BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

FİNCAN CELSELERİ - 1

Ruhlar'a İrtibat kurmanın en kolay, en yaygın yolu olarak "fincan" bilinir. Aslında en zor olanıdır. Çünkü kelimeler harf-harf alınır. İyi bir Medyum yoksa harfler anlamsız şeyler yazar. Sık sık dikkat dağılır. Pek fayda elde edilmez. O yüzden başarılı ve uzun süre devam eden fincan celseleri son derece nâdirdir. Üstelik gelenlerin çoğu Geri ve Aldatıcı Varlıklar'dır. Bizim bildiğimiz sâdece iki meclis var. Biri Enis Behiç Koryürek'in Medyumluğu ile "Vâridât-ı Süleyman"ın alındığı Bezm-i Âli'dir.

Bizim ilk yaptığımız fincan celseleri de başta başarısız idi. Yalnız birinde aramızdan birine "Parma Manastırı'nı oku!" dendi. Araştırınca gerçekten böyle bir kitap olduğunu öğrendik. Meğer meşhur yazar Stendal'inmiş!.. (Asıl adı Marie-Henri Beyle, 1783-1842) Yazar, bir asker ve diplomat olan Parma dükü Alexaidre Farnese'in (1545 - 1592) gençlik döneminden esinlenerek, İtalya ile ilgili bir eser yazmak istemiş. Stendhal, sonradan bu konuyu çağdaşlaştırmış. "Kırmızı ve Siyah"tan sonra, ikinci şaheseri olan «La Chartreuse de Parme —Parma Manastırı» böyle doğmuş. Kendini konuya öyle kaptırmış ki, roman iki ay içinde yazılıp bitmiş.

Bu romanda Stendhal kendini, olduğu gibi ele vermiştir. Onun nasıl düşündüğü, nasıl sevdiği, nasıl acı çektiği, bir başka insanın hayâtı ile kıyasladığı kendi hayâtı arasındaki korkunç boşluğu görmek mümkündür eserde.... Eser, bir romandan çok, uzunca bir itiraftır. «Parma Manastırı» basılınca, pek büyük başarı kazanamadı. Fakat, Balzac, yazdığı bir yazıda, eseri alabildiğine övdü.

Biz kitabı okuduk ama, gelen Varlık ile veya hitap ettiği arkadaş ile bağlantısını kuramadık. Acaba romanın karakterlerinden biri Varlığa, veyâ o arkadaşa uyuyor muydu?.. Gelen Varlık, Stendhal'in çektiklerini mi çekiyordu?... Yoksa, sâdece bizim ilgimizi Rûhî İrtibatlar'a çekmek için mi bulabileceğimiz bir kitap adı verilmişti?.. Bilemedik.

İkinci bir enteresan olay da, yine içimizden birine "geçmiş hayâtında Polonya'da, II. Cihan Harbi sırasında ölmüş bir kadın olduğu"nun söylenmesi idi. Bu, şu açıdan ilginçti: Söylediği arkadaş bu hayâtında erkekti. Ancak kadınlara eziyet edilmesinden, tecâvüz olaylarından çok rahatsız olurdu. Bir de eli ev işlerine, yemek pişirmeye çok yatkındı. Çekinmeden, sıkılmadan yapar, karısına yardım ederdi.

Diyebilirsiniz ki, "Kardeşim Rûhi, senin işin-gücün yok muydu? Nerden kalktın da giriştin bu Ruh, Rûhiyat, Âhıret işlerine?"... Ne cevap vereyim?.. Anlatması zor... Ama bir Fincan Celsesi'nde bana "Seni teşvik eden Ahâdiyet Âleminde... Peşinde tedâriği Vuslat" denmişti. Ben kalkıştım ama, bir teşvik eden varmış. Yanıma Vuslat müjdesi katmış...

***

Başlarda bizim yaptığımız Fincan Celseleri'nin çoğunda Geri ve Aldatıcı Varlıklar ön plânda idi. Ancak arada sırada doğru ve enteresan bilgiler de veriliyordu:

Varlık : Sedat Hüsnü (İştirakçi Hüsnü'nün ölmüş babası)
Celse İdârecisi- Ruhi Selman
Tarih : Ocak 1966
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Hüsnü, Necdet

İdâreci- Buradaysanız, lûtfen "EVET" hânesine gidiniz.
Varlık - Evet.
İ- ALLAH râzı olsun. Lûtfen bize isminizi veriniz.
V- SEDAT HÜSNÜ...
(Soyadını da verdi.)
İ- Bize sözlemek istediğiniz var mı?
-
(karışık harfler... Bir süre İrtibat düzelmedi) ....
İ- Peki, efendim. Benim bir ricam var: Benim Hâmi Ruh'um kim?
V- ZEKERİYA...
(Celse İdârecisi'nin dedesi)
İ- Peki. RNecdet'inki kim? Babası mı?
V- Evet.
Hüsnü- Babacığım, benim Hâmi Ruh'um siz misiniz?
V- Evet.
İ- Bana veya Hüsnü'ye söyliyeceğiniz var mı?
V- İlişki hayırlı olsun.
(Sonra karışık harfler)...
İ- Peki, efendim. ALLAH râzı olsun.... Dua edelim.

Bizce bu Celse'de aldatıcı bir yan yok. Yalnız İrtibat güçlü değildi. Çoğu yerde anlam ifâde temeyen harf yığınları alınıyordu.

***

Varlık : Ekrem (Necdet'in babası)
Celse İdârecisi- Ruhi Selman
Tarih : Şubat 1966
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Hüsnü, Necdet
(Önce karışık harfler) ... 010946 ...
İdâreci- Bu bir piyango bileti mi?
V- Evet.
İ- Nerede bulabiliriz?
V- Türközü... (Ankara)
İ- Peki, bakalım.
V- Borcum var.
İ- Kime, efendim?
V- Kadastroda... Elektrikçi Hâlit Ekinci...
İ- Ne kadar?
V- 8.000 ...
İ- Peki, efendim. Biletin bulunması ve bu borcun ödenmesi için yarın derhal harekete geçeriz...
Verdiklerinizi tekrar edeyim... Doğru mu?
V- Evet.
Necdet- Babacığım, Neşet P. için bir şey söyliyecek misiniz?
V- Kekeleme!..
N- Peki, babacığım.
V- Hayır.
N- Oluruna mı bırakayım?
V- Evet.
İ- Evet, efendim. Başka bir arzunuz var mı?
V- Ulu TANRI sizden razı olsun!
İ- Amin, efendim. Sizden de. Yalnız şu biletin yerini biraz daha belirtirseniz...
V- Keçiören... Kalaba... Gül!... Hahahaha!...
İ- Nükte mi?
V- Evet.
İ- Bilet işi de şaka mı?
İ- Hayır.
İ- Başka bir arzunuz yoksa, ayrılalım, efendim.
V- Helâl!...

Evet, gördünüz... Birisi aramızdaki bir arkadaşın babası olarak göründü. İnanmamız için borçlu olduğunu söyleyip bir millî piyango numarası verdi. Sondan sayınca, büyük ikramiye olmasa bile oldukça yüklü bir ikramiye çıkabilirdi. Ama hiçbiri doğru değildi. Arkadaşımızın heyecanlanınca kekelemesi dışında!.. O da görülen bir şeydi. Ekstradan bir bilgiye gerek yoktu. Bileti ve Elektrikçi Halit Ekinci'yi bulamadık.

Ne kadar düzenli gitmiş görünse de, bu Celse büyük ihtimâlle bir Aldatma'dır.

***

Varlık : Ömer
Celse İdârecisi: Şükran
(Aynı zamanda Medyum'dur)
Tarih : 14.3.1966
Usûl : Fincan
İştirakçiler:
(Sonradan) Selâh, Dilek, Fahri, Rûhi

İdâreci- Kimsiniz?
Varlık-
(karışık harfler)...
İ- Ne yazdırmak istiyorsunuz bize?
V- AĞLD ...
İ- Ağladı... Kim ağladı?
V- SELÂH ...
İ- Niçin ağladı?
V- ...
(karışık harfler)
İ- Kimsiniz?
V- HA HAH!...
İ- İçerdekinini uyutmamak için mi bunu yapıyorsunuz?
(O anda bir başka odada bir Tedâvi Seansı yapılmaktaydı.)
V- Evet.
İ- O arkadaşla ilgili misiniz?
V- Evet.
İ- Adınız?
V- HA HA HAH!..
İ- Gülmeniz kesilirse...
V- HAH HAH!..
İ- Kimseniz?
V- ÖMER...
İ- Nargi Ömer?
V- HAZRET-İ ÖMER...
İ- Arkadaşlar da girsin mi?
V- Evet.
İ- Emirleriniz?
v- HA HAH!..
İ- Adınız neydi?
V- Dilek yazıyor.
(Dilek aynı zamanda kâtiplik yapmakta idi)
İ- Benim adımı yaz.
V- ŞÜKRAN...
İ- Hakkımdaki düşünceniz nedir?
V- HAH HAH!..
İ- Yurdaer uyuyacak mı içerde?
V- Evet... HAH HAH!..
İ- Bizi aldattınız mı?
V- Evet... Aldattım.
İ- ALLAH'ı da aldatabilir misin?
V- Evet.
İ- ALLAH'ı tanıyor musun?
V- Evet.. TANRI var.
İyisin... Seasine hayrân oldum.
İ- Kimin?
V- Sesine... Zâten seviyorum.
İ- Kimin sesini_
V- Şükran...
İ- Yanlışlık oldu galiba.
V- İyi konuşuyorsun.
İ- Niye gülüyorsunuz?
V- Yarın sana gelicem.
İ- Bekliyorum.
V- Erkeksen râzı ol.
İ- ALLAH'ın var, râzıyım.
V- ALLAH râzı olsun.
İ- Senden de!.. İsminiz?
V- ÖMER EREHA....
İ- Peki, ayrılalım.

Acemi bir Celse İdârecisi ve acemi İştirakçiler'in bulunduğu bu Celse'yi "ibret olsun" diye verdik... Varlık sürekli alay ediyor. Kendini HAZRET-İ ÖMER diye tanıtıyor. Bir defa Hazret-i Ömer kendinden hiçbir zaman "hazret" diye bahsetmez... İkincisi, Medyum'a "Yarın sana gelicem" diye, ona OBSEDE etmeye niyetlendiğini söylüyor. Medyum da hemen râzı oluyor. ALLAH'a güvenmesi yetmez!.. Hiç unutmadım olaydır; iş için başvuran birine memur, "Torpilin var mı?" diye sorunca adam, "ALLAH'tan başka torpilim yok" demişti de, memur ona "ALLAH herkesin torpili" diye cevap vermişti... Yine bir seferinde devesi uyuz olan yaşlı bir kadın Peygamber Efendimiz'e "Bir dua et de, iyileşsin" demiş, Peygamberimiz de, "Ben dua ettim, sen duaya biraz katran kat" diye cevap vermişti... Devenin uyuzdan kurtulması yaraların katranla sıvanması ile olur. Sırf dua yetmez!..

ÖMER, bu Geri Varlığın adı olabilir. Ama EREHA diye birşey bulamadık. Yanlış alınmış olması mümkün.

***

Varlık : ATATÜRK
Tarih : 21.1.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Erkan, Şerife, Gülsen

İrtibata geçilen Varlık, ismen birinin çağrılmasını istedi. Âdetimiz olmamasına rağmen, ismen ATATÜRK'ü dâvet ettik.
Önce karışık harfler alınınca, imtihan ettik.

İdâreci - Babanızın adı nedir, efendim?
Varlık- Abdullah Ali Rıza.
İ- Annenizin adı?
V- Zübeyda...
İ- Ne demek?
V- Güzel...
Erkan - Benim Hâmi Ruh'um kimdir?
V- Hak ki Hak.
Gülsen- TANRI'dan mı bahsediyorsunuz?
V- Evet.
İ- ALLAH'ı görmek mümkün müdür?
V- İrâde meselesi.
İ- Benim Hâmi Ruh'um kimdir7
V- Bana mı soruyorsun?
İ- ??? Yoksa siz misiniz?
V- Evet.
Şerife- Benim Hâmi Ruh'um kim?
V- Ben.
Erkan- Ya ben ne oldum, üstâdım?
V- Erkan.
İ- Şerife ve Gülsen Hanım'ın iyi olması için ben ne yapabilirim?
V- Karını zorlama!... Kendi bilir... Kendisi herşeye kolay alışır.
İ- Benim içimi kemiren bir şey var. (Zihnen sorar)
V- Karına sor!
İ- Bir başka Celse'de harp olacağını söylemiştiniz. Kanlı mı olacak?
V- Hayır.
İ- Lider kim olacak?
V- Rafet Çerkez...
İ- Şu anda nerededir?
V- Keşan'da.
İ- Hâdiseler ne ile başlıyacak?
V- Kürtler.
İ- Bizim için bir şey söyler misiniz?
V- Her insan erişir en ilâhi mertebeye!
İ- ALLAH râzı olsun... Dua edelim.

Şimdi tabii bu kadar bilgi ile gelenin Atatürk olduğunu iddia etmek mümkün değil. Harp çıkmadı ama, terör olayları arttı ve 2 ay sonra 12 Mart Muhtırası geldi. Başbakan Demirel şapkasını alıp gitti. Sonra korkaklığın sembolü o şapka, meşhur olmasın mı!!?.. Ne tuhaf insanlarımız var!...

Varlık ZÜBEYDE isminin karşılığı olarak "güzel" demiş ama, sözlük karşılığı "öz, asıl, cevher, seçme, en üstün" veriliyor.

İdâreci'nin Hâmi Ruh'u Atatürk mü, değil mi, bilinmez ama, onun rüyâsına 3 defa girmiş, önemli mesajlar vermiştir.

***

Bir ATATÜRK Celsemiz daha var. Tabii gelen o mu, değil mi, siz karar verin.

Varlık : ATATÜRK
Tarih : 26.1.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Erkan, Şerife, Gülsen

Fincan Celsesi'nde önce anlam çıkmayan harfler yazıldı. Sonra bir takım kelimeler, cümleler belirdi.

İdâreci- Celselerin başarılı olması için ne lâzımdır?
Varlık - İrâde farklı olmayacak ve fazla rekabet yok!
İ- Fazla rekabet yapmayalım. Peki, gerçek aşk nedir?
V- Herkesin kendi bir inancıdır.
İ- İnsan aşkı ile TANRI aşkı arasında ne fark vardır?
V- Yok!
İ- Celsenin ne faydası vardır?
V- BİRLİK!.. Söyleyin, en sevgili Rabbi için, beni size göndersin!.. Gerçek Ata kendi Rabbi için dua ediyor!
İ- Şerife'nin ataları için ne yapalım?
V- Dua... Sevgi... Benim için içten dua edin! Musallâda İsâ da Rabbi için dua eder.
İ- Atam, en son öğüdünüz nedir?
V- Aşk!... Çok dürüst olmayı öğretin!.. Çok acele hesap, çok sabır faydasız!..

Bu kadar... Bizce "aşk, sevgi, dua, dürüst olma, rekabete girip sapıtmama" öğütleri alınabilir, gerisi ayıklanır. Atatürk olsa da, olmasa da bu Celse'nin yararı bu kadar!..

***

Varlık : Fransız , İsimsiz Varlık
Tarih : 21.4.1972
Usûl : Fincan
(Fincan yerine bardak)
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan, Ahmed, Suphi
Hâzirûn: Zehra, Bahri, İnci, Neşe, Solmaz

Celsede irtibat zaman zaman bozuldu, karışık harfler alındı. Onları atlıyoruz.

Varlık- ... Selâm.
İdâreci- Aleyküm selâm, efendim. İsminiz nedir, efendim?
V- BOIDLE...
İ- Doğru mu aldık?
V- Evet.
İ- Milliyetiniz?
V_ FRANSIZ... DIM...
İ- Fransız'dınız. Masanın bu hâlinden memnun musunuz?
V- Gönül alan var.
İ- Açıklar mısınız?
V- Gelmek isteyen var.
İ- Ondan önce, fincan yerine bardak koyalım mı? Parmaklar sığmıyor.
V- Evet.
İ- Gelmek isteyeni çağıralım mı?
V- Evet.
İ- İnci Hanım gelmek istiyor.
V- Hayır.
İ- Fevziye Hanım istiyor.
V- Evet.
İ- Arzunuz oldu mu?
V- Benim arzum değil.
İ- Sizin başka arzunuz var mı?
V- Hayır.
İ- Hangi sene vefat ettiniz?
V- 1961...
İ- Kaç yaşında idiniz?
V- 54...
İ- Başka isminiz var mı?
V- GUIENEA...
İ- Fransa'da mı yaşadınız?
V- Evet.
İ- Hangi kıt'ada?
V- Avrupa.
İ- Bizimle görüşmek isteyişinizin sebebi nedir? Bize vereceğiniz birşey var mı?
V- ..........
(Bu noktada Varlık değişti)..... Selâm...
Başka bir Varlık mısınız?
V- Evet.
İ- Bir arzunuz var mı?
V- Neşe, işin oldu.
Neşe- Hangi işim? Anlamadım.
V- Bana söyletme!
Neşe- Söylemenizde mahzur yok.
V- YORDANKA...
Neşe- Hatırladım... Haberim yok. Açıklar mısınız?
V- Zamanı var.
Neşe- Olacak mı?
V....
(Fincan EVET ile HAYIR arasında durmakta.... Biraz sonra EVET'e daha yaklaştı) .... Siyâsî durum.
İ- Kendinizi tanıtır mısınız?
V- Hayır.
(Bundan sonra yine Varlık değişti. Kendini AKATLI diye tanıtan biri geldi ama, düzenli birşey alınamadı)

Bu Celse'yi niye naklettik? .. YORDANKA yüzünden... Neşe için söylenenlerin hakikat olduğu anlaşıldı.

Bir İrtibat esnâsında bir Varlık araya giriyor, bir mesaj verip kendini tanıtmadan ayrılıyor... ve bu mesaj doğru çıkıyor. Bu bize enteresan geldi. FRANSIZ'ın verdiği isimler doğru mu, değil mi, bakmadık bile!.. YORDANKA'nın Bulgaristanlı bir hanım olduğu, ve işin siyâsî yönünün bu olduğu anlaşıldı. Yâni, sosyalist bir ülke ile irtibat o târihte siyâsî sayılıyordu, hele 12 Mart 1971'den sonra... YORDANKA arkadaşımızı ziyârete gelecekmiş.

Neşe bu konuyu uzun zamandır düşünmediğini de belirtti.

***

Efendim, NEYZEN TEVFİK merhum, bizi çok severdi. Kendisi ile Ferhan Erkey'in Celselerinde, Mehter Marşı'na tempo tuttuğu Masa Celseleri'nde, kendi yaptığımız Fincan Celseleri'nde, ayrı bir grupla yaptığımız Celseler'de zaman zaman karşılaşırdık.

Bizim Celseler'i nasıl titizlikle incelediğimiz mâlûm... Gelen acaba gerçekten Neyzen mi, değil mi, diye hep verilenleri sıkı incelemişizdir. Bu üç ayrı çalışmada, üç ayrı üslûpta karşılaştık. Sebebi bir Aldatma olması değil; Medyumlar'ın farklı olmasıdır.

Farklı Medyumlar farklı ihtizazlarla İrtibat kurarlar, Telepatik olarak gelen bilgiler de Medyum'un tabiatına göre bize yansır. Mükemmel bir Medyum kelimeleri, kavramları, vezni, kafiyeyi aynen nakleder. Vasat Medyumlar ise, verilenleri kendi kapasitelerine, kendi kelime hazinelerine göre aksettirirler.

Neyzen Tevfik umumiyetle hiciv, mecaz ve küfürle merâmını anlatır. Ama aruz vezniyle verdiği şiirlerde vardır ki, hayattayken yazdıkları arasında bulamazsınız. Meselâ, bir tânesinde kendini şöyle anlatır:

Sen surete bakmakla hüküm verme, sakın!
Gel sireti gör, Hakk'ı temâşa ediyor!
Hep Neyzen'i sarhoş görüyorsan, ne çıkar?
Meyhânede bak, Kâbe'yi inşâ ediyor!..

Bu şiir rahmetli Dr. Ferhan Erkey'in bir Rûhî İnfisal Celsesi'nde alınmış, bir müddet sonra Kartal Mezarlığı'ndaki kabrini ziyâret ettiğimizde, önce Celse'ye katılan bir bayan tarafından mezar taşına göz kalemi ile yazılmış, sonra bir hayırsever, şiirin yazılı olduğu yeni bir taş dikmiştir kabrine. Keşke bir de biraz küçük puntolarla yazdırsaydı da satırlar belli oysaydı!..

Dr. FERHAN ERKEY arşivinden seçmeler - 1

Dr. FERHAN ERKEY arşivinden seçmeler - 2

Dr. FERHAN ERKEY arşivinden seçmeler - 3

Dr. FERHAN ERKEY arşivinden seçmeler - 4

Dr. FERHAN ERKEY arşivinden seçmeler - 5

Bu görüştüğümüz Varlık Neyzen mi, bilemeyiz ama, tehlikeli bir Varlık değil. Mizâcı da Neyzen'e uyuyor.

Varlık :Neyzen Tevfik
Tarih : 28.4.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan
Hâzirûn: Solmaz, İnci, Zehra, Bahri, Ahmed, Halim, Suphi

Önce Ahmed de parmağını Fincan'a koydu. Bir hareket olmadı. Sonra Celse İdârecisi onun parmağını çekmesini istedi. İrtibat kuruldu.

İdâreci- Kendinizi tanıtır mısınız?
Varlık- Hayır!
İ- Bir arzunuz var mı?
V- Hayır.
İ- Daha iyi görüşmek için yapabileceğimiz bir şey var mı?
V- Evet... Çomaklayın!
İ- Vermek istediğiniz birşey var mı?
V- Evet... Bize dua edin!
İ- Ettik, efendim. ALLAH kabul etsin.
V- Pınarı kuruttunuz,
İ- NEYZEN ÜSTÂT mı?
V- Evet.
İ- Devam edecek misiniz?
V- Evet... Gerinizi yıkayın!
İ- Sabun yok, üstâdım.
V- Şırınga mı yapacaksın sabunla?
İ- Vermek istediğiniz birşey var mı?
V- Bizi unuttunuz.
İ- Evet. Diğerlerini bilmem ama, biz epeydir sizinle görüşememiştik.
V- Dua...
İ- Tekrar edelim, efendim.
V- Eyvallah!..
İ- Başka vereceğiniz var mı?
V- Bu kadar.
İ- Benim bir ricam var. Yapar mısınız?
V- Hayır.
İ- Neden acaba?
V- Beni unuttun!
İ- Yok. Görüşemedik diye öyle oldu.
V- Bok ye!..
İ- Bana kızıyorsunuz. Hiç değilse bu küfürle bir şiirle verin.

V- ...

Lâğım içine düşme aman,
Sonra hâlin olur yaman!

İ- Teşekkür ederim. Çalışmalarımız hakkında bir tavsiyeniz var mı?
V- Başka zaman.
İ- Bundan ilerde görüşeceğimizi anlıyoruz. Doğru mu?
V- Evet.
İ- Calışmaların daha iyi olması için bir tavsiyeniz var mı?
V- Hayır.
İ- Bu gece istediğiniz başka bir şey var mı?
V- Dua...
İ- Ayrılacak mısınız-
V- Evet.
İ- Peki, efendim. Dua edelim.

***

Aynı gece, ikinci çalışma...

Varlık : Abdül
Tarih : 28.4.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan
Hâzirûn: Solmaz, İnci, Zehra, Bahri, Ahmed, Halim, Suphi

Varlık- ... Adullah.
İdâreci- Abdullah mı, efendim?
V- Evet.
İ- İsminiz mi?
V- Hayır.
İ- Abdullah Bey'i mi kastettiniz?
V- Evet.
İ- İsminizi verir misiniz?
V- ABDÜL...
(Abdullah Bey bu Varlığı hatırladı, tanıdı)
İ- Bir arzunuz var mı?
V- Hani helva?
İ- Sizi dua ile yâdediyoruz. İsterseniz helva da yapalım.
V- Evet.
İ- Buraya mı getirelim?
V- Evet.
İ- Sizinle görüşmemizin bir sebebi olmalı. Bunu lûtfeder misiniz?
V- Bana verdiği sözü unuttu.
İ- Abdullah Bey'e hatırlatmak için irtibâta geçtiniz.
V- Evet.
İ- Bir arzunuz var mı?
V- Helva...
İ- Onu yapacağız. Başka arzunuz var mı?
V- Dua...
İ- Ayrılıyor musunuz?
V- Evet...
İ- Başka bir varlıkla görüşecek miyiz?
V- Evet.
İ- Dua edelim.

Abdullah Bey Abdül'e verdiği sözü hatırladı... Şaka arasında "Senin helvanı ben yaparım" demiş..

***

Aynı gece üçüncü çalışma...

Varlık : Yizna Zodiak
Tarih : 28.4.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan
Hâzirûn: Solmaz, İnci, Zehra, Bahri, Ahmed, Halim, Suphi

Varlık- Selâm.
İdâreci- Aleyküm selâm efendim. ALLAH râzı olsun. Bir arzunuz var mı?
V- Yibon... Hayır... YİZNA ...
İ- Doğru mu?
V- Evet.
İ- Adınız mı, efendim?
V- Adım.
İ- Milliyetiniz nedir?
V- UKRAYNA...
İ- Soyadınız nedir?
V- ZODIAK...
İ- Doğru mu?
V- Evet...
İ- Hangi şehirde yaşadınız?
V- ANKDOL...
İ- Doğru mu?
V- Evet.
İ- Vefat târihiniz nedir?
V- 1970...
İ- Kaç yaşında idiniz?
V- 48...
İ- Mesleğiniz neydi?
V- ARABACI...
İ- Hayatta akrabanız var mı?
V- Hatırlamıyorum.
İ- Bize vermek istediğiniz birşey var mı?
V-
(Fincan harf tablası üzerinde semâ yapar gibi bir kaç defa döner) Döndüm.
İ- "Dondum" mu demek istediniz?
V- Evet.
İ- Bu Ankdol'da mı oldu?
V- Çölde... Buz çölünde...
İ- Sibirya'da mı?
V- Evet.
İ- Bizimle görüşmenizin bir sebebi olmalı. Bunu lûtfeder misiniz?
V- O dünyâda benimle kimse konuşmadı.
İ- Neden acaba?
V- Küçümsediler.
İ- Bir kusurunuz mu vardı?
V- Fakirlik... Konuşmak ihtiyâcım var.
İ- Peki, efendim, konuşalım. Bize hayat hikâyenizi anlatır mısınız?
V- Hatırlamak istemiyorum.
İ- Bu kadar zamandır sıkıntıdan kurtulamadınız mı?
V- Burada, evet.
İ- Dünyâda olmadı mı?
V- Evet.
İ- Hâlâ sıkıntınız var mı?
V- Evet.
İ- Konuşma ihtiyâcından doğan bir sıkıntı mı?
V- Evet.
İ- Bizi de bunun için geldiniz, değil mi? Acaba bir yardımımız olabilir mi?
V- Evet.
İ- Acaba hangi konuda yardım edebiliriz?
V- Çok!..
İ- Meselâ hangi konuda?
V- YOLDAŞ ULDMIN... ÂMEN... ÂMEN!..
İ- Bu, "âmin" yerine mi?
V- Evet.
İ- Neden "Yoldaş Uldmin, âmen" dediniz?
V- ANNA RASHIN RUHUNA....
İ- Yoldaş Uldmin kimdir?
V- BABASI...
İ- Anna Rashin kimdir?
V- O da bir garip...
İ- Babasına da, onun ruhuna da dua ettiniz, "âmin" dediniz. Doğru mu?
V- Evet.
İ- Aranızda bir akrabalık var mı?
V- Hayır.
İ- Bunlar tanıdıklarınız mı?
V- Evet... Bana sıcak çorba verdiler.
İ- Siz de bu yüzden onlara minnettarlık duyuyorsunuz, öyle mi?
V- Evet.
İ- Başka anlatmak istediğiniz var mı?
V- Gene konuşalım... Size de âmen.
İ- Hayattayken hangi lisanda konuşursunuz? Bize bir cümle verebilir misiniz?
V- DİLSİZ...
İ- Ama yine de bilirsiniz. Bize Rusça bir cümle yazdırın.
V- Başka zaman.
İ- Ne olur, bir tek kelime yazdırın.
V- ULAHÇA... KAMOR.
İ- Doğru mu?
V- Evet.
İ- Bizimle görüşecek başka Varlık var mı?
V- Hayır.
İ- Dua ediyoruz.
V- Âmen.

İşte size çok enteresan bir Fincan Celsesi... Hele bir de YIZNA ZODIAK'ın kendisi ve anlattıkları doğru çıkarsa, tadından yenmez olur!.. Ama bunun için Celse'yi ve verilenleri iyi incelememiz lâzım.

Evvelâ şunu söyliyelim: Yıl 1972... Yâni, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması, Türkler'in Rusya'ya, Ruslar'ın bavul ticâreti için Türkiye'ye gelmesine daha çok var!.. Rusça bizim için, hele Komünizm korkusuyla, hiç bilinmeyen duyulmamış bir dil. O yüzden Rusça bir cümle istedik... Yalnız enteresan bir nokta var. Celse'den sonra Ahmed dostumuz o gün bütün gününü Rusya ve Ruslar'la ilgilenerek geçirdiğini söyledi. Bunun üzerine Fincan'dan onun parmağı çekilinceye kadar irtibat kurulmamasının sebebini, işe şuuraltı karışmamasını sağlamak olarak düşündük... Muhtemelen öyleydi.

Biz bu Zodiak'la ilerde defalarca görüştük, ahbap olduk. O Celseler'i de nakledeceğiz. Anlattıklarını derleyip toparlarsak, kendisi fakir ve dilsiz bir arabacı. Bu yüzden hep küçümsenmiş, kimselerle konuşamamış. UKRAYNA'da veya RUSYA'da AHKDOL şehrinde yaşamış. Bir seferinde YOLDAŞ ULDMIN ve kızı ANNA RASHIN ona sıcak çorba vermiş. Bunun için onlara büyük minnettarlık duymuş. 1970 yılında, 48 yaşında iken bir vesile ile gittiği SİBİRYA'da donarak ölmüş. Daha pek Âhıret Âlemi'ne alışamamış. Galiba orada da yalnız. Konuşacak kimsesi yok.

Bu arada "bir Ukraynalı ile nasıl TÜRKÇE anlaşıyoruz?" diye bilmeyenlerin aklına takılabilir... Fikirler telepatik olarak dile ihtiyaç duymadan düşünce hâlinde naklolur. Bu Âhıret Âlemi'nde böyle olduğu gibi, Dünyâ'da bile öyledir... Telepati tecrübelerinde alıcı durumundaki bir yabancının hiç Türkçe bilmediği ve vericinin de hiçbir yabancı dil bilmediği halde, sırf düşünce nakli ile saklanan eşyayı bulduğuna şâhit olmuştum.

Celseden kafaya takılan sorular çok.
- YIZNA ZODIAK gerçek bir ad mı? Bunları şimdi aradığımızda İnternet'te bulamadık. Rusça ve Ukraynaca isim listeleri çok kısa idi ve en yaygın isimleri veriyordu.
- UKRAYNA'da ANKDOL şehri var mı? Onu da şimdi aradığımızda İnternet'te bulamadık... Bir kasaba veya köy olabilir mi?
- ULDMIN ve RASHIN birer ad mı? ANNA ad, onu biliyoruz. RASHİN'i de bulduk.

İnternet'ten fazla birşey elde edemedik. Hikâyesi mantıklı gelmesine, herhangi bir aldatma ve zarar verme çabası sezilmemesine rağmen, şüphe duyabilirsiniz. . Bakalım, Zodiak'la bundan sonraki görüşmelerde birşey bulabilecek miyiz? Bizi bekleyen bir sürpriz var mı?

***

Varlık : ??? (isim vermemiş)
Tarih : 28.5.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Zehra, Bahri

Varlık- Selâm...
İdâreci - Aleyküm selâm, efendim. ALLAH râzı olsun. Bir arzunuz var mı?
V- Neşeniz bol, aşkınız dâim olsun!.. Huu!.. Eyvallah!
İ- ALLAH râzı olsun, efendim.
V- Sor.
İ- Kendinzi tanıtır mısınız?
V- İzin yok!
İ- Acaba görüşmemiz devamlı olacak mı?
V- Nasip.
İ- Görüşmelerin devâmı için bir arzunuz var mı?
V- Hayır... Duanız hem bizleri, hem sizleri ferahlattı.
Niçin dua edersiniz?
İ- Arkadaşlara sorayım mı?
V- Evet.
İ- Mehmet, Zehra "ALLAH'a daha yakın olmak için," diyor.
V- DUA, ŞEKİLDE BAŞKASI İÇİN YAPILIR. ASLINDA İSE, DUA KENDİMİZ İÇİNDİR.
İ- Nur içinde yatasınız. Çalışmalarımız için bir söyliyeceğiniz var mı?
V- Sor, evlâd.
İ- Medyum olarak kimi kullanıyorsunuz?
V- Hanım kızımı.
İ- Kendisi gelecek çalışmalarda faydalı olacak mı?
V- Bilemem, ilerisini. ALLAH bilir!..
İ- İlerde bu çeşit çalışmayla bilgi almamız mümkün mü?
V- Evet. Yalnız birlik olursanız.
İ- Bu gruptan memnun musunuz?
V- Evet.
İ- Çalışmalarımızı bu grupla mı yapalım?
V- ... ALLAH muratlarınızı versin!... Bir dua...
İ- Dua edelim.

Bu Celse bizce enteresan ve yararlı idi. Çünkü Atatürk Celsesi gibi "birlik"ten söz edildi ve ilerde gerçekten birlik içinde çok faydalı çalışmalar yapıldı. DUA açıklaması da içok güzeldi.

***

Varlık : Yizna Zodiak
Tarih : 2.6.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan
Hâzirûn: Solmaz, Hüsnü, İnci

Varlık- .... Selam... Selam...
İ- İdâreci- Kiminle görüşüyoruz, efendim?
V- ZODIAK.
İ- ALLAH râzı olsun. Bir arzunu var mı?
V- Çabuk sor da bitsin!
İ- Herhalde durumunuz uzun görüşmeye müsâit değil.
V- Müsâit.
İ- Efendim, bir arkadaşımız tarafından Ruslar'a soruldu. Verdiğiniz bütün isimler doğru çıktı.
Ancak bunlar yüksek tabakaya, asillere âit isimler imiş... Halbuki siz bize ARABACI olduğunuzu söylemiştiniz.
V- Onun için, "Çabuk sor da, bitsin," dedim.
İ- Lûtfen bu tenâkuzu açıklar mısınız?
V- Ben hatırlamak istemiyorum.
İ- Lûtfen, dostum. Yardım edin. Bunu bir nev'i ispat kabul ediyoruz.
V - Âilemden koptum.
İ- Yâni, âileniz asildi, onlardan ayrıldınız. Sonra ARABACI oldunuz.
V- Evet.
İ- Peki, ANNA RASHIN de asil. Onlar âile dostunuz muydu?
V- Evet.
İ- Siz dilsizdiniz.
V- Evet. Biz afaroz ettik.
İ- Kimi?
V- Asâleti.
İ- Peki, bize hayâtınızla ilgili anlatmak istediğiniz başka birşey var mı?
V- Başka zaman TUŞKA ZODIAK'ı anlatırım.
İ- Acaba irtibâtımız devamlı olacak mı?
V- İnşaallah... Beni babamla barıştırmazsanız, evet.
İ- Demin belirttiğiniz sebepten dolayı mı?
V- Evet.
İ- Babanızın ismi neydi?
V- Bunu sorma.
İ- Bizim elimizde mi sizi onunla barıştırmak?
V- Onun hakkında konuşmak istemiyorum. Sormayın, yalvarırım!..
İ- Muhterem üstâdım, Âhıret'e intikal ettiğinize göre, böyle bir his duymamanız lâzım.
V- Ruhta kalan tortu geçmez. Tekrar Dünyâlı olsam bile!
İ- Yalnız ruhların tekâmülü için bu tortuların atılması gerek.
V- Sempati-Antipati meselesi... Kin biter ama, yerini antipati alır.
İ- Zihnen bir sual sormak istiyorum. Müsaade eder misiniz?
V- Hayır. Bâri sen açık ol!.. Şüpheni biliyorum.
İ- Şüphe değil. Babanızın bizim grubumuzla bir alâkası var mı?
V- ?
İ- Yâni, müphem bırakıyorsunuz.
V- Evet... Tahmin edebilir misin?
İ- Mâdem açık olmamı istediniz, bizim gruptan birisinin eskiden babanız olduğunu düşündüm.
V- Hayır.
İ- O zaman lûtfen açıklayın.
V- Başka zaman... Sen de düşün!
İ- Benim düşündüğüm doğru mu?
V-- ... Hayır.
İ- Bu görüşmelerde bize ne şekilde yardım edeceksiniz?
V- Kısmet ne ise, o olur.
İ- Yâni bu görüşmeler bilgi yönünden mi, ispat yönünden mi, fizikî tezâhür yönünden mi olacak?
V- Araştırdın ya!
İ- İspat yönünden mi?
V- Ben konuşmak ihtiyâcındayım.
İ- Öyleyse, ben sormıyayım, siz anlatın.
V- Başka zaman.
İ- Öyleyse, verecek başka bir şeyiniz yoksa, ayrılalım.
V- Evet.
İ- Sizinle irtibâta geçmek için bu durum iyi mi?
V- Evet.
İ- Dua edelim.

İşte böyle... ZODIAK'la ikinci görüşmemiz de enteresandı. Bilhassa ilk celsede verdiği isimlerin doğru çıkmış olması, bizi heyecanlandırmıştı.

Varlığın "Ruhta kalan tortu geçmez. Tekrar Dünyâlı olsam bile! Kin biter ama, yerini antipati alır" ifâdesi, bana neyi hatırlattı biliyor musunuz?
DE JAVU filmini!.. Sayfasına bir bakın isterseniz.

Yalnız İdâreci'nin kafasını kurcalayan bir soru vardı. İçine bir kurt düşmüştü. Piyasada meşhur Rus yazarların birçok kitabı vardı... Acaba celseye katılanlardan biri, özellikle Medyum, bu kitaplarda okuduğu isimleri, hatta bu hayat hikâyesini şuuraltından celsede veriyor, olabilir miydi?.. Kimsenin şuurlu bir şekilde fincanı iterek vermediğinden emindi. Gruptaki hiç kimse böyle bir aldatmaya, hileye sapacak kadar artniyetli değildi. Hepsi inanmış, meraklı kişilerdi... Ama şuuraltı bambaşka birşeydi!..

Ne İdâreci, ne de ben Rus yazarları okumadık... Hele ben ne zaman teşebbüs ettim ise, belki tercümeden olacak, isimler arasında kaybolup gittim. Filimlerini bile defalarca seyretmeme rağmen, aklımda kalmadı. Eğer aranızda bana bu konuda yardımcı olabilecek, Rusça bilen o kitapları okumuş olanlar varsa, lûtfen yazın. Şu YIZNA ZODIAK meselesini halledelim.

***

Varlık : Yizna Zodiak
Tarih : 12.6.1972
Usûl : Fincan
(Fincan yerine bardak)
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan, Neşe
Hâzirûn: Solmaz, İnci

Varlık- Selâm... Selâm... Selâm.
İdâreci- Aleyküm selâm, efendim. ALLAH râzı olsun. Bir arzunuz var mı?
V- ZODİAK sizleri selâmlar.
İ- Geçen geceki görüşmeden memnun kaldınız mı?
V- Evet.
(İdâreci bu sırada gelenin gerçekten ZODIAK olup olmadığını düşünmekteydi) ... Bendim.
İ- Neşe Hanım, "Beni masadan atacak mı?" diye endişeli.
V- Hayır... Hayır...
İ- TUŞKA ZODIAK'tan bahseder misiniz?
V- Başka zaman.
İ- Bu akşam ne hakkında görüşmek istiyorsunuz?
V- Neşe bizim lisâna yabancı değil.
İ- Neşe, elini çek!... Öyleyse, bize 1-2 Rusça kelime yazar mısınız?
V- Neden Neşe'yi çıkardın?
İ- Şuuraltı tesiri olmasın diye.
V- Hayır.
İ- Sâdece 1-2 kelime rica ediyoruz.
V- Ben açıklamasaydım, siz nereden bilecektiniz? O zaman inanacaktınız, değil mi?
Benim açıklamamın bile şüpheyi kaldırması lâzım. Çünkü burada kimse bilmiyordu ki.
İ- Evet, kimse Neşe'nin Rusça'ya ilgisini bilmiyordu, âilesi bile. Ama Neşe tam olarak inanmıyor.
Onun inanması için bunu yapsak? Yoksa biz şüphe etmiyoruz.
V- ......
İ- Üzüldünüz mü?
V- ...... Geçen defa sizlere yazdırdım.
İ- Evet, yazdırdınız ve doğru çıktı. Yine 1-2 kelime verir misiniz?
V- Bilmediğiniz için çok zor aldınız.
İ- Doğru, zor oldu ama, bu sefer bir tek kelime rica ediyoruz.
V- Hayır!.. İnanmazsa, mecbur değilim. Artık Türkçe konuşacağım.
İ- Peki. Bu gece bize anlatmak istediğiniz birşey var mı?
V- Hayır... Ömrümce şüphe edilmekten kurtulamadım. Bâri sizler ALLAH rızâsı için etmeyin!
İ- Zâten şüphe etmiyoruz... Bu gece hangi mevzuda görüşeceksiniz?
V- Üzgünüm.
İ- Bunu istedik diye mi üzüldünüz?
V- Evet.
İ- Özür dileriz.

Ayrıldı!... Celse İdârecisi gereksiz yere ısrar ederek Varlığı üzdü.

Gerek bu Dünyâ'da, gerekse Âhıret Âlemi'nde birinin kâlbini kırmak, incitmek, üzmek doğru değildir. Bundan kaçınmak gerekir.

***
Aynı gece, ikinci celse...

Varlık : Yaman Ziya Egeli
Tarih : 12.6.1972
Usûl : Fincan
(Fincan yerine bardak)
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan, Neşe
Hâzirûn : Solmaz İnci

- Varlık- ...... Selâm.
İdâreci- Aleyküm selâm, efendim. Bize isminizi yazdırır mısınız?
V- Zasız... Zasız...
İ- Doğru mu aldık?
V- Hayır... YAMAN...
İ- Soyadınızı da yazdırır mısınız?
V- EGELİ...
İ- Hangi târihte vefat ettiniz?
1952...
Kaç yaşında idiniz?
V- 18-19..
İ- Hangi şehirde yaşadınız?
V- İSTANBUL.
İ- Hayatta bir yakınınız var mı?
V- Evet.
İ- Bize en yakınınızı bildiriniz. V- BABAM.
İ- Onlara sizden bir haber iletelim mi?
V- Hayır.
İ- Neden vefat ettiniz?
V- KAZA...
İ- Ne kazası?
V- ARABA...
İ- Nerede oldu?
V- İSTANBUL...
İ- Hangi târihte, ay-gün olarak.
V- BABAM EKREM ŞERİF EGELİ...
İ- Haa, Profesör Doktor Egeli... Bizden bir isteğiniz var mı?
V- Hayır.
İ- Bizimle görüşmenizin bir sebebi olmalı.
V- Müsaade edildi.
İ- Bize hangi konuda yardımcı olabilirsiniz?
V- Katır ki bizi ülama zekayı yediniz.
İ- Anlaşılamadı, harfler karıştı.
V- ... ZİYA'yı...
İ- Haa, Ziya'yı yedik mi, demek istiyorsunuz?
V- Evet.
İ- Yaman Ziya Egeli... Bize yardım edebilecek misiniz?
V- Belki.
İ- Ne şekilde?
V- Babam adam olamadı!... Çocukları harcamasın!
İ- Çocuklarla neyi kastettiniz? Talebelerini mi?
V- Evet.
İ- Sizinle görüştüğümüzü kendisine nasıl ispat edebiliriz?
V- Lûzum yok!
İ- Bundan bahsetmiyelim mi?
V- Siyâset susmanızı icâbettirir.
İ- Bize öyle birşey verin ki, ilerde babanıza sizinle irtibat kurduğumuzu gösterebilelim.
V- Gene görüşeceğiz.
İ- Burada Medyum olarak kimden istifâde ettiniz?
V- TALEBEDEN...
İ- Neşe'den... Sizinle görüşmek istediğimiz zaman onun bulunması şart mı?
V- Evet.
İ- Hangi okulda talebeydiniz?
V- FAKÜLTEDE.
İ- Hangi fakültede?
V- TIP...
İ- Bize ölümden sonra ne duyduğunuzu anlatır mısınız?
V- Her ölen ne duyuyorsa onu.
İ- İşte biz de onu öğrenmek istiyoruz. Ne duyuyor?
V- Beyhan Abla uyuduğu zaman vermişlerdi. Öğrenmek isterseniz, uyutun, verecekler.
İ- Şimdi epey geç oldu. Bunu gelecek çalışmada yapalım. Şimdi bitirelim.
V- Bitti ya!.. Siz nasıl isterseniz... Fincan burada tamam.
İ- Peki. Dua edelim.

Bu YAMAN dostumuzla bir kaç celsemiz daha oldu. Kendi tanınmış bir tıp profesörü olan Ekrem Şerif Egeli'nin oğlu imiş gerçekten. .. Genç yaşta bir trafik kazâsında ölmüş.

Babası Ekrem Şerif Egeli 1902 yılında, Bandırma'da doğmuştur. İlk, orta, lise tahsilinden sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'den mezun oldu. Asistanlığını ve uzmanlığını Gülhane Hastanesi'nde yaptı, sonra Ankara Merkez Hastanesi'nde dâhiliye şefliği, İstanbul Tıp Fakültesi'nde iç hastalıkları doçentliği, profesörlüğü, ordinaryüs profesörlüğü aldı. Aynı fakültenin dekanlığı, Yüksek Sağlık Şûrası üyeliği ve İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü de yapmıştır. "Kâlp ve Damar Hastalıkları" (1948) ve "Klinikten Notlar" (1957) adlı eserleri vardır. 27 Mayıs 1960 İhtilâli'nin ardından kurulan askerî yönetiminin Ekim 1960'ta üniversitelerden ihraç ettiği 147 öğretim üyesinden biridir. 1980'de vefat etmiştir.

İnternet'te Prof. Dr. Ekrem Şerif Egeli'nin âilesi, şahsiyeti hakkında önce fazla bilgi bulamadık. Bir tek İstanbul Üniversitesi'nde Eskilerden Bildiklerim ve Hatırladıklarım, sf. 211'de şu bilgiyi rastladık:

- "İç Hastalıkları Kliniği'nin kürsü başkanı ise Ord. Prof.Dr. Ekrem Şerif Egeli idi. Sık sık idârî görevlerde bulunur, Dekan veya Rektör olurdu. Ekrem Şerif Bey her zaman bakımlı ve şık giyinen, rengi biraz da maviye çalan kır saçları düzenli taranmış bir hocamızdı (galiba saçlarına hafiften renk veren bir şey kullanıyordu) ve dersini zevkle dinlediğimi hatırlarım. Ekrem Şerif Bey ve Müfide Hanım bize ancak son sınıflara yaklaştığımızda derse gelmişlerdi. Ekrem Şerif Bey hiç belli etmezdi ama yaşamında çok üzücü, sarsıntılı olaylar vardı. Onun tek çocuğu olan Yaman Egeli 1952 yılında Tıp Fakültesi nin son sınıfında iken, bir otomobil kazasında yaşamını yitirmişti. Gece arkadaşlarıyla Boğaz da otomobili ile giderken, Yeniköy de virajı dönemeyip, denize uçmuşlar, Yaman ve bir arkadaşı ölmüştü. Bu olay Ekrem Bey ile eşini çok sarsmıştı ve eşi o zamandan beri epey problemler yaşamıştı. Ölüm olayından sonra Ekrem Şerif Bey, tıp öğrencileri için bir ödül başlatmıştı. 'Yaman Mükâfatı' denilen bu ödül Tıp Fakültesi'nde en yüksek notları almış, ayrıca sosyal çalışmalarda da bulunmuş öğrenciye fakülte bitiminde verilirdi. "

Demek ki kendini bize YAMAN diye tanıtan Varlık, gerçekten Yaman Ziya Egeli... Tıp Fakültesi öğrencisi iken bir araba kazâsında vefat etmiş. Hem iyi huylu, hem de çok yakışıklı bir genç olduğu için dönemin kızları arkasından çok gözyaşı dökmüş. Gazete haberleri onunla doluymuş. Bunu da Celse târihinde 30-35 yaşında olan hanımlardan öğrendik. Babası Ekrem Şerif, tek çocuğu için "Bir YAMAN Vardı" diye mersiye yazmış...

Bir de anekdot bulduk:

- Amerikan Hastanesi'nde bir cumartesi sabahı konsültasyonumuzu yaparken Ekrem Şerif (Egeli) Hoca, hastanın yakınlarını çağırdı.
Hastanın tedâvilere oldukça iyi yanıt verdiğini, kendisinin hastadan umutlu olduğunu söyledi.Hastanın oğlu sordu:

- ‘‘Hocam, bizden sakladığınız bir şey yok değil mi?’’ Hoca kızdı,

- ‘‘Bak, hasta birkaç günlük ömrü kalmış gibi bir durumda olsa, yâni yakın zaman içinde bir tehlike söz konusu olsa,
ben sana söylemez miyim? İçin rahat olsun’’ dedi.

Pazartesi sabahı gazetemi okuyorum: Bugün öğlen namazını müteakip... Hoca yetişememişti cenâzeye!... Hasta ölmüş gitmiş!

Yaman Egeli adına yapılmış bir okul var, ama ilokul mu, ortaokul mu, anlıyamadık. İkisine de aynı adresi vermişler. Belki de aynı binâda ikisi birden vardır: Paşabayır Mahallesi, Paşa Sokak, No:34, Bandırma...

Yaman Egeli'nin anlaşılmaz gibi görünen ifâdeleri hayâtıyla ilgili. Meselâ babası çok maddiyâta düşkünmüş. Beş lira eksiği olan hastayı, "Git, beş lira bul da gel!" diye kapıdan çevirirmiş. Bu durum oğlunu fazlaca rahatsız edermiş.

Neyse... Gıybete dalmayalım.

Varlık, "1952 yılında... 18-19 yaşında.... " öldüğünü söylemiş ama, Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi ise 24-25 yaşlarında olması gerek... Ancak hatırlamaması, karıştırması mümkün... Bizi araştırmaya sevketmek için de öyle vermiş olabilir.

İrtibat için "Müsaade edildi" demesi son derece mantıklı. Daha önce belirttiğimiz şekilde Âhıret Âlemi'nde EMİR VERENLER - EMİR ALANLAR, HİZMET EDENLER - HİZMET EDİLENLER olduğu gibi İZİN VERENLER - İZİN ALANLAR da var. Zâten herşey izne tâbi!..

***

Varlık : Yizna Zodiak
Tarih : 17.6.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Beyhan, Neşe
Hâzirûn: Abdullah, İnci, Solmaz

Varlık- St. Petersburg'dan sevgiler!..
İdâreci- ALLAH râzı olsun, efendim. Nur içinde yatınız.
V- Âmen.
İ- Böyle bir şehir var mı?
V- Evet.
İ- Bu akşam bize vermek istediğiniz birşey var mı?
V- Konuşmak ne güzel!..
İ- Peki, konuşacağımız konuyu siz seçin.
V- İzin gizliyor...
İ- Anlaşılmadı.
V- ... i....
İ- Haa, izini gizliyor... Peki, kim gizliyor?
V- Ahmet...
İ- Bizim Ahmet Bey mi? Gelmek istemiyor mu?
V- İstiyor...
İ- Ama izini gizliyor.
V- İşi icâbı...
İ- ??? İşi icâbı gelemiyor. Buraya gelişini mi gizliyor? Neden?
V- Siyâsî.
İ- Bizim Ahmet Bey Emniyet'ten mi?
V- Evet.
İ- ??? Bizim buraya gelişinin işiyle ilgisi var mı?
V- Hayır.
İ- Ne zaman gelecek?
V- Yakında.
İ- Bunu kendisine bildirmiyelim, değil mi?
V- Evet.
İ- Peki, başka söylemek istediğiniz var mı?
V- Zifiri bitiyor.
İ- Neyin?
V- Memleketin.
İ- Şimdi kiminle görüşüyoruz?
V- ZODIAK..
İ- Peki, memleketin durumu, sonunda nasıl olacak?
V- İyi olur inşaallah.
İ- Yâni, bununla "karanlıktan kurtuluyor" mu demek istediniz?
V- Evet.
İ- Seçimler yakın mı, dostum?
V- Hayır.
İ- Ânî bir değişiklik olacak mı?
V- Şimdilik hayır.
İ- Peki, dostum. Sizi daha fazla yormıyalım.
V- Memnun musunuz?
İ- Çok şükür... Sizden sonra görüşeceğimiz biri var mı?
V- Evet...
İ- Peki, müsaadenizle ayrılalım... Dua edelim.

Bu celsede kuşku uyandırıcı bir kaç husus var. Ahmet dostumuz bir Devlet memuru idi. Yeni tanışmıştık ama, onun Emniyet'le, MİT'le falan alâkası yoktu, bildiğimiz kadarıyla... Daha sonra kendisine sorduğumuzda, bu iddiaya çok şaşırdı. Varlık böyle bir iddiayı herhalde ilgi çekmek, heyecan yaratmak için ortaya atmıştı... Sonra hiç görevi olmamasına rağmen memleketin siyâsî durumu hakkında bilgi vermeye kalktı. Ama bu da haddini aşmaktan öte bir şey değildi. Bir aldatma ve tehlikeli bir durum yaratmadı. YIZNA ZODIAK vasat, sıradan bir Varlık idi. Zâten kendisinden üstün bilgiler falan beklediğimiz yoktu.

Rusya hakkında o kadar az bilgimiz vardı ki, St Petersburg'un bir şehir olduğunu bile bilmiyorduk!.. Rus Çarı büyük Petro tarafından 1703'de kurulan St. Petersburg sonradan Petrorad adını almış... 1924'de adı Leningrad olmuş... Ta 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar bu adla tanınmış, sonra tekrar St. Petersburg olmuş... Celse târihinde bu ad ancak Rus romanlarında olabilirdi. Biz bilmiyorduk.

***

Aynı gece, ikinci çalışma...

Varlık : Yaman
Tarih : 17.6.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Beyhan, Neşe
Hâzirûn: Abdullah, İnci, Solmaz

Varlık- Selâm... Selâm...
İdâreci- Kendinizi tanıtır mısınız?
V- YAMAN...
İ- ALLAH râzı olsun, efendim. Bir arzunuz var mı?
V- B... Selâm... Çok anlaşmak... Selâm... Selâm..
İ- Anlıyamadık. Bizimle anlaşmak mı istiyorsunuz?
V- Evet.
İ- Masanın bu hâlinden memnun musunuz?
V- Evet.
İ- Bize vermek istediğiniz birşey var mı?
V- Çıtmalı... Çıtmalı...
İ- Karışıyor... Kim çıkmalı?
V- Beyhan...
(Beyhan Hanım fincandan elini çekip masadan ayrıldı)
İ- Peki, şimdi memnun musunuz?
V- Evet... Bu yamçu... Çok sev...
İ- Karışıyor.
V- Bitemez...
İ- Ne bitemez?
V- Hüsan Fırlaması.
İ- Hasan mı demek istediniz? Nedir?
V- Dimelik Ükelâsı!
İ- Doğru mu aldık?
V- Evet.
İ- Bu soyadı mı?
V- Evet.
İ- Hasan Dimelik mi?
V- Evet.
İ- Kimdir bu?
V- Çilingir.
İ- Babanız tanır mı?
V- Hayır.
İ- Efendim, bu arabadaki kişi miydi?
V- Hayır... Yen ... Volantı... Rülak...
İ- Gene karıştı...
(Varlık sinirli) ...
V- Ayarını bozmuş...
İ- Haa, şimdi anlaşıldı. Volantı ayarını bozmuş.
(Zihnen: Arabadaki)
V- Açıkla!
İ- Efendim, siz arabada yalnız değildiniz, değil mi?
V- Evet.
İ- Bu zat değil mi o?
V- Hayır.
İ- Sizinle münâsebeti nedir?
V- Ükâlâ.
İ- Yâni, ükâlâlık edip volanti ayarını mı bozmuş?
V- Evet.
İ- "Bu hangi volanti ayarı?" diye soruyorlar. Tekerlek mi?
V- Hayır.
İ- Direksiyon mu?
V- Evet... DENİZE UÇTUK!..

Burada biraz durup bir açıklama yapmamız gerek... Celse İdârecisi hiç otomobilden anlamaz!.. Hiç marka bilmez, Plâka tanımaz. Ehliyeti bile yoktur. İşin kötüsü avrada da arabadan anlayan pek kimse yoktu. Öyle yarım yamalak bilgiler verdiler. Sonradan öğrendik: "Volan Ayârı" varmış, "Volant Dişlisi", "Volant Ârızası" varmış, "Rölanti Ayârı" varmış... Biz çıkamadık içinden... Ama anladık ki, bu Hasan denen kişi Yaman'ın bindiği aracın direksiyon volan ayarı ile oynamış, o yüzden denize uçmuşlar!.. Bu açıklama ile Yaman'ın nasıl öldüğünü kendinden dinlemiş olduk. Onun kusuru değil!.. Devam edelim:


V- Evet... DENİZE UÇTUK!..
İ-- Evet, ben bunu biliyordum. Sorup öğrenmiştim. Nereden geliyordunuz?
V- DOLMABAHÇE...
İ- Evet, maçtan, değil mi?
V- Evet.
İ- Arkadaşınızın adını verir misiniz?
V- Hayır... İsimi eğle hadi.
İ- Gene karıştı. Çocuğun adı ne?
V- Hayır. Fikri ak eyle!
İ- Ben şüphe ettiğimden değil. Birşeyler ispat edebilmek için böyle davranıyorum.
V- Mezarıma gelsin!
İ- Neşe mi? Nerededir yeri?
V- Eniştesinin mezarına yakın.
İ- "Osman Enişte mi?" diyorlar.
V- Evet.
Neşe- Haa, ben böyle birşey hatırlıyorum.
V- Üstünde durmadınız ki!..
İ- Biraz daha târif eder misiniz?
V- Yanımda dadım yatıyor... Benim acıma dayanamadı... Taşında da yazar.
İ- Efendim, siz Tıp Fakültesi, son sınıf öğrencisi imişsiniz. Doğru mu?
V- Evet.
İ- Geçen defa "18 yaşındaydım" dediniz de.
V- Okula gittiğim yıl... Başlangıç yaşım...
İ- Haa, ben soruyu yanlış sormuşum... Kaç yaşında vefat ettiniz?
V- 24.
İ- Öyleyse Fakülte'ye 1952'de girdiniz.
V- Evet.
İ- Hangi sene vefat ettiniz?
V- 1958... Aşağı yukarı...
İ- Bize mezarınızın parselini verir misiniz?
V- Hayır... Halanla veya oğlunla gel!
İ- Peki, efendim. Çok teşekkür ederiz. Bir arzunuz, isteğiniz var mı?
Abdullah Bey- Biz gittik oraya.
Beyhan Hanım - Ben gitmedim.
V- Hayır.
İ- Tekrar görüşecek miyiz?
V- Evet. Neşe geldikten sonra görüşeceğiz.
İ- Müsaadenizle ayrılalım.
V- Evet... Selâm...

Celse İdârecisi o târihte bir araştırma yapmış, bir takım bilgiler elde etmişti. Bunlar celsede doğrulandı. Yalnız Varlık, başta da, sona doğru da, bilhassa dadısından bahsedince heyecanlandı, teşevvüşe girdi. Bilgiler karıştı...

Bu arada, Celse İdârecisi'nin ispat peşinde koşması yadırganabilir. Maksadı Varlığın doğru bilgi verip vermediğini tesbit etmek idi.

Aradan bunca yıl geçtiği için, ne gibi bir araştırma yaptığımızı hatırlamıyorum. Mezarına gidildi mi, onu da hatırlamıyorum. Kayıtlarımdan birşeyler tesbit edersem, ekliyeceğim.

Özellikle fincan celselerinde, fincana parmak koyanlardan birinin ihtizazları, yâni titreşimleri Varlığınkiler ile uyuşmazsa, veya o kişinin aklı başka yerlerde ise, masadan çıkarırlar. Böyle durumlar Enis Behiç Koryürek celselerinde de olmuştur. Çıkarılan kişinin bundan alınmaması gerekir.

***

Varlık : Yizna Zodiak
Tarih : 20.6.1972
Usûl : Fincan
(fincan yerine bardak)
İştirakçiler: Abdullah, Beyhan, Ergül, Selma, Ahmed

Hatırlıyacaksınız, bir celsede Zodiak, Ahmed dostumuza "Emniyet'ten" demişti. Çünkü her toplantıya gelemiyor, mâzeret te beyân etmiyordu. Varlığın Ahmed Bey'e takıldığını sonradan anladık. Ama doğrusu, bir süre Ahmed Bey'den çekinmiştik. Varlık bizi işletmiş oldu. Bu celsede de takılıyor.

Varlık- Selâm.
İdâreci- Hoş geldiniz. Bir arzunuz var mı?
V- Hayır.
İ- Kendinizi tanıtır mısınız?
V/ ZODIAK...
İ- Vermek istediğiniz birşey var mı?
V- Evet... Hoş geldin masanın komseri.
İ- Kime dediniz?
V- Ahmed.
İ- Bu söylediğiniz geçen seferki ile mi ilgili?
V- Evet. O herkese gizli polis gibi yardım etmeyi seviyor.
İ- Gizli mi yardım etmeyi seviyor?
V- Evet... Çok mutlu oluyor... Senin DUŞKA nasıl?
İ- DUŞKA'dan kasıt ne?
V- RUSÇA bir kelime...
İ- Mânâsı nedir?
V- Sorun, öğrenin.
İ- Bunu kime söylemiştiniz?
V- Hemşerime.
İ- Kimdir hemşeriniz?
V- Bir dahaki sefere.
İ- Bize vermek istediğiniz birşeyler vardı, daha evvelce. Onları lûtfeder misiniz?
V- Hayır. ........
(Uzun bekleyiş) ................
İ- Kafaları yokluyor.
V- Evet... Ben geçen gün aynı şeyi söyledim. Rahat bir veriş olmuyor. Devamlı sinyal veriyorsunuz.
İ- Efendim, hiçbir şey düşünmeyelim.
V- Evet.
İ- Söylemek istediğiniz bir şey var mı?
V-
.... (karışık harfler) ....
İ- Anlaşılamadı. Görüşmeye devam edecek misiniz?
V- Hayır.
İ- Kafasından birşey geçiren mi var?
V- Evet. Ergül... İnci...
İ- Peki, ayrılalım.... Dua edelim.

Gerçekten de celse sonunda sorduğumuzda Ergül Bey'in ve İnci Hanım'ın sürekli birşeyler düşündüğü ortaya çıktı. Kafalar boşalmadan celse olmaz!..

Bu son cümle bana rahmetli Gazanfer Özcan'ın "Ben Çağırmadım" adlı komedisini hatırlattı. Aslında o eser bir dram filmidir. Orada ruh çağırırlar. Gazanfer Özcan eseri almış, evirmiş çevirmiş, nefis bir komedi çıkarmıştı ondan... Medyum "zihninizi boşaltın" deyince, rahmetl Gazanfer Özcan çöp tenekesi boşaltır gibi kafasını iki yöne sallamış, seyirciden büyük bir kahkaha kopmuştu.

DUŞKA veya DOŞKA "tatlım, sevgilim" demek... Ergül'e müslüman olmuş yabancı kökenli hanımı soruluyor. Yâni Varlık ona da takılıyor.

***

Varlık : Yızna Zodiak
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 23.6.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: (Selma, Bahri), Beyhan. Ergül,

Celseye başlandığında önce hep karışık harfler alındı.

İdâreci- Masada bir değişiklik ister misiniz?
Varlık- Evet.
İ- Çıkmasını istediğiniz var mı?
V- Evet.
İ- Peki, numara vereyim, siz ona göre söyleyin.
V- 4... 3.... 1
(Bahri, Selma, Ruhi)
İ- Kimleri almak istiyorsunuz? Gene numara vereyim.
V- ... 3.... 5...
(Beyhan, Ergül)
İ- Peki, efendim... Şimdiki durumdan memnun musunuz?
V- Evet.
İ- Başka arzunuz var mı?
V- Hayır.
İ- İsminizi verir misiniz?
V- Sevgiler... Sevgiler... Sevgili dostlar!
İ- Kiminle görüşüyoruz?
V- YIZNA...
İ- ALLAH râzı olsun, dostum. Nur içinde yatınız. Söylemek istediğiniz birşey var mı?
V- Mukaddes suya değer vermediniz. Ziyan oldu! Ben HEMŞERİM için almıştım.
İ- Evet. Hata ettik... Bunu düzeltmek için yapabileceğimiz birşey var mı?
V- Bilemem... HEMŞERİM HASTA.
İ- Kimi kastettiniz?
V-RUSYALI'YI.
İ- Bu bizden biri mi?
V- ERGÜN...
(Aslı ERGÜL)
İ- ??? Anlıyamadık. Neden "Rusyalı" dediniz?
V- KIRIMLI...
İ- Haa!... Öyle mi?... Annesi KIRIMLI imiş. Yardım için yapılacak birşey var mı?
V- Suyu ziyan ettiniz! Sözüme değer vermediniz!
İ- Özür dileriz. Acaba tekrarlamak imkânı var mı?
V- Bilemem!... BÜYÜK İVAN GÜNÜ geçti.
İ- Bu 16 Haziran mıydı?
V- 14...
İ- Başka bir şekilde yardım edemez miyiz?
V- Bilemem!... Çok üzgünüm.
İ- Su için mi?
V- Evet...
İ- Tekrar özür dileriz... Bizi affettiniz mi?
V- Dargın değilim... Üzgünüm.
İ- Peki, bu akşam bize ne vereceksiniz?
V- Vakit yok... Çünkü dağıldınız... Uyuyanlar var.
İ- Evet...
(uyuklayana) Git yat!..
V- Abdullah ta!
Abdullah Bey- Üstât durumumuzu biliyor.
İ- O zaman son olarak bir diyeceğiniz var mı?
V- Başka zaman.
İ- Peki, öyleyse... Dua edelim.

Burada duralım... Şimdi tam hatırlamıyorum ama, Yızna Zodiak bizimle uyuyan bir Medyum vâsıtasıyla da irtibata geçiyordu. bir süre önce de bize "okunmuş bir su" tavsiye etmişti. Sanırım, bir bardak su getirtmiş, sonra bunun " okunmuş" olduğunu söylemişti. Pek ciddiye almadıydık... Bu onu çok üzmüşe benziyor. Ancak dediği gibi, Ergül Bey bize ruhî rahatsızlığı sebebiyle gelmişti. Meğer o "okunmuş su" ona iyi gelecekmiş. Öyle imâ ediyor Varlık... Bir de BÜYÜK İVAN GÜNÜ'nden bahsediyor. Aradık, taradık, 14 Haziran'da Ruslar için kutsal bir gün bulamadık. Ama BÜYÜK İVAN'ı bulduk.

BÜYÜK İVAN lâkaplı İvan Vasilyeviç, 1462-1505 arasında Moskova büyük prensi. Rus topraklarının önemli bölümünü yönetimi altında toplamış, Ukrayna'nın bir bölümünü Polonya-Litvanya'dan geri almış, Altın Orda Devleti'nin egemenliğinden kurtularak merkezi bir Rus devletinin temellerini atmıştır. Rusya târihindeki en uzun süre tahtta kalan hükümdarlardan biridir... TÜRKLER'ie de lişkisi önemli olduğu için hayâtını anlatmaya karar verdik.

III. İvan, Moskova Büyük Prensi olan babası II. Vasili'nin (Kör Vasili) yandaşları ile, onlara başkaldıran amcaları arasındaki iç savaşın doruk noktasına ulaştığı sıralarda, 22 Ocak 1440'de doğdu. Vasili 1446'da kuzeni tarafından tutuklatılarak kör edildikten sonra İvan bir süre manastırda gizlendi. Ardından güvenli bir yere kaçırıldı, ama aynı yıl babasını elinde tutanlara geri verildi. Vasili'nin kısa bir süre sonra serbest kalmasının ardından Tver Büyük Prensi'nin kızıyla nişanlandı; bu nişan 1452'de evlilikle sonuçlandı. Vasili'nin hükümdarlığının son yıllarında, iç düşmanların kalıntılarıyla savaşmak üzere kuzeye gönderilen birliklerin komutanlığına, kâğıt üzerinde 12 yaşındaki İvan getirildi. 18 yaşında da güneydeki Cengiz Han soyundan gelen hükümdarların yönettiği ALTINORDU DEVLETİ'nin karşı düzenlenen bir seferi yönetti.

ALTINORDU DEVLETİ

Vasili'nin 27 Mart 1462'de ölmesi üzerine onun yerine geçti.

İvan'ın hükümdarlığının ilk yıllarıyla ilgili çok bilgi yoktur. Doğu komşusu, yine Cengiz Han torunlarının idâresindeki KAZAN HANLIĞI'na karşı genellikle başarıyla sonuçlanan birkaç küçük akın dışında, yönetimin işleriyle ilgilendi.

KAZAN HANLIĞI

Çocuk yaşta evlendiği karısı 1467'de ona tek oğul bırakarak (bir olasılıkla zehirlenerek) öldü ve hânedânın sürekliliğini güvence altına almak için, yeni bir evlilik gereği doğdu. O târihlerde OSMANLI Hükümdârı, İSTANBUL'u fethetmiş olan FÂTİH SULTAN MEHMET HAN idi. Kardinal Bessarion 1469'da Roma'dan getirdiği bir mektupla İvan'a, son Bizans İmparatoru'nun yeğeni ve vesâyeti altındaki öğrencisi Zoe Palailogos'la evlenmesini önerdi. Zoe Moskova'ya gelerek Sofiya adını aldı ve büyük olasılıkla Ortodoksluğu benimsedi; üç yıl sonra da Kremlin'de İvan'la evlendi. Bu olay Üçüncü Roma, MOSKOVA görüşünü pekiştirdi. (Birincisi ROMA, ikincisi KONSTANTİNOPOLİS (İSTANBUL)

İvan tahta çıktığı sırada büyük Rus topraklarının büyük bölümü henüz Moskova'nın denetiminde değildi. Ukrayna'nın tümü ve Yukarı Oka toprakları Polonya-Litvanya birliğinin egemenliği altındaydı. İvan'ın prensliği de kâğıt üzerinde bile olsa, Altınorordu Devleti'ne bağlıydı. İvan, 1467-1469 arasında bir dizi saldırıyla doğuda Kazan Hanlığını geçici bir süre için etkisiz bir hale getirdi. Litvanya büyük dükü Kazimierz IV. Jagellon ile ittifak kuran Novgorod Cumhuriyeti'ni ve buraya bağlı geniş toprakları ele geçirmeye çalıştı (1471). Novgorod'a birkaç kez saldırdı ve 1478'de egemenliğini resmen kabul ettirdi. Novgorod'a bağlı kilise topraklarının büyük bölümüne el koydu, kolonilerini ilhak etti ve yerli halkın yerine kendi topraklarından getirttiği güvenilir adamları yerleştirdi. 1489'a gelindiğinde Novgorod, İvan'a karşı koyabilecek gücü bütünüyle yitirmişti.

Bağımsız kalabilmiş Rus topraklarından Yaroslavl ve Rostov da anlaşmalar yoluyla sırasıyla 1463 ve 1474'te ilhak edildi. Zayıf bir direnme gösteren Tver 1485'te Moskova'ya sessizce teslim oldu. Yalnızca Ryazan ve Pskov, gurur kırıcı biçimde Moskova'ya boyun eğerek bağımsızlıklarını koruyabildiler.

İvan, Altın Orda Hanı Seyyid Ahmed'in Polonya-Litvanya'yla kurduğu dostluğu dengelemek üzere KIRIM Hanı Mengli Giray'la güçlü bir ittifak kurdu.

KIRIM HANLIĞI

1480'de İvan'ın zaferiyle sonuçlanan Ugra Savaşı'ndan sonra Ahmed güçlerini Rusya t opraklarından çekti. Ahmed'in oğulları, 1502'de kesin bir yenilgiye uğrayıncaya değin Kırım ve Moskova için bir tehlike oluşturdular. Ama İvan 1480'den sonra Han'ın vasılı olmaktan çıkmış ve Avrupa diplomasisinde bağımsız bir hükümdar olarak kabul görmüştü.

1502'de, Altın Orda Devleti'nin yıkılmasından sonra İvan, Tüm Rusya'nın Hükümdarı (Gosudar vsey Rusi) unvanı taşıyabilecek duruma geldi.

Esneklik ve diplomasi yoluyla hükümdarlığının sonuna değin Mengli ile dostluğunu sürdürmeyi, Kazan Hanlığı'yla ilişkilerinde ciddi bir sorun çıkarmamayı başardı. İvan'ın yönetimi sırasında ustalıkla tarafsızlaştırılan Kazan Hanlığı, Moskova'nın vesâyetinden kurtulma çabasına girişti.

İvan'ın son yıllarında Litvanya'ya karşı yürütülen savaş umduğu gibi başarılı olmadı. Güney Rusya prensleri onun hizmetine girmek için Litvanya Büyük Dükü'nü terk ettiler. 1487-1494 ve 1500-1503 savaşlarından sonra, Alexander Jagellon aracılığıyla, ona katılmış olan 19 kent ve 70 arâziyi kendine bağlattı. Bunlara rağmen, Ukrayna'nın büyük bölümü hâlâ düşmanlarının elinde kaldı.

Sonra Moskova Prensliği'nin gücünü Batı Avrupa saraylarına kanıtlamaya girişti. III. İvan, 1480'de hayatta olmayan büyük ağabeyinin topraklarına el koyunca, iki ağabeyi Andrey ve Boris'in başkaldırması tehlikesiyle karşılaştı. Andrey ve Boris batı sınırlarına saldırdılarsa da, sonunda geri dönerek İvan'ın üstünlüğünü ve ele geçirdiği topraklar üzerindeki egemenliğini kabul etmek zorunda kaldılar.

İvan'ın ilk karısından olan büyük oğlu 1490'da öldü. Bu durumda vâris olarak, 1483'te doğan oğlu Dimitri ile Sofiya'dan 1479'da doğan oğlu Vasili kaldı. İvan 7 yıllık bir kararsızlıktan sonra 1497'de Dimitri'yi vâris ilân etti. Sofiya, kendi oğlunun ardıllığını sağlamak için kocasına karşı bir ayaklanma hazırlığına giriştiyse de, bu komplo kısa sürede ortaya çıkarıldı. İvan 1498'de Dimitri'ye büyük prens olarak taç giydirdi.

1500'de Vasili yeniden ayaklanarak Litvanyalılar'a sığındı. İvan ödün vermek zorunda kaldı; Litvanya'yla savaşın bu aşamasında, karısını ve oğlunu bütünüyle karşısına alamazdı. 1502'de Vasili'yi veliaht yaptı ve Dimitri ile annesi Yelena'yı hapsetti.

İvan'ın iç politikası, kendine bağlı prenslerden topraklarını ve yetkilerini alarak yönetimi merkezileştirmeye dayanıyordu. Boyarlar, yâni toprak ağaları da büyük ölçüde yetkisizleştirilmiş ve ihânetinden kuşku duyulanlar öldürülmüştü. Boyarlara yaşam boyu aynı prense hizmet etme zorunluluğunu kabul ettirdi. Bu dönemde, büyük prensin hizmetkârlarına, sâdık çalışmaları koşuluyla yaşamboyu toprak mülkiyeti hakkının verildiği "pomestie sistemi" ortaya çıktı; "Dvoryanin" adında yeni bir hizmet sınıfı örgütledi ve bunlara mülk (pomestiye) bağışladı.

III. İvan, "otokrat (Samoderjet)" ünvânını aldı ve saray teşrifatını karmaşık kurallara bağladı. Kaleme aldırdığı 1497 târihli "Sudebnik Yasası"yla, borcu olmayan köylülerin yalnızca "Yuriyev Den Yortusu'nda topraklarını terk edebileceklerini ilân etti. Kilisenin elindeki topraklara el konmasına ilişkin tasarıları 1503 Konseyi'nde engellendi. İvan 1505 sonbaharında öldü ki, II. Bayezid Han dönemine denk gelir. Nedense, Fâtih Sultan Mehmet de, II. Bayezid de Rusya'daki bu gelişmelerle ilgilenmemişlerdir. Fâtih'in vakit ve imkân bulamadığı ortadadır. Ama II. Bayezid'inki ihmâl gibi görünür. Zâten o değil mi, 1492'de Endülüs'te Müslüman katliamına da müdâhale etmeyen???

***

Daha önce de dediğimiz gibi, NEYZEN TEVFİK merhum, bizi çok sever, sık sık.değişik usûllerle irtibata geçer. Masa ile dahi!...

Ama çok ta küfür eder!.. Aşağıdaki celseyi bu anlayışla değerlendirmenizi istiyoruz. Küfürler elbette ki bizden değil, NEYZEN ÜSTAT'tandır.

Varlık : NEYZEN TEVFİK
Tarih : 23.6.1972
Usûl : Fincan
(Aslında parmaklar rahat etsin diye büyük cam su bardağı konmuştu.)
İştirakçiler: Abdullah , Beyhan
Hâzirûn: İnci , Solmaz , Ergun , Selma , Zehra , Bahri .

Varlık- Selâm.
İdâreci- Aleyküm selâm, efendim. Hoş geldiniz. Bir arzunuz var mı?
V- Boklar!..
İ- İsminizi verir misiniz?
V- Çomaklama!
İ- Bunu açıklayın lûtfen.
V- Göreyim senin boyunu,
Çomaklarsan bokunu.
İ- Efendim, sizinle görüşmelerimizin faydalı olması için bir tavsiyeniz var mı?
V- İzinsiz bok yenmez!
İ- Yalnız biz sizden istifade etmek istiyoruz.
V- İnşaallah.
İ- Bu akşam vermek istediğiniz var mı?
V- İçkiyi kıçından içenin sonu
Gene kıçından çıkarır onu!
İ- Kime verdiniz bunu? Genel mi?
V- Hayır.
İ- Benim düşündüğüm mü? (Zihnen: sarhoş gelen Ergun Bey)
V- Evet.
Dinlese eğer bunu
İyi olur bokun sonu!..
Beyhan- Bundan kasıt İdâreci mi?
V- Evet.
İ- Başka hitap etmek istediğiniz var mı?
V- Gırtlağına kadar bok dolu,
Sanki bir ayakyolu!..
Bu kimin için?
V- Bahri.
İ- Meşgûliyeti çok, onun için mi?
V- Evet.
i- Tavsiyeniz var mı kendisine?
V- Evet...
Başladığı işi bitirmeyene ne denir?
Arkasından bok yenir!..
İ- Sema Hanım için bir şey söyler misiniz?
V- Kâbesini inşa ediyor bokla,
İşin yoksa git gel, çomakla!
İ- Efendim, bunlardan sonra sizin esas meşrebinize uygun, bizim tekâmülümüze yarayacak bilgiler verir misiniz?
V- Boşuna mı geçiyor sanırsın zaman?
İ- Hayır, efendim. Noksanlarımıza, hatâlarımıza işâret ettiğinizi anlıyoruz.
Ama sizin ruh zenginliğinizi ifâde eden görüşmeleri de istiyoruz. Siz zâten bunun ikisini bir arada yaparsınız dâima.
V- Hep mecazlı mı olmalı?.. Bu akşam mecaz yok.
İ- Peki, efendim. O zaman sizden bekliyoruz.
V- Dinleyelim çalan neyi
İçelim gönülden meyi
(teypten ney çalınmaktadır. 5 dakika ney dinlenir.)
İ- Artık ayrılalım mı, efendim?
V- Dinlesene, ulan!..
(Tam bu sırada teypte Neyzen Tevfik'in neyle yaptığı taksim çalmakta idi.)

Gönülden gönüle mey akar gider,
Dem biter, gam biter, ömür de biter!
O dünyâda hep yalan!
O yalan, bu yalan, ağzında yalan,
Bundaki mecâzı bulursan eğer,
Var sen de bir parça oyalan!..

İ- Teşekkür ederiz, üstâdım. Ergun Bey'in sıhhatiyle ilgili bir şey verir misiniz?
V- Muntazam gelsin.
İçindeki kurdu atsın,
Arşınla yatıp., kulaçla kalksın!
İ- Sabahları hiç iyi kalkamıyormuş. Bunun için bir şey söyler misiniz?
(Ergun gelip bardağa parmak koydu. Birşey yazılmadı.
Ancak bu esnâda bardak titremeye başladı. İdâreci hayretini ifâde edince)
V- ...Pas veriyoruz!......... . (6 dakika sonra) ... Eyvallah!..
İ- ALLAH razı olsun, efendim.... Dua edelim...

Neyzen Tevfik ile irtibat kurulur da, onun hakkında bilgi vermeden durulur mu?

Neyzen lâkablı Tevfik Kolaylı (24 Mart 1879, Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), ya da yaygın bilinen adıyla taşlamalarıyla tanınan ünlü bir neyzen ve şâirdir. Taşlama kitaplarının yanı sıra, çeşitli taksimler ve saz semâîlerinin bestecisidir.

Osmanlı döneminde istibdata karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır. Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır. Bektaşi tekkesine mensup olmuş, hayatının büyük bölümünü İstanbul'da çeşitli hanlarda geçirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy Akıl Hastanesi'nde kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır. 1930'larda kısa süreyle kendine bağlanan aylık haricinde düzenli bir geliri olmamıştır ve hayatı boyunca epilepsi nöbetleri ile uğraşmıştır. Aynı zamanda rakı başta olmak üzere, fazla içki içtiği bilinmektedir.

1879 yılının 24 Mart Pazartesi günü, kendi bir beyitinde belirtiğine göre Hicrî 1296 yılında, Muğla'nın Bodrum ilçesinde, Emine Hanım ve Hasan Fehmi Bey'in ilk oğlu olarak doğdu. Ahmet Şefik adında bir de kardeşi vardır. 'Kolaylı' soyadı, Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra, babası Hasan Fehmi Bey'in Samsun'un Bafra ilçesine bağlı Kolay beldesinden olduğu için aileye aldığı soyadıdır.

Bodrum'daki çocukluk yıllarında babası ile birlikte genellikle, Tepecik Câmii'nin yakınındaki kahvede vakit geçirirken, kahveye gelen dervişlerin üflediği, sonradan ustası olacağı ney dikkatini çekti ve kendi de üflemek istedi. Babası eğitim hayatını olumsuz etkileyeceğini düşünerek o erken yaşlarda buna izin vermedi. Çocukluk arkadaşlarından Avram Galanti, Tevfik'in düdükler yapıp çalarak civardaki çocukları etrafında topladığını ve ilham kaynağının deniz olduğunu anlatır. Şiire olan ilgisi de çevresinden duyduğu halk hikâyeleri vâsıtasıyla, bu erken yaşlarda başlamıştı.

1892'de, 13 yaşındayken Devlet memuru olan babasının tâyini ile birlikte Urla'ya taşındı ve bir süre burada okudu. Bu esnada, taşındıktan yaklaşık bir yıl sonra, 1893'te tanıştığı neyzen berber Kâzım'dan ney dersleri almaya başladı ve aynı yıl ilk sar'a nöbetini de geçirdi. 14 yaşındaydı. Kent çarşısında Muğlalı Kel Mülâzım Ağa müfrezesinin yakaladığı eşkiyânın halka gösterdiği sırıkların ucundaki kesik başlarını gören Tevfik'in yaşadığı rahatsızlık ilk önce olağan dışı bir durgunluk, birkaç yıl sonra da, ilk defa 1893'te olmak üzere, sar'a nöbetleri hâlinde kendini gösterdi. Okulu bırakmasına sebep olan ve ilk önce neyin sesi yüzünden olduğu sanılan hastalığın tedâvisi için annesi birçok doktora ve hocaya danıştı fakat sonuç alamadı. En sonunda hastalığı kontrol altına almayı başaran, annesinin götürdüğü İstanbul'da Pepo adlı bir doktor oldu. Doktor "fazla üzerine gidilmemesi gerektiğini" ve "en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesi" gerektiğini söylemiştir. Bu sâyede hem hastalık bir nebze kontrol altında kaldı, hem de bu ona 'Neyzen' lâkabını kazandıracak olan neye devam etmesini sağladı.

Bir süre sadece neyiyle ilgilenip gezdikten sonra hastalığının kontrol altına alınmasının ardından, en azından eğitimini bitirmesi için, babası tarafından yatılı olarak İzmir İdâdisi'ne gönderildi. Fakat tekrar başlayan sar'a nöbetleri yüzünden, eğitimi yeniden yarıda kaldı. İzmir Mevlevihânesi'ne giderek kendini neyine verdi. İzmir'in bu yıllarda sürgün yeri olarak kullanılmasının neticesinde, kovulan aydınların uğrak yeri olan bu mevlevihânede Tokadizâde Şekip, Tevfik Nevzat, Şâir Eşref ve Ruhî Baba gibi ünlü kişilerle tanıştı. Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldığı bu kişilerden Şâir Eşref aynı zamanda ona hicvi öğretti. Bu sâyede 13 Mart 1898'te Muktebes dergisinde ilk şiirini yayımlattı.

19 yaşında babası onu eğitim için bu sefer İstanbul'a, Fethiye Medresesi'ne gönderdi. Burada zamanının çoğunu Galata ve Yenikapı mevlevihânelerinde geçiren Tevfik, Mehmet Âkif Ersoy'la ve onun yardımıyla dönemin seçkin sanatçılarıyla da tanıştı; ondan Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri aldı, aynı zamanda ona ney öğretti.

Târihçi İbnülemin Mahmut Kemâl, Uşakizâde Halit Ziya, Ahmet Râsim, Tevfik Fikret, Tanburî Cemil, Yunus Nâdi, Udî Nevres ve Hacı Ârif Bey gibi isimlerin arasında kendini geliştirme fırsatı bulan Tevfik, 1900'de bir plâk doldurma girişiminde de bulundu. Gülistan Plâk Mağazası'nın sâhibi Hâfız Aşir Bey'le beraber yaptıkları denemelerde çok içkili olduğu için plâklar zar zor doldurulsa da, yine de basılıp piyasaya verildiler. Bu plâkların sayısı, çok sonradan Azâb-ı Mukaddes (1949) kitabının önsözünde belirttiğine göre, yüze yakındır. Bu zamanlarda, saray çevresinde bile dâvet edilen, köşk, yalı ve konaklara çağırılan meşhur bir neyzen olmuştu.

Mehmet Âkif Ersoy'un verdiği setre pantolonu cüppe ve şalvar yerine giymesi, akşamları medrese dışında kalması rahatsızlık yaratınca, 1901'de medreseden ayrıldı. Babasının tanıdığı ve sonradan Şeyhülislâm olacak olan Mûsa Kâzım Efendi onu derslerine kabul edince, bu sâyede Şâir Şeyh Vasfi, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Nâci gibi yazar ve şâirlerle tanışmasına önayak oldu. Bu süreçte bir süre Fâtih'teki Şekerci Hanı'nda, daha sonra da Çukurçeşme'de bulunan Ali Bey Hanı'nda kaldı. Sirkeci'de, İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathânesi'nde Abdülhamid karşıtı gençlerle ülkenin sorunlarıyla ilgili ve istibdata karşı konuşmalar yaptı. Bu konuşmalar yüzünden bir gün Ziyâ Şâkir tarafından jurnallenerek gözaltına alındı ve daha önce otuz beş kere jurnallendiğini de öğrendiği sıkı bir sorgulamadan geçirildi, on beş gün sonra salıverildi. Yine de, jurnallenmiş biri olarak, peşinde gezen hafiyeler yüzünden hem kendi, hem arkadaşlarının iyiliği için onlardan uzaklaşarak zamanını Beyoğlu meyhânelerinde geçirmeye başladı.

1902 yılında bektâşî dervişi oldu. Sütlüce Bektâşî Tekkesi'ne devâm ettiği bu zamanlarda Şeyh Mümin Paşa'dan nasip aldı ve hayatının geri kalanını da şekillendirecek bu inancı ve biçimi benimsedi. Ancak celselerde "her tarikata girip çıktığını, sonunda Melâmiliği benimsediğini" belirtmiştir.

İstanbul'da baskının iyice artmasının sonucunda Şâir Eşref ile beraber 13 Ocak 1902 Perşembe günü "Mesajeri" vapuru ile Mısır'a gitti. Bir arkadaşı ile bir Neyzenler Kahvehânesi açarak işletmeye başladı, geçimini neyi ve şiirleriyle sağlamaya devam etti, Özbekiye Saz Bahçesi'nde plâklar doldurdu. Alkolün etkisiyle bir buluşma esnasında tabancasını ateşlemesi ve duruşma esnâsında da kadıya "haksızlık yapıyorsunuz" demesi yüzünden, altı ay hapse mahkûm oldu ama, itiraz ederek bir buçuk ay sonra özgürlüğüne kavuşup, iki ay kadar Feride adında Lübnanlı bir kadınla yaşadı.

Bu sıralarda, ilk önce İstanbul Kıraathânesi'nde okuduğu "Abdülhamid’in Ağzından Bir Nutk-ı Hümâyun" hicvi yüzünden tutuklanmak istense de, çevresi sâyesinde kurtulmayı başardı. Fakat daha sonra "Türk Aydınlarının Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir" başlıklı yazısı gazetelerde yayımlanınca, kesinlikle tutuklanması hakkında karar verildi. Bu yüzden sığındığı Bektâşî "Kaygusuz Sultan" tekkesinde bir süre kaldıktan sonra, Meşrutiyet'in tekrar ilânıyla beraber İzmir'e döndü.

Bir kaç ay sonra, 8 Ağustos 1908'de İzmir'den İstanbul'a geçerek Fâtih Çemberlitaş'ta bir hana yerleşti. Meşrutiyet'ten beklediğini alamaması uzun sürmedi. Ferah Tiyatrosu'nda "Sabah-ı Hürriyet" adlı oyunu izlemeye gittiğinde, oyunun İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından yasaklandığını öğrendi ve bunun üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklandı. Kısa bir süre sonra serbest bırakılıldı.

1910 yılında annesinin ısrarları ile babası ve kardeşinin karşı çıkmasına rağmen, Cemile Hanım ile evlendi, fakat evlilikleri yürümedi. Kayınbabası eşini ve Leman adını verdiği kızını da alıp götürdü.

I. Dünya Savaşı'nda Muhtar Paşa'nın emrinde mehterbaşı olarak görev yapmaya başladı. Düzenli askerlik hayatını pek benimseyemeyen Tevfik, sık sık Muhtar Paşa ile tartışsa ve çekip gitse de, dönemin İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevat Bey sâyesinde tekrar tekrar geri döndü. Üstelik bâzı kaynaklara göre, dönemin Harbiye Nâzırı Enver Paşa'nın yalısında verdiği konseri izleyen Alman bir komutanın dâvetlisi olarak Romanya'da piyano eşliğinde konser verdiği söylenir.

Millî Mücâdele sırasında ne yaptığı pek bilinmiyor... Cumhuriyet'in ilânı sıralarında kardeşinin yanına Ankara'ya gitti ve 1926 yılında tanışacağı Mustafa Kemâl'i ve Kurtuluş Savaşı'nı yücelten şiirler yazdı. Bu dönemde yazdığı şiirlerden, Cumhuriyet'i ve getirdiklerini benimsediği, ona karşı olan unsurlara da savaş açtığı görülebilir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Hasan Sâit Çelebi’nin yardımıyla Azâb-ı Mukaddes adı altında bâzı kitap yayımlama girişimleri olsa da, başarılı olamadı.

Geçirdiği sar'a nöbetleri ve yüksek alkol tüketimi nedeniyle, bundan sonra da sıklıkla gideceği Toptaşı Tımarhânesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedâvi görmeye başladı. Bir süre sonra eski arkadaşı Mehmet Âkif Ersoy'u ziyâret için Mısır'a geçti ve bir yıla yakın bir süre kaldıktan sonra geri döndü. 1930'larda İstanbul Vâlisi Muhittin Üstündağ'ın yardımıyla, maddî açıdan destek olması için konservatuvarda görevlendirilerek, kendine aylık bağlandı.

1940'larda ise yine vâlinin oluru ve aynı zamanda doktoru olan bazı dostlarının (Mazhar Osman ve Rahmi Duman) yardımı ile Bakırköy Akıl Hastanesi'nde 21 no'lu koğuşa tam anlamıyla yerleşti. Otel odası gibi kullandığı bu koğuşta ve hastanede, çevresindekilere yine şiir ve Felsefe ile ilgili bilgiler sundu. 9 Mart 1946'da basın yararına bir konser verdi. Sonunda İhsan Ada, 1949 yılında, onun gözetimi altında, eserlerini Azâb-ı Mukaddes adı altında kitaplaştırdı. 1950'de "Onu Affettim" ve sonra "Ağlayan Şarkı" adındaki 2 filimde rol aldı. Arkadaşlarının ısrarı üzerine, ölümünden önce son yıl olan 1952'de Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesini yaptı.

28 Ocak 1953'te vefat etti. Beşiktaş'taki Sinan Paşa Câmii'nde cenaze namazı kılındı. Civardaki cadde ve sokakları dolduran profesörler, memurlar ve bâzı ileri gelenlerin yanında, kendilerine çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar ve sokak serserilerinden oluşan büyük bir kalabalığın eşliğinde Barbaros Bulvarı'ndan geçerek defnedildiği yere ulaştırıldı. Mezarı bugün Kartal Merkez Mezarlığı'ndadır. ALLAH gani gani rahmet eylesin!..

Neyzen Tevfik'in düzenli bir geliri olmadığı sanılmaktadır. Genellikle, neyi ve şiirleriyle para kazanmaya çalışmış, sâdece 1930'lu yıllarda kendisine devlet tarafından bir aylık bağlanmıştı. Kuralları pek umursamadan sürdürdüğü yaşamında özellikle rakı başta olmak üzere içkinin çok büyük etkisi vardır. Yozlaşan toplum, dini istismar ve Atatürk'ün devrimlerine karşı çıkılmasına muhalif bir duruş sergiledi. Özellikle hazırcevaplığıyla tanınırdı, bu sâyede birçok fıkranın konusu olmuş, aynı zamanda hicivde de başarılı olmuştur. Bu fıkralar, hicivler, Hilmi Yücebaş'ın "Neyzen Tevfik" kitabında bulunabilir.

Atatürk'ün ölümünden sonra 1938'de aşağıdaki "O ölmedi" adlı şiiri kaleme almıştır:

TANRI ölmez, O dilerse görünür bir müddet,
Kaybolunca O’nu kalbinde bulur her millet.
Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,
Bütün ecrâm-ı semâ yasla büründü o gece.
Yaklaşan bir acı önce güneşi korkuttu,
Ay tutuldu diyemem, gökyüzü mâtem tuttu.
Ata!.. Geçtin ebedin mevki-i müstahkemine
Bir direktif veriyor arza, beşer âlemine!
Bize ilhâm ile isâl ediyor her haberi,
Ki O’nun kudret-i külliye, emirber neferi.
Bağladı dâr-ı fenânın ebede telsizini,
Güdelim açtığı yollardan mübârek izini!
Atatürk’ ün beşere sunduğu peymânı budur
Atatürk’ e inananlar er olur, sulhu korur!

***

Daha yakın târihe gelelim ve eski dostumuz YAMAN'la yapılan bir görüşmeyi nakledelim.

Varlık : Yaman
Tarih : Eylül, 1972
Usûl : Fincan
(Fincan yerine bardak)
İştirakçiler: Neşe, Gürkan, Gülsen

YAMAN ismini veren Varlık biraz sıkıntılı, üzüntülü idi. Daha önce dadısından, onun mezarından bahsetmişti.

İ- Dadınız nerede gömülü?
V- Şirin tepeli, pîrin yanında. Niçin resim aramıyorsunuz?
İ- Kabri resimli mi?
V- Evet.
İ- Gürkan'ın gördüğü kabir mi?
V- Evet.
İ- Dadınız genç miydi?
V- Evet.
İ- Kaç yaşında idi?
V- 29... Öldüğü zaman 48 idi.
İ- Biz burada iken Ankara'ya teşrif etti mi?
V- Evet.
İ- Neler konuştu?
V- Eski şeyler.... Sıkıldım!
İ- Lokmayı düşünmeden çıkarıyorlar!...
V- Emel'i götürün. Okulu fenâ!..
İ- Nereye götürelim?
V- Celseye... Üzüntüsü önemsiz... Ne yazılmışsa, o olur. Esir olmayın!..
Siz de menfaatçi olmayın!..
Çok insan bizimle!... Denge yakında bozulacak!
İ- Medyumunuz kim?
V- Gül...
İ- Huzursuz görünüyorsunuz. Dua edelim.
V- İstemem!.. Ben huzurluyum..
(Ayrılır)

Varlık, kendisini çok seven, ölümünden duyduğu üzüntü ile kahrından ölen dadısını düşünmeden yapamıyor. Aradan bunca sene geçmiş olmasına rağmen!.. Celse sonunda da birbirini tutmayan lâflar ediyor. Teşevvüşe giriyor.

***

Şimdi nakledeceğimiz enteresan bir Celse... Reşat Bayer'in evinde, reinkarnasyon araştırmaları sırasında yapıldı. Reşat Bey kendi hâmi ruhu Charlot De Buva'yı çağırdı.

Varlık : Charlot De Buva
Tarih : 18.10.1972
Usûl : Fincan
Medyum: Reşat Bayer

Varlık- Evet.
İdâreci- Charlot de Buva mısınız?
V- Evet.
İ- Efendim, sizinle daha rahat görüşmek için doğrudan temas eder misiniz?
V- Evet.
İ- Bunun için ne yapalım? Reşat Bey eline kalem mi alsın? Başını dayayıp mı konuşsun? Yoksa bizim usûl mü çalışalım?..
(Zihnen "Uyusun mu?" diye geçirdi.)
V- Uyu!.. (Bunun üzerine Reşat Bey başını dayadı, gözlerini kapadı. uyudu, ve konuşmaya başladı.)
... Yaz, çocuk!..

Yaz ki, aklın açılsın!.. Bunalmış zihnin nurla dolsun!.. Yaz ki, kendine gelesin!.. Sana ve bana inanmak, yâni kendine ve bana inanmak,
sana âit bir iştir. İnansan da olur, inanmasan da!..

Benim vazifem, mevcudiyetimi sana ispat etmek değildir. Beni kabul etsen de olur, etmesen de!.. Benim vazifem varsa sence,
ben bunu nasıl olsa yapacağım. Yaptıklarımdan haberdâr olsan da olur, olmasan da!..

Ben sana ne diyeyim?.. Desem de olur, demesem de!.. Hiçbir şekilde yürünen yol değişmez ki!.. Herkes gideceği yolda
istese de yürüyecektir, istemese de!.. Yapılan yardımlar sen inansan da yapılacaktır, inanmasan da!..

İnanmak bir mârifet, bir üstünlük olmayacağı gibi, inanmamak ta bir günah sayılamaz!.. Evvelce inanmış, sonra reddetmiş olman da,
hiçbir şeyi değiştirmez!.. Bunlar, inançlar, fiiliyat sahâsına geçmedikçe ne ifâde eder?

Ben sana ne diyeyim?.. Yürü!... Yürü!:.. Yürü ki, yolun açık olsun!.. Yürüdükçe inançlara ve bu inançları tâkiben şüphelere, inkârlara varacaksın!.. Hem şüpheler, hem inançlar, hepsi sana lâzım olan şeylerdir. Ne yapmak istiyorsan, ölçtükten, biçtikten sonra yapacaksın ki, yürüyebilesin. Hiç hareketsiz kalıp yürümemek, olduğu yerde kalmaktansa, bâzan sakat olduğunu bile bile yürümek daha iyi neticeler verebilir.

ŞAHAP konusuna gelince, bu hususta şu dakikada birşey söyliyebilecek durumda değilim. ŞAHAP'la benim aramda büyük mesâfeler var.
Şu anda bağlı bulunduğum merhale, ŞAHAP MERHALESİ değildir. Ben o zaman geçici bir vazife olarak sizi ŞAHAP'a ilettim, ve orada vazifem bittiydi. Bugün, doğrusunu isterseniz, sizi onunla tekrar irtibata geçirecek bir kudret ve yetkiye sâhip değilim. Buna lûzum olursa, veyâ sizler bu liyâkatı gösterirseniz, elbet bir vâsıta çıkacaktır. Bu vâsıta belki yine ben olurum. Belki bir vâsıta olmadan da irtibat temin edilir... Bu son sözlerim sırf bir tahminden ibârettir.

Yürü!.. Yürü!... Yolun açık olsun!.. Hadi kardeşim, ALLAH'a ısmarladık!

Medyum uyandıktan sonra, İdâreci aşağıdaki soruyu sordu. Transtan çıkmış olmasına rağmen, Reşat Bey, "verdiği cevâbın içinde geldiğini" söyledi.

Soru- Hipnoz yolu ile ruhlarla görüşme yapılabileceğini kabul ediyor musunuz?
Cevap- Eğer ortada Medyumluk varsa, hangi usûlle olursa olsun, mühim değildir.

Bu cevap önemli, çünkü Reşat Bayer uzun süre Bedri Ruhselman'a Medyumluk yapmış, ŞAHAP adındaki Üstün Varlık'tan alınan bilgiler ile "Makadderat ve İcabat" kitabı hazırlanmıştı. Ama sonradan Reşat Bey kendi naklettiklerinin dahi bir Ruh'tan olduğuna şüphe duşmuş, ve tek ispat edilebilecek dal olarak reinkarnasyonu gördüğü için faaliyetini ona yöneltmişti.

Dikkat edilirse, Varlık sözlerini ona yöneltmiş. Biz de istifâde edebiliriz ama, asıl hedef Reşat Bey'in kendisidir. Celse zaptı bir kere daha okunursa, bu daha iyi anlaşılacaktır.

***

Varlık : Yızna Zodiak, ATATÜRK
Tarih : 20.10.1972
Celse İdârecisi : Cemâl Bey
Usûl : Fincan
(Aslında parmaklar rahat etsin diye büyük cam su bardağı konmuştu.)
İştirakçiler: Timuçin, Ruhi, Beyhan, İnci, Mehmet Mustafa
Hâzirûn: Abdullah, Solmaz, Neşe, Tuğrul, Ümit, Mehmet

(Bu sefer İdâreciliği ve dâveti yeni gelen Cemâl Bey yaptı)

İdâreci- Ey ruh!.. Geldiyseniz, lûtfen bize isminizi yazdınız.
Varlık- YIZNA ZO...
İ- Söyliyeceğiniz birşey var mı?
V- Hayır.
İ- Sizden sayın Atamız'ı istiyeceğiz.... Sayın Atam, geldiyseniz, lûtfen bildirin. İsminizi yazın.
V- KEMÂL...
(sür'atli dönmeler) ...
İ- Sayın Atam, siz çok sür'atli bilgiler verirdiniz. Eseriniz alfabeyi dolaşsın. Arkadaşın sorusunu kabul ediyor musunuz?
V- Evet.
Eski İdâreci- ATATÜRK'le mi temastayız şu anda?
V- Evet.
E.İ.- Doğum ayınızı bize yazdırır mısınız? Önce yılı, sonra ayı.
V- 1881.. ARALIK...
E.İ.- Peki. ALLAH râzı olsun. Önce sizin bize söylemek istediğiniz birşey var mı? Memleketin durumu hakkında veya arkadaşlar için.
V- Evet. YILMAK YOK!.. YAMAN YILLAR İÇİNDESİNİZ!.. UHUVVET RİCÂLİ ÖTÜYOR!..
E.İ.- Ötmesine kızıyor musunuz? Hükûmete mi kızıyorsunuz?
V- Evet... Evet!..
E.İ.- Bunun için harflerin etrafında dönünüz.
V-
(Bardak hızla bir kaç defa döner) .......
E.İ. - Gitmek istemiyorsanız gene dönünüz.
V-
(Bardak hızla bir kaç defa döner) .....
İ- Söylemek istediğiniz var mı?
V- Ricâl öter, halk öter, gençlik öter... Yazık!..
İ- Sayın Atam, yorulmuyorsunuz, değil mi?
V- Hayır!
E.İ.- Bir çâre lûtfeder misiniz, efendim?
V- BİRLEŞMEK!..
E.İ.- Bir önder çıkacak mı?
V- Evet.
E.İ.- Yakın mı, uzak mı?
V- ...................
İ- Sayın Atam, bize Neyzen Tevfik'i gönderirseniz, memnun oluruz. Tasvip ederseniz...
V- Evet.

Burada biraz duralım... Bu kalabalık Celse'de idâre, geçici olarak Cemâl Bey'e bırakıldı. Daha önce de fincan celseleri yapmış olan, ve anlaşıldığına göre ATA diye gelen bir Varlık'la bir kaç defa görüşmüş olan Cemâl Bey, ismen bir dâvet yaptı. KEMÂL diye bir Varlık geldi. ATATÜRK mü?.. Bilinmez... Ancak doğum târihini ARALIK diye verdi ki, başka bir kaynaktan da aynı târihi almıştık. Bizce KEMÂL adlı Varlık ATATÜRK diye görünüyor. Zararlı biri değil, doğru bilgiler de veriyor, ancak vasat bir Varlık... "Ötüyor" ifâdesi "çok konuşuyor" anlamında... Gerçekten de herkesin çok konuştuğu, boş konuştuğu bir dönemdi o yıllar!.. "BİRLEŞMEK" ise, şimdi olduğu gibi, o zaman da en gerekli şey idi!..

Geçici İdâreci Cemâl Bey, Neyzen Tevfik'i de dâvet etti... Bakalım, gelen o mu?

Varlık : NEYZEN TEVFİK
Tarih : 20.10.1972
Celse İdârecisi : Cemâl Bey
Usûl : Fincan
(Aslında parmaklar rahat etsin diye büyük cam su bardağı konmuştu.)
İştirakçiler: Timuçin, Ruhi, Beyhan, İnci, Mehmet Mustafa
Hâzirûn: Abdullah, Solmaz, Neşe, Tuğrul, Ümit, Mehmet

Varlık- ... TEVFİK...
İdâreci- Sizi çok özlemiştik. Siz de bizi özlediniz mi?
V- Evet.
İ- Bakın, Abdullah Bey öyle sâkin oturuyor. Size gönülden birşey sormak istiyor.
V- İspinoz.
Abdullah Bey- Evet, ispinoz gibi düşünüyorum ama, sebebi var.
V-
(hızlı dönmeler) .......
İ- Üstâdım, telâşlanmayın.
V- Selâm.
E.İ.- Hayatta iken üç şeyi severmişsiniz. Acaba neydi?
V- MEY... NEY... SÖZ...
E.İ.- Üçüncüsü doğru değil.
V- Küfür...
E.İ.- Doğru değil.

Burada duralım... Aslında Eski İdâreci dikkatsiz davranmış, ukelâlık etmiş... Neyzen Üstâd'ın sevdiği üç şey NEY, MEY, HEY
(coşup nârâ atmak) idi... Varlık "SÖZ" diyor. Daha doğrusu, Medyum'dan geçtiği için "söz" diye geldi. E, bizim sorduğumuz
HEY de bir söz, bir kelime, bir ifâde değil mi?.. Cevap doğru idi!.. Ama masada şüphe hâkim olduğu için irtibat bozuldu,
karışık harfler alınmaya başladı.

E.İ.- Peki, vazgeçtim. Bize kendi üslûbunuzla bir beyit yazın, lûtfen.
V- Sırf sûrete kanarsan....
(hızlı dönmeler) .....
E.İ.- Lûtfen fazla dönmeden şu beyiti yazın.
V- Sırf sûrete kanarsın
... Yobaz olup yanarsın!.
E.İ.- Teşekkürler... Sizin söyliyeceğiniz var mı?
V- Adam aradım, bulamadım... Sır verdim.
E.İ.- Dostum, arkadaşlar yoruldular, müsaadenizle ayrılalım.
V- Evet.
E.İ.- Dua edelim.

Varlığı kırmamıza rağmen, mânâlı bir beyit verdi. Üstelik te bir sır verdi. Gerçekten. sırf sûrete bakmakla ancak yobaz olunur, yanar gidersin. Bir başka celsede,

Sen surete bakmakla hüküm verme, sakın!
Gel sireti gör, Hakk'ı temâşa ediyor!
Hep Neyzen'i sarhoş görüyorsan, ne çıkar?
Meyhânede bak, Kâbe'yi inşâ ediyor!..

dememiş miydi?... Ki, bundan Cemâl Bey'in haberinin olması mümkün değildi. Çünkü o târihte şiir yazıya geçmemişti.

Bu geceki çalışma daha bitmedi. Eski İdâreci, idâreyi ele alacak ve önce YAMAN, sonra NEYZEN TEVFİK ile tekrar görüşülecek.

***

Varlık : YAMAN
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 20.10.1972
Usûl : Fincan
(Aslında parmaklar rahat etsin diye büyük cam su bardağı konmuştu.)
İştirakçiler: Neşe, Solmaz , (Sonradan) Beyhan, Tuğrul
Hâzirûn: İnci, Mehmet Mustafa , Mehmet, Cemâl, Ümit, Abdullah

İdâreci- Lûtfen temâsa geçince haber veriniz.
Varlık- .... Evet.
İ- ALLAH râzı olsun. Bir arsunuz var mı?
V- ... O haklı!..
İ- Kim haklı?
... N...
(Bir gece evvel, Neşe ile annesi Beyhan Hanım, Neşe'nin iş durumu hakkında münakaşa etmişlerdi.)
İ- Haklı olduğunu biz de kabul ediyoruz. Peki, bize vermek istediğiniz birşey var mı?
V- İş iyi...
(karışık harfler) Selâm...
İ- Aleyküm selâm. Karıştı. Bize isminizi verir misiniz?
V- YAMAN...
İ- Başka arzunuz var mı?
V- Hayır. İş iyi...
İ- İş durumu hakkında başka vereceğiniz var mı?
V- Hayır.
İ- Masanın bu durumundan memnun musunuz?
V- Hayır.
İ- Çıkmasını istediğiniz var mı?
V- Hayır.
İ- Girmesini istediğiniz var mı?
V- Evet.
İ- Peki. Ben herkese numara veriyorum, ona göre seçin.
V- ... 1...
(Beyhan Hanım) ... T (Tuğrul) ...
İ- Şimdi memnun musunuz?
V- Evet.
İ- Birşey verecek misiniz?
V- Hayır.
İ- Neşe'nin bu konudaki sorusuna cevap verir misiniz?
V- Hayır... İyidir.
İ- Bunu birisi için verdiniz. Kime?
V- Neşe...
İ- Peki. Sizden bu gece nasıl istifâde edeceğiz?
V- Ben gidiyorum...
İ- Bu gece görüşeceğimiz başka bir varlık var mı?
V- Evet.
Peki. Ayrılalım.. Dua edelim....

Şimdi diyebilirsiniz ki, "bu Celse'de bize yarar ne var?" ... Yok... Vermemizin sebebi iki... Birincisi ruh çağırmalarının % 99'u böyle geçer... Öyle "şıp" diye üstün TEBLİĞ falan alamazsınız... İkincisi, irtibat kurup ta dostluk tesis ettiğimiz Varlıklar bize yardım etmek için çırpınırlar. Görüyorsunuz, Neşe'nin iş meselesi ile nasıl ilgileniyor, ona nasıl moral vermeye çalışıyor, YAMAN dostumuz... Ama bu tarz sualler ancak Varlığın iyi biri olduğunu tesbit ettikten sonra sorulabilir ve cevaplar ancak ondan sonra ciddiye alınabilir. Kaldı ki, her Varlığın verdiği cevaplar ancak kendi idrâkine ve seviyesine göredir. Varlık, Medyum'un annesi ile münakaşası sonucunda bozulan moralini, "O haklı" diyerek düzeltmeye çalışıyor. Biz de kendisini haklı bulmuştuk.

***

NEYZEN Üstât, YAMAN'dan sonra gelir de takılmadan durabilir mi?

Varlık : NEYZEN TEVFİK
Tarih : 20.10.1972
Usûl : Fincan
İştirakçiler: Neşe, Beyhan, Tuğrul, Solmaz
Hâzirûn: İnci, Mehmet Mustafa , Mehmet, Cemâl , Ümit, Abdullah

Varlık-

Aman aman, ah Yaman
Bok yoluna geçti zaman

İdâreci- ALLAH râzı olsun. Bir arzunuz var mı?
V- Hayır.
İ- İsminizi lûtfeder misiniz?
V- TEVFİK EFENDİ...
İ- Neyzen Tevfik mi?
V- Evet.
İ- Demin görüştüğümüz varlık siz miydiniz?
V- Evet... Ama düşünceler bok gibi olunca bok alırsınız.
Cemâl Bey- Kızdılar size.
İ- Hayır, öyle şey olmaz. Efendim, bozuk olan düşünce, bizim sizin gerçek hüviyetinizi tesbit için
sorduğumuz sualler miydi?
V- Hayır.
İ- Bunlara kızıyor musunuz?
V- Hayır.
İ- Bozuk olun neydi?
V- Başıbozukluk.
İ-Vermek istediğiniz var mı?
V- Kibar hanım!..
(O anda İnci Hanım, küfürleri düşünüp daha kibar yazmasını istemiş) ... Bok koktun!...
(Az önce de evdeki bebeğin altını değiştirmekten gelmiş. Celsedekiler farkında değil.) ...
İ- Başka vereceğiniz var mı? Cemâl Bey üçüncüyü bekliyor.
V- Be HEY Bok Bey !... Alamadın!.. MEY, NEY....
İ- Lûtfen üçüncüyü de söyleyin.
V- Söyledik ya!... Oku!..
İ- Vereceğiniz başka birşey var mı?
V- Dibinde iğne mi var?
( O sırada İnci Hanım ve Mehmet Mustafa masanın başına dikilmiş, ayakta duruyorlardı.) ...
İ- Ayakta duranlara mı, efendim?
V- Evet.
İ- Bir söyliyeceğiniz varsa, rica edelim.
V- Mübârek ayda ağzımı açtırmayın!...
İ- Peki, efendim. Bize geçen seferki gibi mecazlı bir şiir verir misiniz?
V-
KIYMÂNEDEN PEYMÂNEYE
GÖNÜLDEKİ MEYHÂNEYE
HAK CÂMIDIR NÂYIN SESİ,
DİNLERSEN EĞER GÖNÜLDEN DÜNYÂDA

İ- Devam ediyor musunuz?
V- Bitti, ulan!
İ- Yalnız kafiye tutmadı. Ne olur, kafiyeyi düzüverin. Şimdi 1., 2. ve 3. mısra doğru mu?
V- Evet.
İ- Dördüncüyü bir daha verin.
Dağ... bağ bile... evi bağ... Oku!..
İ- Alamadık.
V- DEVÂ OLUR CAN EVİNE...
(Okur) ... Tamam mı, efendim?
V- Evet.
İ- Başka vermek istediğiniz var mı?
V- Hayır.
Cemâl Bey- Elim kesildi. Yardılar. Ama içerde hâlâ cam var mı?
V- ... Bok var!.. Hayır!... Herifin zoruna bak!...
İ- Başka sual hakkı veriyor musunuz?
V- Hayır.
İ- Başka söylemek istediğiniz var mı?
V- Hayır.
İ- Başka görüşecek var mı?
V- Hayır.
İ- Öyleyse ayrılalım... Dua edelim.

Neyzen Üstât Ramazan ayı olduğu için bu kadar az küfretti...

Yanlış anlaşılmasın, biz bu Celseler'i küfür yazmaktan hoşlandığımız için veriyor değiliz. küfürlere rağmen, aradaki enteresan olaylara, Varlığın sezgilerine dikkatinizi çekmek istiyoruz.

Ha, "kafiyesi bozuk" şiire gelince, onu ilerdeki bir celsede düzelttiler.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEKTUPLAR