ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
Geri Varlıklar'ın bulunduğu Tabakalar'ı ve çektikleri ızdırabı nakleden Celseler'e devam edeceğiz... Ama ortalığı kasvete bulamıyalım. Bir örnek de edebî ve siyâsî bir Varlık'tan verelim dedik.
Medyum'umuz gene Karanlık Tabaka'dan yükselecek ve
o muhterem Varlığa ulaşacak. Yalnız târihe dikkat... Naklettiğimiz celseler hep 1961 yılından...
27 Mayıs İhtilâli'nden hemen sonra, Yassıada Mahkemeleri sırasında, İdâmlar döneminde
yapılan Celseler... Bu da öyle... Sâdece ondan ibâret kalmıyor. İçinde neler var, neler!
Medyum- ... ÇIĞLIKLAR!.. Çok yavaş çıkıyorum....
... HIZIR BEY. DÖNME SİNAN nâmiyle mârûf bir şahsın haksız yere ellerini kestiren
FÂTİH'i diyete mahkûm etmiş!..
V- ... 1920 yılından sonraki nesillere TÜRKİYE'NİN BİR ASIRLIK YÂRINI'nın inşâsında
COĞRAFYA'DAN VATAN'A adlı kitabımın üç makalesi noksandır!
İ- Oluş kim?
Tarih: 7.4.1961
Usûl: Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Medyum: Ali
İdareci- Sür'atlendiniz. Ruh ve Beden münsebetiniz iyice gevşedi.
M- ... Tepemde bir kubbe var... Ufak bir yerden ışık geliyor... Işığa yaklaştık şimdi...
... Uzaklaşıyor... Çok KORKUNÇ ÇIĞLIKLAR var...
İ- Daha sür'atlı yükseliyorsunuz.
M- ... Kuş gibi SİYAH birşeyler uçuyor etrafımda...
İ- Yükselmeye devam ediniz.
M- ... Tepemde ışığın başında bir şahıs dikiliyor... Ben başımı kaldırarak ona bakıyorum...
İ- Kimmiş bu muhterem zat?
M- Bilmiyorum, çok yükseğimde.
İ- Vasatınızı söyler misiniz?
M- ... Yine KARANLIK içindeyim... Işığı göremiyorum... Çok yavaş çıkıyorum...
İ- Daha sür'atli çıkıyorsunuz.
M- ... Hızlandım... Bir kaç kişi asılıyor ayaklarımdan...
İ- Daha sür'atli çıkmaya bakınız.
M- ... Bıraktılar...
İ-Şimdi daha sür'atli çıkacaksınız.
M- ... Elinde büyük, çok ışıklı... yüksük gibi... Büyük bir yüksük var elinde. Çok ışık veriyor.
... Başını göremiyorum... Yalnız bedenini görüyorum... Elini uzatıyor...
... Ayakları boşlukta... Ben ayaklarının altındayım.
İ- O şekilde mi yükseliyorsunuz?
M- Evet... Şimdi AYDINLIK'tayım...
İ- Biraz daha yükseliniz.
M- .. O şahıs yükseldi.... Çok nefis bir yere geldim...
İ- Lûtfen bize vasatınızı anlatınız.
M- ... Bir minder gibi gri bir bulut geldi... Oturdum... O şahıs da inmeye başladı...
... Çok güzel sesler duyuyorum... Etraf çok kalabalık... Kimseyi göremiyorum...
Yalnız o şahsı görüyorum...
İ- Kimmiş acaba bu muhterem zat?
M- ... Hep dolaşıyor etrafımda... Beyaz bir pelerin giymiş... Pelerinin iki..
eteklerini iki kişi tutuyor...
İ- Kimmiş bu muhterem zat? Kendisiyle temas etmeye çalışınız.
M- ...Yüzünü görmüyorum...
... Etrafımdaki bulutlar dağılıyor... Arkasındaki iki kişi de gitti... Bütün vücudu çıktı...
... Orta boylu birisi... Başını göremiyorum... Sesleniyor. Bu sesi tanıyorum... Yaklaşıyor...
REMZİ OĞUZ ARIK (1)
İ- Bizim de hürmet ve sevgilerimizi söyleyiniz. Kendileri için dua ettik.
M- ... "Duaya değil, iz'ana ihtiyâcım var," diyor.
İ- Neden?
Varlık- Memleketin bugünkü hâlinden!
İ- Lûtfen açıklasınlar memleketin bugünkü durumunu.
M- ... "Sormasınlar," diyor... Kızgınmış.
İ- Neden?
M- ... VATAN'A adlı kitabında üç makale, mühim makale noksanmış!..
OLUŞ'la YALIN alâkadar olmamış...
Baş asistanların da anlayış göstermediğinden
şikâyetçi!..
İ- Daha yüksek sesle, lûtfen.
M- ... "Ne istiyorlar?" diyor, "Biz konuştuk."
İ- Memleketin bugünkü ahvâli hakkında bize birşeyler söylerler mi?
M- ... "Diyecek bir şeyim yok," diyor.
İ- Fakat çok üzgün olduklarını söylemişlerdi. Acaba üzüntüsüne sebep olan hâdise nedir?
M- ... İhtiyâcı olduğu iz'anın içinde varmış... Evet.
İ- Mâdem ki müsaade ediyorlar, sual soralım. Memleketin bugünkü durumundan
üzüntü duyduklarına göre,
Yassıada'ki milletvekili ve vekillerin durumu nedir?
İ- ... Beşerî ceza çok hafif... Esas cezâyı görecekler!
İ- Acaba bu beşerî cezâlar arasında idam var mı?
M- ... Hâkim ve Savcı'nın durumundan çok müşteki...
İ- Neden?
M- ... "TÜRK ADÂLETİ sarsılıyor,"diyor.
İ- Daha mı şedit davransınlar?
M- ... Hâkim vasıflarını unutmuş vaziyettedir. Taraf tutuyor...
İ- Biraz evvel beşerî cezânın hafif olduğundan bahsetmişlerdi.
M- ... "Arkadaşınız gücenmesin, anlayışı çok kıt," diyor... "Dua... 'Dua yerine
iz'ana ihtiyâcım var,' demiştim.
Onun içinde hepsi var," diyor.
İ- Lûtfen biraz daha tafsilâtlı olarak anlatır mısınız, efendim?
V- ... Görünüşte maddî cezâlar ağır veya hafif olmaz, indîdir.
Onlar çok büyük suç işlemişlerdir. Maddî cezâdan ayrı bir cezâyı göreceklerdir.
M- ... HIZIR BEY (2), Reis'ten pek müştekiymiş.
İ- Hızır Bey kim?
V- ... İstanbul'un ilk Başkadısı... FÂTİH'i, Dönme Sinan sebebiyle mahkûm eden...
M- ... İkinci ihtarını Hâkim'e bu yakınlarda yapacakmış...
İ- Bu Fâtih zamanında olan bir hâdise midir, efendim?
M-... Hayır... HIZIR BEY, Yassıada Mahkemesi Reisi'nden çok müştekiymiş...
... TÜRK ve MÜSLÜMAN bir hâkime yakışır selâbeti gösteremiyormuş...
... Birinci ihtârını yapmış... Bu yakınlarda ikinci ihtârını yapacakmış...
Tarih'in kaydetmediği kadar AĞIR MES'ULİYET ve VAZİFE düşmektedir!
TÜRK MİLLETİ, TÂRİH SAHNESİ'nde son imtihânını vermektedir!
Üç neslin tesiriyle kendisini yetiştirenlerden artık ümit kesilmesi lâzımdır!
1960 Yılında Radyo'da yaptığım, teype alınan konuşmalardan bu kitabın yeniden
basılıp tamamlanması
ve üniversitelere, gençliğe dağıtılması lâzımdır!
İDEAL VE İDEOLOJİ kitabımın da basılması lâzımdır. OLUŞ bununla meşgûl olmalıdır!
V- Büyük oğlum...
İ- Bu dediklerinizi oğlunuza nakledelim mi?
M- ... "Nakledilmesi için zaman işgâl ettim," diyor.
İ- Oğlunuz nerededir?.. Lûtfedin.
M- ... DİL-TARİH'te asistan... Tebliğini bitirmiş.
İ- Dil Tarih'in hangi kısmında?
M- ... ARKEOLOJİ...
İ- Merih'te hayat var mı, diyorlar.
M- BENİM DERECEME GİRECEK BİR BİLGİ DEĞİL.
İ- Üstâdım, sizin ölümünüz bir teyyare kazâsında oldu. Bu uçağın ârızası ne
şekilde oldu ve o anda neler hissettiniz?
V- Niçin zamanınızı kıymetlendirmiyorsunuz?
İ- Bu mesele çok kapalı kaldı.
V- Uçağın havada infilâk etmesi, Dünya yaratılmadan evvel tesbit edilmişti.
İ- İnsanların mukadderâtı Dünya yaratılmadan evvel mi tesbit edilmiştir?
V- Şüphe mi ediyorsun?
İ- Muhterem üstâdım, Ruhlar'ın Bedenleşme hâdisesi nasıl oluyor? Ve bir Ruh
kendini nasıl gösteriyor?
V- Küçük bir tohumun içinde renk, koku, hayat önceden görülebilir mi?
Neşvünemâ bunları meydana getirir.
Bu noktadan hareketle, Ruh'un maddî bir şeyler olmadığı, fakat mevcut olduğu,
kalıp değiştirdiği,
Kâinat'ın her zerresi gibi
HÂLİK'in emrinde olduğunu unutmamak ve bunun daha derinine gitmemek lâzımdır.
İ- Dünya yaratılmadan evvel Ruhlar'ın vârolduğunu buyurmuştunuz. Acaba o zaman
ruhların yaşayışı nasıldı?
Ve nasıl bir mekânda bulunuyorlardı? Ve ne şekilde yaşıyorlardı?
V- Şimdi biz nerede yaşıyorsak, onlar da orada yaşıyorlardı. Ve hâlâ yaşamaktadırlar.
İ- Hiç Dünyâ'ya inmemiş Ruh var mıdır?
V- Ruh için Dünya veya Âhıret diye bir şey yoktur.
İ- Kalıba girmemiş anlamında.
V- Vardır. Onlar Ruh değildir.
İ- Nedir?
V- Mânâdır.
İ- Mânâ ile Ruh arasındaki fark nedir?
V- Ruh, kaderi tesbit edilip maddenin zarf hâlinde Fenâ dediğimiz Yeryüzü'ne
indirilen veya yaratılan Varlıklar'dır.
İ- Mânâ nedir?
V- Mânâ, TANRI'nın emrinde, Kâinât'ın hareketini temin eden, Ruh'tan apayrı varlıklardır.
Esîrden daha hafif... Esirden çok daha başka... Mânâ ama, vârolan şey... Fazla izah edemem.
İ- Ruhlar için Âhıret bahis konusu değildi. Şu halde, biz öldüğümüz zaman Ruhumuz
Âhıret'e intikal etmiyecek.
Yani bizim Âhıret telâkkimiz hatâ mı?
V- Hayır. Her mukaddes kitabın izah ettiğini, EFLÂTÛN da izah etmiştir, haklıdır.
İki Kâinat vardır: Mahsus Âlem, Ma'kûl Âlem...
Mahsus Âlem'de yaşıyorsunuz. Ma'kûl Âlem'de yaşıyoruz. Bunun gökle, yerle,
mâverâyla alâkası yoktur.
Mahsus Âlem'i ne ben anlatabilirim, ne siz anlayabilirsiniz.
M- ... Çok az vakti kalmış.
İ- Son olarak bir sualimiz daha var: Kur'an-ı Kerim'in Türkçe olup olmaması
hakkındaki fikrinizi lûtfedin.
V- "COĞRAFYA'DAN VATAN'A" adlı kitabımı okusun!
İ- Teşekkür ederiz. Müsaade ederseniz, şahsî sualler sorabilir miyiz?
V- Sorabilirsiniz.
Onlar sorabilir ama, biz o soruları nakletmiyeceğiz. Çünkü incelememiz gereken mühim hususlar var.
Medyum "yüksük" diyor, ama herhalde kastettiği yüzük.. Gelen Varlığın elinde parlak bir yüzük görüyor... Sonra Varlığın başını, yüzünü göremiyor... Çünkü Varlık Medyum'un kendisini tanıyıp heyecanlanmasını istemiyor. Sonunda Medyum Varlığı sesinden tanıyor. Hayatta iken bildiği tanıdığı REMZİ OĞUZ ARIK !..
Peki, REMZİ OĞUZ ARIK kim?

(1) REMZİ OĞUZ ARIK 15 Temmuz 1899 - 3 Nisan 1954 tarihleri arasında yaşamış
çok önemli bir arkeolog, yazar, akademisyen ve siyâset adamıdır. Adana'nın Kozan
ilçesinin Kabaktepe mahallesinde doğmuştur.
Remzi Oğuz Arık, çocukluk yıllarını köyünde
geçirmiş ve ilk öğrenimine orada başlamıştır. Sonraki yıllarda, ağabeyi ve ablasının görev
için bulunduğu Balkanlar'a, herhalde maddî sıkıntılardan dolayı göçmek zorunda kalan
Remzi Oğuz Arık, on yaşından itibaren annesi ile bütün Balkanlar'ı dolaşmıştır. Ardından,
büyük yokluklar içinde geçen öğretim hayatı başlayan Remzi Oğuz Arık, önce İşkodra
İdâdîsi’nde, oranın işgâli üzerine de İstanbul’a gelerek Mercan İdâdîsi’nde, İzmit Sultânîsi’nde
ve İstanbul Muallim Mektebi’nde eğitim görmüştür.
Remzi Oğuz Arık, I. Dünya Savaşı’nın son yılında gönüllü olarak Tâlimgâh’a katılmıştır.
Bir kaza sonucu ağır yaralar alan Arık, uzun süre tedâvi görmüş, bu arada da kalabalık âilesini
geçindirebilmek için büyük uğraşlar vermiştir. İstanbul’un işgâl acıları yaşadığı günlerde “Turan”
özlemiyle Asya’ya gitme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ardından yüksek öğrenimine
İstanbul Darülfünunu’nun İçtimaiyat şubesinde başlayan Arık, bir ara Galatasaray Lisesi'nde
öğretmenlik yapmış, 1926’da açılan bir sınavı kazanarak Paris’e gönderilmiştir.
Renkli ve anlamlı bir tahsil dönemi geçirerek, oradaki arkadaşları
üzerinde etkili olan Remzi Oğuz Arık, eğlenceye düşkün olan arkadaşlarını
“Bugün Anadolu için ne yaptın?” uyarıları ile doğru yola çevirmiştir. Sorbonne Üniversitesi’nde Sanat Târihi,
Louvre Arkeoloji Enstitüsü’nde de Arkeoloji tahsilini tamamlayarak 1931’de yurda dönen
Arık, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Müdür olarak görevlendirimiştir.
1933 yılında Millî Eğitim Bakanlığı’nın Arkeoloji Uzmanı olmuş, bu arada Gazi Eğitim
Enstitüsü’nde tarih dersleri vermiştir. Göllüdağ, Alacahöyük, Çankırıkapı, Karaoğlan,
Hacılar, Alaettintepe ve Bitik kazılarını yöneten Arık, sonraki yıllarda Ankara Arkeoloji
Müzesi Müdürlüğü’ne atanmıştır. . Bu dönem ATATÜRK dönemidir.
1939 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyeliğine getirilen Arık, orada
“Arkeoloji Profesörü” ve “Enstitü Müdürü” olmuş ve aynı zamanda Sanat Târihi dersleri de
vermiştir.
Remzi Oğuz Arık, 1942-1944 arasında Hüseyin Avni Göktürk ile birlikte çıkardığı Millet dergisinde
Türk milliyetçiliğinin, Anadolu’da oluşan din, dil, soy ve kültür birliğine dayanması gerektiği
düşüncesini yaymaya çalışmıştır. 1942 yılı sonunda fakültedeki görevinden Hasan Ali Yücel
ve Şevket Aziz Kansu ile olan mücadelesi sonucunda ayrılmak zorunda kalan Arık,
1943-1945 yılları arasında yeniden Müze Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur.
1949 yılında yeni açılan Ankara İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Sanatları Târihi Profesörü
oluncaya kadar Müze Müdürü olarak hizmet veren Arık, 1950 seçimlerinde
Demokrat Parti'den Seyhan milletvekili olduğu için İlâhiyat Fakültesi’nde de ancak bir yıl görev
yapabilmiştir.
DP’yi kendi hizmet felsefesine uygun bulmadığı için oradan da ayrılan Arık, 1952’de Türkiye
Köylü Partisi’ni kurarak, o partinin Genel Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Ancak çok kısa
bir süre sonra, 3 Nisan 1954 târihinde bindiği Adana’dan Ankara’ya
hareket eden THY uçağının havada infilâk etmesi neticesinde hayâtını yitirmiştir. ALLAH
gani gani rahmet eylesin...
Remzi Oğuz Arık milliyetçi, Türkçü ve Atatürkçü çok kıymetli
bir şahsiyet idi. Adı Ankara, Çankaya'da bir mahalleye verilmiştir. Adana, Sarıçam ilçesinde de
adına yapılmış bir okul, bir de câmi vardır. İzmir'de bir Remzi Oğuz Arık İlkokulu, Kozan ilçesinde
bir ortaokul vardır.
Eserleri saymakla bitmez, ama kitapları târih sırasıyla:
Makaleleri ile birlikte tam 143 eseri vardır . REMZİ OĞUZ ARIK 'ın!..
MerhumRemzi Oğuz Arık
sohbetinde bâzı eski kelimeler kullanmaktadır ki, bahsettiğini
anlamak için o kelimelerin mânâsını iyi bilmek gerekiyor... İlk karşılaşıldığında "Duaya değil,
iz'ana ihtiyâcım var," diyor. İZ'AN kelimesinin pek çok anlamı var. ANLAYIŞ, KAVRAYIŞ,
AKIL, BASİRET, TERBİYE, EDEB... Bir meçhûlü bir başka meçhûl ile izah etmek mümkün
olmadığı için, BASİRET kelimesinin de anlamını verelim: DOĞRU GÖRÜŞ, UZAĞI GÖRÜŞ,
SEZİŞ, UYANIKLIK DİKKAT, SAĞDUYU, ANLAYIŞ KAVRAYIŞ ve dinde, tasavvufta GÖZ
AÇIKLIĞI, GÖNÜL AÇIKLIĞI, İNCE VE DERİN GÖRÜŞ, HAKİKATİ KÂLP İLE HİSSEDİP
ANLAMA... Böyle olunca, Üstat, "Benim duaya değil,
söylediklerimi kâlpte hissedip anlamaya ihtiyacım var," demiş oluyor!..
Bir diğeri yerde "maddî cezâlar ağır veya hafif olmaz, indîdir,"
diyor.. İNDÎ kelimesi
"herkesçe kabul edilebilecek bir temele bağlanamayıp, yalnız bir kişinin kendi kanısına
dayanan" demektir... Bu durumda cezâ; hem cezâyı veren açısından, hem cezâyı yiyen
açısından, hem de buna şâhit olanlar açısından farklı değerlendirilebilir. Birinin "ağır"
dediğine diğeri "haiif", bir başkası "çok hafif" veya "çok ağır" diyebilir.
MÜŞTEKÎ kolay, ŞİKÂYETÇİ demek...
Remzi Oğuz Arık'la İrtibat tam da Yassıada Mahkemeleri'nin sürdüğü dönemde kurulmuştu.
Bilindiği gibi 27 Mayıs İhtilâli bu celseden 11 ay kadar önce olmuş,
Yassıada Mahkemeleri 14 Ekim 1960 günü başlamış, 16 Eylül 1961'de sona ermiş,
592 sanık 19 ayrı davadan yargılanmıştır. Neticede
47 DP'li milletvekili beraat etmiş, 15 idam cezâsı verilmiş, bunun 3'ü infaz edilmiş, 12'si müebbed
hapse çevrilmiş, 143 DP'li 4 yıl 2 ay, 117 kişi 5 yıl, 15 kişi 6 yıl, 6 kişi 7 yıl, 2 kişi 8 yıl,
17 kişi 10 yıl, 3 kişi 15 yıl, l kişi 20 yıl, 30 kişi müebbet hapse mahkûm edilmiştir.
6 DP'li ise karardan önce öldükleri için haklarındaki dâvâ düşürülmüştür. 6 Hâkimin bulunduğu
mahkeme Reis
Sâlim Başol , Savcı ise
Altay Egesel idi... Varlık her ikisinden de şikâyetçidir. İstanbul'un ilk Başkadısı HIZIR
BEY ise Mahkeme Reisi Sâlim Başol'dan şikâyetçidir, hatta ona iki ihtarda bulunmaktan
söz etmektedir.
Remzi Oğuz Arık, zâten hayatta iken DP'ye karşı çıkmış, milletvekili olmasına rağmen,
partiden ayrılmış birisi idi. Onları suçlu bulması tabiidir. Bizce de Menderes ve ekibinin suçu
KÖPEK, BEBEK, hatta DEMOKRASİ değil; AMERİKANCI POLİTİKALAR, GİZLİ İKİLİ
ANLAŞMALAR, ÜSLER, YANLIŞ İKTİSÂDÎ POLİTİKALAR, ÇARPIK ŞEHİRLEŞME idi.
Neyse... Fazla siyâsete dalmıyalım... Görüyorsunuz, bir CELSE, Ruh çağırmakla,
İrtibat kurmakla bitmiyor!.. Daha sonra alınanları satır satır incelemek gerekiyor. Biz burada sâdece
Remzi Oğuz Arık'ın sözlerini tahlil ediyoruz. Daha yapılacak pek çok iş var.
(2) HIZIR BEY, dolaylı olarak mesaj veren bu zat... Kim acaba?
Hayâtı ve hikâyesi uzun... Lâkin Celse'de karşımıza çıktığına göre, bir hikmeti var.
Üşenmeyip inceliyelim:
HIZIR BEY'in asıl ismi, Hızır Çelebi bin Celâleddîn olup Sivrihisarlı'dır.
Nasreddîn Hoca’nın torunlarındandır. Babası Celâleddîn Çelebi, Sivrihisar Kadısı idi.
Sivrihisar, bugünkü Eskişehir’in ilçesi olabileceği gibi, Akşehir yakınlarında o devirde
büyükçe bir kasaba olan, bugünkü Sivrihisar köyü de olabilir.
HIZIR BEY, Hicrî 810 (Milâdî 1407) senesi Rebî’ul-evvel ayının birinde doğdu.
1458 senesinde İstanbul’da vefât etti.
Vefâ ile Zeyrek arasında, Unkapanı’na giden cadde kenarında defnedildi.
HIZIR BEY, küçük yaşta babasından ilim tahsîl etti. Daha sonra Molla Yegân’a talebe olup,
aklî ve naklî ilimleri tamamladı ve kızıyla evlenip dâmâdı oldu. İbn-i Cezerî’den kıraat ilmini
öğrendi. Zekâsının kuvveti ve çalışmasının çokluğu sebebiyle, birçok dînî ve fenni ilimlerde
derin âlim oldu. Memleketi olan Sivrihisar’da kadılık ve müderrislik yaptı. Kimsenin bilemediği
bilgileri bilmekte, Molla Fenârî’den sonra eşi benzeri yoktu.
Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın pâdişâhlığının ilk senelerinde, Arabistan’dan bir zât gelip,
çeşitli ilim ve fenlerden suâller sordu. Zamanının âlimleri tatmin edici cevaplar veremediklerinden,
Fâtih’in canı sıkıldı. Bütün beyleri, paşaları ve vezirleri topladı ve
- “Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur? Çabuk olun, araştırın
ve bana derhâl müsbet bir cevap getirin!”
dedi. Vatan topraklarını iyi bilen vezirler, düşündüler ve Sivrihisar Medresesi’nde görev
yapan Hızır Bey hatırlarına geldi ve Fâtih’e
- “Sultânım! Ülkemizde Hızır Bey adında değerli bir
âlimimiz var, emir buyurursanız, haberci gönderip onu buraya çağıralım,”
dediler. Sultan hemen,
- “Durmayın, kim varsa derhâl dâvet edin, gelsin,”
dedi. Bunun üzerine, Hızır Bey’i çağırmak
üzere Sivrihisar’a üç kişilik bir hey’et gönderdiler. Hızır Bey, bu hey’etle İstanbul’a geldi. Hızır
Bey, o zaman daha 30 yaşlarında ve asker kıyâfetinde bulunduğundan, yaş ve kıyâfeti,
meşhûr âlimlere meydan okuyan zâtın alay edercesine gülmesine sebep oldu. Ancak, Hızır Bey
onun sorduğu bütün sorulara cevap verdi. Bundan sonra Hızır Bey suâle başladı. O kimse
cevap veremeyip, mağlup oldu ve şu itirâfı yaptı:
- “Hızır Bey, İslâm âleminde benzeri pek az bulunan ilim adamlarınızdan biridir.
Bu durum Fâtih Sultan Mehmed Hân’ı fevkalâde memnun ettiğinden, ona,
- “Yüzümüzü ak eyledin, Cenâb-ı Hak da iki cihanda senin yüzünü ak eyleyip, ilmini ve
fazlını arttırsın!”
dedi. Fâtih’in, Hızır Bey hakkındaki muhabbet ve teveccühü günden güne arttı.
Bursa’da bâzı medreselerin müderrisliği kendisine verildi ve maaş bağlandı. Daha sonra
Anadolu ve Rumeli’de bâzı kadılıklarda bulundu.
HIZIR BEY, İstanbul’un fethinden sonra , ilk olarak İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı olup,
vefâtına kadar, yânî 6 sene bu makamda kaldı. Adâlet ve hakkaniyetle işleri yürütüp,
meşhûr oldu. İstanbul’da Hacı Kadın Mescidi'ni yaptırdı.
HIZIR BEY, İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı olarak vazîfeye başladıktan bir müddet sonra,
bir hıristiyan mîmâr geldi. Hızır Bey’i buldu. Kâdı Efendi'ye hâlini arzedip, Pâdişah Fâtih Sultan
Mehmed Hân’dan şikâyetçi olduğunu söyledi... O zamanlar, Avrupa ülkelerinde, değil kralı
mahkemeye vermek; aleyhinde konuşmak bile, bir insanın kendi hayâtından olmasından başka
bir mânâya gelmezdi. O günlerde, İspanya’da hıristiyanlar, binlerce müslümanı; kadın, ihtiyâr,
çocuk demeden kılıçtan geçirmekteydi. İstanbul'da ise, bir hıristiyan, bir müslüman devletinde,
o devletin kadısına, o devletin pâdişâhını şikâyet edebilme hakkını kendisinde bulabiliyordu!..
Evliya Çelebi’nin “Seyyahatnâme”sinde işte bu olay aktarılır. Şöyle ki:
İstanbul’un fethinden yaklaşık 10 yıl kadar geçmiştir. Fâtih Sultan Mehmed, Hıristiyan bir
mimârdan (ki, sonradan müslüman olduğu için Dönme Sinan veya Atik Sinan diye anılır)
büyük bir câmi yapmasını ister… "Ayasofya’dan bile büyük olsun," der… Mimâr işe koyulur.
Bu dev câminin yapımında kullanılacak olan sütunların taslağı Fâtih tarafından çızılmıştır,
oldukça uzundur. Mimâr ölçer biçer ama, sütunların bu uzunlukla kubbeyi ayakta tutması
çok zordur. Mısır’dan binbir zahmetle getirilmiş olan sütunları keser, kısaltır.
Dolayısıyle kubbenin yüksekliği de Ayasofya’dan alçak olur.
İnşâatın bitmesine yakın ziyârete giden Fâtih Sultân Mehmed Hân, sütunların kasıtlı olarak
kısaltılıp, meşhûr Ayasofya’dan daha üstün bir binanın yapılmaması gayreti güdüldüğünü
kanaatine varır, çok hiddetlenir. Sütunlar 3 arşın (Yaklaşık 2 metre 25 santim) kadar
kısaltılmıştır. Kubbe bu sütunların üzerine oturtulmuştur… Fâtih Sultan Mehmet,
Hıristiyan mimâra "câminin neden Ayasofya’dan daha küçük olduğunu" sorar. Mimâr, "yapının
depreme dayanıklı olmayacağını, o yüzden sütunları kestirmek ve kubbeyi küçük tutmak
zorunda kaldığını" söyler. Söyler ama, Fâtih’i ikna edip gazâbından kendini kurtaramaz. Fâtih
Sultan Mehmed, sütunları kesen ellerin kesilmesi emrini verir!.. Emir uygulanır ve mimârın
elleri kesilir…
Hıristiyan mimâr, elleri haksız yere kesildiği için Pâdişâh'ı dâvâ etmeye karar verir.
Galata ve Eyüp kadılarının kapılarını çalar. Fakat kadılar Pâdişâh'ı yargılamayı göze alamaz.
İstanbul’un ilk Başkadısı olan Üsküdar Kadısı HIZIR BEY’e gider. Bizzat Fâtih Sultan
Mehmed tarafından atanmış, Osmanlı adâletini simgeleyen Kadı HIZIR BEY, mimârı dinleyip dâvâ
açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fâtih Sultan Mehmed’in mahkeme
edilmesine karar verir. Koca Osmanlı Pâdişâhı'nı mahkemeye dâvet eder!
Fâtih Sultan Mehmed’in hatâsı, mahkeme edilmeden birini suçlu bulması ve cezâsını
vermesidir...
Kadı HIZIR BEY yargılamayı günümüzde Üsküdar, Gülfem Hatun Mahallesi
eski Mahkeme Sokak’ta bulunan Mahkeme Binâsı’nda yapar. Fâtih Sultan Mehmed mahkemeye bizzat gelir ve, Pâdişah ya, baş köşede bulunan
yere oturmak arzusuyla o tarafa doğru yönelir. Pâdişâh'ın bu hâlini gören Kadı HIZIR BEY,
hiç çekinmeden;
- “Oturma begüm!... Hasmınla yüzleşmek üzere, MURAFAA'da (mahkeme huzûrunda
ayakta) dur!”
der!... Sultan, edeb sâhibidir, sözü ikiletmeden söylenilen yere geçer. HIZIR BEY;
- “Sen, Murâd oğlu Mehmed! Bu zımmînin elini kestirdin mi?”
deyip söze başlar. Fâtih savunmasını yapar, Fakat Kadı bu
savunmadan ikna olmaz. Hüküm kesindir. KISASA KISAS!.. Yâni Sultan'ın da elleri
kesilecektir!.. Mahkeme neticesinde HIZIR BEY,
- “Sen, Murâd oğlu Mehmed! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin için
KISAS olunacaksın!
der!.. Hükmü duyan Hıristiyan mimârda şafak atar!.. Şikâyetini geri çeker. HIZIR BEY,
şikâyetin geri çekilmesi üzerine, cezâyı diyete, maddî tazminâta çevirir ve mimâra yüklü
bir miktarda para verilmesine karar verir.
Zâlimleri bile ağlatacak böyle bir adâletin, ancak hak bir dînin mensûpları tarafından
icrâ edilebileceğini düşünen hıristiyan mîmâr, âile efrâdı ile birlikte müslüman oldu. Ondan
sonra ATİK SİNAN
diye bilindi.
İşimiz daha bitmedi... REMZİ OĞUZ ARIK, iki kişiden bahsediyor. OLUŞ için
"büyük oğlum"! diyor. Acaba öyle mi?
Öyle!!.. Prof. Dr. Mehmet Oluş Arık
Varlığın oğlu ve çok meşhur biri!.. Ama kendisine ulaşıldı mı, isteneni yaptı mı, bilinmez.
YALIN da küçük oğlu herhalde ama, bu konuda bir bilgi bulamadım. İnternet'te ARIK soyadlı
bir kaç kişi daha var. Aileden sanırım. Fazla derine inmedim.
Gelelim Varlığın feryâdına... Üç mühim makalesi COĞRAFYA'DAN VATAN'A kitabına
girmemiş.... Acaba bu sayfada
listelenenlerden hangileri?.. Onları da siz bulun!.. Ben yoruldum!.. Yalnız şunu belirtelim:
gelen Varlığın REMZİ OĞUZ ARIK olduğuna verdiği bilgilerin doğrulanması sonucunda biz
inandık, sizi bilmem!..
Üstât, Ruh üzerine, Mahsus Âlem, Ma'kûl Âlem üzerine de konuşmuş, EFLÂTUN'dan
bahsetmiş... Bu kısmın değerlendirmesini ilerde, aynı konunun açıldığı bir başka Celse'de
yapacağız. Şimdilik sâdece MAHSUS ÂLEM'in hislerle, beş duyumuzla ve sezgilerimizle
kavranabilen âlem olduğunu; MA'KÛL ÂLEM tâbiri ile "sâdece akılla bilinen âlem" kastedildiğini
belirtmekle yetinelim.
Çünkü yapılması gereken çok mühim bir vazife var. REMZİ OĞUZ ARIK'IN esas
TEBLİĞİ'nin incelenmesi!.. Çoğu zaman bilgiler alınır da, hiç üzerinde durulmaz.
Üstat diyor ki,
- "COĞRAFYA'DAN VATAN'A adlı kitabımın üç makalesi
noksandır!
Bu iki kitabın, ilkine üç makalesi eklenerek yayınlanmasını duyurmakla yetiniyoruz.
Elimizden başka bir şey gelmiyor!.. "Coğrafya'dan Vatan'a" kitabını biz yıllar sonra bulduk,
herkese tavsiye ederiz.
Sonra Üstat diyor ki,
-" 1920 yılından sonraki nesillere TÜRKİYE'NİN BİR
ASIRLIK YÂRINI'nın inşâsında
1920'den bu yana yetişen nesiller, yâni 1920'de 20 yaşında olanlar ve o tarihten sonra
20 yaşına gelenlere, o târihten sonra doğan, yetişen üç nesle TÜRKİYE'nin 1960'dan sonraki
bir asırlık istikbâlinin inşası vazifesi düşmektedir.
Bu bir asrın 56 senesi ziyân olup
gitmiştir. Onun için Üstat, "son üç neslin tesiriyle yetişenler"den
ümidini kesmiş, bizim de kesmemizi, 1920 RUHU'yla ATATÜRKÇÜ, TÜRKÇÜ, MİLLİYETÇİ,
VATANPERVER gençler, nesiller yetişmesini istemektedir!
Şimdiki 20 ile 40, hatta 60 yaş arasındaki
nesillerin omuzlarında çok ağır bir MES'ULİYET vardır. Çünkü TÜRK MİLLETİ, TÂRİH
SAHNESİ'ndeki (ALLAH korusun) belki de SON İMTİHAN'ını vermektedir. Çakarsa, yok
olup gitmesi kaçınılmazdır!
E, yanlış mı?.. Biz şimdi o muhataralı günleri yaşamıyor muyuz?..
"Komşularla sıfır sorun" derken, bütün komşularımızla, Süper Devlet
Rusya ile, Ermenistan'la, Büyük Devlet İran'la, Irak'la, Suriye ile, Güney Kıbrıs'la, Mısır'la,
Yunanistan'la aramız bozuk değil mi?.. Ta Bangladeş'e uzanan bir küstürme, ilişki kesme
durumu yaratmadık mı?.. Süper Devlet A.B.D. bizim aleyhimize dümenler çevirip PKK'nın
kolu PYD'yi desteklemiyor mu?..Avrupa Birliği bizi kapısında oyalayıp ülke içinde
"federasyon"a gidecek, TÜRKİYE'yi 16 eyâlete bölecek fesatlar kurmuyor mu?.. 15 Temmuz 2016'da Ermeni asıllı, İslâm'ı ifsâd eden
CIA ajanı, Papa'nn Kardinali Fethullah'a tâbi olanlar Devlet'i ele geçirmeye kalkmadı mı?..
Yurt içinde, Güneydoğu Anadolu'da şehirler,
kasabalar, köylerde PKK ile çatışmalar sürmüyor mu?.. Şehirler, sokaklar, evler harap
olmuyor mu? Halk göç etmek zorunda kalmıyor mu?.. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya
gibi ülkenin batısında bulunan şehirlerde bombalar patlamıyor mu?.. Başımızdakiler sözde
"TEK MİLLET" deyip, bunun TÜRK MİLLETİ olduğunu söylemek yerine, 36 etnik grup sayıp
bölücülük yapmıyor mu?.. Kurumlarımız içten yıkılıp, millî kuruluşlar, özel firmalar, topraklarımız,
ormanlarımız, mâdenlerimiz hatta suyumuz yabancılara satılmıyor mu? Ege Denizi'ndeki
17 ADAMIZ sessiz sedâsız Yunan'a terkedilmedi mi?.. Bir dönem ERGENEKON, BALYOZ diye
vatansever subaylar, generaller, amiraller
hapse atılıp, emekliye sevkedilip TÜRK ORDUSU zayıflatılmadı mı?.. ATATÜRK'ten,
TÜRKLÜK'ten vazgeçilmedi mi?.. VATAN BORCU askerlik yerine PROFESYONEL denilen
PARALI ASKERLİK getirilmeye çalışılmıyor mu?
Bundan daha vahim ve elim İMTİHAN olur mu?.. Bundan daha büyük GAFLET ve DALÂLET,
hattâ HİYÂNET olur mu?..
En kısa zamanda silkinip kendimize gelmemiz, ve bu imtihanı başarıyla atlatıp TÂRİH
SAHNESİ'nde kalmaya, BÜYÜK DEVLET olmaya devam etmemiz şart!...
Ruhi Selman
selman@journalist.com
- BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
Adana Ticâret Rehberi, 1924
Küçük Borçlu, Jeanne Meret'den çeviri, 1926
Alacahöyük Hafriyâtı, 1937
Karaoğlan Kazıları, 1938
Köy kadını - Memleket Parçaları, 1944
İDEAL VE İDEOLOJİ, 1947.
Truva Klavuzu, 1953
COĞRAFYA'DAN VATAN'A , 1956 .
(Bahsettiği kitabı bu linkten okuyabilirsiniz.)
Verâset ve Cemiyet, 1957
Türk İnkılâbı ve Milliyetçiliğimiz, 1958.
Türk Gençliğine, 1968.
Gurbet-İnmeyen Bayrak, 1968
Meseleler, 1974
Türk Sanatı, 1976.
(Bahsettiği "üç eksik makale" bu yüz küsûr makalenin arasındadır.)
ŞEDİD , "şiddetli, ağır" demek...
NEŞVÜNEMÂ , "Gelişme, yetişme" demek...
MÂVERÂ , "görülen kainatın ötesi, öteki evren" demektir.
Bir yerde de "hâkime yakışır selâbeti gösteremiyormuş"
diyor. SELÂBET, "KATILIK, SAĞLAMLIK, MÂNEVÎ KUVVET, METÂNET,
DAYANMA GÜCÜ" demektir. Böylece ifade "bir hâkime yakışır
katılık, ve baskılara dayanma gücünü gösteremiyor" olur.
Kendisinde öylesine bir hâfıza ve zekâ var ki, karşısında durmak mümkün değildir.”
Senin elin de onunki gibi kesilecek!
Eğer zımmîyi râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve çoluk-çocuğunun maişetini
te’min etmek karşılığında,
elini kesilmekten kurtarabilirsin!”
1960 Yılında Radyo'da yaptığım, teype alınan konuşmalardan bu kitabın yeniden
basılıp tamamlanması
ve üniversitelere, gençliğe dağıtılması lâzımdır!
İDEAL VE İDEOLOJİ kitabımın da basılması lâzımdır. Oluş bununla meşgûl olmalıdır!"!
Târih'in kaydetmediği kadar AĞIR MES'ULİYET ve VAZİFE düşmektedir!
TÜRK MİLLETİ, TÂRİH SAHNESİ'nde son imtihânını vermektedir!
Üç neslin tesiriyle kendisini yetiştirenlerden artık ümit kesilmesi lâzımdır!"
- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
- BİR OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON - 1
- REİNKARNASYON - 2
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI
YAŞADI?
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- MEKTUPLAR