BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4

Bugün yine Geri Varlıklar'la karşılaşmalar nakledeceğiz...

Hatırlatalım, bu Medyum her İrtibat'ta değişik, yeni Varlıklar'la görüşüyor. Önce Geri bir veya iki Varlık'la karşılaşıyor. Onların bulunduğu Vasat'ı sıkıntılar içinde târif ediyor... Sonra yükselip, daha Tekâmül Etmiş Varlıklar'ın olduğu Tabakalar'a çıkıyor. Oraları târif ediyor. Onlarlar İrtibat kuruyor... Biz şimdilik bu Celse'nin ilk kısmını ve karşılaştığı iki Geri Varlık'la kurulan İrtibât'ı veriyoruz.

Varlık : Ahmet Kahraman , Orhan
Medyum: Ali
Tarih : 18 Mayıs 1961
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal

Medyum: ... Karanlık bir yerdeyim... Beni bırakmıyorlar...
İdareci: Kimmiş efendim bu muhterem Varlık?
Varlık- ... Bana muhterem kelimesini kullanmasınlar.
İ- Kimmiş efendim?
M- ... 1960'da Eskişehir'de ölmüş... AHMET KAHRAMAN... Hacıya da gitmiş... Bakkalmış kendisi...
İ- Suçu neymiş?
M- ... Noksan terâzi tartarmış.
İ- ALLAH taksiratını affetsin.
M- ... Kendisinden kocaları askere alınmış köylü kadınları çok alış-veriş ederlermiş...
Şeytan'a uymuş, defterde tahrifat yaparmış... İki vakit evvel kurtarılması için
müracaatta bulunmuş... Bütün KUTB-UL AKTÂB şefaatinden mahrummuş...
"Benim için de tazarruatta bulunun," diyor.
İ- İnşaallah... Yukardaki Kademeler'de Muhterem Varlıklar'dan rica ederiz.
M- ... Yüzünü göremediğim, kuvvetli bir ses önümden çekti onu.
İ- Şimdi yükselmeye devam ediniz.
M- .... Yolumun üzerine biri daha çıktı.
İ- Kimmiş? Ne istiyorlar?
M- ... 1956 yılında İstanbul'da ölmüş...
İ- Ne iş yaparmış?
M- ... Operatörmüş.
İ- Ne suçu varmış?
M- ... Adı ORHAN'mış... Gayrimeşrû şekilde kürtaj yaparmış...
İ- Öldüğü zaman kaç yaşındaymış?
M- ... 54 Yaşında.
İ- Bizden ne istiyorlar? Ne gibi bir yardımda bulunabiliriz kendisine?
V- ... Hiçbir yardımda bulunmayın!
İ- Bizimle konuşmak mı istiyorlar?
M- ... "Ben ne söyliyeceğimi bilemem," diyor.
İ- O da bizimle berâber Yukarı Kat'a mı çıkmak istiyor?
M- ... "Ben isterim, çıkarım," diyor.
İ- Peki, arzu ediyorsanız, berâber çıkınız.
M- .... Yine kuvvetli bir ses geldi, çekti yolumdan.
Yükselmeye devam ediniez.

KUTB-UL AKTÂB'ı başka bir sayfada açıkladık.

Bize basit gelir ama, terâzide eksik tartmak, metrede eksik ölçmek İslâm dininde büyük günah olarak belirtilir. Aslında bütün dinlerde günah, bütün toplumlarda suçtur. Buna rağmen çarşıda, özellikle pazar yerlerinde hep karşılaştığımız olaydır. Buna DİN'de o kadar önem verilir ki, KUR'AN-I KERİM'de defaatle tekrarlanmasının yanısıra, Âhıret'te "günah ve sevapların tartılması" ile kıyaslanır.

- "Ölçüyü ve tartıyı tam adâletle yapın!
Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz.
(Söz) Söylediğiniz zaman da, (savunduğunuz) yakınınız da olsa,
âdil olun ve ALLAH'a verdiğiniz sözü tutun.
Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir."

(En'am Sûresi , 152. Âyet)

- "O gün (amelleri tartacak) terâzi haktır.
Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır.
Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse,
işte onlar da âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü
kendilerini ziyâna sokanlardır."

(Âraf Sûresi, 8-9. Âyetler)

- "Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik):
'Ey kavmim,' dedi, 'ALLAH'a kulluk edin!
Sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur.
Size Rabbiniz'den açık bir delil geldi:
Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyâlarını eksik vermeyin.
Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!'
Eğer inanan (insan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!"

(Âraf Sûresi, 85. Âyet)

- "Medyen'e de kardeşleri Şu'ayb'i gönderdik.
Dedi ki: 'Ey kavmim! ALLAH'a kulluk edin.
Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur.
Ölçeği de, teraziyi de eksik tutmayın!
Ben sizi hayır (bolluk) içinde görüyorum.
Bununla beraber yine de
sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.' (dedi). "

(Hûd Sûresi, 84. Âyet)

- "Ey kavmim! Ölçerken ve tartarken adâleti yerine getirin!
Halkın malına densizlik etmeyin
ve Yeryüzü'nde fesatçılık yaparak fenâlık etmeyin."

(Hûd Sûresi, 85. Âyet)

Dikkatinizi çekmiştir, muhakkak!.. Âraf Sûresi, 85. Âyet'teki ifadeler hemen aynıyla Hûd Sûresi'nin 84 ve 85. Âyetleri'nde tekrarlanıyor.
Biri 7. sûre, diğeri 11. sûre,.. Sayı nasıl da denk gelmiş!

- "Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve doğru terâzi ile tartın!
Bu hem daha hayırlıdır ve sonuç itibâriyle de daha güzeldir."

(İsrâ Sûresi, 35. Âyet)

- "İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de,
bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir.
Artık Kıyâmet Günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız."

(Kehf Sûresi, 106. Âyet)

- "Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir;
Ebedî Cehennem'dedirler."

(Mü'minûn Sûresi, 102-103. Âyetler)

- "Ve doğru terazi ile tartın!"
(Kasas Sûresi, 182. Âyet)

- "Tartıyı adâletle yapın! Terâzide eksiklik yapmayın!"
(Rahman Sûresi, 9. Âyet)

- "O gün kimin tartıları ağır basarsa o, hoşnut olacağı bir hayat içindedir."
(Yusuf Sûresi, 7. Âyet)

- "Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası da (varacağı yer,
sığınacağı durağı) hâviye (uçurum)dir."

(Yusuf Sûresi, 8. Âyet)

Sözde Hacı olan Bakkal Ahmet Kahraman'ın çektiği azap pek anlaşılmamış olabilir. Onun için en ağır ifâdeli sûreyi verelim:

- "YAZIKLAR VE AZAPLAR OLSUN
EKSİK VE HİLELİ ÖLÇÜP TARTANLARA!
(HİLELİ MAL ÜRETENLERE!)
VAY ONLARIN HÂLİNE!
ONLAR İNSANLARDAN BİR ŞEY ALDIKLARI ZAMAN
TAM ÖLÇERLER (TAM İSTERLER),
KENDİLERİ BİR ŞEY SATTIKLARINDA
EKSİK ÖLÇER VEYÂ TARTARLAR!
(VEYÂ ÜRETTİKLERİNE HİLE KATARLAR!)
ONLAR DİRİLTİLECEKLERİNİ SANMIYORLAR MI?
BÜYÜK BİR GÜN İÇİN OLACAKTIR BU!
O GÜN İNSANLAR ÂLEMLERİN RABBİ'NİN
DİVÂNINDA DURURLAR (HESAP VERİRLER)!"

(MÜTAFFİFİN SÛRESİ , 1-6. ÂYETLER)

Uyanın ey Müslümanlar!..
Sizi şarap içmekten, domuz eti yemekten, başı açık gezmekten korkutarak, esas büyük günahları gözlerden saklıyorlar!.. Bu üçünün KUR'AN'da cezâsı bile yok!
Sonra da kendileri oturup yetim malı yiyorlar , akrabalarına Devlet imkânlarını peşkeş çekiyorlar!..
Tartıda, ölçüde, üretimde, ticârette, maaşta, ücrette, ihâlede, mahkemede, hep hile yapıyorlarl.. Sizi hep kandırıyorlar!..

Ama ALLAH'ı kandıramazlar!.. Ne Âhıret'te, ne de Kıyâmet Günü'nde!.. Çünkü onların suçlarının cezâsı açık bir şekilde defâlarca yazılmış!

***

Gelelim Operatör Doktor Orhan'ın durumuna... Mevzu derin... Ama bir kaç kelime de onun için edelim... Sperm canlı bir varlık... Kuyruğunu sallaya sallaya gidiyor, yumurtayı döllüyor.... Yumurta da canlı bir varlık ki, bölünerek büyüyor... Sperm yumurta içinde eriyor, kayboluyor... Canlı yumurta ne zaman canlı bir cenine, insana dönüşüyor?..Ruh ne zaman bedene bağlanıyor?.. İlkahta mı? Yâni döllendiği anda mı?.. Bir hadiste ifâde edildiği gibi 40 gün sonra mı?.. 3 Ay, 90 gün sonra mı?.. Başka bir hadiste öne sürüldüğü gibi 4 ay, 120 gün sonra mı?

Yüce ALLAH,

- "Ki, şüphesiz siz tabakadan tabakaya (hâlden hâle) geçeceksiniz."
(İnşikak Sûresi, : 19. âyet)

buyuruyor.

- "Andolsun biz insanı (ÂDEM'i) çamurdan (süzülmüş) bir hülâsadan yarattık. "
(Mü`minûn Sûresi , 12. Âyet )

Bu kısım bizi şimdilik ilgilendirmiyor... Devam edelim âyete:

- "Sonra onu (Hz. Âdem`in nesli olan) insanı
sarp ve metin bir karargâhta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık.
Sonra o nutfeyi alâka (yapışan şey) hâline getirdik
Derken o alâkayı mudga (bir çiğnem et) yaptık.
O bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik.
Sonra onu başka yaratılışla inşâ ettik (can verdik, konuşma verdik)..."

(Mü`minûn Sûresi, 12-14. âyetler)

Bunu açıklayan bir hadis rivâyeti var,

- "Nutfe, rahimde 40 gece kalır. Sonra melek ona şekil verir."

5 haftadan önce kürtaj yapılmıyacağı söyleniyor ki, 35 gündür, 40 ta olabilir. HADİS'e göre NUTFE dönemidir.

5 Haftalık Cenin - ALAKA

Beş haftalık gebelikte, 35-40 günlük bebeğin boyu 1-3 mm civarındadır. Kilosundan bahsetmek henüz mümkün değildir. Ultrason ile görülebilir, kalp atışları bazen duyulabilir. Bebeğin beyin, kalp-damar ve sinir ve diğer organ sistemleri gelişmeye başlar. (linkten alıntı)

Milimetrik varlıkta organlar gelişmeye başladığına göre ruhun bağlandığını düşünebiliriz. Acaba bu dönemden sonra kürtaj günah mıdır? Vebâli var mıdır? İnşaallah değildir, ama yine de bu duruma düşmemeye çalışmak gerekir.

Bir diğer hadis rivâyeti de şöyle:

- "Her birinizin yaratılışı, ana rahminde nutfe olarak 40 gün derlenip toparlanır.
Sonra aynen öyle (40 gün daha) alaka (yapışan şey) olur.
Sonra yine öyle (bir 40 gün daha) mudga (et parçası) hâlinde kalır.
Ondan sonra melek gönderilir. Ona ruh üfler..."

(Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Müslim ve Tercemesi, VIII, 114)

Yüz küsûr yıl boyunca ağızdan ağıza yapılan nakilde bir haftalık bir kayma var. HADİS'te 11. haftada MUDGA (yani bir çiğnem et) oluyor. Gerçekte 10. haftada... Çünkü 10 haftalık cenin bir çiğnem et ebâdında (boyu 1 cm., ağırlığı 4 gram), ama kemik ve kas tutmaya başlamış görünüyor.

10 haftalık bebek artık rahim içerisinde amnion sıvısı içinde hareket etmeye başlar, ancak anne henüz hareketlerini hissedemez. Uultrason ile hareketler görülebilir. El ve ayak eklemleri, diz, dirsek, parmaklar oldukça şekillenmiştir. Henüz bu kadar erken haftada bile bebek eline dokunan bir cismi tutma refleksini edinmiştir. Dış kulak ve üst dudak şekillenmiştir. Bu haftada gerçekleşen en ilgi çekici olaylardan birisi bebeğin kuyruk kısmının düzleşerek görünmez hale gelmesidir. Bebek nefes alıp verme hareketleri yapar, bunu hava ile değil, amnion suyu yutarak yapar ve ilk defa idrar yapmaya başlar. (Linkten alıntı)

Demek ki varlık, ALÂKA (rahme yapışkan şey) durumundan 10. haftaya girince kurtuluyor.

Bu durumda Operatör Doktor Orhan'ın gayrimeşrû kürtaj yaptığı (ki izinsiz anlamı da var) süre herhalde 10 haftayı aşmaktadır. Çünkü resmî izinli kürtaj, 10 haftalık gebelik için mümkündür. İlerlemiş hâmilelikte kürtaj, eğer mûcip bir sebebi yok ise, kadını tehlikeye attığı gibi, bir cana da kıymak demektir ki, cinâyet, adam öldürme kapsamına girer. Bu âlemde cezâsı yok görünürse de, Âhıret Âlemi'nde azap çektirir.

Yine KUR'AN ve HADİS'e göre bir çiğnem et olmasından önce, yapılan kürtaj meşrû sayılır. Bu 70 gündür. Bunu 80 güne çıkarmak mümkün müdür, bilemeyiz.

Bâzı din âlimleri ikinci hadise dayanarak mubah kürtaj süresini 120 güne, yani 17 haftaya çıkarmışlardır. HADİS rivâyetinde yüz küsûr yıl boyunca ağızdan ağıza nakil yüzünden bir hatâ olsa gerek, çünkü 120 günlük bebek bir çiğnem et boyunda değil, tam 13 santim!.. Sandöviç boyunda!.. Öyle tek lokmada çiğnenir gibi değil!.. Kemikler, kaslar, hatta uzuvlar eklenmiş...


17. gebelik haftasında bebeğin boyu yaklaşık 13 cm, ağırlığı 140 gram kadardır. Onyedinci haftadan itibaren bebeğin cilt altı dokusunda yağ depolanması artar ve bebek daha hızlı kilo almaya başlar. Bu yağ depolanması bebeğin ısı regülâsyonu açısından önemlidir. Bebek yutkunma, gözünü açıp kapama, emme gibi refleksleri yapabilir. Dışarıdan gelen yüksek sesler bebeğin hareket etmesine neden olabilir. (linkten alıntı)

Bu duruma göre RUH'un da bedene çoktan bağlanmış olması gerekir! Bizce 70-80 gün (ikinci 40 gün) kürtaj için daha ma'kûl bir vakittir.

Değerli ve meraklı okurlar!

Gördüğünüz gibi, celse yapmak, fincan yürütmek, medyum uyutmak, ruhlarla irtibat kurmak kolay görünür. Lâkin pek çok gayret, çalışma, araştırma gerektirir.

Bakın, biz doktor olmadığımız halde Operatör Orhan'ın öbür âlemdeki ızdırabının kaynağı suçunu tesbit için nelerle uğraştık... İbret olsun!

*****

Şimdi enteresan bir Celse nakledeceğiz. Hep türkler'le, Müslümanlar'la İrtibat kurulacak değil ya!... Dünyâ'da çeşet çeşit insan var ve ölünce onlar da A^hiret'e intikâl ediyor. Peki, Tür olmayan, Müslüman olmayan biri karşımıza çıkamaz mı?... Çıkar!

Bu çalışma gündüz yapılmış. Akşama toplu Celse var, İdâreci oına hazırlık yapıyor... Medyum Dilek uyutulmuş, yükseltilmiş ve bir Hıristiyan Papazla karşılaşmış.

Varlık : Papaz Peiter Robbins
Medyum: Dilek
Tarih : 1961
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal

Medyum- .... Elini öpeyim mi?
İdâreci- Öp!
M- ... Sizlen konuşuyor... Diyor ki, "ALLAH'a giden yok budur," diyor.
İ- Yâni nedir?
M- ... "İçinizi temiz tut" diyor... Onların kitabında yazıyormuş... Bakın,
İngilizce... orada... Birinci sayfada... İkinci sayfada... küçük, üstü işli bir
kitapları... İNCİL...
İ- Peki. İsmi neymiş?
M- ... PETER ROBBINS," diyor...
İ-nerede bulunuyor?
M- ... İstanbul'da...
İ- Hayatta mıymış?
M- Hayır.
İ- Hangi senede ölmüş_
... 1953'de...
İ- Nerede yatıyor?
M- .... Asıl şeysi ordaymış, İstanbul'da ama,-.... Orda ölmüş... Götürmüşler onu...
İ- nereye?
M- ... Yâni şeysini götürmüşler... Ne bileyim?
İ- Cesedini mi?
M- Kimbilir!... Ama kendisi... Diyor ki... Türkiye'de kalmış bütün Ruhu...

Burada duralım,ve kısa bir açıklama yapalım... Anlaşılmıştır ama, emin olalım... Peter Robbins anıdda bir papaz İstanbul'da yaşıyor, görev yapıyor, hangi kilisede, bilmiyoruz. 1953 yılında vefat ediyor, nâşı memlekiten götürülüyor, ama kendisi hâlâ İstanbul'dan kopamıyor... Medyum'a göründüğünde elinde bir kitap var, İNCİL... Ama hangi İncil? Kitâb-ı Mukaddes mi?.. Yâni, Tevrat, Zebur, İncil ve diğer peygamberler'e inen sayfalar, ve başka yazıların bulunduğu kitap mı?.. Yoksa İncil'den alıntılar yapan bir kitap mı?.. Çünkü ilk sayfada "İçini temiz tut" yazıyorsa, birinci veya ikinci sayfada, bulmamız lâzım... İlk sayfalarda yok, ama Matta 5. Bölüm'de var:

"Ne mutlu yüreği temiz olanlara!
Çünkü onlar Tanrı’yı görecekler." (5:8)

Ayrıca şu var: "Kendini temiz tut. " (1. Timoteos, 5:22) Ama birinci ve ikinci sayfalarda değil.

İdâreci- TANRI'ya hangi dinha çabuk götürüyormuş? Bir fark görüyor mu?
Medyum- ... "Hiç bir fark yoktur" diyor... Hepimizin duaları aynı şekildeymiş ama,
bizim söyleyiş tarzlarımız başkaymış... Onlar da öyle... Hattâ onlar da hep
şükrederlermiş bütün yediklerine, gördüklerine, içtiklerine,... "Siz de" diyor,
"bâzı evlerde.::"
İ- Bizimle bu akşam görüşmek istiyor mu, efendim?
M- ...."Konuşurum" diyor...
İ- İzmir'de Meryem Ana'nın kabrinin bulunduğu yer doğru mu, değil mi?
M- .... "Biliyor ki," diyor, "doğru olduğunu..." ... "Söylesin," diyor, "kim biliyorsa... "
Fakat öyle bir şey orada bulunmuş... Orası olması icâbedermiş... Meryem Ana'nın
nerde yaşadığını zâten bilmiyormuş kimse ki"... "Siz" diyor, "Muhammed'in nerde
yaşadığını biliyorsunuz". ... Ama onlar bilmiyorlarmış...
İ- Peki, orada bulunan kabir Meryem Ana'nın değil mi?... Bir din adamı olarak
size soruyorum.
M- .... Kazıların gösterdiğine göre o olması icâbediyormuş...

Gene duralım... Evvelâ, Hıristiyan bir adamı diye târihçilerin bile bilmediği bir hususu bilmesi gerekmez. İkincisi İzmir, Selçuk'ta bir Meryem Ana Evi var. Sonradan şapele çevrilen evine her yıl yüzbinlerce 'inanan' ziyârete gelmektedir, bir papaz orada görev yapmaktadır. Bu evi Müslümanlar da ziyâret ediyor, duada hattâ dileklerde bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra görev yapan 3 önemli Papa'nın ziyaret ederek kutsadığı Meryem Ana Evi, Katherine Emmerich isimli yatalak ve Stigmatist bir râhibenin gördüğü gizemli görüntülerden yola çıkılarak araştırılmış ve bulunmuştur. 1967 yılında Vatikan tarafından 'kutsal yer' ilân edilmiştir.

İnanışa göre, Hz. İsa çarmıhta, Meryem Ana'yı St. Jean'a (John/ Yahya/ Yuanna) emanet etmiş ve bu ikili güvensiz olduğu gerekçesiyle Kudüs'ten ayrılarak Efes'e gelmiştir. Hz. Meryem, zaman zaman Bülbül Dağı'nda inzivaya çekilmiş ve orada vefat ederek yakınlardaki bir mağaraya gömülmüştür. Yâni, kabri Efes-Selçuk yakınlarındaki Bülbül Dağı'dadır.

Gazeteci Neşet Öztekin adındaki bir zat ta, mezarın Bülbül Dağı'nın tepesinde değil, iki kilometre uzağında, Karaburun köyünde, köylülerin dilekte bulundukları bir eren mezarı mevcut olduğunu" söylüyor. Bölgenin adı Ana Manastırı ve sürekli su akan kaynağın adı da Ana Manastır Ayazması... "Öyleyse mezar orada olmalı" diyor. Doğrusunu ALLAH bilir. Mezar nerede olursa olsun, bulunduğumuz yerden ettiğimiz dualar ona oluşar.

Hemen belirtelim: Biz Müslüman olarak bütün Peygamberler'e, ve onlara inen bütün kitaplara inanırız. Evet, KUR'AN dışındakiler indikleri târihte yazıya geçmemiştir, sonradan yazılmış ve tahrif edilmiştir ama, içlerinde doğru olan ve aynen indiği gibi kalmış olan kısımlar da vardır. Bu yüzden hiç bir kutsal kitabı bir kenara atamayız.

- "Allah’ın elçisi ve müminler,Rrabbinden ona indirilene imân ettiler.
Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar.
'O’nun elçileri arasında ayırım yapmayız" dediler"

(Bakara Sûresi , 285. Âyet)

Hazret-i İsâ'nın annesi Hazret-i Meryem, KUR'AN'da övülen kadınlardandır. Bir de Hazret-i Musâ'yı suda bğulmaktan kurtarıp sarayda yetiştiren Firavun'un karısı Asiye vardır övülen... Onlar için elbette dua ederiz. Aslında biz bütün Ölmüşler'e dua ederiz.

İdâreci- Peki. Bize bir şey söylemek istiyor musunuz?
Medyum- .... "Çocuklarınıza" diyor, "niçiun küçük yaşta din dersi, terbiyesi
vermiyorsunuz?" diyor.
İ- Başka???
M- ... Eğer biz istersek, onların küçük kitapları varmış... Ondan bakıp.... "Bunlar"
diyor, ayrı şeyler değilmiş... Yâni... Haaa, din dersinden maksadı, onlara ALLAH
yolunu öğretmekmiş... Ve iyi insan olmak ta bu zâten... Bununla bbaşlarmış...
Ona çalışırsa...
İ- Evet, efendim. Başka???

İdâreci, Papaz'ı bir an önce savmak, başka birileriyle gördüşmek istiyor.. Ama tabii bu biraz saygısızlık oluyor... Biz hiç bir Ruh arasında ayırım yapmayız. Üstelik bu Varlık, İdâdeci'nin karşılaştığı diğer Aldatıcı Varlıklar'dan çok daha mantıklı, daha düzgün konuşuyor.

Medyum-... O kadar... "En küçük misâli" diyor... ALLAH'a başkalarına kuvvet, kudret
versin diye çocuklarına dua edermiş... Eve, akşam ekmek yemek getirsin, yesinler
diye... Doğrfu... Biz hiç öyle demeyiz... Müslüman din adamlarını o da çok
seviyormuş...
İdâreci- Kendisi bize bu akşam yardım etmek ister mi?
M- ... "Mâdem" diyor, "geldim, söyle bakalım"... . Ne yapabilirmiş benim için,
efendim?
İ- Bizim bu aykşam Celsemiz'e gelirler mi?
M- ... "Ne yapmamı istiyorsunuz?" diyor...
İ- Elinden ne geliyorsa.
M- ... "Düşünün" diyor... "Elimden gelen benim, ne olabilir? "diyor...
İ- Meselâ, burada kendi sesinizle konuşacaksınız.
M- Kendisi İngilizce konuşuyor...
İ- İngilizce olarak konuşunuz, kendi sesinizle ama... Ve kaabilse Bedenleşin.

İdâreci, gene Fizikî Tezâhürat peşine düştü. Medyum İngilizce biliyor. O yüzden bir İngiliz veya Amerikalı olan Varlığın konuşmasını İngilizce algılıyor. Aslında fikirler düşünce olarak geliyor, lisan söz konusu değil. Ama Medyumlar genellik onu Türkçe gibi algılıyorlar. Bu Varlık yabancı olduğu için, Medyum da İngilizce bildiği için, düşyünceyi İngilizce algılıyor. Varlığın din bilgisinin kuvvetli olduğu ortada... Onunla dinî bir sohbet yapılması, akşam için de öyle bir şey istenmesi gerekirdi.

İdâreci- kabul mu, efendim?
Medyum- Evet, knuşacaklar.... Anlayabilecek misiniz siz?
İ- Anlıyanlarımız var. Kendi sesinizle konuşmanızı istiyoruz.
Varlık- ... It's gonna... you konw, it's gonna be real hard for me... but I'm gonna
talk... for a while... This is the first time for me to attend a Moslem party, you
know... This is the first time, really... That's a very good opportunity for me
to know you people, really...

I want to tell you a few things about this girl... You know... Her name is...
İ- Dilek.
V- Yah, Dilek... That's righit... Ohh, şhe is very good and... and she knows
English very well... though I know that... But tell her... she might go to America
maybe next year and she'll be very happy there... Tell her that, will you?
İ- Şimdi Medyum'dan rica ediyorum. Lûtfen sorsun. Bedenleşme yapacak mı?
V- ... I need calmness here to be seen... but I can't... I can't... I didn't promise
you though... But maybe some other time... because, you know, I've got friends
her and somebody is expecting her... I'm sure he is... He is exqecting her
right now...
İ- Başka zaman gelecek mi?
V- I'll if I don't have anything to do... Certainly I will.. I'd like to very much,
really ... If she calls me Peter Robbins. You know my name?... Peter Robbins, yah...
İ will trıy to come. I like to talk to her... Sorry!...
Avradan biri- And she'll call you.
V- Oh, yes, of course... If she calls me, I will...
M- ..... "İyi günler" dedi...
İ- Anlaşılmadı.
M- "hepinize hayırlı günler" dedi.
İ- TANRI râzı olsun. Nur içinde yatsın.
M- Çok nur yüzlü... beybeyaz...

Bizce çok güzel bir Celse, ama ziyan edilmiş... Bu nur yüzlü Hıristiyan papazdan öğrenebileceğimiz çok şey vardı Hıristiyanlık hakkında, Hıristiyan Dünyası hakkında, Müslümanlar hakkındaki düşünceleri üzerine... Bir daha geldi mi, hatırlamıyorum.

*****

Bu sefer tersten gideceğiz.... Medyum Şükran Hanım'a bir Varlık gelmiş... Kendisinin KÖSEM SULTAN olduğunu idda etmiş... Bir takım Saray hikâyeleri, Harem entrikaları anlatmış... Celse'nin yapıldığı dönemde, başta bir araştırma yapılmamış... Fakat sonra tartışmalar üzerine o günün inkânları ile ansiklopedilerden falan bir takım bilgiler toplanmış. Varlığın doğru söyleyip söylemediği araştırılmış.... Biz de bugün İnternet'ten ve İslâm Ansiklopedisi'nden, en doğru bildiğimiz kaynaktan tetkik ettik.

Şimdi, önce KÖSEM SULTAN hakkındaki bilgiyi vereceğiz. Sonra Varlık'la yapılan Sohbet'i nakledeceğiz. Böylece sizin de geriye dönüp kontrol etme imkânınız olacak... Açıkçası, az buçuk Târih bilgim olmama rağmen, ben de meraklandım, KÖSEM SULTAN aslında kimmiş, neler yapmış, ne haltlar yemiş... Aslâm Ansiklopedisi'nde tam 36 madde telif etmiş olan değerli bilim adamı, büyük târihçi Sayın Prof. Dr. Mücteba İlgürel'e, pek çok ana kaynaktan yararlanarak hazırladığı bu makale için şükran borçluyuz.

HÜRREM SULTAN'nın hayâtının ilk yılları hakkında kaynaklarda bilgi yoktur... Saray'a ne zaman ve nasıl alındığı, âilesinin kimliği bilinmemekle beraber; Ortodoks bir papazın kızı olduğu, muhtemelen Bosna taraflarından getirildiği ileri sürülür.

Kaynaklarda Kösem adıyla birlikte Mahpeyker adı da geçer... Haremde asıl adının Mahpeyker olduğu, daha çok tanındığı Kösem’in ise lâkap olarak kendisine verildiği anlaşılmaktadır. Kösem lâkabını, Mahpeyker adının anlamından da hareketle "pürüzsüz, güzel bir cildi bulunmasından dolayı" almış olması kuvvetli bir ihtimaldir. Ayrıca Kösem adının “koyun sürüsü önünde giden koç” mânâsına geldiği ve bu bakımdan onun liderlik vasfına işâret ettiği de belirtilir.

Öldürüldüğü sırada 62 yaşında olduğu rivâyet edildiğine göre, 1589’da doğduğu söylenebilir... Saraya geldiğinde güzelliğiyle I. Ahmed’in dikkatini çekmiş ve onun en önde gelen hasekisi olmuştur. Oğlu Murad’ı (IV. Murad) 1612'de dünyaya getirdiğine göre, Kösem’in Saray'a geliş yılının en geç 1609-1610 yılları olması gerekir.

1615'de İbrâhim’in ve ardından Kasım’ın doğumu ile Saray'da giderek ön plana çıkmaya başlayan Kösem Sultan’ın, I. Ahmed’in ölümcül humma hastalığına tutulması üzerine oğullarını Saltanat'a hazırlama yolunda çeşitli faaliyetlere giriştiği, bunu sağlamak için Sultan I. Ahmed’in vefâtından sonra onun Mahfirûz Hatice Sultan’dan doğma oğlu Osman’ın yerine III. Mehmed’in oğlu ve I. Ahmed’in kardeşi Mustafa’yı tahta çıkarttığı, böylece Saltanat sisteminde önemli bir değişikliğe yol açmış olduğu ileri sürülür.

Kösem Sultan’ın bu olaylardaki rolü hakkında kesin bilgi bulunmamakla birlikte, Saray çevrelerinde ve kamuoyunda büyük tepkilere yol açan "kardeş katli" uygulamasının sona erişinde, oğullarını koruma amaçlı da olsa, nisbî bir payı olduğu açıktır.

Kösem Sultan, I. Mustafa’nın iki saltanatı ile II. Osman’ın pâdişahlığı döneminde Eski Saray’da altı yıl kadar ikamet etti. Oğlu IV. Murad’ın tahta çıkışı (9 Eylül 1623), ona arzuladığı gücü sağladı, Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na özel bir törenle gelip, Vâlide Sultan oldu. Murad’ın henüz 12 yaşında bulunması, Devlet'in idaresinde onu söz sâhibi yaptı. Bu yıllarda yeniçerilere cülûs bahşişi dağıtılması problemi yanında Bağdat’ın elden çıkması, eyâletlerdeki itaatsizlikler, Abaza Mehmed Paşa’nın isyânı, Kazak eşkıyâsının Boğaz'a kadar sokulması, Kırım’daki huzursuzlukların çözüme kavuşturulması gibi konularda Devlet erkânıyla birlikte çalıştı.

Çocuk Sultan IV. Murad da annesinin yanında Devlet işlerini öğreniyor, idâreyi devralmayı plânlıyordu. Kösem Sultan ise yetkilerini oğluna bırakmak niyetinde değildi. Fakat Sadrazam Hüsrev Paşa’nın azledilmesinin ardından taşrada ve İstanbul’da gelişen olaylar, Topal Receb Paşa’nın sadâreti elde ederek giriştiği çeşitli manevralar, onun gücünün kırılması ve IV. Murad’ın bizzat idâreyi ele almasıyla sonuçlandı (1631-32). Ancak yine de IV. Murad annesinin sözünü dinliyor ve ondan bütünüyle kopamıyordu. Nitekim Bursa seyahati sırasında IV. Murad’ın, hakkında bâzı şikâyetler bulunan İznik Kadısı'nı idam ettirmesi neticesinde ulemâ arasında ortaya çıkan tepkiler üzerine, Şeyhülislâm Ahîzâde Hüseyin Efendi, Kösem Sultan’a bir tezkire göndererek oğlunu uyarmasını rica etmiş, ayrıca Pâdişâh'ın tahttan indirilme söylentilerini de ona bildirmiş, Kösem Sultan bütün bu gelişmeleri hemen oğluna iletmişti.

Bu ihbar üzerine padişah İstanbul’a gelip hadiseyi hiç soruşturmadan Şeyhülislâm'ı idam ettirdi. Bu olay dolayısıyla oğlunun güvenini kazandığı anlaşılan Kösem Sultan, IV. Murad’ın Revan seferinden başarıyla dönüşünün ardından, ayrı anneden kardeşleri olan Bayezid ve Süleyman’ı (Ağustos 1635), Bağdat seferine çıkmadan bir süre önce de öz kardeşi Kasım’ı (Şubat 1638) öldürtmesine engel olamadı. Fakat diğer oğlu İbrâhim’i âciz ve zavallı gibi göstererek kurtardığı gibi, onun Saltana'tın tek vârisi olarak tahta çıkmasını da sağladı.

Sultan İbrâhim’in cülûsu Kösem Sultan’ı yeniden eski gücüne kavuşturdu. İbrâhim’in zihnî problemleri onun sorumluluğunu arttırmıştı. Kösem’in ilk işi, Osmanlı tahtının son bulmasını önlemek için İbrâhim’in bir erkek evlât sâhibi olmasını sağlayacak tedbirlere yönelmek oldu. Pâdişah'a sunulan câriyeler ve gözdelerin sayısındaki artış, önemli ölçüde harcamalara yol açmış, bu kadınlarla birlikte musâhipler ve nedimler de Devlet işlerine karışmaya başlamıştı.

Öte yandan Sultan İbrâhim artan ruhî sıkıntılarının da etkisiyle annesini dinlemez oldu. Hattâ gözdelerinin de tesiriyle onu Saray'dan uzaklaştırdı, İskender Çelebi Bahçesi’nde ikamete mecbur etti. Bir rivâyete göre İbrâhim annesini Rodos’a sürmek istemişti.

Bu arada Kösem Sultan’ın IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’ı Silâhdar Mustafa Paşa ile evlendirmek istemesi, Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa ile arasının açılmasına sebep oldu. Çünkü Kara Mustafa Paşa, Silâhdar Mustafa Paşa’yı rakip olarak görüyordu. Kemankeş’in hazinede yapmak istediği ıslâhat bâzı şikâyetlere yol açmış ve kendisine yeni düşmanlar kazandırmıştı. Sadrazam'ın yıpranması Kösem Sultan’ın işine geliyordu. Kemankeş’in sonunu hazırlayan bu hâdiselerden sonra Sultan İbrâhim’de samur ve amber merâkı başladı. Kösem Sultan bu yüzden İbrâhim’in musâhibesi Şekerpâre Hatun’u Saray'dan çıkarmak için büyük gayret sarfetti.

Pâdişâh'ın çılgınca talepleri gün geçtikçe artıyordu. Kösem dahi bunca yıllık tecrübesine rağmen hayâtından endişeliydi. Devlet erkânı ve Yeniçeri Ocağı ileri gelenleri Pâdişâh'ın tahttan indirilmesinin zarûret hâline geldiği hususunda fikir birliği içindeydi. Sadrazam Sofu Mehmed Paşa ve Şeyhülislâm Abdürrahim Efendi gibi Devlet adamları bu iş için Vâlide Sultan'ın rızâsının alınması gerektiğini biliyorlardı. Gelişmeler üzerine Saray'a dönen Kösem Sultan’a bir heyet gönderilerek, hâl‘ kararı kendisine tebliğ edildi.

Kösem Sultan’ın rızâ göstermesi üzerine başta Şeyhülislâm olmak üzere Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Hanefî Mehmed Efendi ve Muslihuddin Ağa ile diğer bâzı Devlet erkânından oluşan heyet Saray'a geldi. Bunlar güçlü deliller ileri sürerek Kösem Sultan’ı râzı etmeye çalıştılar. Kösem Sultan önce rızâ göstermeyip direndi. Ardından çâresiz kalmış gibi görünerek, torunu Mehmed’i hazırlamak üzere harekete geçti Bir müddet sonra da torunuyla dönerek, cülûs gerçekleşti (8 Ağustos 1648).

Bu hâl‘ ve cülûsta Kösem Sultan’ın etkili bir rolü olduğunda, devrin kaynakları birleşmektedir. Hattâ Sultan İbrâhim’in daha sonra kapatıldığı odasında boğdurulmasında onun parmağı olduğu da belirtilir.

Kösem Sultan için İbrâhim’in saltanatı pek tatmin edici geçmemişti. Zirâ Vâlide Sultanlık yetkilerini istediği gibi kullanamamış, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın idâmıyla (1644) başlayan Saray'daki huzursuzluklar yüzünden zaman zaman endişeli günler geçirmişti. Torununun 7 yaşında olması, annesi Hatice Turhan Sultan’ın genç ve tecrübesiz bulunması sebebiyle iktidârın kendisinde kalmasını tabii karşılıyordu. Halbuki geleneğe göre Büyük Vâlide'in Eski Saray’a gidip köşesine çekilmesi, Turhan Sultan’ın yetkileri kullanması usûldendi. Kösem Sultan cülûstan sonra böyle görünmüşse de, onun samimi olmadığı kısa zamanda anlaşıldı.

Çocuk pâdişah IV. Mehmed’in saltanatının ilk yıllarında Kösem Sultan, Yeniçeri Ocağı’na dayanarak Devlet işlerine müdâhale etmeyi sürdürdü. Bu müdâhaleler dolayısıyla Sofu Mehmed Paşa Sadâret'ten azledilerek yerine Yeniçeri Ağası Kara Murad Paşa getirildi. Murad Paşa’nın Sadâret'inde diğer ağalarla baş gösteren geçimsizlik ve Kösem Sultan’ın her konuyu Bektaş Ağa ile konuşması, sıkıntılara sebep oldu. Öte yandan Turhan Sultan da Pâdişah Annesi olarak Devlet işlerine müdâhaleye başladı. O da Saray Ağaları'na dayanıp bir denge kurmayı başarmıştı. Bu karışık ortamda Kara Murad Paşa fazla dayanamayarak istifa etti.

Yeni Sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın bütçe açığını kapatmak için aldığı tedbirler İstanbul’da esnaf ve halkın ayaklanmasına sebep oldu. Saray'a yürüyen halk, ağaların idamını talep etti. Buna yanaşmayan Kösem Sultan halka rağmen ağaları korudu, yine düzenin ağalar sâyesinde ayakta kalabildiğini düşünüyordu. Böylece Kösem Sultan’ın ağalar nezdinde itibârı artmış, Turhan Sultan karşısında güçlenmişti. Yıldızı parlamaya başlayan Köprülü Mehmed Paşa da Kösem Sultan’ı destekleyenlerin safına katıldı. Diğer taraftan Turhan Sultan Saray Ağaları'yla gizliden gizliye Büyük Vâlide aleyhinde çalışmalarını sürdürüyordu.

Bu sırada yanındaki kuvvetlerle İstanbul’a doğru ilerleyen âsi reisi İpşir Mustafa Paşa, Kösem Sultan ile Ocak Ağaları için tehlike arzediyordu. Bunun üzerine Kösem Sultan ve ekibi, ellerini çabuk tutup Pâdişâh'ı tahttan indirmeye ve Turhan Sultan’ı ortadan kaldırmaya karar verdiler. Tahta, safdil bir kadın olan Dilâşûb Sultan’dan doğma Mehmed’in kardeşi Süleyman’ı çıkarmayı plânladılar. Böylece Büyük Vâlide rahat bir şekilde hâkimiyetini devam ettirebilecekti. Kösem Sultan, Ocak Ağaları'na gizlice mektuplar göndererek Turhan Sultan taraftarı dört harem ağasının öldürülmesine yardımcı olmalarını istedi.

Kararlaştırılan gece ağalar, adamları ile birlikte gizlice saraya inip Turhan Sultan ile adamlarını bertaraf ettikten sonra IV. Mehmed’e de zehirli şerbet içirilecekti. Ancak iki vâlide ile de temasta bulunan Melekî Kadın, Turhan Sultan’ı uyarınca durum Kösem aleyhine döndü. Turhan Sultan, Kösem’i öldürtmek üzere faaliyete geçti. Bu iş için Başlala Uzun Süleyman Ağa’yı görevlendirdi. Süleyman Ağa ve adamları Kösem Sultan’ı Harem’deki odaların birinde dolap üzerinde bulup öldürdüler. (2-3 Eylül gecesi 1651).Karışıklığı haber alıp Saray'a gelen Kösem Sultan taraftarı Sadrazam Siyâvuş Paşa durumu anlayıp uzaklaştı. Kösem Sultan’ın cenâzesi Eski Saray’a götürüldü, gerekli işlemler yapılarak Sultan Ahmed Câmii hazîresindeki zevci I. Ahmed’in yanına defnedildi.

Kösem Sultan’ın feci âkıbeti Devlet işlerine müdâhaleleri eksik olmayan Ocak Ağaları'nın da sonu oldu. Sadrazam Siyâvuş Paşa aldığı tedbirlerle bu işi çabuklaştırdı. Kösem’in ölümünden sonra Uzun Süleyman Ağa’nın itibâr kazanması üzerine, onun da nüfûzunu kırmaya çalıştı. Kösem Sultan’ın hizmetinde bulunan kızlar Eski Saray’a nakledildi. Vâlide'nin malından her birine 10.000’er akçe para ile ikişer sandık eşya verilerek uygun kimselerle evlendirildi.

Kaynaklarda “vâlide-i muazzama, koca vâlide, ümmü’l-mü’minîn, sâhibetü’l-makam, mehd-i ulyâ, vâlide-i atîka, vâlide-i kebîre” olarak da anılan Kösem Sultan, IV. Murad ile Sultan İbrâhim döneminde ve IV. Mehmed devri başlarında Saray hayatında ön plâna çıkmış, birçok hâdisenin müsebbibi olarak kaynaklarda itham edilmiştir. Bununla berâber Saltanat makamının karşı karşıya kaldığı türlü bâdirelerin iyi veya kötü atlatılmasında pay sâhibi olarak bir devre damgasını vurmuştur.

Çağdaş âarihçi Şârihulmenârzâde’den naklen Naîmâ, "Kösem Sultan’ın gelirinin çok olduğu"na temas ederek "Menemen, Zile, Gazze, Kilis ve İzdin’de haslarının bulunduğunu, bunlardan yılda 250.000 riyal gelir toplandığını" belirtir. Karaçelebizâde ise bu miktarı 300.000 kuruş göstererek onun zenginliğini ifâde etmiştir. Livadya ve köylerinden, ayrıca İstanbul, Galata ve Üsküdar’da sonradan gelip yerleşen halktan toplanan vergilerden gelirleri de vardı. Terekesinden 2.700 adet kıymetli şal çıkmıştır. Vakfettiği Büyük Vâlide Hanı’nda sakladığı 20 sandık filorin ve mücevherat Devlet hazinesine aktarılmıştır. Kösem Sultan’ın bu gelirleri cömertçe dağıttığı bilinmektedir. Hattâ bizzat hapishânelere gider, borçluların borçlarını ödeyerek onları kurtarırdı. Onun “sâdât ulûfesi” adıyla tesis ettiği hayır işinden 200 fakir yararlanıyordu. Hizmetindeki kızları bir müddet çalıştırdıktan sonra çeyizini düzüp, uygun kimselerle evlendirirdi. İnşâ ettirdiği hayır eserlerinin başında 1640’ta tamamlanan Üsküdar’daki Çinili Câmi gelir. Bu câmiye ilâve olarak mektep, çeşme, dârülhadis, çifte hamam, 1623’te tamamlanan Anadolukavağı Mescidi, Çinili Câmi civârında çeşme, Şehremini’de çeşme, Yenikapı’da çeşme, 1645’te tamamlanan Beşiktaş’ta çeşme, sûfiye ricâlinden Abdülmecid Şeyhî Efendi’nin Eyüp’teki türbesi yaptığı hayırlar arasında bulunmaktadır. Kösem Sultan hac yolundaki hacıların su ihtiyâcının mümkün mertebe giderilmesi, Haremeyn’de fakirlere yardım edilmesi ve burada Kur’an okutulması için de bir vakıf tesis etmiştir. Bu vakıf 6.000 sikke-i haseneye bâliğ olup nâzırı Dârüssaâde ağası idi. Kösem, İstanbul’da Çakmakçılar Yokuşu’nda yüksek bir kulesi bulunan Büyük Vâlide Hanı’nı da inşâ ettirmiştir. Vâlide Sultan’ın Eğriboz, Midilli ve Kıbrıs dâhil bâzı yerlerde daha vakıfları vardı. Hayâtı, yerli ve yabancı yazarlarca kaleme alınmış, çoğu gerçek dışı olaylarla dolu, târihî romanlara da konu olmuştur.

"ALLAH rahmet eylesin" deyip, bir-iki cümle de biz ekleyelim... Birincisi gördüğünüz gibi, ne pâdişahların hareminde ne de vezirlerin hareminde bulunan kadınlar "köle" değildi!... Devlet işlerine karıştıkları, büyük servetleri oldukları ortada... Hiç bir Batı ülkesinde bir köle bunları yapabilir mi?

İkincisi Hıristiyan bir âileden gelmelerine rağmen padişah zevceleri, padişah eşleri hiç bir zaman ihânete sapmamış, müslüman olup müslüman gibi davranmışlardır. Kösem Sultan'ın yaptığı hayrâtı görüyorsunuz. Tâ hac yoluna, Mekke'ye uzanıyor!... Hürrem Sultan da öyleydi, diğerleri de...

Üçüncüsü, sanıldığı gibi Saray'a köle-câriye olarak giren kızların hiç biri orada hor görülmemiştir. Hiçbir köle muamelesi görmemiştir. Pâdişâhın ilgilenmediği, ilgilenip de sonradan unuttuğu kadınlar 26 yaşına gelince uygun, zengin Devlet adamlarıyla, hem de çeyizleri düzülerek evlendirilmişlerdir. Çok sevdiğim yazar Kemâl Tâhir'in babası Saray'ın marangozhânesinde çalışan biri, annesi böyle Saray'dan çıkma bir hatun idi. "Bir Mülkiyet Kalesi" kitabında bunu anlatır.

Bir de ilgili dönemin pâdişahlarını sırayla verelim.

Sultan I. Ahmed (1590-1617) ... Saltanatı 1603-1617
Sultan I. Mustafa (1591-1639 )... 1. Saltanatı 1617-1618 - 90 gün
Sultan II. (Genç) Osman (1604-1622) ... Saltanatı 1618-1622
Sultan I. Mustafa (1591-1639) ... 2. Saltanatı 1622-1623 - 1 yıl 3 ay 22 gün
Sultan IV. Murad (1612-1640) ... Saltanatı 1623-1640
Sultan İbrâhim (1615-1649) ... Saltanatı 1640-1648
Sultan IV. Mehmed (1642-1693) ... Saltanatı 1648-1687

Şimdi gelelim Celse'ye... Aman takıldığınız yerde geri dönüp yukardaki bilgilere müracaat etmeyi unutmayın.

Celse'nin Medyum'u Şükran Hanım... Kendisinin nefis bir Ekminezi Celsesi var... Ama bir de Obsesyon Celsesi var... Böyle durumlarda Medyum yükselirken ilk obsedör ile karşılaşır. Ondan ayrılıp yükselmeye çalışırken gene bir Varlık'la karşılaşır. İşte bu ikinci Varlık, ayrı biri mi, yoksa Obsedör, Medyum'u kandırıyor mu, bilemezsiniz. Yapılacak iş Celse'nin seyrini dikkatle tâkip etmek ve ikinci Varlığın ayrı biri olup olmadığını saptamaya çalışmaktır.

İşte Medyum Şükran Hanım, Obedör'den ayrıldıktan sonra yükselirken kendini Kösem Sultan diye tanıtan bir Varlık'la karşılaşmış, ve bu Varlık'la bir çok defa görüşülmüştür. Biz size o görüşmelerden bölümler vereceğiz ve birlikte gelen Varlığın Kösem Sultan olup olmadığını tesbite çalışacağız...

"Bunları Medyum biliyor, kendisi söylemiştir" iddiası ile hep karşılaşırız. Şükran Hanım Ekminezi Celsesi'nde böyle bir imtihandan geçmişti. Eminiz burada da geçecektir. Bizim derdimiz Medyum'la değil, Obsedör Varlık aldatma yapıyor mu, yapmıyor mu, onunla!... Spiritualizm öyle sandığınız kadar kolay iş değil!..

Varlık : Kösem Sultan
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Medyum: Şükran
Tarih : 24 Ağustos 1965
Usûl : Hipnoz yoluyla ruhî infisal
Hâzirûn: Muhtelif Şahıslar

İdâreci- Rahat ve sâkin olarak yükseliniz.
Medyum- ........ Ohh!... İşte dünya burada!... Ohh!... Ne güzel!... O renklere baksan...
Hiç bir yerde görmemiştim... O kadar güzel renk... renk... renk!:.. Işık dünyâsı,
Yarabbi!... TANRI'm, neler yaratıyorsun!...
Varlık- ... Merhaba!...
İ- Merhaba, dostum. hoş geldiniz. TANRI râzı olsun.
V- senden de.
İ-İsminizi lûtfeder misiniz?
V- ... Ohh!...
(Medyum hep kısık ve tuhaf bir sesle konuşmaktadır. Bu da
çoğu zaman Obsesyon belirtisidir. İdâreci de, biz de bundan kuşkulandık.
Ancak Celse'ye ihtiyatülı olarak devam edildi.) Birinci ismim ANASTASIA... Sonradan
değişen ismimi de ister misiniz?
İ- Lûtfediniz.
V- Sen biliyorsun zâten... Ama duysunlar istersin... IV. Murad'ın annesi KÖSEM SULTAN...
Evet... Benim için târihler "çok gaddar" derler... Ama değildim... O dünya beni
öyle yapmıştı.
İ- Acaba hiç suçunuz yok muydu?
V- Vardı tabii... Belcilliğim... Dâima üstün olmak... Ama bana bunu aşıladılar....
Biliyorsunuz... Bana bunu konuşturmanıza lûzum yok zâten... Açık târih kitaplarınızı,
1603'den 1967'ye kadar bütün hayâtımı okursunuz.

Hemen burada duralım... Varlık "IV. Murad'ın annesi" demiş, doğru!.. "Benim için târihler 'çok gaddar' derler" ifâdesi de, başka kelimelerle de olsa, doğru!... "1967" târihi daktiloda yanlış yazılmış olsa gerek, Varlığın öyle bir târih verdiğini sanmıyoruz. Saray'a gelişinin 1603 yılında olduğunu imâ etmiş; târih kitapları 1609-10 veriyor, ama kesin bilgi değil... O da olabilir... 1589'da doğdu ise, Saray'a getirildiğinde 14 yaşında imiş ki, bize 20-21 yaşında getirilmekten daha doğru göründü... Bu da Medyum ve Varlık lehine bir puan...

ANASTASIA meselesini ilerde ele alacağız... Şimdi Celse'yle devam edelim.

İdâreci- Kitaptakiler doğru mu acaba?
Varlık- yanlış tarafları da var, tabii... Uydurmalar...

Evet... Oğlumu öldürmek istedim... Ama bana aşılamışlardı onu... Ne de olsa kanımda
TÜRK kanı yoktu benim... Müslüman değildim ben... HIRİSTİYAN'DIM... BABAM
PAPAZDI... Ne kadar bağlıydım ben dinime!.. Ama ne yaparsın?.. O dev yapılı
haşmetlilerin, o pâdişahlarınızın elinde oyuncaktık biz...

Evet... İlk evvelâ kendimi TANRI'ya adadım ben... Manastıra çekilmek istedim...
Hiç bir şey yapmak istemedim bu dünyâda... Babam beni öyle yetiştirmişti.
Ama ne yazık babam öldükten sonra... o ihtiyar, pis mendeburun eline düştüm...
Beylerbeyi...

Gene duralım... Burada anlattığı Türkler'in eline geçmeden önrceki hâli... Hıristiyan, dindar, hattâ dünyâdan elini eteğini çekip manastıra kapanmak isteyen bir genç kız... Oğlunu öldüme meselesini ve babasını ilerde ele alacağız... Anladığımız şu ki, bir Beylerbeyi'nin akınında eline düşmüş. Osmanlı'da iki Beylerbeyi var, Anadolu beylerbeyi ve Rumeli Beylerbeyi... Bu kız Rumeli Beylerbeyi'nin eline düşmüş olmalı. Bu da onun Bosna'dan olma ihtimâlini artırıyor.

Varlık- O ihtiyar pisin 14 yaşımdaydım eline
düştüğüm zaman... Ama bana bir şey yapamadı... O pis arzularına nâil olamadı.
Çünkü yaşına bakmadan kalkmıştı öyle işlere... Bir şey yapamadığından kendi
utandı ve nihâyet beni Saray'a sattı. IV. Murad için yetiştirildim ben...

" 14 yaş" meselesi tuttu diye sevinirken, yanlış bilgiler gelmeye başladı. Birincisi Beylerbeyi Saray'a câriye satmaz, hediye eder. Saray'a belki, o da belki, köle tuccarları câriye satar... İkincisi IV. Murad onun oğludur, onunla yatan pâdişah değil!.. Onun güzelliğine kapılarak koynuna alan pâdişah, Sultan I. Ahmed'dir. 1603'de 13 yaşında tahta geçmiştir. Tam kızın Saray'a getirildiği yıl... İlk işi de İlk işi, III. Murad ve III. Mehmed devirlerinde Devlet işlerine müdahaleleriyle çeşitli olaylara sebebiyet veren Venedikli Baffa diye bilinen Safiye Sultan’ı Eski Saray’a göndermek oldu... Yâni, Osmanlı Sarayı'nda kadınlar saltanatı Kösem Sultan'la başlamadı. Tâ, Kanunî Sultan Süleyman'ın zevcesi Hürrem Sultan (1520-1558) dönemine kadar gider.

Hadi, "Saray'a nasıl geldiğini bilmiyor" diyelim, IV. Murad için yetiştirildim" ifâdesi Varlık aleyhine bir puan...

Varlık- Câriyelerin arasında ders verilmeye başlandım. Bur sürü genç kızların olduğu gibi,
IV. Murad'ın olacaktım... Bana aşk oyunları öğretiyorlardı. Ders veriyorlardı bana...
Her şeyimiz vardı... Her şeyimiz!.. O ne debdebe!.. Ve nihâyet o gün gelmişti...
Giydirdiler... mis gibi kokular içindeydik... Sırayla bizi sunacaklardı... Ama işte artık
benim ruhum satılmıştı... İÇİME ŞEYTAN GİRMİŞTİ BİR KERE...

İşte artık Varlık zırvalamaya başladı.... Evet, haremde bütün kızlar bir gün pâdişâhın koynuna girecekmiş gibi hazırlanır. Burası doğru... Ama onunla berâber dil öğretilir, din öğretilir. hiç biri memleketinden kopup geldiği gibi Hıristiyan olarak pâdişaha sunulmaz!.. Hiç biri "Muhteşem Yüzyıl" dizisinde olduğu gibi pâdişâha "sülüman" diyemez!.. Çocuk pâdişah da olsa, öyle davranamaz!..

Kösem Sultan, tabii o târihlerde o adla bilinmiyor, basit, sıradan bir kız... 13 yaşındaki pâdişah I. Ahmed onu hemen koynuna almış değil ya... Herhalde o da 15-16 yaşına gelince kızın güzelliğinden etkilenmiş ve ilişki başlamıştır. Hayâatı boyunca IV. Murad, Genç Osman , Deli İbrâhim ve Şehzâde Bayezid gibi çocukları olan Sultan I. Ahmed, dindar birisi idi. Sultan Ahmed Câmii'ni yaptıran pâdişahtır.

Bu birinci yanlış... İkinci yanlış, kimse pâdişâhın koynuna kız sokamaz!.. Vâlide Sultan'dan başka... Pâdişah kendi gönlünün çektiğini yatağına alır. Seçilecek kızlar da Varlığın bahsettiği eğitimden geçen, o eğitimi tamamlayan kızlardır. Öyle pâdişâha densizlik edecek, karşı koyacak bir kız olmaz aralarında...

Bu Varlığın içine ne tür bir Şeytan girmiş bilemeyiz, ama herhalde Kösem Sultan'da yoktu. Üstelikbu ifâde Obsedör Varlığın başka bir Celse'de kullandığı "ARTIK BEN ŞEYTAN'LA BERÂBERİM. O BENİM ARKADAŞIM OLDU... DÜNYÂ'DAYKEN O BENİM ARKADAŞIMDI ZÂTEN" cümleleriyle uyumlu... Ama hemen karar vermeyelim, çünkü Varlıklar'ın zaman zaman bizi imtihan etmek, araştırmaya sevketmek için yanlış bilgi verdiklerini biliyoruz. Acaba "IV. Murad" yanlışı öyle bir şey olabilir mi?..

Avradakiler arasında Târih bilgisi olanlar vardı, ama onların da her şeyi bilmeleri mümkün değil. Biraz sonra Varlığı sıkıştıran bir zat çıkacak. Ve bakalım Varlık başka neler söyleyecek?.. Acaba palavra sıkacak mı?..

- Varlık- Bütün inançlarım yıkılmıştı benim... O güzel dinime bağğlı olduğum
inançlarımın hepsi yıkılmıştı... BUNDAN SONRA BENDE TANRI DİYE BİR ŞEY YOKTU...
HEP KÖTÜLÜK, KÖTÜLÜK YAPMAK İSTİYORDUM... O yaştaki bir inisan KUCAKTAN
KUCAĞA satılır mıydı?..
Bu ne biçim bir anlayıştı?..

Evet... O gün gelmişti işte!.. Hepimiz haşmetli 25-24 yaşındaki Sultan'ın
önündeydik. Eteklerini öpecektik. Gözlerimiz kamaşmıştı... O kadar güzeldi ki!...
Tam bir erkek güzeli!...

YANLIŞ VERDİM!... IV. MURAD DEĞİL, AHMED'in!.. Çiçek bozuğu idi yüzü... Evet...
Onun karşısında dizilecektik... Duydunuz mu beri?.. YANLIŞ verdiğimi duydunuz mu?..
İSİM YANLIŞ VERDİM...
İ- ??? Evet, efendim.

Varlık böylece en büyük hatâsını düzeltti. Bizi de ilk büyük şüpheden kurtardı. Zâten yukarıda kendisini "IV. Murad'ın annesi KÖSEM SULTAN" Şimdi önemli olan Sultan I. Ahmed, öyle erkek güzeli denecek biri miydi?.. En önemlisi yüzü çiçek bozuğu muydu?.. Bir bakalım...

Resmini kim yapmış, bilemeyiz ama, Sultan III. Mehmed ile Handan Sultan'ın oğlu Ahmed Han güzel bir insan... Çiçek bozuğu meselesine gelince, Sultan Abdülmecid (1823-1861) idi. Çocukluğunda çiçek hastalığına yakalanan şehzadeyi, hekimler tedâvi edemeyince, halk hekimliğinde deneyimli Gelincikli Meryem Kadın kurtarmıştı. Bu hastalıktan dolayı yüzünde çiçek-bozuğu kalmıştı. Bir de Harem'de çiçek bozuğu bir hatun var dı ki, ilerde bahsederiz.

I. Ahmed'in bir kaç özelliği var. 13 yaşında, daha sünnet bile olmadan pâdişah olmuş!.. Sonra sancakbeyliğine, yâni herhangi bir eyâletle vâlilik görevine gitmeden pâdişah olan ilk şahıs... Ondan öncekiler hep bu görevi ifâ edip, tecrübe edinmişlerdi... Buna rağmen, zamanın ileri gelen âlimlerinden Aydınlı Mustafa Efendiders aldı. Temel bilgileri öğrendi. Hocazâde Mehmed ve Esad efendilerden de eğitim gördü. Bilhassa fıkıh ilminde ince bilgilere sâip olup, Arapça ve Farsça'yı mükemmel öğrendi. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik eğitiminde de gayet başarılı idi. Şiirle de uğraşan Ahmed Han, zamanın evliyası Abdülmecid Sivasî ile Aziz Mahmud Hüdâyî Üsküdârî hazretlerinden feyz alıp kemâle geldi. Hat sanatına da yakın bir ilgi göstermiştir. Zevk ve sefaya kapılmayan, dindar ve hayır sâhibi olması dolayısıyla, halkın sevgisini kazanmıştı. Sert tabiatlı idi. İhânet edenleri affetmezdi. Dedelerinden Yavuz Sultan Selim’e benzemekteydi. Kanuni Sultan Süleyman'dan sonraki padişahlar içinde yoğun şekilde Devlet işleri ile uğraşan ilk pâdişahtı. Osmanlı Hanedan'ında verâset sistemini değiştirip "kardeş katli" yasasını kaldıran padişah olarak bilinir.Yerine "ailenin aklı başındaki en büyük üyesi pâdişah olur" sistemini getirmiştir. İstanbul'daki Meşhur Sultan Ahmet Câmii'ni de o yaptırmıştır.

Ahmed Han’ın Peygamber Efendimiz’e bağlılığı ise her türlü tasavvurun üzerinde idi. Mısır’da Sultan Kayıtbay Türbesi’nde bulunan Hazret-i Peygamber’in “Nakş-ı Kadem” denilen mübarek ayak izlerini Eyüp Sultan Türbesi’ne getirtmişti. Sultanahmed Camii’nin inşaatı tamamlanınca da, Ayak İzi'ni oraya aldırdı. Ancak Pâdişah, bu nakil işleminin yapıldığı gece şöyle bir rüya gördü:

- “Bütün Sultanlar'ın toplandığı yüce bir meclis kurulmuştu
ve Hazret-i Peygamber de kadılık makamında oturmaktaydı.
Bir nevi mahkeme kurulmuştu. Sultan Kayıtbay, türbesini
ziyarete vesile olan bu Kadem-i Saadet’in alınıp İstanbul’a
getirilmesinden dolayı Sultan Ahmed’den dâvâcı olmuştu.

Peygamberimiz de, kadı sıfatıyla, Kadem-i Şerif’in, derhal
geri gönderilmesine hükmetti."…

Sultan I. Ahmed, dehşet ve korku ile uyandı. Rüyâsını içlerinde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin de bulunduğu ulemâ ve meşâyıha tâbir ettirdi. Denildi ki:

- “Sultanım! Rüyâ gâyet açıktır. Yoruma bile gerek yoktur.
Emânet derhal geri gönderilmelidir.”

Ve gönderildi!...

Osmanlı'nın ilk geri adımı olan Zitvatorok Antlaşması (1606) onun döneminde imzalanmıştır. Sebebi de Anadolu'ya kan kusturan Celâli İsyanları idi. Kuyucu Murad Paşa sayıları onbinleri bulan isyancıları öldürüp, kazdırdığı kuyalara doldurarak bir ölçüde memleketi rahatlattı.

Mabeyinci Mustafa, Pâdişâh'ın vefâtından bir gün önce huzurunda iken, Ahmed Han’ın odada sâhibini göremediği kimselere dört defa “Ve aleyküm selâm” dediğini işitti. Sebebini sorduğunda, Sultan Ahmed Han:

- “Şu anda yanıma Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman
ve Hazret-i Ali geldiler. Bana: ‘Sen, Dünya ve Âhiret'in sultanlığını
kendinde toplamışsın. Yarın Resulullah sallâllahu aleyhi vesellem
Efendimiz'in yanında olacaksın’ buyurdular” cevabını verdi.

Sultan I. Ahmed hakikaten ertesi gün vefat etti. ALLAH gani gani rahmet eylesin.

V- İşte, onun yanına çıkıyordum. İĞRENÇ SURATLI HERİF'in eteklerine kapandım ben...
Ve nihâyet işte beni seçmişti o adam... O gece onun koynuna girecektim...
Artık her şeyi öğrenmiştim. Onu deli edebilirdim. Yaşım küçüktü ama, onu deliye
çevirdim ilk gece...

Evet... Seneler geçiyordu artık... Saray benim elimde idi... Her dediğim oluyordu
benim... Ve işte MEHPÂRE adını almıştım o zaman ben... Fakat Ahmed bunu
beğenmedi,"Her şeyde önde giden sensin" dedi, "KÖSEM'sin" dedi. Ondan sonra
KÖSEM SULTAN kaldı.

Epey done toplandı. Hemen başlayalım incelemeye , tâ yukarılardan... Bir defa ilk karşılaşmasında Sultan için "25-24 yaşmda" diyor ki, mümkün değil!!.. Evet, Sultan Ahmed çocuk pâdişah, Kösem'in Saray'a geldiği yıl sünnet bile olmadan 13 yaşında 1603'de tahta çıkmış. Herhâlde yaraları kapanmadan kızı koynuna alacak değil ama, 25 yaşına kadar da beklemedi. Zâten 27 yaşında vefat etti zavallı... Biz deriz ki, 15-16, belki 17 yaşında Kösem'i koynuna almıştır. Kız da kendinden en az bir yaş büyük!... 1603'de Saray'a geldiğinde 14 yaşında...

Bâzı târih kitapları "14 yaşında tahta çıktı" diyor ama bu, Hicrî takvime göre... Bir örnek verelim: Siz 1940 yılında doğdu iseniz, 2020'de 80 yaşındasınızdır. 2020 yılı Hicrî 1442'dir, 1940 yılı ise Hicrî 1359'dur. Çıkartın!.. Ne buldunuz?.. Hicrî takvime göre 83 yaşındasınız!... Aman onu kullanmayın!...

Konu dağılmasın.. Varlık, Sultan için önce "erkek güzeli" demişti, sonra birden değiştirip, "İĞRENÇ SURATLI HERİF" diyor... Acaba neden?.. Çünkü birincisinde oğlu IV. Murad'ı düşünüyordu, ikincisinde çocuk yaşta koynuna gireceği adamı!.. Bence normal... Ama Sultan I. Ahmed öyle çirkin bir adam değil, hele yirmili yaşlarda...

MEHPÂRE yanlış, MAHPEYKER olması gerekirdi, "pürüzsüz, güzel bir cildi bulunmasından dolayı" kendisine "ay yüzlü" denmiş... Varlığın iddiasına göre, Sultan Ahmed buna rağmen, bu adı beğenmemiş, ona "Her şeyde önde giden sensin" demiş, KÖSEM “koyun sürüsü önünde giden koç” demek olduğuna göre, doğru anlam... Ama bu adı ona Sultan mı vermiş, Saray halkı mı, sokak halkı mı, bilinmez... Kendisini “Kösem” adıyla tanıtan ilk kaynak, İtalyan seyyah Pietro della Valle’nin 1645’te yayınlanan seyahatnâmesidir. Mehpâre Emetullah Râbia Gülnûş Vâlide Sultan, İkinci Mustafa (1664-1703) ve Üçüncü Ahmed Han’ın (1673-1736) annesidir.

Bu noktaya kadar Varlık hakkında bâzı tereddütlerimiz var ama, ne yalan söyleyelim, bir-iki yanlış dışında iyi götürüyor, Kösem Sultan taklidi yapsa bile... Belki de gerçekten Kösem Sultan...

Varlık- Daha istiyor musunuz benim hayatımdan?
İdâreci- Lûtfen, efendim. Bilmediğimiz taraflarını anlatınız.
V- bilmediğiniz taraflarını siz sorun da, ben söyliyeyim.
İ- Ölümünüzün ne şekilde olduğunu soruyor Zerrin Bey.
V- IV. Murad'dan sonra İbrâhim geçmişti. Zâten bütün isteğim o değil miydi?..
Dördüncü İbrâhim zamanında biraz daha debdebeli hayat yaşadım.
İ- "Dördüncü İbrâhim kendisinin nesi oluyor?" diye soruyor Zerrin Bey.
V- Oğlumdu... Deli İbrâhim... Kuşlarınla meşhur olan İbrâhim... Ve ondan sonra
yavaş yavaş sönmeye başlayan hayâtım... Ve nihâyet zindanlara atılışım...
Târihler beni belki ecelimle öldü zanneder. Ecelimle ölmedim ben...
İ- Ne şekilde öldünüz?
V- Zehir içerek...
İ- IV. Murad neyinizdi sizin?
V- İkiz oğlumun eşi... Reşat'ın kardeşi...

Bunca done yeter... Yoksa "yanlış" mı demeliydim?... "Dördüncü İbrâhim" belli ki dil sürçmesi, Dördüncü Murad'dan... Ama gerisi palavra... Kösem Sultan'ın üç oğlu var, hiç biri ikiz değil... Sultan Murad, Sultan İbrâhım ve Şehzâde Kasım... Dört te kızı var: Ayşe Sultan, Atike Sultan, Gevherhan Sultan, Fatma Sultan... Reşat uydurma bir isim... Kösem Sultan zindanda yatmadı, Eski Saray'da bir süre ikamet etti. Sonra Sultan İbrâhim de onu İskender Çelebi Bahçesi'ne sürdü. Saray'dan sonra orası zindan gibi gelmiş olabilir... Daha önce "Oğlumu öldürmek istedim" demişti, Oğlu Sultan İbrâhim'in boğulmasında parmağı olduğu söylenir... Eceliyle ölmedi ama, zehirle de ölmedi. Saray'da Harem'deki odaların birinde öldürüldü.

Bütün bu yanlışları ilerde izah edeceğiz. Şimdi biraz Sultan İbrâhim'den bahsedelim. Gene İslâm Ansiklopedisi'nden yararlanıyoruz. Size de tavsiye ederim. Darda kalınca bakın...

Sultan İbrâhim (1615-1648) Sultan I. Ahmed’in Saltanat makamına çıkmış üç oğlunun sonuncusudur. Annesi Kösem Mahpeyker Sultan’dır. Tahta geçtiğinde 25 yaşında olan İbrâhim’in şehzâdelik yılları Osmanlı sarayının en karışık dönemine rastlar. Babasının genç yaşta vefâtından sonra padişah olan amcası Mustafa’nın aklî dengesizliğinin berâberinde getirdiği bunalım yılları, ağabeyi II. Osman’ın tahttan indirilip feci şekilde katli, diğer ağabeyi IV. Murad’ın saltanatının ilk on yılında karşı karşıya kaldığı sıkıntılar ve idâreyi tam anlamıyla ele aldıktan sonra da başvurduğu son derece sert ve kanlı tedbirler, daha çocukluk ve gençlik döneminde iç dünyasını derinden etkiledi. Bu zor yıllarda şâhit olduğu hâdiseler, karşı karşıya kaldığı ölüm tehlikesi, oldukça hassas bir yapıya sâhip bulunduğu anlaşılan İbrâhim’in ruhî dengesini sarstı. Özellikle IV. Murad’ın saltanatı sırasında kardeşleri Bayezid ve Süleyman’ı boğdurması (Ağustos 1632), ardından Bağdat seferine çıkarken hayatta kalan ana-baba bir iki kardeşinden biri olan Kasım’ı bir dedikodu sonucu idam ettirmesiyle (1637) sıranın kendisine geleceği endişesi, sinirlerinin daha da bozulmasına yol açtı. Adama "deli" denmesi boşuna değil!..

Ancak IV. Murad’ın oğullarının çok küçük yaşta ölmüş olmaları sebebiyle, Hânedân'ın yegâne vârisi haline gelmesi, pâdişahın hastalığının da tedâvi edilemez bir durumda bulunup, hayâtından ümit kesilmesi, ona muhtemelen aklından bile geçirmediği Saltanat'ın yolunu açmakta gecikmedi. Kesin olarak doğrulanamayan bir rivâyete göre, IV. Murad ölüm döşeğinde iken Hânedân'ın hayatta kalan tek erkek üyesi olan İbrâhim’i öldürtmek için Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’den fetva almış, ancak Kösem Sultan bunu önlemiştir. Bunun, IV. Murad’ın ölüm döşeğinde hastalığının tesiriyle gördüğü halisünasyonların yansıması olarak doğru olma ihtimali, İbrâhim’in tahta cülûsundan hemen sonra Rodos’ta sürgünde bulunan eski Kırım Hânı Şâhin Giray’ın "Hânedan'ın “kuş” adını taşıyan biri tarafından çok zor durumda bırakılacağı" kehaneti öne sürülerek idam edilmesi, ardından da Silâhdar Mustafa Paşa’nın ortadan kaldırılması dolayısıyla kuvvetlenmekte ve sarayda bu konunun dedikodusunun yapıldığını göstermektedir. Târihçi Solakzâde ise, aksine, "IV. Murad’ın ölüm döşeğinde iken İbrâhim’i çağırtıp tahtın kendisinden sonra ona nasip olacağını söylediğini, halkı koruyup gözetmesi vasiyetinde bulunarak helâlleştiğini" belirtir.

"Deli İbrâhim" demişler ama, şimdiki politikacılardan iyi idâre etmiş, hiç değilse başlangıçta... Sultan İbrâhim’in 8 yıl süren saltanatı sırasında gerek dış, gerekse iç olaylar bakımından bir öncekine göre nisbeten daha sâkin bir dönem yaşanmıştır. Özellikle saltanatının ilk dört yılı kaynaklarda dirayetli, iyi bir idareci olarak takdim edilen Vezîriâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa sâyesinde oldukça istikrarlı ve huzurlu geçti. IV. Murad’ın sert, sıkı rejimi yerini daha serbest bir idâreye bıraktı; Sadrâzam'ın almış olduğu mâlî tedbirlerin sonucu olarak İstanbul ve taşrada rahatlama görüldü. Çarşı ve pazarlarda her şey bol miktarda bulunuyordu, fiyatlar da mâkul düzeyde idi. Bu gibi işler için Pâdişâh'ın birbiri ardınca vermiş olduğu tâlimâtın rolü belirtilmelidir. Nitekim piyasaların kontrolü hususunda Pâdişâh'ın Sadrâzam'ı sürekli tâkip ettiği, kendisinin de sık sık tebdil-i kıyâfetle dolaştığı, gördüğü uygunsuzlukları Sadrâzam'a bildirdiği ve bunların önlenmesi için teftişe çıkması gerektiği yolunda ikazlarda bulunduğu yardırdığı hatlarından tesbit edilmektedir... Fikret Hakan'ın "Buzlar Çözülmeden" filminin sonunda dediği "Size bizim gibi deliler değil, akıllı adamlar lâzım" sözünün aksına, keşki şimdiki "akıllılar"ın yerine, bizim de başımızda Deli İbrâhim gibi "deliler" olsaydı!... Bu filmin komedi versiyonu Kemâl Sunal'ın "Deli Deli Küpeli" filmidir, seyre değer.

Şaka bir yana, Sultan İbrâhim'in deliliği, daha doğrusu tutarsız davranışları, Başdefterdar Ahmed Paşa'nın Sadrâzam olmasıylla başlar. 1647'den sonra işler kötüye gider. Başdefterdar Ahmed Paşa, yine rivâyete göre vermiş olduğu 300.000 kuruş rüşvet karşılığı kendisini Sadâret makamına tayin ettirmiştir. İktidarsızlığına çâre diye çağırdığı Cinci hoca Hüseyin Efendi'nin etkisi altında Cinler Pâdişâhı'nın sarayı samurlarla kaplıymış söylentisine inanıp, hazinenin büyük bir miktarıyla sarayı samur kürküyle kaplatmak gibi manyaklıklar yapmıştır. Sadrazam kürk iptilâsını körükleyerek samur vergisi ihdas edip Pâdişâh'ı oyalamaya ve mevkiini muhafazaya çalışmıştır. Bu dönemde özellikle samur ve amber merâkının çok yaygınlaştığını, çıkarılan bir fermanla bütün taşra vüzerâ ve sâir idârecilere, İstanbul'daki kasırlar ve köşklerin samur kürkleriyle döşenmesi emrinin verildiğini, bunu temin etmeyenlerin görevlerinden alındığını; ayrıca içi ve dışı sâdece samurdan oluşan süslü düğmeli bir nevi elbise yaptırılarak bütün vüzerâ ve ulemânın her birinden birer adet hediye etmelerinin istendiğini belirtir. Ayrıca Safevî Şâhı'na "iki fil, 500 zerbaft ve seraser” göndermesi için mektup yazıldığı da rivâyet edilir. Pâdişâh'ın kadınlara karşı zaafı artar. Günlerini eğlence, yeme içmeyle geçirdiği, sekiz gözde câriyesini haseki yaptığı ve bunlara yüklü miktarda haslar tâyin ettiği, güzide eyâlet ve sancakların bunlara paşmaklık olarak dağıtıldığı yazar târihlerde... Bir de 150 kiloluk bir Ermeni kadını vardır, gözdesi... Güzelliğini duyduğu vezirinin karısına da sulanır... Kötü bir Sadrâzam Pâdişâh'ı da, Saray'ı da, Devlet'i de, memleketi de mahvetmeye yeter.

Sultan Deli İbrâhim teâmüle aykırı olarak câriyelerden birini, sekizinci hasekisini, "Telli Haseki" diye bilinen Hümâşah Sultan'ı nikâhına almış, onun için Saray'da muhteşem bir düğün düzenlemişti. Ayrıca Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrâhim Paşa Sarayı’nı döşettirip burayı onun ikametine tahsis etmiş; hattâ buranın tefrişi için gece yarısı hanlar, bedestenler açılarak içlerindeki kıymetli kumaş, samur, vaşak kürkleri, mücevherleri; parası sonradan ödenmek üzere zorla alınmıştı...

Saray'daki bütün bu hâdiselerin annesi Kösem Sultan’ın kontrolü dışında geliştiği tahmin edilmektedir. Nitekim Büyük Vâlide Kösem Sultan’ın sözünün Pâdişah tarafından dinlenmediği, bu kötü gidişe karşı onu sık sık uyardığı, fakat oğlunun bunlara hiç kulak asmadığı, bu yüzden bir ara Harem’den çıkarılıp Topkapı Sarayı’nda bir bahçede ikamet ettirildiği, sonra da Bakırköy’de İskender Çelebi Bahçesi'nde oturmaya mecbur edildiğini belirtilir târih kitaplarında... Hattâ bir rivâyete göre Sadrâzam Sâlih Paşa’nın katline sebep olan hâdiseye karıştığı, yâni "oğlunu tahttan indirmek için bir komplo kurduğu" gerekçesiyle bir ara Rodos’a sürülmesinin bile düşünüldüğü ileri sürülür.

Saray'da meydana gelen bu hâdiseler merkezde ve taşrada giderek huzursuzluğu arttırdı. 22 Haziran 1648'de )vuku bulan büyük zelzele İstanbul’da kısmen tahribata yol açmış ve bu felâket bütün olanlara karşı ilâhî bir cezânın işâreti olarak görülmüş ve azerine türlü dedikodular yapılmıştır.

Kötü huylu Sadrazam Ahmed Paşa, Devlet erkânından tahsil ettiği samur ve amber bedelini Yeniçeri Ocağı’nın önde gelen ağalarından da almak istemiş, ancak Bektaş, Muslihuddin, Kara Murad, Kara Çavuş ve Mustafa ağalar ise vermemek için aralarında anlaşmışlar, bunu haber alan Ahmed Paşa, oğlu Bâkî Bey’in nikâhına dâvet ettiği ağaları bir tertiple ortadan kaldırmayı düşünmüş, fakat durumdan şüphelenen ağalar derhal burayı terketmişler ve Ahmed Paşa’ya karşı harekete geçmek üzere hemen o gece bir toplantı yapmışlardı. (6 Ağustos 1648) Bu toplantı hem Sadrâzam'a, hem de Pâdişâh'a karşıdır. Yeniçeri Ocağı ağaları ve ulemânın iş birliğiyle tertipli bir hareket olduğu ve bir süredir planlandığı anlaşılan bu olayın görünüşteki öncüleri Şeyhülislâm Hoca Abdürrahim Efendi ve Kara Murad Ağa olup, bunların ardında saray mensuplarının bulunup bulunmadığı tam olarak bilinmemekle birlikte, Karaçelebizâde’nin yazdıklarından Kösem Sultan’ın perde arkasındaki müessir rolü ortaya çıkar. Fakat olaylar sırasında Kösem Sultan’ın görünüşte oğlunu koruduğu ve tahttan indirilmesine karşı çıktığı dikkati çeker.

7 Ağustos 1648 günü sabahleyin Yeniçeri Ağaları toplanır, Pâdişah'tan Sadrâzam Ahmet Paşa'nın idâmını isterler. O râzı gelmese de, saklanan Sadrâzam'ı bulup idâm ederler. Ertesi gün de Saray'a yürürler. Kösem Sultan, oğlunu müdafaa ederek, küçük yaştaki bir çocuğu tahta çıkarmanın şer‘an uygun olmayacağını söyler; ancak Şeyhülislâm ve özellikle Karaçelebizâde’nin etkili sözleri üzerine 7 yaşındaki Şehzade Mehmed’i ortaya çıkarılır, babası Sultan İbrâhim tahttan indirilir.

IV. Mehmed'in annesi Turhan Sultan'dır. İşte yüzü çiçek bozuğu olan odur. Kendini Kösem Sultan diye tanıtan Varlık, eğer oise, kendisini Saray'da gördüğü için karıştırmıştır. Çiçek bozuğuna rağmen Turhan Sultan çok güzel bir kadındı. daha anlatırız.

Oğlu IV. Mehmed’in cülûsundan sonra Sultan İbrâhim kapatıldığı odada on gün kadar kalabildi... Kaynaklarda, bir süre gece gündüz “feryâd ü figan”ından bütün saray halkının çok müteessir olduğundan ve bu sebeple âdeta diri diri mezara konmuş olan eski pâdişâhı yeniden tahta çıkarma çâreleri bile aradıklarından bahsedilir. Sultan İbrâhim, 18 Ağustos günü Şeyhülislâm, Sadriâzam, Yeniçeri Ağası'nın içeri girmesiyle, ip cellât Kara Ali tarafından kementle boğularak öldürülür. Bu kararı alanlar Kösem Sultan, Şeyhülislâm, yeni Sadrâzam Sofu Mehmet Paşa ve Kapı Ağası Abdurrahman Ağa’dır. Ayasofya Câmii kapısı yanında bulunan ve sonraları daha çok İbrâhim Türbesi diye anılan I. Mustafa Türbesi’ne defnedilir... ALLAH ona da rahmet eylesin.

Sultan İbrâhim kuşlarıyle değil ama, balıklara yem diye inci attığı rivâyetiyle meşhurdur. Halbuki târihçiler hiç böyle bir şeyden bahsetmez. Çünkü balıklara inci, mercan atan o değil, yine deli diye bilinen Sultan I. Mustafa'dır. Sultan Mustafa ise deliliğinden değil, son derece dindarâne bir zerâfetle, aslında arkasındaki hizmetkârlara, halayıklara, câriyelere “sadaka” veriyordu. Kendisi dâiresine çekilince, havuza attığı altınlarla kıymetli taşların, arkası sıra gelen mahdut gelirli hizmetkârlar tarafından toplanıp bölüşüleceğini çok iyi biliyordu.

Ama yine de bir "kuş" meselesi var, yukarıda geçti. İbrâhim’in tahta cülûsundan hemen sonra Rodos’ta sürgünde bulunan eski Kırım Hânı Şâhin Giray’ın "Hânedan'ın 'kuş' adını taşıyan biri tarafından çok zor durumda bırakılacağı" kehaneti öne sürülerek idam edilmesi, ardından da Silâhdar Mustafa Paşa’nın ortadan kaldırılması Pâdişâh'ın bu kehânetten ne kadar etkilendiğini gösterir. "Sultan İbrâhim'in kuşu" bu olsa gerek!..

Demiştik ya, "Avra'da bilgili insanlar var", işte onlardan biri Varlığın dediklerine itiraz etmeye başlar. İlk itârız kuş meselesi üzerine... Ama biz peşînen ona yukarıda cevap verdik.

İdâreci- "Sultan İbrâhim'i kuş merâkı ile vasıflandırdı. Onun böyle bir merâkı yok.
Sultan İbrâhim'in oğlunun var" diyor Zerrin Bey.
Varlık. Yanılıyor.
İ- "Lûtfen gelininin adını söyler mi?" diyor. "Sultan İbrâhim'in karısının adını."
V- MAHPEYKER...
Zerrin Bey- Hayır!.. Sultan İbrâhim Pâdişah olduktan sonra Kösem Sultan'ın yerine
kaim olan meşhur bir kadın vardır. Onun ismini rica ediyorum.
V- Söyledim.
ZB- Bir de torunu IV. Mehmed'in meşhur annesinin adını söylesin.
V- E, söyledim size.
ZB- Hayır. Târihte meşhur olan o değildir. Çiçek bozuğu bir hatundur. Ve çok
hüsnüniyet sâhibi bir kadındır.
V- Târihlerinizi okumuşsunuz ama, yanlış okumuşsunuz.
ZB- Yanlış konuşmuyorum. Bir daha arz ediyorum: Deli İbrâhim'in annesi sizdiniz.
Karısı kimdi?... karısından IV. Mehmed, Kuşçu Sultan Mehmed dünyâya gelmiştir.
Birisi- Turhan Sultan.
ZB- Evet, arkadan söylendi. Lûtfen ismini Medyum da söylesin.

(Ancak Medyum derin uykuda olduğu için bağlanmadıkça duymaz.)
Medyum- ............
V- ...........
ZB- Deli İbrâhim'in karısının adı... IV. Mehmed çok küçükken pâdişah olduğu için,
idâreyi bir süre bu kadın ele almıştır. Köprülü Mehmed Paşa'ya Sadrâzamlık verirken,
o" İşlerimize karışmıyacağınıza yemin edin" demiş, ve bu kadın da KUR'AN üzerine
yemin etmiştir. Siz o zaman sağ idiniz?
V- Sene???
ZB- Deli İbrâhim boğdurulduktan bir kaç sene sonra... Tam târihini söyliyemiyeceğim.

Zerrin Bey söyliyemedi ama, biz söylemek durumundayız. Tabii baştan alarak... Varlığın verdiği "MAHPEYKER" ismin, Sultan İbrâhim'in karısının değil, kendi adı!... Yanlışlıkla ""Mehpâre" demişti. Tekrar belirtelim, bunlar atmasyon olabileceği gibi, Varlığın geçmiş hâtıralarınıın yavaş yavaş siliniyor olması, bu yüzden karıştırması da olabilir.

Sultan İbrâhim'den bahsettik ama, karısından söz etmedik. Osmanlı pâdişahları Yıldırım Bayezid'den sonra zevcelerine nikâh kıymazlardı, çoğunlukla... Kıyanlar vardır. Kanunî Sultan Süleyman Hürrem Sultan'a, Sultan İbrâhim de Turhan Sultan'a nikâh kıymıştır. Saraydakiler câriye oldukları için günâha girmiş te sayılmazlardı. Pâdişahın sürekli ilgilendiklerine "haseki" denirdi.

Turhan Sultan Sultan İbrâhim'in gözdesi ve karısı idi. Yine İslâm Ansiklopedisi'nden... Hatice Turhan Sultan Rus asıllı olup 1627’de doğduğu ve 12 yaşında Kırım Tatarları’na esir düşerek, Kör Süleyman Paşa tarafından Kösem Sultan’a hediye edildiği söylenir. Hatice Turhan (Tarhan) ismini kendisine Kösem Sultan’ın verdiği ileri sürülür. Sarayda eğitimiyle özel olarak I. Ahmed’in kızı Âtike Sultan görevlendirildi. Boylu boslu, nârince idi. Yüzündeki çiçek bozuğu, güzelliğini bir kat daha artırıyordu. Teninin câzibeli beyazlığı, gözlerinin kadife gibi derin maviliği, kumral saçlarının göz kamaştırıcı parlaklığı vardı. Kösem Sultan diye gelen Varlık, bu "çiçek bozuğu" hatırlamış, ancak yanlışlıkla koynuna girdiği pâdişâha âitmiş gibi göstermişti. Haremde yetişen ve Sultan İbrâhim’e sunulan ilk câriye olan Turhan Sultan, 15 yaşlarında 2 Ocak 1642’de IV. Mehmed’i dünyâya getirince, Haseki Sultan unvanını aldı. Şehzadenin doğumu Osmanlı sülâlesinin kesilme tehlikesini ortadan kaldırdığı için büyük coşkuyla kutlandı. Çünkü daha önceki pâdişah Sultan IV. Murad İbrâhim'den başka Hânedân'ın bütün erkek evlâtlarını öldürmüş; Sultan İbrâhim de bir müddet iktidarsız kalmış, sonra cinci hocaların verdiği mâcunlar ile toparlanmıştı.

Haseki Sultanlık dönemi parlak geçmedi; Mutlu günleri ancakbirkaç ay sürdü, Saliha Dilaşub Sultan 15 Nisan 1642'da Şehzade Süleyman'ın doğumuyla, Turhan Sultan'ın ile oğlu Şehzade Mehmed'ın iktidarını gölgeledi. Daha sonra Suiltan İbrâhim'ın başka kadınlardan da çocukları oldu. Bu dönemde Turhan Sultan daha geri planda kalmış ve güçsüz bir Haseki Sultanlık dönemi yaşamıştır. Turhan Sultan ilk zamanlarda Saliha Dilaşub Sultan, Hatice Muazzez Sultan, Leylâ Saçbağlı Sultan, Ayşe Sultan, Mah-i Enver Sultan ile Şivekar Sultan gibi diğer kadınları kıskandı. Fakat Sultan İbrahim’e söz geçiremeyince, onu kendi hâline bıraktı. Özellikle Sultan İbrâhim Hüma Şah Sultan'la nikâh yaptığından sonra Turhan Sultan'ın kara günleri başladı. Telli Haseki diye bilinen Hümaşah Sultan Saray'a tamâmen hâkim olunca, Pâdişâh'a Vâlide Kösem Sultan’ı Eski Saray’a sürmesini sağlattı. Sultan İbrâhim kendi kız kardeşlerine ve IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’a da Telli Sultan yemek yerken ayakta durarak, sofra hizmetlerini yapmalarını istedi. Bu hareketler, Saray içinde huzursuzluk doğurdu. Pâdişah bunun üzerine sultanları Edirne’ye sürdü. Turhan Sultan kendi oğluyla bir odaya kapandı.

Oğlu IV. Mehmed’in, Sultan İbrâhim'in tahttan indirilmesiyle 7 yaşında cülûsu ile (8 Ağustos 1648) Vâlide Sultan oldu ve bu unvanı ölümüne kadar 35 yıl taşıdı. Çocuk Pâdişah IV. Mehmed ile Turhan Sultan’ın ilk 8 yılı içeride ve dışarıda büyük çalkantılarla geçti. Bu dönemin ilk 3 yılında, IV. Murad ve Sultan İbrâhim’in anneleri sıfatıyla 25 yıldan beri Vâlide Sultan olan Kösem Sultan’ın nüfûzu karşısında Turhan Sultan geri planda kaldı. Kösem Sultan'ın aslında IV. Mehmed’in cülûsuyla birlikte Eski Saray’a gitmesi gerekiyordu. ne var ki, kendisini destekleyen devlet adamlarının uygun görmesiyle "babaanne" olarak Çocuk Pâdişâh'a nâibelik yapmak üzere sarayda kaldı. Kösem Sultan “büyük/kebîr/koca vâlide”, Turhan Sultan da “küçük vâlide / vâlide-i sagir” diye anıldılar. Bu yıllarda Harem Dairesi Âmirliği de Kösem Sultan’ın elindeydi. Kösem Sultan’ın maaşı yevmiye 3000, Turhan Sultan’ın 2000 akçe idi. Kısacası Harem'in Kadın Ağası Kösem Sultan idi.

Sultan İbrâhim'in bir çok kadınları ve ikbâlleri, yâni seçtiği kadınlar vardı. Kösem Sultan "ne olur, ne olmaz" diyerek, Hânedân erkeksiz kalmasın diye her gece onun odasına bir câriye yollardı. Sultan İbrâhim'in pek çok çocuğu olmuştur. Bu yüzden de Turhan Sultan'ın Harem'de çok kadın düşmanları vardı. Bunların ilki Gürcü câriye Zafire Hatun'du.

Bir gün Turhan Sultan iftâriyelikteki havuzun başında Sultan İbrâhim'in sağ göğsüne yatmış Zafire'yle muhabbet içinde ve câriyenin beş yaşındaki oğlu Osman'la eğlenirken görmüş ve hemen hemen aynı yaştaki şehzâdesi Mehmed'i havuzun diğer kenarında taş üstünde tek başına oyalanmasına dayanamamış ve Sultan İbrahim' e gelip "Bir câriye sevecekseniz eşiniz olan bendeniz, evlât sevecekseniz şehzâdeniz olan Mehmet'i sevin!" demişti. Bunun üzerine Sultan İbrâhim yine bir sinir krizine kapılıp, Şehzâde Mehmet'i tuttuğu gibi havuzun içine attı. Oradaki hasodalılardan bir genç havuza atlayıp Şehzâde Mehmet'i kurtardı. Ama Şepzâde o sırada alnını havuz içindeki fıskiyeye vurduğundan o günün hâtırası olarak o yarayı hep taşımıştır. O sırada Valide Kösem Sultan tüm olanları görmüş ve kendisini fark eden Sultan İbrâhim çıldırmış gibi Harem'e kaçtıktan sonra Zafire'nin yanına gelen Kösem Sultan, Zafire'nin saçlarını eline dolayıp hakaret ettikten sonra, her şeyden habersiz Sümbül Ağa ile berâber ikisini sonbahar'da Mısır'a sürgün etmiştir... Harem'de hayat kolay değildi.

Kösem Sultan’ın Yeniçeri Ocağı Ağaları ile iş birliği içerisinde bulunduğu Büyük Vâlidelik döneminde söz konusu ağalar Devlet yönetimine hâkim oldu. Zamanla Küçük Vâlide Turhan Sultan etrâfında da eski Başlala Süleyman Ağa, Pâdişah Hocası Reyhan Ağa ve Musâhip İsmâil Ağa gibi önde gelenlerden oluşan bir taraftar grubu oluştuı. Böylece iki taraf arasında nüfuz mücadelesi başladı.

IV. Mehmed döneminin dördüncü Vezîriâzam'ı Siyavuş Paşa devrinde Vezîriâzam'ın Ocak Ağaları'nın tahakkümüne karşı direnmesiyle baş gösteren sıkıntı, Turhan Sultan’ın etrâfında toplanmış Saray Ağaları ile Kösem Sultan’ın iş birliği içerisinde bulunduğu OcAk ağaları'nı karşı karşıya getirdi. Ocak Ağaları, Kösem Sultan’ın tahrikiyle Turhan Sultan taraftarı bâzı ağaları bertaraf etmek üzere harekete geçti. Bu durum, Saray'ın Harem ve Enderun mensuplarında Kösem Sultan’a karşı büyük bir infiâle yol açtı.

Bu arada IV. Mehmed’in Büyük Vâlide tarafından zehirletilerek Şehzâde Süleyman’ın (II. Süleyman) tahta geçirilmek istendiği haberi, Kösem Sultan’ın câriyelerinden olup, iki vâlide ile temasta bulunan Melekî Kalfa tarafından Turhan Sultan’a bildirilince, ortalık iyice karıştı. Yukarda da belirttiiğimiz gibi, Turhan Sultan yanlısı 14 ağanın onayı ile Kösem Sultan’ın katli kararlaştırıldı. Lala Süleyman Ağa’nın girişimleriyle Kösem Sultan’ın hayatına son verildi ( 2-3 Eylül gecesi 1651), taraftarı olan ağalar da katledildi. Böylece Turhan Sultan sarayda bütün yetkileri kendi eline aldı.

Oğlunun yaşının küçüklüğü sebebi ile bir çeşit “padişah naipliği” yapan Turhan Sultan artık Devlet'in her işi ile bizzat meşgûl oluyor, önde gelen idârecilere yazılı emirler gönderiyor, onlara akıl veriyor ve gerektiğinde de hesap soruyordu. Târihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu, saray arşivinde yaptığı çalışmanın neticesinde Turhan Sultan’ın 164 adet mektubunu, daha doğrusu Devlet adamlarına gönderdiği yazılı emirleri buldu. Prof. Afyoncu’nun bulduğu belgeler, Osmanlı Tarihindeki asıl “demir leydi”nin Hürrem Sultan Kösem Sultan değil, Hatice Turhan Sultan olduğunu gösteriyor. Yayınlanan belgelerin ortaya çıkarttığı ve bugüne kadar bilinmeyen başka bilgiler de var: Çanakkale’deki istihkâmların güçlendirilmesinden askerin maaşının zamanında ödenmesine, yeniçerilerni muhtemel başkaldırılarının önüne geçilmesinden ekmek fiyatlarının sâbit kalmasına kadar Devlet'in hemen her işi ile bizzat alâkadar olan Hatice Turhan Sultan, pek çok mühim karara imza atmış!.. Biz demedik mi, "Hıristiyan asıllı Sultan anaları hiç bir zaman Devlet'e ihânet etmediler" diye!...

1652 yılında sadrazam olan Tarhuncu Ahmed Paşa hazine açığını kapatmak, para değerindeki istikrarsızlığı kaldırmak, gümrük gelirlerini artırmak, Saray ve tersane harcamalarını azaltmak ve yolsuzluğu önlemek için koyuldu. Osmanlı'nın ilk kez mâli yıl bütçesini önceden hazırladı. İlk defa olarak Devlet'in gelirlerini ve harcamalarını ayrıntılarla öğrenip bir Devlet bütçesi hazırlamak için bir kurul kuruldu. Bu kurul Kemanke? Kara Mustafa Paşa'nın son Sadrâzamlık yılı olan 1643 ile 1652 yılı arasındaki yaklaşık 10 yıl için Devlet'in defterlerini inceledi. Bu dönemde Devlet gelirleri, yeni vergiler (özellikle "değirmen vergisi" ve "hâne vergisi") ihdası ile 5.329 yük olmuştu; Devlet harcamaları ise 1643'te yaklaşık 6.000 yük iken 1650'de yaklaşık 5.500 yüke indirilmişti.

Dışarıda büyük zorluklarla karşılaşan Turhan Sultan, tüm bunların ötesinde Devlet içerisinde isyancılarla uğraşmak zorunda kaldı. Mart 1656'ya gelindiğinde yaşanan "Vaka-i Vakvakiye" de tüm bu olanların en ağırıydı. Yeniçerileri ayaklandırdılar. (29 Şubat 1656) Talep ettikleri kişilerin adları yazılı bir defteri Pâdişâh'a verdiler. pâdişah isyancıları ikna edemeyince, bostancıbaşı istenilen kişileri öldürerek cesetlerini ayaklananlara teslim etti. Bu cesetler Atmeydanı'na götürülerek orada bulunan çınar ağacına asıldı. Cesetler birbirine çarptıkça "vak-vak" benzeri bir ses çıkardığı için isyan bu adla anıldı. Turhan Sultan'ın en yakını olan Melike Hatun bu ara öldürüldü. Ama kısa zamanda o dönemin Sadrâzam'ı olan Mehmed Paşa'nın girişimi ile isyânın elebaşıları Saray'a dâvet edilme bahânesiyle öldürüldü.

Geldik Zerrin Bey'in bahsettiği Köprülü Olayı'na... Oğlunun tahta çıkışının 8 yıl ardından Turhan Sultan artık güçlü bir Sadrâzam aracılığı Devlet'i emin ellere teslim etmek istedi. O sıralarda oldukça yaşlı ve okuma yazması olmayan bir adam geldi. Köprülü Mehmed Paşa’nın adı gizlice Turhan Sultan’a bildirildi. Onun mevcut sorunların üstesinden gelmeye gücü yeteceği, vezîriâzamlığa lâyık olduğu yolundaki tavsiyeler üzerine Turhan Sultan bu tayini uygun gördü. Köprülü Mehmed olarak bilinen şahıs ile görüşen Turhan Sultan, Devlet için en uygun kişinin o olduğuna karar verdi. Ancak dört şart öne süren Köprülü Mehmed Paşa kendi yerini sağlama almak istedi.

1. Telhisleriyle bildirdiği meselelere karşı çıkılmayarak icrâya konulmasının temini;
2. En faydalı olan ricâli istihdam edebilmek için tevcihat hususunda asla ricâda bulunulmaması;
3. Vüzerâ veya vükelâdan birine teveccüh gösterilerek kendi salâhiyet alanına dâhil ettirilmemesi,
4. Kendisi hakkında konuşmak isteyecek garazkâr kimselere fırsat verilmemesi)

Turhan Sultan bunun üzerine KUR'AN'a el basarak ve “Vallahü’l-azîm, bu ricâlarına müsaade olunur” diyerek kabul etti... Zâten içinde ALLAH adı geçmeyen yeminler aslında yemin sayılmaz. "Vallâh, Billâhi, Tallâhi" diyerek ALLAH'ı şâhit tutarsanız, o yemin makbûldür. Bu açıdan bizim politikacıların da, doktorların da, avfukatların da, askerlerin de ettikleri yemin yemin sayılmaz.

Turhan Sultan’dan Köprülü Mehmed Paşa’yı (1579-1661) Sadriâzamlığa getirmesindeki rolü dolayısıyla övgüyle söz edilmiştir. Turhan Sultan, Köprülü Mehmed Paşa’nın Sadrâzamlığından sonra (15 Eylül 1656 - 31 Ekim 1661) giderek Devlet işlerinden uzaklaştı. 1656’dan itibaren vefatına kadar 27 yıl nisbeten sakin geçti. 1657 sonbaharından itibaren IV. Mehmed’in seferler dolayısıyla Edirne’de uzun süreli ikametleri sırasında Turhan Sultan da onun yanında bulundu. Padişahın kısa süreli Edirne’den ayrılışlarında gözetimi için çoğunlukla vezirlerden biri görevlendirildi. Oğlunun uzun süreli seferde bulunduğu esnada zaman zaman İstanbul’a gitti. Köprülü Mehmed Paşa'nın ölümü üzerine oğlu Köprülü Fâzıl Ahmet Paşa (1635-1676( Sadrâzam oldu, 15 yıl, ölünceye kadar Devlet'e hizmet etti. Onu yerine eniştesi Kara Mustafa Paşa (1634-1983) geçti. Meşhur Viyana Bozgunu'nun müsebbibidir. Turhan Sultan, Köprülü Mehmed Paşa'nın damâdı şımarık Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Yanıkkale seferinin yönünü Viyana’ya çevirmesiyle ve Viyana Bozgunuyla başlayan sıkıntılı dönemi ise görmedi. Ordunun Viyana’ya yaklaştığı ve oğlunun Belgrad’da bulunduğu sırada (5 Temmuz 1683) tarihinde Edirne’de vefat etti. Cenazesi ertesi günü kethüdâsı Hüseyin Ağa kontrolünde İstanbul’a gönderildi Eminönü’nde kendi yaptırdığı Yenicami yanındaki türbeye defnedildi.

Turhan Sultan'ın Oğlu üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. 44 yıl hüküm süren IV. Mehmed’in de annesine çok bağlı olduğu açıktır. Devlet idâresindeki rolü ölümünün ardından söylenen, “Devlet'in rükn-i a‘zâmı gitti” , “Devlet'in bir rükn-i rekîni idiler”gibi ifâdelerde belirtilmiştir. Dine bağlılığı, cömertliği, hayır severliği ve hırslı olmayışı gibi özelliklerinden övgüyle bahsedilir. Turhan Sultan’ın bir de kızının olduğu zikredilir. Yûsuf Ağa adlı bir kardeşinin İstanbul’da yaşadığı bilinmektedir. Kaynaklarda, genellikle devlet işlerinde mutedil bir tavır ve doğru olanı yapma gayreti içerisinde olduğu, kendisine mâkûl görünmeyen teklifleri güvendiği devlet adamlarının fikirlerini alarak sonuçlandırdığı üzerinde durulur. Bu arada katil olaylarını kısmen engellediği de belirtilir. Gülnûş Emetullah Sultan’ın etkisiyle oğulları Mustafa (II. Mustafa) ve Ahmed’in (III. Ahmed) doğumundan sonra kardeşleri Süleyman (II. Süleyman) ile Ahmed’i (II. Ahmed) boğdurmak isteyen IV. Mehmed’e engel olduğu, aynı şekilde Sadrâzam Siyavuş Paşa’nın görevden alınmasının ardından katledilmesini, Dönmeler'in peygamberi Sabatay Sevi’nin ölümle cezâlandırılmasını önlediği bildirilir. Fakat Anadolu kazaskerliği sırasında doğru sözlülüğüyle takdirini kazanmış olan Şeyhülislâm Hocazâde Mesud Efendi’nin o günkü entrika ve rekabet ortamı içerisinde uğradığı suçlamalar (IV. Mehmed’in yerine Şehzade Süleyman’ı geçirme gayreti içerisinde olması) sonucu katli ki, Osmanlı Devleti’nde görevinden alındıktan sonra katledilen ikinci Şeyhülislâm'dır) Turhan Sultan’ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği de bir vâkıadır.

Turhan Sultan’ın bilinen ilk hayır eseri 1653'te Beşiktaş’ta yaptırdığı çeşmesi olup, günümüze ulaşmamıştır. Venedikliler’le olan savaş sırasında (1645-1669) duyulan ihtiyaç sonucu Çanakkale Boğazı’nın her iki yakasında Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra inşa ettirdiği iki kalenin (Rumeli tarafında Kilitbahir, Anadolu tarafında Kal‘a-i Sultâniyye) güneyinde birer kale (Rumeli tarafında Seddülbahir, Anadolu tarafında Sultâniye/Kumkale) yaptırmıştır. Her birinde birer câmi, sıbyan mektebi, hamam ile ev, dükkân ve çarşılar bulunuyordu. İnşasını III. Murad’ın zevcesi ve III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın başlattığı Eminönü’ndeki Yenicâmi, Turhan Sultan tarafından tamamlatılmıştır. Bina, 56 yıllık bir aradan sonra Turhan Sultan tarafından bitirilmiştir. Yenicami Külliyesi cami, hünkâr kasrı, dârülkurrâ, sıbyan mektebi, sebil, çeşme ve türbe ile Mısır Çarşısı’ndan oluşmaktadır Turhan Sultan câmiye kitap vakfetme geleneğine uyarak, hem Çanakkale Boğazı kıyısında yaptırdığı kaleler içindeki câmilere, hem de Yenicami’ye kitaplar vakfetmiştir (TURHAN VÂLİDE SULTAN KÜTÜPHANESİ). Ayrıca Kandiye Kalesi’nin alınmasının (1669) ardından kale içerisindeki binâların tâmiri Turhan Sultan adına yapılmış, Saint Salvador Manastırı onun adına câmiye çevrilmiştir. Kardeşi Yûsuf Ağa adına Rumelikavağı’nda bir câmi (Yûsuf Ağa Camii), İstefe’de bir han, Resmo’da bir câmi ve mektep inşa ettirmiştir. Diğer bâzı vakıflarıyla ilgili vakfiyesi de mevcuttur... Şimdikiler vakıfları, bankaları hortumlayıp, câmileri Devlet Kasası'ndan yapıyorlar, üstelik sevâba girdiklerini sanıyorlar.

Zerrin Bey, IV. Mehmed için "Kuşçu Sultan" diyor ama, târihlerde "Avcı Sultan Mehmed" diye geçiiyor... Bakalım, kulçuluğu da var mıymış?... 1642 yılında doğan, 6 yaşında (1648) pâdişah olan ve tam 44 yıl saltanat süren IV. Mehmed seferlere de çıkmıştır. 1683 Viyana Bozgunu'ndan sonra merzifonlu Kara Mustafa Paşi idam edildi. Ancak yerine geçecek dirâyette bir serdar bulunamadı. Vaç yenilgisinden sonra Peşte, Budin ve ardından Macaristan elden çıktı. Bir tek Tımışvar hâriç... Böylece Orta Avrupa’daki Osmanlı varlığı tehlikeye düştü. Önce Avusturya ile başlayan savaş Lehistan, Venedik ve Rusya’nın da katılmasıyla çok cepheli bir mücadeleye dönüştü. Sultan IV. Mehmed ise bütün bu olumsuzluklara rağmen av eğlencelerinden vazgeçmiyor, annesinin vefatından (1683) sonra çevresini saran câhil kişilerin tesiriyle yanlış kararlar almaya devam ediyordu. Venedikliler, Dalmaçya ve Mora’yı ele geçirmeyi başardılar. Mora serdarı Şâhin Mustafa Paşa Rum isyanıyla meşgul iken Ayamavra adası ve Preveze Kalesi de düştü. (1685) Kuşatılan Koron ve ardından Modon, Anabolu ve bütün Mora elden çıktı; iki yıl sonra da Atina kaybedildi.

Ülke toprakları bu şekilde kuzeyden ve güneyden istilâya uğrarkenSultan IV. Mehmed’in ilgisiz gibi görünen tutumu, halkın tepkisine yol açmaya başladı. Tutkunu olduğu av eğlencelerinden bir türlü vazgeçmediği, Devlet işleriyle ilgilenmediği dedikoduları giderek yayıldı. Bâzı din âlimleri ve vâizler av tutkusuyla ilgili olarak yüzüne karşı ağır sözler söyledilerse de, bunlara kulak asmadı. Budin Kalesi’nin düşmesinden (2 Eylül 1686) sonra halkın galeyânı üzerine avdan vazgeçtiğini ilân etti. Buna rağmen hakkındaki yaygın kanaati değiştiremedi.

Mohaç yenilgisinin (1687) ardından ulûfelerinin ödenmediği bahânesiyle Serdârıekrem Süleyman Paşa’ya baş kaldıran asker, Köprülü Mehmed Paşa’nın diğer damâdı Abaza Siyâvuş Paşa’yı Sadrâzam yaparak IV. Mehmed’i tahttan indirmek için hızla İstanbul’a doğru yürümeye başladı. Ordunun bu tutumu Avusturyalılar’ın Osmanlı topraklarında rahatça ilerlemesi sonucunu doğurdu. Saltanatını kaybetmekte olduğunu anlayan IV. Mehmed, Sadâret mührünü askerden kaçırıp İstanbul’a getiren Süleyman Paşa’yı öldürterek başını askere gösterdi. Av edevatını ve tazılarını dağıtarak tövbe ettiğini ilân etti, fakat artık iş işten geçmişti... Ne av merâkıymış be!.. Halbuki yemek maksadıyla yapılan av dışndakiler makbûl değildir. Hele ki "spor" diye hayvan öldürmek, kuş vurmak cinâyettir. Rahmetli babam tavanda ağ yapmış olan örümceği bile öldürürken "bismillah" der, ALLAH'a sığınırdı. Hac esnâsında değil avlanmak, daldaki yaprağı bile koparmak yasaktır. İstenir ki, o tavır insanın geri kalan hayâtına da yansısın... Ama nerdee!..

Velhâsıl, Öldürülmekten korkan IV. Mehmed ise yerine oğlu Mustafa’nın geçmesini istiyordu. Ama kardeşi II. Süleyman’ın tahta çıkarılması kararlaştırıldı. (1687) IV. Mehmed ise iki oğluyla birlikte Saray'ın Şimşirlik Dâiresi’sine konuldu. Bir süre burada sıkı bir gözetim altında yaşadı. Sultan II. Süleyman 1689'de Macar seferine çıktığında Edirne’ye getirildi ve sonra diğer kardeşi II. Ahmed’in saltanatına şâhit oldu. 1693'de bu çok sevdiği bu şehirde vefat etti. Naaşı İstanbul’a getirilerek annesi Turhan Sultan’ın Yenicâmi civârındaki türbesine gömüldü.

Bir insan avcı olur da, avcı kuş beslemez mi?.. Sanırız Sultan IV. Mehmed'in böyle kuşları vardı ve Kösem Sultan bunu hatırlıyordu. Osmanlı sarayında doğancılar, sekbanlar, çaylak avcıları, akbaba avcıları, atmaca avcıları, zağarcılar, saksoncular ve samsoncular gibi kuşla ilgili av görevlileri vardı. Sultan IV. Mehmed'in oğlu Sultan II. Mustafa(1664-1703) da ava meraklı idi, ondan sonraki padişahlar avla ilgilenmemişlerdir.

Varlık- Deli İbrâhim boğdurulduktan sonra, nasıl karısı dediniz?
Zerrin Bey- Karışı sağ kalıyor. Sizin gelininiz... Aynı zamanda rakibiniz tabii...
V- ..... ...
ZB- Neyse efendim. Sizi yordum, özür dilerim.
V- Söyledim ya, sizin kitaplarınız bizim kitaplarımıza uymuyor.
İdâreci- Bu isim tutmadı, efendim.
ZB- Müsaade buyurur musunuz, ben size isim sayayım, bunlardan birini seçsin.
V- Buyurun.
ZA- Hürrem Sultan, Hatice Sultan, Hayriye Sultan, Turhan Sultan, Hafize Sultan,
Bafo Sultan...
V- Hürrem Sultan.
ZB- Değil. Hürrem Sultan, Kanunî Sultan süleyman'ın karısı.
İ- Bu isimler tutmadı işte. Bunu neden cevaplandıramadınız? Haklı olarak
arkadaşlarda Kösem Sultan olmadığınız intibaı uyandı. Bu ismi hatırlamanız
icâbederdi.
V- İnanmıyorsun demek?
İ- Elimideki bililere göre tutmadı... Peki, bize inandrıcı vak'alar anlatın.
V- Meselâ?.. kendimden mi?... Bir hayli anlattım zannediyorum. Bunda takılanlar
var mı?
İ- Yok, efendim. v- Var... İçinizde biri var... Düşünüyor... sorsun.
ZB- Ben, evet... Yanlış anlamadıysam, kendilerini Kösem Sultan olarak tanıttılar
ve Anastas gibi...
V- ANASTASIA...
ZS- Evet. En meşhur târihler Kösem Sultan'ın Çerkez olduğunu yazarlar. Kösem
Sultan'ın hiç hıristiyanlıkla, Rumlukla alâkası yoktur. Saray'a intisap ettiği zaman da
Müslüman'dı. Ve tuhaf bir şey, çok gaddar ve zâlim olmasına rağmen 5 vakit
namaz kılar, Kur'an-ı Kerim okurdu.
V- Hayır!
ZB- Ama târih böyle söylüyor.
V- Hayır, hayır!
ZB- Ama hâlâ Topkapı Sarayı'nda Kösem Sultan'a âit Mushaf-ı Şerif vardır.
İki ruhlu bir kadın. Bir taraftan zâlîm... bir taraftan aç, kimsesiz kızları büyütür...
V- Kendisine yarasınlar, casusluk yapsınlar diye...
ZB- Güzel. Siz "Hıristiyan" olarak söylediniz. Halbuki Hıristiyanlık'la alâkanız
yok.
V- Evet, var. Babam papazdı. İsâ'ya tapardım.
ZB- O kadarını bilmiyorum. Yalnız siz Çerkezliği kabul ediyor musunuz?
V- Hayır! Hayır!...

Zerrin Bey burada yanılıyor ama, kendi kabahati değil... Çünkü bâzı târih kitapları hakikaten onun Çerkez olduğunu yazıyor. Ama biz İslâm Ansiklopyedisi'nin de doğru kabul ettiği Rus olduğuna ('Ukrayna'dan da olabilir) ve babasının papaz olduğuna inanıyouz. Saray'a Hıristiyan olarak geldi, fakat Harem'deki eğitimle Müslüman oldu, okuma-yazma öğrendi, eğitildi.

Şimdi diyeceksiniz ki, "o zaman bu yanlışlar ne?" ... Cevâbı zor... ve muhtelif ihtimâller var. Hiç bir zaman kesini olarak "o veya bu" diyemeyiz... Birincisi, Medyum çalışıp gelmiş, bizi işletmeye çalışıyor, ama târihleri isimleri karıştırıyor... Medyum öyle hırslı biri değil, bundan menfaati de yok, onun için bu ihtimâli dışlıyoruz.

İkinci ihtimâl, Geri bir Varlık "Kösem Sultan'ım" diye bizi aldatmaya çalışıyor... Peki, bilgiyi nereden elde ediyor?... Medyum'un şuurundan ve şuuraltında... Mektepte okuduklarından,,, Ama biz okulda bu kadar teferruatlı öğrenmedik... Belki de yanında kendi gibi Geri, fakat bilgili başka Varlıklar ona yardım ediyorlar... Daha doğrusu, etmeye çalışıyorlar, ama onların da bilgileri yetmiyor... Üçüncü ihtimâl, daha önce söylediğimiz gibi, Varlık hakikaten Kösem Sultan, fakat hâtıraları bulanık... Ve Turhan Sultan'dan nefret ettiği için onun ismini hatırlamıyor, vermek istemiyor...

Peki, Celse'ye niye devam ediyoruz?... Çünkü verdiği bilgilerin yarısı doğru... Ve bizim bilmediğimiz şeyler. Zerrin Bey bile atlamış... Üstelik araştırarak bir çok yeni şey öğreniyoruz. Hep bilgiler Bedensiz Varlıklar'dan gelecek değil ya1... Onlarla İrtibat'ı olmayanlar ne yapsın?.. Biz de onlar gibi Bedenli Varlıklar'ın araştırdıkları, yazdıklarından bilgi ediniyoruz... Ve hem Celse esnâsı, hem de bu araştırma süreci çok zevkli geçiyor!.. Eminim, siz bile haz duyuyorsunuzdur.

Varlık uzun süren Celse'nin bir yerinde IV. Murad için " İkiz oğlumun eşi... Reşat'ın kardeşi" demişde, kimse üzerinde durmamış... Târih kitaplarında da böyle bir şey yok. 5 erkek, 4 kız evlâdından söz ediliyor. Erkekler Şehzâde Mehmed, Sultan IV. Murad (doğumu 1612) , Şehzâde Kasım, Sultan Deli İbrahim ve Şehzâde Süleyman... Şehzâde Reşat diye birinin adı geçmiyor.

Fakat Varlık Celse'nin ilerleyen safhasında inanılmaz bir hikâye anlatıyor... Artık bunu Medyum'un şuurundan bir şeyler alarak mı uydurdu, yoksa başka bir Varlık tiyatrodaki gibi sufle mi etti, bilinmez. "Üç silâhşörler" yazarı Alexandre Dumas'ın "Demir Maskeli Adam" romanında Fransız Târihi ile ilgili böyle bir "kralın gizlenen ve hapsedilen ikiz kardeşi" iddiası vardır. Acaba Tiyatrocu Medyum'un şuuraltından bu hikâyeyi alıp adapte mi etti?... Yine bilemeyiz... Ama enteresan... İnanmasanız da, nakledelim.

Varlık- Yalnız bir şey söyliyeyim size... Târihlerinize çok inanmayın. Biraz da bize inanın.
İ- Başka hayâtınızın târihleri intikal etmemiş yönü var mı?..
V- 1612... 27 Ağustos Cuma günü Murad'ı doğurmuştum.... Evet... Gözlerimi
açtığım zaman bir oğlum vardı... Senelerce yalnız Murad var zannettim. Ama bir gün hakikati öğrendim...

Ahmed ölünce yerine Murad geçti. Murad'ıdan sonra istediğim hayâtı süreceğimi
zannettim. Ama bulamadım. Murad her şeyimi almıştı. Murad'ın bir sürü âsileri
bastırdığı gün, arabamla gidip onu seyretmiştim. Kimsenin gözünün yaşına
bakmıyordu. Beni de hiç dinlemiyordu... 25 SENE SONRA işte o arabayla gelirken,
arabanın önüne biri geçti. Onu dövmek istediler.

Burada duralım ve yanlışları düzeltelim... IV. Murad, Kösem Sultan'ın ilk oğlu değil. Şehzâde Mehmed 1605'de doğmuş. Murad ikinci oğlu... ve 27 Ağustos'ta değil, 27 Temmuz'da doğmuş. Cuma olma ihtimâli yüksek. Temmuz yerine Ağustos demesini de normal karşılıyorum. Ama I. Ahmed'in ölümünden sonra tahta geçen o değil. Yukarıda yazdık, Sultan I. Mustafa , Sultan Genç Osman, sonrra gene I. Mustafa ve ardından IV. Murad 11 yaşında, daha sünnet olmadan padişah oluyor. 1623 yılında... Kösem Sultan bu 11 yıl "istediği hayâtı" süremiyor. Ama Murad, çocuk padişah olduktan sonra her şeye hükmetmeye başlıyor. "25 SENE SONRA" ... Neden 25 sene sonra?... Bizce doğumdan, yâni 1612'den... 1637 oluyor... IV. Murad o zaman 25 yaşında ve en haşmetli zamânı... IV. Murad artık Kösem'i dinlemiyor...Bu kısım doğru... Kösem Sultan da 48 yaşında... Devam edelim...

Varlık- Yanımda DÜRRÜ vardı. Dürrü'yle berâber hayretler içinde kaldık. Perdemi
açıp onu gördüğüm zaman şaşırmıştım. Kimdi bu Yarabbi?.. Ne kadar da benziyordu
Murad'a... Aynı:!.. Hemen peşine düşürttüm. Elimde yegâne koz o olacaktı benim.
REŞAT'mış... Benim ikinci oğlum... Ve nihâyet onu buldum... O kadar benziyordu ki!...
Ama ne bilirim ben... Murad faydalanacaktı. Ama nihâyet onu getirttim. Onu bir
yere hasettirdim. Gittim kendisiyle konuşmak için...

Doğum yaptığım sene, beni kurtaran ebeyi arattım ve buldum. Çorum'dan onu
getirttim ve zorla söylettim. meğerse ikizmişler... Onu doğurduktan sonra,
onu öldürmek istemişler... Ama onu bir ayakkabıcıya vermişler... Seneler sonra
karşıma çıktı benim...

Ondan sonra onu kendi elimle yerleştirdim... Murad'ı öldürtüp onu geçirtecektim
ve halk onu Murad olarak tanıyacaktı. Ama ne yazık ki aldanmışım. En güvendiğim
insanlar dahi bana ihânet ettiler. Ve Murad, Reşad'ın mevcudiyetinden haber aldı.
Murad'ın daha çok işine yaradı Reşad... Merâsimlerden zâten hiç hoşlanmazdı.
Yalnız harp etsin, insan öldürsün, zevk-ü sefa sürsün. Ama Reşad bir hapisten
farksızdı. Murad izin verdiği zaman o vardı. Bense artık Reşad'ı göremiyordum.

DÜRRÜ diye birini bulamadık... Daha doğrusu bulduk ta, Kösem Sultan'la râbıtası yok. Hatice Hayriye Ayşe Dürrüşehvar Sultan(1914-2006) , son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi'nin kızı ve Berar Prensi Nevvab Azam Cah'ın eşi...

Ama ne dersiniz?.. İyi bir senaryo, değil mi?.. Yalnız bütün kardeşlerini ve kardeş çocuklarını öldürten Sultan IV. Murad, bir tek İbrâhim'i bırakmıştı, çünkü kendi çoukları hep ölüyordu. Reşad'ı niye hemen ortadan kaldırmamış?... Tabii böyle bir ikiz var ise... Bana pek akla uygun gelmedi ama kafama da bir sual takıldı. Bunca Osmanlı Pâdişâhı gelip geçti, bunca Şehzâde, bunca Hınam Sultan.. Siz hiç Osmanlı Sarayı'nda ikiz veya üçüz doğum duydunuz mu?... Varmış!...

İlk ikiz vak’ası, Şubat 1585’te gerçekleşmiş. Bu tarihte döl bereketiyle tanınan III. Murad’ın Cihangir ve Süleyman adlı ikiz şehzâdesi doğmuş. Ancak her ikisi de yaşlarını doldurmadan vefat etmşler. İkinci vak'a 7 Ekim 1692’ye rastlıyor. Bu tarihte II. Ahmed’in Râbia Sultan’dan ikiz çocukları dünyaya geliyor. Adları İbrahim ve Selim... Ancak Selim 8 aylıkken, İbrahim de 23 yaşındayken vefat ediyor. II. Mustafa’nın eşi Hafise Sultan’ın yaptığı doğumda yine iki oğlan çocuğu doğuyor. Ne var ki, Ahmed ve Murad isimleri konulan şehzâdelerden birincisi sadece 6 ay, ikincisi ise 10 ay yaşıyor.

Bundan sonra III. Ahmed’in 3 ikizi var sırada: Ümmügülsüm ve Zeyneb (birincisi 25 yaşında, ikincisi 11 aylıkken ölür)..,

Abdülmecid ve Abdülmelik (ilki 4 aylıkken, ikincisi 14 aylıkken ölür)... ve Selim ile Saliha (ilki 3 yaşında, ikincisi 63 yaşında ölmüştür). Böylece şu ana kadar doğan ikizlerin en uzun ömürlüsü Saliha Sultan olmuştur. II. Mahmud’un ikizleri Ahmed ve Mehmed de erken ölümden kurtulamamış, birincisi 7 yaşında, ikincisi de 7 aylıkken vefat etmişler.

Sırada Abdülmecid’in ikizleri var. Önce Gülcemal Sultan’dan Hadice ve Refia dünyaya gelmiş. Hadice Sultan aynı yıl ölürken, Refia Sultan o vakte dek en uzun yaşayan ikinci ikiz olarak 38 yaşında ölmüştür. Abdülmecid’in diğer ikizleri 19 Nisan 1850’de dünyaya gelir. Mehmed Nizameddin ve Mehmed Vamık adlarını taşıyan bu şehzadelerden birincisi 3 yaşında, ikincisi 5 aylıkken ölür...

Son padişah ikizleri II. Abdülhamid’indir. İkbali Behice Sultan, Ahmed Nureddin ve Mehmed Bedreddin adlarını taşıyan şehzadeleri doğurur Abdülhamid’e. Ahmed 43 yaşında, sürgünde, Paris’te vefat etmiş ve Bobigny Müslüman Mezarlığı’na gömülmüştür. Mehmed ise 2,5 yaşında bir hastalıktan ölmüştür.

Son ikizler, Abdülaziz’in oğlu Şehzade Mehmed Seyfeddin’in Nervaliter Hanım’dan doğma Ahmed Tevhid ve Fatma Gevherî adlı çocuklarıdır. Şehzade Ahmed 1966’ya kadar yaşamış ve 62 yaşında ölmüştür. Fatma Sultan ise 1980 Aralık’ında ölmüş olup Osmanlı hanedanında yaşayan son ikizdi. Aynı zamanda 76 yaşına kadar yaşayarak Hânedan ikizleri arasında en uzun ömürlüsü olmuştur.

Yalnız bu bilgi bir ecnebi târihçi A.D. Alderson’un “Osmanlı Hanedanının Yapısı” adlı kitabından alıntıdır. Başka yerde rastlamadım.

Nelere daldık, Sultan IV. Murad'dan hiç bahsetmedik... Şehzadelik hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Sultan II. Osman'ın katledilmesinden sonra (1622) Sadrazam Dâvud Paşa’nın tertibiyle kardeşleriyle beraber Üsküdar’a götürülmek üzere sarayın bahçesine çıkarıldığı sırada, kapı ağalarından biri tarafından öldürülmek istendiği ve diğer ağaların müdâhalesiyle kurtulduğu rivayet edilir. Ancak pâdişah olan I. Mustafa’nın deliliğinden dolayı tahttan indirilmesine karar verildiğinde, küçük yaşta olmasına rağmen, muhtemelen annesi Kösem Sultan’ın tesiriyle tahta çıkarıldı (10 Eylül 1623). 5 gün sonra da sünnet edildi. Saltanatının ilk yıllarında Sadrazam Kemankeş Ali Paşa Devlet işlerinde söz sâhibiydi. Bu sırada Devlet oldukça sıkıntılı bir dönem geçiriyordu Özellikle İstanbul’daki otorite boşluğu taşradaki idârecilerin kendi başlarına hareket etmesine yol açıyordu.1632'ye kadar devam eden 9 yıllık süre boyunca, yâni 20 yaşına gelene kadar devrin olaylarında herhangi bir tesiri olmadı. Devleti annesi Kösem Sultan idâre etti. Ancak Sadrâzam Receb Paşa’yı bertaraf edip, Sultan Genç Osman'ı öldüren zorbaları ortadan kaldırdığı Mayıs 1632'den itibâren Devlet idâresini ele alabildi.

Bu sırada Erzurum havâlisini hâkimiyeti altına alan, etrafta bulduğu yeniçerileri "Sultan Osman'ın intikamını alıyorum" diye öldüren ve Ankara üzerine yürüyen Abaza Paşa ile Bağdat’taki Bekir Subaşı’nın faaliyetleri ciddi problemler yaratıyordu. İlyas Paşa Balıkesir, Bergama, Karesi, Manisa gibi yerlere hâkim olduktan sonra Midilli adasına da el uzatmaya kalkmış, sonunda idam edilmişti. Bağdat, gelişen hâdiseler sonucunda Safevîler’in eline geçti. (1624) Bağdat üzerine gönderilen Hâfız Ahmet Paşa ile Hüşrev pa muvaffak olamadılar.

Bu döneminde Avrupa Otuzyıl Din Savaşları'nın buhranı içindeydi ve mezhep problemleri Osmanlı topraklarında da kendini gösteriyordu. Avrupalı elçiler birbirlerine giriyordu. Yemen, Hicaz karışıktıl

İstanbul'da sipahiler ve yeniçeriler ha bire isyan çıkarıp duruyordu. Askerlerin Sadrazam olmak isteyen Topal Recep Pa tarafından kışkırtıralarak 7 Şubat 1632'de At Meydanı'nda toplanıp Saray'a üç haber gönderip Sadrazam, Şeyhülislam, Yeniçeri Ağası dâhil olmak üzere 17 kişinin kellesini istemeleri ve Sultan IV. Murad'ın bunu engelleyememesi onu çok üzdü. Recep Paşa'yı Sadrâzam yapmak zorunda kaldı. Gözü doymayan Recep Paşa çekindiği Pâdişâh'ın etrafındaki adamları temizlemek için 11 Mart'ta yeni bir isyan başlattı. Bu sefer yeni Yeniçeriağası, Deifterdar ve Musahip Musa Çelebi öldürüldü. Bu ise bardağı taşıran damla oldu. Âsiler de artık Pâdişâh'ın kendilerinden intikam alacağını düşünerek onu tahttan indirmek istediler. Sultan Murad 18 Mayıs 1632'de yılanın başı Sadrazam Recep Paşa'yı huzuruna çağırtarak öldürttü. Yerine Tabanıyassı Mehmed Paşa'yı gterdi. İkisi berâber isyancı sipahileri ve diğer zorbaları İstanbul'da ve eyâletlerde, buldukları yerde ortadan kaldırdılar. Ayrıca Temmuz 1632'de Anadolu ve Rumeli Beylerbeyileri'ne timarların hak edenlerine verilmesi için yoklama yaptırılmış, bunun üzerine sipahi ve yeniçerilerden birçoğu ulûfelerini bırakıp timar almaya başlamıştır. Böylece Kanunî Sultan Süleyman döneminde bozulmuş olan timarlı sipahi teşkilâtına çekidüzen verilmiştir.

IV. murad tütün ve afyondan nefret ederdi. Koyduğu yasağa uymayanları şiddetle cezâlandırırdı. Kendisi çok içmesine rağmen içkiye de yasak getirmiş, meyhâneleri yıktırmıştır. 1635 yılında Revan seferine çıktı. Maksat Bağdad'ı fethetmekti. Yol üstünde uğradığı yerlerde vazifelerini ihmâl edenleri, haklarında şikâyet olan kadıları, vezirleri veya tütün içenleri cezâlandırdı. Revan'ı aldıktan sonra Tebriz’e yürüdü. Hoy’a giderken hastalandı, tahtırevana binmek zorunda kaldı. Bu sırada annesi Kösem Sultan'ın Celse'de anlattığı şekilde kendisine karşı birtakım entrikalar çevirmesinden kaygılandığı için, kardeşlerini ortadan kaldırmaya başladı. kardeşi şehzâde Süleyman ile üvey kardeşi Şehzade Bayezid’ı öldürttü.(27 Ağustos 1935) Revan’ın fethi müjdesinin İstanbul’a geldiği ve dört gece sürecek şenliklerin başladığı günün gecesi 25'er yaşındaki şehzâdelerin öldürülmesi herkeste hüzün ve nefret uyandırdı... Acaba Celse'de Kösem Sultan'ın hatırladığı 27 ağustos bu târih mi?...

Osmanlı ordusunun geri dönmesinden sonra Revan tekrar İranlılar'ın eline geçti. 1638'de Bağdat üzerine sefer ilân etti. Yola çıkmadan kardeşi Kasım'ı öldürttü. Bir buçuk ay süren kuşatmadan sonra Bağdat teslim oldu. Geri dönerken gene hastalandı. Diyarbakır'da 71 gün kaldı. Bu arada İran'la Kasrışirin Anhtlaşması imzalandı ki, hükmü bugünlere kadar sürer. (17 Mayıs 1639)

Sultan IV. Murad'ın saltanatı boyunca Kırım Hanlığı'nın karışık durumu ve ve Lehistan'dan (Polonya) Kazak akınları devam etmiştir. İlk dönemleri Kazaklar tâ Boğaziçi’ne kadar girip Sarıyer, Tarabya ve bilhassa Yeniköy’de yağmacılık yapmaları, kısa süre içinde bertaraf edilmekle berâber, İstanbul’da büyük heyecan uyandırmıştı. (20 Temmuz 1624)

Padişah Revan seferinde başlayan ve gittikçe artan damla (gut) hastalığına müptelâ idi. Ağırlaşınca çok kullandığı içkiden vazgeçti. Bununla beraber geleceğe yönelik tasavvurlarda bulunuyor, Venedikliler’e karşı karadan ve denizden yapmayı düşündüğü büyük bir seferin hazırlıklarını sürdürüyordu. Tersane ve tophânede yeni gemiler inşa ettirmek, top döktürmek, Selânik taraflarına asker sevketmek gibi faaliyetleri Batı’da büyük bir endişe uyandırmıştı. Bu seferin Malta korsanlarına yönelik olduğu ve Pâdişâh'ın bir adam gönderip adanın planın aldırdığı hakkında rivâyetler vardır.

25 Ocak 1940 günü fenâlaştı, 2 Şubat'ta 28 yaşında, Şehzade Kasım’ı boğdurduğu odada vefat etti. Sultan Ahmed Camii yanındaki babası I. Ahmed’in türbesine defnedildi. ALLAH gani gani rahmet eylesin. Büyük pâdişahtı.

Rûhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - İMAJ VE İLK YÜKSELME
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - MEKTUPLAR