BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ENTERESAN RUHÎ OLAYLAR

Bu sayfamızda da gerçek ve enteresan Rûhî hâdiseleri sizlere nakletmeye çalışacağız. Hepsi bizzat birinci ağızdan dinlediğimiz olaylardır...
İşte birincisi:

Nakleden : Cemâl
Kaydedildiği Tarih : 1.3.1971

Küçükken halamın evine gitmiştik. Büyük bir bahçe içinde, esrarengiz bir bina idi. Akşam bir misâfir daha geldi. Bu adam bir takım hayâletli, korkunç hikâyeler anlattı. Sonra yattık.

Gece uykumda bir ıslık sesi ile uyandım. Beyaz bir görüntü karşımda duruyordu. Bana ıslığa benzer bir ses ile kendisiyle gelmemi söyledi. Korkumdan gözlerimi kapadım. Fakat yine o hayâli görüyordum.

Nihâyet kalkıp kendisini tâkip ettim. Beni loş bir hole indirdi. Yerde bir yılan vardı. Onu gösterdi ve, "Öldür onu!" dedi. Ben tereddüt edince ısrar etti. Bir sopa bulup yılanı öldürdüm.

Kendime geldiğimde yatağımda idim. Olanlar bir rüya gibi idi.. Gündüz bahçede oyun oynarken halam çağırdı. Yanına gittim. Halam, rüyâdaki holde duruyordu. Yerde de bir yılan ölüsü vardı!

Çok enteresan bir vak'a... Bunu ENTERESAN RUHÎ OLAYLAR sayfasına mı alayım, yoksa RÜYÂLAR kategorisine mi koyayım, diye epey tereddüt ettim. Sonunda her ikisine de koymaya karar verdim.

Yorumum şu ki, bu bir Yatır ve Uyurgezer vak'ası olabilir... Çocuğa Muhterem bir Zat görünmüş. Uykusunda onu alıp tehlikeli yılanın bulunduğu yere götürmüş, yılanı öldürtmüş. Sonra tekrar yatağına götürüp yatırmış.

- İkinci enteresan olay:

Ali Bugay
Kaydedildiği Tarih : 14.3.1963

Ali Bugay 7 yaşında bir çocuktur. Başkalarında görülmeyen bir kaabiliyeti vardır. Henüz okuma-yazma bilmediği halde kendisine söylenen herhangibir Türkçe veya yabancı kelimenin harflerini sırayla doğru olarak sayabilmesidir.

Prof. Dr. Ian Stevenson ve Reşat Bayer tarafından Reinkarnasyon araştırmaları esnasında tesbit edilen çocuk, yapılan denemede % 100 başarılı çıkmış, söylenen Fransızca kelimelerin dahi harflerini doğru olarak saymıştır.

Çocuk sonradan kaabiliyetini kaybetmiş, okuldan ayrılmış, okuyamamıştır.

- Üçüncü enteresan olay:

Nakleden: Bora
Kaydedildiği Tarih : 14.3.1963

Benim ikiz amcalarım var. Aynı gün doğmuşlar. Birisi diğerinden 5 dakika önce doğduğu için "ağabey" sayılıyor!... Bunlar herşeyi birlikte yaparlar. Birlikte yaşarlar, birlikte çalışırlar, birlikte gezerler. Nâdiren ayrıdırlar. Bir gün ağabey olanı işten eve motosikletle dönerken ona bir kamyon çarptı. Yaralandı, hastaneye kaldırıldı. Bacağı üç yerinden kırılmıştı. Bir kaç ay hastanede kalması gerekti... Bu kazâdan bir ay sonra, öteki ikiz amcam da bir kaza geçirdi. Ama ne tesâdüf!.. Kaza aynı caddede, ayrı yerde, ve de o motosikletle giderken oldu. Onun da bacağı üç yerinden kırıldı!.. O da hastaneye kaldırıldı.

Bu olay, onlar ikiz olduğu için mi böyle tecelli etti, kader miydi, yoksa sâdece bir tesâdüf mü?

Ne diyeceğimi bilemedim! Herşeyi aynı yapmak başka, bir ay sonra aynı kazâya uğramak başka!.. Ama olmuş işte!..

- Dördüncü enteresan vak'a:

Nakleden: Mehmet
Kaydedildiği Tarih : 10.1.1998

Benim oğlum 4,5 yaşında 16 Temmuz 1973 akşamı saat 18:00 civarında havuza düşerek boğuldu. Ancak bütün günü, sanki öleceğini biliyormuş gibi davranarak geçirdi. Gün boyunca çok hassas idi. Bana bir yerde bulduğu, tabanca şeklindeki bir dal parçasını getirip, "Bu benden sana hâtıra olsun," dedi. En ufak bir söz söylesem, alınıyor, "Küstüm! Ben dedemin yanına gideceğim," diyordu. Bu hayret verici idi. Dedesini hiç görmemişti ki!.. Üstelik dedesi yıllar yıllar önce ölmüş, İstanbul'da Karacaahmet mezarlığında defnedilmişti. Evde de hemen hiç bahsi geçmemişti onun yanında... Sanırım, oyun oynarken ayağı kayıp havuza düştü ve boğuldu... Olay İstanbul'dan çok uzakta cereyan etmesine rağmen, vasiyetine uyup kendisini İstanbul'a götürdük. Dedesinin koynuna gömdük. Sonunda dedesine kavuştu!.

Ölümünü hisseden veya davranışlarıyla etrafına hissetiren, bu konuda rüya görenler vardır. Ancak küçücük bir çocuğun bunu hissetmesi, babasına vedâ etmesi son derece enteresan!

Ben de hayvanların ölümü hissetiklerine şâhit oldum. Beslediğim muhabbet kuşlarından erkek olan yaşlı idi. Üç gün boyunca aşağıya inip kafesin altına sermiş olduğum gazete kâğıdı üzerinde eşeleniyordu. Meğer öleceğini anlamış, kendini gömmek istermiş... Bir gün öldü. Ben bunu bir de 20 yıl önce kavanozda beslediğim japon balığında görmüştüm. Bir tanesi inip kumları eşeleyip altına girmeye çalışıyordu. sonra öldü. Meğer kendini gömmeye çalışırmış

- Beşinci enteresan vak'a:

Nakleden: Sezin
Kaydedildiği Tarih : 23.12.1988

Sezin Hanım Bir gün bir komşusunda otururken, birden karşı binânın bacasından "püf" diye bir duman çıktığını görmüş... Biraz sonra o binâda bir feryad kopmuş. Meğerse o anda birisi ölmüş!..

Tabii Ruhlar duman değil, ama tezâhürü öyle olmuş. Belki de daha sıyrılmadığı perisperisidir.

- Altıncı enteresan vak'a:

Nakleden: Aslı
Kaydedildiği Tarih : 12.1.1989

Aslı Hanım'ın annesi hastanede yatarken, odada beyaz önlüklü, gözlüklü bir ziyâretçi ile karşılaşmış... Sonradan bu kişinin bir ay önce aynı odada vefat etmiş bir ressam olduğunu öğrenmiş.

Filimlerde buna benzer sahneler görüyoruz. Hep bunun mümkün olduğunu düşünmüşümdür. Çünkü Ruhlar bedenlerini terkettikten sonra, bir süre öldükleri mekânda, âilelerinin yanında, mezarlarında dolaşırlar. Sonra Menzil-i Maksutlar'ına giderler.

- Yedinci enteresan vak'a:

Nakleden: Murat Bardakçı, İnternet'ten alıntı
Kaydedildiği Tarih : 1967

1936 doğumlu Erol Sayan , yedek subaylığını tamamladıktan sonra Ankara’ya yerleşir. Henüz radyoya girmemiştir, Ziraat Bankası’nda çalışmakta ve musiki ile amatörce uğraşmaktadır ama yaptığı besteler ile ismini duyurmaya başlamıştır.

Bir başka merâkı da, o senelerin Ankara’sında hayli moda olan, akşamları evlerde sık sık tertip edilen, hattâ Türkiye’nin önde gelen yüksek bürokratlarının da iştirak ettikleri Ruh Çağırma Celseleri'ne katılmaktır.

Erol Sayan, 1960’ta Enis Behiç Koryürek’in “Hâtıra”sını da bestelemiştir:

Geçsin günler haftalar,
Aylar mevsimler yıllar
Zaman sanki bir rüzgâr
Ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk,
Kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes
Olarak kalacaksın!..

Ama bu yeni eserini okunması için piyasaya çıkartamamış ve radyoya da göndermemiştir, zirâ güfte kısa olduğu için şarkı gereken süreyi, yâni en az üç dakikayı tamamlayamamaktadır.

Bir akşam yine evlerden birinde üst düzeydeki devlet büyüklerinin de iştirak ettikleri bir Celse yapılmaktadır. Medyum “trans”a geçmiş, yani derin bir uykuya dalmıştır. “Öte Âlem'den bir Ruh'un teşrif etmesi” istenir... Medyum biraz sonra değişik bir ses tonu ile “Ben, Enis Behiç” der. Celse'ye katılanlar sorular sorarlar ve Medyum'un ağzından cevaplar gelir! Erol Sayan da, Enis Behiç’ten "uzun seneler önce yazdığı Hâtıra isimli şiirinin sonuna bir ilâve yapması” ricasında bulunur.

...Ve Medyum'un ağzından bâzı mısralar dökülür:

Ömrüm sensiz geçse de
Aşkın gönlümde kalsın
Gülen gözlerin binbir
Teselli ile baksın
Sen gözlerimde bir renk,
kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes
Olarak kalacaksın!..

Güftenin eksik olan kısmı gelmiş ve “Hâtıra” artık icrâ edilebilmesi için gereken süreye ulaşmıştır!...

HÂTIRA Erol Sayan - Yaprak Sayar

Ankara’da senelerce devam eden ve Yunus Emre’nin, Orhan Veli’nin ve diğer önemli isimler ile görüşülen o Celseler'de daha başka neler yaşandığını bir bilseniz!.. Ama bütün bunları benim yazmam pek doğru olmaz, zirâ bu iş o Celseler'in bâzılarında “Operatör”, yâni Celse İdarecisi olarak bulunan üstad Erol Sayan'a düşer.

- Sekizinci enteresan vak'a:

Nakleden: İnternet'ten alıntı
Kaydedildiği Tarih : 1967

Bir gün Yunus Kara adlı genç bağlamasıyla birlikte müzik üstadı, bestekâr ve Spiritualist Erol Sayan'a gelir ve bağlama çalmayı öğretmesini ister. Sayan, ısrar üzerine bunu kabul eder.

Bir süre sonra genç adam Erol Sayan'a

- "Hocam beni bağlayın, ben ipleri çözmeden iplerden kurtulacağım,"

der!... Erol Sayan adamı bağlar. Adam ona odadan çıkmasını söyler. Odadan çıkan Sayan iki adım attıktan sonra kapının açıldığını görür. Kapıyı açan biraz önce bağladığı adamdır. Şaşıran Erol Sayan odaya girer ve attığı düğümlerin birinin bile çözülmediğini görür!

Sayan olayı bir arkadaşına anlatır, ancak arkadaşı inanmaz. Sayan arkadaşına daha sağlam iplerle olayı yeniden denemeyi teklif eder. Arkadaşı kabul eder ve adamı yeniden bağlayıp odadan çıkarlar. İki adım atmışlardır ki, kapı açılır, adam görünür. Arkadaşının yüzü bembeyaz olur!

Olay bir tıp doktoruna anlatılır, o doktor da inanmaz. Olay tekrar edilir, adam bağlanır. Bağlanan adam az sonra kapıyı açar, ipler çözülmeden yerde durmaktadır!.. Bunun üzerine olayı bilimsel bir temele oturtmak isterler ve üniversite hocalarına olay anlatılır. Hocalar deneyin yapılmasını kabûl eder. Deneye katılan hocalar: Prof. Rasih Güven, Prof. Lütfü Karasoy, Opr. Mehmet Tarım, Prof. İsmet Olcaylar v.d... Deney başlar, adam halatlarla bağlanır, düğümlere bal mumu dökülür, ses kayıt cihazı başlatılır. Adamın kalp ritmi, tansiyonu ölçülür. Görüntü kaydı da alınmak istenir, ancak Erol Sayan'ın anlattığına göre, adam kamerayı istemez ve kamera patlamayla devre dışı kalır. Herşey hazırlandıktan sonra odadan çıkılır ve kısa süre sonra üniversite hocaları kapının açıldığına, bağlanan adamın çıktığına şâhit olurlar!.. İçeriye girildiğinde mum dökülmüş düğümlerde en ufak bir bozulma olmadığı görülür. Deney tüm hocalar tarafından onaylanır. Hocaların imzâsının olduğu bir makaale yayımlanır ve olaydan sonra hocalar bu deneye katıldıkları için görevden uzaklaştırılır.

Bu deneyin bir benzeri daha önce İngiltere'de gerçekleştirilmiştir. Deneyin ikinci ve son örneği Türkiye'de gerçekleştirilendir.

Erol Sayan'ın Spirutualist olduğunu söyledik. Ankara'da 1950'li yıllardan 1970'li yıllara kadar pek çok çalışma, Celse yapmış, bir keresinde de bizim toplantımıza katılmıştır. Bu arada kendini Yunus Emre diye tanıtan bir Varlık'la görüşmüş ve bu Yunus Emre Celsesi İnternet'te yayınlanmıştır. İnanıp inanmamak size kalmış... Erol Sayan bir de Sevgi Çağıl diye bir Medyum'dan bahseder ve kendisini pek metheder.

Ancak bizdeki intiba pek o yönde değildir.

- Dokuzuncu enteresan vak'a:

Nakleden: Murat Bardakçı, İnternet'ten alıntı
Kaydedildiği Tarih : 1967

Enis Behiç’in Öte Âlem'den yazdırdığı bir başka şiiri de, Refik Fersan bestelemişti.

Çedikçi Süleyman Çelebi tarafından yazdırılan şiirler Türk Müziği’nin çok önemli bir bestecisinin, 1893 ile 1965 arasında yaşayan Refik Fersan’ın da alâkasını çekti ve kendisi de Mevlevî olan Refik Fersan “Vâridât-ı Süleyman”daki şiirlerden birini, “Haml-i Meryem’le Mesih’in doğuşuna kıl iman” mısraı ile başlayanını Mâhur makamından besteledi ama, eser bildiğim kadarı ile bugüne kadar icra edilmedi.

Çedikçi Süleyman Efendi’nin Rûhu'nun Enis Behiç’e yazdırdığı
ve Refik Fersan’ın bestelediği Mâhur makamındaki eserin girişi

Çedikçi Süleyman Çelebi'nin Rûhu tarafından Enis Behiç Koryürek'e "İymân-ı Tam Beyânındadır" başlığı ile yazdırılmış olan şiir şöyledir:

Haml-i Meryem’le Mesih’in doğuşuna kıl iman
Ânı terk itmeğe kâfi gelemez her iymân
Rûh bir zerre-i zerrâtın içinde geçti;
Emr-i Bâri'ye o Hâtun cesetii süzgeçti.
Bunu tasdika kimin aklı bu Dünyâ'da yeter?
Yetmiyen akl ile kim Hakk'a irişmek ister?

Haml-ı Meryem gibi Fânüs'a süzüldüm, geçtim,
Ânı fâniler içinden bana kendim seçtim.
Gelür elbet münâfıklara bir lâhza-i din,
Olmaz elbette Hüdâ nefhası küfrâna karin.
Dinleyüp Savt-ı Süleiyman'ı Enis'im dilden,
Virecek münkîre bir ders-i Bekaa Cibril'den!

- Onuncu enteresan vak'a:

Nakleden: Murat Bardakçı, İnternet'ten alıntı
Kaydedildiği Tarih : 1967

Aynı devrin çok önemli bir başka bestekârı Suphi Ziya Özbekkan da “Vâridât-ı Süleyman”ın ilk sayfasında yeralan “Allah bes ve der heme an zül-cemâl bes!” ifâdesini Rast makamından dinî musiki formlarından “gülbank” hâline getirecektir.

Daha önce Enis Behiç Koryürek ile yapılan bir görüşmeyi nakletmiş, ve Çedikçi Süleyman Çelebi adlı Muhterem Zat'tan şiir ve nazım şeklinde alınan Tebliğler'den bahsetmiştik... Demek ki, başka Meclisler'e de ilham vermiş.

- Onbirinci enteresan vak'a:

Çocuklar bulûğ çağına kadar Öte Âlem'le irtibatlarını tam olarak kesmezler... Hepsinde olmasa da, bâzılarında bir takım vizyonları olur. Bâzıları görünmeyen Varlıklar ile konuşurlar. İnternet'te intibalarını anlatan bir genç bizim bu dediğimizi doğruluyor:

Nakleden: İnternet'ten alıntı
Kaydedildiği Tarih : 2007

- "Benim kardeşimin de bir hayâlî arkadaşı vardı. Ona neler neler derdi. Berâber nerelere giderlerdi, hiç sormayın!

- Onikinci enteresan vak'a:

Benzer tecrübeler yaşamış ikinci bir kişi sohbete katılmış ve o da bizim dediğimizi doğrulamış:

Nakleden: İnternet'ten alıntı
Kaydedildiği Tarih : 2007

- "Çok ilginç ya!...
Ben de küçükken koltuğa ters oturup (kafam popomuzu koyduğumuz yerde,
bacaklarım da yaslandığımız yerde) biriyle konuşurmuşum.
Geceleri avizenin etrafında beni döndürdüğünü söylermişim."
Şimdi gerçekmiş gibi az buçuk hatırlıyorum konuştuğumu. Silik silik..."

Bu tarz söylemler ve söylemde geçen irtibatlar yakından, ama çocuğa sezdirmeden tâkip edilmeli ve gerektiğinde tedbir alınmalıdır. Bâzıları himâye tarzında olsa bile, diğerlerinin Obsesyon'a dönüşme ihtimâli vardır.

- Onüçüncü enteresan vak'a:

Nakleden: Ferhan Erkey
Kaydedildiği Tarih : 1965

Bu olayı bizzat kendisinden dinledim:

- "Karadeniz dağlarında seyyahat ediyorduk. Bir kır kahvesinde mola verdik. Bir ağacın altına oturup çay ısmarladık. Çayımızı yudumlarken bir kuşun çığlıkları dikkatinizi çekti. Az ötemizdeki ağaçta bir yuva... Yuvadaki kuş yırtınırcasına bağırıyor... Sebebi ağaca tırmanmakta olan bir yılan... Yuvadaki yavrular da annenin feryâdından ürkmüşler, "ciyk, ciyk" diye ötüşüp duruyorlar... Bu ve bundan sonraki olaylar 3-5 sâniye içinde cereyan etti... Birden ana kuş havalandı. Havada bir kaç tur atıp tekrar yuvaya döndü, yavrularının üzerine oturdu. Yılan yuvaya yaklaşıyor, biz ise şaşkın ve dili tutulmuş vaziyette kalakalmışız!.. Yılan yuvaya ulaşıp ağzını açarak saldırıya geçince, ana kuş birden yılanın ağzına bir gaga atıp geri çekildi. Yılan çırpınarak yere düştü ve olduğu yerde kıvranmaya başladı!.. Toparlanan köylüler koşup yılanı öldürdüler. O zaman farkettik ki, yımanın açık ağzında bir büyük eşekarısı var!.. Meğer ana kuş uçtuğunda o arıyı usturuplu bir şekilde yakalamış, yılan ağzını açınca içine atmış ve tehlikeyi böylece savuşturmuş!.."

Ben bunu ilk dinlediğimde, tüylerim diken diken olmuştu. Sonra benzer korunma taktiklerini televizyon belgelerinde seyredince, aslında Kâinat ve Canlılar hakkında ne kadar az şey bildiğimizi anladım.

- Ondördüncü enteresan vak'a:

Nakleden: Ruhi Selman
Kaydedildiği Tarih : 1995

- "Aslında bu nakledeceklerim tek bir vak'a değil, Hıdırellez ile ilgili üç vak'a.... Üç ayrı bayandan dinledim."

Bilirsiniz 5 Mayıs akşamı başlayan, 6 Mayıs akşamı sona eren bir Hıdırellez inancı vardır. HIDRELLEZ aslında HIZIR ve İLYAS kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir... Böyle iki ayrı muhterem zâtın varlığını kabul eden Türkler, ölümsüzlüğe ulaşmış diye kabul ettikleri bu iki zâtın her yıl bir defa buluştuklarına inanırlar. İlyas'ın denizlere, sulara; Hızır'ın da karalara hükmettiği söylenir... Buluştukları o günde tabiatın yeniden hayat bulduğu, canlandığı düşünülür... Tabiattaki bu değişiklikten kendileri de yararlanmak için kendi dileklerini de dile getirirler. Dileklerini bir kâğıda yazar, veya bir şekil yapar, bir gül ağacının dibine koyarlar.

İLYAS Aleyhisselâm ise Kur'an-ı Kerim'de En'am Sûresi (85-90) ve Saffat Sûresi'nde (123-132) geçer... Hakkında fazla bilgi yoktur. Rivâyete göre hükümdar Ahab zamanında yaşamış, sonra Hz. İsâ gibi göğe çekilmiştir...

Hızır aslında "yeşil" demektir. Tabiat o renkle canlanır. Belki de Hızır ile İlyas'ın buluşması ona işârettir. Bir ihtiyâcı olanlar Hızır bekler. Kur'an'da kıssası anlatılan Hz. Mûsa ile buluşan kişi de Hızır diye anılır, isim verilmemiş olmasına rağmen... Şöyle ki, rivâyete göre, Mûsa Aleyhisselam Yahudiler'i Firavun'dan kurtardıktan sonra bir gün onlara vaaz ederken bir Yahudi, "Ya Kelimallah (Allah'ın kelâmını dile getiren), yeryüzünde senden daha hakîm, hikmet sâhibi, bilgili bir insan var mıdır?" diye sormuş. Mûsa da peygamber olmasından güç alarak "Hayır" demiş... Bunun üzerine kendisine"Mecma-il Bahreyn'de (iki denizin birbirine kavuştuğu yer) ledün ilmine (gizli ilimler) mazhar olmuş bir kulum var. Şakirdinle (müridin, taleben) birlikte oraya git. Rehber olarak ta yanına kurutulmuş, tuzlanmış balık al," diye vahiy gelmiş... Mûsa yanına Yuşa bin Nun adlı kişiyi de alarak yola çıkmış. Yuşa'ya "Balığı nerede kaybedersen, bana haber ver," diye tembih etmiş... HANİ MÛSA ŞAKİRDİNE, "BEN MECMA-İL BAHREYN'E VARINCAYA KADAR DURMAYACAĞIM. BELKİ varıncaya kadar UZUN YILLAR GEÇİRECEĞİM," DEMİŞTİ. (Kehf Sûresi , 60. âyet)

Bir hayli gittikten sonra su kenarı bir yerde konaklamışlar. Orası aslında Mecma-il Bahreyn imiş ama farkında değillermiş. Yuşa azıklarını ve tuzlu balığı suyun kenarında bir kayanın üzerine bırakmış... Ve Mûsa uyuyup dinlenirken elini yüzünü yıkamak istemiş. Yıkanırken bir kaç damla su kuru, tuzlu balığın üzerine sıçramış. Suyun değmesi ile balık canlanıp suya atlamış!.. VAKTÂ Kİ, İKİ DENİZİN BİRLEŞTİĞİ YERE ULAŞTILAR, BALIKLARI UNUTTULAR. BALIK DENİZE ATLAMIŞ, BİR DELİĞE DOĞRU YOL ALMIŞTI. (Kehf Sûresi , 61. âyet) Ama Yuşa bunu uyanınca Musa'ya söylemeyi unutmuş!..

VAKTÂ Kİ (mecma-il Bayreyn'i) GEÇTİLER, MÛSA ŞAKİRDİNE "KUŞLUK YEMEĞİMİZİ GETİR DE YİYELİM, BU YOLCULUKTAN HAKİKATEN YORGUN DÜŞTÜK," DEDİ. (Şakirt,) "GÖRDÜN MÜ?" DEDİ, "BİZ O KAYANIN YANINDA BARINDIĞIMIZ ZAMAN BALIĞIN HÂLİNİ SİZE SÖYLEMEYİ UNUTTUM. ONU SİZE HATIRLATMAYI BANA HERHALDE ŞEYTAN UNUTTURDU. BALIK DENİZDE ACİP (acaip) BİR YOL AÇARAK GİTTİ." (Kehf Sûresi , 62-63. âyetler)

MÛSA, "İŞTE BİZİM ARAYACAĞIMIZ BU İDİ. (Balık bize yol gösterecekti," dedi...) HEMEN İZLERİNİ TÂKİP EDEREK GELDİKLERİ YOLDAN GERİ DÖNDÜLER. ((Kehf Sûresi , 64. âyet)

"ORADA KULLARIMIZDAN ÖYLE BİR KUL BULDULAR Kİ, ONA TARAFIMIZDAN BİR RAHMET VERMİŞTİK. VE NEZDİMİZDEN KENDİSİNE BİR İLİM ÖĞRETMİŞTİK." (Kehf Sûresi , 65. âyet)

Kur'an-ı Kerim'de bu kişinin adı geçmez... Rivâyete göre bu kişi Hızır Aleyhisselam'dır. Başta Bayzâvî olmak üzere "İlyas Aleyhisselâm" diyenler de vardır. Dikkate değer.

Mûsa bu kişiyle karşılaşınca selâm vermiş. O da, "Selâm, ey İsrailoğulları'nın Peygamberi," diye cevap vermiş. Mûsa, "Benim peygamber olduğumu sana kim haber verdi?" diye sormuş. O zat, "Yerimi sana bildiren," demiş.

Bunun üzerine bu kişiye hayranlık duyan MÛSA, "SANA ÖĞRETİLEN HAYIR VE RÜŞT İLMİNİ BANA ÖĞRETMEN ŞARTIYLA, SANA TÂBİ OLABİLİR MİYİM?" DEDİ. O (zat,) "SEN BENİMLE BULUNMAYA SABREDEMEZSİN!.. İLMİNİN İHATA ETMEDİĞİ (kapsamadığı) BİR ŞEYE NASIL SABREDEBİLİRSİN?" DEDİ. MÛSA, "İNŞALLAH BENİ SABREDİCİ BULURSUN. HİÇ BİR İŞTE SANA KARŞI GELMEM," DEDİ. (Kehf Sûresi , 66-69. âyetler)

O, "ŞÂYET BANA TÂBİ OLURSAN, (ne olursa olsun, ne yaparsam yapayım,) SANA HAKİKATİ SÖYLEYİNCEYE KADAR BANA HİÇ BİR ŞEY SORMAYACAKSIN," DEDİ. (Kehf Sûresi , 70. âyet)

Mûsa kabul etmiş... BUNUN ÜZERİNE İKİSİ KALKIP (deniz kenarına) GİTTİLER. BİR GEMİYE BİNDİLER. (Ama bir süre sonra o zat bir balta alıp) GEMİYİ DELDİ. MÛSA, "İÇİNDEKİLERİ SUDA BOĞMAK İÇİN Mİ GEMİYİ DELDİN? GERÇEKTEN FENA BİR İŞ YAPTIN," DEDİ. O (zat,) "BEN SANA, BENİMLE BULUNMAYA KATLANIP SABREDEMEZSİN, DİYE SÖYLEMEMİŞ MİYDİM?" DEDİ. MÛSA, (pişman olup,) UNUTTUĞUM ŞEYLE BENİ MUAHEZE EtME (kınama). İŞİMDE BANA GÜÇ BİR ŞEY TEKLİF ETME," DEDİ. (Kehf Sûresi , 71-73. âyetler)

(Sonra) KALKIP (bir köye) GİTTİLER. NİHAYET BİR OĞLAN ÇOCUĞA RASTGELDİLER. O (zat) HEMEN ÇOCUĞU ÖLDÜRDÜ! MÛSA (dayanamayıp) "BÖYLE (günahsız) TEMİZ BİR NEFSİ BİR NEFSE KARŞI OLMAKSIZIN (kısas gerekmediği hâlde, haksız yere) NASIL ÖLDÜRDÜN? GERÇEKTEN SEN ÇOK KÖTÜ BİR İŞ YAPTIN," DEDİ. O (zat,) "BEN SANA BENİMLE BULUNMAYA SABREDEMEZSİN, DİYE SÖYLEMEMİŞ MİYDİM?" DEDİ. MÛSA (sorduğuna pişman olup,) "ŞÂYET BUNDAN SONRA SANA BİR ŞEY SORACAK OLURSAM, ARTIK BENİMLE ARKADAŞLIK ETME. ZİRÂ, TARAFIMDAN ÖZRÜ NİHÂYETE ERİŞTİRDİN. (Artık mâzur görülecek yanım kalmadı,)" DEDİ. (Kehf Sûresi , 74-76. âyetler)

ORADAN KALKIP GİTTİLER. HİHAYET BİR KASABAYA VARDILAR VE AHALİSİNDEN YİYECEK İSTEDİLER. FAKAT HALK KENDİLERİNİ MİSÂFİR ETMEKTEN KAÇINDI. (Vermedi.) ORADA YIKILMAYA MÂİL BİR DUVAR GÖRDÜLER. O (zat) BUNU DERHAL (tâmir edip) DOĞRULTUVERDİ. MÛSA (dayanamadı, "Bu ahâli bize yiyecek bile vermedi.) DİLESEYDİN, (hiç değilse) ELBET BUNA MUKABİL BİR ÜCRET ALIRDIN," DEDİ. (Kehf Sûresi , 77. âyet)

O (zat,) "İŞTE ARTIK BU BİRBİRİMİZDEN AYRILMA VAKTİDİR!.. ŞİMDİ SANA (zâhirde kötü görüpte) SABREDEMEDİĞİN ŞEYLERİN, (yaptıklarımın) İÇ YÜZÜNÜ HABER VEREYİM, DEDİ. (Kehf Sûresi , 78. âyet)

- "O (delik açtığım) GEMİ, GEÇİMLERİNİ DENİZDE TEMİN EDEN BİR TAKIM YOKSULLARINDI. (Gemiyi delerek) KUSURLU YAPMAK İSTEDİM. ZİRÂ ARKALARINDA HER SAĞLAM GEMİYİ GASPEDEN BİR HÜKÜMDAR VARDI." (Kehf Sûresi , 79. âyet)

- "O (öldürdüğüm mâsum yüzlü güzel) OĞLANIN DA (kendisi ileride kâfir olacaktı, ama) EBEVEYNİ MÜMİNDİLER. ONUN BUNLARI TUĞYÂN VE KÜFRE SÜRÜKLEMELERİNDEN KORKTUK! İSTEDİK Kİ, RAB'LERİ ANA VE BABASINI BUNUN YERİNE DAHA HAYIRLI, DAHA PÂK (temiz), MUTTAKİ (itikat-inanç sâhibi) VE MERHAMETÇE ONDAN DAHA YAKININI VERSİN." (Kehf Sûresi , 80-81. âyetler)

- "VE DOĞRULTTUĞUM, (tâmir ettiğim) DUVAR ŞEHİRDE İKİ YETİM ÇOCUĞUNDU. ALTINDA ONLARA ÂİT BİR DEFİNE VARDI. BABALARI SÂLİH BİR KİMSEYDİ. BU SEBEPLE RABB'İN İKİSİNİN İLİM VE RÜŞDE ERMELERİNİ VE (ondan sonra) BU DEFİNEYİ ÇIKARMALARINI İSTEDİ. (Daha önce duvarın yıkılıp ta definenin ortaya çıkmasını, başkalarının eline geçmesini istemedi.) BU RABB'İNDEN BİR MERHAMETTİ... BEN BUNLARI KENDİ REYİMLE (tercihimle, kararımla) YAPMADIM. (AlLLAH'ın emrine uyarak, onun gerçek bir kulu olarak yaptım.) İŞTE SENİN SABREDEMEDİĞİN ŞEYLERİN İÇYÜZÜ!" (dedi.) (Kehf Sûresi , 82. âyet)

"Biz üç hatunun Hıdırellez hikâyesini anlatacaktık, söz nerelere geldi. Ama HIZIR'ı anlatmadan, Hıdırellez hikâyesini nasıl anlatabiliriz ki?"
"Efendim, bu hatunlardan biri ev istiyormuş... Hıdırellez akşamı bir kâğıda bir ev resmi çizmiş. Ama fazla titiz olmadğı için evin balkonu oldukça büyük olarak belirmiş. Hatta eve orantısız olmuş. Resmi ağacın altına koymuş, beklemeye başlamış. Bir süre sonra bir dâire sâhibi olmuş ama, TERAS KATI imiş!.... Yâni "balkon"u evden daha büyükmüş."

"İkinci hatun evlenmek istiyormuş... Hamurdan küçük bir heykelcik yapmış. Tam ağacın altına koyacakken heykelin bir bacağı kopmuş. Hamur ya, kopar... Öylece koymuş ve beklemeye başlamış. Bir süre sonra bir adam tâlip olmuş, evlenmeye karar vermişler. Ama anlaşılmış ki, adamın bir bacağı, hem de o kopan bacak takma imiş.... Yine de evlenmişler."

"Üçüncü hatun, genç bir kız, iyi bir üniversiteden hem de başarı derecesiyle mezun olmuş. İyi bir bankada, iyi bir iş istermiş... Hıdırellez akşamı bir kâğıda İş Bankası yazmış. Arzusu oymuş. Ancak şansı artsın diye yanına dört yapraklı bir yonca çizmiş, ağacın altına koymuş. Beklemeye başlamış, bankadan cevap gelsin diye.... Bir süre sonra iş çıkmış, ama simgesi dört yapraklı yonca olan Garanti Bankası'nda!.. Kabul etmiş, başlamış çalışmaya. "

Ne dersiniz?.. İhtiyaç içinde olanların talebiyle ilgilenmekle görevli olan kul Hızır mı, İlyas Aleyhisselâm mı?....

- Onbeşinci enteresan vak'a:

Nakleden: Ruhi Selman
Kaydedildiği Tarih : 22 Mart 1992

13 Mart 1992'de Erzincan'da meydana gelen depreminde kurtarma çalışmalarını seyretmiştim. Hem de şimdi (Kasım, 2020) İzmir depreminde 64 saat sonra kurtarılan üç yaşındaki Elif ile 91 saat sonra kurtarılan dört yaşındaki Ayda'nın enkazdan çıkarılışını nasıl seyrediyorsak, öyle seyretmiştim... 9 gün sonra kurtarılan Nurcan Hemşire ile çıkarıldıktan hemen sonra yapılan ropörtajı da dinlemiştim. TRT arşivlerinde olması lâzım. Onu anlatacağım, ama önce 31 Ekim 2020 İzmir Depremi üzerine onunla yapılan ropörtajları toplu olarak vereyim:

- "İzmir'de Küçük İdil (14 yaşında) depremden 58 saat sonra kurtarıldı. Yıllar önce
653 vatandaşımızı kaybettiğimiz, 6.8 şidddetindeki 1992 Erzincan depreminin
mucize kurtuluş kahramanı Nurcan Eraslan Arslan, İzmir depremini de Buca’daki
evinde yaşadı. Erzincan'ın sembol figürlerinden biri olan Arslan,

- 'Sabırla bekleyelim. Eminim yeni kurtarılanlar olacaktır'

dedi ve İzmir'den bir mucize haberi daha geldi. 64 maat sonra kurtarılan Elif!.. "

- "Erzincan Depremi'nde enkaz altında 8 gün kalan ve sağ çıkarak Erzincan
depreminin sembol ismi olan Nurcan Eraslan Arslan,

- 'Kimse umudunu yitirmesin. Sabırla bekleyişinizi sürdürün.
İnanıyorum ki mutlaka enkaz altından yeni çıkarılanlar olacaktır.
Arama kurtarma ekipleri canla başla çalışıyor. Bol bol dua edin'

dedi. Ve Türkiye'yi sevindiren son dakika gelişmesi depremin 58. saatinde
Bayraklı'da İdil'in kurtarılması ile geldi. Tarihe geçen bir isim olan ve biri
enkaz altında 8 gün olmak üzere yaşadığı 2 büyük depremi anlatan Arslan
enkaz altında gündüz geceye dâir hiçbir fikrinin kalmadığını aktardı.

Türkiye'de en uzun süre enkaz altında kalarak sağ çıkarılan kişi olan Arslan,
İzmir depremi sonrası duygularını anlattı. Şu an İzmir Buca'da bir apartmanın
birinci katında yaşayan Arslan,

- Çocuklarımla dışarı çıktık ve bir süre apartmanımızda
oturduk. Evimizde çatlak olmadığı için gece geri döndük.
Ama çok korktuk ve aklıma 1992 Erzincan depremi geldi'

dedi. Arslan şu sözlerle anlattı:


- 'Ben 653 vatandaşımızın öldüğü Erzincan depreminde
187 saat (24x 8 = 192, 8 günden 5 saat eksik) enkaz altında
karanlıkta aç susuz bekledim.
Yağmur suyu ve idrarımı içtiğim yazılmıştı. Bunlar doğru değil.
Hareket edemiyorum ki nasıl su içeyim?
İlk birkaç gün bilincim kapalıydı. Gece ve gündüzün ayrımını bile
yapamıyor insan. Sâdece dışarıdaki seslerden gece ve gündüz
olduğunu anlayabiliyordum. Tabii ki bu kolay değil.'

Nurcan Hemşire, önemli bir noktaya dikkati çekti. Enkazların bulunduğu
alanda sessiz olunması gerektiğini söyledi.

- 'Çünkü enkaz altındayken dışarıdaki sesleri
duyulabiliyorsun ancak sesini duyuramıyorsun.
Çok gürültü olmasa daha önce çıkardom

İş makinelerinin gürültüsünden sesimi kimse duymadı.
Oksijen bitmesin diye bağıramadım'

dedi.

13 Mart 1992'de Erzincan'ın üçte ikisini yerle bir eden depremde de benzeri
bir mucize yaşanmıştı. SSK Hastanesi hemşiresi Nurcan Erarslan Aslan (35)
8 gün enkaz altında kaldıktan sonra sağ çıkarılmıştı. Halen İzmir SSK'da görevini
sürdüren Nurcan Hemşire'nin anlattıkları, bundan sonraki kurtarma çalışmalarına
da ışık tutacak.

- * Deprem anında neredeydiniz?
- 5 katlı lojmanın en üst katında. Tavan üzerime yıkılırken bayılmışım.
Ayıldığımda her yer karanlıktı. Sesler duyuyordum ama
kendimi duyuramadım. Çok gürültü vardı, kurtarma çalışmasında
daha sessiz olunmalı. Benden uzakta biri vardı, onunla ilgilenirken
beni unuttular.

- Enkaz altında ilk gün ve gece nasıl geçti?
- Ümitle ve dua ederek.. ÖLECEĞİMİ HİÇ DÜŞÜNMEDİM.
En büyük tehlike soğukta donma riskiydi.
Kendime "Kapalı bir yerde kaldığımı, az sonra çıkarılacağımı"
söyleyip durdum. Deprem olduğunu unutmuşum.
Sürekli, "Buradan çıkacağım, arkadaşlarım benim yerimi
söyleyecekler" diye düşündüm.

- Sağlığınız ne durumdaydı?
- Çıkarıldığımda böbreklerim iflas etmek üzereydi.
Burnum hiç koku almaz, ceset kokusu almadım o yüzden.
Sol ayağımın yarıdan fazlasını kaybettim.
Sağ ayak parmaklarım da soğuk yanığından kangren oldu.

- Enkazda kalanlar yaşam süresini uzatabilir mi?
- Kaçmak çözüm değil. Çok sağlam bir eşya yanında durun.
Enkaz altında oksijeni tasarruflu kullanın.
Gereksiz yere bağırmayın. Hiçbir zaman ölümü düşünmeyin.

Nurcan Hemşire Erzincan Depremi'nde yaşadıklarından bu kadarını anlatmış... Ama 1992'deki ropörtajını hatırlatan bir kaç ipucu vermiş... "İlk birkaç gün bilincim kapalıydı." ... "Hareket edemiyorum ki nasıl su içeyim? " ... "ÖLECEĞİMİ HİÇ DÜŞÜNMEDİM" ... Bir insan depremde hapis ve hareketsiz kalır da, aklına hiç ölüm gelmez mi?.. Aç, susuz, üstelik de Erzincan'ın kış soğuğu!.. Nurcan Hemşire'nin aklına gelmemiş! Niye?...

Çünkü o "bilincim kapalıydı" dediği dönem var ya, o esnâda ona yeşil cübbeli, ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar görünmüş ve "korkma kızım, kurtulacaksın" demiş!... Nurcan hemşire 187 saat sonra kurtulduğunda, daha sedyede iken... o zaman deprem tedbirleri şimdiki gibi düzenli değil, gazeteciler yanaşıp sual yağmuruna tutmuşlardı kızı... Biz de seyrediyoruz... biri "Hiç susamadınız mı?.. Açlık çekmediniz mi?" diye sorduğunda, Nurcan Hemşire sanki biraz önce yemek yemiş, sular içmiş gibi "Yoo!" dediydi. Açlık, susuzluk ta aklına gelmemiş. Ayakları donduğu hâlde, üşüdüğünün bile farkında değil!.. Nasıl dayandığı sorulduğunda o ak sakallı dedenin verdiği ümitle yaşaığını anlattı sâdece... Bu kısmı tabii yukarıda dile getirmemiş!..

Donuk ayaklakından solu, bilekten kestiler... Ama hâlâ çalışıyor... ALLAH ona ve çocuklarına sağlıklı uzun ömürler versin!

Bu yazıyı yazdığım gün, başka bir konuyu araştırıyordum, şu âyete denk geldim.

- "Sana, ne zaman kopacak diye Kıyâmet vaktini soruyorlar.
De ki; onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır.
Onu tam vaktinde koparacak olan O'ndan başkası değildir.
Onun ağırlığına göklerde ve yerde dayanacak bir kimse yoktur.
O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun
gibi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi Allah katındadır.
Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."

(Araf Sûresi , 187. Âyet)

"Kıyâmet'in ne zaman kopacağını ALLAH'tan başkası bilemez, diyor. Sâdece o kadar mı? Nurcan Hemşire'nin 187 saat sonra kurtulması ile 187. Âyet arasında bir ilişki kurdum. Âyet aynı zamanda "Kimin, ne zaman öleceğini de ALLAH'tan başka kimse bilemez, Hattâ hangi felâketin ne zaman geleceğini de ALLAH'tan başka kimse bilemez"" diyor!...

Devam edecek!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR