmektir.
Uzun süredir, üstünü kapalı tuttuğumuz bilgi mekanizmasının örtüsü açılacaktır.
Yanlız sizlerin değil, üç galaksinin kültürü, Sirius'a bağlıdır. Bunların ancak kırıntılarını tadıyorsunuz.
Sürekli olarak, fakat en yoğun şeklinde, Muhammed'den başlayarak, pek çok Siriuslu'yu,
psişik boyuttan ulaştırarak Yeryüzü'ne memur ettik... Ne zaman emrolunan vakit geldiğinde,
biz sizlere kendimizi açıkca tanıtırız.

Durmadan edemiyeceğim... Radyo istasyonu gibi mubârek!.. Yayın yapıyormuş!.. Yayından ne anlıyoruz?... Sirius Misyonu'nda birçok Varlık var, ama bedenli mi, bedensiz mi, belli değil!.. Öyle ya!.. Sirius B, (ilerde astronomik bilgi vereceğiz) bir yıldız olduğuna göre, maddî bir mekân olduğuna göre, oradan yayın yapıldığına göre, görüşen Varlığın "Bedenli" olması gerekmez mi?.. Aynı zamanda anlıyoruz ki, Medyum da Sirius A ve Sirius B yıldızlarından haberdâr... Biraz okumuş... Ne kadar bilmiyoruz.

"Tesir, psişik boyuttan oluşturuluyor"muş!.. Tesir'den kasıt "Rûhî İrtibat" olsa gerek... O da Rûhî Boyut'tan ulaşıyormuş... Ne demekse???

Birtakım "hudut bekçileri" varmış... Onları geçmişte uyarmışlar, yeniden uyarıyorlarmış... Kim bu bekçiler? Hangi hududu bekliyorlar?.. Kendi insanlarını kendileri seçtiğine göre, şimdi bu Celse'de bulunanlar seçilmiş, o anlaşılıyor da, onlar "hudut bekçileri" mi, o belli değil!.. "Görkemli Sabah" ne?.. Bizlerin Müslüman olarak ilerde bir Kiyâmet Günü beklentisi vardır, "Din Günü", "Hesap Günü" diye de bilinir... "Görkemli Sabah" hangi günün sabahı?.. "Bilgi Mekanizması"nın üstü açılacakmış!.. Sihirli kutu mubârek!..

MEKANİZMA çok-anlamlı bir kelime... "Belli bir sonuca ulaşmak için karmaşık bir biçimde düzenlenmiş organ veya parçalar birleşimi, sistem, düzenek, organların işleyiş biçimi, ateşli silahların işlemesini sağlayan mekanik bölüm, tüfeğin kubuzu/gövdesi içinde ileri geri hareket ederek fişeği namluya yerleştiren, iğne ve kilidi bünyesinde bulunduran düzenek, oluş, ortaya çıkış, işleyiş, belirli sorunları çözmek ya da belirli sonuçları elde etmekte kullanılan, canlıda aşağı yukarı kökleşmiş davranış kalıpları" demek... Demek ki "belli bir sonuca ulaşmak için hazırlanmış bilgi düzeneği"nin üstü açılacak!.. Ama biz biliyoruz ki, bize rehber olarak son kitap KUR'AN indirildi, o da bizi bilime yöneltti. Yâni gözleyerek, araştırarak, lâboratuvarda deneyerek, fiilen çalışarak bilgi edinmemizi, Peygamberimiz de "İlim Çin'de bile olsa" bile gidip almamızı istedi. Böyle tepeden hazır lokma, ne bilgisi gelecekmiş?..

Şu Üç Galaksi hangileri imiş?.. Acaba ileriki Celseler'de sayıldı mı?.. Milyarlarca yıldızı olan üç galaksiyi, onların yanında soğan cücüğü kadar bile olmayan Sirius mu yönetiyor?.. Hz. MUHAMMED de Siriuslu imiş!.. Hâşâ!.. Gene aynı palavra... Bülent Çorak'ta da var, "Bu Dünyâ'nın insanları olgun olamaz, mutlaka Uzay'dan gelmiş olmalılar" iddiası!..

Ne var, biliyor musunuz?.. Ergün Arıkdal 1982 yılında, 1968'de yazdıklarını unutmuş!.. İnsan bâri Dernek'teki Ruh ve Madde dergisi sayı 98 ile başlayan "Hz. Muhammed ve Müslümanlık" başlıklı kendi yazı dizisine bakar da, sonradan "medyum" olarak verdikleri ile kıyaslar!.. Hz. MUHAMMED gökten, Sirius'tan zembille inmedi. Babası Abdullah, annesi Âmine idi... Her Dünyâlı gibi doğdu, süt emdi, büyüdü. Bu haddini bilmez, densiz Varlık Hz. MUHAMMED için "memur ettik" diyor... Bir halt bile edemezsin!.. Onu Peygamber eden ALLAH'tır!..

- "Ey Peygamber!
Seni bir şâhit, bir müjdeleyici, bir korkutucu olarak gönderdik"

(Ahzab Sûresi ,45. Âyet)

Burada "gönderdik" ifâdesine bakıp "Hah, işte o gönderen biziz" iddiasında bulunuyorlarsa, Kur'an-ı Kerim'i de, bu âyeti de onlar indirmiş demektir ki, HÂŞÂ!.. KUR'AN-I KERİM'de ALLAH'ın Zât'ını kasteden yerlerde BEN kelimesi; ESMÂ'sının, yâni RAHMAN, RAHİM, HÂLİK, ALÎM gibi İsimlerinin Kâinat'a yansımasını anlatan yerlerde BİZ kelimesi geçer.

Hep "ilerde tanıtırız" derler ama, ya hiç kendilerini tanıtmazlar, ya da Bülent Çorak ta olduğu gibi "Ben Beta Nova'da yaşayan ALLAH'ım!" (HÂŞÂ) der, çıkarlar!.

Devam edelim, bakalım, Ergün Arıkdal'ın Sirius Misyonu neler yumurtlamış:

- "Atlantis'in Uluları, bizim memurumuzdu.
Agra (Agarta) da bizim hükmümüz sürer.
Piramitler, bütünüyle Sirius Kültürü'nün eğitim yeridir.
Anadolu, son devre için, Sirius Tesiri için hazırlanmış bir jenaratördür.
Ve buradaki halk serî devreler hâlinde bağlantıya geçmektedir.
Toplum olarak, bu misyonun gerçekleşmesinde payınız büyük olmalıdır"

Gene durmadan edemiyeceğim....Hoppala!.. Şimdi bir de karşımıza Atlantis çıktı. Varlığı öne sürülen ama bir türlü nerede olduğu tesbit edilemiyen Atlantis Kıt'ası'nda yaşamış olanlar değil; oranın Ulular'ı da Sirius Misyonu'nun "sıradan memuru" imiş.
AGARTA , Sanskritçe'de "ele geçirilemiyen, ulaşılamıyan" demektir. Tibet ve Orta Asya efsânelerinde sıradağlar içinde, yeraltında yaşayanlar olarak bahsi geçer. Birileri buna mistik, ezoterik anlamlar vermiştir. Efsâneden ibârettir. Yeraltında, mağaralarda yaşayan ilkel insanlar olmuştur, Anadolu'da da yeraltı şehirleri vardır, saklanma amaçlıdır, ama oralarda üstün bir medeniyeti aramak abestir.
Piramitler birer mezar değilmiş, Sirius Kültürü'nün eğitim yeriymiş. Siriuslular gökten inip, gizli kapılardan piramitlere girip, dâvet ettikleri insanlara kendi kültürlerini öğretiyorlarmış. Nedense 19.Yüzyıl'da Napolyon Sfenks'i topa tutunca korkmuşlar, eğitimi kesmişler... Şaka, şaka!..

"Son Devre" ne anlamadık ama, Anadolu onun için bir jeneratörmüş. Ama İSLAM ve TÜRK KÜLTÜRÜ'nü yaymak için değil; Sirius Tesiri içinmiş!..

Devam edelim, bakalım, arkadan neler gelecek?

- "Bunca yıldan beri sizde oluşan bilgiler, birbirleriyle bağlantısı güçlü olmayan,
kuşkulu târif ve kavramlardan ibârettir.
Dininiz, ilminiz ve şimdi ki yolunuz da buna dâhildir. Elbetteki zaman yaklaşıyor.
Biz, psişik boyuttan, üstün vazife sadâkatine sâhip bir plânı, üç yerde görevlendirmiştik.
Bunlardan ilki ve en dolgun olanı sizlere bilgi vermişti....
İkincisi Meksika da, üçüncüsü Arjantin'dedir. Onlar sizi bulacaklardır.
Şimdi, onbeş gün sonra yine aynı saatte tekrar görüşeceğiz.
Bu arada, size söylemiş olduklarımızın tamamını, çok akılcı bir açıdan
inceledikten sonra sonucu belirleyiniz.
Yani size ne anlatılmak istenmiştir, ne yapılması gerekecektir ve sizden ne bekleniyor?
ve en önemlisi, geleceğe yönelik nasıl bir tavır içersine gireceğinizi tespittir.
Bu çalışmayı ve bütün buradaki konuşmaları ezberleyiniz. .Sadece üç nüsha yazarak muhafaza ediniz.
Bantları, kayıt ettikten sonra siliniz.Tek bir teyp kullanılacaktır. Ya da birden fazla varsa o da silinecektir.
tamamiyle, Rûhen, vicdânen hürsünüz. İstemeyen yoldan çıkar."

"Burası Sirius Misyonu... Zihinlerinizdeki ham düşünceleri, oluşmamış geometrik varsayımları
ve yanlış bilgileri düzeltmek isteyenlere, bu yolda kalması tavsiye edilir.
Burası Sirius Misyonu... Tekrar görüşmek üzere...."

Varlık diyor ki, "Biz size Sâdıklar Plânı Tebliğleri olarak bunca yıl bilgi verdik, ama bir halta yaramadı. Sizde birbiriyle bağlantısı güçlü olmayan bir sürü KUŞKULU TÂRİF ve KAVRAMLAR oluştu. Dininiz, imanınız, ilminiz bu KUŞKULU TÂRİF ve KAVRAMLAR içinde kayboldu gitti. Şimdi yeni ve daha KARMAŞIK, KUŞKULU TÂRİF ve KAVRAMLAR ile aklınızı karıştırmaya devam edeceğiz." ... İnanın, söylenenleri yavaş yavaş, tâne tâne okuyunca bu ortaya çıkıyor.

Bu Varlıklar sözde Sâdıklar Plânı'nı üç yerde görevlendirmişler, ama en dolgun bilgileri Ergün Arıkdal ekibine vermişler. Meksika ve Arjantin'dekiler İstanbul'la irtibâta geçecekmiş... 1982'de söylenmiş... Yıl 2018... Geçmişler mi irtibâta?.. Hayır!.. O da palavra!.. Bâri adres vereydiler de, bizimkiler irtibâta geçseydi!..

Söylenenleri ezberlemek te nereden çıktı?.. Şiir mi bu, âyet mi?.. Ezberlense ne halta yarar? Celse zabıtları niye muhafaza ediliyor da, bant siliniyor?.. Mantığı var mı? "Geometrik Varsayım" ne? Üstelik oluşmamışlar!..

Böyle olmayacak!.. Biz önce adını duyduğumuz, ama hakkında hiçbir şey bilmediğimiz Sirius Yıldızı'nı bir inceliyelim. Hem Astronomi bilgimizi artıralım, hem de UFO'cular neden bu yıldıza sarmış, onu öğrenelim... İnternet'te çok güzel sayfalar var Sirius hakkında... Onlardan aynen aldık. Kendilerine şükran borçluyuz. Hepsini kabul etmek zorunda değilsiniz, ama bâri okuyun... İlki Diamond Tema sayfasından:

- Bir astronomun gözüyle yıldız kümeleri "yoğun ışık saçan plazma küresi"yken, bâzıları için koca Evren'de Tanrı'nın farklı boyutlardaki tezâhürüdür. Sâdece karanlık geceleri aydınlatmak için orada durmadıkları ise âşikârdır.

- Hiç şüphesiz yıldızlara ayrı coğrafya ve kültürlerde, birbirinden bağımsızmış gibi görünen, ancak özünde aynı olan inanç sistemleri farklı anlamlar yüklenmiştir. Bu sembolizmin en yoğun olduğu yıldızlardan biri olan Sirius, "Köpek Yıldızı", "Demir Kazık" gibi adlarla ifâde edilir. Bâzı kaynaklar Demir Kazık Yıldızı'nı Kutup Yıldızı olarak ifade etse de, mitolojik imgeler açısından bakılırsa, işâret edilen yıldız Demir Kazık'tır. Ezoterik öğretilerde köpek, kurt, çakal biçiminde simgelenmiştir.

- Yunan mitolojisinde avcı Orion'un köpeğidir.
Türk mitolojisinde göksel sarayın bekçisi göksel kurttur.
Roma mitolojisinde Roma şehrinin kurucuları Romelus ve Romus'u emziren kutsal kurttur.
Zulkarneyn'in bu yıldıza giderek Yecüc ve Mecüc'ü hapsettiği düşünülür.

- Sirius farklı dillerde "Sothis", "Şira", "Sirona", "Serios", "Kak-si-di", "Huşi" gibi adlarla telâffuz edilmiştir. Büyük Köpek Takımyıldızı'nda yer alan bu yıldız gökyüzünün en parlak yıldızıdır. Güneş'ten 8,6 ışık yılı uzaklıkta olmasına rağmen, parlaklığı Güneş'in 23 katıdır. Astronomlar Sirius-B için "küçük yıldızlardan biri olmasına karşın yoğunluğu oldukça ağır bir yıldızdır" derler. Bu yıldızdan alınacak minik bir maddenin 1 ton geleceği söylenmektedir. Demirden daha sert olan bu madde Dünyâ'daki en sert mineral olan elmastan 300 kat daha serttir. İlginç bir biçimde bu yıldıza Türk kültüründe de demir gibi sert anlamında Demirkazık Yıldızı denir. Demirkazık mitolojik Türk tasavvurunda Evren'in Direği ve Göğün Kapısı olarak adlandırılır. Sıcak ve soğuğun bu kapıdan geçtiği düşünülür.

- Bu yıldızın Güneş'le birlikte doğduğu Temmuz ve Ağustos ayları orta ve kuzey enlemlerde kavurucu sıcakların olduğu "köpek günleri" olarak adlandırılır. Hatta İngilizce'de "dog days" ifâdesi buradan gelir. Bu günlerde sıcaklığa bağlı olarak salgın hastalıklarda da artış gözlemlenmiştir. Büyük Plinius, ya da Yaşlı Pliny olarak bilinen ünlü Romalı filozof, Naturalis Historia adlı eserinde Temmuz ve Ağustos aylarının kuduz köpekler tarafından saldırı riski taşıyan aylar olduğunu ifâde etmiştir. Demirkazık'tan sıcaklığın Yeryüzü'ne inmesi gibi düşünebiliriz bunu.

- Ezoterik öğretilere göre de Dünya planetinin oluşması aslında Sirius (Köpek Yıldızı) ile Güneş Sistemi'nin evlenmesinin sonucudur.

- Eski Türk kavimlerine göre, bu yıldız Tanrı'nın ışıklı ülkeleri olan Gök ile Yeryüzü'nü birleştiren kutsal bir kapıydı. Bu yıldız Ruhlar Âlemi ile ölümlülerin yaşadığı maddi âlemin sınırıydı. Tanrı'yla insanı ayıran çizgidir de denilebilir. Tanrı insanlara bu kapıdan iyilikler gönderirdi. Şamanlar uçarak bu kapıdan Tanrı ile iletişime geçerler, bu yıldıza ulaşıp yukarısına çıkamazlardı. Tanrı şamanlara bu kapı vasıtasıyla bir elçisini gönderir, şamanların isteklerini bu elçi vasıtasıyla dinlerdi.

- Türkler'in yaradılış efsânelerinde, gökten mâvi ışık huzmesi içinde inen Gök (mâvi) Kurt sembolü yaygındır. Orta Asya'da Göktürkler'in Türeyiş Efsâneleri'ne göre tüm âilesi yok edilen bir çocuk (ki sembolik anlamda bu Güneş sistemi), dişi bir kurdun (Köpek Yıldızı) yol göstermesiyle kurtulur. Kurt çocuğu emzirir ve çocukla evlenir. Gök Tanrı Dünyâ'ya kurt biçiminde iner. Mâvi ışıklı kurdun, soyu yok olmuş bir çocukla evlenmesi benzerliği ne kadar enteresandır.

- Türkler'in eski inançlarında kurt kutsal sayılır. Yaradılış efsânelerinin çoğunda ve Dünyâ'nın sembol havuzunda dişi kurt önemli bir anlam içerir. Gökyüzü tarafından gönderilen Aşina adındaki bir dişi kurdun efsânesi günümüze kadar gelmiştir. Kurt resimleri pek çok Türk kavminin bayraklarında yer almış, komutanlara Kök-Böri denmiştir. Kök eski Türkçe'de Gök demektir. Böri ise Kurt demektir. Türkler'e âit en eski belge niteliği taşıyan M.S. V1. Yüzyıl'da oluşturulan Mahan Tigin adlı bir Türk şehzâdesine âit olan Bugut yazıtlarında taşlara kazınmış kurt kabartmaları görürüz.

- Atatürk'ün emrini verdiği ilk paranın üstünde kurt ambleminin olması ne kadar mânidârdır. Mustafa Kemâl'e arkadaşları bu paradan sonra "Çılgın Türk" diye kendi aralarında lâkap bile takmışlardı!.

- Sirius yıldızının rengi hakkında da farklı görüşler vardır. Kırmızı, turuncu renklere anılmasına rağmen 1. yüzyılda yaşayan şâir Manilius ve 4. Yüzyıl'da yaşayan Avienus bu yıldızı deniz mâvisi olarak ifâde ederler. Japon dilinde de "Mâvi Yıldız"dır.

- 1862 yılında Amerikalı Astronom Alvin G. Clark, Sirius'un bir çift yıldız sistem olduğunu keşfetti. Diğer eş (Sirius B) 8.44 kadir parlaklığa sâhip ve Güneş'in parlaklığının % 0.005'i kadar olan bir beyaz cüce... Sirius B bir zamanlar Sirius'tan çok daha büyüktü ve hızla gelişerek yakıtını tükettikten sonra dış katmanlarını dışarı fırlatarak, bir beyaz cüce hâline geldi. Bu beyaz cüce yıldız Sirius'un etrafında 50 yılda bir tur atarken Sirius'a gaz aktarımında da bulunduğu düşünülüyor. Bu nedenle de Sirus'tan alınan tayfta sıra dışı çizgilere rastlanıyor.

- Beyaz Cüceler fazla ışık vermeyen, fakat yoğun atomik yapılarından dolayı devâsa bir çekim gücü yaratan yıldızlardır. Bir beyaz cüce, hafif hidrojen ve helyum atomlarını tüketmiş ve çökmüş bir yıldızdır. Kalan maddeler öyle yoğun olarak içiçe geçmiştir ki, artık maddî yapısını bildiğimiz bütün maddelerden farklıdır. Atomlar bu derece sıkıştırıldıklarında sonuç olarak ortaya çıkan kütle aşırı derecede ağır olur.

- Çok yüksek güce sâhip teleskoplar aracılığıyla görülebilen ve ancak 1970'ler gibi yakın bir târihte fotoğraflanabilmiş bu yıldıza Sirius-B denildi. Sirius, birbirlerinden 20 astronomik birim uzaklığında (yaklaşık Güneş'le Uranüs arasındaki uzaklık) ve birbirleri çevresinde 50.1 yılda dönen iki beyaz yıldızdan oluşan
bir çift yıldızdır. Bu çift yıldızdan çıplak gözle görülebileni günümüzde Sirius-A olarak adlandırılır.

- Sirius'un çeşitli adlarından bazıları şunlardır:

"Sothis" (Eski Mısırca adının Grekçe'ye uyarlanmış hali)
"Sigi" (Dogonlar'da)
"Sigo" (Bambaralar'da)
"Şira" (Araplar'da)
"Seirios" (Yunanlar'da)
"Sirius" (Romalılar'da)
"Kak-si-sa" veya "Kak-si-di" (Asur-Babil'de)
"Kak-si-si" (Hititler'de)
"Tistirya", "Tishtrya" veya "Tiştria" (Zerdüştçülüğü benimsemiş kavimlerde)
"Sima Kayne" (Bozolar'da)
"Sirona" (Galyalılar'da)
"Hu-Şi" (Çinliler'de )
"Sirius" (Mısır'da)

- Antik Mısır uygarlığı bu yıldıza çok önem vermiştir. Sirius'u Ra'nın Güneşi olarak görmüşlerdir. Bir anlamda Güneş Sistemi'nin güneşidir. Bu yıldızın Dünyâ'nın gelişiminde evrimsel bir role sâhip olduğunu düşünmüşlerdir. Bu nedenle Sirius, Dünyâ'nın geçmişinde de, geleceğinde de oldukça önemli bir yıldızdır. Sirius ezoterik bakış açısıyla bir nev'i "Tekâmül'ün Kuantum Sıçraması" olarak görülür.

- Mısırlı râhipler takvimlerini Güneş'e göre değil, bu yıldıza göre düzenleyerek "Tanrıça İsis'in Yıldızı" demişlerdir. Sirius yıldızının şafak yükselişinde olduğu zaman, yâni gün ağarmadan, yeni yılın ilk günü olarak kabul edilirdi. Sirius Bayramı kutlanırken Memfis'te Nil'in taşma alâmetleri belirirdi ve yeni suyun ilk dalgası, kuru toprakları susuzluktan kurtarırdı. Bitkilerin hayat bulmasını, yılda üç kez ürün alınmasını Sirius'a bağlamışlardır. İskenderiye'de basılan Grek mâdenî paralarda İsis "köpeğin üzerinde" tasvir edilmiştir. Mısır tapınaklarının geçitleri ve iç odaları Sirius yıldızını görecek şekilde yapılmıştır. Denderah'taki Hathor Tapınağı'nda, "İsis yeni yılın ilk gününde tüm ihtişâmıyla mâbette parlar, tapınağı aydınlatır ve ışıkları ufuktaki babası Ra'nın ışıklarına karışır." ifâdesi bulunur.

- Mısırlılar, Sirius'un görünmez olduğu dönem (3-4 Temmuz civârı) 35 gün önce ve 35 gün sonra toplam 70 gün boyunca ölülerini gömmemişler çünkü bu dönemde Öte Âlem'e açılan kapının kapalı olduğunu düşünmüşlerdir. Sirius'un görülmediği 70 gün boyunca İsis ve Osiris'in "duat" adı verilen Jte Âlem'den seyrettikleri düşünülürdü. Başka bir görüşe göre de Sirius yıldızı, görülmediği dönemde Tanrıça İsis hâmiledir, yükseldiğinde, yâni parlamaya başladığında oğlu Horus doğar.

- Kadim Mısır uygarlığında da köpek, çakal figürü ile İsis-Sirius arasında birtakım ilginç bağlantılar vardır. Köpek başlı Anubis ile İsis'in ilişkisini orta dönem Plâtoncuları'ndan Plutarchus şöyle açıklar: "Nephtys (İsis'in kızkardeşi) Mısırlılar'a göre Dünyâ'nın görünmez yüzüdür. Görünebilen yüzü ise İsis'tir. Bunlara dokunan çember ki ona 'ufuk' denir, her ikisinin de ortak noktasıdır. Bu Anubis adını alır, köpek ve çakal biçiminde ifade edilir."

- Anubis'in görevi ölüleri korumak ve yüceltmektir. Ölen kişi yargılanırken Anubis onlara yardım eder ve ölülerin kutsal mumyalayıcısı olarak görülür. Anubis aynı zamanda âdil bir yargıçtır. Terâzinin bir kefesine ölenin kâlbi (yâni Ruh'unun kalitesi) diğer kefesine ise (gerçekliğin simgesi olarak) tüy koyar... Anubis'in tanrıların insanları eğitmesinde yardımcı olmak gibi bir görevi de vardır.

- Ölümle birlikte bedeni terk eden Ruhlar'ın gittiği yer, onlara göre Sirius'tur. Onlar da tıpkı Türk mitolojisinde olduğu gibi Sirius'u Öte Âlem'e açılan göğün kapısı, göbeği olarak görmüşlerdir. Burada da ortak figür Anubis ve Aşina (Asena)'dır.

- Dogonlar denen bir kabileden de bahsetmek gerek... Zirâ, Atlantis ve Mu ile çok ilişkiendirilen, dinleri ve efsâneleri resmen bu kıt'aları anlatan bu topluluğun, Sirius Yıldızı ile alâkalı da çok merak uyandıran hikâyeleri var. Öncelikle bunu açalım.

- Afrika'nın Mali Cumhuriyeti'nde yaşayan ve sayıları 300.000 civârında olan kara kıt'anın, kara insanları hayvancıkla ve avcılıkla uğraşan, kendi hâlinde yaşayan bir kabiledir, Dogonlar. Teknolojik hiçbir imkâna sâhip olmayan ve çadırlarda yaşayan bu kabile hakkında yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan bilgiler şok edicidir. Güneş'in hareketlerini, Jüpiter'in uyduları olduğunu, Satürn'ün halkalı bir gezegen olduğunu, Ay'da kraterler olduğunu bilmektedirler. Bu kadar bilgiyi nereden öğrendikleri sorulduğunda ise, cevap daha şaşırtıcıdır: "Atalarımızdan öğrendik!" ... Bununla da kalmayıp Sirius'un çift yıldız sistemine sâhip olduğunu, spiral galaksimiz dışında başka spiral galaksilerin de var olduğunu söylemişlerdir. Dogonlar'ın ilkel şartlarda bu kadar bilgiyi bilmelerini bâzı araştırmacılar Dünya-dışı Varlıklar'la iletişime geçmelerine, bâzıları ise Atlantis ve Mu uygarlığından gelen bilgilere bağlamıştır.

- Dogonlar'ın Nommo adını verdikleri bir tanrıları vardır. Onlara göre tanrı Nommo'nun gemisi aracılığıyla gelen tohumlar sâdece içinde yaşadığımız planette değil, üst üste konmuş boyutlarda da yeşermiş ve büyümüşlerdir. (Türk mitolojisindeki Tanrı'nın ışıklı gökleri gibi) Sirius yıldızına Po-Tolo (küçük yıldız) adını vermişlerdir. Onlara göre: "Âlemdeki her şey Sirius'ta vardır. Sirius yıldızından aktarılan tohumlar Dünyâ'yı yaratmıştır. Güneş sistemi Sirius ile evlenmiş, Güneş doğduktan sonra Sirius yol göstermiştir." Türk mitinde geçen göksel kurdun çocuğa yol göstermesi gibi...

- Aztek mitolojisinde köpek biçiminde temsil edilen tanrı, Xolotl'dur. Sirius-A ve B'yi ifâde edercesine ikiz olduğu belirtilen Xolotl, Güneş'i taşıyan, yâni hareketini sağlayan, yıldırımı şekillendiren ve ölülerin Ruhlar'ına Öte Âlem'de refakat eden tanrı olup, ok ve yılanla ilişkilendirilir.

- Bir Hint efsânesi Sirius'tan şöyle bahseder: "Cennet'in kapısına ulaşmak için yola çıkan dört kardeşten birisi iyi bir savaşçı, diğeri iyi bir âşık, üçüncüsü de bir şâirdir. Sonuncu kardeşin ise tek özelliği kendisine sâdık bir köpeğinin olmasıdır. Kardeşler yola devam ederken; 4. kardeş, savaşçıyı bir savaşta, şâiri bir düğünde, âşığı ise bir prensesin kollarında bırakır. Köpeği ile berâber Cennet'in kapısına ulaştığında köpeğini Cennet'e almazlar. Yolculuğu Cennet'ten izleyenler, tüm kardeşlerini terk ettiği hâlde neden köpeği terk etmediğini sorduğundaysa, kardeşlerinin kendi yollarına gittiğini, oysa köpeğinin ona bağlı olduğunu, bu yüzden terk etmeyeceğini söyler. Bu cevap üzerine köpek, gökyüzünde 'Canis Major' takım yıldızı olur. Kâlbi ise Sirius'tur."

- Sirius, Çin metinlerinde ve Feng Shui geleneğinde "Ursa Major - Büyükayı" takım yıldızı ile birlikte hareket eden tek bir yıldız olarak nitelendirilir. Olumlu ve olumsuz Chi enerjisinin Güneş ile birlikte Sirius kaynaklı olduğundan bahsedilir. Enteresandır ki, 1909'da astronom Ejnar Hertzsprung Sirius yıldızının Büyükayı yıldız kümesi ile birlikte hareket ettiğini öne sürmüştür.

- Antik Yunan mitolojisine göre Orion, Poseidon'un oğludur. Her zaman köpeği ile gezen büyük bir avcıdır. Yakışıklılığı ve kadınlara düşkünlüğü ile ün salmıştır. Hera'yı kıskandıracak kadar güzel karısını kaybettikten sonra, misâfir olduğu Oinopion'un kızı Merope'yi baştan çıkarmaya kalkışır, Oinopion da bunun üzerine onu kör eder. Daha sonra Eos tarafından kaçırılan Orion'u, bâkire Tanrıça Artemis bir akrebe sokturarak öldürür. Akrep, ödül olarak burçlar arasında yerini alır. Orion'a gelince, o da gökyüzünün karşı, yanında bir takım yıldız hâine gelmiş; köpeği ise "Sirius yıldızı" olmuştur. Sirius'un aynı zamanda "Köpek Yıldızı" olarak da anılması bu sebepledir.

Sirius yıldızından Zend Avesta'da da söz edilir. Birçok kutsal metinde sözü edilen tek yıldız olan Sirius, Yeryüzü'ndeki birçok uygarlık için de en kutsal yıldız olmuştur. Sirius, Zend Avesta'da yağmur tanrısı Tishtrya'nın yıldızı olarak düşünülmüştür. Tishtrya, yağmurların yağdırılması ve suların ülkeler arasında bölüştürülmesi ile ilgili bir yaz atadır.

- Kuran'da Şi'râ olarak bahsedilen bu yıldız Necm (Yıldız) Sûresinin 49. âyetinde şu şekilde geçer: "Ve ennehu huve rabbuş şı'râ - Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur."

- Çünkü Araplar, Sirius'a tapar ve ona dua ederlerdi. Onu da diğer kavimlerin edindiği gibi tanrılarından biri edinmişlerdi. Harran Sâbiîleri Ay tanrısı Sin'e, Ay'a, Güneş'e ve yıldızlara taparlardı. Hepsinin ortak yıldızları da Şira, yâni, "Şira-yı Yemani" (Sirius, Süreyya, Pleiades) ile "Şira-yı Gumeyşa" (Procyon) takımyıldızlarıdır. Sirius, Araplar'ın şans ve uğur kaynağı sayıp bahtlarını kendisine bağlı gördükleri yıldızdır. Araplar'ın Şîra'yı "Gumeyşa" (Sulu Gözlü Şi'ra) adıyla andıkları "iki yıldız"dan oluşan bu takımyıldız ile "10 yıldızlık" Büyük Köpek takımyıldızını hesapladığımızda, her ikisinin yıldız sayıları "12"ye ulaşır. Bu da bize bütün dinlerde ve mitolojilerdeki "12¨ sayısının sırrı"nı verir. Ayrıca "Hilâl-Yıldız" sembolü de muhtemelen bu takımyıldızını temsil etmektedir. Büyük köpek takımyıldızındaki on yıldızın da "1 Güneş, 1 Ay" şeklinde "çift" dizilişli olmaları, "Hilâl- yıldız" kavramının kaynağıdır. Bu yıldıza, "Merzemü'l-Cevaza", "El-Kelb'ul-Ekber", "el-Kelb'ul-Cebbar", "Şi'ru'l-Ebur" gibi isimler de verilmiştir.

- Himyer Arapları'nın Yahudiliği kabul etmeden önce Güneş'e taptıkları Kurân-ı Kerîm'in Belkıs ve kavmiyle ilgili atfından anlaşılmaktadır. Güney Arapları'nın ayrıca Ay'a taptıkları ve onu temsîlen bir put edindikleri, Benî Uzre'den bir kabilenin "Şems" adlı bir putunun bulunduğu ve Abdüşşems adının Araplar'da yaygın olduğu, çevredeki kültürlerden etkilenen Kuzey Arapları'nın da yıldızları ilâh kabul ettikleri, Lahm ile Cüzâm'ın Müşteri (Jüpiter), Kays Aylân'ın Şi'râ (Sirius), Temîm'in Deberân (Eldeberân), Tay kabilesinin bâzı boylarının Süreyyâ ve Esed'in Utârid (Merkür) yıldızına taptığı bilinmektedir. Lahm, Himyer ve Kureyş (Muhammed'in kabilesi) kabileleri tarafından da Şi'râ yıldızı (Sirius) takdis ediliyordu. Dolayısı ile, İslâmiyet yayılmaya başladıktan sonra gelen bu sûrenin amacı büyük ihtimâlle,
"O taptığınız yıldızı da yaratan ALLAH'tır, dolayısı ile ALLAH'ın yarattıklarına tapmak yerine direkt ALLAH'a tapın"
gibi bir mesaj iletmektir.

- Sirius (Şi'râ), bilindiği gibi gökyüzümüzün en parlak yıldızıdır. Genel bilinenin aksine gökyüzündeki en parlak yıldız Kutup Yıldızı değil, Sirius'tur. Bu yıldızın Astrolojik olarak da önemi büyüktür. Kısacası bütün kavimlerde ve dinlerde kendisine yer edinmiş olan bu yıldız, bir hayli düşündürücüdür. Andromeda Galaksisi ve bu yıldız ile alâkalı birçok teori ortaya atılmış ve kitaplar yazılmıştır. Antik zamanın tanrıları ve Dünyâ'yı ziyâret ettiği söylenen Uzaylılar, Atlantis, Mu veya Reptilian konuları bile bu yıldız ile ilişkilendirilir. (Alıntı: Diamond Tema )

Ne güzel, değil mi?.. Saçma bir "tebliğ"i incelerken, ne bilgiler edindik!... Hep deriz, en başarısız Celse'den, en uyduruk "tebliğ"den bile öğrenilecek şeyler vardır. İçinde değildir ama, araştırırken neler öğrenirsiniz, neler!..

Ben bu işi sevdim... Sirius Yıldızı hakkında başka şeyler de öğrenmek istiyorum. Astronom Merve Yorgancı ve Zafer Emecan'ın hazırladıkları sayfadan aynen naklediyorum:

- Sirius, özellikle UFO'cu safsatalarında baş rolü oynuyor... Bunun sebebi ise, gökyüzünde çok parlak bir şekilde rahatça görülebilmesi ve bu parlaklığın "çok çok yakın" algısı uyandırması... Halbuki Sirius, 8,6 ışık yılı mesâfe ile, Güneş'e yakınlık bakımından 7. sıradaki yıldız...

Parlaklığı nedeniyle çok dikkat çekici olduğu için, UFO hikâyelerinde insanları inandırabilmek adına bolca kullanılıyor... Benzer biçimde, Vega, Betelgeuse gibi yıldızlar da parlak ve dikkat çekici olduklarından benzer hikâyelere konu oluyorlar.

Kış aylarında doğrudan göze çarpan Sirius, Orion (Avcı) Takımyıldızı'nı tâkip eden Canis Major (Büyük Köpek) Takımyıldızı'nın Alfa yıldızı... Ufka daha yakın bir konumda yer alıyor... Avcının kemerinde yan yana dizilmiş olan 3 yıldızın (Alnitak, Alnilam ve Mintaka) hemen arkasından gelir.

Sirius Orion (Avcı) takımyıldızını takip eden Canis Major takımyıldızının en parlak üyesi
Kış Altıgeni'nin de bir bileşeni

Kuzey yarımküreden görülebilen en parlak yıldız olan Sirius, tekil değil, bir çift yıldız sistemi aslında... Parlak olanı Alfa, ya da A; daha sönük olan ise Beta, ya da B olarak isimlendirilir. Sistem, Sirius A adı verilen normal bir yıldız ve Sirius B isimli bir beyaz cüceden oluşuyor.

Eski uygarlıkların kültürlerinde büyük yer edinmiş olan Sirius, mevsim geçişlerinde, gemicilerin pusulalarında ve mitolojilerde de bol bol kullanılmıştır. Mâvimsi-beyazımsı bir yıldız olmasına karşın, atmosferimizdeki etkileşimler sebebiyle sürekli göz kırpar ve hafif renk değişimi algısı yaratır.

"Sirius bir çift yıldız sistemi" demiştik... 1800'lerin ortalarında Sirius A yıldızını inceleyen astronomlar, yıldızın hareketinin hafif bir salınım yaptığını gördüler. Böylesi periyodik salınımlar, yakın kütleye sâhip yıldız çiftlerinin birbirlerinin çevresinde dönüşü nedeniyledir. Böylece Sirius A'nın görünmeyen bir bileşeni olduğu sonucuna varıldı.

Sirius A ve B çift yıldız sisteminin yörünge simülasyonu.
Sağdaki Sirius A ve soldaki Sirius B.
Çift yıldızlar, kütlelerinin birbirlerine yakınlığı nedeniyle, bir hayâlî kütle merkezi etrafında belirgin yörüngelerde dolanırlar

Sirius B olarak isimlendirilen bu bileşenin keşfi, ilk olarak teleskopla değil, aksine matematiksel hesaplamalarla ortaya konulmuştur. Daha sonra teleskoplarla yapılan detaylı gözlemlerle bu bir bileşen yıldızın varlığı kesinleşti. Şu an üçüncü bir bileşenin daha olduğu düşünülse de ("Sirius C" diyorlar), varlığı henüz kesinleşmemiştir. Sirius A çok parlak bir yıldız (görünür kadiri -1.47) olmasına karşın Sirius B çok çok sönüktür (görünür kadiri 8.44) ve gözle görülemez.
Kadir: Yıldızların parlaklık sırasını belirten ölçek... İlk tanımını Hipparchus (Hipokus) yapmıştır...

Sirius A, yaklaşık iki Güneş kütlesinde, Güneş'in çap olarak yaklaşık 1.7 katı büyüklükte, delidolu bir yıldızdır ve ömrünü tamamlamasına sadece 500-600 milyon yıl kadar kalmıştır. 9 bin santigrat dereceyi aşan yüzey sıcaklığıyla, Güneş'ten 25 kat daha fazla enerji yayar.

Şu anki kütlesine bakılarak yapılan hesaplara göre, başlangıç kütlesi yaklaşık beş Güneş kütlesine sâhip bir yıldızın anakol evresini tamamlayıp öldükten sonra geride kalmış olan çekirdeğidir, Sirius B yıldızı... Artık enerji üretemeyen bu ölmüş yıldız çekirdeklerine beyaz cüce deniliyor. Ayrıca keşfedilen ilk beyaz cücedir.

Sirius'un güçlü bir teleskopla alınmış görüntüsü

Sistemin iki yıldızı birbirine o kadar yakındır ki, ne kadar güçlü bir teleskopla bakarsanız bakın, ayırd etmesi çok zordur. Ancak, sistemin bize yakınlığı nedeniyle
A yıldızının parlak ışığı uygun biçimde maskelendiğinde, beyaz cüce olan B yıldızı teleskoplarla görüntülenebilir. Şu anki kütlesi Güneş'in yaklaşık %97'si kadardır. Yüzey sıcaklığı ise yaklaşık 25 bin santigrat derecedir, yani Güneş'ten çok çok fazladır. Ancak, neredeyse Güneş kütlesine sâhip olmasına ve böylesi büyük bir yüzey sıcaklığı ile çok parlak olsa da, yaydığı toplam ışınım günü Güneş'in sâdece 0.0024'ü kadardır. Çünkü, bir beyaz cüce olduğu için çapı neredeyse Dünya kadar küçüktür.

Sirius A ile ortak bir kütleçekim merkezi etrafında yaklaşık 50 yıllık bir yörünge periyoduna sâhip olan Sirius B'nin görkemli yıldız günlerinin çok kısa sürdüğü biliniyor. Kütlesi fazlasıyla büyük olduğu için maalesef sâdece 150 milyon yıl kadar parlayabilmiş, daha sonrasında dış katmanlarını Uzay'a salarak bugünkü hâline gelmiştir. Sirius sisteminin oluşmasının üzerinden geçen 150 milyon yılın ardından Sirius B bir kızıl dev yıldıza dönüşmüş, bu sırada ortalıkta ne var ne yok, silip süpürmüştür.

Bugün yaklaşık 250 milyon yaşında olan Sirius sisteminin ilk 150 milyon yılını birbirine çok yakın A ve B yıldızlarının çılgın attığı bir dönem olarak nitelemiştik. Daha açık ifâde etmek gerekirse, bu ilk 150 milyon yılda yaşananlar; değil burada yaşam oluşması, yaşama izin verebilmesi muhtemel gezegenlerin, henüz yolun başındayken kavrulup yok olması için yeterlidir. Çünkü Sirius B yıldızı ölmeden önce bir kırmızı dev yıldıza dönüşmüş, Güneş'in yaydığının binlerce katı enerji yayarak sistemdeki herşeyi kavurmuştur.

Bir an için buradaki gezegenlerin çok ama çok şanslı olduğunu ve sağlam kalabildiğini düşünelim: Sistemin şu anki 250 milyon yıllık yaşı düşünüldüğünde, bu yıldızların çevresindeki olası gezegenlerin henüz bir yerkabuğu oluşturabilecek kadar bile soğuyamamış olduğunu görebiliriz. Bu gezegenlerin tamamı şu an hâlâ oluşum aşamasında alev alev yanıyor. Devâsa volkanlar patlıyor, göktaşları tarafından bombardımana uğruyorlar ve yüzey sıcaklıkları 1.000 santigrat derece civârlarında!..

Normalde gezegenlerin yüzey sıcaklıklarının düşmesi, volkanik aktivitelerin kabul edilebilir seviyelere inmesi ve tam anlamı ile soğuk ve katı bir yüzey oluşturabilmeleri için "en az" 1 milyar yıllık bir zamana ihtiyaç duyuluyor. Fakat bu sistem henüz sadece 250 milyon yaşında, yani çok çok genç. Üstelik, olası gezegenler daha yerkabuklarının soğumasına fırsat bulamadan, sistemin şu anki A yıldızı da beyaz cüceye dönüşerek ölecek.

Bizim güneşimizle kıyaslarsak, Güneş şu anda 5 milyar yaşındadır ve 5 milyar yıl daha yaşayacaktır. Bu da demek oluyor ki, Yeryüzü'nde dinozorlar ilk gezinmeye başladığında, Sirius A ve B yıldızları henüz oluşmamışlardı bile!..

Hadi gelin, şimdi de "Sirius Misyonu"ndan, "Siriuslular"dan, bahsedin, bakalım!.. Sirius A'nın yüzey sıcaklığı 9.000 derece santigrat!.. Hangi Uzaylı yaşıyor orada???

Ergün Arıkdal'ın Medyumluğu (!) ile yayın yapan Beyaz cüce Sirius B'nin yüzey sıcaklığı 25.000 derece santigrat!... Alevlerden başka hangi Uzaylılar yaşıyor orada??? Belki "harlı, kavurucu ateşten yaratılmış Cinler" (Hicr Sûresi, 27. Âyet) vardır, o kadar!

Bu naklettiğimiz Astronomik bilgileri okumadan hiç bir "uzay tebliği" değerlendirilir mi?.. Spiritualist geçinenler değerlendirmezler, sâdece naklederler ve saçma-sapan yorumlar yaparlar. Sayfalarından iyi bir Spiritualist olduğu intibaını edindiğim Bülent Pakman bile maalesef bu yıldızların satıhlarındaki harâreti unutmuş, çevresinde gezegenler oluşma ihtimâli bulunmayan "Sirius" hayrânı gibi yazmış:

- "Sirius Sistemi galaktik sevk ve idâre merkezlerinden biridir.
Sirius Kültürü'nün bir gezegene indirilme biçimi, gezegenin maddî ve mânevî koşullarına göre gerçekleşmiştir.
Kimi koşullarda doğrudan bir İrtibat, kimi koşullarda bir Din tarzında meydana gelmiştir.
Sirius Kozmik Kültürü'nün en ayırt edici özelliği tektanrılı öğretim sistemidir.
Yeryüzü'nde bir Mu devresinden itibâren Sirius Kozmik Kültürü hâkim olmuştur.
(BAKINIZ Mu hakkındaki yazımız)
Dünya gezegeninin yönetimi ve Tekâmül'ü hâlen Sirius Uluları'na âittir
ve bir Mu Devresi'nden itibâren Yeryüzü'nde ulvî nitelendirilen her türlü bilgi akışının kaynağı Sirius olmuştur.
Mu Devresi'ndeki bilgi akışı biçimiyle ile, şimdiki devrenin bilgi akışı biçimi aynı değildir.
Dünya-dışı uygarlıklar Sirius Yöneticileri'nin izni olmadan Dünya ile İrtibat kuramazlar.
Eski devrelerde bu izin birçok kez verilmişti.
Sirius Kültürü Temsilcileri'nin kendileri ise, Tekamül düzeyi çok geri olan Dünya gezegeninde çok nâdiren,
insanlığın çok büyük ve kitlesel Tekâmül ihtiyaçları sözkonusu olduğunda Enkarne olurlar.
Dünyanın içinde bulunulan şimdiki devresinde ancak iki Siriyüsyen, değişik zamanlarda Enkarne olmuş,
görevlerini yapıp geldikleri yere dönmüşlerdir.
Döndükleri yer denilirken bir mekân sözkonusu değildir.
Üç boyutlu âlemin Tekâmül ortamlarının yönetimiyle meşgûl Varlıklar'ın boyutu olan dört boyutlu âlem için mekân sözkonusu değildir.
Asıl kaynağı galaksimizin dışında bulunan Sirius Kültürü vâsıtasıyla milyonlarca güneş sisteminin Tekâmül etmesi sağlanmıştır.
Mısır'daki Ra güneşi Sirius güneşini ifade eder. Bu Sirius, Sirius-A'dan ziyâde, Sirius-B'yi ifâde eder.
Bizim Dünya üzerindeki uygarlıklarımızın ve tüm inançlarımızın temeli Sirius kültürünün yayılmasından ibârettir.
Asıl kültür ve bilgelik bu Sirius kültürünün çeşitli zamanlar içinde, çeşitli beşerî topluluklara uyarlanmış olmasıdır.
Bu kültür, Güneş kursu ile gösterilen, bir ve tek olan Yaradan'ı anlatır.
Merkezinde Yaradan bulunan, yaratılmış olanların oluşturduğu çemberle ifâde edilen bir kozmogonik anlayış...
Kendini bu konuya adamış Varlıklar, Sirius Bilgileri'ni zaman içinde insanlara aktarmaya çalışmışlar, aktarmışlar, eğitmişlerdir.
Ondan "Ve ennehu huve rabbuş şı'râ - Hiç kuşkusuz Şi'ra yıldızının / şuurlanmanın Rabbi de O'dur."
{Necm Sûresi , 49. Âyet - Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk meâlinden}
şeklinde söz edilmektedir. Aynı sûrenin 9 uncu ayetindeki
"Fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ - İki yayın beraberliği gibi belki de ondan da yakındı"
Sirius A ve Sirius B'nin çizdiği yaylara işârettir."

Artık metodu öğrendiniz, son kısımdaki âyetler hâriç, neresini nasıl düzeltirseniz, siz düzeltin... Ben yoruldum!.. Bir tek hususu yazıp gideceğim: Toplumların Sirius'a merâkı, parlaklığı yüzündendir. Başka bir özelliği yoktur. Ona tapmayı bırakın!.. Hz. İbrâhim "Ben batanları sevmem," dedi, bıraktı!..

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - Bülent Çorak'tan Uzaylı Tebliğ - ALTON'DAN "MESAJ" MI, ÜFÜRME Mİ???
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR'UN GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR