BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11

Bu celsede Medyum yükselirken Karanlık Tabaka'da bir Geri Varlık'la karşılaşır. Onunla görüşülüp, gönlü alındıktan sonra, yükselmeye devam eder.

Varlık: Beyazlı Kadın , Veled İzbudak
Tarih: 11.4.1961
Usül: Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum Ali

Medyum- ... Çıkıyorum... Tamâmen beyazlar giymiş çok güzel bir kadın geldi...
Hepsi yere kapandılar... Benim elimden tuttu... Çıkıyorum.
İdâreci - Kimmiş bu Muhterem Varlık?.. Lûtfen bize de söyleyiniz.
M- ...Sordum... Gülerek başını salladı... Hiç ses vermiyor...
i- Acaba kimmiş?.. Rica etseniz olmuyor mu?
M- ... Yüzünü görmüyorum... Yüzü bir bulutun içinde...
İ- Peki. Yükselmenize devam edin.... Lûtfen vasatınızı söyleyin.
M-.... O kokulu diyâra getirdi... Bıraktı ve kayboldu.
İ- Şimdi kokulu diyârda mısınız?
M- Evet.
İ- Öyleyse burada ufkî olarak hareket ediniz. Ve ciğerlerinizi o güzel kokuyla doyurun.
M- ... Çok rahatım...
İ- Bu kokuyu asla unutmıyacaksınız... Derin derin nefes alınız.
M- ... Kokuyu duyuyorum, fakat nefes almıyorum.
İ- Alıyorsunuz. Gâyet rahatsınız.
M- ... Mâvi bir bulutun üstüne oturdum... Ufkî olarak dolaşıyorum...
İ- Bizimle konuşmak isteyen Muhterem Varlıklar'la Temas temin etmeye çalışınız.
M- ... Gürültüler başladı.... Gelenler var... Çok aydınlık...
İ- Rahat mısınız?
M- Çok!
İ- Dolaşmaya devam ediniz.
M- ... Büyük bir kalabalık... Hep beyazlar giymişler... Bana doğru geliyorlar... VELED İZBUDAK ...(1)
İ- ??? Veled İzbudak...Muhterem Üstâdımız bu gece bizimle görüşecekler mi?
M- ... İkinci gelişiymiş bu gece...
İ- Kiminle konuşmuşlar bizden evvel?
M- Konuşmamış... Gelmiş...
İ- Nereye gelmişler?... Bizim aramıza mı, başka bir Celse'ye mi?
Varlık- Başka bir Celse'ye.
İ- Bulunduğunuz vasatı bize anlatır mısınız? TANRI rızası için.
V- Bulunduğumuz yer anlatılamaz. Erbâbı için hissedilir.
İ- Hangi devirde yaşamışlar? Kendi devirlerine âit biraz târihî mâlûmat verirler mi?
Ne zaman ölmüşler?
M- ... "Doktorun temiz niyetinden emin olmasaydım," diyor, "Kendisini çok ayıplardım," diyor....
Mesleğiniz değilmiş... MEVLÂNA'NIN 41. TORUNU VELED İZBUDAK... (2)
İ- Nur olunuz.
M- ... Sizlerin bulunduğunuz yerin karşısının dört ev ötesi, onun vaktiyle oturduğu, çalıştığı yermiş...
İ- Şu an Celse yaptığımız evin mi, efendim?
M- Evet.... Alnımdan öptü...
İ- Ne mutlu size!
M- Kırgınmış bana.
İ- Niçin?
M- ... Kendisinden vaktiyle aldığım notlardan istifâde edip Şeb-i Arus günü tebliğ yapmam lâzımmış. ...
HAZRET-İ PÎR (3) de çok üzülmüş.
İ- Sizi bağışlasınlar.
M- ... "Arkadaşların ne söylediğimi anlıyamazlar," diyor.
İ- Evet, o size âit bir durum... Şimdi Muhterem Üstâdım, bâzı suallerimiz var.
Müsaade eder misiniz, efendim?
M- ... Bu gece benim dört Kat yukarda çok muazzez bir Varlık'la temasa geçmem lâzımmış...
"Kısaca sualler varsa, kendilerini memnun etmek vazifem" diyor...
İ- Teşekkür ederim. Medyumumuzun bir ricası var: Lûtfen, Ali Bey, sualinizi sorunuz.
.... Sorabiliyor musunuz?
M- ... Önümüzdeki Cuma akşamı bana rüyâmda izah edecekmiş...
İ- Acaba bizler için de birşey söylemek isterler mi?
M- ... "Nasıl hizmet ederim?" diyor.
İ- Estağfirullah... Minnettar kalırız. Arkadaşların bâzı sualleri var. Evvelâ...
M- Çok kırılmışlar size.
İ- Bana mı kırılmışlar, efendim?
M- Muhtelif şekillerde izah etmişler... "Şükran, minnet, lûtuf; Rahman-uı Rahim,
Gafur, Rahim olan TANRI'ya mahsustur," diyor.
İ- Sâdece teşekkür ettik, efendim.
M- ... Pişmeye yeni başlamışsınız. Kavrulduktan sonra bu aksaklıkları düzeltecekmişsiniz.
İ- İnşaallah. Elimizden geldiği kadar çalışıyoruz... Yalnız bu kavrulma yakın mı?
M- ... "İsrâfın haram olduğu hususundaki hadisi bilmiyor mu?" diyor...
Zamanı israf ediyormuşsunuz şu anda.
İ- Peki. Benim için başka öğütleri var mı, efendim?
M- ... "Gelecek Dûşembe gecesine çok dikkat etsin," diyor.
İ- Yani, iki gece sonra, Perşembe...
M- "Perşembe değil," diyor... "Dûşembe," diyor... (4)
İ- Bu Dûşembe, Çarşamba değil mi, efendim? Affınıza sığınarak soruyorum.
M- ... "Öğrensin," diyor.
İ- Üstâdımızdan öğrenmek isterdim.
M- ... Söylemiyor... "Mirâsyedi olmayınız," diyor.
İ- Bilmemek ve öğrenmek için sormak mirâsyedilik midir?
M- Ayağa kalktı, arkasını çevirdi... "Üzülmesin," diyor... "Çok anlayışsız," diyor...
İ- Teşekkür ederim... Fakat üstâdım, izah etmediniz Dûşembe'yi.
M- ... "Geriye aldım," diyor.... Bırakın beni, kendisinden özür dileyeyim!
İ- Estağfirullah efendim. Biz kendilerinden af diliyoruz.
M-
(teşevvüş içinde)... Müsaade edin, kendilerinden af dileyeyim!...
İ- Siz mi dileyeceksiniz? Lûtfen benim nâmıma söyleyiniz, Ali Bey.
V- ... Çok büyük hatâ ediyor!..
M- ....Ettiniz mi, üstâdım?
İ- Ettim efendim... Lûtfen söyleyiniz. (5)
M-
(halâ teşevvüş hâlinde)... "İsrâfın haram olduğunu bilsin," dedi.
İ- ...???
M- Zamanı israf ediyormuşsunuz.
İ- Peki, efendim. Arkadaşlar şahsî sorularını sormak istiyorlar. Lûtfederler mi?

..... (şahsî suallerden sonra)
M- ...Çıktım.
İ- Dolaşmaya devam ediniz.
M- ... Yukarı çıkıyorum...
İ- Peki, Yukarı çıkmaya başlayınız... Duralım mı, efendim?
M- ... Ayağa kaldırın!...
İ- Gayet rahatsınız.
M- Ayağa kaldırın!
İ- Ayaktasınız.
M- ... HAZRET-İ FATMA... (6)
i- Hürmetlerimizi lûtfen söyleyiniz. Ellerinden öpüyoruz. Kendileri için dua ediyoruz.
M- .... Üşüyorum çok!.... İndirin beni!
İ- İnmek mi istiyorsunuz?
M- ... Gittiler... Çok üşüyorum...
İ- Peki, aşağı doğru ininiz

Enteresan bir Celse, değil mi?... Bu sefer sondan başlayarak inceliyelim.... Medyum Veled İzbudak diye gelen varlıkla görüştükten sonra yükseliyor, kendini Hazret-i Fatma diye tanıtan bir Varlık'la karşılaşıyor.... HAZRET-İ FATMA, PEYGAMBERİMİZ'İN KIZI, 4. HALİFE HAZRET-İ ALİ'NİN EŞİ, HAZRET-İ HASAN ve HAZRET-İ HÜSEYİN'İN ANNESİ!..

Böyle Üstün bir Varlığın gelmesi mümkün mü?.. Bizce değil... Medyum rahatsız oluyor, üşümeye başlıyor... Bunun üzerine Varlık tek kelime etmeden gidiyor. Herhangi bir aldatma ve tehlike olmadan o Varlık uzaklaşıyor veya bizce Medyum'un Hâmi Varlıklar'ı tarafından uzaklaştırılıyor.... Bu da Medyum'un güçlü bir himâye altında olduğunu gösterir.

(6) HAZRET-İ FATMA, HAZRET-İ MUHAMMED'in (S.A.V.) ilk eşi HAZRET-İ HATİCE'den dünyaya gelen kızıdır. Doğum târihi kesin değildir. 606 diyen de vardır, 616 diyen de... En mantıklısı bizce 606'dır. Çünkü 570 yılında doğan Peygamberimiz, 25 yaşında Hazret-i Hatice ile evlendi. Hatice o zaman 40 yaşında idi. (595) Eğer 616'yı alırsak, 60 yaşında doğurmuş olur ki, zayıf bir ihtimâldir.

Peygamberimiz kızı Fatma'yı çok severdi. Fatma, Peygamber'in Meclisi'ne girse, Peygamber ayağa kalkar, sevgisinden elini öper, oturturdu. Sefere giderken en son Fatma'ya uğrar, sefer dönüşü ilk onu ziyâret ederdi. Resulullah,

- "Kim Fatıma'yı râzı ederse, beni râzı etmiştir. Beni râzı eden de Allah'ı râzı etmiştir.
Kim Fatıma'yı gazaplandırırsa, beni gazaplandırmıştır.
Beni gazaplandıran da Allah'ı gazaplandırmıştır."

buyurmuştur. Fatma, Hazret-i Ali'yle bir rivâyete göre Hicret'in 2. yılı, yâni 624 evlenmiş, Hasan, Hüseyin, Muhsin isminde üç oğlu ile iki kızı olmuştu. Hazret-i Fatma, Peygamberimiz'den kısa bir süre sonra, genç yaşta vefat etmiştir. (632)

Dönelim başa.... Celse İdârecisi'nin bu Celse'de câhilliğinin yanısıra pek çok hatâsı var.

Bunu kınamak, ayıplamak için söylemiyoruz... Bizler de benzer hatâları, hem de çok yaptık. Ruhiyatçılar'a ders ve ibret olsun, diye üzerinde duruyoruz.

(5) Birincisi Veled Çelebi'yi tanımıyor.... İkincisi tanıdıktan sonra da onun seviyesine uygun sorular sormuyor. İki îkaza rağmen vakti şahsî sualler ile israf ediyor. Söylenenleri anlamamakta ısrar ediyor, kendisine " anlayışsız" diyen Varlık'la "Teşekkür ederim" diye dalga geçmeye kalkıyor. Medyum onun adına özür dilemek istiyor, bunu da ters anlıyor. Sanki Varlık kendisinden özür diliyormuş gibi davranıyor. Velhâsıl İrtibat'ı berbat ediyor. Üstelik gelenin gerçekten Veled İzbudak olup olmadığını araştıracak sualler de sorulmuyor. Bunların hiçbirinin yapılmaması gerekirdi.

(1) Peki, VELED ÇELEBİ, gerçekten HAZRET-İ MEVLÂNA'nın torunu mu? ...

Evet, torunu... O kadarla da kalmıyor. Veled Çelebi İzbudak, tam adıyla “Mehmet Bahâeddin Veled” (16 Temmuz 1869, Konya – 4 Mayıs 1950, Ankara) Türk dili ve edebiyat bilgini, şâir ve milletvekili idi. Babası Mustafa Necip Çelebi, annesi Rabia Hanım’dır. Veled Çelebi’nin kendinden büyük Ahmed Nazif, Şemseddin ve kendinden küçük Yusuf isimli üç erkek kardeşi vardır.

Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin ilmî ve edebî çalışmalara katılan Veled Çelebi, ömrünü Türk dili araştırmalarına vermiş; Türk Dil Kurumu’nda çalışmalarını ölümüne kadar sürdürmüş bir zattır. Konya Mevlâna Dergâhı'nın postnişinliğini yapmış bir Mevlevi'dir. II., III., IV.ile V. Dönem Kastamonu, VI. dönem Yozgat milletvekili olarak toplam 20 yıl süreyle TBMM'de görev yapmıştır. Atatürk ile yakın ilişkileri bulunmuş ve ilmî çalışmalarında onun desteğini görmüştür..

Konya'daki ilk ve orta öğreniminin ardından yine Konya'daki Mevlâna'nın oğlu adına yapılmış olan Sultan Veled Medresesi’nde okudu. Ayrıca özel öğrenim gördü, Farsça, Arapça öğrendi. Mevlana Dergâhı'na gelen âlim ve yazarların sohbetlerinden yararlandı. Arap ve Fars edebiyatları üzerine incelemeler yaptı, Türk lehçeleri konusunda araştırmalarda bulundu. Ali Şir Nevâi’nin Abuşka Lugati’ni okuyup incelemesi, farklı Türk lehçelerine olan ilgisini arttırdı.

Memuriyet hayâtına 16 yaşında iken Konya Vilâyeti Mektubî Kalemi’nde başladı. Bir süre sonra Konya Rüşdiyesi’nde yazı ve Farsça öğretmenliğinde bulundu. Vilâyet gazetesinde yazı hayatına başladı.

Bir çelebinin, yâni Mevlâna torununun devlet memuru olması ve serbest tavırları dergâh içinde sürtüşmelere neden olunca, 1889’da babasından izin alarak İstanbul’a gitti ve Bahariye Mevlevihânesi'ne yerleşti. “Bahaî” takma adıyla Konya İl gazetesinde başlayan yazı hayâtını; İstanbul’da Takdim, Hazine-i Fünun, Mektep, Tercüman-ı Hakikat gibi gazete ve dergilerde makaleler yayınlayarak sürdürdü. Bahariye Dergâhı’ndaki şeyhlerin hanımları aracılığı ile Makbule Hanım’la evlenen Veled Çelebi, eşinin Eyüp'teki konağına taşındı. Bu evlilikten bir oğlu dünyaya geldi. Eşini, 1894 yılındaki İstanbul depreminde kaybetti. 1901'de Zehra Hanım ile ikinci evliliğini, onun ölümünden sonra Enise Hanım ile üçüncü evliliğini yapan Veled Çelebi’nin bu evliliklerinden birer kızı olmuştur.

Konya'da memuriyet hayâtına başladığı sırada Türkçülük Hareketi ile tanışmış olan Veled Çelebi, İstanbul'a geldiğinde Türk Derneği’nin kuruluşunda Yusuf Akçura ve Necip Âsım ile birlikte yer aldı. Necip Âsım’la birlikte Türk grameri ve târihi konusunda incelemeler yaptı. Onun teşviki ile 12 ciltlik Türk Dili Lugati'ni kaleme aldı. Kütüphânesini onun emrine veren Ahmet Mithat Efendi’den de teşvik gördü. 12 ciltlik eserin yazma nüshası Türk Dil Kurumu kitaplığında bulunur, basılı hâle getirilmemiştir maalesef!..

1901’de Matbuat Müfettişliği ile görevlendirildi. Çeşitli dergi ve makalelerde "Bahaî" mahlasıyla yazılarını yayımlamayı sürdürdü.

II. Meşrutiyet’ten sonra bir süre Darülfünûn’da ve Galatasaray Sultânisi’nde Farsça okuttu. 31 Mart öncesi resmi görevinden ayrılıp kalemiyle geçimini sağlamaya başladı. Ürtık sivil giysilerini de çıkarıp Mevlevi kıyâfeti giyiyordu.

Veled Çelebi, II. Abdülhamid'in tahta indirilmesinden sonra tahta geçen Mehmet Reşad tarafından 1908'de Mehmed Atâullah Dede’nin yerine vekâleten Galata Mevlevihânesi postnişini olarak atandı. 1910’da ise Abdülhalim Çelebi'nin yerine Konya Mevlâna Dergâhı postnişinliğine getirildi. Dokuz yıl bu görevde kalan Veled Çelebi müderrisliğe ve Karatay Medresesi’nde Farsça dersleri vermeye devam etti.

I. Dünya Savaşı başlayınca Gönüllü Mevlevî Alayı’nda miralay rütbesiyle alay komutanlığı yaptı. 3 Nisan 1915’de Şam ve Hicaz’da 3 yılı yakın süre kaldı. Bu evrede üç kez Medine’ye gitti. Şeyh Kettânî’den mütevâtir hadis icâzeti aldı. Mekke’yi de ziyâret etti ve Abdülbâki el-Köhnevî ile Şeyh Sâlih Akişânî’nin hadis derslerine devam etti. Osmanlı Devleti’nin Suriye yenilgisinden sonra 1917’de Konya’ya geri döndü.

Savaştaki yenilgiden sonra kurulan yeni hükümetin şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi’nin teklifi ile 1919’da postnişinlikten azlolundu. Konya’dan İstanbul’a gelen Veled Çelebi, Maarif Nezâreti tarafından Tetkikat-ı Lisâniye Encümeni’nde görevlendirildi. Türkçe’nin ıslâhı için kurulan bu kurumda bir yıl boyunca Ali Ekrem , Hâlid Ziya , Cenap Şahâbettin , Ahmet Hikmet’le birlikte çalıştı.

Bu dönemde Anadolu’da Millî Mücâdele başlamış, Ankara’da hükûmet kurulmuştur. İstanbul’dan Antalya yoluyla Anadolu’ya kaçmaya karar veren Veled Çelebi, 1921’de bir İtalyan vapuruyla Antalya’ya geldi. Ankara’daki dostu Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’e telgraf çekip izin alarak millî mücâdelenin merkezi Ankara’ya gitti, Mevlevihâne’de misâfir oldu. Ankara Lisesi’nde Farsça öğretmenliği yaptı ve Ziya Gökalp ile Telif ve Tercüme Encümeni'nde çalıştı.

Milletvekilliği yaptığı dönemde Abdülhalim Çelebi’nin postnişinlikten azledilmesi (1925) üzerine bu makama ikinci kez tâyin edilen Veled Çelebi’nin postnişinlik görevi, 16 Kasım 1925’de tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla sona erdi.

7. dönemde Yozgat milletvekili olarak TBMM’e giren Veled Çelebi, bir yandan da Türk Dil Kurumu’ndaki çalışmalarını sürdürdü. 4 Mayıs 1950’de Ankara’da vefat etti.. Hacı Bayram Camii’nde kılınan cenâze namazına İsmet İnönü’nün de katıldığı büyük bir törenle Cebeci Mezarlığına defnedildi... Yirmiden fazla eseri vardır. ALLAH gani gani rahmet eylesin.

(2) Yalnız bir hususu belirtmek gerekiyor... Varlık kendini "Mevlâna'nın 41.torunu" olarak tanıtıyor. Yıl 1961... Yâni, günümüzden 55 yıl öncesi... Üstelik Veled Çelebi'nin doğumu da 1869... Yâni günümüzden 147 yıl önce!... O zamanki torun 41. olursa, şimdi en az 45-46. torundan söz ediyor olmamız gerek.... Halbuki, Faruk Hemdem Çelebi kendisinin 22. torun olduğunu söylüyor, 2013 yılında!.. Bir yanlışlık var.

(3) Celse'de HAZRET-İ PÎR diye geçen zat, elbette ki Hazret-i Mevlâna'dır. YUNUS EMRE Celsesi'nde de geçmiş, kesin bir ifâde kullanmamıştık. Hazret-i Mevlâna (1207-1273) yıllarında yaşadığına göre, 740 yılda 22 torun normal mi?.. 32 yıla bir torun düşüyor... Kendimden hesap ediyorum. Bizim sülâlede 1880 doğumlu dedemden benim toruna kadar 136 yılda 4 nesil geçmiş... Eh, 22 mantıklı... Demek ki, 41 sayısı doğru değil....

Niye yanlış?... Daha önceki sayfalarda ihtimalleri sıralamıştık. En güçlü ihtimal bizi araştırmaya sevketmek... Aldatıcı bir Varlık olmadığına, şahsî sorulara verdiği derin mânâlı cevaplar ile kanaat getirdik. Ancak bu Celse'de Veled İzbudak hakkında bir bilgi olmadığı için gelenin o olup olmadığına karar vermek güç!

Bu arada belirtelim, Celse'nin yapıldığı yıllarda Mevlâna Hazretleri'nin torunlarından Hulki Keymen Bey'le de tanışmış, aynı ortamda pek çok kere berâber bulunmuştuk. ALLAH ona da rahmet eylesin.

(4) DÛŞEMBE hangi gün?.. Biz bunu Orta Asyalı dostlarımızla irtibata geçince öğrendik. Orada kullanılıyor. Buna şaşmamak lâzım. Çünkü Orta Asya Türkleri İslâm'ı Araplar'dan değil; kendilerinden önce Müslüman olmuş komşuları Farslar'dan öğrendiler. Dilimizdeki dinle ilgili pek çok kelime Arapça değil, Farsça'dır. Namaz (Arapçası Salât), Abdest, Minâre gibi...

Türkiye'de günlerin adları Türkçe, Arapça ve Farsça'dır. Bölücüler Farsça olanları kullanıp sözde "kürtçe" olduğunu iddia ederler.

Farsça gün adları şöyle gidiyor:

Yekşenbe : Pazar
Düşenbe : Pazartesi (Pazar ertesi)
Seşenbe : Salı
Çehârşenbe : Çarşamba
Pençşenbe : Perşembe
Cum'a (Arapça'dan) : Cuma
Şenbe : Cumartesi (Cuma ertesi)

Ciharşembe'yi (Dördüncü gün) Çarşamba, Pençşembe'yi (Beşinci gün) Perşembe yapmışız... Bu durumda Varlığın haber verdiği Dûşembe, Pazartesi oluyor.

İşte böyle... Bir Celse'yi daha enine boyuna incelemiş olduk. Varlıktan fazla bir şey öğrenmedik, ama onun vâsıtasıyla çok şey öğrendik.

*****


Celseler'ini başka sayfalarda da verdiğimiz Medyum Ayşe şiddetli bir başağrısı hissettiği için mutat dışı bir günde geldi. Hiç niyetimiz olmadığı halde uyutmak ve başağrısını Telkin yolu ile geç irmek durumunda kaldık. Sonra Celse yapıldı. Medyum daha önce bir kaç defa yükselmiş, bir takım Varlıklar ile İrtibat kurmuştu. Bu sefer de yükseltildi ve gördüklerini anlatmaya başladı.

Varlık : Onlar
Medyum: Ayşe
Celse İdârecisi:Ruhi Selman
Tarih : 6 Aralık 1971
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özel Celse

- Şimdi Onlar'ın yanındayım.... Bir masanın etrâfına oturmuşlar, yemek yiyorlar... İkisi
masanın iki başında... dörtü bir tarafta, beşi bir tarafta oturmuşlar... "Aslında bizim
diğerlerinden farkımız yok" diyorlar masanın baş tarafındakiler. İşte boş kalmasın diye
oraya oturmuşlar... Boş bir de sandalye var. O da benim içinmiş... Şöyle bir etraflarında
dolandım... gayet hızlı... Sonra oturdum... Bana da yemek getiriyorlar... Ama bunlar
bildiğimiz yiyeceklerden değil... Sevgi, bağlılık, Kardeşlik, Fedâkârlık... Mevlâna da
burada galiba....
(Medyum'un sesi ağ4lamaklı çıkmaktadır, çok duygulanmıştır.)
Ben şimdi tıpkı Olcay'la olan zamanki gibi hissediyorum
kendimi...

Burada duralım... Muhteşem bir İmaj... Bir Masa... Etrafında 11 kişi oturmuş... boş bir sandayle... Medyum oturunca 12 kişi oluyorlar. Aleviler'in Oniki İmam'dan kaynaklanan 12 sevgisine atıf... Aslında Hıristiyanlık'ta da Oniki Havâri var ama, 12 sayısının matematiksel bir özelliği var. Hemen her dilde "düzine" diye geçer. 10 sayısından daha kullanışlıdır. Çünkü 10 ancak 2'ye ve 5'e bölünebilir. Halbuki 12 sayısı 2'ye, 6'ya, 3'e ve 4'e bölünür.

O sofrada yenen yemeklere bir bakar mısınız?.. Sevgi, bağlılık, Kardeşlik, Fedâkârlık... Yâni, sofra yemek sofrası değil, Sohbet Sofrası.. Böyle bir sofradan doymadan kalkılır mı?

Yalnız aksayan bir nokta var. İmaj güzel de, Hazret-i Mevlâna'nın ve onun devrinin eşyâsı değil masa... Dervişler, Mevlevîler masa etrâfında otumazlardı, yerde halka olurlardı, tıpkı bugünün sıra gecelerindeki gibi... Ancak bu masa İmaj'ı Medyum'un anlayışına uygun verilmiş olabilir. Onu çok duygulandırdığına göre etkileyici ve olumlu bir yanı var... Hazret-i Mevlâna orada mı, sanmıyoruz, ama Medyum'un beklentisi öyle. Çünkü kendisi tedâvi amaçlı Mevlâna'nın torunu Ulu Ârif Çelebi'nin Medyum'u Olcay ile birlikte uyumuştu bir sefer. Aynı hisler uyanmış. "Ne tedâvisi?" derseniz, öğrenci olan Medyum Ayşe, yurtta kız arkadaşları ile Fincan Celsesi yapmış, gelen Geri Varlık onun eline yapışmış, bir türlü gitmemişti. Zaman zaman da başını ağrıtıyordu. Tedâvi çalışmalarımız o konuda idi. Sorular da Obsedör Varlık üzerine.

İdâreci Çok teşekkür ederiz. Nur içinde yatsınlar.
Medyum- .... "Soracağınız bir şey var mı?" diyorlar.
İ- Medyum'un başağrısını sormak istiyordum.
M- Biliyorsunuz, onu yumuşatmaya çalışıyoruz... Ama istediğimiz, fazla bir yumuşaklık
ta değil. Ne kadar sert olursa, o kadar fazla yüklenmek gerekiyor. Aslında artık granit
değil. Fakat bir alçı gibi olsun istiyoruz.
İ- Acaba Olcay ile birlikte çalışmak mümkün olacak mı? Biliyorsunuz, kaçıyor. Yardım
ederler mi?
M- Şimdi yine onun tâbiri ile, "onu üç kâğıda getireceğiz". Bir gelişinde bunu temin
edeceğiz.
İ- Yalnız yine kaçacaktır. Sorumluluktan kaçıyor.
M- Siz bir kere bunu temin edin, Sonrasını biz tamamlarız.
İ- Peki, Dostlarımız bize kırgınlar mı?... Epeydir görüşememiştik.
M- Herhâlde... yüzlerinden öyle anlıyorum. Yalnız bu, bir an için oldu. Şimdi bana,"tabii
sen ona bizden daha yakınsın" diyorlar. Onun için hislerini belli etmemeye çalıştıkları
hâlde, bir anda sediğimi size söylemişim.
Özür dileriz kendilerinden. Bizi affetsinler.
M- başka soracağınız yoksa, beni Burada biraz gezdireceklermiş.
İ- Yok, efendim.
M- .... Beni KÂBE'ye getirdiler... Yalnız ben hiç hazırlıklı değilim... İçeri nasıl girerim?...
Tereddüt ediyorum... Onlar da arkamda durmuşlar, öyle bekliyorlar... Bana dediler ki,
Buraya hacı olarak gelenlerin çoğu senden hazırlıklı değil. Onun için çekinme."

Etrâfında dönmeğe başladık... Birinci defa döndük... İkinci defa döndük...Çok hızlı oldu,
değil mi?.. Burada hep böyle oluyor... Yedi'yi tamamladık...Yalnız dönüşler gittikçe
kapıya yaklaşıyordu.

Şimdi eşikteyim... Giriyorum... İçerisi çok güzel... Hem sâde, hem şatafatlı... Hem siyah
bir bezle kaplı, hem de bu siyahtan binlerce altın iplik gibi ışık fışkırıyor... Ama altın
burada çok değersiz, teneke gibi... Hem de paslı teneke!.. Tepesi hem açık, hem
örtülü... Gök görünüyor gibi ama, hem de görünmüyor... Bütün üstü ayla kaplı gibi...
Çok huzur duyuyorum...

M- Şimdi yavaş yavaş çıkıyoruz...

İ- Çok teşekkür ederi, efendim. ALLAH râzı olsun.
Varlık- Şimdi siz indirin. Biz de berâber geleceğiz.
İ- Peki. ALLAH râzı olsun...
(Medyum'a) Gâyet rahat ve sâkin olarak inmeye
başlayınız.

Gene muhteşem bir İmaj, değil mi?... 18-19 yaşındaki Medyum'un ne Kâbe'den, ne Hac'dan, ne Tavaf'tan haberi yokken yaşadığı bu tecrübe onu gerçekten büyük bir huzûra kavuşturdu. Biz bile dinlerken mest olmuştuk. Üstelik Kâbe'nin içine girmek kaç hacıya nasip olmuştur ki?... Ayşe Hatun Hacc'a gitmeden hacı oldu.

Hacı Bektâş-ı Velî Hazretleri de, Hacc'a gitmeden hacı olmuştur... Nasıl mı?

Hacı Bektâş-ı Velî’nin hocası Lokman Perende Hacc'a gider. Kâbe’yi tavâfdan sonra, Arafât'a çıkar. Orada, yanındakilere “bugün arife günü, şimdi bizim Türkistan'da herkes ‘bişi’ pişirir.” der. Bu söz Hünkâr Bektaş’a mâlûm olur. Lokman Perende’nin evinde de, gerçekten bişi pişirilmektedir. Hünkar, Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından, bir tepsiye bişi koyup kendisine vermesini ister. Hünkar, tepsiye konup, kendisine takdim edilen bişi’yi, göz yumup açıncaya kadar, Lokman Perende’ye götürüp sunar. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu “bişi” yi yerler.

Hac dönemi bitip Hicaz’dan dönülünce, Nişabur halkı Lokman Perende’yi karşılamaya çıkar. “Hacc'ın kabul olsun.” diyerek tebrik ederler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerâmetini anlattıktan sonra, “Esas hacı olan Bektaş’tır.” diyerek, onu tebrik eder. Bunun üzerine adı Hünkâr Hacı Bektaş olur.

Kıyas kabul etmez ama, bizim Medyum Ayşe de Hacc'a gitmeden hacı oldu.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - EKMİNEZİ - İLK YÜKSELME - İMAJLAR
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMALARI
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - ÜÇ İSLÂM BİLGESİ
    - "İÇ VARLIK"TAN ALINTILAR
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEKTUPLAR