BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR -22

Bu sefer size ATATÜRK'ün yakın arkadaşlarından birini tanıtacağız.
Medyum Karanlık Tabaka'dan geçerken bir kaatille karşılaşıyor ... Sonra devam ediyor.

Varlık : Halil İbrâhim
Tarih : 7.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

- Medyum- ... Karanlık... Geçtim... Kütahya'nın Simav kazâsının Karadere köyünden HALİL İBRÂHİM...
1341 yılında jandarmalar tarafından öldürülmüş...
İdâreci- Anlaşılmadı.
M- 1341 yılında...
İ- Ne yapmış, efendim? Suçu neymiş?
M- ... Bir baba... bir anne... 7 yaşında, 11 yaşında iki çocuğu balta ile doğramış.
İ- ALLAH taksirâtını affetsin. Bizden ne istiyorlar, efendim? Medyumumuzdan ne istiyor?
M- ... Işık ve şefaat...
İ- İnşaallah Yukadaki Kademeler'den rica ederiz. Kendisi de bol bol dua etsin.
M- ... Bırakınız!...
İ- Sür'atle yükselmeye bakınız!

Medyum yine Karanlık Tabakalar'da, hayatta iken 4 kişiyi öldürmüş biriyle karşılaşıyor. Hicrî 1341 yılı, Milâdî 1925 yılına denk geliyor... Niye öldürmüş, bilmiyoruz. Ama Âhıret'te büyük bir ızdırap içinde olduğu âşikâr. Medyum'un paçasına yapışıyor belli ki, Medyum "Bırakınız!" diye feryat ediyor.

Varlık : MAHMUT ESAT BOZKURT
Tarih : 7.7.1961
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

İ- Sür'atle yükselmeye bakınız!
M- ...... Oturdum...
İ- Lûtfen vasatınızı anlatınız.
M- ... MAKSUT MENZİLİ...
i- Hissettiklerinizi ve gördüklerinizi lûtfen anlatınız.
M- ... Tanıdığınız yer...
İ- Evet. Anlatınız lûtfen.
M- ... Altımda şeffaf... üstümde ... Güneş görmüyorum ama, çok aydınlık...
İ- Rahat mısınız burada?
M- Çok rahatım.
İ- Peki, efendim.
M- ... Sarımsak kokusuna benzer birşey geliyor... Çok garip... Ohhh!...
İ- Neniz var?
M- ... Kötü bir koku...
İ- Öyleyse buradan ayrılalım, efendim.
M- ... Muktedir değilim...
İ- Ayağa kalkınız.
M- ... Kalkamıyorum...

Medyum neden "sarımsak kokusu" aldı, başta anlıyamadık. Böyle bir his Geri Varlıklar'ın bulunduğu Karanlık Tabakalar'a âit olduğu için, İdâreci Medyum'un "kötü bir koku" demesi üzerine oradan ayrılmasını istiyor, ama Medyum ayrılamıyor, tutuyorlar...

M- ... Kütle hâlinde bir bulut karşımdan göründü... Halka şeklinde dağılıyor...
Dört tarafımı sarıyor... Camdan bir oda içinde hissediyorum kendimi...
... Bulut dağılmaya başladı... Kötü koku gitti... Çok rahat nefes alabiliyorum...
İ- Derin derin nefes alınız.
M- ... Ön tarafım açıldı... O bulutun bir kısmı yaklaşıyor... Başları seçiyorum...
Kadın-erkek karışık... Kadınların saçları çok uzun... topuklarına kadar...
Üzerlerinde beyaz patiska var... Erkeklerin yeşilli-kırmızılı bezler var... Başları açık...
Hiç sakallı yok.... Saçları onların da uzun... omuzlarına kadar...
... Birisi ilerliyor... Arka tarafımdan bulut tekrar kapandı... Vücutlarını göremiyorum...
Yalnız başlarını görüyorum... Çok yaklaştı... Tanımadığım bir zat...
İ- Yüksek sesle, lûtfen.
M- ... Çenesinde küçük bir ben var.
İ- Kimmiş bu Muhterem?
M- ... Bir koku geldi gene...
İ- Şimdi gidecek o koku, efendim.
M-.... MAHMUT ESAT BOZKURT...
(1)

Hem ortamın MAKSUT MENZİLİ olması, hem de gelen Varlığın Geri Biri gibi görünmemesi sebebiyle bu tekrar gelen "koku" da ne ola ki?.. Nedense İdâreci, yaklaşan Varlık'la birlikte gelen "koku"dan bu sefer işkillenmiyor.

İ- Dua edelim... Ben ve bütün arkadaşlarım dua ettiler. TANRI kabul etsin... Bir arzuları var mı, efendim?
M- ... "Hayır, efendim," diyor... Gönlünüzü hoş etmek için emir almış...
İ- Nur içinde yatsınlar... Âilesi efrâdına bir mesajları var mı?
Varlık- Huzur buldular mı?.. Izdırâbım hâlâ devam ediyor. Ben boşuna sevgi beslemişim!
İ- Izdırâbınız nedir, efendim?
V- Karım, kızım, oğlum. (3)
İ- Onlara bir diyeceğiniz var mı, efendim?
V- Türk hâkimleri benim söyliyeceklerimi söylüyorlar.
İ- Sizin söyliyeceklerinizi Türk hâkimleri söylüyorlar, öyle mi, efendim?
V- Dostunuza söyleyin, zaman yiyiciliğini bıraksın!
İ- Şimdi Üstâdımızdan ricâmız şu: Sizin ölümünüz bir mahkeme konusu olmuştur.
Bunun içyüzünü bize açıklar mısınız?
V- Ben sizi hoşnut etmek için emir aldım.

Şimdi anlaşıldı "kötü sarımsak kokusu"nun sebebi!.. MAHMUT ESAT BOZKURT'un "karısı, kızı, oğlu" yüzünden duyduğu ızdırap, üzüntü, Medyum'a kötü bir koku olarak yansımış!.. Yoksa MAHMUT ESAT BOZKURT, Geri bir Varlık değil!..

İ- Peki, efendim. Öyleyse öğrenmek için soracağımız sualler var. Bir de arkadaşların şahsî sualleri olacak.
Öğrenmek için soracağım sual şu: "Doğuştan suçluluk" diye birşey var mıdır?
V- Doğuştan suçluluk diye birşey olsaydı, o doğuşu meydana getiren HÂLİK'in suçluluğu lâzımdı. ....

(anlaşılmıyor)... ....?.... LOMBROZO'nun ortaya attığı saçmalığı düzeltti. (2)
BÜTÜN SUÇLARIN KAYNAĞI CEMİYETTİR! (4)
İ- Kerâmet nedir, efendim?
V- BİR TAKIM AKILLI MADRABAZLARIN ORTAYA ATTIĞI BİR SAHTEKÂRLIK.
İ- Kerâmet???

V- İLMİN TASNİF EDEMEDİĞİ METAFİZİK, VE KARMAŞIK BULUNDUĞU DEVİRLERDE
İNSANÜSTÜ KUDRETLERE SÂHİP BİR TAKIM ŞAHISLAR BELKİ BUNLARI GÖSTERDİLER AMA,
18. ASIRDAN SONRA KERÂMET SÂHİBİ YERİNE
BİR TEK MEFHUM VARDIR, O DA İLİMDİR.

İ- Güzel! V- İLMÎ NETİCE VE KANUNLAR KERÂMETİN TA KENDİSİDİR.
İ- Efendim, ikinci sualimiz: İlham nedir?
V- RUH AĞACININ MEYVA VERMESİDİR.
İ- İlham doğrudan doğruya Ruh'tan mı gelir, yoksa gene Ruh'a bir başka Ruh'tan mı geliyor?
RUHUN DERECESİNE GÖRE, DOĞRUDAN RUHUN BÜNYESİNDEN GELİR.
M- ... "BERKSON haklıdır," diyor...
İ-
(Çeşitli sorulardan ve şahsî suallerden sonra) Temâs hâlinde misiniz?
M- Hayır.... İniyorum... Çok üşüdüm...
İ- Sür'atle ininiz.

Bu sefer kısa kestik. İdârecinin sorduğu "Vis Vitae nedir, Sempati, Antipati, Moral, İrâde, Dikkat nedir?" gibi Psikoloji'yi ilgilendiren soruları atladık. Çünkü sorular gelen Varlığın şahsiyetine uygun değildi. Cevaplar tartışma yaratacak türde idi. Bir kısmını kabul etsek te, bizim de katılmadığımız cevaplar vardı. Hani derler ya, "Felsefe, VARLIK ve VAROLUŞ meselesi ile ilgilenir" ... Varlığını elle tesbit edemediğimiz soyut kavramların tanımı, zâten hep tartışma konusu olmuştur. O yüzden vermedik.

Bizce Celse İdârecisi, Varlığın şahsiyetini gözönünde bulundurup ona hayâtı, tecrübeleri, ATATÜRK'le münâsebeti hakkında sorular sormalıydı. Bu yönden büyük bir fırsat kaçmıştır.

Ne yapalım, Amerikalılar'ın dediği gibi, "dökülen sütün arkasından ağlanmaz". Biz de MAHMUT ESAT BOZKURT 'u tanıyarak incelemeye başlıyalım, eksiği tamamlıyalım. Aşağıdaki yazı, ÖZDEMİR İNCE'nin 4 Mart - 15 Mart 2013 târihleri arasında Aydınlık gazetesindeki seri yazılarından alınmıştır. Kendisine şükran borçluyuz. Aydınlık gazetesi mensuplarına da böyle bir şahsiyeti Türk halkına tanıttığı için teşekkür ederiz.

Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki temellerinin atılmasında en büyük payı olan bir devlet adamı ve Türk Devrimi’nin ideolojisi olan Kemâlizm'in belli başlı kuramcılarından biridir.

Yunan ayaklanmasında Mora’dan muhâcir olarak gelen Hacı Mahmutzâde’nin torunu Mahmut Esat, 1892 yılında Kuşadası’nda doğdu. Babası Kuşadası'nın ileri gelen âilelerinden Hacımahmutoğulları'ndan Hasan Bey'dir. İki yıl İzmir İdâdisi'nde okuduktan sonra, II. Abdülhamid yönetimine karşı mücâdeleye katılan dayısı Ubeydullah Efendi ile birlikte İstanbul'a gitti. 1911 yılında İstanbul Hukuk Mektebi'nden mezun oldu. İsviçre'de Lozan ve Freiburg üniversitelerinde öğrenim gördü . İsviçre’nin Fribourg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden “Osmanlı Kapitülâsyonları Rejimi Üzerine” adlı doktora tezi ve “Summa Cum Laude” onur derecesi ile hukuk doktoru oldu... “Summa Cum Laude”, Batı üniversitelerinden alınan en yüksek doktora derecesidir. Dikkatinizi çekeriz, pek çok politikacının Sorbon'dan falan aldığı bir “Bon Pour l’Orient" (sadece Doğu ülkelerinde geçerli) diploma değil!.. Osmanlıca'da “aliyy-ül a’lâ” (en yüksek) anlamına gelen bu dereceyi, o günden bu yana kaç Türk elde etmiştir?

1919’da Anadolu’ya dönüp Kuşadası bölgesinde Kuva-yı Milliye’yi kurarak Milli Mücâdele’ye katıldı... Dönüşü büyük bir mâcerâdır.

Mahmut Esat ile arkadaşı Saraçoğlu Şükrü, İsviçre’den Napoli’ye trenle gelmişlerdir. Napoli’de, Türkiye’deki İtalyan işgâl kuvvetlerine silâh götüren Lucciri adlı şilebe gizlice girer, ambara gizlenirler... Şilep Ege sularına girerken şöyle bir telgraf ulaşır Roma’ya:

- “Lucciri gemisinde kaçak iki Türk, Mahmut Esat ve Şükrü isimli iki Jön Türk'tür.
Müşterek menfaatlarimiz açısından,
ne pahasına olursa olsun, karaya çıkmaları mutlaka engellenmelidir."
İmza: Venizelos

Aynı saatlerde Paris’te Konferans Başkanı Clemenceau da bir başka telgrafı açmaktadır:

“Mahmut Esat ve Şükrü iki nüfuzlu Jön Türk'tür,
karaya çıkmaları behemehâl engellenmelidir.”

BEHEMEHÂL, "her durumuda, ne olursa olsun" demektir. Böylece Mahmut Esat ve Saraçoğlu Şükrü'nün gizlice ve serbestce karaya çıkmaları engellenir. İtalyan işgâl kuvvetleri askerleri arasında, Kuşadası’nda karaya elleri kelepçeli olarak çıkarlar. Ancak bekledikleri felâket başlarına gelmez. Kuşadası’ndaki komutan, Luca adlı teğmen, Milliciler’in bir nedenden dolayı dostudur. Onlara yardım etmektedir.

Kaçak yolcuları İstanbul Hükûmeti adına teslim almaya gelen Kaymakam da Milliciler’e yakınlık duymaktadır. Neticede Mahmut Esat ve Şükrü, nöbetçilerin gafletinden yararlanarak nezâretten kaçmış olurlar!..

Mahmut Esat ertesi gün Cidâl (cenk) Cephesi’ne katıldı, müfreze komutanı oldu ve Yunan’a karşı çarpıştı. Millet Meclisi, kurtuluştan sonra bu genç hukuk doktorunun silâhlı hizmetlerini unutmayacak, onu kırmızı yeşil şeritli istiklâl madalyasıyla milis yüzbaşısı olarak ödüllendirecektir.

TBMM 1. Dönem İzmir mebusu olarak Meclis'e girdi. Meclis'te Anayasa Komisyonu ve Dışişleri Komisyonu'nda çalıştı. 12 Temmuz 1922 târihinde Rauf Orbay'ın başkanı olduğu IV. İcra Vekilleri Heyeti'nde İktisat Vekilliği'ne seçildi. Bu görevini 4 Ağustos 1923 târihine kadar sürdürdü.1922’de Rauf (Orbay) Bey kabinesinde 30 yaşında İktisat Vekili olmuş, 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştır.

11 Ağustos 1923 târihinde başlayan TBMM 2. Dönem'de tekrar İzmir milletvekili seçildi. 14 Ağustos 1923 târihinde Ali Fethi Okyar'ın başkanlığında kurulan V. İcra Vekilleri Heyeti'nde, TBMM tarafından ikinci kez İktisat Vekilliği'ne getirildi. Bu görevini 27 Kasım 1923 târihine kadar sürdürdü. 20 Nisan 1924 târihinde kabul edilen Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu'nu hazırlayan komisyonda görev aldı. 22 Kasım 1924 târihinde Ali Fethi Okyar Hükûmeti'nde Adliye Vekili olarak görevlendirildi. 5 Kasım 1925 târihinde Ankara Hukuk Mektebi'nin açılmasında büyük payı oldu. 3. ve 4. İsmet İnönü Hükûmetleri'nde de Adliye Vekili olarak görev yaptı. Medeni Kanun Genel Gerekçesi’ni kaleme aldı ve 17 Şubat 1926'da Türk Medeni Kanunu’nun çıkmasında büyük katkısı oldu. Medeni Kanun’un TBMM’de oybirliği ile kabul edilmesi bütün Dünyâ'da büyük yankılar yarattı. Halkı Müslüman olan bir ülkede görülmemiş bir devrim sayıldı. 1 Mart 1926'de Türk Ceza Kanunu’nu, 19 Nisan 1926'da Kabotaj Kanunu’nu, 22 Nisan 1926'da Borçlar Kanunu’nu, 29 Mayıs 1926'da Ticâret Kanunu’nu, 18 Haziran 1926'da Hukuk Muhakemeleri Usûlü Kanunu’nu çıkarttı. Bu ne demektir, biliyor musunuz? 4 ay içinde Devlet'in işleyişini sağlayacak 5 önemli kanunun çıkması demektir.

Ha, bu sür'at içinde hatâlar yapılmış mıdır?.. Elbette!.. Bir kısmına aşağıda değiniriz. Ancak şunu da belirtelim ki, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2 yıl 3 ay 19 gün sonra çıkardığı Medenî Kanunu, TBMM ancak 1 Ocak 2002 tarihinde değiştirebilmiştir. Tamâmen değiştirmekten çok, yenilemiştir. 4721 sayılı yeni yasa başlangıç hükümleri dışında, kişiler hukuku, âile hukuku, mirâs hukuku ve eşya hukuku olmak üzere dört kitaptan ve toplam 1030 maddeden oluşur.1 Mart 1926’da 1889 İtalyan Zanardelli Yasası esas alınarak çıkartılan Türk Ceza Kanunu da, 12.10.2004 târihinde tamâmen değiştirilinceye kadar yürürlükte kalmıştır.

Burada Medenî Kanunu'nun hikâyesini, Mucize Özünal’ın belgesel romanı “Mahmut Esat Bozkurt, Kalpak ve Kartal”ın 165.sayfasından nakletmek istiyoruz. Hayâlî olduğunu unutmamak kaydıyla...

- "Paşam," dedi Mahmut Esat, "Siz bizimle olduğunuz sürece yapamayacağımız hiçbir şey, başaramayacağımız hiçbir iş olamaz. Bakın size ne getirdim. Adliye Vekili sıfatıyla yaptığım bir gezide, bir tarlada korkuluklara asılmış olan bu ilâm,
şerriye mahkemesince tebliğ olunmuş."

"Evrak çantasını açtı, Arap abecesince eğri büğrü satırlarla yazılmış, sararmış bir belgeyi çıkardı. Bu bir mahkeme kararıydı. Kadı, şeriat adına mezruata, ekinlere zarar veren çekirgelere, fuzûlî tecâvüz ettikleri, haksız el attıkları yerden çekip gitmelerini emrediyordu."

-"İş bu kadar vahimdir, Paşam. Halkın Cumhuriyeti, adâleti gökyüzünden indirip Cumhuriyet'in hâkîmi eliyle, savcıları eliyle halka vermelidir."

"Çantasına eğildi, evrakların içinden bir-iki belge daha aldı."

- "Bakınız bunları Vekâletimiz bir kitap halinde yayınlayacaktır ki, artık Mecelle’nin anlaşılıp uygulanmasına imkân kalmadığı iyice anlaşılsın."

"Masadakiler belgeleri elden ele dolaştırıyorlardı."

- "Tamam, peki," dedi Mustafa Kemâl, "Hatırlar mısın, ben sana birkaç yıl önce bir soru sormuştum?"
- "Evet Paşam, buyurunuz."
- "Bütün bu kanunları çıkardın, yasaları yaptın, mahkemeleri kurdun, diyelim.
Peki, bu yeni mevzuatı uygulayacak hukukçuları nereden bulacaksın?"

"Mahmut Esat belli belirsiz gülümsedi. Paşa o zamanki yanıtı unutmuş olamazdı. Ayağa kalktı, bütün heyecanıyla yanıtını yineledi":

- "Bulmayacağım, Paşam, onları ben yetiştireceğim!"

Kıssa güzel de, Mahmut Esat Bozkurt gibi büyük bir hukukçunun MECELLE hakkında böyle dediğini sanmıyoruz... O safhayı aşağıda anlatacağız.

Cumhuriyet târihinde Bozkurt-Lotus vakası olarak adlandırılan, Bozkurt adlı Türk gemisiyle Lotus adlı Fransız gemisinin, 2 Ağustos 1926 târihinde Ege Denizi'de çarpışması nedeniyle iki ülke arasında çıkan anlaşmazlıkta, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'ni Lâhey Uluslararası Adâlet Divânı'nda Mahmut Esat temsil etti. Bu dâvâ, târihçiler tarafından Türk hukukunun ve adâlet örgütünün kapitülâsyonlar dönemini geride bırakarak, insan ve egemenlik haklarına dayalı çağdaş hukuk düzeyine yükseldiğinin bir simgesi olarak değerlendirilmektedir. Dâvâyı 27 Eylül 1927 târihinde kazandık... Onun da hikâyesi şöyledir:

2 Ağustos 1926 günü, gece yarısına doğru İstanbul’a gitmekte olan Fransız yolcu gemisi Lotus ile Bozkurt adlı kömür yüklü Türk gemisi, Midilli adası dolaylarında çarpışır. İkiye parçalanan Bozkurt gemisi batar ve gemide bulunan 8 Türk vatandaşı boğularak ölür. İstanbul’a gelen Lotus’un yardımcı kaptanı Demons ile Bozkurt’un kaptanı Hasan Bey tutuklanır. Görülen dâvânın sonunda yardımcı kaptan 80 gün hapis ve 22 lira para cezasına, Hasan Bey ise biraz daha fazla cezâya çarptırılır.

Türk mahkemesinin verdiği bu karar, Fransa’yı fenâ hâlde öfkelendirir ve bu devlet diplomatik girişimlerde bulunur. Amaç dâvânın Fransız mahkemelerinde görülmesini sağlamaktır.

Mahmut Esat Bey 23 Kasım 1924’ten itibâren Türkiye Cumhuriyeti Adliye Vekili’dir. Bir gece, Mustafa Kemâl Paşa ve genç Adliye Vekili dâvâ üzerinde başbaşa çalışmaktadırlar. Mahmut Esat Bey, Mustafa Kemâl Paşa’ya şöyle der:

- “Paşam, izin verin Lahey Adâlet Divânı’na gidelim. Kim haklı, kim haksız, orada belli olsun.
İzin verirseniz dâvâmızı orada ben savunayım.
Fransızlar'ın istediğini yapar da bunları salıverirsek, Fransız’ın karşısında boyun eğmiş olacağız.
Halbuki Lahey’de kaybetsek dahi, uluslararası bir mahkemenin hükmüne uymak büyüklüğünü göstermiş oluruz.
İzin verin, Lahey’e gidelim. Ben orada savunmayı üstleneyim. Eminim, kazanacağız…
Kaybedersem geri dönmeyeceğim, Paşam.”

Mustafa Kemâl Paşa’nın cevâbı:

- “Güle güle git! Kazanacaksın.
Kazanmasan da bu millet seni gene bağrına basacaktır, Mahmut. Müsterih ol!”

Bu girişimler üzerine Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, 2 Eylül 1926 târihinde, yargı yetkisi konusundaki uyuşmazlığın Lâhey Adâlet Divânı’na götürülmesi teklifini reddetmeyeceğini açıklar. Adliye Vekili Mahmut Esat Bey’in yanındaki güçlü heyet ile bindiği tren Avrupa’ya doğru yol alırken, Türk gazeteleri onun demecini yayınlıyordur:

- “Kapitülâsyonlara alışık olanlar bilmelidir ki,
Türk Devleti, esir devletleri alâkadar eden en küçük bir an'anenin iddiasına muvafakat edemez.
BİZ HAKKIMIZI MÜDAFAA EDİYORUZ!”

Dâvâ epeyce uzun sürer. Fransa, yetkinin kendi mahkemelerinde olduğunu iddia etmekte ve Türk tarafından tazminat talep etmektedir. Sonunda karar verilir.

Lahey Adâlet Divânı’nın kararının birinci maddesi şöyledir:

- “2 Ağustos 1926 târihinde Fransız Lotus gemisi ile Türk Bozkurt gemisi arasında meydana gelen çarpışma sonucunda
ve Fransız gemisinin İstanbul’a ulaşmasının ardından Türk kanunlarına göre Lotus gemisinde nöbetçi kaptan olan Demons aleyhinde,
Bozkurt yolcularından sekiz Türk vatandaşının ölümü dolayısıyla cezâ tatbikatı yapmakla Türkiye, 24 Temmuz 1923 târihli "İkamet ve Yargı Yetkisi Hakkındaki Lozan Sözleşmesi"nin 15. Maddesi'ne ve uluslararası hukuk ilkelerine aykırı hareket etmemiştir.”

O târihten beri Bozkurt-Lotus davası Uluslararası Hukuk kitaplarında başlangıç dâvâ olarak ele alınmaktadır. Bu karar ile Osmanlı’yı inim inim inleten kapitülâsyonların önü uygulamada da kesinlikle kapanmıştır.

Mora Muhâciri Hacı Mahmutzâde’nin torunu Prof. Dr. Mahmut Esat Bey’in soyadı, işte bu görkemli hukuk zaferinden dolayı BOZKURT’tur. 1934 yılında Soyadı Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle, Mustafa Kemâl Paşa tarafından ona bu soyadı verilmiştir. Arniyetliler onun bu adı ırkçılığından dolayı aldığını öne sürerler, bilmeden!.. Irkçılığı iddialarına da aşağıda cevap vereceğiz.

Mahmut Esat Bey, 3 Nisan 1930'da kadınların belediye meclislerine seçme ve seçilme hakkı veren kanunun hazırlanmasına katkıda bulundu. Aynı şekilde, 5 Aralık 1934'te kadınların milletvekili olmalarını sağlayan yasanın hazırlanmasına katkıda bulundu. Halk çocuklarının, hukukçu olabilmeleri için, bunların yatıp kalkacakları, karınlarını doyuracakları, ders çalışacakları bir yer gerekiyordu ama, bütçede para yoktu. Sağdan soldan ödenek kırpıldı; Hukuk Mektebi’ne ayrılan ödeneğe “Leylî yurdu Masârifi” adıyla yeni bir fasıl eklendi. Artık halkın çocukları Cumhuriyet’in savcıları, yargıçları olabilirdi. Oldular da!.. Hatta, Adnan Menderes gibi öğrenimleri yarım kalmış milletvekilleri de Hukuk Mektebi’ne kayıt yaptırıp okudular.

Savcı ve yargıçların kendisini karşılamaya gelmesine karşı çıkan ve onların ayağına giden Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt’un savcılar hakkındaki sözleri çoktandır asıldıkları yerden indirildi, kazındıkları mermerlerden silindi!.. Neydi o sözler?..

- “Cumhuriyet Savcıları!
Meriç kıyısında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da,
bu dâvâda yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan,
hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında
nafakalarını bekleyen öksüzlerin gözyaşlarından sizler mesûlsünüz…”

Rahmetli ATATÜRK'ün Hilâfet'in kaldırılması sırasında verdiği nutukta geçen "FIRAT KENARINDA BİR OĞLAK KAYBOLSA, KORKARIM Kİ, HESÂBI ÖMER'DEN SORULUR!" diye naklettiği ifâde, Bozkurt'ta "MERİÇ KIYISI" olmuş, ama maksat değişmemiş!.. Son günlerde (2016) bu ifâde yine meşhur oldu!.. İnşaallah mânâsının derinine inilir.

Mahmut Esat Bozkurt, 1935 yılında Mason Locaları’nın kapatılmasında çok önemli bir rol oynadı. Mason Locaları'nın kapanması, 1938'de çıkan II. Dünya Savaşı'na girmemizi önlemiştir. Hatırlıyacağınız gibi, bizi I. Dünya Savaşı'na sokanların hepsi Mason'du ve dış bağlantıları vardı.

Mahmut Esat Bozkurt, siyâsetten ayrıldıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Siyâsal Bilgiler Fakültesi'nde Anayasa ve Devletler Hukuku profesörlüğü yaptı. 21 Aralık 1943 târihinde beyin kanaması sonucu, İstanbul'da vefat etti. Kabri İzmir ili Selçuk ilçesinde özel bir mezarlıktadır. İstanbul Barosu Mahmut Esat Bozkurt adına bir hukuk ödülü kurdu. Bu ödülü 2010 yılında HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’e verdi.

ESERLERİ:
Atatürk İhtilâli I-II. cilt
Türk İhtilâlinde Vatan Müdafaası
Masonlar, Dinleyiniz!
Liberalizm Masalı
(Bu dört kitap ta Kaynak Yayınları tarafından yayınlandı)

HAKKINDA YAZILAN KİTAPLAR
- Mahmut Esat Bozkurt, Toplu Eserler 1, Kaynak Yayınları, Mayıs 2014
- Nail Topal, "Ateşten Adam Bozkurt" , Kuşadası Yerel Târih Yayını
- Doç.Dr. Şaduman Halıcı neredeyse ömrünü Mahmut Esat Bozkurt’a vakfetmiş. Atatürk Araştırma Merkezi tarafından 2004 yılında yayınlanmış,
650 sayfalık bir anıtsal kitabı var: "Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943)"
- Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’nden Doçent Dr. Şaduman Halıcı, Mahmut Esat Bozkurt’un henüz kitaplaşmamış yazılarının tamamını derlemiş, A4 kâğıdı çıkışıyla tamı tamına 1553 sayfa!.. Arkasında kaç sayfa olduğunu bilmediğim bir de sözlük var.
Şaduman Halıcı, “Makaleler; yazı karakteri, punto, işaretlemeler, koyu renk ya da altı çizgili olarak orijinaline uygun olarak verildi. Dipnotlara ve Mahmut Esat’ın attığı imzaya sadık kalındı. Başta Târih olmak üzere, Siyaset Bilimi, Hukuk, İktisat ve Dil alanlarında çalışma yapacaklar için temel kaynak niteliği taşıyan bu yazıların engin bir kültür, yalın bir Türkçe ve şiirsel anlatım ile Türk ulusunun kurtuluş savaşımının ve devrim felsefesinin işlendiği bu ürünlerin günümüzde olduğu kadar geleceğe de ışık tutacağı kanısındayım” diyor... Kaynak Yayınları bunları da bastı.

Kuşadalı Mahmut Esat imzalı ilk yazı (İktisat İlmi Nasıl Kuruldu?) 3 Şubat 1909 târihli, Hizmet gazetesinde yayımlanmış... Mahmut Esat 17-18 yaşında... Şaşırtıcı bir kavrayış ve sentez gücü ile yazılmış. Türkiye bâzı ilmî deyim ve tanımları onun ağzından duydu, onun kalemi sayesinde öğrendi.

“Türkiye Halk Devleti” ne demek? Onun ifâdesi... Bugün bir "halk" partisi var ama, bunu diyemez!..

“Türk Üreticileri, Birleşiniz!” de ne demek? "Komünist Partisi Manifestosu kokuyor," bile diyebilirsiniz.

“Türk İhtilâli'nin Düsturları” ne demek? Bugün böyle felsefî kavramlar var mı ortalıkta? Üstât makalelerinde bunlara yer vermiş!

(2) Celsede adı geçen CESARE LOMBROZO (1866-1909) , bâzı insanların doğuştan suça eğilimli olduğunu, bu kişilerin bir takım rûhî anormallikler sergilediğini ve suçlu insanların, kafa yapılarından hemen tanınabileceğini iddia etmiştir. Üstât bu iddiayı saçma buluyor... Artık LOMBROZO'yu ve BERGSON'u incelemek size kalmış!..

(3)Mahmut Esat Bozkurt'un kızı Gün Bozkurt Tekand Haziran 2014'te vefat etmiş. oğlu Yüksel Bozkurt idi, o da vefat etmiştir. Karısı Feheda Bozkurt'tur. İkinci kızı Ay Bozkurt erken vefat etmiştir. Celse târihinde hayatta olmadığı için adı geçmemiştir. Ancak bahsedilen olay hakkında bir bilgi edinemedik.

(4) Üstâd'ın kullandığı "BÜTÜN SUÇLARIN KAYNAĞI CEMİYETTİR" ifâdesi, bir başka Medyum ve başka usûlle yapılan Celseler'de de alınan Tebliğlerden biridir. Hattâ "BİR HIRSIZ VARSA, GÖRENDİR. ÇÜNKÜ ÖNLEMESİ GEREKİRKEN TEDBİRİNİ ALMAMIŞTIR" demişlerdir. Hem o hırsızlık yapan kişiyi yapmayacak şekilde eğitmek, hem de hırsızlık yapılacak bir ortam yaratmamak açısından!..

ÖZDEMİR İNCE şöyle bir hâtırasını naklediyor ki, ibret vericidir:

- "Yıl 1957... Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kütüphânesinde hademe kadrolu çalışıyordum ve Ankara Hukuk Fakültesi’nin birinci sınıfına kayıtlıydım."

- "Bir gün, istenen bir kitabı raflarda ararken, 'Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umûmî Târihi' adlı bir kitap buldum. Ciltli, sert kapaklı, büyük boy, iyi kâğıtlı bir kitap... Yazarının adı Max Beer.... 'Rus salatası'nın 'Amerikan salatası'na çevrildiği, Komünizm'le Mücadele Derneği’nin ortaya çıkmaya başladığı yıllar... Tehlikeli bir kitap, ama çeviriyi Türkiye Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi’nden Zühtü Uray yapmış!.. 1941 yılında Maarif Vekâleti tarafından yayımlanmış!.. Ve önsözünü de Atatürk’ün Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt yazmış!.. "

- " 'Nasıl olur?.. Bu nasıl iş?' diye düşündüm. Kitabın Atatürk’ün önerisi üzerine dilimize çevrildiğini nereden bilecektim!.."

- "Kitabı yanıma aldım ve önsözü okumaya başladım:

- “Hemen her ülkede, hatta Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşu ülkelerde bile sayısız çevirileri ve yorumları yapılmış olan Karl Marx’ın Kapital’inin, bizde, anlaşılmaz bir iki broşüründen başka bir şey yoktur."

- "Nerede kaldı ki, biz, Anayasa'mızla devletçiliği kendimize mâletmiş bulunmaktayız. Bunun anlamı, devlet sosyalistliğini kendimize mâletmiş olmaklığımızdır. Şu hâlde, kısmen olsun, 'Sosyalizmin ve Sosyal Mücâdelelerin Umûmî Târihi'
yeni Türk Devlet İlkeleri'nin nedenlerini ve edebiyatını oluşturuyor.”

- " Mahmut Esat Bozkurt şu cümleyi de yazmış:

- “Klemanso, 9. Konferansı'nda der ki: ‘Cumhuriyetçi ve demokrat doğdum ve öyle öleceğim. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki, demokrasinin haykıran acılarını Marx’ı okuduktan sonra duyabildim.’”

- " 'Nasıl olur?.. Bu nasıl iş?' diye düşündüm, bir kez daha ve hemen karar verdim: Mahmut Esat Bey de Karl Marx’ı beğeniyor!"

- " 'Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi' yüreğimde ve beynimde sulak ve bitek bir toprak buldu. Kültürümün temelini oluşturdu. Kitabı bitirdiğim zaman, hükümetlerin zihinsel yapıları ve uygulamaları ne olursa olsun, Kurucu Babalar’ın kurduğu Türkiye Cumhuriyeti “Sol”da bir cumhuriyettir. En azından merkezin solundadır ve sola açıktır. Rejimin yapısı ile Hükûmet erkânını birbirinden ayırdığımda, 21 yaşımdaydım."

- "Mahmut Esat Bozkurt’u çok uzun yıllar aydın bir devlet adamı olarak düşündüm ve saygı duydum. Büyüklüğünün henüz farkında değildim. Taa Atatürk İhtilâli’ni okuyuncaya kadar!.. Ama Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan öteki kitapları okuyunca, bir 'fenomen'le karşı karşıya olduğumu iyice anladım. Mahmut Esat Bozkurt, Fransızların 'érudit' dedikleri türden bir insandı."

- "... Ve Max Beer, Zühtü Uray ve Mahmut Esat Bozkurt’a borçluydum. Borçluyum!"

Şaşacak, "Nasıl olur? Bu nasıl iş?" diyecek birşey yok!.. TAASSUB, Dünyâ'ya tek bir pencereden bakmaktır!.. MUSTAFA KEMÂL, ne dinî, ne de siyâsî mânâda asla mutaassıb değildi. O gelmiş geçmiş Cumhuriyet siyâsîleri arasında nâdir bulunur, açık fikirli, basiret sâhibi bir zattı. Onun döneminde Marks ta, Sosyalizm de tartışılmış, "sünnet etmeyi yasaklıyalım" diye makaleler yazılmış, "hıristiyan olalım" diyenler bile çıkmıştır. Bu yüzden ATATÜRK'ü bir o yana, bir bu yana çekiştirir, dururlar!.. Halbuki onun siyâsî ve iktisâdî rejimler hususundaki değerlendirmesi şöyledir:

- İKTİSADÎ KALKINMA SAVAŞ gibidir!.. Bunun için bütün TÜRK MİLLETİ'ni
cephede bulunan ORDU, DÜŞÜNCE, DUYGU ve HAREKET yolundan ilgilendirmeliydim...
Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil; köyde, evinde, tarlasında bulunan HERKES
silahla vuruşan SAVAŞÇI gibi kendini VAZİFELİ sayarak bütün varlığını mücadeleye adamalıydı!..
(Nutuk)

- Saldırgan EMPERYALİZM'i köylü, işçi, esnaf, memur, zabit, asker omuz omuza verip
nasıl MİSAK-I MİLLÎ ile yenip kovduysak; aynı EMPERYALİZM'i EKONOMİK ALANDA
bir SÂY MİSÂK-I MİLLÎSİ İÇİNDE omuz omuza verip YENELİM VE KOVALIM!..

- SİYÂSÎ ve FİKRÎ hayatta olduğu gibi, İKTİSÂDÎ işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini
beklemek doğru olmaz!.. Mühim ve büyük işleri ancak MİLLETİN TOPLAM SERVETİ'ne ve
DEVLET'İN bütün TEŞKİLÂT VE KUVVETİ'ne dayanarak, MİLLÎ HÂKİMİYET'in uygulanmasını
ve yürütülmesini düzenlemekle görevli olan HÜKÛMET'in mümkün olduğu kadar
üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır!..

- Bizde bugün geniş ölçüde bir iktisat inkılâbı gerçekleştirmek için araçların ihtiyâca nispetle
istenilen derecede bulunmaması, DEVLET'i vakit kaybetmeksizin memleketin iktisâdî gelişmesinin
gerektirdiği tedbirlerle fiilen alâkadâr olmaya mecbur kılmaktadır.

- Kişiler, şirketler, DEVLET teşkilâtına nispetle zayıftırlar!.. SERBEST REKABET'in içtimâî mahzurları vardır.
ZAYIFLAR'la GÜÇLÜLER'i yarışta karşı karşıya bırakmak gibi!..
Nihâyet fertler bâzı büyük ortak MİLLÎ MENFAATLER'i tatmine muktedir olamazlar!..
(Medeni Bilgiler)

- Memlekette her çeşit üretimin artması için, FERDÎ TEŞEBBÜS'ün DEVLET'çe elzem
olduğunu önemle kaydettikten sonra, beyân etmeliyiz ki DEVLET VE FERT BİRBİRİNE KARŞI DEĞİL;
BİRBİRİNİN TAMAMLAYICISIDIR... Bizim tâkibini uygun gördüğümüz DEVLETÇİLİK prensibi,
bütün üretim ve dağıtım araçlarını fertlerden alarak MİLLET'i büsbütün başka esaslar dâhilinde
tanzim etmek gâyesini tâkip eden ve hususi ve ferdi iktisadî teşebbüs ve faaliyete
meydan bırakmayan SOSYALİZM prensibine dayalı KOLLEKTİVİZM, KOMÜNİZM gibi bir
sistem DEĞİLDİR!..

- Diğer bâzı devletlerin İKİNCİ derecede görebileceği ve fertlerin teşebbüslerine bırakılmasında
beis olmayan işlerden bir çoğu, bizim için HAYÂTÎ'dir ve BİRİNCİ derecede mühim
DEVLET VAZİFESİ arasında sayılmalıdır!.. TÜRKİYE Cumhuriyeti'ni idâre edenlerin DEMOKRASİ esâsından
ayrılmamakla berâber, DEVLETÇİLİK prensibine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz
hâllere, şartlara ve mecbûriyetlere uygun olur.

Rahmetli TURGUT ÖZAKMAN, ATATÜRK ve Mahmut Esat Bozkurt'la ilgili bir anekdot nakletmiş kitabında... Bugünlerdeki (2016) "Anayasa Değişikliği, Başkanlık Sistemi" tartışmalarına da uygun düşüyor. Aynen alıyoruz:

- Yeni bir Anayasa konusu uzun zaman sohbet olarak başlamış, sonra Anayasa Komisyonu'nca
ele alınmıştı. Türkiye’nin geleceğini düzenleyecek yeni bir Anayasa tasarısı oluşturulmaya çalışılıyordu.

Gazi, Cumhurbaşkanı olmadan önce bu görüşmelere zaman zaman katılır, düşüncelerini
açıklardı. Devlet Başkanı'na kanunları veto, ve gerektiğinde yeni bir seçim için Meclis’i
feshetme yetkisinin verilmesinin yararlı olacağını söylemişti. Bunları çağdaşlaşma hamlesinin
yavaşlatılması, millî egemenliğin örselenmesine karşı önlem olarak değerlendiriyordu.
Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey, Gazi’yi ziyârete geldi.

- “Mahmut Esat Bey ile Şükrü Saracoğlu, Cumhurbaşkanı'na veto, ve gerektiğinde
Meclis’i fesih yetkisi verilmesini kabul etmiyorlar.”
- “Neden?”
- “Milli Egemenliğe aykırı buluyorlar.”
- “Partiler çoğalınca hükûmetsizlik tehlikesi baş gösterebilir, gerici eğilimler belirebilir.
Devlet'in kuruluş amacına aykırı kanunlar kabul edilebilir. Bu yetkileri böyle durumlar için
düşünmüştük. Bir Anayasa'da bütün olumsuzlukları çözecek çözümler,
imkânlar bulunması gerekmez mi?”
- “Birçok milletvekili de iki arkadaşımızın düşüncelerini paylaşmaya başladı.
Bu maddelerin Meclis’te kabul edilmesi zor görünüyor.”

Bir sessizlik oldu. Paşa ikna edeceği ümidiyle bu milletvekilleriyle bir de kendisi görüşmeye karar verdi.

Mahmut Esat Bey bu ara Vekil değildi. Saracoğlu Şükrü Bey Meclis’e ikinci dönemde
katılmıştı. İkisini birlikte kabul etti. Milletvekilleri Cumhurbaşkanı'nı saygıyla dinlediler
ve düşüncelerini değiştirmediler.

Gazi sonucu öğrenmek isteyen Yunus Nadi Bey’i ertesi gün direksiyon binâsında kabul etti.

- “İki saat karşılıklı görüşlerimizi açıklayıp tartıştık. Biraz sıkıştırdım da... Ama çocukları
iknâ edemedim. Dilerim, bu yetkilere ihtiyaç duyulmaz. Fakat bu görüşmeden çok
memnun kaldım. Türkiye'mizin millî egemenliğe, özgürlüğe böyle sâhip çıkan, hukuka
saygılı, sağlam, dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu siyâsetçilere çok ihtiyâcı var. Mahmut
Esat’ı zâten beğenirdim. Şükrü Bey’i de çok beğendim.”

(Cumhuriyet, Türk Mucizesi, İkinci Kitap. Bilgi Yayınevi.S.39-40).

Demek ki, o dönemde milletvekilleri, hattâ sıradan şahıslar Cumhurbaşkanı Atatürk ile çata-cat konuşabilir, fikirleri olduğu gibi söyliyebilirlermiqş!.. Parti liderlerine, Bakanlar'a ve bilhassa Erdoğan'a duyurulur!.. İstişâre İslâm'ın gereğidir, ama gerçek istişâre!.. Dalkavukluk değil!..

- "(Gerçekten) İmân edenler; Rablerine icâbet edenler,
namazı dosdoğru kılanlar,
işleri kendi aralarında şûra (istişâre) ile olanlar
ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir."

Şûra Sûresi , 38. Âyet)

Rahmetli Mahmut Esat Bozkurt'un o dönemde de başına dert olmuş, şimdi de aleyhine kullanılan birkaç cümlesi vardır ki, esas metinden çıkartılarak istismâr edilmiştir. O ifâde şudur:

- "Benim fikrim, kanaatim şudur ki; dost da, düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi TÜRK’tür.
Öz TÜRK olmayanların TÜRK vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi olmaktır!”

Bu sözü 1930 Ağrı İsyânı sırasında söylediği öne sürülür. Halbuki o cümlelerin yer aldığı ÖDEMİŞ NUTKU şöyledir:

-“Cumhuriyet Halk Fırkası üyelerindenim, çünkü bu fırka bu vatanın maddî, mânevî varlıklarını
yabancıların elinden alarak Türk Milleti'ne verdi.”

- “Düne kadar vapurlarda, trenlerde, memleketimizin bugün ticârî ve mâlî müesseselerinde kimler çalışıyordu
ve bunlar kimlerin elinde bulunuyordu? TÜRK olmayanların değil mi? Bugün kimin elinde? TÜRKLER'in!”

“Bütün bunlar Cumhuriyet Halk Fırkası’nın mahsûlüdür. Bağlar, bahçeler hatta dağlar, ovalar, mal, mülk,
memleketin iktisâdiyâtı baştan başa TÜRK olmayanların elinde değil miydi?
Bugün bütün bunlar TÜRKLER'in eline geçti, bu da Cumhuriyet Halk Fırkası’nın siyâsetinin semeresidir.”

- “Düne kadar yabancıların yanında amelelik yapan binlerce TÜRK’ün bağ-bahçe, mülk sâhibi olduğunu
az mı görüyoruz?”

- “Cumhuriyet Halk Fırkası’ndanım; çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıklarıyla esâsen efendi olan
TÜRK milletine mevkiini iâde etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki; dost da, düşman da bilsin ki,
bu memleketin efendisi TÜRK’tür. Öz TÜRK olmayanların TÜRK vatanında bir hakkı vardır;
o da hizmetçi olmaktır!”

- “Ben Cumhuriyet Halk Fırka’sındanım. Bunun sebeplerinden biri de demiryolu siyâsetidir.”

“Geçen idâreler milleti gırtlağına kadar borca soktukları hâlde, Cumhuriyet Halk Fırkası, dışarıdan
para almaksızın, eski idârelerin yedi asırda yaptıkları işin fazlasını TÜRK parasıyla, TÜRK işçisiyle,
yedi senede yaptı.”

“Rus çarlarının vaktiyle bu memlekette demiryolu yaptırmamak için Osmanlı Hükûmeti'ni
silâhla tehdit ettiklerini söylersem, bunun ne kadar lâzım olduğunu kolaylıkla anlayacağız.”

(Mahmut Esat Bozkurt, sâdeleştirilmiş hâliyle " Liberalizm Masalı - Niçin Cumhuriyet Halk Fırkası’ndanım?”,
Kaynak Yayınları, s.35-41)

Ne diyor, rahmetli Bozkurt??? "Bütün mal-mülk, bağ-bahçe TÜRKLER'in oldu." ... Peki, yurdumuzda yaşayan (hiç sevmem böyle ayırım yapmayı ama, mecburum) Kürt asıllılar, Lâz, Çerkez, Arnavut, Boşnak asıllılar, hattâ Rum, Ermeni, Yahudi asıllılar da mal-mülk sâhibi, bağ-bahçe sâhibi değil mi?... Demek ki, kendini esas unsur TÜRK'ten ayırmayanlar kastedilmemiş!.. Onlar da bizce TÜRK zâten!..

Geçenlerde Ermeni asıllı bir yurttaşımız televizyonda, sözde Ermeni Soykırımı iddiasını kınarken, "Bu memlekette hiç Ermeni dilenci yoktur" demişti!.. Gerçekten de siz hiç Ermeni, Rum, Yahudi dilenci gördünüz mü?.. Hatta Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak dilenci gördünüz mü?.. Bir tek Kürt kökenli vatandaşlarımız fakirlik ve sefâlet çeker, ama bu çoğrâfî bölgeden dolayıdır. O bölgedeki Türkler de fakirdir. Hatta göçeden Ermeniler'in mallarına konan Kürt kökenlilerden daha fakirdirler. Dikkat edin, çok mal-mülk-para sâhibi olanlar da Türklüklerini kaybetmiş, yabancı şiketlerin ülkeyi soyan taşaronu hâline dönüşmüşlerdir.

Mahmut Esat Bozkurt’un 17 Eylül 1930 günü Ödemiş’te yaptığı konuşma, o günden bu yana, kendisine ve o târihteki CHP’ye, Türkiye devrimcilerine karşı düşmanlık vesilesi olmuştur. Kimdir bu düşmanlar?.. Bugün onu ırkçı olmakla suçlayanların 1930 yılındaki ataları!.. İktisat Vekili’yken, Adliye Vekili’yken çıkardığı kanunlar ve uygulamaları dolayısıyla ona düşman olan karşı devrimciler, kompadorlar, yabancı sermâye temsilcileri, liberâller, hırsızlar, vurguncular, rüşvetçiler, işçi ve köylü düşmanları; softalar, mürteciler… Şu anda da öyle!.. Şimdi Ödemiş Söylevi’nden o itiraz edilen diğer cümleleri birlikte okuyalım:

- “Farmasonlar; bana 'Yahudiler, Rumlar, Ermeniler, özetle öz TÜRK olmayanlar
kanun huzurunda eşit oldukları hâlde, sen onları ne hakla eşit görmüyorsun?
Bunlara ne hakla itîmat etmiyorsun?' diyorlar."

- " Farmasonluğun öz TÜRKLER'le eşit gördüğü yalnız bunlar olsa neyse!.. Fakat o
bu memleketle alâkası olmayanları da arasına alıyor. Hatta ‘İngiliz Papazı Frew,
‘Casus Lawrence’leri bile!.."

- "Yahudiler, Rumlar, Ermeniler şüphe yok ki, kanun huzurunda bizimle eşittirler.
Olabilirler. Bununla her şey olmuş bitmiş değildir. Ben açıkca söylemeyi severim:
Yahudi, Yahudilik tâkip ettikçe, Yahudice konuştukça, Rum Rumluğu tâkip ettikçe,
Rumca konuştukça, hatta Arnavut bile bu sevdâdan vazgeçmedikçe, Yahudiler, Ermeniler,
Rumlar mekteplerinde harıl harıl millî kültürleriyle yetiştikçe, onları öz TÜRK kardeş
saymazsam, umarım ki, kendileri de beni mâzur görürler."

- "Çünkü AYRILIK isteyen kendileridir!”

Yâni, adam TÜRKİYE'de yaşıyor, Ermene-Rum-Yahudi-Kürt asıllı olmasına bir diyeceğimiz yok ama; hem Türkiye Cumhuriyeti kimliği, pasaportu taşıyor, hemde kendini TÜRK saymıyor, TÜRKLER'den kopuk yaşıyor. Şimdiki kürtçüler, kripto Ermeniler, Sabetayistler gibi bizimle kaynaşmıyor. Üstelik bölücülük yapıyor, Batı uşaklığı yapıyor, ben de onu ÖZ TÜRK saymıyorum!.. O saymazken, ben niye onu TÜRK sayayım ki??? O bence turist bile değildir, tehlikeli YABANCI'dır!..

- “TÜRK haklarından istifâde edebilmek için Türklüğü benimsemek, TÜRK harsını kabul etmek,
Türklüğü duymak, TÜRK menfaatlerini kendi menfaati yapmak, ona hürmet etmek,
'TÜRK'üm' demek, Türklüğü harsiyle, hissiyle kabul etmek lâzımdır. Bunları samimiyetle
benimseyenleri TÜRK sayarız. Kim olurlarsa olsun!”

(Mahmut Esat Bozkurt, Masonlar Dinleyiniz!, Kaynak Yayınları, “Farmasonluğa Son ve Kısa Cevaplarım XV” sf. 53)

Burada hemen belirtelim ki, bu kişilerin kendi aralarında Rumca, Ermenice, Yahudice konuşması bizi ilgilendirmez. Kastedilen zâten o değildir. Ama ısrarla, bizim aramızda öyle konuşmaları, bana da batardı!.. Bunu şimdi kürtçüler yapıyor!.. Olur olmaz yerde, bağıra bağıra sözümona "kürtçe" konuşuyor. Neymiş, "anadil"de, Kürtçe eğitim istermiş!.. Halbuki, 50 ayrı kürt ağzı var. Bâzen iki komşu köy bile birbirini anlamıyor!.. Hangisiyle "anadil"de eğitim yapacaksın?.. Kürt kökenlileri bile birbiriyle kaynaştıracak dil, hepsinin bildiği TÜRKÇE'dir.

Cümleye dönersek, Mahmut Esat Bozkurt o cümle ile TÜRKİYE'de yaşayan bütün vatandaşlarımızı kastetmiştir... Binlerce yıldır Orta Asya'da, Avrupa'da, Arabistan'da, Anadolu'da yüzlerce kavimle karışmış olan milletimiz için ÖZ TÜRK, ancak Türklüğü özümsemiş olana denir. SAF IRK diye birşey Dünyâ'da kalmamış ki, o ırkçılık gütsün!.. Hakkı olmayanlar; ikinci sınıf vatandaş, misâfir işçi, hizmetçi konumunda olanlar ise, TÜRK DEVLETİ'ni, TÜRKLÜĞÜ, TÜRKİYE'yi, TÜRK BAYRAĞI'nı, İSTİKLÂL MARŞI'nı, TÜRKLER'i benimsemeyenler, başka devlet, başka bayrak peşinde olanlardır! Bu vatandan, bu milletten olmayanlara ancak o gözle bakılabilir.

Kaldı ki, kimse onlara "Sen Kürt asıllı, Lâz asıllı değilsin, Ermeni kökenli değilsin" demiyor ki!.. "Sen Kürt kökenli olduğun gibi, TÜRK'sün de!.. TÜRK MİLLETİ'nin bir ferdisin!.. Cebindeki kimlik kartın bunun ispâtı!.. Seni bu ülkedeki diğer vatandaşlarla kaşnaştıracak olan o kimliktir. Damla nehirden ayrılabilir mi? Denize düşen yağmur damlası, damla kalabilir mi?.. TÜRKİYE'deki diğer vatandaşlar böylesine bütünleşmişken, eğer sen kendini sâdece "kürt" sayarsan, aptalcasına iyot gibi açıkta kalırsın!" diyor... Daha doğrusu biz öyle diyoruz.

Yeri gelmişken Erdoğan ve şürekâsnın sözümona birleştirici olmak için kullandıkları TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK VATAN, TEK BAYRAK ifâdesiyle ilgili bir kaç şey söyleyelim ki, artık iyice sersemlemiş, şaşkınlaşmış kafalara derinlemesine girsin!.. Sakın ola ki, bir daha ne kendisi, ne Başbakan'ı, ne Bakanlar'ı, ne de partisinden herhangi bir zıpçıktı "TEK MİLLET, TEK DEVLET, TEK VATAN, TEK BAYRAK" dedikten sonra, "O milletin içinde Kürd'ü var, Türk'ü var, Lâz'ı var, Çerkez'i var, Boşnak'ı var, hepsi birlikte TÜRKİYE" diye zırvalamasın!..

Hiçbir milletin adı, ülke adı olmaz!.. TÜRK MİLLETİ'nin adı TÜRK'tür, TÜRKİYE değil!.. Alman milletinin adı Alman'dır, Almanya değil!.. Böyle DİLİBOZUKLUK olur mu hiç?.. Hele ki, bu memleketin esas unsuru TÜRKLER'i, kendini ayıranlar gibi "etnik grup" saymak, densizliğin dik âlâsıdır!.. Çünkü hiçbir ülkede esas unsur "etnik grup" değildir. Almanya'da Almanlar "etnik grup" sayılmaz, göç etmiş TÜRKLER, Polonyalılar, Bulgarlar "etnik grup" addedilir... Fransa'da Fransızlar "etnik grup" değildir. Ermeniler "etnik grup"tur ama, onlar da "etnik grup" sayılmamak için Ermeni olduklarını gizler, kendilerini "Fransız" diye tanıtırlar!.. Artık bu ülkenin ESAS UNSUR'u olan TÜRKLER'i o muhayyel "36 etnik grup" arasında saymaktan vazgeçsinler ki, biz de onları ÖZ TÜRK sayalım!..

"Kaldı ki, TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK VATAN, TEK BAYRAK" diye birşeyi dile getirme ihtiyâcı Erdoğan'a kadar hiç duyulmamıştı ki!.. Bu, "mâlûmu ilân"dan, yâni bilineni hiç bilinmiyormuş gibi söyleme câhilliğinden başka birşey değildir. Hangi millette iki devlet, iki bayrak, iki millet var? Devletler topluluğu olan A.B.D.'de bile yok!. Almanya'da yok!.. Fransa'da yok!.. Şili'de bile yok!..

Hadi, bir örnek daha verelim de, en geri zekâlılar, durgun zekâlılar, embesiller, moronlar, aptallar, akılsızlar, mantıksızlar, mankafalar, taşkafalar, kuşbeyinliler, boşbeyinliler, hâin beyinliler tarafından bile anlaşılmayan bir nokta kalmasın!...

Şimdi Yunan politikacı Karamanlis, veya zırtopoz Çipras kalksa dese ki, "Bizim bu TEK MİLLET içinde Moralısı var, Giritlisi var, Arnavut'u var, Makedon'u var, Romanyot'u var, Karamanlısı var, Türk'ü var, Hıristiyan'ı var, Müslüman'ı var... Hepsi birlikte YUNANİSTAN oldu," dese... Yunan halkı ne yapar onu?.. Alimallah, sokaklarda sopayla kovalarlar!..

Fransa Cumhurbaşkanı Hollande veya Macron , "Bizim bu TEK MİLLET var ya; içinde Katalan'ı var, Breton'u var, Korsikalısı var, Ermeni'si var, Çingene'si var, hatta Türk'ü bile var... Hepsi birlikte FRANSA oldu" dese... İmanım Fransızlar onu tükürüğe boğar!.. Böyle zevzeklik yapacak kişi, bırakın Cumhurbaşkanı olmayı, oralarda çöpçü bile olamaz!..

Zâten Erdoğan'ın "yeni bir keşif" yapmış gibi ortaya attığı bu "TEK MİLLET, TEK DEVLET, TEK VATAN, TEK BAYRAK" biz de ekleyelim "TEK DİL", o kadar tabii birşeydi ki, CUMHURİYET'in başından beri hiç aksi düşünülmemişti, dile bile gelmezdi!.. Erdoğan'ın yaptığı sözümona KEŞİF tekleyici, birleyici, birleştirici değil; kendinden önce hiçbir Başbakan'da görülmeyen şekilde ayırıcı, bölücü olmuştur. İnsanımız târihimizde hiç benzeri olmayan bir şekilde birbirininden kopmuş, kendini farklı görür olmuştur.

Halbuki bizler, Erdoğan öncesinde birbirimize, "Hemşerim, memleket nere?" diye sorarken, daha sorarken bile o kişiyi kendi hemşehrimiz sayar, kendimizden ayırmaz; kökünü, kökenini hiç araştırmazdık!.. Şimdi ise ilkokul çocukları bile kendilerini etnik kimikleri ile tanımlar, birbirinden kopar hâle gelmiştir... Yuh olsun bu ayırımı yaratanlara!..

Bilmeyen bu câhil güruha anlatalım: TÜRK'ün pek çok özelliği vardır, bir kısmını daha önce anlattık. . TÜRK öyle büyük ve yaygın bir insan topluluğudur ki, kimileri bir TÜRK IRKI'ndan bahseder. Alaska'daki Eskimolar'dan Sibirya'daki Yakutlar'dan, İspanya'daki Basklar'a, İngiltere'deki İskoçlar'a, Kuzey Amerika'daki Kızılderililer'e, Güney Amerika'daki İnka, Aztek, Mayalar'a kadar uzanır... Afrika'daki zenci Sudanlılar bile "Biz TÜRK'üz" der!..

Sonra TÜRK öyle büyük bir millettir ki, içinde pek çok boy, oymak barındırır. Erdoğan'ın saydığı, o "36 etnik grup" dediği, kökü ORTAASYA'ya dayanan Kırgız, Tatar, Çepni, Avşar, Çerkes, Pomak, Çuvaş, Tuva gibi TÜRK boylarının hepsini birden bünyesinde barındıran TÜRK MİLLETİ olur. Baltık Denizi'nden Pasifik Okyanusu'na kadar uzanır... Bunu gören Azerisi, Kazak'ı "İki devlet, bir millet" sözünü bayrak eder!..

Kaşgarlı Mahmud, 1070'lerde yazdığı Divân-ı Lugat-ıt Türk adlı sözlüğünde Türk adını şöyle tanımlamaktadır:

- "Yüce PEYGAMBER’in bir hadisine göre, ALLAH-Û TEÂLÂ ‘Benim bir ordum vardır,
ona Türk adını verdim ve onları Doğu'ya yerleştirdim. Bir ulusa kızdığım zaman TÜRKLER'i
o ulus üzerine musallat ederim’ diyor."

- "İşte bu, TÜRKLER için bütün insanlara karşı üstünlüktür. Yüce TANRI, onların adlandırılmasını
kendisi üstlenmiş, onları Yeryüzü'nün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde
yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum’ demiştir. Bunların yanı sıra TÜRKLER'in güzellik,
sevimlilik, zariflik, incelik, tatlılık, büyüklere saygı, sözünde durma, sadâkat, alçakgönüllülük,
yiğitlik, mertlik gibi her biri ayrı ayrı övülmelerini gerektirecek erdemlerini anmaya bile gerek yoktur!"

Aslında TÜRK öyle bir kapsayıcı, birleştirici bir kavramdır ki, rahmetli MAHMUT ESAT BOZKURT'un belirttiği gibi TÜRKİYE'deki Rumlar'ı, Ermeniler'i, Yahudiler'i, Süryâniler'i, Keldâniler'i, Levantenler'i bağrına basar, kendinden ayırmaz, onlara bu topraklarda yabancılık hissettirmez!.. Rum Ortodoks Kilisesi Patriği Bartolameos bile "Ben TÜRK'üm" , Ermeni asıllı vatandaşımız Levon Dabağyan "Ben TÜRK'üm" der, şarkıcı Rum kökenli Fedon "Ben TÜRK'üm" der de, Erdoğan niye demez?!.. Kendini bir sefer "Gürcü", bir başka sefer "Lâz" diye tanıtır, karısına "Arap" der... Peki, oğlu Bilâl ile kızı Sümeyye nedir, bilmez!.. Bir türlü TÜRK'üz diyemez!..

Der, der!... Bir gün geldi, o da dedi!.. TÜRKLÜK onu da kendine bağladı, eritti!.. Başkası mümkün değil zâten.

Neden bahsediyorduk, nerelere geldik!.. Ödemiş Nutku’ndan sonra, dönemin İstanbul gazetelerinin "Türkiye'deki yabancılara hizmetçi, köle," diyor şeklindeki hâince saldırısı üzerine, MAHMUT ESAT BOZKURT Cumhuriyet gazetesine 17.10.1930 târihinde bir açıklama yapar.

- “Ben Ödemiş nutkunda 'bu memleketin efendisi TÜRKLER'dir.
Öz TÜRK olmayanların hakkı hizmetçiliktir, köleliktir' demekle misâfirimiz
olan ecnebileri kastetmedim. Esâsen memleketin dâhili, siyâsî münâkaşalarında
yabancıların yeri yoktur ve olamaz."

- "Bu hak vatan evlâtlarına âittir!.. Benim kastım; Teşkilât-ı Esâsiye (Anayasa) mucibince
TÜRK olup, hâlâ TÜRK'ten başka milliyet iddia edenler varsa, onlardır. TÜRK harsını
(kültürünü) kabul edip de, 'TÜRK'üm' diyene sözüm yoktur.”

Ödemiş Nutku’nu Kürtler'le ilişkilendirenler de vardır. Güya, “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi TÜRK’tür. Öz TÜRK olmayanların TÜRK vatanında bir hakkı vardır; o da hizmetçi olmaktır!” sözleri Kürtler'i hedef alıyormuş!

Hedef almış ise, isyâncı Kürtler'i hedef almıştır. Neden bütün Kürt kökenlileri hedef alsın ki?.. Hedef aldığı Kürtler, 7 Eylül 1930 tarihinde, İngilizler'in desteklediği, Ermeni Taşnak ve Suriye’de mukim Fransız destekli Kürt Hoybun Cemiyetleri'nin katıldığı, Şeyh Barzani’nin katkı sağladığı Osmanlı ordusunda veteriner yüzbaşı olup ta, isyâncı Kürtler'in başına geçip kendini "General İhsan Nuri" ilân eden zibidinin önderlik ettiği, 3. Ağrı İsyânı’na katılanlar olmasın?

O târihte, şimdi de olduğu gibi kürtçüler arasında hâlâ Sèvr’in uygulanması hayalleri kuranlar vardı. Milletler Cemiyeti’ne başvurmuşlar, Türkiye, İran ve Irak Kürtlerini birleştirecek bir Kürt Devleti kurmak istiyorlardı. Diyelim ki, Mahmut Esat Bey, o sözleri isyâncılar ve ayrılıkçılar için söyledi... Erdoğan daha farklısı mı söylüyor?.. Bu Devlet'e, bu millet'e düşman olana, herşeyi söyleme hakkımız var!

Mahmut Esat Bozkurt'u kullanarak Türklüğe saldırma gayreti içinde olanlar, onun,

- “Âriler medeniyet kurucularıdır. İdealistlik, o kuvvettir ki, Âriler'in üstünlüğünü gösterir.
Yahudi, Âriliğin en bâriz zıddır. Yahudi, göçebe değil, sığıntıdır. Irkın muhâfazası
mevcudiyetinin gâyesidir. Köylülük ırkın ambarı, mahfazasıdır,”

dediğini iddia ederler!.. Bu sözleri, onun Nazi hayranı olduğunun en kesin belgesi diye gösterirler... Ama kaynak veremezler.

Kaynak Mahmut Esat Bozkurt’un “Atatürk İhtilâli” (Kaynak Yayınları, sf..50) kitabıdır.

Mahmut Esat Bozkurt’un kitabına yazdığı bu cümle, HİTLER'E ÂİT olup, eleştiri maksadıyla kitabına alınmıştır!.. Çarpıtmanın bu kadarı da olmaz! .

Nutkun verildiği târihi de gözönünde tutmak gerekir. 1930’ların ABD’sinde, şimdi kibarlıktan Afro-Amerikalı denen zencilerin, Kızılderililer'in, Lâtinler'in beyazlara âit lokantalara, helâlara gidemediklerini, otobüslere, tren vagonlarına binemediklerini unuttunuz mu?.. Kısa süre sonra Yahudiler Almanya'da, daha sonra tüm Avrupa'da benzer ayırımlara uğramadılar mı?.. Peki. Türkiye’de "aslen TÜRK olmayanlar” lokantalara, helâlara giremiyor, otobüslere, tren vagonlarına binemiyor mu?.. Var mı böyle birşey?.. Yok!.. O zaman ayırımdan söz edilemez!

Bir tek ne var?.. Rum, Ermeni, Yahudi asıllılar subay, polis, devlet memuru olamıyor... du!.. Şimdilerde oluyor... Olamamalarının ırkçılıkla bir ilişkisi yok!.. İnsaf edin!... 1830'lardan itibâren Rum ayaklanmaları, 1880'den itibâren Ermeni isyanları, katliamları, 1915'te Çanakkale'de İngiliz safında görev alan Yahudi katır birliği varken; yâni içimizde yaşıyan bu insanlar bize DÜŞMANLIK etmiş iken, siz nasıl onları Devlet görevine alırsınız?.. Hangi devlet böyle davranmış azınlıklara bu hakkı verir?.. FETOCULAR'ı görevde tutmadığınız gibi, onları da subay yapamazdınız. Sivil hayatta istedikleri gibi yaşayabilirler... Ve TÜRKLER'den daha iyi yaşadıkları da kesin!..

Ayrıca unutulmaması gereken bir husus var: Aslen YAHUDİ olan SABETAYİSTLER, Türk adları taşıdıkları ve Müslüman göründükleri için POLİTİKA'da, BÜROKRASİ'de, İŞ HAYÂTI'nda, ve tabii ki SİLÂHLI KUVVETLER'de ve MİT'te, EMNİYET'te üst görevlere kadar çıkabilmektedirler. Eminiz ki, bu yükselenler arasında kripto Rum, Ermeni, Süryânî, Levantenler de var... Bundan bir şikâyetimiz yok. İLKER BAŞBUĞ gibi TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK MİLLETİ'ne ve TÜRKİYE'ye samimiyetle bağlı olduktan sonra, Yahudi veya Ermeni asıllı olması önemli değildir. Kendisini ÖZ TÜRK sayarız. Onun gibi davranmayanlar ise "müsvedde" Türk'tür.

Gelelim İktisâdî konulara... Mahmut Esat Bozkurt, çoğu aydının makbûl gördüğü Tanzimat’ı siyâsî bakımdan pek beğenmez ve haklı olarak iktisâdî açıdan acımasızca eleştirir:

- “Tanzimat başta softalar olduğu halde mutaassıpların düşmanlığıyla karşılaştı.
Bunları tahrik eden hissiyâtı bir tarafa koyalım. Fakat inkârı mümkün olmayan bir hakikat
vardır ki, Tanzimat’ın siyâsî, iktisâdi sahâlardaki liberalliğinden Türk olmayanlar kazanacak,
öz Türkler zarar görecekti… Zirâ Türkiye başıboş, serbest sûrette Avrupa iktisâdî rekabetine açılıyordu."

- "Türkiye; güçlü, kuvvetli Avrupa’nın ağzına atılıyordu. Tıpkı gözleri açık kurbanlar gibi…
O vakitler, Türk imparatorluğuna, Türk milletine devamlı fena kasıtlar tertibiyle uğraşan
Rum, Ermeni, Arap, Arnavut tebaa, memleketi, canı, malı, kanı pahâsına yaşatan öz
TÜRKLER'e eşit oluyordu!…"

- " Bu kadar da değil!.. Bu hâin tebaa memleketimizin içinde Batı sermâyesinin, Batı
istilâsının soygunculuğuna yarayan
ileri karakol gibi vazife görüyordu. Bunları
Ruslar, Fransızlar, Avusturyalılar himâye ediyordu.”
(Liberalizm Masalı, sf.92)

- “Küstahlıklar o kadar ileriye götürüldü ki, Türklüğün bütün mukaddesâtına Rumlar'ın
Adelfiyaları, Ermeniler'in Taşnakları, Arnavutlar'ın Başkımcıları, Çerkezler'in Teâlicileri
tarafından apaçık hakaret edildi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Boşo adında bir Rum
mebusu Meclis kürsüsüne çıktı ve ‘Benim Türklüğüm Osmanlı Bankası’nın Türklüğü kadar
bir şeydir’ diyebildi.

(Liberalizm Masalı, sf. 93)

Haklı mı, değil mi?.. Haklı olduğunu, Karl Marx bir makalesinde belirtmiş. Karl Marx’ın bu “Türk Meselesi” adlı makalesi, 19 Nisan 1853 tarihli “New York Tribune”de yayınlanmış. İkinci bir makalesi aynı yerde 9 Haziran 1853 tarihinde yayınlanmış. Zâten adamın Türkiye üzerine tam 16 makalesi var!.. Bizde de “Türkiye Üzerine” (Gerçek Yayınevi, 1966) adlı kitabında yer almış:

- “Sözü edilen 'Türkiye tüccarları' kimlerdir acaba? Şüphesiz ki TÜRKLER değil!..
Göçebe devrini yaşadıkları sırada, TÜRKLER'in bütün ticâreti, kervanları talan etmekten
ibâretti. Bugün daha medenî hâle geldikleri için en keyfî ve ağır vergileri koymaktadırlar.
Büyük limanlarda yerleşmiş olan Rumlar, Ermeniler, Slavlar ve Batılılar, bütün ticâreti
ellerinde tutmaktadırlar.”
(Türkiye Üzerine, .sf. 41)

- “18. Yüzyıl sonunda yapılmış olan Küçük Kaynarca anlaşması gereğince, İstanbul’da bir
Rum kilisesinin yapılabileceği ve bu kilisedeki din adamları ile TÜRKLER arasında çıkabilecek
anlaşmazlıklara Rus Sefiri’nin müdâhale edeceği kabul edilmişti. İmtiyaz, Edirne anlaşması
ile sağlamlaştırılmıştı.”
(Türkiye Üzerine, sf. 51)

Karl Marx ile Mahmut Esat Bozkurt 77 yıl arayla aynı şeyleri söylüyorlar!.. Karl Marx elbette serinkanlı ve materyalist, Mahmut Esat Bozkurt “Devlet adamları fakir ölmelidir!” diyen bir bilge...

"Yahu, bunları niye yazıp duruyorsun?" diyenleriniz var, hissediyorum... Ama iki sebepten yazmak zorundayım. Birincisi, bu kadar muhteşem ve Muhterem bir TÜRK Büyüğü Celse'ye gelmiş, Celse İdârecisi ondan siyâsî, iktisâdî, târihî açıdan yararlanamamış. Bâri biz onun hayâtını ve eserlerini inceliyerek yararlanalım, diye... İkincisi, TÜRKLÜK, TÜRK DEVLETİ, İKTİSAD, HUKUK konularında çok eksiğimiz var. Baksanıza, AKP hükûmeti 14 yıllık iktidârının ilk 13 yılında "tüketim ekonomisi" , "rant ekonomisi" , "yabancıya satış ekonomisi" , "yabancı tohum ekonomisi " uyguladı. Hatta 2006 yılında, bir ihânet belgesidir, Avrupa'ya yaranmak için "yerli tohum satışını yasaklayan" kanun çıkardı!.. Çiftçimizi gramı, bir gram altından daha pahalı İsrâil, Hollanda tohumlarına mahkûm etti!.. Ancak bu yıl (2016) uyandı ve "üretim ekonomisi"ne, "yerli ve millî ekonomi"ye dönmekten söz etti... Uçurumun dibine yuvarlanmışsın, yaralı bereli hâlinle tepeye nasıl tırmanacaksın?

Sonra AKP ileri gelenleri, başta Erdoğan, TÜRK demekten kaçındılar. "TEK MİLLET" dediler ama, TÜRK MİLLETİ diye adını koymadılar. Onlar nasıl Alman Milleti, Fransız Milleti ise, biz de TÜRK MİLLETİ'yiz... Bitmedi, devlet dâirelerinden Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) ibâresini kaldırdılar. "TÜRK'üm, doğruyum" andını kaldırdılar. "NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!" vecizesini dağdan taştan sildiler. Başbakan R.T. Erdoğan,

- “Mardin Kızıltepe’de bir ifâde kullandım. Aynı ifâdeyi bugün İstanbul’da da söylüyorum.
Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız.
TÜRK milliyetiliğini de ayağımızın altına alıyoruz,"

dedi!.. TÜRKİYE'de TÜRK olmayı âdetâ ayıp hâle getirdi. ALLAH'tan millet onu ayakları altına almadan sözünden döndü. Daha doğrusu, 2016'da döner gibi oldu. Anladı ki, Dünyâ'da Sibirya'dan Hindistan'a, Balkanlar'dan Amerika kıt'alarındaki kızılderililere kadar 250 milyona yakın TÜRK var. Sudan'ın zencileri bile "Biz TÜRK'üz" diyor, adam kalkmış "TÜRKİYE'de TÜRK yok" demeye getiriyor, saçmalığın dik alâsı!... Vazgeçtiler... TÜRK Cumhuriyetleri'ni ziyârete bile başladılar. Cehâletlerinin cezâsını Kürtler'le, Avrupalılar'la, Amerikalılar'la çıkan olaylarda uçurumun dibine yuvarlanarak gördüler, şimdi yaralı bereli tepeye tırmanmaya çalışıyorlar... Yine de desteklenmesi gereken bir siyâset değişimi!.. Biz de "yardım edelim," dedik. Mahmut Esat Bozkurt vesile oldu. En sevdiği cümlesi “TÜRK’ün en kötüsü, TÜRK olmayanın en iyisinden iyidir” imiş... Onun için yazıp duruyoruz... Sizi yordu isek, bağışlayın!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR