BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ

Bugün 8 Mart, 2018... Günlerden Perşembe... DÜNYA KADINLAR GÜNÜ... Biz de KADIN üzerine bir TEBLİĞ verelim, dedik. Ama önce izin verin, birkaç lâf edelim.

Çünkü bâzı derneklerin, örgütlerin teşvikiyle bir kısım KADINLAR sokaklarda... Gazeteler, televizyon ve radyo kanalları KADIN diyor, başka birşey demiyor... PKK uyuşturucu üretim ve ticâretinin yanısıra KADIN ve ÇEVRE konusuna da el atmış, HPG, YPG'ye bir de YPJ eklemiş, yâni bir KADINLAR ORDUSU kurmuş, bu konuda "Dünyâ'da ilk" olmakla övünüyor!.. AMAZON KADINLARI'nı, Erzurumlu NENE HATUNLAR'ı, Millî Mücâdele'nin RÜTBELİ KADIN KAHRAMANLARI'nı, Sovyetler'in ve İsrâil'in KADIN ASKERLER'ini unutmuş!.. Hele Dahomey'in Savaşçı Kadınları'nı, hiç bilmez!.. iki cümlesinden biri "özgürlük, demokrasi, ekoloji, jineloji" üzerine... Sanırsınız, KADINLAR ve ÇEVRE üzerine titriyor, toz kondurmuyor!.. Ekoloji'yi biliyoruz da, Jineloji bu teröristlerin başı Artin Apo'nun icâdı!..

Neden mi Abdullah Öcalan'a "Artin Apo" diyoruz?.. Çünkü Kürt falan değil, anası da babası da Ermeni ... Kendisi eski adı Amara (Ömerli) olan bir Ermeni köyünden...

Türkiye'de tehcirden kurtulmak için müslüman âilelere sığınan, sonra bir kısmı müslüman olup Türkleşen, bır kısmı da kendini sinsice gizleyen -80 ila 100 bin civarında- Ermeni var... Ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürt görünümlülerden oluşuyor. TİKKO, MLKP-C, DHKP-C ve PKK hareketi bizim sandığımız gibi Kürt hareketi değildir. PKK'nın başındaki Öcalan da Kürt değildir!.. Asıl adı Artin Agopyan olan bir Ermeni militanıdır. Üstelik bu kripto Ermeniler, bizim Aleviler'i saflarına çekmek için arada bir Alevî evlerini işâretler, sonra "Türkler katliama hazırlanıyor" diye yaygara koparırlar. Bunların sahte Alevî dernekleri de vardır.

1915'deki tehcir sırasında Ermeniler daha çok Kürt ve Aleviler'in içinde gizlendiler. Erzurum'da binlerce Ermeni'yi Kürtler sakladı. Aynı şekilde Tunceli'de binlerce Ermeni yine buradaki Aleviler tarafından saklandı. Kürt Aleviler bunlardır. Varto ve Hınıs'ta da aynı durum olmuştur. Birçok yerde bu Türk isimli Ermeniler var. Meselâ TİKKO mensubu Orhan Bakır'ın asıl adı Armanek Bakırcıyan idi. 1978'de bir operasyonda öldürüldü. 1988'de İzmit'te bir TİKKO evini basan güvenlik güçleri Demir Ömer'i yakaladı. Teröristin asıl adı Manvel Demir'di, Ermeniydi. En acısı, TÜRK sandığımız, ama Ermeni asıllı olan ve bir diyaspora Ermenisi gibi hâince, düşmanca davranan bürokrat ve politikacılar var, aramızda ve başımızda!..

Biz KADIN hakkında bir TEBLİĞ verecektik, nelerden bahsediyoruz!..
Bahsetmemiz lâzım, çünkü bu Artin Apo'nun KADIN hakkındaki zırvaları pek çok yerde propoganda ediliyor ve doğru imiş gibi gösteriliyor. Önce onları vereceğiz, sonra KADIN ne imiş, bizim Üstatlar'ın sözlerinden nakledeceğiz.

Artin Apo diyor ki:

- "KADIN: KOCASININ EŞİ, BABASININ KIZI değildir, olmamalıdır!..
AĞABEYİNİN KIZ KARDEŞİ değildir, olmamalıdır!..
KADIN kendisi olmak durumundadır. Bunun formülü tutkuyla çalışmaktır,
yoğunlaşmaktır, karanlığı aydınlatmaktır."

" Benim buradaki demokratik çözüm başlıklarımda
KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ birinci maddedir. Anlamıyorlar.
5 bin yıllık ERKEK egemen kültür, tecâvüzcü kültürdür.
9 bin yıllık çökmüş olan KADIN gerçeğini özgür KADIN olarak
ayağa kaldırmaya çalışıyoruz.
İnanıyorum ki, 21'inci yüz yıl KADIN özgürlüğünün sağlandığı
yüz yıl olacaktır."

"ÂİLE ilişkilerindeki büyük tıkanıklık aşılmadan 'özgür âile'
kurumlaşmasına ulaşamıyoruz.
Bizde birey bir kördüğümdür, onu çözmeden devrime katmak
mümkün değildir. Bireyi özgürleştirmek için de geleneksel
ÂİLE ve KADIN-ERKEK ilişkilerini çözüp aştırmak
ve özgürlük bilincini derinleştirmek gerekiyor.
Saflarımıza gelen KADINLAR'ın hepsi bağımlıdır.
Bu kadar bağımlılığın olduğu bir örgüt, nasıl özgürlüğün
örgütü olacak? Özgürlük isteyen KADINLAR nasıl özgürlük
elde edecek? KADIN ekonomik anlamda ERKEĞE muhtaç
olmaktan kurtarılmalıdır."

Şimdi bu lâflara bakınca, Artin Apo'nun ne kadar hassas, ne kadar ince ve duygulu, KADIN'a sevgi ve saygısı yüksek biri olduğunu zannedersiniz.

Ama diyor ki, "KADIN; BABASININ KIZI değildir, olmamalıdır!.. AĞABEYİNİN KIZ KARDEŞİ değildir, olmamalıdır!.. KOCASININ EŞİ değildir, olmamalıdır!.."
Peki, ne olmalıdır?.. "Kendi olmalıdır, özgür olmalıdır," demiş!..

Demiş te, nasıl olacak?.. Dünya nüfusu 6.931.075.597 kişi... 7 milyara yakın... Bunun yarısı dişi... Yâni 3,5 milyar KIZ BEBEK, KIZ ÇOCUK, GENÇ KADIN ve YAŞLI KADIN var Dünyâ'da... Şimdi bunlar BABASININ KIZI değilse, AĞABEYİNİN KIZ KARDEŞİ değilse, KOCASININ KARISI, EVLÂDININ ANNESİ değilse; onlara kim, nasıl bakacak?.. Nasıl özgür olacak?.. Üstelik (kültürün tecâvüzcü olduğunu iddia ediyor, hiçbir kültür tecâvüzcü değildir, ama) her toplumda tecâvüze, tahakküme meyilli maganda ruhlu, hayvan tiynetli ERKEKLER vardır. KADIN bunlardan kendini nasıl koruyacak?..

Feministlerin "çalışsın, efendim, kendi ekonomik özgürlüğünü kazansın," dediği gibi bir durum mümkün mü?.. Evde, tarlada, bağda, bostanda, çay toplamada, dağda odun toplamada çalışmayan KADIN var mı?.. "Ücretli çalışsın" diyorlarsa; bebekler, çocuklar, GENÇ KIZLAR, KOCAMIŞ KADINLAR nasıl ekonomik özgürlük kazanacak, bu işsizliğin eğitimsizliğin yaygın olduğu Dünyâ'da?.. Bırakın KADINLAR'ı; ERKEKLER iş bulamıyor, ERKEKLER bugün asgarî ücretle "ekonomik özgürlüğü"nü kazanamıyor, kredi kartı mahkûmu!.. KADIN nasıl sağlayacak?..

Farzedelim, iş buldu... Asgarî ücretle ekonomik özgürlüğünü kazanamayıp geçinememesi bir yana; patronu, müdürü, ustabaşısı, hatta odacısı, mahallenin zamparası kendisine sarkınca, tehdit edince kim koruyacak onu?.. Bırakın KADINLAR'ı, KIZLAR'ı; ERKEK ÇOCUKLARI, YAŞLI ERKEKLERİ kim koruyacak?.. Maaşını çeken YAŞLI ERKEĞİN kafasına vurup parasını alandan onu kim, nasıl koruyacak?.. Her birine yetecek kadar polis-jandarma-bekçi var mı memlekette?..

Öyleyse zayıfları, güçsüzleri, KADINLAR'ı, âilenin güçlü ERKEKLER'i koruyacak!.. Hem koruyacak, hem geçimini sağlayacak! Bu, Dünyâ'nın dört bir yanında geçerli, şaşmaz kuraldır. Şaşarsa, KADIN ayağa düşer, sokağa düşer!.. İslâm'da ERKEĞİN üstünlüğü, işte bu KORUMA ve GEÇİNDİRME görevini tam olarak yapanlaradır. Yoksa beş para etmez onun "erkek"liği!..

- "Allah'ın bâzısını bâzısına üstün kılması nedeniyle
(bâzı insanlar bâzılarına üstün, tümüne değil)
ve mallarından harcamalarından ötürü ERKEKLER,
KADINLAR üzerinde hüküm sâhibidirler.
Sâliha (iyi huylu) KADINLAR; gönülden boyun eğenler
ve ALLAH'ın korunmasını emrettiği şeyleri,
KOCASI'nın bulunmadığı zamanda koruyanlardır.
Baş kaldırmalarından (huysuzluk etmelerinden)
endişelendiğiniz KADINLAR'a (önce) öğüt verin,
(etkili olmazsa) onları yataklarında yalnız bırakın,
(edepsizlikte ısrar ederlerse ) onları
(iz bırakmayacak şekilde) dövün,
(veya evden çıkarın, baba evine yollayın)
Size itaat ederlerse sakın aleyhlerine yol aramayın!
Allah yücedir, büyüktür."

(Nisâ Sûresi, 34. Âyet)

Peygamberimiz de Vedâ Hutbesi'nde bu konuya açıklık getirmiştir:

- "Ey insanlar! (ERKEKLER'e hitap)
Sizin KADINLARINIZ üzerinde haklarınız olduğu gibi,
onların da sizin üzerinizde hakları vardır.
Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı bir başkasına çiğnetmemeleri,
izniniz olmadan yuvanıza hoşlanmadığınız birisini almamaları
ve bir ahlâksızlıkta bulunmamalarıdır. Böyle bir şey yaptıkları takdirde,
ALLAH size, onlara öğüt verme, yataklarını ayırma
ve onlara hafifçe vurma izni vermiştir."

"Böyle bir şey yapmadıkları sürece, onların da sizin üzerinizdeki hakları,
güzel bir biçimde nafakalarını ve giyimlerini temin etmenizdir.
Onlar sizin nâzik yaratılışlı yardımcılarınızdır.
Siz onları ALLAH'ın birer emâneti olarak aldınız
ve yine ALLAH adına onların ırz ve nâmuslarını helâl edindiniz.
KADINLAR hakkında ALLAH'tan korkun ve onlara hayrı tavsiye edin!
Sözlerimi iyice anlayarak hatırınızda tutun!"

ÂİLE toplumun çekirdeğidir. KADIN-ERKEK her kişinin güvenliği, sığınağıdır. Artin Apo KADIN'ı hem ÂİLE'den, hem de ÂİLE MENSUBU ERKEK'ten koparıyor!.. Bu durumda sözde özgürleşmiş KADIN ne oluyor?.. Başka ERKEKLER'in kucağına, sokağa düşüyor!.. Ama Artin Apo KADIN'ın ÂİLE dışına çıkmasını, EVLİLİK'ten uzak durmasını, dilediği ERKEK'le birlikte olmasını "özgürlük" olarak sunuyor:

- "Benim için KADIN özgürlüğü her şeyden daha önemlidir.
En güzel KADIN hayâtı özgür yaşayan KADIN'dır.
Hiçbir çirkinlik, köle KADIN'la ve tahakkümcü ERKEK'le
birleşmek bütünleşmekten daha alçak ve iğrenç olamaz.
Yine hiçbir birlik ve bütünlük özgür KADIN'la ve tahakkümü
yenmiş ERKEKLİK'le yaşamaktan daha değerli,
güzel ve doğru olamaz."

"Biz KADIN-ERKEK birlikteliklerine karşı değiliz.
O halde özgür ilişki tarzı ne olacak, nasıl olacak?
Bu, geleneksel ÂİLE tarzını meşrulaştırmakla olmuyor.
Toplumda KADIN ve ERKEK yirmi yaşına geldiklerinde anlaşır
ve evlenirler. Bu, onlar için bir çözümdür.
Bu anlamıyla geleneksel ÂİLE, sömürgeciliğin en büyük
dayanağı ve sorunların en köklü kaynağıdır.
12 Eylül faşizmi de bunu alabildiğine yaydı.
EVLİLİĞİ en temel köleleştirici ilişki olarak dayattı.
Kürt toplumunu ÂİLE içi sorunlardan dolayı başını kaldıramaz
bir duruma getirdi. Saflarımıza gelenlerin çoğu da
bu hastalıktan payını almıştır. Hemen hemen her tip
bu konuda ne yapacağını veya nasıl yaşayacağını bilmiyor,
'özgürlük istiyoruz, özgür ilişki istiyoruz' demekle yetiniyor."

"KADINLAR'a şunu soruyorum: Bu ERKEKLER'i neden başınıza belâ ettiniz?
Çünkü ERKEK egemenlikli, yani baskıcı, horlayıcı ve düşürücü
ilişki tarzına ardına kadar açıksınız.
KADIN-ERKEK ilişkilerinde düzey yaratılmak, olgunluk, ciddiyet,
eşitlik, özgürlük, sevgi, saygı, güç ve kolay oynanamaz
bir düzey sağlattırılmak isteniyorsa, öncelikle ucuz duygulara
ve güdülere kapılmadan, temel yoldaşlık ölçülerinde birbirimizle
birliğe var olup olmadığımızı iyi anlamak zorundayız.
Bu konuda ne kadar ısrarlı olsam da, genelde bütün yoldaşlar
"Biraz feodal kalalım, aşiret ve ÂİLE etkilerini yaşayalım,
KEMÂLİZM'in etkisini yaşayalım; DİNİMİZ, mezhebimiz, cinsiyetimiz
ve cibilliyetimiz bizi böyle alıştırmış, geleneğimiz ve ahlâkımız
böyle yetiştirmiştir" diyorlar... Bunlar birden aşılmaz!.."

Neyi aşmak gerekiyormuş?.. ÂİLE'yi, DİN'i, KEMÂLİZM'i, toplumun ÖRF ve ÂDETLER'ini aşmak gerekiyormuş!.. KADINLAR ondan sonra başıboş kalınca özgür olacakmış!.. Tabii, böylece ERKEKLER de onlardan diledikleri gibi yararlanacaklar!

Öcalan, 13 Eylül 1998 günü Şam`da 60-65 kadar kişiye hitaben yaptığı konuşmasında,

- "KIZLARIMIZ, KADINLARIMIZ, ANNELERİMİZ çocukça ve ahmakça hareket ediyor.
Onlar, Kürdistan`ın çağdışı toplum etkilerini taşıyor.
Düşmanın toplumumuza empoze etmiş olduğu karanlık toplumsal özellikleri
değer yargısı olarak anlıyor. KADINLARIMIZ, açıkça söylüyorum,
DİN'in etkisinde kalarak pasifleşmiştir. Bu nedenle de KADIN militanlarımız
gittikçe azalmaktadır. Sâdece KIZLARIMIZ'ı değil, ERKEKLERİMİZ'i de engellemek
istemektedirler. 'PKK`ya katılırsan hakkımı helâl etmem,' demektedir.
Ne hakkı var? Aptal KADIN! Bırak OĞLU'nu, bırak KIZ'ını, gelsin!. KADINLARIMIZ,
ANALARIMIZ Kürdistan dâvâsına ihânet etmiştir!
Bizim DİN ile ilişkimiz yok!.. Halkımız TANRI'dan, ideolojiden kopmalıdır!
Ben çok uğraştım sonunda TANRI'dan koptum. TANRI'yı aştım! Böylece
Abdullah Öcalan olabildim. İSLÂM, KADINLARIMIZ'a bir şey vermemiştir.
Bunun yerine sosyalist ahlâkı koyacağız!"

Onun "sosyalist ahlâk" dediğinin ne olduğunu, yoldaşı Şemdin Sakık anlatmış, aşağıda vereceğiz... Ama "Sayın Öcalan KADINLAR'ı yüceltti, özgürleştirdi" diyen, buna inananların Artin Apo'nun bilhassa Kürt KADINLAR'ını nasıl hor gördüğünü bilmedikleri âşikâr!.. Artin Apo , 544 sayfalık "Nasıl Yaşamalı" adlı kitabının 91. sayfasında, "Kürt KADINLAR'ın vücutları ölgündür. Pis kokarlar, soğuk ve biçimsizdirler," diyor... Ayrıca, "Kürt KADINLAR'ın ruhsuz olduğunu ve entelektüel kapasiteleri olmadığını" iddia ediyor... Bu görüşlere yer veren Le Figaro, "Kürt Usûlü Feminizm" başlıklı haberinde, "Türkiye, Öcalan'ı asmakla hatâ eder; bu kitabı dağıtmak yeter" diye kendisiyle dalga geçti.

Artin Apo'nun 1998'de göbeğini kaşıyarak KADIN militanlara hitâben yaptığı konuşmada, Adnan Hoca'nın "kedicik"leri var ya, kendisinin de "güvercin"leri olduğunu açıklıyor... Hicap duyarak naklediyoruz:

- "Aşka karşı zayıfım. Bundan çekinmiyorum. Ancak GÜVERCİNLER'im
benden uzaklaşırsa, bunun cezâsını çeker.
Daha önce benden uzaklaşanlar cezâlarını buldu. Ben "erkek"liğimi
daha önce ispatladım, bunu GÜVERCİNLER'im bilir!
Benim yaptığım diğer bir iş, bir insana sunabileceğim en iyi değer,
ona biraz daha özgür düşünme fırsatı vermektir.
Kürt halkına da verdiğimiz budur. KADINLAR'a da verdiğimiz budur.
'Ölü canlar,' dedik. Ölü bedenlerle insan sevmez, sevilmez.
Belki bâzılarına acâyip gelebilir, ama açmakta yarar vardır.
Kürt KADINLAR'ının çoğunun bedenleri ölü, kokuşmuş, soğuk
ve çok kabadır. fizikleri biraz böyledir Ruhları donuktur.
fikir düzeyi hiç yoktur. köylü kızını al, küçük burjuva KIZ'ını
veya ERKEĞİ'ni al, söyle söyle, hiçtir; bir papağan kadar bile
sözcükleri tekrarlayamaz. Neyi yaşayacaksın? Sevgi duyguda,
düşüncede ve yaşamı paylaşmada katılım ister. Ama bizimki buzdağı
gibidir veya donuktur, bir-iki sözcükle herşeyi kestirip atar.
Böyledir, yâni her türlü saygısızlığı dayatır. İnsan bu yaşamdan ne anlar?
Bir KIZ böyle bir ERKEĞE öykünür, bir ERKEK bir KIZ'a özenti duyar
ve çok kısa bir süre içinde birbirlerini mahvederler. Neden?
Çünkü ilişkiler temel değerlerden yoksundur.
KÜRT ERKEĞİ, KARI'dan yüz kat daha KARI'dır!"

Parmaksız Zeki kod adlı eski PKK'lı Şemdin Sakık, 13 Nisan 1998'de 'Yarasa Operasyonu' ile Kuzey Irak'ta yakalanıp Türkiye'ye getirildi. Sakık, yıllardır, yattığı Diyarbakır Cezâevi'nden yaptığı açıklamalarla terör örgütü PKK hakkında önemli bilgiler verdi. Adâlet Bakanlığı, sakıncalı bulduğu Sakık'ın son kitabı 'İmralı'da Bir Tiran'ın yayınlanmasına izin vermedi ama kitaptaki açıklamalar çeşitli yayınlarda yer aldı. Şemdin Sakık, kitabında teröristbaşı Artin Apo'nun KADIN militanları nasıl istismâr ettiğini de örnekler vererek anlatıyor... Herif 21 yıldır İmralı'da hapiste ama; PKK'nın sözde komutanları, başkanları, ERKEK militanları KIZLAR'a Artin Apo'dan farklı davranmıyorlar.

Artin Apo KADINLAR'ı seçmek için PKK'lıların eğitim sırasında çekilen görüntülerini izleyip beğendiği teröristi Suriye'ye çağırıyor. Sakık, tanık olduğu olayları aktarırken idamların kime sorulması gerektiğini de söylüyor:

- "Öcalan, bütün bu KIZLAR'ı eğitim için çağırdığını söylüyordu. Herkese sâhip olmak istiyordu;
ama KIZLAR'ın çoğunluğu cinsel tâcizlere ve köleleştirme yaklaşımlarına boyun eğmediler.
Bu KIZLAR'a, 'fâhişeler, ajanlar, önderliğe özel savaş açmışlar' diyerek suçlamalarda bulunurdu.
Küfür sağanağı altında bir-iki tetikçiye teslim edip, sorgulama merkezi olan Lübnan'ın
Bar Elias Kenti'ne gönderirdi. Düzmece ifâdeler imzalatır ve haklarındaki ölüm cezâlarını
onayladıktan sonra ya döverek, ya boğarak, ya da kurşuna dizerek öldürtürdü."

Artin Apo'nun öldürttüğü KIZLAR'ın isimleri de var kitapta... Her KIZ'ın hayâtı uzun uzun anlatılıyor... Evin, Adife, Dilân, Medya, Saime Aşkın (Delâl), Ayten Yıldırım, Bircan Yıldız bunlardan sâdece birkaçı... Ayten Yıldırım Eski PKK yöneticilerinden Hamili Yıldırım'ın eşi... Yıldırım şu anda Elbistan'da cezâevinde bulunuyor. Ergenekon operasyonunda 'gizli tanık' sıfatıyla ifâdesine başvuruldu.

Kitapta bu haysiyetsiz herifin öz kardeşi Osman Öcalan'ın KARI'sını nasıl alıkoyduğu ve Selim Çürükkaya'nın KARI'sına nasıl tecâvüz ettiği de aktarılıyor. Şemdin Sakık iki olaya dâir şu bilgileri veriyor. Yine hicap duyarak naklediyoruz:

- "Osman'ın eşi Zehra'yı yanına, yâni 'Yoğunlaşma Evleri'ne aldı.
O evlere giren her KADIN'a yaptığı gibi o KIZ'ın da ırzına geçti.
Olup bitenleri duysun diye de bu yaklaşımını ve hakaretlerini etrafına sezdirdi.
Yüzlerce kişiye hitâp ederken 'Bizim Osman da ben KADIN seviyorum,' diyor.
Ulan, aşağılık adam! Sen kim, KADIN sevmek kim?
KADIN'ı sevseydin, sevdiğin KADIN yanında olurdu.
Oysa ki onun 'seviyorum' dediği KADIN, şu anda benim yanımda!..
Öyle ki, ne yapıyorsam yanımdan ayrılmak istemiyor.
Beni ona tercih etmiş olmalı ki, 'Git!' desem de gitmiyor.' dedi."

Zavallı Zehra daha sonra bir çatışmada öldü... Ya Selim Çürükkaya'nın KARI'sı???

- "Selim, 'zar-zor nâmusumu kurtardım' diyor. 'Nâmusum' dediği de KADIN'ıdır.
Ulan, aşağılık adam! O KADIN'ın kaç kez altımdan geçtiğini biliyor musun?
Kalkmış, utanmadan 'nâmusum' diyor. 'Nâmusunun içine ettim, içine!"

Öcalan'ın Şam'daki mutfak, çamaşır, ütü, banyo, masaj işlerinin KADIN örgüt üyeleri tarafından yapıldığını söyleyen Sârâ E. anlatıyor :

- "Bir günlüğüne mutfak işlerindeki aşçı KADIN Dilân Erzurum'a yardımcı olmak
maksadı ile grevlendirildim. Öcalan'ın mutfağına gittim. Bu sırada kendisi
bizim bulunduğumuz yere geldi. Kendisi bana 'merhaba' dedi. Ben de kendisine
'merhaba' diyerek elimi uzattım. Bana 'Sen neden bu kadar cansız ve ürkeksin?
Ben sizin bu bana bakışınızı bir türlü değiştiremedim. Bana bir baba ve ağbi gibi
bakmayın! Beni kimseyle kıyaslamayın! Ben bütün herkesin üstünde, kendisini eğitmiş,
zeki birisiyim,' diyerek kendisini sürekli över ve diğer örgüt mensuplarını
kendisinden aşağı görürdü. Ben konuşmalar karşısında herhangi bir tepki
vermediğim için de anladığım kadarıyla bana sâhip olma duygusundan vazgeçti."

- " 'Benim sâyemde özgürlüğünüzü kazanıyorsunuz. Siz evlerinizde böyle değildiniz.
Benim sâyemde konuşabiliyorsunuz. Siyâsetten bahsedebiliyorsunuz.
Karşınızda bulunan insanlara karşı hitâp edebiliyorsunuz.
Sevgi emek ister, aşk ister. Sizler beni sevmek zorundasınız! Bana âşık olmak
zorundasınız! Ben sizlere kişiliğinizi kazandırıyorum. Sevgi demek önderlik demektir.
Önderinizi sevmek zorundasınız' şeklinde konuşmalar yaptı. Kendisi karşımızda
konuşma yaparken sürekli göbeğini ve uygunsuz yerlerini kaşıyordu.
Yâni bize herhangi bir değer vermiyordu, Öcalan'ın bizim karşımızdaki bu durumu
BAYANLAR tarafından hoş karşılanmıyordu. Hatta birçok BAYAN örgüt mensubu
kendisinin BAYANLAR'ın karşısında bu şekildeki hareketlerinden 'Bu ne biçim lider?'
dercesine birbirimizin yüzüne bakmaya başladık. Konuşmalarından anladığımız
kadarıyla BAYANLAR'a karşı göstermiş olduğu tavırlardan 'Sizler bana âitsiniz.
Benim sâyemde özgürlüğünüzü kazanabilirsiniz. Eğer özgürlüğünüzü kazanacaksanız,
özellikle BAYANLAR, ben sizleri özgürleştirebilirim' diyerek sürekli bizleri aşağılar
şekilde konuşuyordu."

"Dilâr" ve "Leylâ" kod adlı Ayten Ç. İstanbul Terörle Mücâdele Şube Müdürlüğü'nde verdiği ifâdede Şam'daki "Yoğunlaşma Evi"nde Öcalan'ın KADIN militanlara tecâvüz ettiğini söylemişti. Ayten Ç. bir gazeteye verdiği röportajda da tecâvüzler hakkında şunları anlatmıştı:

- "Yoğunlaştırma Evi'ne bâkire, genç ve güzel KADINLAR alınır.
Vahşi, "çöl güzeli" KIZLAR'dan hoşlanırdı ama SARIŞINLAR'a daha çok ilgi duyardı.
Apo bir gün beni masaja çağırdı.
'Seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum' dedi.
Titrediğimi görünce kovdu beni! Akşam yine çağırdı. Bu kez çözümsüzdüm.
Bekâretimi aldı. Sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle..."

Tecavüzcü sâdece Artin Apo mu?.. Duran Kalkan kendine harem kurmuş dağlarda.

Tecavüzcü Narko Terörist PKK’da

Dağda Tecâvüz Vak'aları

Dağda Tecâvüz Vak'aları 2

Dağda Tecâvüz Vak'aları 3

Artin Apo'nun ANA'sıyla da derdi var:

- "ANA'mla kavgam önemlidir. Çocuk yaştaki kavga beni evden kopardı.
Bir çocuk ANA'sına vurur mu?.. Ben vurdum. ANA'mla kavga ettim.
'Sen beni doğurmakla suç işledin,' dedim. Bir KADIN bizde ancak ANA olabilir.
Bir çocuk doğurabilir. (Başka işe yaramaz!)"

Artin Apo sâdece "KADIN, KOCASININ KARISI, BABASININ KIZI, ya da ABİSİNİN KIZ KARDEŞİ değildir, olmamalıdır" demiyor, "KADIN militanlaşmalı, ordulaşmalı, dolayısiyle ANA da, KARI da, EV HANIMI da olmamalıdır" diyor!.. Kastettiği GENÇ KIZLAR... EVLÂTLIK, KARILIK, ANALIK yapmayacaklar, MİLİTAN olacaklar, Artin Apo'nun ve sözde komutanlarının CÂRİYE'si olacaklar!.. Peki, YAŞLI KADINLAR ne yapacak, ona göre?.. Onlar da başlarına beyaz tülbent sarıp sokaklara dökülecekler, yürüyüş yapacaklar, miting yapacaklar!.. Ama asla ANALIK, KARILIK yapmayacaklar!..

- "Genç KADINLAR yıllarca iyi bir EŞ, iyi bir ANNE olmak için hazırlanır.
KADIN farklı işlerle de uğraşabilir ama neticede bir GENÇ KIZ'ın en iyi bilmesi
gereken şey "EVİNİN HANIMI, KOCASININ EŞİ, ÇOCUKLARININ ANNESİ" olmaktır.
Çünkü sistemin GENÇ KIZLAR için gelecekteki yaşamları bu semboller etrafında
şekillenir. GENÇ bir KADIN mutlaka beyaz atlı prensi ile evlenecek, ANNE olacak,
ÂİLE kuracaktır. Ama işin özünde beyaz atlı prens imgesinin arkasında onu bekleyen
korkunç bir mâvi sakal vardır."

"Genç KIZLAR, KADINLAR öz olarak devrimcidirler, Önderliğin KADIN hareketinin
önüne koyduğu KADIN ordulaşması, KADIN kurtuluş ideolojisi ve kopuş teorisi
gerçeği en başta genç KADINLAR'ın bu sistemden kurtulmasını ifâde eder."

"Bu kölelik sembollerine karşı olarak özgürlük hareketi de özgür KADIN
sembollerini yarattı. Önce devrim, yoldaşlık, örgüt, savaş, ordu, yurtseverlik
ve parti ilişkisi gelir. Ancak ondan sonra, sen ne kadar güzelsin, ne kadar sevgilisin,
ne kadar duygulusun, ne kadar vazgeçilmezsin, değerlisin, soylusun gibi sözcüklerin
bir anlamı olabilir. Binlerce şehit KADIN yoldaşımız buna örnektir, Heval Sara,
Heval Zilan, Heval Beritan, Heval Sema buna örnektir."

Biz KADIN hakkında bir TEBLİĞ verecektik, nelerden bahseder olduk!..
Bahsetmek gerekiyordu, çünkü bu Artin Apo'nun KADIN hakkındaki zırvaları pek çok yerde propoganda ediliyor ve doğru imiş gibi gösteriliyor!.. Ama artık sıra KADIN hakkındaki TEBLİĞ'e geldi... Sorularınız, yorumlarınız olursa, yazmaktan çekinmeyin!

Varlık : Ulu Ârif Çelebi
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Târih : 11.1.1970
Medyum : Olcay
Hâzirûn: Kalabalık bir grup

Varlık, önce Celse İdârecisi'nin hatâlarına işâret etmiş, tavsiyelerde bulunmuş, sonra Celse'nin konusuna girmiştir.

Varlık- Şimdiye kadar olan, yapılan Sohbetler'de bir şeyi dâima eksik bırakıyorduk...
Ve bu eksikliği anlamanızı bekliyorduk. Nitekim yavaş yavaş bu anlaşıldı.

Gerek son Sohbetlerimiz'den birinde olsun, gerek bu gece dinlenen
eski Sohbetlerimiz'den esinlenerek çıkan fikirlerden olsun; bu eksikliğin farkına varıldı.

Bu eksiklik acaba nedir?.. Şu anda belki zor bir soru... Fakat dikkatle düşünülecek
ve kendinizi dinleyecek olursanız, bunun cevâbını gâyet kolay vereceksiniz.

Bu sorumuza dostlarımızdan cevap bekliyoruz.

İdâreci- Var mı efendim, cevap vermek isteyen?..
Behzat Bey, "Acaba dualarımızın Türkçe anlamını kavrayarak yapmamızı mı
kastediyorlar?" diyor.
V- Şimdi sorduğumuzun cevâbı o değil, efendim.
Gültekin Bey- Acaba o KİTAPLAR'da KADINLAR hâriç tutuluyordu, umumiyetle.
O husus mudur acaba?
V- Evet, efendim. Biliyorsunuz, son Sohbetlerimiz'den birinde de dostlarımızdan biri
bu konuya bilhassa dokunmuştu da, biz "daha ilerde bahsedeceğimiz" cevâbıyla
sorusunu cevaplamıştık.
İ- Evet efendim.

V- KADIN'ı üç sıfatla anarsınız... İlk evvelâ ANNEniz'dir, ANANIZ'dır. Size en yakın varlık...
Sizin hayat kaynağınız ve ilk ışığınız!..
Sonra EŞİNİZ'dir... Sizin hayat ortağınız, hayat desteğiniz ve kâlbinizdeki sevgiyi,
saygıyı, korkuyu, cesâreti, hüznü, herşeyi paylaşan bir EŞ!..
Daha sonra YAVRUNUZ olur...
Ve işte siz bu ÜÇ ayrı devirde, ÜÇ ayrı hisle ona karşı davranışlarda bulunursunuz.

ALLAH bütün Kâinat'ın YARATICI'sıdır, IŞIĞI'DIR, NURU'dur!..
İşte ANA da, o ufak varlık için, o ufak can için böyle bir IŞIK, böyle bir KUVVET,
böyle bir bağlılık duyulan; sevgi, saygı ve biraz da korku duyulan bir varlık!..
Yüce ALLAH'ın sıfatları onda ne güzel tezâhür etmiştir!

O yavrusunu her zaman affeder... O yavrusunu her zaman besler... Birşeyden mahrum
bırakmamaya çalışır... Ve o yavrusuna örnek bir yol göstericidir.

Yine o küçük yavru bir tehlike karşısında, bir ihtiyaç hissettiği zaman nasıl gider, ona
sığınır!.. Nasıl onun şevkatini, onun sevgisini bekler!.. Nasıl ki biz darda kaldığımız
zaman Yüce ALLAH'a dualarla, yakarışlarla, yalvarışlarla sığınıp; O'nun RAHMET'ini,
O'nun MAĞFİRET'ini, O'nun YARDIM'ını bekliyorsak...

Tabii bu arada, "bu vasıflarını kaybedenler olabilir," diye düşünebiliriz...
Bu şeklen böyledir. Aslında hiçbir hakiki ANA bu sıfatlarını kaybetmez!..
Sâdece, nasıl ki Yüce ALLAH emirlerini dinlemiyenlere, O'na eş koşanlara,
O'nun gösterdiği yolda yürümiyenlere diğer mümin kulları gibi
davranmıyorsa; ANALAR da, oğullarına bir davranmazlar. ANALAR da kızlarına
bir davranmazlar.

Öyleyse biz ANAMIZ'dan gördüğümüz hareketlerden gocunup, alınmamalıyız.
ANAMIZ bize böyle davranıyorsa; biz ne kötü evlâdız ki, ANAMIZ'daki o yüce vasıfların
parçalarını onun kâlbinin derinliklerine gömmesine sebep oluyoruz. Onu ANALIK
hazzından, zevkinden, sevgisinden mahrum bırakıyoruz!

Bir yavruyu günlerce büyük bir eziyetle bedeninde eş olarak taşıyan, her yaptığı
harekette sâdece onu düşünen, her yediği lokmanın ona yaramasını arzu eden ve
bu arada kendini sıkıntıya sokan ve o yavruyu dünyâya getirirken çektiği sıkıntıları
bir-iki günde unutan ve yine o yavrunun üzerine gerdiği şevkat kanatlarıyla onu
koruyan ANAMIZ'a karşı ne haksızlıklarda bulunuyoruz!..
Sonradan onların güçten kuvvetten kesildikleri zaman, daha doğrusu bizim onlardan
üstün seviyeye geçtiğimizi zannettiğimiz zaman, nasıl da bir kenarda unutuveriyoruz!.

Doğru!.. Bir yavru büyüyüp kendi yavrusu olmadan ANASI'nın çektiği ıstırapları,
ANASI'nın küçükken kendine gösterdiği cansiperâne davranışları yaşının tesiri ile
o zaman anlamayıp, şimdi hatırlıyamamış olabilir. Fakat bunu düşünmek ve ANAMIZ'ın
sıfatlarını teker teker incelemekle bu hatâmızın bir kısmını örtebiliriz. Ne var ki, biz
yavru sâhibi olduktan sonra da ANAMIZ'a (ve BABAMIZ'a) aynı davranışları devam
ettireceksek, işte günahların en büyüğünü işlemiş oluruz. Çünkü artık, bir yavru sâhibi
olduktan sonra, o yavruya gösterilen şevkatin, ihtimâmın ne demek olduğunu anlamış
bulunmaktayız. Öyleyse ANAMIZ'ın da bize en az bu kadar yaptığını düşünmek,
zor birşey değildir.

Öyleyse gücümüzün yettiği zaman, aklımızın erdiği zaman ANAMIZ'dan (ve de BABAMIZ'dan)
bizden bekleyip te, gururları yüzünden istemedikleri ufak bir sevgiyi, ihtimâmı, anlayışı
onlara çok görmeyelim. Onların bir-iki lâfla, bir-iki davranışla gönüllerini almak zahmetine
katlanalım... Tabii burda "zahmet" derken ne demek istediğimi anlıyorsunuz.

Öyleyse onların güçten, kuvvetten düştükleri gün; nasıl biz güçsüz, kuvvetsizken
onlar bize güç, kuvvet ve destek olmuşlarsa, biz de hiç olmazsa onlara onları
vermeye çalışalım.

Gelelim KADIN'ın İkinci Devri'ne...

KADIN'ın hayâtımızdaki ikinci safhasına geçmeden önce söylememiz gereken çok şey var... "söylemek" diyorum, çünkü biz bunları sanki karşılıklı sohbet hâlinde yapıyoruz gibi, değil mi?

Peygamberimiz'in herkesin bildiği meşhur hadisi "Cennet ANALAR'ın ayağı altındadır" geliyor hemen akla!.. Bunun ilk mânâsı,

- "Rabbin sâdece Kendisine ibâdet etmenize
ve ana-babanıza, Allah'ın sizi görmekte olduğu bilinci içinde
mümkün olan en iyi şekilde davranmanıza hükmetti.
Eğer onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanınızda bulunuyorsa,
sakın varlıklarından veya onlara hizmetten bıkkınlıkla kendilerine 'Öf!'
diyecek ölçüde bile kötü söz söyleme!
Onları azarlama ve daima onlara karşı tatlı dilli ve gönül alıcı ol!"

(İsrâ Sûresi, 23. Âyet)

- "Biz o insana ana-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik.
Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu.
Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır.
Nihâyet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman:
"Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anama-babama
verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım.
Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle!
Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum
ve ben gerçek müslümanlardanım," der."

(Ahkaf Sûresi, 15. Âyet)

- "İkisine de merhametle tevazu kanatlarını indir.
Ve şöyle de: "Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip
yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et!"

(İsrâ Sûresi, 24. Âyet):

- "Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik.
Annası zayıflık üstüne zayıflık çekerek onu (karnında) taşımıştır.
Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (Onun için biz insana):
'Bana ve ana-babana şükret' diye tavsiyede bulunmuşuzdur.
Dönüş, ancak Banadır."

(Lokman Sûresi, 14. Âyet)

âyetlerinde belirtildiği gibi ANA'ya (ve BABA'ya) dâima iyi davranarak, onlara dâima müteşekkir olarak, şükrederek Cennet'i kazanmaktır.

Gördünüz mü, nerden nerelere geldik?.. Ama daha bitmedi... Varlığın "Öyleyse gücümüzün yettiği zaman, aklımızın erdiği zaman ANAMIZ'dan (ve de BABAMIZ'dan) ufak bir sevgiyi, ihtimâmı, anlayışı onlara çok görmeyelim. Onların bir-iki lâfla, bir-iki davranışla gönüllerini almak zahmetine katlanalım. Öyleyse onların güçten, kuvvetten düştükleri gün; nasıl biz güçsüz, kuvvetsizken onlar bize güç, kuvvet ve destek olmuşlarsa, biz de hiç olmazsa onlara onları vermeye çalışalım" sözleri, yukarda naklettiğimiz âyetlerin mânâsına tamâmen uygundur... KUR'AN-I KERİM'de ANA ile ilgili tam 45 âyet var!..

Ama bu Hadisin bizce başka mânâları da vardır... ANALAR'ın ayağı altında ise Cennet; ANALAR'ın bastığı yerdir. ANA'nın bulunduğu yerdir. ANA ile berâber olmak, insana Cennet'te imiş gibi mutluluk vermelidir. İnsanın ANA'sı ile geçirdiği vakit, Cennet'te yaşamak demektir. Sizin ANA'nızla birlikte olmanız, ona iyi davranmanız onu da mutlu edeceği için ANA'nız da kendini Cennet'te hissedecektir. Evlenip, çoluk-çocuk sâhibi olduk diye ANALAR, BABALAR yaşlandıkları zaman onları yalnız başlarına bırakmak, en iyisinden götürüp bir huzur evine atmak, doğru değildir. Bebek iken biz nasıl bakıma muhtaç olduğumuzda ANAMIZ yanımızda ise, biz de onların bakıma muhtaç oldukları zaman onların yanında olmalıyız. Onlara Cennet'i yaşatmalıyız ki, biz de Cennet'e kavuşabilelim.

Yine bitmedi...

Hz. MEVLÂNA'nın KADIN için , "KADIN, HAK NURU'dur, sevgili değil... Sanki HÂLİK'tİr, MAHLÛK değil..." diye Mesnevî'sinde bir beyti vardır. İnanılmaz güzeldir. KADIN'ı cinsel bir obje olmaktan çıkarır.

"Şimdi ANA'dan Hz. MEVLÂNA'ya nasıl geldin?" demeyin... Celse'de görüştüğümüz Varlık, Hz. Mevlâna'nın torunu Ulu Ârif Çelebi'dir. Kendisiyle 1968-1971 yılları arasında bir çok defa irtibat kurulmuş, çeşitli mevzularda TEBLİĞ alınmıştır. Bunlar arasında iki ANNELER GÜNÜ Celsesi de vardır... O Celseler'de ALLAH'ın HÂLİK (YARATICI) sıfatı ile ANA arasında bir münâsebet kurmuştur. Ulu Ârif Çelebi hakkında aşağıda bilgi vereceğiz.

Dönelim Hz. Mevlâna'nın sözüne ... MAHLÛK , "halk edilen, yaratılan" demektir, HÂLİK ise "halk eden, yaratan" mânâsındadır. Zâhidler, yâni ALLAH korkusuyla dünya nimetlerinden el çeken dindarlar, Hz. Mevlâna'nın bu sözüne itiraz ederler, çünkü ZÂHİD ile MUTASAVVIF farklıdır. MUTASAVVIF , "her şeyde ALLAH'ı gören, ALLAH AŞKI ile kendinden geçmiş olan kişi"dir. O yüzden Mevlâna'nın her dediğini, bu dediğini herkes anlamaz!

Elbette ki, TEK YARATICI, ALLAH'tır!.. Bunda kimsenin kuşkusu yoktur. Ancak YARATICI anlamında ALLAH'ın bir kaç ismi ve sıfatı vardır. Bunlardan MÜBDÎ, "hiç yoktan ortaya koyan, vâreden, yoktan yaratan" demektir. Yaratıkları maddesiz ve örneksiz olarak baştan yaratan elbette ALLAH'tır... MUSAVVİR , "Allah'ın, yaratacağı varlıkların şekil ve durumlarını tasvir ve takdir edip, dilediği şekilde meydana getirmesi, şekillendirmesi" anlamındadır... BÂRÎ , "yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizâm üzere yaratan, olgunlaştırarak birbirinden farklı niteliklerde meydana getiren" demektir... BEDÎ , "kendi eşi ve benzeri olmayan, eşyâyı da en mükemmel şekilde yapan, yaratan, eşsiz ve görülmemiş şeyleri vâreden" demektir... MÜİD , "yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan" demektir... HÂLİK ise, "mevcut şeylerden yeni bir şey yaratan" demektir. Bunların hepsi YARATMA ile ilgilidir. Bu kelimelerin başına EL belirleyicisi gelirse, İSİM olur, gelmezse SIFAT'tır...

Elbette ki ALLAH hem yoktan, hem de mevcuttan, vârolandan Yaratan'dır. Bunda hiç şüphemiz yok!.. İşte Hz. Mevlâna, bu beytiyle bir çocuk dünyâya getiren KADIN'da, ALLAH'ın HÂLİK sıfatının tecelli ettiğini anlatmak istemiştir!.. KADIN elbette ki MAHLÛK'tur, yaratılmıştır... Ancak onun doğurganlığı, TANRI'dan aldığı yaratıcılığı onun MAHLÛK olmasının üstündedir!.. Kadını erkeklere üstün kılan yön de budur... Kadını yücelten bundan güzel bir söz, ancak Peygamberimiz'in hadisi olabilir!.. Böyle bir cümleyi de ancak "ENEL HAK" diyecek tarzda kendinden geçen mutasavvıflar söyleyebilir.

Hz. Mevlâna "KADIN, HAK NURU'dur" demişti ya, Üstâdımız, Hazret'in torunu, "ALLAH bütün Kâinat'ın YARATICI'sıdır, IŞIĞI'DIR, NURU'dur!.. İşte ANA da, o ufak varlık için, o ufak can için böyle bir IŞIK, böyle bir KUVVET'tir" diye aynı hususu dile getirmiş...

Herkes kabul eder ki, ALLAH Kâinat'ı AŞK ile, SEVGİ ile yaratmıştır. Yarattıklarına RAHMAN ve RAHİM olan, yâni MERHAMET gösteren, esirgeyen, nimetleriyle besleyen de odur... ki, bunlar ALLAH'ın ANA'ya da yansıyan özellikleridir. Üstâdımız bunu "Yüce ALLAH'ın sıfatları onda ne güzel tezâhür etmiştir!" diyerek belirtmiş...

RAHMAN , "Dünyâ'daki bütün mahlükata ayırmaksızın merhamet eden, şefkat gösteren, ihsan eden" demektir. ANA da çocuklarına hiç ayırmadan merhamet eder, şevkat gösterir, ihsan ve ikramda bulunur. RAHİM , "Âhiret'te, müminlere sonsuz ikram, lütuf ve ihsanda bulunan" demektir. ANA da yetiştikten sonra kendisine yakın duran çocuklarına elbette kendisini unutup aramayan çocuklarından daha fazla ikramda, ihsanda bulunur, gönlü ötekiler için sızlasa da!.. Üstat bu hususu "nasıl ki Yüce ALLAH emirlerini dinlemiyenlere, O'na eş koşanlara, O'nun gösterdiği yolda yürümiyenlere diğer mümin kulları gibi davranmıyorsa; ANALAR da, oğullarına bir davranmazlar. ANALAR da kızlarına bir davranmazlar" diyerek ifâde etmiş...

"Sâdece bunlar mı?.. Aslında ALLAH'ın bütün güzel İSİMLER'i ve SIFATLAR'ı bütün insanlarda meknuzdur, yâni gizlidir. Ancak ANA'da bunlar bâriz olarak ortaya çıkar. SELÂM , ALLAH'ın "her türlü tehlikelerden selâmete çıkaran" anlamındaki sıfatıdır. ANA'da çocuklarını korumak için gerekirse canını tehlikeye atmak şeklinde tecelli eder... MÜ'MİN , ALLAH'ın "güven veren, emin kılan, koruyan" mânâsına gelen sıfatıdır. Her ANA çocuklarını güvende tutmak, korumak için çırpınır... Varlık, ANA'nın bu duyguyu çocuğuna hissettirdiğini, o yüzden "o küçük yavru bir tehlike karşısında, bir ihtiyaç hissettiği zaman nasıl gider, ona sığınır!.." diyerek belirtmiş... VEHHAB , ALLAH'ın "karşılıksız hibeler veren, çok fazla ihsan eden" anlamındaki sıfatıdır. ANALAR çocuklarına karşılık beklemeden verir de, verir... REZZAK , "bütün mahlükatın rızkını veren ve ihtiyâcını karşılayan" mânâsına ALLAH'ın sıfatıdır. ANA da doğurduğu andan itibâren çocuğunun rızkını, hem de vücudundaki sütle verir. Temizliğini yapar, bütün ihtiyaçlarını karşılar. Çocukluğu, gençliği döneminde de onu beslemeye, yedirip içirmeye devam eder... Üstâdımız da "o yavrusunu her zaman besler... Birşeyden mahrum bırakmamaya çalışır" demiş... ALLAH, REŞÎD'dir , "irşâda muhtaç olmayan, doğru yolu gösteren"dir. ANA da çocuğuna doğru yolu gösterir. Varlık, "o yavrusuna örnek bir yol göstericidir" demiş... HALÎM , ALLAH'ın "cezâda, acele etmeyen, yumuşak davranan" anlamındaki sıfatıdır. ANA da çocuğunu her kusurunda cezâlandırmaz, sabreder, ona yumuşak davranır... ALLAH , GAFÛR'dur, yâni "affı, mağfireti bol"dur. ANALAR da çocuklarının kabahatlerini affederler, kusurlarına bakmazlar... Varlık "o yavrusunu her zaman affeder" demiş... ALLAH , SABÛR'dur, "cezâ vermede acele etmeyen"dir. Çocukların davranışlarına kim ANA kadar sabredebilir ki?.. ALLAH , KERÎM'dir, ""keremi, lütuf ve ihsanı bol, karşılıksız veren, çok ikram eden"dir. ANALAR da öyle değil midir?.. VEDÛD, ALLAH'ın "kullarını en fazla seven, sevilmeye en lâyık olan" anlamındaki sıfatıdır. ANALAR da çocuklarını çok sever. ANA da sevilmeye en lâyık varlıktır... Üstâdımız bu hususta "böyle bir bağlılık duyulan; sevgi, saygı ve biraz da korku duyulan bir varlık" diye ifâde etmiş... ALLAH, RAUF'tur, yâni "çok merhametli, pek şefkatli"dir. ANA'dan daha merhametli, daha şefkatli kim vardır?.. Üstadımız, "o küçük yavru nasıl onun şevkatini, onun sevgisini bekler!.." demiş...

Daha nice ALLAH'ın güzel isimleri, güzel sıfatları ANA'da tecelli eder ki, saymakla bitmez!..

Celse'ye devam edelim:

Varlık: Gelelim KADIN'ın İkinci Devri'ne...

Şimdi artık KADIN'a duyulan SEVGİ başka bir hâl alır...
Ona karşı duyulan düşünceler, davranışlar en kritik devrine girmiştir.
Artık SEVGİ şeklini değiştirmiş, davranışların gâyesi başka
ve çok yönlere çevrilmiş... Ve gözler artık KADIN'a başka gözle bakıyor!..

İşte bu hislerimize, gözlerimize, düşüncelerimize doğru yöne vermezsek,
günah işlemekten uzak tutamayız nefsimizi... Onlara bedenin bizi sürüklediği,
bedenin bize yol gösterdiği yönlerden gidersek, onun esas değerini veremeyiz.

ERKEKLER'in KADINLAR'a nazaran birçok avantajları vardır.
Ve bu yüzdendir ki, eski devirlerde ERKEKLER, KADINLAR'a nazaran
çok üstün görülmekteydi. Ve KADINLAR hakir bir maldan ibâretti.
İşte Yüce ALLAH'ımız bize hediye ettiği Yüce KUR'AN-I KERİM'inde
KADIN'ın değerini de belirtmiş, onun yerini de belli etmiş; onun haklarını,
vazifelerini göstermiştir.

KADIN; hisleri, düşünceleri kaale alınmadan bir metâ' gibi istenildiği şekilde
sâhip olunup, istenildiği şekilde bir kenara atılan ve sâdece ERKEKLER'in
arzusuna göre hareket eden birşey olmaktan çıkarılmıştır.

Evet... Mutlaka KADIN'la ERKEK arasında bir fark vardır. Mutlaka ERKEK bedeniyle
KADIN bedeni bir değildir. Fakat KADIN bedeninin daha nâzik olduğunu
düşündüğümüzde, o bedendeki RUH'un inceliğinden, nâzikliğinden bîhaber gezeriz.
Maddî şeylerde onlardan üstün olduğumuzu iddia ederiz de, onlardan kuvvetli
olduğumuzu gösteririz de; iş gelip duygulara, hislere dayandığı zaman o maddî
korumayı, o maddî yardımı yaptığımız gibi, o maddî üstünlüğümüzden dolayı
gösterdiğimiz tevâzuda olduğu gibi, bunda tevâzu göstermeyiz.

Dediğimiz gibi ERKEKLER'in KADINLAR'a nazaran birçok avantajları vardır.
KADIN her istediği gibi hareket edemez. Her istediği yerde, her istediği biçimde
olamaz. Her harekette bulunamaz. Fakat ERKEK için öyle değildir.
ERKEK mes'uliyetlerini, vazifelerini unuttuğu zaman her türlü hareketi yapmakta
serbesttir. Yâni, onun üzerindeki yegâne baskı, kendi vicdânının baskısıdır.
Yoksa cemiyet KADIN'ın üzerinde olan baskıyı aynı şekilde ERKEĞE tatbik etmez.
Bunun içindir ki, ERKEĞİN EŞ olarak seçtikten sonra yine KADIN'ı koruması...
ve bilhassa onu her yönden ve her şekilde TEKÂMÜL ettirmesi lâzımdır.
BİZ ONUN İÇİN SOHBETLERİMİZ'DE BİLHASSA ERKEKLER'E HİTÂP ETMEKTEYİZ!..
Çünkü bir Âile'de KOCA, bir Âile'de ÖĞRETİCİ, YOL GÖSTERİCİ, bir Âile'de
KURALLARI TATBİK EDEN evvelâ ERKEK'tir!

O Âile'nin mes'uliyeti ERKEĞİN omuzlarındadır. O Âile'nin yapacağı yanlış hareketlerin
müsebbibi ERKEĞİN yanlış KOCALIK yapmasından, yanlış davranışlarda
bulunmasındandır en çok... Ve biz de bilhassa bunun için, bilhassa ERKEKLER'e
hitap etmekte idik.

Burada biraz durup açıklama yapmazsak, Feministler, Üstâd'ı bulamıyacakları için, bizim canımıza okuyacak!..

Önce hemen belirtelim, KARI ve KOCA kelimelerinin ikisi de aslında YAŞLI, OLGUN demektir. Bizde farkedilmez ama, Eski Türkler ve Orta Asya'daki akrabalarımız evlenen kişilerin olgunlaştıklarını düşünerek bu kelimeleri kullanırlar... KARIMAK ta "yaşlanmak, olgunlaşmak" demektir. Bizde de hâlâ KOCADI dendi mi, "yaşlandı" anlaşılır... Kısacası, KARI-KOCA tâbiri kötü değildir, "olgun iki kişi" anlamına gelir. KOCAKARI ilâçları aslında "yaşlı, bilgili, tecrübeli bir kadının yaptığı ilâçlar" demektir. Zamanla anlamı kaymış, "moruk-acûze" mânâsına kullanılır olmuştur.

Dünyâ'daki en büyük yalan "KADIN'la ERKEK eşit" yalanıdır!... Onun kadar büyük bir yalan da "bütün insanların eşit olduğu" yalanıdır!..

Bu iddiaların yalan olduğunu görmek için çevrenizdeki insanlara şöyle bir bakmak yeter. İkizler bile birbirinin aynısı, tıpkısı, eşit değildir!.. Dünya soğuduğundan bu yana, Yeryüzü'ne düşen kar tânelerinden ikisi bile birbirine eşit değilken, nasıl iki insan, nasıl KADIN ile ERKEK birbirine eşit olabilir ki?..


kar tâneleri

Varlık bu gerçeği "ERKEKLER'in KADINLAR'a nazaran birçok avantajları vardır. Mutlaka KADIN'la ERKEK arasında bir fark vardır. Mutlaka ERKEK bedeniyle KADIN bedeni bir değildir. KADIN her istediği gibi hareket edemez. Her istediği yerde, her istediği biçimde olamaz. Her harekette bulunamaz. Fakat ERKEK için durum öyle değildir" diyor... Var mı aksini iddia edecek olan?..

Kastedilen "haklarda eşitlik" ise, o dahi mümkün değildir. Bir tepsi baklavayı bile KADINLAR ve ERKEKLER arasında eşit dağıtamazsınız. Şeker hastasına aynı miktarda veremezsiniz. Yeni doğmuş bebeğe baklava yediremezsiniz! Hastaya perhiz yemeği, bebeğe süt daha uygun düşer.

Mesele EŞİTLİK DEĞİL, DENKLİK'tir Dünya Hayâtı'nda... Birisi buna çok güzel bir örnek vermiş İnternet'te, ben de aldım. Bir kilo demir ile bir kilo pamuk ağırlık bakımından eşittir ama; biriyle kafa yararsın, diğeriyle o yarayı sararsın. Hiç "pamukla demir eşit" denebilir mi?.. KADIN'la ERKEK de böyledir. Cemiyetteki ağırlıkları denktir ama, özellikleri çok farklıdır.

KADIN'ın, üstün avantaj sâhibi ERKEĞE eşit olduğunu iddia etmek, ona haksızlıktır, onun ezilmesine sebep olur. Başka hiçbir unsur olmasa bile, hiçbir cemiyette KADIN'ın ERKEK gibi rahat olduğu söylenemez, ne Doğu'da, ne Batı'da!.. Kuralların zorlanması KADIN için büyük sıkıntılar yaratır. İSLÂM öncesi KADINLAR'ın nasıl ezildiğini Varlık, "eski devirlerde ERKEKLER KADINLAR'a nazaran çok üstün görülmekteydi. Ve KADINLAR hakir bir maldan ibâretti" diyerek belirtmiş, ardından "Yüce ALLAH'ımız bize hediye ettiği Yüce KUR'AN-I KERİM'inde KADIN'ın değerini de belirtmiş, onun yerini de belli etmiş; onun haklarını, vazifelerini göstermiştir. KADIN; hisleri, düşünceleri kaale alınmadan bir metâ' gibi istenildiği şekilde sâhip olunup, istenildiği şekilde bir kenara atılan ve sâdece ERKEKLER'in arzusuna göre hareket eden birşey olmaktan çıkarılmıştır"" diyerek İSLÂM'ın KADIN'ı olması gereken mevkiye çıkardığını anlatmış... Bu yüceltme görevinin de avantajlı durumda olan ERKEĞE verildiğini "KADIN her istediği gibi hareket edemez. Her istediği yerde, her istediği biçimde olamaz. Her harekette bulunamaz. Bunun içindir ki, ERKEĞİN, EŞ olarak seçtikten sonra yine KADIN'ı koruması... ve bilhassa onu her yönden ve her şekilde TEKÂMÜL ettirmesi lâzımdır. BİZ ONUN İÇİN SOHBETLERİMİZ'DE BİLHASSA ERKEKLER'E HİTÂP ETMEKTEYİZ!.. Çünkü bir Âile'de KOCA, bir Âile'de ÖĞRETİCİ, YOL GÖSTERİCİ, bir Âile'de KURALLARI TATBİK EDEN evvelâ ERKEK'tir!" sözleriyle vurgulamıştır.

"ERKEKLERE HİTÂP" ve "bir âilede KURALLARI TATBİK EDEN evvelâ ERKEK'tir" ifâdeleri son derece önemlidir. Çünkü aşağıda en ince teferruatına kadar izah edeceğimiz gibi KADIN ile ERKEK hiçbir yönden eşit değildir. ERKEK, DIŞ DÜNYÂ'ya yönelik bir hayat sürer, KADIN ise İÇ DÜNYÂ'sı zengin bir varlıktır. Dış Dünyâ'yı tanımaz, "ÖĞRETİCİ, YOL GÖSTERİCİ" , Âile'den bir ERKEĞİN rehberliği olmazsa kaybolur. Bu durum Din Kitapları'nda ÂDEM-HAVVA-YILAN-MEYVA kıssası ile sembolik olarak anlatılmıştır... Neydi, kıssa?..

Lâf lâfı açıyor, lâf da benim parmaklarımı açıyor, tuşlara daha şevkle basıyorum. "Kıssa" dedim, aklıma geldi, KISSA, hikâye ve masaldan farklıdır. Masalın gerçek olması gerekmez. Hattâ hemen hiçbir masal gerçek değildir. Hikâye ise hoş, eğlendirici, belki eğitici , ibret verici gerçek veya hayâlî bir vak'a olabilir. Ama KISSA VE "EL KASAS" kelimeleri, "bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek" mânâsı taşır. Yâni biz şimdi bu ÂDEM-HAVVA-YILAN-MEYVA kıssasını okuyunca, ERKEK ve KADIN'ın yaradılıştan bugüne izini sürmüş, geçmişi bugüne bağlamış, işin özüne inmiş olacağız.

- "ALLAH Âdem'e Esmâ'yı (bütün isimleri) öğretti.
Sonra o varlıkları ve nesneleri Melekler'in karşısına çıkarıp
'Görüşünüzde doğru iseniz, bunların adlarını bana söyleyiniz' dedi."

"Melekler de, 'Sen her yönden kusursuz ve eksiksizsin.
Senin bize bildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur.
Doğrusu, yalnız Sensin herşeyi bilen
ve herşeyi uygun biçimde yapan!' diye cevap verdiler."

"(Sonra ALLAH) Demişti ki, 'Ey Âdem onlara, yaratıkları isimleriyle
haber ver!' Âdem, her şeyi adlı adınca haber verince demişti ki,
'Ben size demedim mi, göklerdeki gizli şeyleri de bilirim,
Yeryüzü'ndeki gizli şeyleri de. Açığa vurduğunuzu da bilirim,
gizlediğinizi de!' ."

"Hani (ondan sonra) meleklere, 'Âdem'e secde edin' demiştik de,
İblis'ten başka bütün Melekler secde etmişlerdi.
O, secde etmekten çekinmiş, ululanmak istemişti de,
kâfirlerden olmuştu."

"Sonra 'Ey Adem!' dedik, 'Sen ve eşin Cennet'e yerleşin.
Orada dilediğinizden serbestçe yiyin.
Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa haddini aşanlardan
olursunuz,' (dedik.)”

(Bakara Sûresi, 31-35. Âyetler)

- "ALLAH, 'Ey İblis! Kudretimle yarattığıma secde etmekten
seni alıkoyan nedir?
Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?' dedi."

"İblis, 'Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın,
onu çamurdan yarattın. (Ben ondan üstünüm)' dedi.
ALLAH, 'Defol oradan! Sen artık kovulmuş birisin.
Din Günü'ne kadar lânetim senin üzerinedir.' dedi.”

(Sâd Sûresi, 75-78. Âyetler)

Cennet'ten kovulan Şeytan, Tevrat'taki ifâdeye göre yılan şeklinde Cennet'e girdi,

- “Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı:
'Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi, Melek olmanız
veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir,'(dedi.)"

(Âraf Sûresi , 20. Âyet)

ve Havva'yı kandırıp meyvayı ona ısırttı. Havva da Âdem'i kandırıp meyvayı ona yedirdi.... Şimdi, derseniz ki, "ALLAH nasıl görmedi, Şeytan'ın Cennet'e girip bu haltları yediğini?" Ee, ALLAH Melekler'i imtihan eder de, Âdem'le Havva'yı etmez mi?.. O yüzden Şeytan'ın yılan kılığına girip vesvese vermesine müsaade etti.

Bu kıssa, Tevrat'ın Tekvin (Yaradılış) Bölümü'nde özetle şöyle anlatılır:

2. Bâb - 8 RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu.
(Cennet, "bahçe" demektir)
9 Bahçe'de iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçe'nin ortasında
Yaşam Ağacı'yla İyiyle Kötüyü Bilme Ağacı vardı. ... "

"15 RAB Tanrı Aden Bahçesi'ne bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu.
16 Ona, 'Bahçe'de istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin' diye buyurdu,
17 'Ama İyiyle Kötüyü Bilme Ağacı'ndan yeme!
Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün,' (dedi.)

18 "Sonra, 'Adem’in yalnız kalması iyi değil' dedi, '“Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.'
19 RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı.
Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem’e getirdi.
Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı.
20 Âdem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu.
Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı."

(KUR'AN bunu düzeltiyor. Adları Âdem koymadı, ALLAH koydu, Âdem'e öğretti.)

21 "RAB Tanrı, Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken,
RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.
22 Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir Kadın
(Havva) yaratarak onu Âdem’e getirdi."
"24 Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp Karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak.
25 Âdem de, Karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı."

3. Bâb -1 RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı.
Yılan Kadına, 'Tanrı gerçekten, >Bahçe'deki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin< dedi mi?' diye sordu.
2 Kadın, 'Bahçe'deki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz' diye yanıtladı,
3 'Ama Tanrı, >Bahçe'nin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz< dedi'

(diye cevap verdi).
4 Yılan, 'Kesinlikle ölmezsiniz' dedi,
5 'Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak,
iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız,'
(dedi).
6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü.
Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki Kocasına verdi, o da yedi.
7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar.
Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.
8 Derken, günün serinliğinde Bahçe'de yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular.
O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.
9 RAB Tanrı, Âdem’e, 'Neredesin?' diye seslendi.
10 Âdem, 'Bahçe'de... Sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim' dedi.
11 RAB Tanrı, 'Çıplak olduğunu sana kim söyledi?' diye sordu,
'Sana >Meyvesini yeme< dediğim ağaçtan mı yedin?' (dedi.)
12 Âdem, “Yanıma koyduğun Kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim' diye yanıtladı.
13 RAB Tanrı Kadına, 'Nedir bu yaptığın?' diye sordu.
Kadın, 'Yılan beni aldattı, o yüzden yedim,' diye karşılık verdi.
14 Bunun üzerine RAB Tanrı yılana,
'Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların En lânetlisi sen olacaksın' dedi,
'Karnının üzerinde sürünecek, hayâtın boyunca toprak yiyeceksin.
15 Seninle Kadını, Onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim.
Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın!'”
16 RAB Tanrı Kadına, 'Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim,' dedi,
'Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın. Seni o yönetecek!'
17 RAB Tanrı Âdem’e, 'Karının sözünü dinlediğin ve sana, >Meyvesini yeme< dediğim
ağaçtan yediğin için, Toprak senin yüzünden lânetlendi' dedi,
'Hayat boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.
18 Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin.
19 Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın.
Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.'
(dedi).”
20 Âdem Karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi."

Âdem'le Havva'nın da Cennet'ten kovuluşu KUR'AN'da şöyle özetlenir:

- "Şeytan'sa oradan onların ayaklarını kaydırdı,
onları bulundukları makamdan çıkarıverdi.
Dedik ki: 'Bâzınız, bâzınıza düşman olarak inin buradan!
Bir zamana kadar Yeryüzü'nde oturmanız,
oradan rızıklanmanız mukadder,' (dedik)".

(Bakara Sûresi, 36. Âyetler)

Ne anladık bu kıssadan?.. Daha doğrusu, Âdem'e Esmâ'nın öğretilmesi (Havva'ya öğretilmemesi), vesvese verici Şeytan'ın yılan kılığında önce Havva'yı kandırması, Havva'nın da cilve ile Âdem'e yasak meyvayı yedirmesi, hepsinin birden Cennet'ten kovulması ile ne kastediliyor?.. Bu olay günümüze nasıl yansıyor?..

Bizce "Âdem'e Esmâ'nın, yâni cisimlerin varlıkların isimlerinin öğretilmesi, "Âdem'i Dış Dünyâ'yı tanır hâle getirmek" demektir. İnsanın Dünyâ'ya, Tabiat'a uyum sağlar hâle gelmesi demektir. E, öyle değil mi?.. Afrika'nın sıcaktan kırılan çöllerinden Kutuplar'ın kıkırdatan soğuğuna dayanan, oralarda bile yaşayabilen bir İnsan türü var... Havva'nın Şeytan'ın vesvesesine, yalanına, iğvâsına kapılıp meyvayı yemesi de, KADINLAR'ın Dış Dünyâ'yı tanımadığına "Aaa, öyle mi?" diye kanmasına işâret... Âdem'in Havva'nın cilvesine karşı koyamaması da, ERKEKLER'in KADINLAR karşısında mantıkla değil, içgüdüyle hareket ettiğinin delili... Benzer olaylar o günden bugüne hep tekrarlanıp gidiyor!.. KADINLAR'ın Dış Dünyâ'yı hemen hiç tanımadıklarına en iyi örnek ARKA SOKAKLAR dizisindeki komiser Hüsnü'nün eşi SUAT karakteridir. Onu iki küçük ERKEK evlâdı bile kandırır!

İşte bu yüzden BABALAR, AĞABEYLER, ERKEK KARDEŞLER ve KOCALAR ; KIZLAR'ına, KIZ KARDEŞLER'ine KARILAR'ına şehirde, sokakta, okulda, otobüste, yolda, işyerinde, gece vakti dışarda nasıl davranmaları gerektiğini, nasıl alış-veriş edeceklerini, nasıl insanlarla, bilhassa ERKEKLER ile iletişim kuracaklarını, kısacası Dünyâ'da nasıl yaşayacaklarını öğretmeleri, yol göstermeleri, yardımcı olmaları gerekiyor!.. Celse bunu anlatıyor. Din kitapları da!...

Ve gene bu yüzden KUR'AN hemen bütün hitaplarını erkeklere yönelik yapmıştır. Üstâdımız da öyle!.. Çünkü erkek ADAM olmadan, gerçek bir ERKEK olmadan, bu görevini hakkıyla yerine getirmeden KADINLAR ne yaparlarsa yapsınlar, Dünya Hayâtı'nda rahat edemezler. Aldatılmaktan, tâcizden, saldırıdan, tecâvüzden, dayaktan, hattâ öldürülmekten kurtulamazlar. Kadın derneklerinin faaliyetleri, ERKEKLER'i dışladığı sürece hiçbir işe yaramaz.

KUR'AN-I KERİM'de KADINLAR'la ilgili koca bir NİSÂ Sûresi ve toplam 86 âyet vardır. Eğer Müslüman ülkelerde bunlara uyulsa idi, onların örnek olması ile Dünyâ'da KADIN'ın yeri bambaşka olurdu!.. Bırakın uygulamayı; bunlardan haberdâr olan Müslüman ERKEK sayısı bile son derece azdır.

Dikkat edilirse, Üstâdımız "ERKEKLER'in KADINLAR'a nazaran birçok avantajları olduğunu" söylüyor ama, bununla ERKEĞE KADINLAR'a nazaran birçok ta mes'uliyet, sorumluluk yüklüyor!.. Âilede herhangi bir ferdin yapacağı yanlış hareketlerin müsebbibi ERKEĞİN yanlış KOCALIK yapmasından, yanlış davranışlarda bulunmasındandır" diyor!.. Haklı!.. Çünkü hiçbir YETKİ berâberinde o yetkiye denk bir SORUMLULUK olmadan verilmez... O yüzden Âile'deki her yanlış hareketin sebebi ERKEĞİN yetersiz kalmasıdır. KADIN'ın düşmesinin dahi müsebbibi ERKEK'tir. Bu kural bürokrasimizde de, iş hayâtımızda da, âilede de gereği gibi uygulanmadığından ortaya pek çok problem çıkıyor.

Şimdi Celse'nin bu bölümünü bitirelim, sonra bu hususta ekleyeceklerimiz olacak.

Varlık- Bu İkinci Devir üzerinde konuşmak oldukça zor...
Gönül dostlarımızın gönülleri bâzen bize kırılır gibi oluyor. Bâzen de kızar gibi...
Ve aslında en uzun devir de bu devir...
Ve üstünde en çok konuşulması icâb eden devirlerden biri de bu...
Fakat biz bu geceki Sohbetimiz'de bu devri burada kapayalım.

Gerçekten de bu devir üzerinde çok konuşulması, çok iyi incelenmesi gereken devir... İmkân olsa, üzerine ciltler dolusu kitap yazılır... Üstelik günümüzde (2018) bir takım zıpır insanların "6 yaşındaki kızla evlenilir" demesi gibi, "çocuklara tecâvüz", "erken evlenme" gibi mevzular tartışılıyor. Herkes aklına geleni söylüyor... Biz de söyleyeceğiz ama, KADIN'ı hak ettiği mevkiye oturtan KUR'AN hükümlerinden, Üstatlar'ın gösterdiği yoldan giderek söyliyeceğiz. Ama söylemek istediklerimizin ancak küçük bir bölümünü tuşlara dökebileceğiz. En altta bir kısmını yazabildik. Ama devam etmeden önce, şu zırva " 6 yaşındaki kızla evlenilir" fetvâsının nereden kaynaklandığını anlatmadan duramıyacağım...

Efendim, Anadolu'nun çoğu yerinde bir adama "Kaç çocuğun var?" diye sorunca, "Üç" diye cevap verir, sonradan öğrenirsin üç oğlu, iki kızı varmış; kızları "gidecek" diye insan yerine koyup saymamış ya... Arabistan'da kızları diri diri toprağa gömenlerin torunları da, kızları evlenecek yaşa gelene kadar, kızı bulûğ çağına gelene kadar "yok" sayarlarmış!.. Ancak kız bulûğa erdikten, evlenecek çağa geldikten, yâni Arab'a göre "işe yarar" yaşa ulaştıktan sonra insan yerine koyup, yaşını 1-2-5 diye söyler olmuşlar!.. O yüzden 6 yaşındaki bir Arap kızı aslında bulûğa ereli 6 yıl geçmiş; 15-18 yaşında bir kızdır... Bizim taş kafalı, boş kafalı sözde din adamı fetvâcı, Arapça bilir ama, Arap kültürü bilmez şahıs; herhalde Peygamberimiz'in Ayşe ile "6 yaşında nikâhlanıp, 9 yaşında gerdeğe girdiği" kuşkulu rivâyetinden mülhem, böyle bir fetvâ vermiş!.. Değil KIZLAR'ın, ERKEK ÇOCUKLARI'nın bile bulûğa ermeden evlenmesi câiz değildir!.. Kaldı ki, çağımızın şartları, ev açma, geçim zorlukları evlenme yaşına buluğa değil; İŞ BULMA ve EV AÇMA'ya dayandırıyor. Öyle ya, EV-LENMEK aslında sâdece eş seçmek değil, EV AÇMAK demektir. Orta Asya Türkleri UY-LANMAK derler, UY "ev" demektir. Evi olmayana kız vermezler... Televizyonlardaki uyduruk "evlendirme" programlarında KADINLAR'ıh ilk sorduğu soru "Evin var mı?" idi.

Bir hususu daha açıklayalım... Varlığın "gönül dostlarımızın gönülleri bâzen bize kırılır gibi oluyor. Bâzen de kızar gibi..." demesinin sebebi, Avra'da bulunan bâzı KADINLAR'ın "erkeğe hitâb edilmesi"nden, bâzı ERKEKLER'in de "Âile'de mes'uliyetin KOCA'ya yüklenmesi"nden rahatsız olmaları idi. Ee, "kabahat samur kürk olsa, kimse üstüne almaz"mış... da, hakikati de üstlenmeyenler oluyor demek ki!..

Her neyse... Biz işimize bakalım... KUR'AN-I KERİM'deki KADINLAR'la ilgili âyetlerden bâzılarını ele alalım.

Bir defa ALLAH imân konusunda KADINLAR'la ERKEKLER'i birbirinden ayırmaz, çünkü ikisinin cemiyetteki ağırlığı denktir:

- " Mü'min ERKEKLER ve mü'min KADINLAR birbirlerinin velileridirler.
İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler
ve ALLAH'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte ALLAH'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, ALLAH, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir."

"ALLAH, mü'min ERKEKLER'e ve mü'min KADINLAR'a içinde ebedi kalmak üzere,
altından ırmaklar akan Cennetler ve Adn Cennetleri'nde güzel meskenler vaadetmiştir.
ALLAH'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur."

(Tevbe Sûresi, 71-72. Âyetler)

VELİY, çok önemli bir kelimedir. VELÎ , "yardım eden, koruyan, yardım edilen, korunan. ermiş, eren, bir çocuğun her türlü durumundan ve davranışlarından sorumlu kimse" demektir. Âyette "birbirlerine her bakımdan yardımcı, her bakımdan koruyucu" anlamında geçiyor. Coğulu EVLİYÂ'dır, Türkçe'de tekil olarak kullanılır.

Neymiş?... KADIN'la ERKEK birbirinin VELİ'siymiş... yâni, KADIN ERKEĞİN "her bakımdan yardımcısı" ERKEK te KADIN'ın her bakımdan koruyucusu" imiş!.. Ayrıca ERKEK, KADIN'a "her bakımdan yardımcı" olabilirmiş... Meseleye böyle bakan kaç Feminist KADIN var?.. Yine meseleye böyle bakan kaç ERKEK gördünüz?..

ALLAH; AMEL, yâni davranış konusunda da KADIN'la ERKEĞİ ayırmaz:

- " Şüphesiz, Müslüman ERKEKLER ve Müslüman KADINLAR,
mü'min ERKEKLER ve mü'min KADINLAR,
gönülden (ALLAH'a) itaat eden ERKEKLER ve gönülden (ALLAH'a) itaat eden KADINLAR,
sâdık olan ERKEKLER ve sâdık olan KADINLAR,
sabreden ERKEKLER ve sabreden KADINLAR,
saygıyla (ALLAH'tan) korkan ERKEKLER ve saygıyla (ALLAH'tan) korkan KADINLAR,
sadaka veren ERKEKLER ve sadaka veren KADINLAR,
oruç tutan ERKEKLER ve oruç tutan KADINLAR,
ırzlarını koruyan ERKEKLER ve (ırzlarını) koruyan KADINLAR,
ALLAH'ı çokça zikreden ERKEKLER ve (ALLAH'ı çokça) zikreden KADINLAR;
(işte) bunlar için ALLAH bir bağışlanma ve büyük bir ecir (mükâfat) hazırlamıştır."

(Ahzab Sûresi, 35. Âyet)

Mükâfat, ödül konusunda da ayırmaz:

- "O gün, mü'min ERKEKLER ile mü'min KADINLAR'ı,
nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün.
'Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz)
altından ırmaklar akan cennetler'dir. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur."

(Hadid Sûresi, 12. Âyet)

ALLAH, AHLÂK konusunda da KADIN'la ERKEĞİ ayırmaz:

- "Zinâ eden ERKEK, zinâ eden ya da müşrik olan bir KADIN'dan başkasını nikâhlayamaz.
Zinâ eden KADIN'ı da zinâ eden ya da müşrik olan bir ERKEK'ten başkası nikâhlayamaz.
Bu, mü'minlere haram kılınmıştır."

(Nur Sûresi, 3. Âyet)

Dikkat ediyor musunuz, Irzını korumada da, nâmus meselesinde de ERKEK önce geliyor!.. Çünkü ERKEK ırzını korursa, onun bunun karısına kızına tasallut etmezse, hiçbir KADIN'ın ırzı tehlikeye girmez!.. Ancak niye toplumda sâdece zinâ eden KADIN kınanıyor?.. Niye kötülük sanki hep KADIN'da imiş gibi davranılıyor?.. ERKEĞİN kötüsü olmaz mı? Domuz gibisi bile olur!.. İşte ALLAH, zinâ eden ERKEĞİ de aynı şekilde cezâlandırıyor.

Aslında bu âyetten nikâhlı zâniye "recm" ve "ölüm" cezâsı verilmediği de anlaşılıyor, ama yine taş kafalı, boş kafalı sözde din adamları anlamıyor!.. Öyle ya, zinâ eden nikâhlı ERKEK veya KADIN'ı taşlayarak öldürürsen, onun başkasıyla nikâhlanması mümkün mü?.. Halbuki âyet onun dahi "zinâ eden veya müşrik biriyle evlenebileceği"ni imâ ediyor!.. Demek ki, sağ!.. Cezâsı da 100 değnek... İlerde veririz.

- " Kötü KADINLAR, kötü ERKEKLER'e; kötü ERKEKLER, kötü KADINLAR'a;
iyi ve temiz ERKEKLER, iyi ve temiz KADINLAR'a (yaraşır).
Bunlar, onların (başkalarının) demekte olduklarından uzaktırlar.
Bunlar için bir bağışlanma ve kerim (üstün) bir rızık vardır."

(Nûr Sûresi, 26. Âyet)

- "Gerçek şu ki, sadaka veren ERKEKLER ile sadaka veren KADINLAR
ve ALLAH'a güzel bir borç verenler; (karşılığı) onlar için kat kat arttırılır
ve kerim (üstün ve onurlu) olan ecir de (mükâfat) onlarındır."

(Hadid Sûresi, 18. Âyet)

- "Mü'min ERKEKLER'i ve mü'min KADINLAR'ı,
içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altından ırmaklar akan Cennetler'e sokması
ve kötülüklerini örtüp bağışlaması için (ALLAH bu fethi müminlere ihsan etti).
İşte bu, ALLAH Katında 'büyük kurtuluş ve mutluluk'tur.
Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münâfık ERKEKLER'le münâfık KADINLAR'ı
ve müşrik ERKEKLER'le müşrik KADINLAR'ı azaplandırması için
(ALLAH bu fethi müminlere ihsan etti).
O kötü felâket (münâfıkların) tepelerine insin!"
ALLAH, onlara karşı gazablanmış, onları lânetlemiş
ve onlara Cehennem'i hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür!"

(Fetih Sûresi, 5-6. Âyetler)

- "Mü'min ERKEKLER'e ve mü'min KADINLAR'a irtikab etmedikleri
(bir suç) sebebiyle eziyet edenler ise,
gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir."

(Ahzab Sûresi, 58. Âyet)

- "Gerçek şu ki, mü'min ERKEKLER'le mü'min KADINLAR'a işkence uygulayanlar,
sonra tevbe etmeyenler!.. İşte onlar için, Cehennem azâbı vardır
ve yakıcı azap onlaradır."

(Buruc Sûresi, 10. Âyet)

- "Şundan ki: ALLAH, münâfık ERKEKLER'i ve münâfık KADINLAR'ı,
müşrik ERKEKLER'i ve müşrik KADINLAR'ı azaplandıracak;
mü'min ERKEKLER'in ve mü'min KADINLAR'ın tevbesini kabul edecektir.
ALLAH çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

(Ahzab Sûresi, 73. Âyet)

- "Melekler, kendilerine zûlmeden kimselere canlarını alırken soracaklar:
'Neyiniz vardı sizin?' Onlar, 'Biz, Yeryüzü'nde çok güçsüzdük' diye cevap verecekler.
(Melekler), 'ALLAH'ın arzı sizin kötülük diyârını terk etmenize
yetecek kadar geniş değil miydi?' diyecekler.
Böylelerinin varış yeri Cehennem'dir, ne kötü bir varış yeri!
Ancak ERKEKLER'den, KADINLAR'dan ve çocuklardan zayıf olup hiçbir çâreye
güç yetiremeyenler ve bir yol (çıkış) bulamayanlar(ın durumu) başka!"

(Nisâ Sûresi, 97-98. Âyetler)

ALLAH, kötülük olan yerde KADIN'ın ve ERKEĞİN durmasını istemiyor!.. "Ne yapayım, çevre kötüydü" bahânesini kabul etmiyor!.. "Başka yere gitseydin" diyor...

Bir de, dikkatinizi çekti mi, ERKEKLER'in zayıf olanları, ÇOCUKLAR ve KADINLAR ile aynı kategoride telâkki ediliyor... E, öyle değil mi?.. Gece ıssız bir sokakta yalnız yürüyen bir KADIN, bir ÇOCUK, zayıf veya ihtiyar veya sakat bir ERKEK, aynı tehlikelere muhatap değil mi?.. Kendini kapkaççılara, tinercilere, tâcizcilere karşı koruyabilir mi?

- "Münâfık ERKEKLER ve münâfık KADINLAR, bâzısı bâzısındandır;
kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar.
Onlar ALLAH'ı unuttular; O da onları unuttu.
Şüphesiz, münâfıklar fıska sapanlardır."

(Tevbe Sûresi, 67. Âyet)

- "Ey Peygamber, mü'min KADINLAR, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak,
hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek,
elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp uydurmamak
(gayri meşrû olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak),
ma'ruf
(iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere,
sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et
ve onlar için ALLAH'tan mağfiret iste.
Şüphesiz ALLAH, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

(Mümtehine Sûresi, 12. Âyet)

- "Şu halde bil; gerçekten, ALLAH'tan başka İlâh yoktur.
Hem kendi günâhın, hem mü'min ERKEKLER
ve mü'min KADINLAR için mağfiret dile!
ALLAH, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir,
konaklama yerinizi de."

(Muhammed Sûresi, 19. Âyet)

ALLAH, KAZANÇ konusunda da KADIN'la ERKEĞİ ayırmamış:

- "ALLAH'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi
(malı veya özelliği) temenni etmeyin.
ERKEKLER'e kazandıklarından pay
(olduğu gibi),
KADINLAR'a da kazandıklarından pay vardır.
ALLAH'tan onun fazlını (ihsânını) isteyin.
Gerçekten, ALLAH herşeyi bilendir."

(Nisâ Sûresi, 32. Âyet)

Maalesef bizim halkımızda kötü bir uygulama vardır. Başka âileye gidecek diye, KADIN'a hak ettiği mîras payı verilmez. Yanlıştır, İSLÂM'a aykırıdır:

- "Ey imân edenler! (Erkeklere hitap)
KADINLAR'a zorla mîrasçı olmaya kalkışmanız helâl değildir.
Apaçık olan 'çirkin bir hayâsızlık' yapmadıkları sürece,
onlara verdiklerinizin bir kısmını gidermeniz
(kendinize almanız) için
onlara baskı yapmanız da (helâl değildir).
Onlarla güzellikle geçinin! Şâyet onlardan hoşlanmadınızsa,
belki, bir şey hoşunuza gitmez, ama ALLAH onda çok hayır kılar."

(Nisâ Sûresi, 19. Âyet)

Neymiş?.. KADIN'ın hakkını elinden almak şöyle dursun; ALLAH , "hoşlanmasan bile sana KARI olmuş, ZEVCE olmuş, ona iyi davran, güzellikle geçin" diyor!.. Duydunuz mu ERKEK bozuntusu "erkek"ler ?

- "Zinâ eden KADIN ve zina eden erkek'ten her birine yüzer değnek vurun!
ALLAH'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorsanız,
ALLAH'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın!
Mü'minlerden bir topluluk da onların cezâlandırılmasına şâhit olsun."

(Nûr Sûresi, 2. Âyet)

Zinâ, yanı gayrımeşrû KADIN-ERKEK ilişkisi kötüdür. KUR'AN bunun cezâsını belirtmiş... Ama suç hep KADIN'a atılır... KADIN sokağa çıkmaya görsün... Birisiyle konuşmaya dursun... Hemen kendisine, afedersiniz, "orospu" yaftası yapıştırılır. KOCASI, BABASI, AĞABEYİ döver, hatta öldürür KADIN'ı!.. Halbuki, bırakın gezmeyi, konuşmayı; bir KADIN bir ERKEK'le gayrımeşrû bir ilişkiye girse dahi, onu suçlamak öyle kolay değildir. Niye mi?.. Okuyun:

- "KADINLARINIZ'dan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere
içinizden dört şâhit tutun.
Eğer şehâdet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye
veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun."

(Nisa Sûresi, 15. Âyet)

Ya KADIN'a iftira atılıyorsa???

- "Nâmus sâhibi, bir şeyden habersiz, mü'min KADINLAR'a (zinâ suçu) atanlar,
Dünyâ'da ve Âhiret'te lânetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azap vardır."

(Nûr Sûresi, 23. Âyet)

- "Korunan (iffetli) KADINLAR'a (zinâ suçu) atan,
sonra dört şâhit getirmeyenlere de seksen değnek vurun!
ve onların şâhitliklerini ebedî olarak kabul etmeyin.
Onlar fâsık olanlardır."

(Nûr Sûresi, 4. Âyet)

Gördünüz mü?... İspatlı zinânın cezâsı KADIN-ERKEK ayırmadan 100 değnek... İftira atmanın cezâsı 80 değnek!.. KADIN'a iftira neredeyse zinâ kadar büyük suç!..
NÛR Sûresi Peygamberimiz'in KARISI Ayşe'ye böyle bir iftira atanlar hakkında!..

Yalnız burada belirtmemiz gereken iğrenç bir uygulama var çoğu Müslüman ülkede. KADINLAR'a tecâvüz eden çoğu ERKEK cezâlandırılmıyor, aksine tecâvüze uğrayan KADIN zinâ etmiş sayılıyor. Niye mi?.. ERKEKLER'in KUR'AN hükümlerini çarpıtmaları yüzünden!.. Bir KADIN "Şu adam bana tecâvüz etti" dedi mi, kadı efendi "Dört şâhit getir" diyor. KADIN nereden bulsun dört şâhidi?.. Aslında bu durumun dahi çâresi KUR'AN'da var ama, arama niyetinde olan yok!.. Ne mi?.. Onu da KUR'AN-I KERİM'i tarayıp siz bulun! Her işi bana yaptırmayın!

KADINLAR'ı tâcize, tasalluta, saldırıya, kapkaça, tecâvüze mâruz bırakan üç tavır var: Biri koku ve makyajla ve kıymetli takılarla dikkat çekecek tarzda aşırı süslenmek... İkincisi gereksiz sokağa çıkıp, olur-olmaz yerlerde, olur-olmaz saatlerde yalnız dolaşmak... Üçüncüsü ERKEKLER'i tahrik edecek şekilde açık giyinmek... Aşağıdaki âyetlerde bunların yapılmaması tavsiye ediliyor. PEYGAMBER ZEVCELERİ'ne, KIZLARI'na da dahi!.. Yapmamanın cezâsı yok, amaç KADINLAR'ı korumak:

- "Evlerinizde vakarlı olun, oturun
Câhiliye devrinde olduğu gibi süslenip
(gereksiz sokağa) çıkmayın!
Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, ALLAH'a ve Resûlüne itaat edin!
Ey Ehl-i Beyt!
(Peygamber'in ev halkı) Şüphesiz ALLAH,
sâdece sizden her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister."

(Ahzab Sûresi, 33. Âyet)

PEYGAMBER'in ZEVCELER'ine hitap, bütün mümin KADINLAR'a hitaptır... Edepli olmaya, örtünmeye gelince, yine ilk hitap ERKEKLER'e!.. Bırak elini-belini; "gözünü dahi dikme" diyor!.. ERKEKLER iffetini korursa, KADINLAR da rahat eder:

- "Mümin ERKEKLER'e söyle: Bakışlarını yere indirsinler!.
Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar.
Bu onlar için daha temiz, daha erdemlidir..
Kuşkusuz, ALLAH, yapmakta olduklarınızdan haberdârdır.
Mümin KADINLAR'a da söyle:
onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler,
iffet ve nâmuslarını korusunlar, ziynetlerini göstermesinler,
elde olmayarak açığa çıkan ve görünen kısımları hâriç!
Câzibe ve güzelliklerini açığa vurarak dikkat çekmesinler
ve bunun için başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar.
ALLAH'ın açılmasını haram kıldığı, gizli ziynet yerlerini
(câzibe ve güzelliklerini) kocalarından, babalarından,
kayınpederlerinden, oğullarından, üvey oğullarından,
kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğulları ya da
kız kardeşlerinin oğullarından veya müslüman KADINLAR'dan
veya yasal olarak sâhip oldukları köle, câriye gibi kimselerden
veya ERKEKLİK'ten kesilmiş yemek isteyip karın doyurmaktan
başka birşey düşünemeyen, KADINLAR'a meyil ve şehvet ihtiyacı olmayan
ERKEKLER'den veya KADINLAR'ın mahrem yerlerine henüz
ilgi duymayan çocuklardan başka kimselere açıp göstermesinlerl...
Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar.
(KADIN-ERKEK) Ey müminler! Hep birden ALLAH'a tevbe ediniz ki
kurtuluşa eresiniz.

(Nûr Sûresi, 30-31. Âyetler)

Âyetlerin indiği dönemde KADINLAR güneşten korunmak için başörtüsü takıyorlardı ama, göğüsleri falan açık dolaşıyorlardı. Onun için dışarıda "örtülerinizi yakalarınızın üstüne çekin" denmiş... Uzun ve bakımlı saç erkekleri tahrik eden bir unsur olduğu için, örtünmesi uygun görülmüş ama, öyle "tek teli bile görünmeyecek" gibi bir kural yok!.. Başörtüsü var ama, sıkmabaş yok!... Sıkmabaş, mucidi Şûle Yüksel'in Şenler'in itîraf ettiği gibi, "Öğleden Sonra Aşk" (1957) filminde Audrey Hepburn'un istasyondaki kıyâfeti ve sıkma başörtüsünden alınmıştır. Yâni, gavur icâdıdır...

Uzun, bakımlı saçlar; gözler ve göğüsler gibi ERKEĞİ tahrik eder. KADINLAR da bunu bilir, saçlarını ERKEKLER'i etkilemek için kullanırlar. Onun için reklâmlarda ve kuaförlerde saç bakım ürünlerinden, takma saç ve peruklardan geçilmez. Başörtüsü işte bunun içindir. Yoksa öyle KADIN'ın başını cendereye sokmak için değil.

Aslında ERKEĞİN KARISI'ndan başkasının, KADIN'ın da KOCA'sından başkasının yanında. yukarıda sayılan yakınları da olsa, öyle her yerini gösterecek şekilde dolaşması doğru değildir. Ev içinde, âile yakınlarının yanında örtünmeye gerek yok... Ancak zamanımızda gelinine sulanan kayınpeder, üvey kızına veya kızkardeşine tecâvüz eden sapık erkekler olduğu için, KADINLAR'ın onlar yanında dahi ölçülü davranmaları uygun olur. Öte yandan "ziynet"ten kasıt takılar, mücevher olduğunda, KADINLAR'ın bunları yakın akrabalarına göstermelerinde bir mâni yok, ama sokakta açıkta gezdiklerinde kap-kaça, saldırıya uğrama ihtimâlini unutmamak lâzım.

- "Ey Peygamber, KARILARIN'a, KIZLARIN'a ve mü'minlerin KADINLAR'ına
dış elbiselerini
(cilbablarını, pardesülerini,uzun elbiselerini) üstlerine giymelerini söyle!
Onların
(özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.
ALLAH, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

(Ahzab Sûresi, 59. Âyet)

Gördünüz mü?.. Dışarıda kapalı giyinmenin, örtünmenin amacı onların "iffetli KADIN" olduğunun bilinmesi ve rahatsız edilmemeleri!... Âyetin indiği devirde câriyeler ve fâhişeler açık-saçık giyinirlerdi. Bu yüzden bilhassa geceleri tabii ihtiyaçlarını gidermek için dışarıya çıktıklarında saldırıya uğrarlardı. Kapalı giyinenler hür ve nâmuslu KADINLAR'dı, onlara dokunmaktan çekinirlerdi... Şimdi de öyle... Bize temizliğe gelen oldukça güzel bir KADIN, biz ERKEKLER'in yanında başı açık ve rahat davranıyor, ancak evden çıkarken tesettür tarzı örtünüyordu. Sorduk: "Niye bizim yanımızda rahatsın da, dışarıya giderken örtünüyorsun?" Cevâbı âyete uygundu: "Örtülü olunca, sarkıntılık eden olmuyor!"

Örtünme meselesinde dahi ruhsat var, cevaz var da, kimse üzerinde durmuyor:

- "KADINLAR'dan evliliği ummayıp da oturmakta olanların,
süslerini açığa vurmaksızın
(dış) elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir sakınca yoktur.
Yine de iffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. ALLAH, işitendir, bilendir."

(Nûr Sûresi, 60. Âyet)

Yâni yaşlı KADINLAR sokağa çıkarken öyle umacı gibi örtünmek zorunda değil. Aslında hiçbir KADIN aşırı örtünme mecburiyetinde değil. Yeter ki, ERKEKLER'i tahrik edecek bir kıyâfet giymiş olmasın!.. Çünkü kereste misâli ERKEKLER biraz frapan giyinen KADIN'ı "yollu, müsâit" hatta "orospu" diye görür, hemen sarkar... Yanlış ERKEK'tedir, ama gâye KADIN'ı korumak ise; ona düşen, buna fırsat vermemesidir. Edepli giyinmenin yarârı, KADIN'ı sarkıntılıktan, hatta tecâvüzden korumasıdır.

Şimdi KADINLAR diyebilir ki, "Niye ben bunları yapmaya mecbur olayım? ERKEKLER kendini düzeltsin!"... Haklılar!.. Ama ERKEKLER ancak kendilerini küçük yaştan itibâren düzenli eğitimle, terbiye ile düzeltebilirler. Onlar düzelinceye kadar KADIN ne olacak?.. Nasıl korunacak?.. Sonra, nasıl bütün insanları hırsızlıktan, uyuşturucudan vazgeçiremiyorsak; eğitimle dahi kıyıda köşede adam olmamış ERKEK bozuntuları kalacak... Gündüz hırt, gece kurt ortalıkta dolaşan, KADINLAR'a saldırmaya bahâne arayan yine bir sürü ERKEK olacak... Üstelik ERKEKLER'in aşağıda açıklıyacağımız cinsî dürtüleri KADINLAR'ınkinden dört kat fazla... Biri kendini kontrol etse, on tânesi beceremiyor!.. KADIN onlardan nasıl korunacak?.. Tabii ki kendi tedbirini kendi alarak!..

Bir husus daha var: KIZLAR, KADINLAR içgüdüsel olarak "beğenilme" ve "evlenme" kavramlarına karşı hassastırlar. Cin fikirli ERKEKLER de bu hassasiyeti istismâr ederler. Şehirlerde, okumuş tabakada KIZLAR'ı, KADINLAR'ı "prensesim, kraliçem" hitâbıyla tavlama gayreti yaygındır. Halbuki ülkemizde ne prenseslik vardır, ne kraliçelik.... Taşrada, kasabalarda, câhil tabakada ise "evlenmek istiyorum" vaadi ile "öldürürüm" tehdidi yaygındır. İlk gördüğü KIZ'A bile "Sizinle evlenmek istiyorum" diye yanaşan çok maganda ve bu teklifi duyunca gardı düşen çok KADIN_KIZ gördüm.... HANIMLAR, aman dikkat! Uyanık olun!...

Bâzı keresteden daha kaba ERKEKLER, boşadığı KADINLAR'ın başka ERKEKLER ile evlenmeye kalkmasına kızar, hatta çeker KADIN'ı vururlar ya; 1400 yıl önce KUR'AN bunun yanlışlığını gösteren kuralını koymuş. PEYGAMBERİMİZ, KOCA'sı şehit olan KADINLAR'ı, sıkıntıya düşmesinler diye hemen evlendirirdi!.. Kendisinin de aldığı KADINLAR'ın biri hâriç, hepsi duldi... Dul kalmış, boşanmış KADINLAR'ın tekrar evlenmesinde hiçbir mahzur, yasak yoktur... Evet, ilk aday gene eski KOCA ama, KADIN istemezse akan sular durur::

- "Boşanmış KADINLAR kendi kendilerine üç aybaşı hâli
ve temizlenme süresi beklerler.
Eğer Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorlarsa,
Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helâl olmaz.
KOCALARI, bu süre içinde barışmak isterlerse,
onları geri almada
(başkalarından) daha çok hak sâhibidirler.
Onların
(KADINLAR'ın) lehine de,
aleyhlerindeki mâruf hakka denk bir hak vardır.
Yalnız ERKEKLER için onlar üzerinde bir derece var.
ALLAH Aziz'dir. Hakim'dir."

(Bakara Sûresi, 228. Âyet)

- "KADINLAR'ı boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa
-birbirleriyle mâruf
(bilinen meşrû biçimde) anlaştıkları takdirde-
onlara, kendilerini KOCALARI'na nikâhlamalarına engel çıkarmayın!
İşte, içinizde ALLAH'a ve Âhiret Günü'ne imân edenlere bununla
(böyle) öğüt verilir.
Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. ALLAH bilir de, siz bilmezsiniz."

(Bakara Sûresi, 232. Âyet)

ERKEK boşadığı KADIN'ı sokağa atamaz!.. KUR'AN-I KERİM'de koca bir TALÂK (boşanma) Sûresi vardır.

- "(Boşadığınız) KADINLAR'ı, gücünüz oranında
oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun!
Onlara darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla zarar vermeyin!
Eğer onlar hâmile iseler, yüklerini bırakıncaya
(doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin.
Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin.
(Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda mâruf
(güzellikle ve İslam'a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun.
Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda
(çocuğu) onun için
(babası adına ücretle) bir başkası emzirebilir."
(Talâk Sûresi, 6. Âyet)

- "KADINLAR konusunda senden fetva isterler.
De ki: 'Onlara ilişkin fetvayı size ALLAH veriyor.'
(Bu fetva,) kendilerine yazılan (hakları veya miras)ı vermediğiniz
ve kendilerini nikâhlamayı istediğiniz yetim KADINLAR
ve zayıf çocuklar ile, yetimlere karşı adâleti ayakta tutmanız
konusunda size KİTAP'ta okunmakta olanlardır.
Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz ALLAH onu bilir."

(Nisâ Sûresi, 127. Âyet)

Gördünüz mü, İSLÂM KADIN'ı nasıl koruyor?.. Nasıl onun haklarını dile getiriyor, ve nasıl ERKEKLER'e sorumluluk yüklüyor?.. Bu sorumlulukları üstlenmedikçe, yerine getirmedikçe ERKEKLİK taslamanın; BABA diye, KOCA diye, KARDEŞ diye, hattâ SEVGİLİ diye geçinmeye kalkmanın hiç bir anlamı yok!..

Dedik ya, KADIN'ın bu devresi hakkında çok söylenecek var, hepsini söyleyemedik... Eminiz, sizlerin de pek çok soruları vardır. Sorarsanız, söylemeye çalışırız. Şimdi TEBLİĞ'e devam edelim:

Varlık- Üçüncü Devre... Bu devirde KADIN tâzecik bir fidan... Bu devirde KADIN bir yavrucuk...
Henüz vazifelerini, mes'uliyetlerini takdir etmekten, his ve davranışlarını kontrol etmekten uzak...
İşte burada vazife ANA ve BABA'nın ve bilhassa ANA'nın...
Çünkü bu yeni yavrucak aynen kendi fonksiyonlarını, aynen kendi yapısını taşıyor!
Bir BABA'nın KIZI'nın hâlinden anlaması, ona yol göstermesi, yön göstermesi zor!
Fakat bir ANA için bu gâyet kolay!.. KIZ'ın hayâta intibak etmesi,
hayattaki çeşitli olaylar karşısında davranışlarını ayarlaması,
çeşitli hareket, düşünce ve hislerinin neticelerinin ne olabileceği
ve bunların arkasından daha nelerin gelebileceği,
ANASI tarafından gâyet dikkat ve incelikle öğretilmesi gerek!

Bu devirde KADIN çeşitli hislerin ve düşüncelerin etkisi altında çevresindeki olaylardan
gâyet çabuk etkilenmekte, alınmakta ve hareketlerini hislerine bağlamakta...
Bu devirde KADIN biraz evvelde dediğimiz gibi tâze bir fidan...

Bu fidanı geliştirip güzel çiçek ve meyveler veren bir ağaç şekline sokmak,
ilk evvelâ ANASI'nın, BABASI'nın, daha sonra da KOCASI'nın...
Ve neticede artık çiçekleri açmayan, meyve vermeyen bu ağacı
iklimin kötü şartlarından, çevrenin etkilerinden korumak ta EVLÂD'ın vazifesi...

Burada biraz duralım... Muhterem Üstâdımız gerçekten çok güzel bir Ruh tahlili yapmış. Çoğu ANA'nın ve BABA'nın dikkatin kaçan bir husus bu...

KIZ çocuğu elbette ki ilerde yükleneceği vazifeleri, mes'uliyetleri bilmez. Ama doğduğu andan itibâren çok ince hisleri, bu hislere bağlı davranışları vardır ki, bunların dikkatle tâkip edilmesi gerekir. BABA'nın kendi cinsinden olmayan KIZI'nı anlaması zor... ANA ise, kendi çocukluğundan beri yaşadığı hisleri, düşünceleri, davranışları KIZI'nda görünce tanıyacak, onun hayâta intibâk etmesi, karşılaşacağı olaylara nasıl tepki vereceği hususunda yönlendirebilecektir. Hele ki o KIZ ergenlik çağına erişince, hisleri coşacak, çevresindeki olaylardan, karşı cinsin davranış ve yaklaşımlarından çabuk ve derin etkilenecek, alınacak, duygulanacak, hareketleri o hislere göre olacaktır. Eğer bu tecrübeyi yaşamış ANASI tarafından doğru yönlendirilmezse; yanlışa sapacak ve, ALLAH cümle KIZ çocuklarını korusun, felâkete sürüklenecektir.

Çoğu kimsenin, hatta uzman sayılan psikologların dahi sezmediği husus; KADIN'ın son derece hassas bir Ruh yapısı, mânevî yönü olduğu, bu yüzden maddî Dünya Hayâtı'na intibak etmekte zorlandığıdır... İşte bu yüzden KIZLAR önce aynı tecrübeyi geçirmiş ANASI, sonra zâten dış dünya ile sürekli irtibatta olan BABASI, evlendikten sonra da KOCASI tarafından eğitilmelidir... Varlığın KIZ çocuk için "fidan" tâbirini kullanması, "geliştirip güzel çiçek ve meyveler veren bir ağaç şekline sokmak" demesi, insanın aklına "ağaç yaş iken eğliir" atasözünün kastettiği eğitim ve terbiyeyi getiriyor... KIZ çocuk ta, ERKEK çocuk ta birer fidandır, her ikisinin de eğitim ve terbiyeden geçmesi gerekir. Ama anlıyoruz ki, KADIN'ın eğitimi evlendikten sonra da ANA oluncaya, yâni tam KADIN oluncaya kadar devam ediyor. O dönemde koruma KOCA'da... Ama öyle bir dönem geliyor ki, KADIN ANASI'nı, BABASI'nı, KOCASI'nı kaybediyor, yalnız kalıyor... İşte o zaman artık çiçekleri açmayan, meyve vermeyen bu ağacı iklimin kötü şartlarından, çevrenin etkilerinden korumak ta EVLÂD'ın vazifesi" oluyor!

Devam edelim Celse'ye:

- Şimdi buraya kadar söylediklerimizde anlaşılmamış
veya zihinlerde eksik kalmış kısımlar varsa, onları bir cevaplıyalım.
Daha doğrusu, cevaplandırmaya çalışalım.
İdâreci- Gültekin Bey, müsaadenizle soruyor.
Gültekin Bey- Bugün bu eksik kalan husus,
bir tek cümlede geçen bir kelime eksikliğinden anlaşıldı.
Acaba tesâdüfen mi farketmiştik, yoksa bunu bize ilâhi düzen mi farkettirdi?
V- Zâten size YAPACAĞIMIZ ilk SOHBET'İN KONUSU ÇOK EVVELDEN HAZIRLANMIŞTI.
Ve bu Sohbetimiz'in daha yararlı olabilmesi için,
bizim bilhassa bu konuya yönelmemiz icâb etmekteydi.
Görüyorsunuz, aramızda ANNE olacak bir dostumuz var...
Ve belki de YAVRUSU ve ANNESİ'yle birlikte
bu Üç Devir'i gözümüzün önünde canlandıracak.
Bunun yanında eski dostumuzun da herhalde söyliyeceği bir-iki şey vardır.
İ- Evet efendim. ANNEM'in başında geçen bir hâdise,
daha doğrusu bir kazâ, bu tebliğ ile ilgili efendim.
V- Evet, efendim. Bu Sohbetimiz, yâni sizin o eksikliğe dikkat ettiğiniz
o Sohbetimiz, bundan evvel de birçok dostlarımız tarafından dinlenmişti.
O- Evet. Farketmedik o zaman.
V- Evet, efendim... Sorularınızı bekliyoruz.
O- Behzat Bey soruyor, müsaadenizle.
Behzat Bey- Efendim, Kur'an-ı kerim'de, âyetlerde KADINLAR'a
erkeklerden çok aşağıda haklar verilmiş vaziyette.
Meselâ Mirâs Hukuku, Mahkemelerde Şâhitlik... İki KADIN ancak
bir erkeğin yerini tutuyor... Buna benzer birçok haksızlıklar var.
Oysa bizim Medenî Kanun'umuz KADIN'la erkek arasında
fark gözetmemekte, ikisini de eşit kabul etmektedir...
Kur'an-ı Kerim bugünkü şartlar altında inseydi, acaba bu çelişki
kalkar mıydı?

Yukarıda dedik ki, "Eminiz, sizlerin de pek çok soruları vardır. Sorarsanız, söylemeye çalışırız." Ama, siz sormadan akla takılan suallerden birisi Hâzirûn'dan bir dostumuz tarafından soruluverdi... Daha niceleri var, KADIN'a Dayak gibi, KADIN'ın Mirâs Hakkı gibi, Dört KADIN gibi... Belki onları da soranlar çıkar.

Yalnız, artık dayanamadım, söyliyeceğim... Bu sorular iyi de... hep dile getirilir de... Siz hiç sürekli KADIN Hakları'ndan bahseden Feministler'in ANA'dan bahsettiğini, ANA'nın kudsiyetinden, el üstünde tutulmasından, vazifelerinden, fedâkarlığından söz ettiğini duydunuz mu?.. Peki, siz hiç Feministler'in EVLİ KADIN'dan, EVLİ KADIN'ın vazifelerinden, ÂİLE hayâtındaki yerinden bahsettiğine rastgeldiniz mi?.. Siz hiç Feministler'in KIZ ÇOCUĞU'nun nazik yapısından, eğitiminden, ona karşı ANASI'nın, BABASI'nın vazifelerinden dem vurduğunu gördünüz mü?.. Hiç ERKEKLER'in vazifeyenihreh KADIN'la ilişkilerinden bahsettiklerini duydunuz mu?..

Feministler'in, KADIN derneklerinin, ortalıkta dolaşan sözde "aydın KADIN" müsveddelerinin hiç bunlarla alâkaları yoktur!.. Onlar hep KADIN'ın "erkekle aşık atması" üzerinde dururlar... KADIN ev-işi yapmasın, çamaşır-bulaşık-temizlikle, çocuk bakımı ile uğraşmasın, dışarda çalışsın diye yırtınırlar... Biz "çalışmasın" demiyoruz ki!.. Zâten tarlada, bağda, bayırda çalışmayan KADIN mı var?.. Dnların kastettiği PARALI işte çalışmak... İyi de, KADIN tarlada çalışır, kendi eliyle ürettiğini götürür, pazarda satar... Bunu da beğenmezler!.. İlle de dışarda başkasına çalışacak veya kendi bir iş kuracak... İyi de KADIN dışarda çalışırken onun beğenmediği ev-işlerini kim yapacak?.. Başka KADINLAR!... Aşağı KADINLAR... Eğitimsiz KADINLAR... Fakir KADINLAR... Peki, Feministler onlardan, onların haklarından hiç bahsederler mi?.. Hattâ kıyıp sigortalarını yaptırırlar mı?.. Yoo!.. Sigorta deyince, belirtmem lâzım, KADINLAR'ın en büyük hak eksiği, ister başkasına çalışsın, ister kendine... isterse EVKADINI olsun, isterse HAYAT KADINI; SİGORTA'sı olmayışıdır. Bu da onları daha çok ERKEKLER'e mahkûm eder.

KADIN, ERKEĞİN yaptığı her işi yapabilir. Hiç itirâzımız yok!.. Ama "yapması gerekir mi?" diye sormak lâzım... Ortada yeteri kadar ERKEK inşaat işçisi, yeteri kadar ERKEK lâğım işçisi, yeteri kadar ERKEK kasap, gece işçisi, gece şoförü varken; KADIN'ın böyle bir pozisyonda çalışmasına ihtiyaç yoktur!.. Sırf "eşitlik sağlayacağız" diye KADINLAR'ı böyle işlere sokmak; onların ERKEKLEŞME'sine, KADIN'ın mânevî değer ve özelliklerini kaybetmesine yol açar. KADIN, KADIN olmaktan çıkar!.. Biz böyle KADINLAR ile Eski Sovyetler'de çok karşılaştık... Artin Apo KADIN'ı militan, gerilla yaparak kendi insanının üzerine sürüyor!.. KADIN gerektiğinde savaşır da!.. Ama vatanını korumak için!.. ANADOLU KADINI, KARA FATMA öyle yapmıştır!.. Ne var ki, Feministler işin bu yönü üzerinde de durmaz!.. MUSTAFA KEMÂL, o KADINLAR'ı şöyle târif eder:

- "Dünyâ'da hiç bir milletin KADIN'ı 'Ben ANADOLU KADINI'ndan fazla çalıştım,
milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte ANADOLU KADINI kadar emek verdim'
diyemez!"

Feministler SANAT konusunda da yaya kalmışlardır. Onlar için sanat resim, heykel gibi, Hıristiyan Batı'nın 5'li listesindekilerdir. KADINLAR'ımızın işledikleri dantelleri, oyaları, desenlerle süsledikleri yün çorapları, mendilleri, yaktıkları türküleri, pişirdikleri enfes yemekleri sanat eseri saymazlar!.. Yemeğin "sanat" sayılması için, "yapanın Fransız Şef olması gerekir," diye düşünürler.

Son zamanlarda bir de KADIN'a Şiddet, KADIN'a Tecâvüz ve KADIN Cinâyetleri'nden bahseder oldular... Haklılar... Ama bu, sâdece Türkiye'nin değil; bütün Dünyâ'nın derdi... Ve yukarda Varlığın anlattığı ANA, EVLİ KADIN ve KIZ EVLÂT tebliğleri anlaşılmadan, uygulanmadan çözülemez. Erkeklere hitap, onların eğitilmesi için!..

Yalnız belirtelim, TÜRK ERKEKLERİ'ni beğenmeyen Feministler, hep TÜRKİYE'yi suçlarlar. Sanki Dünyâ'da en çok şiddet, en çok tecâvüz, en çok KADIN cinâyeti Türkiye'de işleniyormuş gibi... Halbuki kazın ayağı öyle değil!..

Meselâ 2016 yılında TÜRKİYE'de 328 KADIN Cinâyeti işlenmiş. 15 yaşın üzerindeki her 10 kadından 4'ü (yüzde 40) en az bir kere olmak üzere fiziksel, cinsel ve psikolojik tâcize uğramış.
Aynı yıl Almanya'da 357 kadın cinayeti işlenmiş. Almanya'da 18-74 yaş grubu kadınların yüzde 35'i fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete uğramış. Nüfuslar hemen hemen aynı... Şiddette biraz öndeyiz, hiç olmasın isteriz ama, rakamlar öyle Türkiye'yi en kötü yapacak seviyede değil!
Diğer şiddete maruz kalma oranları şöyle:
Danimarka: Yüzde 52, Finlandiya: Yüzde 47, İsveç: Yüzde 46, Hollanda: Yüzde 45, İngiltere: Yüzde 44, Fransa: Yüzde 44... Hepsi bizden fazla.
Letonya: Yüzde 39, Lüksemburg: Yüzde 38, Belçika; Yüzde 36, Estonya: Yüzde 33, Slovakya: Yüzde 34, Çek Cumhuriyeti: Yüzde 32, Litvanya: Yüzde 31, Romanya: Yüzde 30, Bulgaristan: Yüzde 28, Macaristan: Yüzde 28, İtalya: Yüzde 27, İrlanda: Yüzde 26, Yunanistan: Yüzde 25,
Kıbrıs: Yüzde 22, İspanya: Yüzde 22, Avusturya: Yüzde 20, Malta: Yüzde 22, Polonya: Yüzde 19, Portekiz: Yüzde 24, Slovenya: Yüzde 22,

Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 33'ü buluyor... Pek medenî saydıklarımız ise bizden beter!.. ABD'de 2009 yılında 14.180 cinâyet işlenmiş, bunun 3.078'i KADIN... Nüfusu 300 milyon... bizim 2009'daki nüfusumuzu 75 milyon olarak alırsak, 4 katımız... Bizim 2009'da cinâyete kurban giden KADIN sayımız 953... ABD'ninkinin dörtte birini alırsak, 764 çıkar... Biraz fazlamız var... Neden?... Erkek ve KADIN eğitimsizliğinden... Sâdece OKUL eğitimi değil; KADIN'ın eğitimi eksikliğinden!

Ha, bir de Artin Apo ile PKK'nın KADIN'a bakışı var, yukarıda belirtmiştik. Onda ANA'dan söz etmek ne gezer?.. EV KADINI, KARI'dan bahsetmek mümkün mü?.. Onlar bir tek genç KIZLAR'ı militan yapıp yatağa atarak bekâretini alıp "özgürleştirmek"ten anlarlar!

"Özgürleştirme" deyince tüylerim diken diken oluyor ama, aklıma birşey daha geldi. Sözde medenî Batı'da "Women's Liberation - KADINLAR'ın Özgürlüğü"nden bahsedilir. Sütyenlerini falan çıkarıp yakarlardı... Hiç Türkiye'de PKK-HDP dışındaki KADIN kuruluşlarından "özgürlük" talebi duydunuz mu?.. Yoktur... Bizimkiler "KADIN Hakları"ndan söz ederler... Çünkü Batılı KADINLAR'da dahi olmayan özgürlüğü ATATÜRK onlara vermiştir!.. Mesele, bunu sindiremiyen ERKEKLER'de ve KADIN'ın ne olduğunu bilmeyen KADINLAR'da!..

Nerdeen nereye geldik?.. Hâzirûndan biri KUR'AN ve KADIN hakkında sual etmişti... Bakalım, Üstâdımız ne cevap vermiş?

Varlık- İşte Sohbetlerimiz'in başında bahsettiğimiz ve bir dostumuz tarafından sorulduğunda,
ve bir-iki cümleyle cevapladığımızı belirttiğimiz soru da aynen ve aynen buydu!..

Şunu hepiniz kabul edersiniz ki, bir Âile'nin Reisi ERKEK'tir ve bu TABİAT KANUNU olarak ortaya çıkmıştır.
Dediğimiz gibi, bedeninin ve zihninin bâzı yönlerden KADIN'dan daha üstün olmasından dolayısiyledir bu!
Birçok cemiyetlerde, o cemiyetin başkanının cemiyet üyelerinden daha fazla hak ve hukuku vardır...
Ve hatta kararlar bile bâzı cemiyetlerde diğer üyelerin fikri ne olursa olsun; Başkan tarafından,
o Cemiyetin Reisi tarafından verilir... Ve birçok haklar da bu Cemiyetin Reisi'ne devredilmiştir.

Öyleyse Âilenin Reisi'nin de Âile fertlerinden bir fazla Üstün Taraf'ı, bir fazla Hak'kı olması lâzım...
Çünkü Mes'uliyet'i de diğer üyelerden daha fazladır. Bu yüzdendir ki, Mirâs Hukuku'nda
ERKEĞE KADIN'dan daha fazlası düşer... Dikkat edin ki, bu aradaki fark çok büyük değildir...
Ve KADIN'ın Hakkı mutlaka verilmektedir.

Yine o zaman da belirttiğimiz, söylediğimiz bir cümleyi tekrarlıyalım:
Eğer bu Cemiyet'te iki tâne Başkan, iki tâne Reis olsaydı; o zaman dirlik, düzen, hesap kalmazdı!
Bu yüzdendir ki, ERKEĞE bilhassa maddî yönden daha fazla Haklar verilmiştir...
ki, ERKEK bu kendisine verilen Hak'kın mânâsını kavrasın ve bundan doğan Mes'uliyet'i hissedebilsin
ve o emniyetle hareket edebilsin! Kendine güvenle davranabilsin!

Gene burada durmamız gerekiyor... Açıklanması gereken çok önemli KAVRAMLAR var... Bunlardan ilki ÂİLE REİSİ... Hıristiyan Batı Dünyâsı şimdilerde bunu kabul etmiyor... Halbuki 100 sene önce İngilizler KADIN'a mirâs bile vermezler, ERKEĞİ her bakımdan üstün görürlerdi. Avrupa Birliği ayağına, bize de bulaştılar, Medenî Kanunu değiştirtip ERKEĞİN Reislik görevini kaldırdılar. Âile hayâtını mahvettiler, boşanmalar arttı.

Aslında hiçbir CEMİYET, hiçbir TOPLULUK, hiçbir DERNEK, KLÜP, PARTİ, ORDU, ne derseniz deyin; REİS, BAŞKAN, KOMUTAN olmadan olmaz!.. Peki, ÂİLE cemiyetin en küçük birimi ise; o neden reissiz, başsız olsun?.. Demirel'in tâbiriyle, va mı bunun herhangi bir başka türlü izah tarzı?.. Yok!.. Sırf sözümona KADINLAR'a eşitlik sağlamak için yapılmış bir hatâ!.. KADIN da reismiş... Artin Apo takımı bunu sözümona "eşbaşkan" sistemiyle uyguluyor... KADIN'ı özgürleştirmek bahânesiyle yatağa atıyor, sonra ödül olarak eşbaşkanlık veriyor!.. Oysa ALLAH, "tanrı bile olsa, iki reisin Kâinat'ın düzenini bozacağını" söylüyor!..

- "Yine de bazı insanlar, birtakım dünyevî varlıkları,
bunların (ölüleri) diriltebileceği yanılgısı içinde, tanrı ediniyorlar.
Oysa, (anlamıyorlar ki,) göklerde ve yerde ALLAH'tan başka tanrılar olsaydı,
bu iki âlem de kargaşalık içinde yıkılıp giderdi!
Bunun içindir ki, O mutlak Hükümranlık Tahtı'nın Efendisi,
O sınırsız kudret ve yücelik sâhibi ALLAH,
insanların tanımlama ve tasvir yoluyla kendisine yakıştırdığı
her şeyin ötesinde, her şeyin üstündedir!"

(Enbiyâ Sûresi, 21-22. Âyetler)

Bir kere daha tekrarlıyoruz: Cemiyetin her bir oluşumunda bir REİS, bir BAŞKAN, bir OTORİTE, bir KOMUTAN varken; ÂİLE'de REİS olmazsa, olur mu?.. OLMAZ!.. Bunun mantığı, açıklaması yok! Savunulacak yanı da yok!..

Haa, ERKEĞİN REİSLİK YETKİSİ yanında öyle ağır bir REİSLİK SORUMLULUĞU vardır ki, değme babayiğit kalkamaz altından!.. Bu sorumluluk yüzünden ERKEKLER KADINLAR'dan erken ölürler de, kimse üzerinde durmaz!..

KADINLAR hiç ÂİLE REİSİ olmaz mı?.. Elbette olur... KOCA'nın güçten düştüğü, hasta olduğu, veya öldüğü durumlarda KADIN onun sorumluluğunu da üstlenir. Yâni hem evin içişlerini yürütmeye devam eder, hem de eskiden KOCA'nın yaptığı dışişlerini!.. Bir de tek başına yaşıyan KADINLAR vardır ki, onların çektikleri sıkıntıları kendilerine sormak lâzım... Benim çevremde melek huylu iki yalnız KADIN var ki, yanlarında değme ERKEK haltetmiş!.. Yine tanıdığım pek çok KADIN var ki, 10 ERKEĞİ AKLI'yla, BİLGİ'siyle, BECERİ'siyle suya götürür, susuz getirir!..

Geldik ikinci hususa... Mirâs Hukuku... İSLÂM'da ERKEĞE KADIN'dan daha fazla hisse düşer. Şöyle ki:

- "ANA-BABA'nın ve yakınların bıraktıklarından, ERKEKLER'e hisse vardır.
ANA-BABA'nın ve yakınların bıraktıklarından KADINLAR'a da hisse vardır.
Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir."

(Nisâ Sûresi, 7. Âyet)

-"ALLAH evladınız hakkında ERKEĞE, iki KIZ hissesi vasiyet eder.
Eğer KIZLAR ikinin üstünde ise, bıraktığının üçte ikisi onlarındır.
Şâyet bir KIZ ise yarısı onundur."

(Nisâ Sûresi, 11. Âyet)

Dikkatten kaçıyor... Ölenin bir KIZ çocuğu varsa, mirâsın yarısını alıyor!.. Diğer yarısı ERKEĞE... Yâni bunda pay eşit... Eğer ölenin iki KIZ çocuğu, bir OĞLU var ise, KIZLAR birer pay, ERKEK iki pay alıyor. Yâni, mirâs dört pay ise, KIZLAR birer pay, ERKEK iki pay alıyor... Adamın eğer iki OĞLU var ise, KIZLAR da OĞLANLAR da birer pay alabiliyorlar... KIZLAR ikiden fazla, üç-dört ise, onlar mirasın üçte ikisini bölüşüyor, ERKEKLER üçte birini alıyor... Tek ERKEĞİN hakkı fazla, ama ERKEK sayısı çok ise, kimin daha fazla aldığı duruma göre değişiyor.

-"Ölenin çocuğu varsa, anne babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır.
Eğer çocuğu yok da anne babası ona vâris olmuşlarsa, annesinin hakkı üçte birdir."

(Nisâ Sûresi, 11. Âyet)

Ölenin çocuğu, çocukları var ise; çocukların payı altıda dört... yâni üçte iki... Kalan üçte bir ölenin hayattaki ANA-BABA payı olarak, altıda bir, eşit olarak onlara veriliyor!.. Yâni KADIN KOCA'sı ile eşit pay alıyor.

-"Ölenin kardeşleri varsa annesinin payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir.
BABALARINIZ ve OĞULLARINIZ'dan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz.
Bunlar ALLAH tarafından konmuş paylardır; şüphesiz ALLAH ilim ve hikmet sâhibidir."

(Nisâ Sûresi, 11. Âyet)

Ölen kişinin çocuğu yok, ama kardeşleri varsa, gene ANA'sına altıda bir hisse veriliyor. Kalan altıda beş ise kardeşler arasında pay ediliyor.

-"Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra, eşlerinizin, çocukları yoksa,
bıraktıklarının yarısı SİZİN'dir.
Çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri SİZİN'dir.
Çocuğunuz yoksa SİZİN de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra,
bıraktığınızın dörtte biri onlarındır."

(Nisâ Sûresi, 11. Âyet)

Buradaki "siz" kelimesi ERKEKLER'i kastediyor.... Birinin KARISI vefat etti. Çocuğu (o KOCA'dan veya daha EVVELKİ'nden) varsa; mirâsın dörtte biri ERKEĞİN, dörtte üçü çocukların ve diğer akrabaların... Çocuk yoksa, mirâsın yarısı KOCA'nın, diğer yarısı KADIN'ın ANA-BABA, kardeş, akrabalarının... KOCA ölürse, çocuk yoksa, KADIN'ın payı dörtte bir... Kalan dörtte üç KOCA'nın akrabalarının...

Böyle devam ediyor... Bu konuda tefsirler, yorumlar, tartışmalar var... Ama biz görüldüğü ve Üstâdımızın "Mirâs Hukuku'nda ERKEĞE KADIN'dan daha fazlası düşer... Dikkat edin ki, bu aradaki fark çok büyük değildir... Ve KADIN'ın Hakkı mutlaka verilmektedir" dediği gibi, ERKEĞE daha çok verildiğini kabul edelim... Niye ERKEĞE daha çok?.. Çünkü o KADINLAR'ın ve ÇOCUKLAR'ın geçiminden sorumlu... Haa, bu sorumluluğu yerine getirmeyen, KARISI'na çocuğuna bakmayan, hatta onların ellerindeki alıp kumara, içkiye, uyuşturucuya yatıran ERKEKLER yok mu?..

Var da, biz onlara "erkek" demiyoruz... "insan" dahi demiyoruz... Onlar hayvandan beter yaratıklar!..

- Yoksa sen onların çoğunun duyduklarını veya akıl ettiklerini mi sanıyorsun?
Onlar ancak hayvanlar gibidirler, belki yolca daha sapıktırlar!"

(Furkan Sûresi, 44. Âyet)

Behzat Bey'in iyiniyetle itirâzı gereksiz... Eğer hâlâ KADINLAR'a mirâstan az pay verildiğini düşünüyorsa, âyet "yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra" demiş!.. İsteyen "Borçlarım ödendikten sonra, KADINLAR'a da eşit pay vererek mirâsımı bölüştürün!" diye vasiyet eder, durumu düzeltir... Kaldı ki, Medenî Kanun'da tam 79 madde (495-574. Maddeler) mirâs meselesine ayrılmış ve şöyle başlıyor:

- MADDE 495- Miras bırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur.
Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar.
Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.
MADDE 496- Altsoyu bulunmayan miras bırakanın mirasçıları, ana ve babasıdır.
Bunlar eşit olarak mirasçıdırlar.

Demek ki, mesele halledilmiş!.. Yeter ki, çakal ruhlu ERKEK akbabalar allem edip kallem edip KADINLAR'ın, KIZLAR'ın elinden paylarını almasınlar!

Devam edelim Celse'ye:

Varlık- Yine ÂİLE denen cemiyette, ÂİLE'NİN İÇ İŞLERİ ile ANA, yâni KADIN uğraşır...
Ve ÂİLENİN İÂŞESİ'ni, MADDÎ YÖNÜ'nü de ERKEK temin eder...
Ve dikkat edecek olursanız... Yalnız bu dikkatinizi gâyet tarafsız olarak yapın...
Bu MES'ULİYET'i paylaşan Âileler'de, yâni hem ERKEĞİN, hem KADIN'ın
Âile'nin maddî olanaklarını meydana getirme çabasında olan Âileler'de,
yâni gelirin iki taraf tarafından kazanıldığı Âileler'de bir çekişme, bir anlaşmazlık vardır.
KADIN, ERKEĞİN üstünlüğünü kabul etmez... Ve kendi üstünlüğünü,
maddiyattan doğan bu üstünlüğü ERKEĞE kabul ettirme çabasındadır...
Ve bu arada Âile'nin esas kendine düşen vazifesini, yani İÇ İŞLERİ'ni ihmâl eder
ve Âile'nin düzeni bozulur.

Birçok Âileler zamanınızda hem ERKEK, hem KADIN çalışmak mecburiyetinde
kaldıkları zaman çocuklarını kendi şevkatleriyle yetiştirmek, kendi otoriteleri,
kendi kontrolları altında yetiştirmekten uzaktırlar. Onları çeşitli yerlerde
veya çeşitli kimselerin himâyesine bırakarak, sâdece günün birkaç saatinde
ANA-BABA şevkat ve vazifelerini gösterirler.
İşte bu, ÂİLE'DEKİ İŞ BÖLÜMÜ'nün bozulmasından meydana geliyor.

Var mı burada söylenenlere itîrâzı olan?..

Tekrar edelim... Biz "KADIN çalışmasın" demiyoruz. Hele "KADIN okumasın" hiç demiyoruz!.. Peygamberimiz'in "İlim KADIN-erkek her müslümana farzdır" hadisi, 600 yıl evvel Semerkant Uluğ Bey Medresesi'nin kapısına yazılmış iken, nasıl böyle bir şey söyleyebiliriz ki?..

KADINLAR da imkân buldukça çalışsın, DEVLET bunun için özel kurallar koysun. Öyle "eşitlik" ayağına yatıp KADINLAR'ı mağdur etmesin!.. KADINLAR çalışsın ama, ÇOCUKLAR'ını ve ÂİLE'NİN İÇ İŞLERİ'ni ihmâl etmesin!.. İhmâl ettirecek bir çalışma düzeni olmasın! En önemlisi ERKEĞE evini, âilesini geçindirecek maaş ve ücret verilsin! Özel Sektör'de de verilmesini sağlasın!..

Tabii bu dediklerimiz ancak ERKEĞİN gelirinin Âile'nin geçimini rahat bir şekilde sağladığı durumlarda mümkündür. Gelir yetmiyorsa ki, realite budur, KADIN da, hattâ çocuklar da çalışmak durumunda kalabilir.

Ama itiraf etmeliyiz ki, KADIN'ın çalışması, hem Özel Sektör, hem de DEVLET için daha pahalıdır. Çünkü KADINLAR hamilelik, doğum, lohusalık, emzirme dönemlerinde ERKEKLER'den daha fazla ücretli izin alırlar. Sonra kurumlarda çalışan KADINLAR'ın çocuklar için kreşler açılır. Bunların hepsi para iledir. DEVLET, ülkenin iktisâdî işleyişini böyle bir sıkıntıyı giderecek şekilde sağlamak durumunda kalır. Bu da ayrı bir Celse konusudur... Bilmem, elimiz değer mi?

Gelelim ŞÂHİTLİK meselesine...

Varlık- Dediğimiz gibi, KADINLAR'ın HİS yönleri daha ince, daha zayıf, daha nâziktir.
Halbuki ERKEĞİN hissi, düşüncesine nazaran ağır basmaz.
ERKEK'te kuvvetli olan DÜŞÜNCE, MANTIK ve YARGILAMA'dır.
HİS, ikinci plândadır umumiyetle... KADIN'da ise bu tersine... HİS daha ağır basar...
Dolayısiyle herhangi bir şâhitlikte hislerine kapılıp, hattâ muhayyileleri ile hareket edip,
bâzı şeyleri değiştirebilirler.
Halbuki ERKEK, umumiyetle daha doğru YARGI ve MANTIK'tan geçirerek
olayları daha gerçeğe yakın ifâde eder, belirtir.

Yine duralım... Var mı bu ruh tahlillerini kabul etmeyip te, bu açıklamaya itirâzı olan?..

- "Siz ey imana ermiş olanlar!
Ne zaman belli bir vâde ile borç verir veya alırsanız yazıyla tesbit edin!
Bir yazıcı, tarafsız olarak onu kaydetsin.
Hem aranızda doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın!
Yazı bilen biri, ALLAH'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da, yazsın!
Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın
ve herbiri yazarken Rabbi olan ALLAH'dan korksun da, haktan birşey eksiltmesin!
Şâyet borçlu bir bunak, veya küçük bir çocuk, veya söyleyip yazdıramıyacak durumda biri ise,
velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. ERKEKLERİNİZ'den hazırda olan iki kişiyi de şâhit yapın!
Şâyet iki tane ERKEK hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şâhitlerden
bir ERKEK'le iki KADIN ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın.
Şâhitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar!
Siz yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vâdesine kadar yazmaktan usanmayın!
Bu, ALLAH katında adâlete daha uygun olduğu gibi; hem şâhitlik için daha sağlam,
hem şüpheye düşmekten alıkoymakta daha uygun olandır."

(Bakara Sûresi, 282. Âyet)

Şâhitlik ile ilgili âyet bu... Elbette burada "her KADIN olayları çarpıtır" denmiyor, Üstâdımız da böyle birşey söylememiş... Öyle olsaydı, KADINLAR'a hiç şâhitlik hakkı tanınmazdı. İki KADIN, biri yanılırsa, öteki düzeltir şeklinde düşünülmüş...
Din âlimlerinden bâzıları bu âyetin bir borç alış-verişi ile ilgili olarak gelmesi dolayısiyle, "para işi" olduğunu, KADINLAR'ın para konusunda, hele o dönemde, pek tecrübeli olmadıkları için "bire iki" durumunun ortaya çıktığını söylemekteler ki, bizce hiç te yanlış değildir. Âyetin KADINLAR'ı küçümser bir yanı yoktur... ERKEKLER de hediye konusunda pek câhildirler. Doğum günü, evlilik yıldönümünü falan unutmazlar mı?.. Hatırlayanlar da ne alacağını bilemez. Aldıkları KADINLAR'ın beklentilerine hiç uymaz!.. Şimdi bir ERKEK kalksa, arkadaşına, "Yahu, bizim evlenme yıldönümümüz yakın. Ben unuturum, Sen bana hatırlat," dese... İşte bir olaya iki ERKEK şâhit... Biri unutsa, öteki hatırlatır. Biz bunu "ERKEKLER'i küçümseme" olarak görür müyüz?.. Ben de o unutanlardan biriyim. Kendi doğum günümü bile hatırlamam!..

Herhalde tatmin olmuşsunuzdur... Devam edelim:

Varlık- Anlaşılmayan veya daha açıklanmasını istediğiniz yer var mı?
İ- Teşekkür ettiler, efendim. Selâh birşey sormak istiyor, müsaadenizle.
V- Buyrun, efendim.
Selâh adlı delikanlı- 2. Bölüm'de KADIN'ın Ruhu'nun daha ince, daha zarif olduğunu,
ERKEĞİN Ruhu'nun daha kalın olduğu gibi bir tâbir geçti.
V- Onu, müsaade ederseniz, düzeltelim... "Daha ince ve daha nâzik" dedik.
Fakat ERKEĞİN Ruhu'nun "daha kalın olduğunu" ifâde etmedik...
ERKEK'te DÜŞÜNCE'nin ve MANTIK'ın, HİSLER'den daha kuvvetli olduğunu söyledik.
Burada, dediğimiz gibi, KADIN'ın bedenî güçlerinin ERKEĞE nazaran daha az olması,
onu daha çok MADDİYAT'tan ziyâde MÂNEVÎ YÖN'e itmiştir.

Dolayısiyle KADIN yegâne kuvvetli silâhı kollarında, vücudunda, bedeninde değil;
HİSLER'inde bulmuştur. Onun için değil midir ki,
KADIN'ın en büyük silâhının GÖZYAŞI olduğu söylenir!..
Ve tabii bu yöne, MÂNEVÎ YÖN'e daha fazla yöneldiğinden o taraf
daha fazla inkişâf etmiş, daha TEKÂMÜL etmiş incelmiş, nâzikleşmiştir.
Selâh- Nur olunuz, Üstâdım.
İ-Başka var mı efendim?.. Özcan soruyor, Üstâdım.
Özcan adlı öğrenci- Bugünkü toplumumuzda ERKEĞİN KADIN'la birlikte
çalışması bir nev'i zorunluluktur. Siz böyle bir Âile'nin bozuk bir düzene
sâhip olduğunu ve evlâtlarına şevkat gösteremediklerini söylediniz.
Fakat bugün için bu, hepimizin başında olan bir hâldir.
Acaba bunu bozuk olan şekilde devam ettirmek mi,
yoksa değiştirmek mi icâb etmektedir?
V- Aslında bu, devrinizde hakikaten "zorunlu gibi" görünen bir mesele...
Fakat gayret edildiği zaman, bâzı fedâkârlıklara katlanıldığı zaman,
neticesi daha iyi olabilecek birşey.
Misâl verelim.. Yalnız misâllerimizi verirken, umûmî misâller veriyoruz...
Tabii bu misâllerimizin dışında kalan olaylar, gerçekler mutlaka vardır.
Hiçbir şeyi biri örnek altında toplamak imkânına sâhip değiliz.
Onun için misâllerimizi zihninizde münakaşa ederken, lûtfen bu hususu unutmayınız.

Şimdi, hem ERKEĞİN, hem KADIN'ın çalıştığı bir Âile cemiyeti'nde mutlaka ki gelir,
maddî gelir daha fazladır... Fakat, buna mukaabil gider de fazladır.
Sabahtan akşama kadar çalışmış olan bir KADIN,
gelip evde yemek yapmak gibi zor bir işe her zaman katlanamaz.
Dolayısiyle yemeklerin bir kısmı ve büyük bir kısmı dışarda yenir

(veya dışardan getirtilir. Celse târihinde öyle bir hizmet yoktu).
Ve bu aslında daha fazla mâliyete sebep olur. Bu bir...
Evin işlerine gelince, yine adam tutulur, KADIN tutulur,
evin işleri yine başkası tarafından yapılır... ve ona ücret ödenir...
(Bu iki...)
Çocuklar çeşitli yerlere verilir.. veyâhut şahısların bakımına bırakılır,
bu şahıslara ücret ödenir.
(Bu üç...)
Ve yine bütün bu parayla tutulan şahıslar, hiçbir zaman
malınızı sizin kadar itinâyla koruyamadığından,
bu yönde de kaybedersiniz.
(Bu dört...)

Daha başka misâller verelim mi, efendim?

İ- Çok teşekkür ederiz, Üstâdım.
Özcan- Tek kişinin çalışması hâlinde şöyle bir durum ortaya çıkabiliyor:
Tek kişi tarafından elde edilen gelir, çocukların yemesine, içmesine dahi yetmiyor.
Onların kötü yola düşmesine sebep olabiliyor. Bu yönden alırsak, mâdem çocukları
düşünüyoruz, o zaman iki kişinin çalışması daha uygun olmaz mı acaba?
V- İşte şimdi NEDEN ERKEĞİN hakkının KADIN'dan daha fazla olduğunu anlıyor musunuz?..
İşte bunu düşünen hep ERKEK!.. Hep ERKEK bu mes'uliyet duygusu altında,
Âilesini geçindirmek, çocuklarını okutmak,
kısacası Âilesine iyi bir hayat temin etmek çabasında!..
Ve işte eğer ERKEK hakikaten bu mes'uliyeti duyarsa, bunu yapmaya müdriktir.
Eğer çalıştığı iş bunu karşılamıyorsa, başka işler aramak, başka yönlerde
kendini denemek mecburiyetinde hisseder... Ve yine bu mes'uliyet ağır basıyorsa,
bunda muvaffak olur... Fakat bu arada kendini bitirir, o başka mesele!..
Fakat yine bu arada Âile, işte o sıcaklığını kaybetmemiş olur.

Burada ben birkaç misâl vermek istiyorum. Şahsen tanıdığım kişiler... BABALAR... Birisi mahalle bakkalımız, kulakları çınlasın, Yusuf... Sabah gelen ekmeği almak, kapıcıların dağıtmasını sağlamak için dükkânını saat 6'da açardı... Bütün gün dükkânda durur, akşam 6'da-7'de kapatıp gitmesi gerekirken, birkaç kuruş daha fazla kazanayım diye dükkânında bira içmek isteyen gençleri ağırlar, bir sohbet ortamı hazırlar, gece 11-12'de dükkânı kapatır, evine gider, sabah yine 6'da gelirdi... İki melek yüzlü kızını okuttu, biri doktor, biri dişçi çıktı, evlendiler. Yusuf ta dükkânı kapatıp emekli gibi köşesine çekildi.

İkincisi bir garson... Onun da kulakları çınlasın, Garson Hüseyin bir üniversitenin sosyal tesisinde işçi statüsünde çalışıyordu. Bir gecekondusu vardı. Sabah 7:30'da servis aracı ile üniversiteye gider, akşam 4:30'a kadar sosyal tesisin yemekhânesinde çalışır, sonra servis aracı ile evine ... dönmezdi... Şehirde bir restoranda ikinci işine başlardı. İçkili olan bu restorandaki işi gece 11'e kadar sürer, Hüseyin ancak o zaman otobüs veya dolmuşla evine döner, 12'de yatağa girebilirdi. Ertesi sabah yine erken kalkar, 7:30'da servise yetişirdi... Hüseyin de çocuklarını iyi okuttu. Sonra Belediye onun gecekondusunu istimlâk edip yerine apartman dikti ve Hüseyin'e koca bir dâire verdi. Âile böylece rahata erdi.

ERKEK böyle biridir... Diğerlerine, hele kazancını kumarda, içkide bitirip âilesini aç bırakan, KARISI'nı, KIZI'nı dövenlere, kendini istemeyen KADIN'ı öldürene ERKEK denmez!.. Onlar ERKEK müsveddesi bile değildir! Canavar tipli, hayvandan beter, iğrenç yaratıklardır.

Devam edelim:

Varlık- Evet, efendim.
İdâreci- Behzat Bey tekrar soruyor.
Behzat Bey- Efendim, çağımızda bir dejenerelik var...
ERKEKLER'de âdeta ERKEKLİK vasfı kalmadı.
Giyimiyle, saçıyla, hareketleriyle... KADINLARIMIZ da aynı vaziyette...
KADINLIK vasfı hemen hemen kaybolmak üzre... Onlar da giyimleri, davranışlarıyla...
Bu degenerasyonun sonu nereye gidebilir ve sonuç ne olur?
İnsanlık için, Âile için, mutluluk için... Lûtfen açıklar mısınız?
V- Açıklamadan evvel birşeye işâret edeyim...
İşte biraz evvel sormuş olduğunuz sorunun cevâbını vermiş bulunuyorsunuz.
Bunun sonu nereye kadar varabilir?.. Orası bizim de idrâkimizin dışında.
Fakat bilirsiniz, "Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan bellidir" derler...
Ve bir zamanlar bu şekilde olan bir kavmin ALLAH tarafından
nasıl lânetlendiğini de unutmayınız.
Yâni, bu işin sonu ALLAH'ın gazâbına ve lânetine uğramaktır!

Burada durmazsak, olmayacak... Behzat Bey ilk sorusunda "KADINLAR'a erkeklerden çok aşağıda haklar verilmiş vaziyette" diyerek KUR'AN-I KERİM'deki hükümleri eleştirmişti. Üstâdımız o hükümlere açıklık getirmişti, şimdi de onlara uyulmadığı için bugün ERKEĞİN ERKEK, KADIN'ın da KADINLIK vasıflarını kaybettiği hususunu destekliyor... Ve "Bir zamanlar bu şekilde olan bir kavmin ALLAH tarafından nasıl lânetlendiğini de unutmayınız!" diyerek bize bu gidişâtın LÛT KAVMİ'nde olduğu gibi bir felâkete yol açacağı, sonunun ALLAH'ın lânetine uğramak olacağı ikazını yapıyor... Lût Kavmi'nin başına gelenler dehşet vericidir. Anlatmadan edemiyeceğiz. Ancak bu noktada bir açıklama yapmamız icâbediyor.

Bu Celseler'in Medyumu, 25 yaşında bir üniversite öğrencisidir. İnşaat Mühendisliği Bölümü'nde okumaktadır. Yâni İlâhiyat Fakültesi'nde değildir. İmam-Hatip Lisesi'nden falan da mezun olmamıştır. Mevlâna ve KUR'AN hakkında da fazla bilgisi yoktur. O yüzden TEBLİĞ tamâmen Muhterem Varlık Ulu Ârif Çelebi'ye dayanmaktadır ve ne kadar eğitici, öğretici olduğu da ortadadır. Olcay'ın özelliği, iyi bir Medyum olmasından ibârettir.

Lût Kavmi'ne gelince; KADINLAR'ın KADINLIK vasıflarının unutulduğu, GENÇ ERKEKLER'in de KADIN görüldüğü, ve ERKEK ERKEĞE İLİŞKİ'nin yozlaştırdığı bir topluluktur. Hazret-i Lût, Hazret-i İbrahim'in kardeşi Haran'ın oğludur, yâni yeğenidir ve bu kavmin bulunduğu Sodom ve Gomora şehirlerine Peygamber olarak gönderilmiştir. KUR'AN ve TEVRAT iki meleğin Hz. İbrâhim'i ziyâretiyle başlayarak olayı uzun uzun anlatır:

- "İbrâhim ne Yahudi idi ne de Hristiyan'dı. O ancak hanif
(Allah'tan başkasına tapmayan) bir Müslüman'dı, müşriklerden de değildi."

(Âl-i İmran Sûresi , 67. Âyet)

- "Sana İbrâhim'in ağırlanan misâfirlerinin haberi geldi mi?
Hani yanına girdiklerinde, "Selâm' demişlerdi. O da, 'Selâm' demişti.
'(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk (bunlar).'
Hemen (onlara) sezdirmeden âilesine gidip, çok geçmeden
semiz bir buzağı ile (geri) geldi. Derken onlara yaklaştırıp, 'Yemez misiniz?' dedi.
Bunun üzerine (Onlar yemeyince) içine bir tür korku düştü.
'Korkma' dediler ve ona bilgin bir erkek çocuk müjdesini verdiler."

(Zâriyat Sûresi , 24-28. Âyetler)

- "(İbrâhim) dedi ki: 'Şu hâlde sizin asıl isteğiniz nedir, ey Elçiler?'
'Doğrusu biz suçlu, günahkâr bir kavme gönderildik' dediler.
Üzerlerine çamurdan (iyice sertleşip kaskatı kesilmiş) taşlar yağdırmak için,
(Ki, bu taşların her biri) Rabbinin katında ölçüyü taşıranlar için
(herkese ayrı ayrı) işâretlenmiştir,' (dediler.)"

(Zâriyat Sûresi , 31-34. Âyetler)

- "İbrâhim'den korku gidip, ona müjde gelince;
Lût Kavmi konusunda, Bizim'le mücadele etti.
Doğrusu İbrâhim, yumuşak huylu, çok duygulu
ve gönülden (ALLAH'a) yönelen biriydi.
(Melekler) 'Ey İbrâhim, bundan vazgeç!
Muhakkak, Rabbinin emri ve gerçekten onlara
geri çevrilmeyecek bir azab gelmiştir' (dediler)."

(Hud Sûresi , 74-76. Âyetler)

KUR'AN, Hz. İbrâhim'in elçi olan Melekler'le bu mücâdele, daha uygun bir ifâde ile pazarlık etmesini anlatmıyor... Biz de TEVRAT'a müracaat ettik. Ancak sözü uzatmamak için TEVRAT - HZ. İBRÂHİM, HZ. LÛT VE KAVMİ" diye ayrı bir sayfa yaptık. İlgiyle okuyacağınıza eminim...

- "Lût Kavmi, Elçiler'ini yalanladı.
Kardeşleri Lût, onlara dedi ki: 'Sakınmıyor musunuz?
Muhakkak, ben sizin için emin bir Elçi'yim.
Artık ALLAH'tan korkup (sakının) ve bana itaat edin.
Buna karşılık, ben sizden bir ücret istemiyorum.
Şüphesiz ücretim, ancak Âlemlerin Rabbi'ne âittir.
Siz, insanlar (arasında), ERKEKLER'e mi gidiyorsunuz?
Rabbiniz'in, sizler için yaratmış bulunduğu, EŞLERİNİZ'i bırakıyorsunuz.
Gerçekten sizler haddi aşan bir kavimsiniz.'
Dediler ki: 'Ey Lût, şâyet vazgeçmezsen,
sen (sürülüp) çıkarılanlardan olacaksın.'
(Lût) dedi ki: 'Muhakkak ben, sizin bu yaptığınıza buğz edenlerdenim.
Rabbim! Beni ve Âilemi, bunların yaptıklarından kurtar!' (dedi.)

(Şuara Sûresi, 160-169. Âyetler)

- "Elçilerimiz, Lût'a gelince Lût, gelişlerinden endişeye düştü,
içine bir korku girdi, gönlü daraldı ve 'Bu, zor bir gün!' dedi.
(Lût'un) kavmi, (Lût'a) doğru koşarak geldi.
Onlar, daha önceden kötülükler yapıyorlardı.
"(Lût) dedi ki: 'Ey kavmim! Bunlar benim KIZLAR'ım, sizler için daha temizdir.
ALLAH'tan korkun ve beni misâfirlerim önünde küçük düşürmeyin.
Sizin içinizde doğru düşünen bir adam yok mudur?'
Dediler ki: "Şüphesiz sen de biliyorsun ki,
KIZLAR'ında bizim bir hakkımız yoktur.
Gerçekte sen, bizim ne istediğimizi biliyorsun.'
"(Lût) dedi ki: 'Keşke size yetecek bir gücüm olsaydı
veya sağlam bir yere dayanabilseydim!'
(Elçiler) dediler ki: 'Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz.
Onlar, elbette sana ulaşamazlar.
Gecenin bir kısmında, Âilenle birlikte yürü.
Sizden bir kimse, dönüp geriye bakmasın!
Ancak senin KARI'n başka (o bakacak).
Muhakkak, onlara isâbet edecek olan,
ona da isâbet edecektir.
Onlara vaad olunan (azap), sabah vaktidir.
Sabah vakti yakın değil midir?'
(Böylece) emrimiz geldiği zaman, oranın üstünü altına çevirdik
ve üzerlerine arka arkaya (KİTAP'ta) yazılı taşlar yağdırdık.
Bu helâk taşları, Rabbinin Katı'nda işâretlenmiştir
ve bunlar zalimlerden uzak değildir."

(Hud Sûresi, 74-83. âyetler)

- "Bunun üzerine Biz, KARISI dışında, (Lût'u ve) Âilesini kurtardık;
(KARISI) ise, helâke uğrayanlardan oldu.
Ve onların üzerine, bir (azap) sağanağı yağdırdık.
Bâk! Mücrimlerin (suçluların) âkıbeti nasılmış?"

(A'raf Sûresi, 83-84. Âyetler)

- Bu arada müminlerden orda kim varsa çıkardık. Ne var ki
orda Müslümanlar'dan olan bir evden başkasını bulmadık."

(Zâriyât Sûresi , 35-36. Âyetler )

- "Lût ki, ona, hüküm ve ilim verdik.
Ve onu, amelleri kötü olan kavimden kurtardık.
Şüphesiz onlar, kötü ve fâsık bir kavimdi.
Onu rahmetimize soktuk. Muhakkak o sâlihlerdendi."

(Enbiya Sûresi, 74-75. âyetler)

- "ALLAH, o inkâr edenlere NÛH'un EŞİ'yle LÛT'un EŞİ'ni misâl verir.
İkisi de sâlih kullarımızdan iki kulun nikâhı altında idi.
Öyle iken onlara hıyânet ettiler. O sebeple o iki sâlih kul,
ALLAH'tan inen azâbdan hiçbir şeyi onlardan geri çeviremediler.
Onlara, 'Haydi ikiniz de, girenlerle berâber ateşe girin!' denildi."

(Tahrim Sûresi , 10. Âyet)

ALLAH bu vesile ile Şi'ra (Sirius) yıldızına tapanları da uyarıyor:

- "Muhakkak, Şi'ra (yıldızı)nın Rabbi O'dur.
Şüphesiz, önce gelen Ad Kavmi'ni O helâk etti.
Ve Semud'u da! Daha evvel de Nuh Kavmi'ni!..
Çünkü bunlar, pek zâlim ve pek azgındılar.
Altını üstüne getirdi (Lut Kavmi'nin)! Yerin dibine geçirdi!
Onları neler kapladı neler!"

(Necm Sûresi, 49-54. âyetler)

İşte böyle!.. KADIN'la erkeğin birbirine benzemesi; ki, "eşit sayma" buna yol açıyor, "üniseks" uygulaması artıyor. Aynı kıyâfetleri giymek bir yana; KIZ-ERKEK aynı helâya girmek, bâzı üniversite binâlarında bile görülmeye başladı.

Bunun KADIN'ın değerini artırdığını iddia etmek zor!.. Tam tersine KADIN'ı ayağa düşürüyor, kolaylaştırıyor ve ERKEĞİN maçoluğunu yaygınlaştırıyor.

Söylenecek çok şey var ama, biz TEVRAT - HZ. İBRÂHİM, HZ. LÛT VE KAVMİ" hatırlatmasını yaparak Celse'ye devam edelim:

İdâreci- Timur Bey soruyor.
Timur Bey- Mevzuyla tam değil de, biraz alâkalı olacak..
Bu bir KADIN'ın, ERKEĞİN evliliği mevzuunda.
Bir ERKEK birden fazla KADIN'la evlenebiliyordu.
Şimdi ancak bir tâne olabiliyor. Bunu nasıl izah edeceğiz?
Varlık- Bu sorunun cevâbını da, biraz evvel bir arkadaşınızın
sorduğu soruda aramak doğru olur. Bir KADIN'ı, çoluğu,
çocuğu geçindirmenin gâyet zor olduğu bir devirde,
birkaç KADIN ve onlardan meydana gelecek çocukları geçindirmek,
artık herhalde imkânın çok dışında birşey.
Timur Bey- O halde imkânı olan fazla alabilir. Bu mânâ çıkıyor.
V- Yalnız, biliyorsunuz, bu hak herkese verilmemiştir.
Bu hakkın getireceği Mes'uliyeti müdrik olanlara verilmiştir
bu hak. Yâni, eğer siz bu KARILARINIZ'ın arasında ihtilâf çıkmasına
mâni olamıyorsanız, onları hoş tutamıyorsanız, onların iâşesini
temin edemiyorsanız, bu size HARAM'dır.
Ne var ki, bütün bunları yapabilecekseniz, yâni o birkaç KADIN'ın
arasındaki kıskançlığı önliyebilecek, hepsine aynı mutluluğu,
aynı huzuru verebilecek ve hepsini iyi hayat şartlarıyla
geçindirebilecekseniz, bu size HELÂL'dir.
Timur Bey- Varolun.

Gene durmak icâbediyor... Hem soru önemli, hem çevap... Hem de bunlarla ilgili KUR'AN âyetleri... Yine iş düştü başa!.. Ne yapalım, Spiritualizm işte böyle!.. KADIN'la ERKEĞİN "eşit" olmadığı bir konu da, bu "çok eşlilik"... Dünyâ'nın hiçbir yerinde, hiçbir ülkesinde,hemen hiçbir toplumunda bir KADIN'ın birden fazla KOCASI olması görülmemiştir, Havai Adası'ndaki bir kabile hâriç!.. Nepal'de de bir kaç köy var. Bir de Hindistan'ın bir köyü dışında!...

Belki bir kaç küçük topluluk daha vardır... Ama ne Batı'da, ne de Doğu'da bir KADIN'ın aynı anda bir kaç ERKEK'le evli olması kabul edilmez. Bir kaç ERKEK'le açıktan birlikte yaşaması da normal görülmez. Aynı anda bir kaç ERKEK'le uluorta berâber olan KADINLAR'a medenî ve geleneksel toplumlarda "orospu" veyâ "fâhişe" denir. Bunun yumuşatılmışı, parayla yapanlar için "hayat kadını"dır. O yüzden böyle bir temâyülü olan KADINLAR, ilişkilerini gizli tutarlar.

Ama ERKEK öyle değil... Sâdece Müslüman toplumları kastetmiyoruz... Hıristiyan, Yahudi, Budist, aklınıza hangi toplum gelirse, zengin bir ERKEĞİN evli olmasa da aynı anda bir kaç KADIN'la ilişkisi olmasına, ayıplansa da göz yumulur. Hattâ gazetelerin magazin sayfaları, televizyonların magazin programları bu ERKEKLER'in mâcerâlarını seyreden ERKEKLER'i kıskandıracak tarzda yayınlamaktan kaçınmazlar. Playboy dergisinin yakında ölen sâhibi gibi...

Yâni bizim toplumumuzda "birinin ikinci KARI'sı" olmak kınanır da; bir zenginin METRES'i olması, DOST tutması, KARISI'ndan gayrı bir KADIN'a ev açıp KADIN'ı KAPATMA'sı mubah görülür, nedense!.. Feministler neredeyse, ilk KADIN'a nikâhı da ortadan kaldıracaklar!.. Nikâh düşmanları!..

Halbuki nikâh ne demektir?.. ERKEĞİN hem evlenirken, hem evliyken, hem de boşarken KADIN'a karşı sorumlu olması, onun geçimini, ihtiyaçlarını karşılaması, koruması, boşandıktan sonra da aç-açık kalmasını önlemesi, çocukların sorumluluğunu üstlenmesi demektir! Nikâh elbette KADIN'a da birtakım sorumluluklar yükler, ama hakları daha fazladır.

Aslında KADIN fizyolojik olarak aynı anda çok ERKEK'le birlikte olmaya müsâit değildir. Dört haftanın birinde âdet görür. Zâten sıkıntıları vardır. Hâmileliğin ileri aylarında ve loğusalık döneminde cinsel ilişki zâten aklına gelmez. Üstelik yılda en fazla bir kere hâmile kalabilir.

Ama ERKEK öyle değildir. Bırakın ayı, yılı; isteseler bir günde bir kaç KADIN'ı hâmile bırakabilir. Dedik ya; KADIN'la ERKEK hem Ruh Dünyâsı, hem Beden açısından eşit değil; farklıdırlar!

Hayvanlar dünyâsında da çok eşli ERKEKLER vardır da; çok eşli DİŞİLER hiç yoktur. Güvercin, leylek, penguen gibi hayatları boyunca tek eşli yaşayan hayvan da çoktur. Ama ERKEK geyikler, ERKEK arslanlar, filler, koçlar, horozlar hep çok eşlidir. Haremini başka ERKEĞE kaptırmamak için sürekli döğüşmek zorundadırlar.

Sanki sâdece İSLÂMİYET çok eşliliğe cevaz veriyormuş gibi bir hava yaratılıyor... Âdem Peygamber hâriç, ondan sonra gelen hemen bütün Peygamberler çok eşlidir.
Hz. Dâvud'un onlarca eşi vardı. Hz. Süleyman'ın 700 karısı, 300 câriyesi vardı. (Tevrat, 1. Krallar, 11. Bölüm 3) Ama Bölüm "KARILAR'ı onu yolundan saptırdılar" diye biter. Fazlası zarar!.. Musevîlik'te erkeğin çok KADIN'la evliliği Ortaçağ'a kadar devâm etmiştir. Hz. İsâ'nın ortaya çıkışı Ortaçağ'dan önce olduğuna ve onun sözlerinde ERKEĞİN çok KADIN'la evliliğini yasaklayan bir ifâde bulunmadığına göre, Hıristiyanlık ta ERKEĞİN birden fazla KADIN almasına izin vermektedir. Budizm'de, Hinduizm'de, Eski Çin'de, Afrika kabilelerinde ERKEĞİN bir kaç KADIN'la evli olması normal görülür. Kısacası, ERKEĞİN çok eşliliği sâdece MÜSLÜMANLAR'a has bir durum değil; âlemşumûl (bütün Dünyâ'da geçerli) bir kuraldır.

Acaba neden?.. Çünkü Dünyâ'nın dört bir yanında KADINLAR hem geçinmeye, hem korunmaya muhtaçtır. Bunu da ancak ERKEK yapabilir. Savaşlar, sâri hastalıklar neticesinde ERKEK nüfusun azaldığı zamanlarda, KADINLAR evlenecek ERKEK bulamazlar. BABALARI, ERKEK KARDEŞLERİ kendilerine bakmazsa aç ve açıkta kalırlar, sokağa düşerler, sefîl olurlar!.. ERKEĞE tanınan "çok KADIN'la evlilik" hakkı, daha doğrusu yükü, buna yöneliktir, gâye yine KADIN'ın korunmasıdır. Yoksa ERKEĞİN şeyinin keyfine değil!..

Bu genel bilgilerden sonra, Üstâdımız'ın tebliğinde yer verdiği hususlarla ilgili âyetlere gelelim. KUR'AN-I KERİM'de Evlilik üzerine tam 25 âyet var!.. "Dört KADIN'la evililik" izni bunlardan çıkarıldığına göre, bakalım hemen yukarda verdiğimiz esasa uyuyor mu?..

- "Eğer (malına konmak için) öksüz KIZLAR'la evlendiğinizde
onlara karşı adâletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden
diğer KADINLAR'dan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.
Eğer adâleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile
veya elinizin altındakiyle
(sâhip olduğunuz câriye ile) yetinin.
Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir."

(Nisâ Sûresi , 3. âyet)

Haa, demek ki çok KADIN'la evliliğin temeli ERKEĞİN ADÂLETLİ davranması!.. "Eğer acıdığın veya malını yemek için öksüz ve yetim KIZLAR'ı alıp, sonra onları küçük görüp eziyet edeceksen, vazgeç!.. Senden gelecek hayır, ALLAH'tan gelsin!.. Git, küçük görmeyeceğin KADINLAR al!" diyor âyet!.. Böylece yetim, öksüz, kimsesiz KADINLAR'a ADÂLETLİ davranmayı peşînen öne sürüyor!..

Sonra, "Eğer 2-3-4 KADIN alıp ta, ADÂLET'i gözetemiyeceksen, gene vazgeç. Zengin bile olsan bir tâne ile kal" diyor... Bu da diğer KADINLAR'ı koruyan bir âyet... Hangi KADIN'ı alırsa alsın, ADÂLETLİ olmak zorunda!.. ALMAK diyoruz ama, ortada bir de "bir ERKEĞİN ikinci, üçüncü eşi olmaya râzı" KADINLAR bulunması şartı var... Öyle ya; her KADIN bunu kabul etmez ki!.. Feministler bu konuda hep ERKEKLER'i suçlarlar. Yahu, KADIN bir ERKEĞİN İKİNCİ KARISI olmaya râzı ise, sana ne?.. Metresi olsa, aşnafişnesi olsa ses çıkarmıyorsun, iş NİKÂHLI KARISI olmaya gelince, itîraz ediyorsun!.. Akla ziyân bir davranış!..

"CÂRİYELER ne olacak?" derseniz, o da derin bir konu ama, günümüzde uygulaması anlaşılır olmadığı için girmiyoruz.

Hemen belirtelim ki, zâten birden fazla KADIN ile evlilik zenginliğe tâbi olduğu için ne geçmişte, ne de zamanımızda yaygın değildir. Kendine güvenip çok KADIN'ı kendisiyle evlenmeye râzı edenlere şu îkaz yapılıyor:

- "KADINLAR'ınız arasında her yönden adâletli davranmaya
ne kadar uğraşsanız, buna güç yetiremezsiniz.
Bâri birisine tamâmen kapılıp da, diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın!
Eğer arayı düzeltir ve haksızlıktan korunursanız,
şüphesiz ALLAH çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."

(Nisâ Sûresi , 129. âyet)

Yâni, "Ne yaparsan yap, tam âdil olamazsın!.. Bâri tek birine meyledip te, onu el üstünde tutup, hediyelere boğup, diğerlerini hem ihmâl etme, hem de onlarda kıskançlık, çekememezlik, gıybet, öfke gibi kötü duygular uyandırma! Onların aralarını düzelt. Bunları yapamazsan, yandın!.. Yapabilirsen, ALLAH ta sana bağışlayıcı davranır" deniyor!.. Yâni paralı ERKEKLER'i bile tek KADIN'a sevkediyor.

KADINLAR'ın davranışları önemli... Peygamber KARISI dahi olsa, yine KADIN'dır. Bakın, neler yapmışlar?..

- "Ey peygamber! ALLAH'ın sana helâl kıldığını,
eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun?
Bununla beraber ALLAH bağışlayıcıdır, merhametlidir.
ALLAH, (gereksiz) yeminlerinizi (kefâretle) çözmenizi size farz (meşrû) kılmıştır.
Ve ALLAH, sizin dostunuzdur ve O; Alîm'dir, Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sâhibidir)
Hani Peygamber KARILAR'ından birine, gizli bir söz söylemişti.
Fakat o KARISI o sözü (başkasına) haber verip ALLAH da bunu Peygamber'e bildirince,
Peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti.
Peygamber bunu ona (sırrı açıklayan KARISI'na) haber verince o,
'Bunu sana kim bildirdi?' dedi. Peygamber, 'Bunu bana, hakkıyla bilen
ve hakkıyla haberdâr olan ALLAH haber verdi,' dedi.
(Ey peygamber'in KARILARI!) Eğer siz ikiniz ALLAH'a tövbe ederseniz, ne iyi!
Çünkü kâlpleriniz kaydı. Eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki,
ALLAH onun yardımcısıdır, Cebrâil de, sâlih mü'minler de meleklerden sonra ona arka çıkarlar.

(Tahrîm Sûresi, 1-4. Âyetler)

Hâdise kısaca şöyle: Peygamberimiz KARILAR'ını... Tekrar belirtelim, KARI kelimesi aslında kötü anlamlı değil, OLGUN, TECRÜBELİ KADIN anlamındadır, ZEVCE demektir. EŞ kelimesi, zaman zaman kullansak ta, uygun değildir. KOCA ile KARISI birbirinin eşi değildir. Bir elmanın iki yarısı gibi birbirinin tamamlayıcısıdır...

Ne diyorduk?... Peygamberimiz KARILAR'ını sırayla ziyâret eder, her gece birinde kalırdı. Rivâyete göre KARISI Zeynep ona bal şerbeti ikram eder, içirirmiş... Diğer iki KARISI, birisinin de Ayşe olduğu rivâyet edilir, günâhı rivâyet edenin boynuna... Zeyneb'i kıskandıkları için aralarında anlaşıp Peygamberimiz ziyârete geldiğinde "Öf, kötü kokuyor. Ne içiyorsun?" demişler, Peygamberimiz de o şerbeti bir daha içmeyeceğine dâir yemin etmiş!.. Yâni, koca Peygamber bile KADINLAR'ın oyununa gelmiş!... ALLAH bunu onların yanına bırakır mı?.. Derhal, "ALLAH'ın sana helâl kıldığını, KARILAR'ını hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun?" diye Peygamberimiz'i uyarmış ve arkasından yemininden kefâretle kurtulabileceğini bildirmiş!.. Sonra bir KARISI'na sır olarak söylediğini, KADINLAR sır tutabilir mi, o KADIN başkasına iletince, ALLAH Peygamber'i uyarmış. Peygamber de KARISI'na sitem edince, KADIN, şaşırmış, "Bunu sana kim haber verdi?" diye insan sandığı haber kaynağını öğrenmek istemiş. Peygamberimiz de, ""Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdâr olan ALLAH haber verdi" diyerek KARISI'nı öyle gizli kapaklı işler yapmama hususunda ikaz etmiş! Sonra yukarıdaki uyarı gelmiş ALLAH Katı'ndan o KADINLAR'a!..

Velhâsılı, çok KARI'lı olmak zor!..

Hadi bu mevzuda bir kaç âyet daha verelim, değerlendirmesini size bırakalım:

- "Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı.
Kendilerine KİTAP verilenlerin yiyecekleri size helâl olduğu gibi,
sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.
Ve müminlerden iffetli hür KADINLAR ve sizden önce
kendilerine KİTAP verilenlerden nâmuslu hür KADINLAR,
zinâ etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, nâmuslu bir şekilde
mehirlerini ödediğiniz takdirde, size helâldir.
Her kim imânı inkâr ederse, ameli boşa gitmiş olur
ve o, Âhiret'te zarara uğrayanlardandır."

(Mâide Sûresi , 5. âyet)

- "Müşrik KADINLAR'ı, imân etmedikçe nikâhlamayın!
Bir müşrik KADIN, sizin hoşunuza gitse bile,
imân etmiş olan bir câriye herhalde ondan daha hayırlıdır.
Müşrik ERKEKLER'e de mümin KADINLAR'ı nikâh ettirmeyin!
Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle
elbette ondan daha hayırlıdır.
Onlar sizi ateşe dâvet ederler, ALLAH ise, kendi izniyle
Cennet'e ve mağfirete dâvet ediyor
ve âyetlerini insanlara açıklıyor.
Umulur ki, onlar hatırda tutup, öğüt alırlar."

(Bakara Sûresi , 221. âyet)

- "Eğer bir KADIN, KOCASI'nın geçimsizliğinden,
yâhut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse,
aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur.
Sulh hep hayırlıdır. Zâten nefisler kıskançlığa hazırdır.
Eğer iyi geçinir ve geçimsizlikten sakınırsanız (kurtuluşa erersiniz).
Şüphesiz ALLAH yaptıklarınızdan haberdârdır."

(Nisâ Sûresi , 128. âyet)

Ve artık celseyi bitirelim:

İdâreci- Başka var mı sual?.. Yok.
Muhterem Üstâdım, Çok teşekkür ederiz.
Bu gece son derece tatlı bir sohbette bulundunuz.
Nur olunuz. Emirleriniz var mı, efendim?
Varlık- Siz ricâlarımız, sohbetlerimiz'de her zaman belirttiğimiz gibi,
verilen ve bilhassa belirtilen şeylerin gâyet iyi hazmedilmesi,
ve bunların mânâlarına inerek tatbikatlarıyla meşgûl olmanızdır.
İ- Bunun için de yardımlarınızı bekliyorum, efendim.
V- ... Biraz ney dinliyelim...
(Celse boyunca ikinci bir teyp cihazından ney çalınmakta idi.
Sesi yükseltildi. Bir müddet sonra)
... Sağolun!
İ- Nur olun. Ayrılmadan evvel bir istirhamımız var sizden.
V- Estağfirullah.
İ- Bir müşgûlim, bir de hastalarımız var... Müşgülümü sizden,
hastalarımızı da ilk fırsatta Lokman Üstâdımız'dan rica ediyorum.
Artık nasıl tensip buyurursanız.
V- Vazifelerinizi yerine getirdiğiniz zaman, mükâfatlarını ne zaman vermedik?
İ- Nur olun. ALLAH râzı olsun.
V- Güle güle dostlarım.
İ- Dua edelim... Üstâdımızın elini öpünüz. Temâsı kestiğiniz zaman haber veriniz.

İşte KADIN böyle, dostlar!.. Bize düşen ANALARIMIZ'a derin hürmet göstermek, yaşlılıklarında "Öf!" bile dememek (İsrâ Sûresi, 23. Âyet), KARILARIMIZ'ı el üstünde tutmak, onlarla güzellikle geçinmek (Nisâ Sûresi, 19. Âyet), onların hakkını yememek (Bakara Sûresi, 228. Âyet), KIZLARIMIZ'ı iyi eğitmek, hepsini koruyup kollamak, imkânımız nisbetinde iyi geçindirmek, gerekirse bunun için gece-gündüz çalışmak!.. ERKEK, KADIN'dan üstünse, bunları yapacak!..

Sonra başka KADINLAR'a, başkasının KARISI'na, KIZI'na karşı ölçülü davranacak, bakışları yere indirecek (Nûr Sûresi, 30. Âyet) kem gözle bakmıyacağız!.. Gerçek ERKEK öyle davranır. KADIN'a değer vermek ancak böyle olur!


Ulu Ârif Çelebi'nin Mevlâna Türbesi'ndeki sandukası, önde, ortada

Sıra geldi bu Muhterem Varlığı tanıtmaya... Uzun süre bize adını vermemişti. Kendisini adına göre değil de, verdiği bilgilere göre değerlendirmemizi istemişti herhalde... Nihâyet bir Celse'de

Ben de ALLAH'ın kuluyum
Dünya gözüyle Ulu'yum
Yapsanız şöyle bir târif
Deseniz ki "Sensin Ârif!"

diyerek adını vermiş, biz de araştırarak onu tesbit etmiştik. ULU ÂRİF ÇELEBİ Mevlâna'nın torunu, Mevlevîliği Anadolu'nun birçok yerine yayan kişidir. Hazret-i Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled (1226-1312) Mevleviliği düzenli bir tarikat hâline getirmiş, onun postuna oğlu Ulu Ârif Çelebi oturmuştur.

Ulu Ârif Çelebi, 1272'de dünyâya geldi. Bu mesut haberi alan Mevlâna, hemen Fatma Hâtun'un yanına koştu; gelininin başına paralar serptikten sonra, çocuğu istedi. Cübbesine sararak alıp götürdü. Epey bir zaman sonra geri getirdi. Yavruya kendi adı ile, anne tarafından dedesinin adı olan Muhammed Celâleddin Feridun adını verdi. Sonra;

- "Bu çocuğu Emir Ârif diye çağırın. Bana da babam, 'Hüdâvendigâr' derdi, adımı söylemezdi,"

dedi.

Bir gün de Mevlâna bu kutlu torununu sevip okşarken, Sultan Veled'e;

- "Bahâeddin, bu çocukta yedi velînin nûrunu görüyorum: Babam Bahaeddin'in, Seyyid Burhâneddin'in, Şems-i Tebrizî'nin, Şeyh Salâhaddin'in, Çelebi Hüsâmeddin'in, benim ve senin,"

buyurdu.

Ulu Ârif Çelebi büyüdükçe hâli, tavrı, yürüyüşü, semâı, velhâsıl herşeyi Mevlâna'ya çok benziyordu. Fakat meşrebi Şems-i Tebrizî gibi celâlli idi. Kendisine hürmet ve aşk derecesinde sevgi gösterenlerden biri de babası Sultan Veled'di. "Velîyi velî bilir, ârifi ârif anlar" sözü gereğince gerçeği görüyor, oğlunu evlât sevgisinin çok fevkinde seviyordu. Emir Kayser-i Tebrizî'nin kızı Devlet Hatun'la evlenmiş olan Ulu Ârif Çelebi çok seyahat ederdi. Hemen bütün Anadolu'yu gezmiş, Irak ve Tebriz'e kadar gitmişti. kırk dokuz yaşında aslına göçtü (5 Kasım 1320). Çelebi, yanık bir merâsimle baba ve dedesinin yanına Yeşil Türbe'ye defnedildi. Farsça bir Divân'ı vardır, Türkçe'ye çevrilmiştir.

Dîvan'dan birkaç beyit:

"İbret gözünü aç, kendine bir bak da canın ve aşkın dostu musun,
Yoksa kendi bedeninin arkadaşı mısın? (Belli olsun!)"

"Âzer gibi ne zamana kadar aşkla put yontacaksın?
Eğer Halil'sen, O'nun aşkında put kıran ol her zaman.

"İçinde mârifet güneşinin ve ayının doğması için,
'Ben batanları sevmem' de; nimetler sâhibi Rabbine git!"

Âzer, Hz. İbrâhim'in babasıdır, put yapardı. Halil, Hz. İbrâhim'in kendisidir. Sirius'a, Güneş'e ve Ay'a "Benim Tanrı'm bu mu?" diye bakmış, sonra "Ben batanları sevmem" diyerek ALLAH'ı bulmuştu.

"Onca izzet ve şerefine rağmen peygamberlerin efendisi
ve sonuncusu Hz. Muhammed,
Yemen ülkesi tarafından Rahman'ın kokusunu almıştır.
Ey oğul, eğer sen kokudan anlar, koku alabilirsen bil ki,
o meşhur Üveys'in, o Karen pîrinin kokusu idi."

Kıssasını daha önce hatırlattığımız Veysel Karâni , tâ Yemen'den kalkıp Peygamberimiz'i görmeye Medine'ye gelmiş, bulamamış, ancak annesine söz verdiği için bekleyemeden ve göremeden dönmüştü. Peygamberimiz, evine gelince, "İmânın kokusunu Yemen'den alıyorum" diyerek onu hissetmiş, Veysel Karânî'ye bir hırkasını vasiyet etmişti.

ALLAH kendisine ve cümlesine gani gani rahmet eylesin!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

----------------------------------

Yukarda belirttik. KADIN'la ERKEK asla eşit değildir. Ama Celse Tetkiki sırasında anlatmak doğru olmayacağından, tesbitlerimizin çoğunu buraya aldık....

KADIN'la ERKEK dış yapısının tamâmen birbirinden farklı olduğunu herkes bilir ve görür. Ama sâdece dış yapı değil; iç yapı da farklıdır. Bunu da doktorlar, Anatomi çalışanlar bilir. İç organlar farklıdır. KADIN beyni de ERKEK beyninden farklıdır. Bu yüzden farklı işler.

Öncelikle şunu bilelim: 8 haftalık oluncaya kadar bütün fetus beyinleri, KADIN BEYNİ gibi görünür. Yâni DİŞİ, DOĞA'nın başlangıç hâlidir, ANA gibidir. 8. haftada başlayan TESTESTERON seli, iletişim merkezindeki hücrelerin bir kısmını öldürerek bu uniseks beyni, ERKEK BEYNİ'ne döndürür. Aynı süreçte SALDIRGANLIK ve CİNSELLİK hücrelerinde de artış görülür. Eğer bu testesteron seli gerçekleşmezse, KADIN BEYNİ değişmeden büyümesini sürdürür. HORMON etkisi böyledir...

ÖSTROJEN KADIN BEYNİ'ne hücum etmeye başladığı anda, KADINLAR DUYGULAR'ına ve İLETİŞİM'e –telefonda saatlerce konuşmaya ve arkadaşlarıyla alış-veriş merkezinde buluşmaya- yoğunlaşırlar. KADINLAR'daki hormonal değişiklikler, KADINLAR'ın ARZULAR'ını, DEĞER YARGILARI'nı ve HAYÂT'I ANLAYIŞLARI ve ALGILAYIŞLARI gibi bir çok olayı nörolojik yönden etkiler. Âdet gören KADIN'ın beyni, her gün biraz değişir. Beynin bâzı kısımları her ay % 25 değişikliğe uğrar.

Bu sırada TESTESTERON tarafından ele geçirilen ERKEK BEYNİ ise daha İLETİŞİME KAPALI hâle gelerek rekaabeti saplantı hâline getirir.

Aslında farklılıklar daha BEŞİK'te başlıyor. Psikologların yaptığı klinik araştırmalara göre, ERKEK BEBEKLER ortalıkta gezinip oyalanırken, KIZ BEBEKLER zamanlarının çoğunu çevrelerini gözlemleyerek geçiriyorlar. Niye?.. Dış ÂLEMİ tanımıyorlar. Öğrenme içgüdüsü, merak var.

Beynin İŞİTME ve DİL MERKEZLERİ'nde KADINLAR, ERKEKLER'e kıyasla % 11 daha fazla nörono sâhiptir. DUYGU ve HÂFIZA MERKEZİ – hipokampüs – tıpkı konuşan dili işlemeye ve başkalarının duygularını gözlemlemeye yönelik beyin devreleri gibi, KADINLAR'da daha geniştir.

Tipik bir ERKEK beynindeki sinir bağlantılarının, beynin aynı lobundaki ön ve arka tarafları arasında kurulduğu; tipik bir KADIN beyninde ise, sinir bağlantılarının daha ziyade sağ ve sol loblar arasında, bir taraftan diğer tarafa doğru dizildiği biliniyor. Ayrı gezegenlerden gelmiş iki farklı tür gibi davranan KADINLAR'la ERKEKLER'i bu hâle getiren şey ise, yüzde 70 oranında hormonlardır. Bir de bu hormonların beyinde aktif olduğu bölgeler... Uzmanlara göre; KADINLAR'da beynin sağ yarısı, ERKEKLER'de ise sol yarısı aktiftir. ERKEKLER'de beynin sağ ve sol yarımküreleri arasındaki bilgi akışını sağlayan kısım, KADINLAR'ınkine göre daha küçüktür. Bu da beynin duygusal tarafı (sol lob) ile, mantıksal tarafı (sağ lob) arasındaki bilgi alışverişini kısıtlar. Bundan dolayı ERKEKLER bir durum karşısında beyinlerinin yalnızca bir lobunu kullanmayı tercih ederler. Ya sâdece MANTIKLI, ya da tamâmen DUYGUSAL kararlar verirler. KADINLAR ise rastgeldikleri durumlar karşısında beyinlerinin her iki tarafını da kullanabilirler. Hem mantık, hem de duygusal bakışla daha DENGELİ çözümler bulabildiklerine inanılır.

Üzüntü anında ERKEK ve KADIN beyni farklı çalışır. ERKEK sessizleşir, kabuğuna çekilir, konuşmak yerine düşünmeyi tercih eder. Bir çözüm bulduğunda sessizliğini bozar. Kabuğa çekilme, gazete okuma, televizyon seyretme şeklinde olabilir. Bu arada KADIN kendisinin dinlenilmediğini zanneder.

KADIN için önemli olan içini dökmek iken, ERKEK için önemli olan sonuç elde etmektir. Bu açıdan ERKEK, KADIN'a hiçbir şey yapmasa bile, dinleyerek destek verebilir. Bir KADIN da ERKEĞE çözüm önerisinde bulunmadan, sâdece onu kabullenerek yardımcı olabilir. ERKEK kabul edildiğini, KADIN da paylaşıldığını hissettiği zaman, sevildiğini düşünür.. Bunlar çok önemli, BEYLER, BAYANLAR!.. Es geçmeyin! .

KADINLAR taleplerini doğrudan açıklamayı değil, bir uzlaşma noktası bulunana kadar tartışmayı tercih ederler. Amerikalı dilbilimci Deborah Tannen’nin araştırmalarına göre, ERKEKLER bunu tamâmen anlaşılmaz bulur ve tahammül edemedikleri böyle bir tartışmayı, tamâmen tek taraflı bir çözüm bularak noktalamaya çalışırlar.

Bir KADIN'ın ERKEĞE istemeden öğüt vermesi, ELEŞTİRİ şeklinde anlaşılır. ERKEĞİN kendisini sorunlu, ârızalı, yetersiz hissetmesine meydan vermeden ona öğüt vermenin yolunu bulan KADIN, kendini aşmış demektir. ERKEKLER bu açıdan ÇOCUK gibidirler. Çocukluğu kabullenip sonra yönlendirilirlerse, düşünce yanılgısına düşmezler.

Ortalama bir KADIN BEYNİ, ortalama bir ERKEK BEYNİ'nden iki-üç yıl daha erken olgunlaşır.

KADIN BEYNİ'nin pek çok kısmı –ÖĞRENME ve HÂFIZA MERKEZİ olan hipokampüs, vücuttaki organları kontrol eden hipotalamus, ve DUYGU MERKEZİ amigdala da dâhil olmak üzere- ÖSTROJEN ve PROJESTERON akımından etkilenmektedir. Ve ergenliğe girildiği andan itibâren KADIN BEYNİ ve ERKEK BEYNİ strese farklı tepkiler verir. KADINLAR'ın strese tamâmen zıt tepkiler vermesinin sebebi, östrojen ve projesteron akımlarıdır. Menstrual döngü içinde yükselen ve azalan östrojen akımları haftadan haftaya psikolojik ve sosyal gerilim durumunu belirler. Bu durum ERGEN KIZLAR'da daha da fazla olur. Döngünün ilk iki haftasında, östrojen yüksek seviyedeyken GENÇ KIZ, çevresiyle daha iyi ilişkiler içinde ve rahattır. Döngünün son iki haftasında, projesteron yükselip östrojen azaldığındaysa genellikle gittikçe artan gerginlikte, her şeye tepki gösterir ve yalnız kalmayı tercih eder. ERKEKLER böyle birşey yaşamaz.

Hem KADIN'da hem ERKEK'te beynin SEKS HORMONLARI'nı harekete geçiren kimyasal yakıt TESTESTERON'dur. Yeterince yakıt olduğunda testesteron hipotalamusa ulaşır, erotik duyguları tetikler, cinsel fantezileri uyandırır ve erojen bölgelerdeki hassasiyeti arttırır. Libido ve cinsel tavır arasında cinsiyetler arasında büyük farklar olduğunu görürüz. 8 ile 14 yaşları arasında bir GENÇ KIZ'ın östrojen seviyesi, 10–20 kat arasında artar. Bir ERKEĞİN testesteron seviyesi ise 9–15 yaşları arasında neredeyse % 25 oranında artış gösterir. Bütün bu fazladan cinsel yakıtla, ERKEK ÇOCUKLAR'ın CİNSEL GÜDÜLERİ kendileri ile aynı yaşlardaki KIZLAR'dan 3 KAT DAHA FAZLA'dır ve bu durum HAYAT BOYU devam eder. Neden ERKEKLER, KADINLAR'A lâf atar, sarkıntılık, hattâ tâciz eder de, KADINLAR böyle birşey yapmaz; anlaşılıyor mu?.. Demek ki, o yaştaki ERKEKLER, KADINLAR'dan ÜÇ KAT DAHA SALDIRGAN'mış... O yaştaki KIZLAR'ın ÜÇ KAT DAHA TEDBİRLİ olmaları gerekiyormuş!..

ERKEKLER'in beyinlerindeki CİNSELLİK'le ilgili alanlar KADINLAR'daki benzer yapılara kıyasla 2 kat daha büyüktür. Söz konusu beyin olduğunda ebat önemlidir ve KADINLAR'la ERKEKLER'in cinselliği düşünme biçimleri, yaşayışları ve cinselliğe tepkileri arasındaki farklılığı yaratır. ERKEKLER cinselliği KADINLAR'dan daha çok düşünürler. Düzenli olarak boşalmazlarsa erbezlerinde ve prostatlarında sürekli baskı hissederler.

ERKEKLER'in beyinlerindeki cinsellikle ilgili bölgenin harcadığı ENERJİ, KADINLAR'ınkinin 2 katıdır. Tıpkı KADINLAR'ın duyguları işlemede 8 şeritli otobanları, ERKEKLER'inse duygulara giden toz-toprak bir ara yolu olması gibi... Aynı şekilde KADINLAR GÜNDE 1 KEZ seksi düşünürken, 20–30 yaş arasındaki ERKEKLER'in % 85’i 52 SANİYEDE BİR seksi düşünür, Yâni, SEKS çoğunlukla KADINLAR'ın aklındaki ilk şey değildir. Ama ERKEKLER bunu farketmez. KADINLAR'a asılırken, tâciz ederken onların da istekli olduğunu zannederler.

EDEPLİ, AHLÂKLI ve EĞİTİMLİ ERKEK bu CİNSÎ İÇGÜDÜLER'İ kontrol eder, ama EDEPSİZ, AHLÂKSIZ ve EĞIİTİMSİZ MAGANDALAR'ı, MAÇOLAR'ı, HIRBOLAR'ı, HIRTLAR'ı, HIYARLAR'ı ne yapacağız?.. Onları tek tek ayıklıyamıyacağımıza göre, KADINLAR'ı, KIZLAR'ı KORUYUCU TEDBİRLER ve DAVRANIŞLAR'a yönlendireceğiz.

ERKEKLER, KADINLAR'a kıyasla 20 KAT daha SALDIRGAN'dır. Demek ki, bedenen güçsüz KADINLAR'ı, kendilerinden 20 KAT daha SALDIRGAN ve KAT KAT GÜÇLÜ ERKEKLER'e karşı, her KADIN'a bir polis veremiyeceğimize göre, AİLE'deki GÜÇLÜ BABA, AĞABEY, ERKEK KARDEŞ ve KOCA tarafından korunmasını sağlıyacağız.

Öte yandan KADINLAR günde ortalama 20.000 kelime kullanırlar, ERKEKLER'se 7.000.... Ayrıca KIZLAR genelde daha hızlı konuşur; dakikada 250 kelimeye karşılık, ERKEK çocuklarda bu rakam 125’tir.

KADINLAR, TATLI ve EKŞİ'ye karşı daha duyarlıdır. ERKEKLER ise TUZLU maddelere daha çok ihtiyaç duyarlar. KADIN üzüldüğünde sorunlardan söz ederek kendini rahatlatır. ERKEK, EŞ'inin çok konuştuğunu söylemeye başladığında ise, KADIN ihmâl edildiğini düşünmeye başlar.

Bütün bu FARKLILIKLAR'a rağmen, KADIN hiçbir zaman ERKEĞE eşit değildir ama, DÜNYA HAYATI'ndaki rôlü ile, fonksiyonu ile, görevi ile DENK'tir. Hattâ ANALIK yönü ile ağır bile basar!..

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - HZ. İBRÂHİM, HZ. LÛT VE KADINLARI BIRAKIP. ERKEKLERLE İLİŞKİYE GİREN LÛT KAVMİNİN SONU
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN MEDYUM VE RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - AKHENATON VE KURGU AGARTA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - UYDURUK RA-KA TEBLİĞLERİ
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYONLAR, KITIRASYONLAR
    - MEKTUPLAR