BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44

Medyum bu Celse'de Millî Mücâdele döneminde yaşamış iki Varlık ile karşılaşıyor. Ama bu Varlıklar'ın hiçbir şeyi birbirine benzemiyor.

Varlık : Ahmet Anzavur
Tarih : 21.9.1962
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- .... Yolumu kestiler.
İdâreci- kesen kim acaba?
M- ... Simsiyah, karanlık... Başlar görüyorum... Yüzlerinde göz, ağız, burun yok... dümdüz!..
Korkunç!.. Sâdece baş şeklinde bir şeyler... Uğultu...Çığlık... Çığlık.. Çığlıklar... Baş... baş... baş...
Yolumu kestiler...

... Birisi uzadı... Başları uzadı... uzadı... Gene yüz yok.. Gene yüz yok... Ses çıkarıyor... Ses çıkarıyor...
Uzadı... Uzadı... Yalnız baş... Uzadı... Uzadı... Yalnız baş...

Varlık- ... Mağfiret!... Mağfiret!... Mağfiret!... Mağfiret!... Mağfiret!...
M- ... AHMET ANZAVUR... AHMET ANZAVUR... (1) Sâdece "Mağfiret!..."
İ- TANRI affetsin.
M- ... Kurtuldum!... Çıkıyorum.... Etrâfım karanlık... korkunç çığlıklar... Patlama sesleri gibi
bir gürültü duyuyorum.. Çıkıyorum... Tepemde ışık göründü... Hızlı çıkmak istiyorum bu karanlık yerden..
Muktedir olamıyorum... Yavaş yavaş çıkıyorum... Yüzüme bir dondurucu soğuk geliyor, bir yakıcı sıcaklık...
Yüzüme bir dondurucu soğuk geliyor, bir yakıcı sıcaklık... Çıktım!..

Burada duralım... Millî Mücâdele sırasındaki Anzavur isyânını herkes duymuştur. Medyum, Karanlık Tabaka'da işte bu isyânın elebaşı Ahmet Anzavur ile karşılaşıyor. Geri Varlık kendisi hakkında, suçu, günahı hakkında bilgi vermiyor... Ama aşağıdaki uzun açıklamayı sabırla okursanız. neden orada olduğunu ve neden "Mağfiret! Mağfiret!" diye inlediğini anlarsınız... Biraz merâkınızı uyandıralım. Açıklamanın sonunda bizim de olayı bugüne bağlayan bir değerlendirmemiz var.

(1) 1885 doğumlu Ahmet Anzavur , Saray'la bağlantısı sebebiyle Hilâfet'i ve Saltanat'ı birinci planda tutan, Saray'dan aldığı paralarla geçinen, kültürden yoksun biri idi. Kendisi aslen Kafkasya’dan göçeden ve Biga havâlisinde yerleşen Çerkez bir âileye mensuptur.

Okuma yazma bilmediği halde Jandarma Karakol kumandanlığına getirilen Ahmet Anzavur, vazifesi sırasında yapmış olduğu birtakım suistimallerden dolayı Konya’ya sürülmüş, bilâhâre Kütahya’da tabur kumandanlığında bulunmuştur.

Alaylı bir subay olarak yükseldiği jandarma binbaşılığı rütbesindeyken, emekli olduktan sonra, Biga’da oturan Anzavur, itibârlı biri olarak tanınırdı. 23 Nisan 1919 tarihinde üçüncü sınıf maaşla İzmit Sancağı Mutasarrıflığı'na tâyin edilen Ahmet Anzavur, 1919 yılı Ağustos ayına kadar bu görevde kaldı. Ekim ayından itibâren 1920 yılı ortalarına kadar Balıkesir ve çevresiyle Adapazarı dolaylarında millî harekete karşı çeşitli isyan hareketleri içine giren Anzavur, 8 Nisan 1920 târihinde Mirimiranlık rütbesiyle Karasi Sancağı Mutasarrıflığı'na tâyin edildi. Giriştiği isyan hareketleri sonucunda, 15 Nisan 1921 târihinde Karabiga yakınlarındaki Adliye köyü civârında, Çiftlikköylü Mehmet Efe tarafından başı kesilerek öldürüldü.

Anzavur, işgâl öncesi gerginliğini yaşayan Bursa ve Balıkesir çevresinde, özellikle İstanbul’dan aldığı destek ile iki defa ayaklanma hareketine girişmiştir. O önce bölgede taraftar toplamak ve kuvvetlenmek için çalışmaya başlamış, 25 Ekim 1919’da Gönen, Manyas dolaylarını dolaşarak millî kuvvetler aleyhinde olduğunu açıkça söylemiş, bölgede teşkilât kurmaya başlayarak, evvelâ yöreden "Eşkıyâ Kadir" diye tanınan Hacı Yâkup ile anlaşmıştır. 2 Kasım târihinde Susurluk’a gelerek halka “Millî Hareket'le ilgili toplanan paraların hesâbını görmek için Balıkesir’e gideceğini ve o sıralarda Balıkesir ve Alaşehir’de toplanan mahalli kongreleri basıp dağıtacağını, isteyenlerin kendisine katılabileceğini, Pâdişâh'ın arzusu dışında askerin silâh altında tutulamayacağını, isteyenlerin kendine katılmakta serbest olduklarını” söylemiş ve burada 40 kadar er, Devlet'e âit hayvanlarla Ahmet Anzavur’a katılmıştır.

Bu bölgede Anzavur’dan başka Millî Hareket aleyhine kurulmuş, Şah İsmâil ve Davut Çeteleri gibi kuvvetler de vardı. Ahmet Anzavur’un tâkibi ve menfî faaliyetlerine mâni olmak için, 3 Kasım 1919’da Bursa’dan yola çıkarılan 174. Alay Komutanı Yarbay Rahmi Bey komutasındaki 6 subay, bir doktor, 169 erden oluşan bir müfreze, 4 Kasım sabahı şafakla berâber Karacabey’e girmiş, kasaba içinde Şah İsmâil ve Davut çetelerine âit silâhlı kimselerin dolaştığını görünce, bir kısım erleri bunları çağırmak için göndermiş, silâhlı bu kişilerin ansızın bu erlere ateş etmeleri üzerine müfreze mukaabil harekete geçerek âsiler üzerine taarruz etmiştir. Fakat daha evvelden sığındıkları evlerden ateş eden Şah İsmâil ve 8 kişilik avenesi ile diğerleri, atlarını ve bir kısım silâhlarını bırakarak kaçmışlardır. 3/4 Kasım gecesi Ahmet Anzavur’un üzerine gönderilen 65 kişi mevcudlu bir piyade bölüğü ile, 2 makinalı tüfekli bir kuvvet, Balıkesir’den Susurluk’a gelmiş fakat Anzavur buradan daha önceden ayrıldığından hiçbir şey yapmadan geri dönmüştür. Bu sırada Anzavur, Balıkesir’den Bandırma’ya gitmekte olan yedi askerî arabayı Göbel Köyü mevkiinde çevirerek atlarını almış ve kendi oğlunu 20 kişilik bir mâiyeti ile bu köyde bırakarak ayrılmıştır. 5 Kasım 1919’da Karacabey’deki Yarbay Rahmi Bey müfrezesinden bir subay komutasında 25 er telefon hattını tâmir etmek için gittikleri Ulubat köyünden dönerken, âsi Çerkezler'in hücumuna uğramış, müfreze komutanı ile bir kısım erler esir edilmiştir. 5 Kasım’da Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey Manyas’a giderek Ahmet Anzavur’u iknâya çalışmış, buna inanmış görünen Anzavur, “Beni aldatmışlar, İslâmlar arasına ikilik sokan gizli eller var, eğer isterseniz bana da cephede bir görev veriniz” şeklinde cevap vermiştir.

Hamdi Bey’in bu konuşmayı Balıkesir’e dönüşünde 61. Tümen Komutanı Albay Kâzım Özalp’a bildirmesi üzerine Albay Kâzım Bey, 6/7 Kasımda buna inanarak Kolorduya gönderdiği telgrafta,

- “Bu mesele çözülmüştür. Anzavur’un kovalanmasına lüzum yoktur,”

tâlimatında bulunmuştur. Halbuki Ahmet Anzavur bugünlerde teşkilâtını daha da genişletmeye çalışmış, bu arada Şah İsmâil ve Mustafakemalpaşalı Zafer, 70 kadar mâiyeti ile birlikte Yarbay Rahmi’nin Karacabey’de ellerinden aldığı hayvanları geri vermediğini bahâne ederek, Ahmet Anzavur’a katılmıştır.

Birinci Anzavur isyânının sebepleri arasında İngiltere’nin tahriklerini rolü önde gelir. İngiltere Mondros Mütârekesi’nden sonra hâkim vaziyete geldiği Boğazlar ve Marmara Denizi’ndeki mevcut durumunu korumak ve devam ettirmek, Kuva-yı Milliye’yi buralara yaklaştırmamak, burada bir tampon bölge meydana getirmek istiyordu.

Ahmet Anzavur, kuvvetlendikçe, kendine güveni artıyor ve pervâsız hareketlerde bulunuyordu. 12 Kasım 1919’da 300 kişiyle Susurluk’a gelen Anzavur, Balıkesir’deki millî kuvvetleri arkadan vurmak niyetinde olduğu hâlde halka, bu defa fikir değiştirdiğini ve Yunanlılar'a karşı çarpışmak üzere Balıkesir’e gideceğini söylemişti. Bu arada âsi mâiyeti kışlayı yağma etmiş, halkın hayvanlarını almış ve toplara da el koymuştu. Bandırma’daki Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa’nın cepheyi teftiş maksadıyla Salihli’ye gitmiş olması, Anzavur’un işini kolaylaştırmıştı.

Bu durumdan faydalanan Ahmet Anzavur, 13 Kasım günü Susurluk’ta bir müfreze bırakarak, Susurluk-Balıkesir yolu üzerinde bulunan Demirkapı’ya hareket etti. Bunu duyan 61. Tümen Komutanı Albay Kâzım (Özalp) , Anzavur’un Balıkesir’e girmesini önlemek için 14 Kasım sabahı topladığı kuvvetlerle Demirkapı istikametinde yola çıktı. Aynı gün Karacabey’deki 174. Alay müfrezesi Kolordu emriyle Bandırma’ya doğru yola çıkarılmışken, Albay Kâzım'ın (Özalp) emriyle yönünü değiştirerek Susurluk’a doğru yöneldi. Ayrıca Yarbay Rahmi Bey aldığı bir emirle 14 Kasım günü 125 piyâde, 35 süvâri ile Karacabey’den Susurluk’a hareket etti.

61. Tümen Komutanı Albay Kâzım Bey, 15 Kasım, saat 15:30’da Demirkapı sırtlarına geldi, Anzavur kuvvetlerinin çoğu ile Demirkapı’nın güney sırtlarını tutmuş, bir kısım kuvvetlerini de gerisini tehdit etmekte olan Yarbay Rahmi Bey müfrezesine karşı Susurluk cihetine göndermişti. Dolayısıyla 16 Kasım’da Anzavur iki ateş arasında idi. Kısa bir çarpışmadan sonra Anzavur, Susurluk’tan getirmiş olduğu topları, cephâneleri ile birlikte bırakarak kaçtı. Geride 10 kadar ölü, 40 yaralı bırakmıştı. Millî Müfreze’den ise iki subay, 15 er yaralanmış, 8 er de şehit olmuştu.

16/17 Kasım gecesi mâiyeti ile birlikte Susurluk-Kirmasti (Mustafakemâlpaşa) istikametine doğru kaçan Ahmet Anzavur, Der-i Kebir köyü civârında 20 kişilik bir müfreze ile çarpıştı. Anzavur’un atı bu çarpışmada vuruldu, fakat kendisi kurtuldu. Bunun üzerine bölgeyi tamâmen temizlemek gâyesi ile Sâlihli cephesinde bulunan Çerkez Ethem vazifelendirildi. Çerkez Ethem 150 atlı ile 19/20 Kasım’da Balıkesir’e gelerek, Tenkil Kuvvetleri Komutanı Yarbay Rahmi Bey’in yardımcısı olarak vazifesine başladı ve diğer millî kuvvetlerle berâber yaptığı tâkip harekâtı bir ay kadar sürdü. 21 Kasım günü akşamı Çerkez Ethem Susurluk’a geldi. Ahmet Anzavur 22 Kasım günü Gönen’e geçti. Telgrafhâneyi ele geçirerek Yusuf İzzet Paşa’ya ve Çerkez Ethem’e tehdit telgrafları çekti. Gönen’de mevcudunu 130 kişiye çıkaran Anzavur, 25 Kasım’da Gönen’e gelen Çerkez Ethem'le çatışmaya girmeden Bayramiç’e, bilâhâre Saraçlar köyüne çekildi ve Çerkez Ethem’in yaptığı taarruz sonunda 10 kadar ölü bırakarak buradan da kaçtı. 27 Kasım’da Yarbay Rahmi Bey müfrezesi 390 er ve 24 subayla Gönen’e gitmek üzere Aksakal istasyonuna geldiklerinde, karşılaştıkları 50 kadar atlıyla giriştikleri çatışma sonunda âsileri Karacabey’e doğru kaçırttılar. Fakat daha sonra bunları tâkip etmediler. Çerkez Ethem kuvvetleri ise âsileri tâkip ederek Karacabey’e geldi. Ahmet Anzavur burada da tutunamayarak Kirmasti’ye sığınmak istedi. Fakat gönüllülerden teşekkül eden halk, 11 subay ve 110 er ilçenin etrâfını ablukaya alınca, buraya da giremeyen Anzavur, Kirmasti’nin 12 kilometre kadar doğusunda bulunan Söğütalan köyüne sığındı. Yarbay Rahmi Bey, Çerkez Ethem kuvvetleri ile birlikte elindeki bütün arabalara erleri bindirmek suretiyle 30 Kasım günü Söğütalan köyünü sararak Ahmet Anzavur’u sıkıştırdı. Arâziyi çok iyi tanıyan Anzavur yakalanacağını anlayınca, bütün hayvanlarını bırakarak buradan da kaçmayı başardı, Demirkapı-Sultançayırı-Susurluk yolu ile Manyas’a geçti. Anzavur 2/3 Aralık 1919 günü Sultan çayırına geldiğinde yanında ancak 6-7 kişi kalmıştı. Bu arada yanındaki kuvvetleri ile Gönen’e giren Yarbay Rahmi Bey sevinç ve sevgiyle karşılandı.

Ancak Ahmet Anzavur rahat durmadı. Bir süre sonra tekrar ayaklandı.

İkinci Anzavur Ayaklanması, bölgedeki olayların ortaya çıkardığı huzursuzluklardan ve İngilizler ile temasta bulunan bir takım menfaat düşkünü kimseler tarafından meydana getirilmiştir. Ahmet Anzavur da daha önce elde ettiği küçük muvaffakiyetlerine dayanarak, bir türlü dinmeyen kininin ve hırsının etkisiyle bu ayaklanmanın başına geçmiştir.

Ahmet Anzavur’un birinci ayaklanma hâdisesinde adı geçen Edremit Kaymakamı Hamdi Bey’in tâlimatlarıyla Dramalı Rıza Bey , 26/27 Ocak 1920 gecesi Gelibolu Yarımadası’nın Akbaş mevkiinde Fransız askerlerinin muhâfazası altında bulunan, Osmanlı-Rus muhârebelerinde zaptedilmiş bulunan birçok silâh ve cephânelerle makinalı tüfekleri mâhirâne bir şekilde ve cesâretle uyguladığı bir gece baskını ile elde etmiş ve hepsini sabaha kadar Anadolu kıyılarına taşımıştı. Hamdi Bey Anadolu kıyısında da önceden hazır bulundurttuğu çeşitli kara taşıtları ile bunları Biga civârındaki Yenice’ye getirtti. Daha sonra Biga’ya gelen Hamdi Bey, millî teşkilâtın burada kuvvetlenmesi ve genişlemesi için büyük bir gayretle çalışmaya başladı.

Bu târihte Biga’da millî kuvvet sanılan ve kazânın asâyişini de üzerine almış bulunan Kara Ahmet’in emri altında bir milis kıtası mevcuttu. Köylere kadar genişlettiği bekçi teşkilâtı ile halktan zorla para toplayan ve yapmadık kötülük bırakmayan Kara Ahmet’ten ahâli hoşnut değildi. İşte Hamdi Bey bu şartlar içinde Biga’ya gelmişti. Kısa zaman içinde etrafına topladığı cesur ve vatansever küçük bir kuvvetle yaptığı bir baskın sonunda Kara Ahmet ve 10 kadar yakın adamını yakalayıp, Biga Cezâevi'ne hapsetti. Bunun üzerine çetenin diğer adamları da tek tek dağılarak kasabayı terk etti ve bu gelişme ilçede ve köylerde sevinç yarattı.

Serbest kalınca daha rahat çalışmaya başlayan Hamdi Bey, Askerlik Şubesi Başkanı'nın yardımıyla 500 kadar genç topladı. Onları Akbaş’tan getirdiği silâhlarla donattı. Bandırma’daki 14. Kolordu Komutanı’nın tâlimatları ile bu gençler Biga’daki 190. Alay’ın 2. Taburu emrine verildi. Ayrıca Gönen’de bulunan 180. Alay’ın
1. Taburu’ndan da Biga’ya bir müfreze gönderildi. Böylece ilçede kuvvetler çoğaldıkça, bunların eksikleri de kendini hissettirmeye başladı. Paraya ihtiyaç duyuluyordu. Elinde parası bulunmayan Hamdi Bey ihtiyaç duyduğu parayı halktan toplama yoluna gitti.

Bu tür muameleden bıkmış olan halk, yeniden huzursuz olmaya başladı ve Pomaklar, kendilerinden olan Kara Ahmet’i aynı sebepten dolayı hapseden Hamdi Bey’e cephe almaya başladılar. Pomaklar'ın daha önce kaçıp kurtulan ve saklanmış olan bâzı elebaşları Hamdi Bey’in bu hareketinden istifâde ederek, Akbaş hâdisesini bir türlü hazmedemeyen ve Karabiga, Çanakkale dolaylarında dolaşıp duran İngilizler'le temâsa geçtiler. Yine bu civarda bulunan Ahmet Anzavur da yöredeki Çerkez köylerinde dolaşmaya başladı.

İşte bu karışık durumdan faydalanan Pomaklar, Gavur İmam Fevzi ve Çerkezler'den Şah İsmâil adında iki elebaşı etrafına topladıkları 200 kadar silâhla, 1000’den fazla baltalı, bıçaklı ve sopalı köylülerle 16 Şubat’ta bir pazar günü Biga’ya saldırdılar. İlçede bulunan ve erlerinin çoğu Pomak olan 190. Alay'ın 2. Taburu bir-iki silâh sesi ile eksik eğitim ve disiplin sebebiyle dağılınca, Pomaklar meydanı boş bulup, Gavur İmam komutasında ilçeye giroler. Âsilerin ilçeye girmekte olduğunu gören Kâni Bey, derhal evine koşarak, daha önce cezâevinin kapısı önüne yerleştirilen makinalı tüfekle mevkuf olan Kara Ahmet ve arkadaşlarını öldürttü.

Pomaklar'ın Biga’yı işgâl ettiğini öğrenen Ahmet Anzavur, 17 Şubat’ta 15 kadar adamıyla birlikte Biga’ya gelerek Hükûmet Konağı’na yerleşti ve ayaklanmanın idâresini eline aldı. Âsiler, 18 Şubat günü Hamdi Bey’in yanında çalışan İnebolu’lu Üsteğmen Rıza ile Teğmen Besim’i de ele geçirerek Hükûmet Konağı'na getirdiler. Evvela Üsteğmen Rızâ’nın elbiselerini soyup vücudunu hedef gibi kullanarak bir çok bıçak vuruşu ile şehit ettiler. Teğmen Besim’i de soyarak öldürecekleri sırada bölgenin ileri gelenlerinden nüfuzlu bir Çerkez’in müdâhalesi ve ricâsı üzerine vazgeçtiler. Âsiler Biga’ya girdikleri gün, henüz ilçeye yeni gelmiş olan Topçu Taburu Komutanı Binbaşı Kâzım Bey ortadan kaybolmuş ve taburun topları âsilerin eline geçmişti.

Hamdi Bey, âsilerin Biga’ya girdikleri gün, yalnız kalınca, atına binerek Akbaş’tan kaçırılan cephâne ve silâhların depo edildiği Yenice’ye doğru , yola çıkmıştı. Dramalı Rıza Bey komutasında bulunan Biga’daki 190. Alay’ın 2. Tabur’unun bir kısım askerleri cephâneliği korumakta idiler. Âsilerin burayı ele geçirmelerinden endişe eden Hamdi Bey hiç durmadan hareket ederek, Biga’dan 10 saat mesâfede bulunan Avanya Bucağı’nın Eminoba köyüne çok yorgun bir şekilde ulaşarak, atının karnını doyurmak, biraz da istirahat etmek için köydeki okula girdi. Hamdi Bey’i teşhis eden köyün bekçisi ve kâhyasının haber vermesi üzerine okulu basan silâhlı köylüler, Hamdi Bey’in ellerini bağladıktan sonra, tekrar Biga’ya doğru yürüttüler. Kendilerine, yaptıkları bu hareketin Türklüğe, Müslümanlığa vereceği zararları anlatmaya çalışan Hamdi Bey’i gözü dönmüş bu hâinler Biga kasabası civârında bir değirmende şehit ettiler. Hamdi Bey’in cesedini bir araba ile ilçeye götüren âsiler, Kâni Bey’in ve Üsteğmen Ali Rıza’nın cesetleri ile berâber Belediye bahçesinin ortasına attılar. Bu cesetler kasabaya 18 Şubat günü gelen iki İngiliz subayına gösterilmiş ve Şah İsmâil bu iki İngiliz subayı ile berâber evvelâ Karabiga’ya, oradan da İngiliz torpidosuyla Çanakkale’ye geçmiş, bilâhâre 7 torba içinde 5.000 İngiliz altını ile kasabaya dönmüştür.

17 Şubat günü Biga’ya girip Hükûmet Konağı’na yerleşen Ahmet Anzavur; Şah İsmâil, Kürt Mehmet Çavuş ve Gavur İmam’ı Biga’da bırakarak, Akbaş’tan kaçırılan silâhların bulunduğu Yenice’ye hareket etti. Ahmet Anzavur Yenice’de bulunan ve hâdiselerden haberdar olmayan Muhafız Komutanı Dramalı Rıza Bey’i kuşatma altına aldı. 21 Şubat günü öğle saatlerinde 800 âsi ile taarruz eden Ahmet Anzavur’un köye girmesi üzerine, silâh ve cephânenin âsilerin eline geçmesini istemeyen Dramalı Rıza Bey cephâneliği dinamitle havaya uçurdu. Bu çarpışmada âsiler daha önce Biga’da ele geçirdikleri iki dağ obüs topunu da kullanmışlardır.

Bu hâdise üzerine 14. Kolordu Komutanı, Çanakkale’deki Jandarma Taburu’na olaya el koyması için tâlimat verdi. Ancak Sadâret 23 Şubat 1920 târihinde verdiği emirle taburun olduğu yerde kalmasını bildirdi.

Biga ayaklanmasını Gönen Kaymakamlığı vâsıtası ile haber alan 14. Kolordu Komutanı, bu haber üzerine 56. Tümen'in Mustafakemâlpaşa’daki 172. Alay Komutanı'na, 100 mevcutlu bir piyâde bolüğü ile 4 makinalı tüfeği Bandırma’ya göndermesi için tâlimat verdi. Ancak Alay Komutanı, araç, gereç ve cephâne yokluğundan dolayı aldığı bu emri 4 gün sonra, yâni 20 Şubat günü yerine getirebildi.

Ahmet Anzavur’un birinci ayaklanmasında tenkil hareketine katılmış olan Yarbay Rahmi Bey komutasındaki 174. Alay da 191 piyâde, 25 süvâri ve 28 makinalı tüfek ile Karacabey’e geldi. Ayrıca Balıkesir’deki 61. Tümen ve Balıkesir Müdafaa-i Hukuku'nca hazırlanan 1.500 atlı ve piyâde ile iki top ve 9 makinalı tüfekten mürekkep kuvvet, "tâkip müfrezesi" adı altında süvâri Yarbay Süleyman Sabri Bey komutasında 29 Şubat 1920 günü Pazarköy’de harekete hazır hâle getirildi. Bu kuvvetten 300 süvâri ve 200 piyâdelik bir müfreze Gönen istikametine gönderildi. 28 Şubat’tan itibâren de 174. Alay Komutanı Yarbay Rahmi Bey, Karacabey’den hareket ederek Gönen’in batı sırtlarında gereken emniyet tedbirlerini aldı.

Yarbay Süleyman Sabri Bey, müfrezesi ile berâber, 2 Mart 1920 günü Gönen’e geldi. Aynı gün 500 kadar piyâde ile 150 kadar süvâriden ibâret olan Ahmet Anzavur ve Gavur İmam kuvvetleri Gündoğan-Baykara-Hasanbey-Karalar Çiftliği-Bakırlı sırtlarını tutmuştu. 2/3 Mart gecesi Muratlar kuzeyinde Keçidere’yi örtmek üzere gönderilen müfrezeye âsiler taarruz ederek geri attılar. Bunun üzerine tâkip kuvvetleri Komutanı Yarbay Süleyman Sabri Bey, aynı istikamette, 3 Mart günü 14. Kolordu Komutanı’ndan aldığı tâlimat üzerine, tâkip müfrezesi âsileri kuşatacak şekilde taarruza geçti.

Âsilere destek vermek üzere 5 Mart 1920’de bir İngiliz harb gemisi Bandırma’ya gelerek demirlemiş, millî kuvvetleri korkutmak istemiştir. 10 Mart’ta tâkip Kuvvetleri Komutanı Yarbay Süleyman Sabri Bey’in verdiği rapor üzerine, 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa, Yarbay Rahmi Bey’in müfrezesini piyâdelerle takviye edip, bunları Gönen’de bırakmayı, geri kalan kuvvetleri Balıkesir’e geri çekmeyi ve Biga’ya hiç bir kuvvet göndermemeyi düşündüğünü bildirdi. 12 Mart’ta Tâkip Kuvvetleri Komutanı, Bursa’dan gelen kuvvetlerin disiplinsiz ve çapulcu olduklarını, dolayısıyla da Bursa’ya geri gönderilmelerinin uygun olacağını Kolordu'ya teklif etti.

Yarbay Rahmi Bey’in kuvvetleri ile de takviye edilen Tâkip Müfrezesi, Gönen’den kalkarak Biga içlerine kadar ilerledi ve nihâyetinde Gönen’e kadar geri çekilmesi ile yapılan 4 günlük harekâtta 3 subay, 8 er şehit oldu, 5 subay, 29 er yaralandı.

Bu arada Yarbay Rahmi Bey, Gönen’de kalmak istemediğini müfrezesinin ikmâli ve yeniden tanzimi için Bursa’ya gönderilmesini 14. Kolordu’ya teklif etti. Tâkip Kuvvetleri Komutanı Yarbay Süleyman Sabri Bey’in idâresizliği yüzünden meydana gelen mesuliyeti kabul edemeyeceğini Kolordu’ya bildirdi. Bu isteği 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sâmi Bey tarafından kabul görmesine rağmen, Kolordu tarafından reddedildi. Daha sonra Gönen’i bırakarak daha geriye çekilme teklifi de Kolordu tarafından kabul edilmeyen Yarbay Rahmi Bey, Kirmasti’deki 172. Alay'la Kolordu Karargâhı'nın bulunduğu Bandırma’yı takviye etmeyi düşündü. Çâresiz kalınca da, Gönen’in kuzey batı ve güney sırtlarında savunma için tahkimâta başladı.

Gönen Kaymakamı Ali Bey, 31 Mart 1920 gecesi, Bandırma’da bulunan 14. Kolordu Kumandanına çektiği telgrafta: “Ahmet Anzavur’un Avonya yönünden Gönen istikametine yürümekte olduğunu, emri altında 2-3.000 kişinin toplamış bulunduğunu, yarın akşam, belki de en geç öbür gün Gönen’i tutacaklarını” bildirdi. Nitekim 4 Nisan 1920 günü âsiler Gönen’e taarruz ettiğinde, Yarbay Rahmi Bey komutasındaki erler hiçbir tüfek atmadan dağıldılar ve âsiler Gönen’e girerek, müfreze komutanı Yarbay Rahmi Bey ve birkaç subayı şehit ettiler.

Bu hâdise üzerine 5 Nisan günü 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa, Bandırma’daki karargâhını bir süvâri bölüğünün himâyesinde Bursa’ya taşıttı ve Bandırma’da kalan subaylar, erler ve âileleri bir trenle Balıkesir’e gönderildi.

Gönen’den sonra hiçbir çarpışma olmadan Bandırma’ya giren Ahmet Anzavur beş güne kadar, bir kolun Gönen-Balya üzerinden, diğer bir kolun Susurluk üzerinden Balıkesir üzerine, üçüncü bir kolun da Kirmasti üzerinden Bursa’ya sevk edileceğini bildirdi ve İstanbul’da Dâmat Ferit Paşa ile irtibat tesis etti. Nihâyet Bandırma’dan yürüyen Ahmet Anzavur, takriben 5.000 kişilik bir kuvvetle Kirmasti ’ye girdikten sonra Susurluk’u işgâl etti. Adamlarından Gavur İmam Fevzi de, 2.000 silahlı ile, bir kol hâlinde Balya üzerinden Balıkesir istikametine yöneldi. Karacabey’den sonra Kirmasti’ye giren Anzavur kuvvetleri, kasabadaki Jandarma dâiresinde bulunan anahtarlı Osmanlı silâhları ile. Hacı Seyid’in evinde saklanan 172. Alay'a ait 40 sandık cephâneye el koydular ve kazâdaki lokantaları kendilerine yemek vermeye mecbur ettiler.

Bandırma, Karacabey ve Kirmasti havâlisini elde eden Ahmet Anzavur, muzaffer olarak gireceği Bursa’da, cuma namazını Çinili Câmi’de kılacağını ilân etti, böylece Bursa ve Balıkesir’i tehdit etmeye başladı. Fakat Anzavur’un bu faaliyetlerine karşı bâzı tedbirler alınmış, bilhassa Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla bir beyannâme yayınlamıştı.

Ahmet Anzavur’un bölgede savurduğu tehditler karşısında Bursa’daki 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sâmi Bey , bir taraftan Bursa’nın 20 kilometre güney batısında bulunan Sülüklü’de kuvvet toplamaya çalışırken, diğer taraftan da Bursa Müdâafaa-i Hukuk Teşkilâtı’nın ileri gelenlerinden hamiyetli birkaç kişi ile Bursalılar’ı yatıştırmaya çalışıyordu.

Anzavur’un kuvvetleri karşısında Bursa’nın içine düştüğü durumu, o târihte Bursa’daki 56. Tümen'in Kurmay Başkanı olan Rahmi Apak şöyle dile getiriyor:

- “Bursa’da 56. Tümen var; fakat bir türlü bu tümenin kuvvetlerini artırmak, teşkilâtını genişletmek mümkün olmuyor.
100 nefer tedârik edildiği gün 150 nefer silâhları ile birlikte kaçıyor. Halk mutaassıp ve Millî Mücâdele’nin aleyhindedir.
Zâten o zaman Bursa halkı eski emekli ve gayri memnun memurlar, hacılar, hocalarla doludur."

- "Tümenden alınabilen birkaç tabur (300 nefer kadar) güvenilebilecek subayların komutasında Bıırsa’ya
10 kilometre mesâfede bulunan ve Bursa-Bandırma şosesi üzerinde Beşerler mevkiine sürülmüş
ve Anzavıır taarruzuna karşı tahkimat yapılmağa başlanmıştır. 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa,
Eskişehir’den 2. Piyâde Alayı'nı tabur tabur Bıırsa’ya takviye için gönderiyor. İlk Tabur Bıırsa’ya
30 kilometre mesâfedeki Dimboz karakoluna geldiğinde, bozguncular taburun içine giriyorlar,
asker geceleyin dağılıyor, kimseler kalmıyor. 3 gün sonra gelen 2. Tabur hakkında daha dikkatli davranılıyor.
Bölüklerin içine gizli ajanlar sokuluyor, erler arasında Millî hareket hakkında propaganda yapılıyor.
Tabur kusursuzca Bıırsa’ya geliyor, bir gün istirahat ediyor, ertesi gün öğleden sonra Beşevler cephesine
iltihak etmek üzere hareket ediyor. Şehrin bahçeleri arasından geçerken bahçelerdeki kadınlar:
‘Askerler, bu subaylar sizi, Pâdişâh'ın askerlerine karşı muhârebe etmeye götürüyorlar.
Siz müslüman kardeşlerimize kurşun mu atacaksınız? Pâdişâh'a karşı âsi oluyorsunuz,' diye bağırıyorlar.
Tabur, şehirden iki kilometre uzakta, akşama doğru dağılıyor. Bunu önlemek isteyen subaylara karşı erler
silâh çekiyorlar. Öyle bir zaman geliyor ki, 56. Tümen Komutanı ve karargâhından 5-6 subay ile,
Bursa Müdafaa-i Hukuku’nda çalışan birkaç arkadaştan başka Bursa’da güvenilecek kimse kalmıyor!.."

- " Bu dağılan asker, şâyet bu gece geriye gelirken, silahları ile şehrin içine girerse,
içerideki muhaliflerin sevki ile belki bir avuç milliyetçileri de temizler diye birkaç
subay, iki ınakinalı tüfek alarak şehrin batı taraftaki çıkışına yerleştirip, sabaha kadar
dağıtma ve korkutma ateşi yapıyorlar. Böylece dağınık askerlerin şehre girmeksizin
kenarlardan sıvışıp gitmesini kolaylaştırıyorlardı."

Bu durum karşısında bir süre önce kurulan, İzmir Kuzey Cephesi Komutanlığı vazifesini alan Balıkesir’deki 61. Tümen Komutanı Albay Kâzım (Özalp), Sâlihli Cephesi'nde bulunan Çerkez Ethem ‘e şu telgrafı çekti:

- “Her tarafta kara cephemize yakın ve geri bölgelerinde vaziyet vahim bir şekil alınıştır.
Biga civârında kuvvetlerimizi bozmaya muvaffak olan Anzavıır mel'unu, birkaç gün önce
Gönen üzerine ilerleyerek Kaymakam Rahmi Bey’in kuvvetlerini yenmiş, kumandan da
dâhil olduğu hâlde bâzı zâbitlerin şehit olması neticesinde, kuvvetlerimiz dağılmış ve âsiler
Gönen şehrine ve civârına hâkim olmuşlardır."

- "Anzavur bu sefer daha mâhir ve desiseli hareket ediyor. Esir ettiği zâbitleri, askerleri
Halife adına yemin ettiriyor, Kuva-yı Milliye aleyhine tahrik ediyor. Durumu tehlikeli gören
Kolordu Kumandanı Yusuf İzzet Paşa Bandırma’dan çekilmiş, Anzavur ise mukavemetsiz
bulduğu Bandırma’ya girmiştir. Bandırma’da kalan bâzı zâbitler ve bir kısım halk tarafından
karşılanmıştır."

- "Anzavur kuvvetleri şimdi iki koldan Balıkesir üzerine yürümektedirler. Bir kolu Balya
istikametinde ilerlemektedir. Bu kuvvetler Gâvur İmaın’ın kumandasındadır. Bunların karşısında
Edip Bey varsa da, kuvvetlerimizin mâneviyat bozukluğundan şikâyet etmektedir.
Diğer kol, yâni Anzavur’un idâresinde bulunan âsilerin bir müfrezesi dün Karacabey’i işgâl etmiştir."

- "Âsilerin Balıkesir’i ellerine geçirmeleri, Yunanlılarla irtibat teinin etmelerine imkân verecektir.
Bunun ne kadar vahim bir netice doğuracağını tahmin edebilirsiniz. Ben son itaat edecek neferim
kalıncaya kadar döğüşeceğim. Fakat maksat şahsî şeref değil, ortak ve mukaddes bir gâyedir.
Durum muhataralıdır. Bu bakımdan bizzat ve kâfi bir kuvvet ve süratle Balıkesir’e hareket ediniz.
Kuvvetleri Akhisar istasyonundan trenle Balıkesir’e kadar şevki mümkündür. Bu, süratle
gelmenize yardım eder. Telgraf başında muvafakat cevâbınızı bekliyorum. "
61. Fırka Kumandanı Miralay Kâzım

Bunun üzerine Sâlihli cephesinden, Çerkez Ethem’in kumandasında 2.000 mevcudlu süvâri ve piyâde, Demirci Mehmet Efe’nin Aydın Cephesi’nden 600 atlı, Akhisar Cephesi’nden bir millî müfreze, Balıkesir’den Keçeci Hâfız Emin Bey idâresinde bir millî süvâri müfrezesi, Soma Cephesi’nden Selâhattin Efendi kumandasında bir müfreze, İvrindi ve Ayvalık bölgelerinde de önemli kuvvetler gelerek Balıkesir’de toplandılar.

Anzavur’un bu şekilde Bursa ve Balıkesir’i tehdide başlaması üzerine Ankara’da Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemâl Paşa’da şu beyannameyi yayınlamıştır:

- “İtilâf hükûmetleri tarafından İstanbul’umuzun işgâli ve milletimizin hakkında hiç bir târihin kaydetmediği
tahribat ve tecâvüzâta cüret edilmesi üzerine, tekmil Anadolu ve Rumeli’de bir vahdet-i iman ve vicdan
ile feverân eden ve istiklâl-i milleti tahlis gâyesine inhisar eden azm-i millîyi ihlâl için, düşmanlarımızın
en evvel tevessül etmek istedikleri çâre nifâk-ı dâhilîdir."

- "İşte sırf bu maksad-ı hâinânenin tatbikatı cümlesinden olmak üzere, gerek İstanbul’da düşmanlarımızın
âmâlini tatmin için teşkil eyledikleri Ferit Paşa hükûmetini ve gerekse bizzat Anzavur’u teşvik etmişler
ve bunun neticesi olarak Gönen ve Biga havâlisinde ika-ı fesâda teşebbüs eylemişlerdir."

- "Aydın cephesinden Yunanlılar'ın taarruzu püskürtülerek, bu cephenin vaziyeti emin bir şekle girdiği
ve işgâl kuvvetleri Urfa’yı tahliye ettikleri, Kilikya havâlisindeki Mersin, Tarsus, Adana, Haçin mevkiindeki
işgâl kuvvetleri de kâmilen muhasara edildiği bir zamanda, Anzavur’un Gönen havâlisindeki teşebbüsleri
doğrudan doğruya Yunanlılar'ın menâfiine hizmet ve menâfi-i âliye-i milliyeye sarih ve faal bir hiyânettir."

- "Binâenaleyh, Meclis-i Fevkalâde-i Millî âzâsından Ankara’da içtima etmiş olan murahhaslar ve mebusların da
rey-ü karârı inzimam, 61. Fırka Kumandanı Miralay Kâzım Bey’e Karesi livâsı ve 56. Fırka Kumandanı
Miralay Bekir Sâmi Bey’e de Hiidâvendigâr vilâyeti dâhilindeki tekmil Kuva-yı Milliye ve askeriye ve milliyeyi
deruhte eyleyerek, dâhili memlekette ihdas etmek istedikleri tefrikaya mâni olmak için, her tedbire teşebbüs
edebilmeleri ve vahdet ve istiklâl-i millîyi ihlâle teşebbüs edecek veya idâme-i vahdet için ibrâz-ı mesai
etmeyecek olan bilumum memurîn-i mülkiye ve askeriye hakkında cürmün derecesine göre azil, hapis,
idâm gibi her nevi cezâları tatbik için selâhiyet-i fevkalâde verilmiştir."

- "İstiklâl-i millî uğrundaki mücâhede-i kafiyemizde her zaman olduğu gibi bundan sonra dahi tefikât-ı suphâniyeye
mazhariyetimizden eminiz. Cenâb-ı Hak bizimle berâberdir."
Heyet-i Temsiliye nâmına Mustafa Kemâl

Mustafa Kemâl Paşa’nın bu beyannâmesi her yerde halka kuvvet vermiş ve komutanlara da kılavuz olmuştur.

8 ile 14 Nisan 1920 târihleri arasında Ahmet Anzavur’un ikinci ayaklanmasını tenkile ayrılan kuvvetler, işte bu ruh ile Balıkesir’de toplanmış bulunuyordu. Bütün hazırlıklarını tamamlayan birlikler Çerkez Ethem komutasında olmak üzere 15 Nisan 1920’de Balıkesir’den hareket ederek Susurluk-Gönen istikametinde yürüyüşe geçti ve aynı gün ileri kuvvetler Susurluk ile Kirmasti (Mustafakemâlpaşa) arasında Yahyaköy sırtlarında Anzavur kuvvetleri ile karşılaştılar. 16 Nisan sabahından akşamına kadar devam eden şiddetli bir çarpışmadan sonra, Anzavur kuvvetleri darmadığınık bir hâlde kaçtılar. Neye uğradığını şaşıran Ahmet Anzavur, kendi canının kaygusuna düştü, atına atlayarak hiç tereddüt göstermeden emrindekileri bir anda terketti ve Bandırma’ya doğru kaçmaya başladı. Anzavur kuvvetlerini tâkibe geçen millî kuvvetler, önce Mustafakemâlpaşa’ya girdiler, daha sonra da Bandırma’ya geçerek iki kola ayrıldılar. Bir kol Gönen üzerine yürürken, diğeri Karabiga üzerinden Biga’ya yöneldi. Ahmet Anzavur önce Karabiga’ya, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a kaçtı. Balıkesir havâlisi Komutanı Kâzım Bey, 16-17 Nisan gecesi bizzat diğer kuvvetlerle Balya’da bulunan Gâvur İmam üzerine yürüyerek onu da dağıttı ve kaçırdı. Bundan sonra Ahmet Anzavur, Kocaeli bölgesinde
Kuva-yı Milliye’ye karşı güçler arasında görüldü, O târihte Kuva-yı İnzibatiye'nin başında olan Süleyman Şefik Paşa, kendisine sonradan katılan Anzavur Ahmet ile anlaşmazlığa düşünce, görevi bıraktı, İstanbul’a döndü ve Kuvayı İnzibatiye’nin başına Yarbay Senâî Bey geçti. Kuva-yı İnzibatiye 10 Mayıs 1920'de Adapazarı'nı işgâl etti. Ali Fuad Paşa komutasındaki 20. Kolordu Adapazarı'nı geri aldı. 25 Haziran 1920'de Kuva-yı İnzibatiye kaldırıldı.

Bir süre ortalıkta görülmeyen Ahmet Anzavur, 23 ağustos - 12 eylül 1921 târihleri arasında cereyan eden Sakarya Savaşı’ndan bir süre sonra da Köprülü Hamdi Bey’in adamlarınca Karabiga yakınlarındaki Adliye köyü civârında yakalandı. 15 Nisan 1922 günü Çiftlikköylü Mehmet Efe tarafından başı kesilerek öldürüldü. Mezarı Biga'nın Cihadiye köyündedir... Âhıret Âlemi'ndeki hâlini gördünüz.

Biz bu isyânı, neye benzettik, biliyor musunuz?.. Suriye'nin bugünkü hâline!.. (2016)

Ahmet Anzavur, Şah İsmâil takma adlı zibidi, Gavur İmam Fethi gibileri İngiltere'nin desteği ile ülkeyi işgâlden kurtarmaya çalışan Kuva-yı Milliye'ye karşı savaşmadılar mı?.. "Onlar Pâdişâh'ın adamı" derseniz, Pâdişah İngiliz toplarının çevrildiği sarayda oturuyor. Ona çalışan Devlet'e, millet'e çalışıyor sayılır mı?.. İşte Suriye de işgâl altında ama, Devlet Başkanı Beşşar Esad ve başkent Şam istiklâlini koruyor. Ne var ki, orada da bir takım adamlar çıkıp; A.B.D., İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika gibi emperyalist ve sömürgeci ülkeler tarafından desteklenerek ülke bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunan Esad'a karşı savaşmaya başladılar. Üstelik bunlar Dünyâ'nın dört bir tarafından gelen mâcerâperest ve yağmacı, tecâvüzcü, sadist, kaatil şahısları da aralarına aldılar. Yüze yakın çete oluştu. Bir kısmını A.B.D. bize "ılımlı muhâlif" diye yutturduysa da, Nusra'sı da, Özgür (neresi özgür, sömürgeci Hıristiyan Batı'nın kontrolünde) Suriye Ordusu falan, hepsi Esad'ın resmî birliklerine, gerçek Suriye ordusuna karşı direnişe geçtiler... Bir 2011 yılından beri gazetelerde, televizyonlarda, İnternet'te çıkan haberlere bakın, bir de yukarda tafsilâtıyla anlattığımız Anzavur çetesinin şehirleri ele geçirmesine!.. Arada ülke ve târihler dışında hiçbir fark göremiyeceksiniz!..

O yüzden biz deriz ki, ALLAH Esad'ın ve Suriye halkının yardımcısı olsun!.. O ülkeyi bu isyancılardan ve fırsattan istifâde edip ülkeyi işgâle kalkan lânet "koalisyon"dan kurtarsın!...

ESAD kötü olabilir... SADDAM HÜSEYİN kötü olabilir... Beterin beteri var!.. Amerikan işgâli ile birlikte Irak halkı Saddam'ı mumla aradı!.. Çünkü "30 yılda 30.000 kişi öldürdü" diye suçlanan SADDAM'dan sonra gelen işgâlciler 10 yıl içinde 1.000.000 kişiyi öldürdüler, bir o kadarını sakat, Irak hakını da sefil halde bıraktılar... MUAMMER KADDÂFÎ kötü olabilir... Ama Libya halkı, ülkesi NATO tarafından bombalanıp bölünmeye başlayınca, Kaddâfî'yi mumla aradı!.. Türkiye'nin iki katı büyüklükte olan, petrol zengini Libya, fiilen üçe bölündü, 6-7 milyonluk halkı sefâlete düştü... Rahmetli MAHMUT ESAT BOZKURT'un “TÜRK'ün en kötüsü, TÜRK olmayanın en iyisinden iyidir" dediği gibi; kötü denilen ESAD, ülkesi için, emperyalist, sömürgeci Batı'nın uşağı hâline gelmiş en iyi "muhâlifler"den daha iyidir!

Artık TÜRK devlet adamları da başka ülkelerin liderlerini gereksiz yere suçlayıp durmaktan, zâlim Hıristiyan Batı ülkelerinin kuyruğuna takılıp onlarla birlikte Müslümanlar'a zarar vermekten, o ülkelerdeki isyanları desteklemekten vazgeçmelidirler!.. Maazallah, ya başka ülkeler de, Batı'nın şimdi yaptığı gibi ,TÜRKİYE'de çıkan PKK-KCK isyânını desteklemeye başlarlarsa, hâlimiz nice olur?.. Sırça köşkte oturanlar başkasına taş atmamalıdırlar!:

Devam edelim Celse'ye...

Varlık : Köprülü Yahya Kaptan
Tarih : 21.9.1962
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Medyum: Ali

Medyum- Yükseliyorum... Elim dizlerime apışmış vaziyette, dimdik yükseliyorum...
Sanki asansörde imişim gibi... Sâdece renk... Sâdece renk... Başka hiçbir cisim yok...
Sâdece renk... Karışık renkler...

... MENZİL-İ MUVAKKAT'ı geçtim... Sessiz... Kimseyi görmüyorum... Altımda kaldı... Ne çok hızlı,
ne çok yavaş, çıkıyorum... Çok rahat çıkıyorum... Vücudumu görmeye başladım... Görüyorum...
Kendimi görüyorum.. Çırılçıplak olduğumu hissediyorum... Bembeyaz tüle sarılmışım...
Çırılçıplak olduğumu hissediyorum... Bembeyaz tüle sarılmışım... MENZİL-İ İBTİDÂ'yı geçtim...
MENZİL-İ İBTİDÂ'yı geçtim... hızlandım...... Geldim...
İdâreci- Burası neresi?
M- MENZİL-İ FAZL...
İ- İlk defa geliyoruz buraya.
M- ... MENZİL-İ FAZL... MENZİL-İ FAZL... MENZİL-İ FAZL...
İ- Burası hangi menzilden sonra?
M- MENZİL-İ İBTİDA'dan, MENZİL-İ AFİF'ten sonra...MENZİL-İ FAZL...
İ- MENZİL-İ ŞÜHEDÂ'dan evvel mi, sonra mı?
M- MENZİL-İ AFİF'ten sonra, MENZİL-İ ŞÜHEDÂ'dan evvel... Gözlerimi açtım... Çok halsizim...
İ- Biraz dinleniniz.
M- ... Kendimi görüyorum... Bembeyaz tüllerin içindeyim... Ama elimle tüllere dokunduğum zaman,
elim etime değişiyor... Fakat etimi göremiyorum... Tüllerin içindeyim... Çok tatlı tül...
Bağdaş kurup oturuyorum... Elimi hareket ettirebiliyorum... Bacaklarımı hareket ettiremiyorum...
Sanki bu yumuşak yere yapışmışım gibi... Etrâfıma bakıyorum... Etrâfıma bakıyorum... İlk geldim buraya...
Buz tabakalarıyla kaplanmış gibi... Dümdüz...
Uçsuz bucaksız bir beyaz düzlük... Buz tabakalarıyla kaplanmış gibi...
Ama buzların üzerine sanki kar yağmış gibi... Elimi, oturduğum yere koyayım, dedim, elim boşlukta kaldı...
Ama ben oturuyorum... Başımı kaldırdım.. Gökte aydınlık bembeyaz... Öyle güneş falan görmüyorum,
ama bembeyaz... Bembeyaz... Bir ses kulağıma gitmiyor... Etrafta benden başka kimse yok...

...Önümde yer biraz yükseldi... Sanki bir yolu kaplamış gibi bir yol meydana geldi... Çok uzaklardan,
yine uzaklardan o yolun üzerinden birisi ,
ağır ağır geliyor... Ama adımlarını falan görmüyorum....
(Anlaşılmıyor) .... bir yer değil burası... Fakat buzun üzerinde kar gibi bembeyaz... her taraf bembeyaz...
Hiçbir koku da yok etrafta... Ne dağ görüyorum, ne bir ağaç, ne bir cisim... Hiçbir şey görmüyorum...
O şahıs gittikçe yaklaşıyor... Yaklaştıkça... Beyaz tüllere durumda... Ellerini, bacaklarını, kollarını görmüyorum...
Yalnız bir vücut... Sanki o yolun üzerinde bulut gibi kayarak geliyor... Başı açık... Saçları göğsüne,
omuzlarına kadar dökülmüş gibi... Rengini seçemiyorum... Yalnız etrafta, benim vücudum da dâhil,
yalnız onun saçları değişik renkte... Daha göremiyorum... Nefes alırken göğsüm sızlıyor...
Çok sert nefes burada... Acâip bir yer... MENZİL-İ FAZL...

... Çok yaklaştı... Simsiyah, kömür gibi siyah saçları... Vücudunun üzerine sarındığı tüllerle tezat teşkil ediyor...
Simsiyah saçları var... Çok gür saçları... Omuzlarına dökülmüş... göğsüne dökülmüş gibi...
Yüzünü, çehresini kaplamış saçları... Yüzü beyazca ama, bildiğimiz gibi ... Buğday renkli, kara başlı...
Bıyıkları karışmış saçlarına... Bıyıkları da var... Çok yaklaştı... Kaşları çatık ama, bana tebessüm ediyor...
Çok heybetli birisi... Tüllere sarılmış kollarını ileriye doğru uzatarak geliyor... Hiçbir ses yok...
Kimse yok arkasında, yalnız... Başımı geriye çevirmek istedim... Başım sanki bağlanmış gibi...
Biraz... Biraz...
(Anlaşılmıyor) gibi geliyor... Yaklaştı...

... Kollarını, göremediğim elleriyle ileri uzattı.... Birisi arkamdan elleriyle gözlerimi kapattı... (heyecanlanır) ...
Varlık- Sükûna varınız!... Sükûna varınız!...
M- ... Vücudum yanımda, vücudumu göremiyorum... Onun yüzü bu sefer gümûşî oldu...
Saçları da gümûşî renk almış...
KÖPRÜLÜ YAHYA KAPTAN...(2)
V- Sükûna varınız!..
İ- Muhterem üstâdım, kendi hayatlarına âit mâlûmat rica edeceğiz. Özür diliyerek.. Tanıyamadık sizi.
V- 1336 yılının 29 Martı'nda karargâhım olan İzmir yolunda, DEĞİRMENDERE'deki ÇAKIRBEY ÇİFTLİĞİ'nde
tedibiye yüzbaşılarından İZZET tarafından, yaralı olarak çeşmeden su içerken şehit edildim.
İ- TANRI rahmet eylesin. Nur içinde yatınız.
V- KÖPRÜLÜ YAHYA KAPTAN...
İ- Kendi hayâtınıza âit bize biraz daha mâlûmat verir misiniz? Ve o zamanki harekât hakkında
bizi tenvir eder misiniz?
V- 1287'de Köprü'nün Yenikızak köyünde doğdum... Makedonya, Bulgar ve Sırp komitacıları
biz TÜRKLER'e ve MÜSLÜMANLAR'a büyük zararlar verip baskınlar, katliamla mâsumları katlediyorlardı.
Mekteb-i İdâdisini bitirdikten sonra arkadaşlarımla teşkil ettiğim 10.000 kişilik bir grupla
NİYÂZİ BEY'e iltihak ettim. (3) İlân-ı Meşrutiyet'ten sonra RESNELİ NİYÂZİ merhum mâiyetinde bulundum...
Harb-i Umûmî'nin ilânı üzerine CEMÂL PAŞA (4) emrine verildim. TEŞKİLÂT-I MAHSUSA'da (5) vazife aldım...
ÖMER BEY'le (6) iki defa TOWNSHEND (7) mıntıkasına gittim. SİNÂ'da (8) çarpıştım....
Mağlubiyet üzerine gizli cephe YILDIRIM ORDULARI KUMANDANI CENNETMEKÂN MUSTAFA KEMÂL PAŞA'dan
emir alarak İzmir civârında teşkilât kurdum. (9) Yunan çetelerine, Abazalar'a karşı büyük muvaffakiyetler elde ettik...
İPSİZ RECEP çetesini tedip ettim. (10) Karargâhımız ÇAKIRBEYLİ ÇİFTLİĞİ idi. Bir deniğnin (?) büyük para karşılığında,
bir deniğnin büyük para karşılığında, gizlice sayımızdan beş misli fazla, mtralyözlerle teçhiz edilmiş tabur,
çiftliği sardı. Bir buçuk saat mukavemetten sonra kolumdan yaralandım. Kendimi öldüreceğim sırada
yakaladılar, götürdüler. Çiftlik yolundan, çeşmeden yaralı kırık kolumu suyla temizleyip ve su içerken
YÜZBAŞI İZZET haberim olmadan beni nâmertçe öldürdü.
İ- Sizden bâzı ricâlarımız olacak. Bahsetmeden evvel sizin bir emir ve arzularınız varsa, lûtfen bildirin.
Onları yerine getirelim. Eğer arzu ederseniz, sizin ruhunuza bir mevlid okutalım.
V- ALLAH'ın tevfik ve hoşnutluğu üzerine olsun!.. Niyetinizi nereye götürürseniz makbûlümdür.
Ne istiyorsunuz başka?.. Ben bir bohça kantarıyım. Bana çuval kantarlığı yaptırmayınız.
Ben zâten o yüke dayanamam. Burası MENZİL-İ FAZL... Fenâ'dan Ukba'ya gitmeden dört sene önce
işlediğim bir günahtan dolayı, MENZİL-İ ŞÜHEDÂ'ya gönderilmedim. Burada kaldım.
İ- ALLAH'ın inâyetiyle inşaallah mevki ve mertebenizi alırsınız.
V- ..... (?)......
İ- Anlaşılmadı.
V- Elhamdülillah.. El mukadder lâ yûgayyer...
İ- Celsemiz'den sonra sizin Ruhunuz için mevlid okutacağız. Celsemiz'de bulunmanız mümkün mü?
V- Mezuniyetim hudutludur... Hâlis niyet ve tazarrular için menzile ulaşmada hiçbir engel yoktur.
İ- Biz geçen Celsemiz'de gelen Muhterem'in sözlerini anlıyamadık. Acaba sizden rica etsek, lûtfeder misiniz?
V- Su taşıyıcıyı pınar hâline getirmeyiniz. Benden üst kademedekilerin ....
(anlaşılmıyor) ...
gelenleri benim bohçamda bulamazsınız... Sorunuz.
İ- Sual sormıyalım da, sizin hayâtınıza âit enteresan vak'aları bize lûtfedin.
V- Ben inşirah suyunu sunmaya memurum. Aksi hâlde, çeşme-yl ilâhîden verilen emâneti
kirletmiş olurum ki, buna mezun, zâten değilim...
Sorunuz.
İ- Reyhan Hanım'ın ricâsı şu? Kardeşler arasında hak hukukun derecesi nedir?
V- Hak, HAKK'ın Fenâ'ya inzâl ettiği bir nesne değildir. HAKK'ın verdiği müfekkire ile
beşerin kendi kendilerini idâre hususunda ihdas ettikleri ve temeli adl-i ilâhî olan bir mefhumdur ki,
bunun derecesi yoktur. Kardeş olsun, peder olsun, mâder olsun, önce insân-u beşerin hakkı vardır ki,
o da nizamlanmış vazifelere tekaabûl eder.
İ- Medyum çok zor ve yavaş konuştuğu için bu fikirleri anlıyamadık. Lûtfen Medyumumuz
daha yüksek sesle konuşsun.
V- Tecezzi ve şeklî olmayan bir mefhumdur ki, temeli adl-i ilâhîye dayanır. Binâsını beşer imâl eder.
Tecezzi ve şeklî olmaz. Kardeş hakkı, ana hakkı, baba hakkı yoktur. HAK, HAKKI OLANINDIR.
TEKAABÛLÜ VAZİFEDİR. Her hakka bir vazife, her vazifeye bir hak tekabül eder.
Niyetin derecesine göre, örf ve âdetlerin derecâtına göre hak tevzi edilir. Bâzı ahvâlde de verilmez, alınır.
İ- ANİBAL'in Gebze'de öldüğü ve orada gömülü olduğu bildirilmektedir. Doğru mu, değil mi?
Atatürk bu husus üzerinde durmuş.
V- Basit bir hamala, emânet-i ilâhiye taşımaya memur basit bir hamala bir mücevherat yapmasını istemeyiniz.
İ- Arkadaşların şahsî sualleri var. Müsaadenizle.
V- Evet.
İ- Avni Bey'in ricâsı şu: 35 sene evvel annesinin dayısı, İzmir'den İstanbul'a gelirken vapurda kaybolmuş.
Acaba denize mi düştü, yoksa başka bir şekilde mi öldü?
V- .... Hayır. Muvasalat eyledi. Fakat, yine annesinin çok iyi bildiği bir hâdise sebebiyle
rıhtıma ayak basmasından iki saat sonra kaybedildi. Bâdemâ dört sene yaşadı.
Bilâhâre HAKK'ın rahmetine kavuştu. Bakiyesi de bir çuval içerisinde Sivriburun yakınlarında atıldı.
Fakat bir şahıs nâmına aldığı emir üzerine 12 sene sonra bu hâdiseyi ilgililere anlatmıştı.
Yapılan tahkikat fayda vermedi. Sual soranın annesine de hâdise olduğu gün mânâsında anlatıldı.
Fakat temiz olmadığı için niyâzını izah edemedi.
İ- Vasfiye Hanım'ın ricâsı: Cumhuriyet'in ilânından iki sene sonra, babası arkasından meçhul şahıslar
tarafından vurularak öldürülmüş. Kendisi Atatürk taraftarıymış. Kimler öldürmüş_
V- .... 1341 yılının 2 Mayıs Çarşamba günü ezânî saatle 8'de hâdise vukû buldu. Öldüren FİKRİ'dir.
FİKRİ... Fakat bunun siyâsî cephesi perdedir. Esas ikili arasında geçen vak'adır. Fikri de 6 ay sonra
cezâsını buldu. Merhum mâsum...
İ- Reyhan Hanım zihnen soruyor.
V- ... Kâfi miktarda ateşe yaklaştınız. O harâretle iktifa ediniz. Daha fazla giderseniz, yanmak mukadderdir.
İ- Vildan Hanım da zihnen soruyor.
V- ... İnsâfı elden bırakmasın! Daha bir sene bir geriye almasın.. Soruyu değiştirmesin!
Teksif!.. teksif!.. Zannettiğiniz gibi temiz değildir. Siz temizleyiniz.
İ- Haluk Alpender soruyor: Pâris'e gitmem kat'i. Fakat târihini bilemiyorum. Ne zaman?
V- ... Men sahare zafere...
İ- ....?.... soruyor.
V- ... Bir asma çubuğundan alınacak üzüm, çubuğun bakımına bağlıdır. TARLADA DEĞİL,
TOHUMDA ESBÂB ARANSIN!
İ- Kadri Bey'in ricâsı: Kimsenin yardımı olmadan mâlûliyetim geçip rahat olarak yürüyebilecek miyim?
V- ... Tebşir edildi...
M-...
(Varlığa) Afedersiniz... Afedersiniz...
V- Uskur... Üç Nevruz...
İ- Uskur burada sabır mânâsına mı?
V- Sabrediniz. Üç Nevruz sonra kat'i selâh...
İ- Sabahat Hanım'ın ricâsı: Kayınımın çocuğu Handan'ın beyninde bir rahatsızlık varmış.
Burada bir tedâvi görmemiş. Dış memleketlere giderse, şifâyap olacak mı?
V- Acıkmış bir karnı kuru ekmekle de doyurursunuz, bir ziyâfetle de doyurursunuz.
Sâhip olduğunuz meblâğa bağlıdır. Asıl olan açlığın giderilmesidir.
İ- ... ?.... soruyor.
V- ...Aynaya bakarsan, kendini görürsün. Silâhlarla oynamaya başladı. Ehliyse, zarar vermez.
Ehli değilse, kendine çevrilir... Aynaya bakan kendini görür. Aynaya bakan kendini görür.
İ- Benim için birşey söyler misiniz?
V-... Susuzluğu giderecek bir sürü pınarlar var. Birisi kâfi gelmezse, diğerine geçersin.
M- ... "Vaktim dolmadı," diyor... "Beni selâmetleme mecbûriyeti hâsıl oldu," diyor...
"Sen kâğıttan pabuçla bâdemâ yalçın kayalara tırmanmaya çalışma!... " ....
Bana, "Bu akşam kâğıttan pabuç giymişsin, kayalara niçin tırmandın?" diyor....

(Celse'nin bundan sonrası kaydedilmemiştir.)

Önce az kullanılan kelimelerle başlıyalım.. İBTİDA , "başlangıç" demek... MENZİL-İ İBTİDA, "İlk Menzil, İlk Durak" anlamına geliyor.
MENZİL-İ FAZL, "Olgunluk Menzili" demektir.
MENZİL-İ AFİF, "Temiz ve Nâmuslu Olanların Yeri" demektir.
DENİGN diye bir kelime yok. Yanlış kaydedilmiş... Ne kastedildiğini anlayamadık.
TEVFİK , "ALLAH'ın yardımına kavuşma, uydurma, uygun düşürme, başarıya ulaştırma" anlamlarındadır. Celse'de "yardım" anlamında kullanımıştır.
MEZUNİYET "izinli olma durumu, yetki, okulu veya kursu bitirme" demektir. Burada "izinli" mânâsına kullanılmıştır.
İNŞİRAH , "iç açılması, gönül açılması, ferahlık, Kur'an-ı Kerim'de bir süre adı" demektir. Celse'de "ferahlık" anlamında kullanılmıştır.
İNZÂL , "indirme" demektir.
İHDAS , "kurma, ortaya çıkarma, meydana getirme" demektir.
TEKAABÛL , "karşılık olma, karşılama" demektir. Celse'de "Hakkın karşılığı vazifedir" şeklinde kullanılmıştır.
BÂDEMÂ , "bndan sonra, bundan böyle, ondan sonra" demektir. "Minba'd", "fimaba'd" şeklinde de kullanılır.
BİLÂHÂRE , "sonra, sonradan, daha sonra, sonraları" demektir.
TECEZZİ , "parçalara ayrılma, ayrılma, bölünme" demektir.
İKTİFA ETMEK , "yetinmek" demektir.
USKUR , "pervâne" demektir. Celse'de soruya uymuyor... İki yukardaki suale verdiği cevapta "Kâfi miktarda ateşe yaklaştınız. Daha fazla giderseniz, yanmak mukadderdir" demişti ya, "uskur" kelimesi ondan sonra gelseydi, ""yoksa ateşe doğru uçan pervâne gibi yanarsın" anlamına gelirdi.
MÂLÛLİYET , "sakatlık, hastalıklı olma, illetlilik" demektir.
TEBŞİR , "müjdeleme, muştulama" demektir.

"El mukadder lâ yuğayyer'' ifâdesi, "Kader değişmez, değiştirilemez" demektir.

"Men sabare zafere" ifâdesi "Sabretmek büyük bir zaferdir" mânâsınadır.

Şimdi geldik Muhterem Varlığın hayat hikâyesine... Onu da uzun uzun anlatmak ve Ahmet Anzavur ile kıyaslamak istiyoruz.

Dikkat ediyor musunuz, bu Celseler'de verilenler bizi araştırmaya sevkediyor ve yakın târihimiz hakkında okul kitaplarından öğrendiklerimizden daha derin bilgilere ulaşmamızı sağlıyor. Ben bundan çok büyük haz duyuyorum. Umarım, sizdeki etkisi de aynı olur.

(2)KÖPRÜLÜ YAHYA KAPTAN 1891 yılında, Makedonya'nın Köprülü kasabasında doğdu, diye geçiyor.... Celse'de "1287'de Köprü'nün Yenikızak köyünde doğdum" demiş... Milâdî 1881 ediyor ki, doğum târihine uymuyor. Ama artık alıştık, Âhıret Âlemi'nde karşılaştığımız Varlıklar bize böyle yanlış bilgiler vererek araştırmayı teşvik ediyorlar... Köprülü doğru, köyünü bilmiyoruz.

Köprülü Yahya, 1910 yılında, Makedonya’da, amcasına saldıran bir Bulgar’ı öldürüp dağa çıktığında, kendisi yazgısını da çizmiş oldu. Dağa çıkarken yaşadığı yerler Osmanlı egemenliğindeydi. Fakat, gerçekte bu bölgede Osmanlı otoritesi son derece sınırlanmış, gerilemiş ve çürümüştü. Uluslararası Jandarma gücü, sömürgecilerin Balkanlar'daki gücünün göstergesiydi. Birer nüfûz savaşına dönen yerleşim bölgelerinde, etnik milliyetçilik, yüzyıllarca birlikte yaşayan, aynı otoriteye boyun eğen halkları birbirine düşürüyordu

Köprülü Yahya dışında, dağlar eşkıyâ ile doluydu. Sıradan eşkıyânın yanısıra, bir çok milliyetçi ve meşrutiyetçi çete bu dağlarda barınmaktaydı. Böylece Makedonya dağlarında bir “çete kültürü” oluştu… Örgütsel yapısı, hiyerarşisi, sıfatları gelenekseldi. Meselâ, çete reislerine “kaptan” denirdi. Kurtuluş savaşında ismi geçen bir çok “kaptan” bu gelenektendi.

Sırp çeteleri içinde yetişen Yahya Kaptan, kendi çetesini kurduktan sonra, Bulgarlar'a karşı mücâdelesini sürdürdü. Bölgedeki milliyetçi çarpışmaların bilinçli bir taraftârı değildi. Fakat, doğduğu Köprülü kasabasında Bulgarlar'ın başlattığı katliamlarda doğal taraf oldu. Bulgar milliyetçilerin bölgedeki Müslümanlar'a yönelik baskılarına karşı direndi.... Celse'de Bulgar ve Sırp komitacıları TÜRKLER'e ve MÜSLÜMANLAR'a büyük zararlar verip baskınlar, katliamla mâsumları katlediyorlardı" demiş... Doğru!... Ancak "arkadaşlarımla teşkil ettiğim 10.000 kişilik bir grupla NİYÂZİ BEY'e iltihak ettim" demiş... 10.000 kişi muhtemelen abartılı... Sultan II. Abdülhamid'e isyân edip, 150 kişiyle dağa çıkan RESNELİ NİYÂZİ BEY'e katıldığı konusunda da bir bilgiye rastlamadık.

Bulgarlar'la çatışma bittiğinde bittiğinde Sırplar tarafından onurlandırıldı. Ancak, kısa zaman sonra, bölgede kurulan yeni otoriteler, çetelerin hayat koşullarını ortadan kaldıracak kadar güçlendi. Yahya Kaptan için Makedonya’da vârolma şartları kalmadı. O da İstanbul’a yöneldi.

I. Dünya Savaşı başlamamadan önce İttihat ve Terakki liderlerinden Enver Paşa’ya bağlı olarak Teşkilat-ı Mahsusa kuruluyordu. Bu örgüt, güvenilir ve çete deneyimi olan bireyler arıyordu. Osmanlı ordusunun yanında, bilgi toplamak, sabotaj ve karşı propaganda gibi görevleri üstlenmek üzere kurgulanan örgüt, Yahya Kaptan’ın hayat biçimine uygundu. Örgüte katılma teklifi gelince hemen kabul etti. Teşkilat-ı Mahsusa içinde bulunduğu sürede iki görev üstlendi. TEŞKİLÂT-I MAHSUSA'da vazife aldım. ÖMER BEY'le iki defa TOWNSHEND mıntıkasına gittim" demiş... Görev aldığı doğru.. İlkinde, Sırplar'a karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirdi. İkincisinde ise Halil Paşa’nın Irak cephesindeki mücadelesinde, Arap aşiretlerinin çöl çeteciliği taktiğine, “karşı-çeteci” eylemler üretti. TOWNSHEND mıntıkasına gittiği de doğru... Ancak Ömer Bey kim, bulamadık. "SİNÂ'da çarpıştım" demiş, doğru değil. Bundan Cemâl Paşa emrine verilmediği çıkıyor...

Irak Cephesi’nden dönerken, İttihat ve Terakki’nin ünlü silahşörü ve fedâisi Yakup Cemil ile tanışan Yahya Kaptan, onun coşkusundan, diriliğinden oldukça etkilendi. Yakup Cemil’in idealinin bir parçası oldu. Yeni bir kabine kurmak için başlattıkları mücâdelede tutuklanıp yargılandılar. Yakup Cemil idâm edildi, Yahya Kaptan Irak’a sürgüne gönderildi. I. Dünya Savaşı bittiğinde, Osmanlı orduları merkeze çekilirken, Yahya Kaptan da İstanbul’a geldi. Fakat, İstanbul’da iklim değişmişti. Artık, Mondros Ateşkes Antlaşması koşulları vardı. Sultan Vahdeddin Meşrutiyet'e son vermiş, Meclis'i kapatmıştı. Pâdişah, en sert yüzünü yenilginin sorumlusu “İttihatçılar"a gösteriyordu. Teşkilat-ı Mahsusa da İttihatçılar'ın kurduğu bir örgüttü ve 8 Ekim 1918'de hemen dağıtıldı. Yahya Kaptan da bu önyargıdan nasibini almıştı. İstanbul’da yaşayabileceği koşullar kalmamıştı.

Eski İttihatçılar'ın kurduğu gizli örgütlerden en önemlisi olan Karakol Cemiyeti’nin Menzil Grubu'na katıldı. (Şimdiki Menzil Tarikatı ile hiçbir alâkası yok.) Yenibahçeli Ahmet Şükrü Bey liderliğindeki Menzil Grubu, Anadolu’da başlaması olası mücâdeleye malzeme ve insan aktarımını sağlamak için Kocaeli Yarımadası’nı kontrol altında tutmayı amaçlamıştı. Kocaeli Yarımadası, Makedonya koşullarına benziyordu. Dağları eşkıyâ doluydu. Bunların bir kısmı, tıpkı Makedonya’da olduğu gibi sıradan eşkıya iken, bir kısmı, özellikle Rum eşkıyâlar, etnik milliyetçi bir kültüre sâhipti. İtilâf Devletleri de azınlıkların “çete” eylemlerini destekliyordu. İtilâf Devletleri, Kocaeli Yarımadası'na özel bir önem vermekteydi. Tasarladıkları Boğazlar Bölgesi ve Anadolu’dan gelecek tehlikelere karşı kilit bir konumda olan yarımadanın kontrolde tutulması, özellikle İngiliz Hükûmeti’nce elzem kabul edilmekteydi.

Yahya Kaptan, bölgeye geldiğinde, bölgedeki çeteler, Karakol Cemiyeti’nin bu bölgedeki üyelerince, özellikle Dr. Fahri Can tarafından, eylemleri denetlenecek bir yapıya kavuşmuştu. Karakol Cemiyeti ve Binbaşı Necâti Bey, bu yapının askerî kanadını oluşturuyordu. Her ikisi de Osmanlı askerî sıfatı sürdürürken, Karakol Cemiyeti üyesi idiler. Yenibahçeli Şükrü Bey’e bağlı çalışıyorlardı. Bölgedeki eşkıya ve Karakol Cemiyeti’nin örgütlediği yapı birleştirildi ve başkanlığına, lider kişiliği ve deneyimi ile Yahya Kaptan getirildi. Karakol Cemiyeti’nin Başkanı Kara Vâsıf Bey, ülkeyi terk etmiş olmasına karşın, Teşkilât-ı Mahsusa kasasını elinde bulunduran ve ödeme hakkı bulunan Enver Paşa’nın örgüte gönderdiği paralardan, zaman zaman Yahya Kaptan’ın liderliğindeki örgüte de aktarma yapıyordu.

Böylece, bölgedeki azınlık örgütleri, İtilâf Devletleri, İstanbul Hükûmeti ve Karakol Cemiyeti Kocaeli Yarımadası’nın denetimi için bir mücâdele başlatmış oldular. Bu mücâdele Mustafa Kemâl’in Anadolu’da kurduğu ulusal örgütle yeni bir boyut kazandı.

Sivas Kongresi ile bütün millîl güçlerin bir çatı altında toplanmaya başlaması ve Heyet-i Temsiliye’nin kuruluşu, Kocaeli Yarımadası'ndaki güçler çatışmasını hızlandırdı. Temsil Heyeti’nin egemenliğine girmek istemeyen ve bağımsız hareket etmek isteyen Karakol Cemiyeti ile Temsil Heyeti ve özellikle Mustafa Kemâl Paşa arasında bir gerginlik başladı. Bu gerginlik Kocaeli Yarımadası'na da yansıdı.

Yahya Kaptan, Kocaeli Yarımadası'nda örgütünü sağlamlaştırdıktan sonra Mustafa Kemâl Paşa’ya bağlılığını bildirdi. Böylece, Karakol Cemiyeti yerine Temsil Heyeti’ne bağlanmış oldu... Celse'de "mağlubiyet üzerine gizli cephe YILDIRIM ORDULARI KUMANDANI CENNETMEKÂN MUSTAFA KEMÂL PAŞA'dan emir alarak İzmir civârında teşkilât kurdum" demiş... Varlıklar bizi boş bırakırlar mı?... Öyle Medyum uyut, Fircan çevir, sonra "Ruh çağırdık deyip, yan gel, yat!.. Yok öyle şey!:. Verilenleri bir bir araştıracaksın!..

Yahya Kaptan, Mustafa Kemâl ile irtibata geçip görev almış ama, Yıldırım Orduları Kumandanı iken değil, Samsun'a çıktıktan sonra!.. Ve İzmir civârında değil, Kocaeli Yarımadası'nda teşkilât kurmuş!.. "Yunan çetelerine, Abazalar'a karşı büyük muvaffakiyetler elde ettik. İPSİZ RECEP çetesini tedip ettim" demiş... İpsiz Recep eskiden eşkiyâ idi, o târihlerde o da Millî Mücâdele'ye katılmıştı. Tedip edilmemiştir.

İstiklâl mücâdelesinin bir parçası olma kararı, Kocaeli Yarımadası’nda birbiriyle çatışan güçleri korkuttu… İtilâf Devletleri, İstanbul Hükûmeti ve Karakol Cemiyeti, Ulusal mücadele karşısında “çıkar” birliği ile bir ittifak oluşturdular. Bu ittifakın oluşmasında, İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin katkısı, pek muhtemeldir.

Yahya Kaptan, Millî Mücâdele'nin Kocaeli Yarımadası’ndaki temsilcili olmakla; İtilaf Devletleri’ne, yerel etnik milliyetçi örgütlere, Karakol Cemiyeti’nin baskılarına, İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin oyunlarına ve elbette İstanbul Hükûmeti'nin Jandarma kuvvetine karşı mücadele etmek zorundaydı. Zaman zaman küçük yılgınlıklar yaşasa da, mücâdeleyi hiç bırakmadı.

Millî Mücâdele karşıtı güçler, Temsil Heyeti’nin Yahya Kaptan’a desteğini zayıflatmayı başaramamış olsalar da, Heyeti Temsiliye’nin bölge ile iletişimini telgraf tellerini keserek bir süre engellediler. Böylece, İstanbul Hükûmeti’nin Jandarma Komutan Vekili Hilmi Bey komutasındaki askeri birlik, destek alma ihtimâli kalmayan Yahya Kaptan’ı Tavşancıl’da kuşattı. Yahya Kaptan, tutuklandıktan sonra, 8 Ocak 1920 günü bir pınardan su içerken ensesinden vuruldu. Başı kesilerek şehit edildi. Daha 30 yaşını bile doldurmamıştı. Varlık, Celse'de " su içerken YÜZBAŞI İZZET haberim olmadan beni nâmertçe öldürdü" demiş... Kayıtlarda üç isim var: Genel Jandarma Komutan Vekili Hilmi Bey, Üsküdar Jandarma Komutanı Nazmi Bey, Yüzbaşı Nâhit Efendi... Yüzbaşı İzzet diye biri yok, bulamadık...

. MUSTAFA KEMÂL, bu cinâyetten haberdar olunca, çok öfkelendi ve tâ Cumhuriyet'in ilânından sonra dahi bu olayın peşini bırakmayarak bu işten kimlerin sorumlu olduğunu ve kimin bu işte parmağının olduğunun bulunmasını istedi... MUSTAFA KEMÂL yazmış olduğu Nutuk'ta YAHYA KAPTAN'a 12-13 sayfa ayırdı... Şöyle ki:

- Bir gün telgrafçılar, Sivas Telgraf Merkezi’ne şu bilgiyi veriyorlardı: "Çok acele bir telgrafı durdurdular,
yâni İstanbul’da durdurulmuştur. Telgraf metni aşağı yukarı şöyledir :

- "Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Dün İzmit’ten tavsiye edilen Yahya benim. Yarın akşam Kuşçalı telgrafhânesinde emrinizi bekliyorum."

- Kuşçalı, Üsküdar ile Gebze arasında bir köydür. Gerçekten de Yahya Kaptan, bana İzmit’te teşkilâtımız
tarafından tavsiye edilmişti. 4 Ekim 1919 târihinde Kuşçalı merkezinden şu telgrafı aldım :

- Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Önemli ve çok ivedi

"Bendeniz, size iki gün önce İzmit’ten tavsiye edilen Yahya’yım. Emriniz üzere, telgraf
başında emirlerinizi almaya geldim. En geç yarın akşama kadar Kuşçalı telgrafhânesindeyim."
Yahya

- Anlaşıldığına göre, Yahya Kaptan, İstanbul’dan telgrafının çekilmediğini anlayınca, kendisi daha Kuşçalı’ya gelmeden,
bu telgrafı Kuşçalı merkezine göndererek çektirmiş (Belge: 199) Ben de şu emri verdim:

4.10.1919 ...İzmit Merkezi Vasıtasıyla Kuşçalı Telgrafhanesi’nde Yahya Efendi’ye
- "Bulunduğunuz bölgede güçlü bir teşkilât kurunuz. Adapazarı Kaymakamı Tâhir Bey vâsıtasıyla,
bizimle irtibatı sağlayınız. Şimdilik hazır bulununuz."
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mustafa Kemâl ( NUTUK, Belge: 200)

- Efendiler, Yahya Kaptan, aldığı bu emir üzerine, teşkilât kurdu ve aylarca İstanbul ile ilişkisi bulunan çevrelerde
hâin çetelerin faaliyetlerine engel oldu. Sonunda, İstanbul Hükûmeti tarafından öldürtüldü. Gerçi, Yahya Kaptan’ın faaliyeti ve fecî bir şekilde şehit edilmesi, bundan sonraki ayları ilgilendirir bir olay ise de, burada, olaydan söz edilmişken,
konuya bir daha dönmemek için şimdi açıklanması yerinde olur sanırım.

24 Kasım 1919 tarihinde Kartal Merkezi’nden şu telgrafı aldım:

- "Köy içinde suçsuz adam öldürme, Nâhiye Müdürü'nü herkesin önünde dövme ve
köylerdeki yağma olaylarından dolayı Yahya Kaptan’ı Hükûmet'e teslim mecburiyeti
doğmuştur. Dâhiliye Nezâreti bu konuyu titizlikle tâkip ediyor. Hükûmet'in güç
durumda kalmaması, Yahya Kaptan’ın teslimini gerektiriyor. Zâtıdevletleri'nin emirlerini
makine başında bekliyorum, efendim."
İmza: Kartal Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Hey’et-i Temsiliye Başkanı
Binbaşı Ahmet Necâti (Belge 201)

- Askerlerin ve devlet memurlarının, açıktan açığa bizim millî teşkilât şubelerimizin başkanlıklarını almaları usûlden değildi. Bir de bizim teşkilât tüzüğümüzü bilmesi gereken şube başkanlarının, Hey’et-i Temsiliye’nin yalnız bir tek hey’et olduğunu, her yerde birer Hey’et-i Temsiliye bulunamayacağını bilmesi gerekirdi. Bu telgraf üzerine, İzmit’teki Tümen Komutanı’na
şu telgrafı yazdım:

Şifre Sivas, 25.11.1919 , İvedi
İzmit’te 1' inci Tümen Komutanı Rüştü Beyefendi’ye
- "Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ünvânı ile Ahmet Necâti Bey tarafından gönderilen bir telgrafta:
Öldürme, Nâhiye Müdürü'nü dövme ve köylerdeki yağma olayından dolayı Yahya Kaptan’ın Hükûmet'e teslimi
mecburiyetinin doğduğu ve Dâhiliye Nâzırı’nın da bu konuyu titizlikle tâkip ettiği bildirilmektedir."

- "Başından beri Millî Mücâdele’de büyük yararlıklar göstermiş olan bu zâtın, memleketimizin bu
bunalımlı günlerinde Hükûmet'e teslimi asla uygun görülmemekte olduğundan, işin, Hükûmet'in
otoritesini de dikkate almak sûretiyle, Yahya Kaptan’ın şu aralık kanunî kovuşturmadan kurtarılması
şeklinde çözüme bağlanması, Kartal’da Necâti Bey’e gereken direktifin verilmesi ve sonucun bildirilmesi
önemle rica olunur."
Hey’et-i Temsiliye adına Mustafa Kemâl

26 Kasım 1919 târihinde Hereke merkezinde de şu telgrafı aldım:

- "Millet adına istirham ediyorum; bugünlerde Binbaşı Necâti Bey’in yolsuzlukları, Kuva-yı
Milliye’yi lekelemektedir. Hemen soruşturma açılmasına emir buyurulmasını rica ederim."
Gebze İlçesi Milis Komutanı Yahya

İzmit’teki Tümen Komutanı’ndan aldığım cevap aynen şudur:

İzmit, 29.11.1919
Sivas’ta 3'üncü Kolordu Komutanlığı’na
İlgi: 25.11.1919

- "Hey’et-i Temsiliye Başkanlığı’na: Şimdiye kadar yaptığım soruşturmaya göre Yahya Kaptan’ın adam öldürme,
Nâhiye Müdürü'nü dövme gibi suçlar işlemediği, yalnız Binbaşı Necâti denilen zâtın kendi şahsî çıkarlarını
yürütebilmek için Yahya Kaptan’ın vücudunu ortadan kaldırma gâyesini güttüğü ve bu konuda zâtıâlînize
telgrafla müracaatta bulundukları zaman Yahya’yı da aldatarak yanlarına getirip öldürme plânı kurdukları
ve Yahya’nın durumu sezerek kendisini kurtarmış olduğu anlaşılmıştır. Soruşturmayı gerektiği şekilde
derinleştiriyorum. Sonucu arz ederim."
1'inci Tümen Komutanı Rüştü

Tümen Komutanı Rüştü Bey’in birkaç gün sonra verdiği tamamlayıcı bilgi şuydu :

İzmit, 5.12.1919
Sivas’ta 3'üncü Kolordu Komutanlığı’na
Hey’et-i Temsiliye’ye:
- "Binbaşı Necâti Bey’in, Maltepe Atış Okulu’nda görevli memur olmasına rağmen,
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatını takınarak, Kuva-yı Milliye adına başına
topladığı Arnavut Küçük Aslan çetesiyle ortalığı soydurmakta olduğu ve Gebze
Jandarma Yüzbaşısı Nâil Efendi’nin de bununla işbirliği yaptığı hususunda, bende
şüphe kalmamıştır."

- "Son zamanlarda, Hükûmet'in başına dert açan Darıca Rum bekçilerinin öldürülmesi
ve Stelianos adında bir zenginin dağa kaldırılarak para istenmesi gibi eylemlerin adı
geçen çete vâsıtasıyla yaptırılması ve bütün bu yapılanların, böyle bayağılıklara
yanaşmayan Yahya Kaptan’a yükletilerek, kendisi hakkında gerek oraya, gerek
Hükûmet'e asılsız ihbarlarda bulunulması, her hâlde bunların millî teşkilât perdesi
altında halkın ve Hükûmet'in başına dert açarak, kendi keselerini doldurmaktan
başka bir maksat beslemedikleri ve belki de daha başka siyâsî bir maksatlarının
bulunduğu kanaatini doğuruyor."

- "Şimdiye kadar pek nâmuslu hareket etmiş ve etmekte olan Yahya Kaptan’ın bu gibi
eylemlere katılmaması ve yukarıda adı geçen çetenin kendi koruma bölgesinde hiçbir
rezâletine meydan vermemesi dolayısıyla, onun vücudunu resmî veya gayri resmî olarak
ortadan kaldırmaya çalışıyorlar."

- "Dün Yahya Kaptan yanıma gelerek hayâtının tehlikede olduğunu, bu yüzden adamlarının
silâh ve cephânelerini getirip teslim ederek kendisinin de buradan uzaklaşacağını bana
resmen söyledi. Kendisine gereken öğütleri vererek ve daha hizmet edecek önemli zamanlar
bulunduğunu anlatarak, tekrar yerine gönderdim. Herşeyi iyi bilmesi gereken Gebze
ilçesi Kaymakamı'ndan durumu resmen sorunca, aldığım cevap da tamâmen yukarıda
arz ettiğim şekilde, yâni Necâti ve Nâil Efendi’lerin aleyhinde, Yahya Kaptan’ın lehindedir.
Necâti Efendi’nin İstanbul’da nere ile haberleştiğini bilemiyor isem de, bir yerden
arasıra para aldığı söyleniyor."

- "Bunların varlığı ve cana kastetmiş olmaları dolayısıyla, Yahya Kaptan bu bölgede durmak
istemiyor. Bu bakımdan zâten muvazzaf bir subay olan Necâti Efendi’nin başka bir yere,
Nâil Efendi’nin de daha başka bir yere gönderilmesinin zarurî olduğuna hükmediyorum.
Oraları İstanbul ile haberleşmekte olduklarından, tabiî bendenizce bir şey yapılamamaktadır.
Gereğinin oraca yerine getirilmesi arz olunur."
1'inci Tümen Komutanı Rüştü

- Rüştü Bey’in verdiği bilgilerden uzun uzadıya bahsederek, durumu 8 Aralık 1919 târihinde, Harbiye Nâzırı Cemâl Paşa’ya yazdım. (Belge: 202)

Aynı târihte, durum ve Cemal Paşa’ya yapılan müracaat açıklanarak, işin tâkibi, İstanbul’daki teşkilâtımızın başkanlarına da bildirildi. (Belge: 203)

- 19 gün sonra, yâni 27 Aralık 1919 târihli ve şifreli, şifrenin altında Vâsıf, dışında Albay Şevket Bey’in imzalarını taşıyan
uzun bir telgrafla, şu bilgi veriliyordu:

- "… Güvensizlik ve huzur yokluğunun başlıca sorumluları Yahya Kaptan ile arkadaşı
Kara Aslan ve Alemdağı’nda dolaşan Sâdık çeteleridir."

Yahya Kaptan’ın birtakım şımarıklıklarından bahsettikten sonra,

- "… Bizi, artık bu haydutu zarar veremeyecek bir duruma getirmeye teşebbüs ettirmişti.
Öteden beri araları iyi olmayan Küçük Aslan çetesinin itibârda olması (?!), kendisini
çeşitli yollarla suçlarını örtbas etmeye yöneltmiştir."

- "Yüzbaşı Nâil, Yahya’nın aleyhindedir. Necâti Bey’e gelince, düşmüş olan eski
Hükûmet zamanında Kartal ilçesince başkan seçilerek, Kuva-yı Milliye adına merkezle
ilgisini kesmiş (?..), millî teşkilâtı kuvvetlendirmiş… Yeniköy Rumları'nın etraftaki
sarkıntılıkları üzerine, Küçük Aslan çetesini dolaştırmaya başlamış… Tarafınızdan para
da verilmiştir (?!)"

- "Yahya Kaptan her şeyi sonuçsuz bırakmak manevrasına başvurmaktadır.
Binbaşı Necâti, biraz idâresiz ise de, cezâyı hak etmiş değildir. Gebze Kaymakamı'nın…
bir an önce başka bir yere alınarak, Rum ve Ermeni entrikalarına son verdirilmesi…"
(Belge: 204)

Efendiler, bu bilgiler arasında, benim bilmediğim noktalar da vardı. Söz gelişi, ben Küçük Aslan çetesinden
ve onun itibârlı olduğundan habersizdim. Bu çeteye Necâti Bey vâsıtasıyla para verdiğimi kesinlikle hatırlayamıyordum.
Yahya Kaptan’ın, verdiğimiz direktif gereğince, düşman çetelerini yok etmeye ve hiç olmazsa, onların, Hristiyan halka
saldırarak düşmanın maksadını gerçekleştirmeye yönelmiş olan bütün teşebbüslerini başarısız kılmaya çalıştığını
pekâlâ biliyorduk. Gebze Kaymakamı'nın içyüzü, şimdi ekleyeceğim belgelerle anlaşılabilecektir, sanırım.

- 4 Ocak 1920 tarihinde, Tümen Komutanı Rüştü Bey’e, Vâsıf Bey’in verdiği bilgiyi olduğu gibi özetleyerek,
bu bilgilerin kendisince verilen bilgilerle çeliştiğini bildirdim. Bu bakımdan durumun güvenilir ve inanılır kimseler vâsıtasıyla bir kere daha soruşturulup incelettirilmesini ve kendi düşüncesiyle birlikte açık olarak bildirilmesini
rica ettim. (Belge: 205)

- Efendiler, bu konuda, gerçeğin ortaya çıkmasına yarayan belgeler üzerinde bilgi sâhibi olmanızı istediğim için,
Rüştü Bey’in cevâbını olduğu gibi bilginize sunmama müsaade buyurunuz:

Düzce, 7/8.1.1920
20'nci Kolordu Komutanlığı’na
İlgi: 4.1.1920 tarihli şifre:

Hey’et-i Temsiliye Başkanlığına,
- "Yahya Kaptan’la ilgili türlü suçlamalar üzerine, birkaç defa, Yüzbaşı Ali Aguş Efendi vâsıtasıyla yaptırdığım soruşturma,
onun lehinde çıktı. Bununla birlikte kendisi câhil olduğundan, hizmet ediyorum zannı ile bâzı şeyler yapmış olabilir.
Büyük ve Küçük Aslan’lar zâten eşkıyâdır. Ancak, millî teşkilâtın aleyhinde bir görüşe sâhip olduğu şüphesiz olan
ve Yahya hakkında herkesten çok şikâyetçi olması gereken Gebze Kaymakamı'na bu konuda yazdığım yazılara
almış olduğum 1.12.1919 târih ve 17 sayılı cevâbın sûreti aşağıda olduğu gibi verilmiştir."

- "Bendeniz, bu telgraftaki bilgilere kısmen olsun inanmak zorunda kaldım ve aynı inançla bu yazıları İstanbul’a,
bizzat Şevket Bey’e de gösterdim. Bendenizin bilemediği bâzı sebeplerle, İstanbul’ca hakkında bir muamele yapılmasına
gerek duyulduğu takdirde, elbette bir şey denemeyeceği arz olunur."

Sûret
İlgi: 30.11.1919 tarih ve 53 sayılı yüksek emirleri.

- Kartal Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Binbaşı Necâti Bey’in, adam öldürme ve Nâhiye Müdürü'nü dövme ile ilgili ihbarları,
şahıs ve zaman belirtilmediği için gerçek olarak kabul edilemez. Çünkü, dövüldüğü bildirilen Nâhiye Müdürü Burhaneddin Bey,
Yahya Kaptan tarafından dövülmediğini ve tecâvüze uğramadığını yazılı olarak bildirdiği gibi, bu konuda bendenizin makamına
herhangi bir şikâyette de bulunmamıştır."

- "Adam öldürme konusuna gelince, Yahya Kaptan hakkında Hükûmet'e ve Adliye'ye hiçbir yerden böyle bir cinâyetle ilgili
müracaat ve şikâyet olmadığı gibi, aleyhinde, yakalanması için bir tebligat bile yoktur."

- "Eğer bununla, Darıca Rumları'ndan iki Rum’un öldürülmesi ve Kartal’ın Paşa köyünden Stelianos Çorbacı’nın
dağa kaldırılarak fidye istenmesi kastediliyorsa, bu cinâyetlerin Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği kanaati
yaygın ve doğrudur. Bu çete Yahya Kaptan’a öteden beri düşman olduğundan ve esâsen Yüzbaşı Nâil Efendi tarafından
kanat gerilip korunurken, sayısı 18 kişiye ulaşan bu çetenin, şimdi Binbaşı Necâti Bey’in emrine verildiği ve hattâ
kendilerine 50'şer lira maaş bağlanmakta olduğu haber alınmıştır. Bu çetenin köyleri soymaktan geri durmadığı bilinmektedir."

- "Binbaşı Necâti Bey’in, Yüzbaşı Nâil Bey’in eski okul arkadaşı olduğu, kendisiyle bir buçuk ay önce Aydınlı köyünde,
Küçük Aslan çetesi üyelerinden Ali Kaptan’ın dağa kaldırdığı Çorbacı’dan alınan parayla yaptığı meşhur düğününde
görüştüğü bilinmektedir. Daha sonra Binbaşı Necâti Bey, birçok defa Yüzbaşı Nâil Bey’in evine gelerek misâfir olmuştur.
Her ikisi de aynı düşüncede oldukları için, Yüzbaşı Nâil Bey öteden beri Yahya Kaptan’ın aleyhindedir."

- "Yahya Kaptan teşkilâtı kurduğu sırada, Yüzbaşı Nâil Bey, ona bulunduğum kazânın sınırları dışına çıkarmaya
ve uzaklaştırmaya çalıştığı gibi, Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği söylenen ve doğruluğuna şüphe olmayan
yukarıdaki iki cinâyet olayının, Kuva-yı Milliye’yi kirletmek ve Yahya Bey’i lekelemek düşünce ve maksadını taşıdığı
hissedilmiştir. Oysa, bu cinâyetler, Aslan çetesinin faaliyet ve hareket alanı içinde işlenmiştir. Hattâ, Yüzbaşı Nâil Bey’in,
tahkikat yapmak üzere gönderilecek olan İstanbul Muhafız Alayı’na mensup Süvâri Müfrezesi Komutanı Hakkı Bey’i,
artık gelmesine lüzum kalmadığı gerekçesi ile, haberleşme sırasında İstanbul’a naklettirip işi tâkipsiz bıraktırmış
olduğu da bir gerçektir. Eğer sözü edilen adam öldürme olayı bundan başka bir olay ise, durumun açıklığa kavuşması için,
şahıs ve zaman belirtilerek bildirilmesi gerekir."

- "Darıca Rum bekçilerinin öldürüldüğü gün, cinâyetin, çarşıda serbest gezen Küçük Aslan çetesi tarafından işlendiği
haberinin yayılması üzerine, Yüzbaşı Nâil Bey, korkusundan başka bir yere naklini istemiş ve kesinlikle burada
oturmayacağını söylemiştir. Ancak, alay ve tabur komutanları ile Binbaşı Necâti Bey buraya gelerek
ve Yahya Kaptan hakkında bir işlem yapılması için temsilci Sırrı Bey’e yazı yazdıracaklarına söz ve güvence vererek,
Nâil Bey’in burada kalmasını istemişlerdir. Bunun üzerine yüzbaşı, 25 Kasım 1919 salı günü, gidip gelen Necâti Bey’i aldatarak
ona gerçeğe aykırı suçlamalar yaptırdığı gibi, bir yandan telefonla Yahya Kaptan’ı merkeze dâvet ettirirken, bir yandan da
Küçük Aslan çetesini kendi evinde hazır bulundurarak yakalamayı tasarlamıştır."

- "Ancak, her nedense, bu işi gerçekleştirmeye cesâret edemeyerek teşebbüsünden vazgeçtiği için, Necâti Bey de
Kartal’a dönmek zorunda kalmıştır. İşte bundan dolayıdır ki, Yüzbaşı Nâil Bey, gerek Necâti Bey ve gerek kendine âlet ettiği
Küçük Aslan çetesi vâsıtasıyla, Yahya Kaptan aleyhinde suçlama ve tertiplere başvurmaktan bir an geri kalmamaktadır."

- "Yahya Kaptan, kendisine karşı çıkan ve düşman olan Küçük Aslan çetesi gibi köyleri yağmalamaya ve Hristiyanlar'ı öldürüp
yok etmeye izin vermemiştir.

- "Kendi emrinde bulunan Büyük Aslan Bey çetesi tarafından bâzı uygunsuzluklar yapıldığında, derhal bunları önleme
ve cezâlandırma yoluna giderek, millî bir gâye olan vatanın istiklâli ve kurtuluşu için disiplin ve güvenliğin korunmasına
hizmet etmektedir."

- "Daha önce de Büyük Aslan Bey çetesinin aman dilemesine ve sığınmasına yardımda bulunarak, Hükûmet'çe affedilmesini
sağlamak sûretiyle yaptığı hizmetler takdire değer." (Gebze Kaymakamı Nurettin)
1'inci Tümen ve Bolu Bölgesi Komutanı Rüştü

- Efendiler, bu bilgilerin alınmasından önce şöyle bir haber verdiler:

- "Tavşancıl’da Yahya Kaptan’ın etrâfı sarıldı. Bunu yapan İstanbul’dan gelen bir askerî birliktir."

- Bu haber üzerine, İzmit’teki Tümen Komutanlığı’ndan, 7 Aralık 1920 târihli şifre ile, makine başında durumu sorduk.
Eğer bu haber doğru ise, "İstanbul’dan geldiği bildirilen birlik komutanına, Yahya Kaptan’ın bizim adamımız olduğunu,
eğer bir kusur ve kabahati varsa, tarafımızdan gereğinin yapılmasının tabiî bulunduğunu, Yahya Kaptan’ın sarılmasına
ve tutuklanmasına hiçbir şekilde râzı olmadığımızı bildiriniz" dedik.

- Efendiler, 7 Ocak 1920'de yazılıp, 8 Ocak’ta aldığımız iki telgraf vardır. Bunlardan biri İzmit’ten, "1'inci Tümen Komutanı Vekili"
imzâsıyla Fevzi Bey’dendir. Şunlar yazılıdır:

- "Bu gece iki bin kişilik bir kuvvet Tavşancıl’a çıkarak Kuva-yı Milliye Komutanı Yahya Bey’i çevirmişlerdir.
Yapılacak işlemin bildirilmesi arz olunur."

- Diğer telgraf, Düzce’de bulunan asıl Tümen Komutanı’ndan geliyordu. Rüştü Bey, merkezde bulunan vekilinden
aldığı aynı bilgileri veriyordu. (Belge: 207)

- Tümen Komutan Vekili Fevzi Bey’in, 7 Ocak 1920 târihli açıklama bekleyen telgrafımıza verdiği 7/8 Ocak 1920 târihli
cevâbında, Yahya Kaptan’ın daha ele geçmediği, Kuva-yı Milliye ile gelen müfreze arasında bir çatışma ihtimâlinin bulunduğu
ve gelen müfreze komutanına emrimizi bildireceği haber veriliyordu. (Belge: 208)

- Efendiler, o târihte milletvekili olarak İstanbul’da bulunan yâverim Cevat Bey’den, 10 Ocak 1920 târihinde
şöyle bir telgraf geldi:

Harbiye, 10.1.1920
20'nci Kolordu Komutanlığı’na
Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’ne:
- "6.1.1920 gecesi sabaha karşı Genel Jandarma Komutan Yardımcısı Hilmi Bey ve Üsküdar Jandarma Komutanı
Nazmi Bey komutasında 4 subay, 50 jandarma ve Yüzbaşı Nâhit Efendi komutasında, İstanbul Muhafız Alayı’ndan 90 er,
Bandırma vapurunun ışıkları söndürülerek Hereke’ye götürülmüş ve sabahleyin erkenden Hereke’ye çıkan müfreze
derhal Tavşancıl’ı kuşatmış ve birçok ev basılmıştır."

- "Gelen Hey’et, köy ihtiyar hey’etini toplayarak, vatan hâini olan Yahya’yı teslim etmez veya nerede olduğunu söylemezlerse,
Tavşancıl’ı insanlarıyla birlikte yakacaklarını bildirirler. İhtiyar hey’eti, Yahya Kaptan’ın iki günden beri köylerinde olmadığını
ve nerede bulunduğunu bilmediklerini ısrarla söyledi."

- "Yahya, sağ olarak ele geçemeyecektir. Fakat Yahya’nın yok edilmesinden sonra Marmara Bölgesine sâhip ve hâkim olan
ve her gün İngilizler ve Fransızlar tarafından silâhlandırılan Rumlar'ın ve İstanbul’daki rezillerin pek büyük bir başarıya
ulaşacakları bellidir."

- "Kuva-yı Milliye adını taşımakta olan Yahya’nın ortadan kaldırılması, İzmit, Adapazarı ve İstanbul dolaylarında,
düşmanlarımız hesâbına birçok fesat çetelerinin de doğmasına yol açacaktır. Bundan dolayı, Cemâl Paşa Hazretleri’nin
işe el koymasıyla, Yahya’nın da ad değiştirerek daha önce arz ettiğim şekilde serbest bırakılmasının sağlanması için
gerekenlere emir buyurulması istirham olunur." (Cevat)
Harbiye Nâzırı Cemâl

- Bu telgrafın, Harbiye şifresiyle ve Cemâl Paşa imzâsıyla kapatılmış olmasına rağmen, içinde "Cemal Paşa’nın
işe el koymasıyla 'Yahya’nın kurtarılması» çâresinin bulunması' cümlesi dikkat çekicidir.

- Demek ki, Cemâl Paşa, Cevat Bey’in telgrafını, okumaya gerek duymadan, kendi şifresi ve imzâsı ile çekilmesine
müsaade etmiştir. Çünkü, bir defa Yahya’yı tâkip ettiren Cemâl Paşa’dır. Bundan başka serbest bırakılması için
kendi yardımlarının kendisi tarafından emrolunmasını, kendi bilgisi dâhilinde elbette yazdırmazlardı.

- İzmit’ten Tümen Komutanı Vekili’nden gelen 9 ve 10 Aralık 1920 târihli iki telgrafla, 'duyulduğuna göre,
iki çarpışmadan sonra, Yahya Kaptan’ın ölü olarak ele geçirildiği' bildirildi. (Belge: 209)

- 11 Ocak 1920'de, Tümen Komutan Vekili’nden, İstanbul’dan gelen müfreze komutanına, benim adıma tebligatta
bulunup bulunmadığını sordum. (Belge: 210) Üç gün sonra 14 Ocak 1920 târihli raporunda Tümen komutanı Vekili
şu bilgiyi verdi: "Bizzat yaptığım soruşturmadan… çarpışma olmadığı ve yalnız, Yahya Kaptan’ın teslim olduktan sonra,
köy dışında kesici bir âletle öldürüldüğü anlaşılmıştır. Kafatasının olmaması bunu doğrulamaktadır." (Belge: 211)

- Efendiler, bu uğursuz haber üzerine, İstanbul’daki teşkilâtımıza, 20 Ocak 1920 târihinde, Albay Şevket Bey
vâsıtasıyla şu telgrafı yazdık:

- "Yahya Kaptan’ın öldürülmesinin sebepleri ile, teslim olduktan sonra kasten şehit edildiği anlaşıldığından,
öldürülmesinde kimlerin elinin ve etkisinin bulunduğunun, İstanbul’dan müracaat eden pek çok fedâkâr arkadaşa
açıklama yapılmak üzere acele bildirilmesi rica olunur, efendim."
Hey’et-i Temsiliye adına Mustafa Kemâl

Eski bir yazımıza karşılık olmak üzere, İstanbul’dan, 20 Ocak 1920'de yazılıp bir gün elimize geçen telgraf da şuydu:

Beşiktaş, 20.1.1920
Ankara’da 20'nci Kolordu Komutanlığı’na
Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerine Özel:
İlgi: 17.1.1920.

"1 — Olay yerinde bulunan güvenilir bir zâtın ifâdesine göre, Yahya Kaptan yakalanıp köy dışında bulunan
karakola götürülürken, çevreden on kadar eşkıyânın karakol üzerine ateş etmesi üzerine, kaçmaya çalışmış
ve bu sırada öldürülmüştür. Bununla birlikte, iyi bir soruşturma yapılması için Hükûmet'e başvuruldu."
"2 — Yahya Kaptan’ın Kuva-yı Milliye adına pek çok kötülükler yaptığı söylentisi ağızdan ağıza yayıldığı gibi,
özel ve resmî yoldan yapılan soruşturma da bunu doğruladığı için, Hükûmet kovuşturmaya karar vermişti."
- "Ancak, Hey’etimizce kendisinin geçici bir süre için gizlenerek Kuva-yı Milliye işlerine karışmaması
ve kötülüğe cür’et etmemesi, yanında bulunan kaçak er ve jandarmaları geri göndermesi şartıyla,
kovuşturma yapılmaması istenmiş ve ilgililer katında teşebbüslerde bulunulduğu gibi, Gebze’ye özel olarak
bir memur da gönderilmişti. Bu sırada Hükûmet, birdenbire gizlice asker göndermiş; yalnız Yahya Kaptan’ı
ele geçirmek istediğini ilân etmiş ve arz edilen durum meydana gelmiştir, efendim." (Vâsıf)
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Şevket

- Efendiler, "Köy dışındaki karakola götürülürken çevreden ateş edilmiş (?). Kaçmaya çalışmış, bu sırada öldürülmüş?!"
Bu sözlerin, bu gibi suikastlerde bir formül gibi kullanıldığını anlamamak için, çok safdil olmak lâzımdır.

- Yahya Kaptan’ı ortadan kaldırmak için, birlikte çalıştıkları ve karar verdikleri Hükûmet'in, gizlice, birdenbire
bir oldubittiye getirivermiş olduğu yolundaki sözler de dikkate değer. İstanbul’da, jandarmadan, İstanbul
Muhafız Alayı’ndan subay ve asker görevlendiriliyor… İstanbul’da duruma hâkim olduklarını iddia eden
teşkilât başkanlarımız bunu öğrenemiyorlar!

Kara Vâsıf Bey’in bu telgrafına verdiğimiz cevapta şu hususu sorduk:

Şifre Ankara, 22.1.1920
İstanbul’da Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Şevket Beye,
- "Yahya Kaptan’ın öldürülmesi olayını ciddî olarak tâkip eden ve özellikle İstanbul’da hesâbını isteyen
pek çok kimse vardır. Gerçeğin anlaşılabilmesi için, yaygın söylenti derecesine vardığı bildirilen kötülüklerin
nelerden ibâret olduğunun bildirilmesi rica olunur."
Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemâl

- Efendiler, bu açıklama isteğimize gelen cevâbı da, sabrınıza sığınarak olduğu gibi, bilginize sunacağım:

Beşiktaş, 24.1.1920
Ankara’da 20'nci Kolordu Komutanlığı’na
Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’ne Özel:
İlgi: 20.1.1920

"1 — Yahya Kaptan’ın teslim olduktan sonra öldürüldüğünü işittik. Soruşturma yapıyoruz. Sonucu arz edeceğiz."
"2 — Öldürülmesinin sebebi hiç kimseyi dinlememesi, Kuva-yı Milliye adına açıktan açığa zulûm ve eşkıyâlık yapması,
eşkiyâyı öteden beri gizlemesi veya gösterilen yere gitmesi için verilen emirleri dinlememesi üzerine Hükûmet'in,
kendisine köylerden ve çevreden müracaat edenlerin ısrarına dayanamayarak, kendiliğinden ve hattâ Hey’etimizin
haberi olmadan teşebbüse geçmesidir, efendim. (Vâsıf)
Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Şevket

- Muhterem Efendiler, telgrafın ikinci maddesindeki, Yahya Kaptan’ın hiç kimseyi dinlememesinin, öldürülmesine sebep olarak
gösterilmesi asla doğru olamaz! Merhum şehit, beni dinliyordu, benden emir alıyordu. Verdiğim emre göre hareket ediyordu.
Başka bir makama veya şahıslara bağlı olduğunu, onlardan emir alması gerektiğini kendisine emretmemiştim. Bu sebeple,
İstanbul’dan her önüne gelenden, Dâhiliye Nâzırı’ndan, Jandarma Komutanı hâin Kemâl Paşa’dan verilen emirleri dinlememesi,
zâten bizim istediğimiz şeydi.

- Kuva-yı Milliye adına eşkıyâlık ve zulûm yapanın da kendisi olmayıp, Küçük Aslan çetesi gibi, hâince bir maksatla kuruldukları
belgelere dayanılarak anlaşılmış bulunan çeteler idi. Yahya’nın bunların eşkıyâlıklarını önlemeye çalıştığı da,sözlerine
güvenilmesi gereken kimselerin soruşturmalarıyla kesinleşmiş bir durumdur.

- Gebze Müdafaa-i Hukuk Hey’eti Başkanı ile Gebze Kaymakamı Fevzi Bey’in ortak imzâlarıyla, bu üzücü olayın
meydana gelişinden önce, makine başında yapılmış bir müracaatı da belirtmeden geçemeyeceğim:

- "Gebze Kuva-yı Milliye Komutanı Yahya Bey hakkında bâzı kimselerin yaptıkları iftiralar üzerine, en sonunda
Salı gecesi İstanbul’dan komutanlar ve yüksek rütbeli subaylar komutasında gelen 2.000 kişilik kadar bir kuvvetle,
kendisinin Tavşancıl’da kuşatıldığı ve kuşatmanın hâlâ devam etmekte olduğu şimdi halktan aldığım bilgilerden anlaşılmıştır."

- "Böyle vatanı için çalışan bir kimseye karşı yapılan bu işlemin pek haksız olduğu yüksek komutanlığınızca bilinmektedir.
Yahya Bey’in kurtarılması için ne gibi bir muamele yapılacağının emir buyurulmasını makine başında bekliyoruz."
Kaymakam Müdafaa-i Hukuk Hey’eti Başkanı Fevzi - Hacı Ali

- Efendiler, o târihlerde, İzmit bölgesinde Kuva-yı Milliye teşkilâtı ile uğraşan Milletvekili Sırrı Bey’in de bu konuda
verdiği bilgileri olduğu gibi sunmama müsaadenizi rica ederim:

İzmit, 11.1.1920
20' nci Kolordu Komutanlığı’na
"1 — Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’ne özel: Haberleşmesi dört gün önce yapılmış olan Yahya Kaptan konusu,
nihâyet, haber almış olacağınız üzere, kendisinin şehit edilmesiyle sonuçlandı."
"2 — Yahya Kaptan’ın, İstanbul girişinde teşkilâtlanmış bir durumda bulunması, herhalde Kuva-yı Milliye’ye karşı
cephe almış bulunan kimseleri yıldırdığından, kendisinin ortadan kaldırılmasının planlandığına şüphe yoktur."
"3 — Yahya Kaptan’ın bu maksatla öldürülmüş olması, olayı sınırlı kalma niteliğinden çıkarmakta ve Hey’et-i
Temsiliye’ce üzerinde düşünülmesini gerekli kılmaktadır."
"4 — İzmit Sancağı, eşkıyâ yüzünden tedirgin iken, yerinden kımıldamayan ve komutası altındaki hiçbir birliğe
emir vermeyen, yanındaki hapishâneden 15 -20 kişinin birden kaçmasını basit günlük olaylardan sayan
Alay Komutanı Hikmet Bey, Yahya’nın öldürülmesini önemli bir mesele saymıştır."

- "Yanına aldığı jandarma kuvvetleri ile bizzat yola çıkmış ve sonunda Kuva-yı Milliye’ye ağır bir darbe vurmak
sûretiyle maksadına erişmiş bulunuyor. Devamı var..." (Milletvekili Sırrı)
1. Tümen Komutanı Vekili Fevzi

20'nci Kolordu Komutanlığı’na
"5 — Gebze’de kurulmuş bulunan Kuva-yı Milliye’nin başsız kalması, bundan sonra oraları korku içinde bırakacaktır."
"6 — Buralarca bütün Kuva-yı Milliye’nin dayanağı olarak bilinen Yahya’nın bu şekilde ortadan kaldırılmış olması,
kamuoyunu haklı olarak karıştırmıştır."
"7 — Yahya’nın öldürülmesi, Hükûmet'in Kuva-yı Milliye’ye karşı bundan sonra takınacağı saldırgan tavra delil sayılmaktadır."
"8 — Bu hareket üzerine, hiç şüphe yok ki, yabancılar tarafından da, Kuva-yı Milliye’nin Hükûmet'in gözünde değersiz
ve yok edilebilir nitelikte görüldüğü yargısına varılacaktır. Bu bakımdan gerekli tedbirler alınmalıdır. Devamı var..." (Milletvekili Sırrı)
1. Tümen Komutanı Vekili Fevzi

20'nci Kolordu Komutanlığı’na
68 sayılı şifreye ektir. Öncekilerin devamıdır:
"1 — Durum karışıklıktan kurtarılmadığı ve Gebze kuvvetlerinin hemen güvenilir bir kimseye verilmesi tedbiri
alınmadığı takdirde, Üsküdar Sancağı da dâhil olmak üzere, bütün İzmit Sancağı'nda, bir tek kişinin bile
Kuva-yı Milliye’yi tutmasına imkân bulunamayacağı kesinlikle bilinmelidir."
"2 — Jandarma Alay Komutanı Hikmet Bey’in vakit kaybetmeden yerinden alınması şarttır."
"3 — İzmit Sancağı'nda Kuva-yı Milliye’nin varlık gösterebilmesi, ordu hizmetinde bulunan Kaymakam Fevzi Bey’in,
jandarma komutanı olmasına bağlıdır. Başka çâre yoktur. Bunu önemle bilginize sunuyorum. (Milletvekili Sırrı)
1. Tümen Komutanı Vekili Fevzi

20'nci Kolordu Komutanlığı’na
79 sayılı şifreye ektir:
"1 — Kuva-yı Milliye’ye Anadolu taraflarında değer verilmediği ve horlandığı yolundaki söylentiler,
üzücü olay üzerine muhâliflere daha çok kuvvet kazandırmış olduğundan, kuvvet ve kudretin kayba uğramadığını
gösterecek fiilî bir tedbir alınması şarttır."
"2 — Ali Fuat Paşa Hazretleri’nin buraya kadar teşriflerini gerekli görmekteyim."
"3 — İzmit Sancağı'na önem verilmesini ve önem verildiğini gösterecek fiilî tedbirlerin alınması gereğini
tekrara mecbur oluyorum." (Milletvekili Sırrı)
1. Tümen Komutanı Vekili Fevzi

O tarihte İstanbul’da bulunan Rauf Bey de şu mektubu gönderdi :

İstanbul, 19.2.1920
Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri’ne
- "Yahya Kaptan’ın teslim olduktan sonra öldürüldüğü buraca da anlaşılmıştır. Muhafızlığa müracaat edilmiş,
otopsi de yapılmıştır. Hükûmet kanunî kovuşturmaya başlamıştır, efendim. Saygılarımızı arz ederiz."
Hüseyin Rauf

İşte rahmetli Mustafa Kemâl onu Nutuk'ta böyle anlatmış!..

Bu olayla ilgili olarak bir de anekdot var... O dönemde halkın ATATÜRK'e olan sevgisini temsil eden heykelleri yaptırılıyordu. Bu dönemde Yahya Kaptan'ın katledildiği bölgenin dönemin belediye başkanı "bir heykel yaptıracaklarını ve böylece ATATÜRK'ün o bölgeyi de ziyâret edeceğini" duyurdu. Bunun üzerine ATATÜRK, yapmış olduğu açıklamada bölgenin insanlarına bir sitem olarak "Siz daha Yahya Kaptan'a dahi sâhip çıkamadınız. Şimdi kalkmış benim heykelimi yapmaktan söz ediyorsunuz; siz öncelikle Yahya Kaptan'ın heykelini yaptırın," dedi!.. Bunun üzerin heykeli yapıldı.

Mustafa Kemâl'in çok sevdiği, su içerken şehit edilen Yahya Kaptan!.. ALLAH gani gani rahmet eylesin!.. Büyük kahramandı... TRT "Yahya Kaptan" mini dizisi yaptı.

Dikkatinizi çekmiştir, mücâdelenin bu tarafı da Suriye'nin bugünkü hâline benziyor... Yahya Kaptan gibileri vatan-millet için hayâtını tehlikeye atarken, Binbaşı Necâti, Yüzbaşı Nâil, Küçük Aslan gibileri, işgâli fırsat bilerek köyleri basıyor, halkı soyuyor, sözümona Pâdişâh'ı tutarken ülkede bölücülük yapıyor!.. Biz bu safhadan 100 yıl önce geçtik. Ama bu, bizim Suriye'nin içinde bulunduğu müşgül durumu, isyan faaliyetini anlamamızı engellememeli!..

(3) RESNELİ NİYÂZİ (1873-1913)

1897 Türk-Yunan Savaşı’ndaki başarıları ile tanınmış bir askerdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılarak cemiyetin ileri gelenleri arasına girdi. 3 Temmuz 1908 Cuma günü, Sultan II. Abdülhamid'i sıkıştırmak için emrindeki askerlerle Makedonya dağlarına çıkarak II. Meşrutiyet'in ilânına yol açan ayaklanmanın lideri oldu. Meşrutiyet’in ilânından sonra döndüğü Selânik’te “Hürriyet Kahramanı” olarak karşılandı.

Balkan Savaşı sırasında birlikleriyle orduya katıldı. Savaştan sonra 17 Nisan 1913'te Arnavutluk'un Avlonya limanında İstanbul'a gitmek üzereyken, İttihat ve Terakki’nin ona muhafızlık edip, korumalık yapmakla görevlendirdiği kişi tarafından vuruldu. Öldürülme sebebi karanlıkta kaldı. Mezarının Avlonya’da olduğu düşünülür.

(4) CEMÂL PAŞA ( 1872-1922)

İkinci Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üç liderinden biridir. Özellikle "Üç Paşalar İktidarı" olarak da bilinen 1913-1918 arasında Osmanlı Devleti'nin iç ve dış siyâsetinin belirlenmesinde, Enver Paşa ve Talât Paşa ile birlikte etkin rol oynamıştır. I. Dünya Savaşı'nda Filistin Cephesi'nin komutanı olarak görev yaptı. Mütâreke'den sonra Almanya'ya kaçtı. Ardından İngilizlere karşı mücadele eden Afgan ordusunun modernleştirilmesi için Afganistan'a gitti. Bolşevikler'in siyâset değişikliği sonucu Tiflis'e geçti. 21 Temmuz 1922'de, Türkiye'ye dönme hazırlıkları içindeyken, Tiflis'te Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan adlı iki Ermeni komitacı tarafından öldürüldü. Cenâzesi Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir tarafından Erzurum'a getirilerek, Karskapı Şehitliği'ne defnedildi.

(5) TEŞKİLÂT-I MAHSUSA İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. 1911'den itibaren etkin olmuş,Türkçü ve İslamcı siyâsîi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Binbaşı Süleyman Askerî, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Zenci Musa, Yâkub Cemil, Dr. Bahattin Şâkir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimî, İsmâil Canbulat, Piyâde Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan'da İbn ür-Reşit, Nuri Killigil Paşa, Halil Kut Paşa, Ali Fethi Okyar, Hacı Selim Sâmi, "Kel Ali" lâkaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sâdık Bey, Çerkes Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay teşkilâtta görev almış kililerdir. . 8 Ekim 1918'de İttihat ve Terakki hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte, Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir. Ancak elemanları Millî Mücâdele'de etkin ve faydalı olmuşlardır.

(6) Kut-ül Amare'de ÖMER BEY diye birini bulamadık.

(7) TOWNSHEND (1861-1924), I. Dünya Savaşı sırasında Bağdat'a doğru düzenlenen ve felâketle sonuçlanacak ilk Britanya Harekâtı'nı gerçekleştiren Britanya Hint Ordusu'nda görev yapan generaldir. Büyük Britanya Kralı'nın eniştesidir. General Townshend'in mâcerasını daha evvel anlattık. Ama burada tekrarlamakta fayda var. 1916'da Kut-ül Amâre'de Halil Kut Paşa'ya yenilmiş, 40 bini aşkın İngiliz askeri öldürülmüş, 13 bin 300 İngiliz askeri ile 13 general, 481 subay esir alınmıştır.... Bunların serbest bırakılması için önce 1 milyon sterlin , daha sonra 2 milyon sterline çıkarıldıysa da, yine kabul edilmemiştir. Zafer, TÜRK MİLLETİ için büyük bir iftihar vesilesidir. (8) SİNÂ VE FİLİSTİN CEPHESİ I. Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın isteği üzerine açılan bir cephedir. Osmanlı ordusu, 1915'te Birinci Kanal Harekâtı'nı, 1916'da İkinci Kanal Harekâtı'nı düzenledi. Amaç; Osmanlı İmparatorluğu'nun Süveyş Kanalı'nı ele geçirmesi, ve Mısır'a yeniden sâhip olmasıydı. Ancak harekât başarısızlıkla sonuçlandı ve isyancı Arapların da etkisiyle Osmanlı ordusu Suriye'ye kadar geri çekilmek zorunda kaldı.

(9) YILDIRIM ORDULARI I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin Filistin-Suriye-Irak cephelerini savunmak için, 24 Haziran 1917 târihinde kurduğu ordu grubudur... Bu yeni düzenleme Filistin-Suriye-Irak cephelerini, bünyesinde bir araya getirecekti. Ancak elde fazla bir asker kalmamıştı. 1917 Ekim ayında Filistin Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin mevcudu 40.000 kişi kadardı. Buna karşılık Allenby ise, 191.000 kişilik bir kuvvet toparlamıştı. Malzeme ve teçhizatı ise aynı şekilde çok fazlaydı. 11 Temmuz 1917'de grubun Grup Komutanlığı'na Alman General Falkenhein tâyin edildi. İlk başta gruba dâhil edilen Irak'taki 6. Ordu ile Diyarbakır'daki 2. Ordu grup teşkilatından çıkarılarak, Yıldırım Ordu Grubu 4, 7 ve 8. Ordulardan müteşekkil kılındı. 7. Ordu, Suriye'de idi. Başında Mirliva Mustafa Kemâl Paşa vardı. Yanında kolordu komutanları olarak Miralay İsmet Bey ile Miralay Ali Fuat Bey vardı.

19 Eylül 1918'deki Megiddo Muharebesi'nde, Yıldırım Orduları Grubu'nu oluşturan 8. Osmanlı Ordusu, Britanya İmparatorluğu Taarruz Görev Kuvveti tarafından tamamen, 4. Ordu ise büyük ölçüde imha oldu. Mustafa Kemal Paşa, komutasındaki az zarar görmüş 7. Ordu'yu sür'atle kuzeye çekti. 30 Ekim 1918 târihinde İtilâf Devletleri'yle Mondros Mütârekesi imzalandı. Sadrazam İzzet Paşa, 30 Ekim 1918'de Otto Liman von Sanders'e bir telgraf çekerek, Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığını Mustafa Kemâl Paşa'ya devretmesini istemişti. Ancak MUSTAFA KEMÂL'in Yıldırım Orduları Komutanlığı 8 gün sürdü!..

MUSTAFA KEMÂL, bu çekilmeden dolayı Sultan Vahdeddin ve Atatürk düşmanları tarafından kaçmakla, Suriye'yi düşmana terketmekle suçlanmıştır... Ayrı bir konu olduğu için bu konudaki araştırmamızı, ve cevaplarımızı 7. ORDU KOMUTANI MUSTAFA KEMÂL PAŞA DÜŞMANDAN KAÇTI MI? sayfasında sunacağız. Ama bizim sayfamızdan önce gerçeği şu sayfalardan da okuyabilirsiniz:

Nablus Meydan Muharebesi’nde Mustafa Kemal

- Filistin'i Mustafa Kemâl mi kaybettirdi?

- Mustafa Kemâl Filistin cephesinden kaçtı mı?

- Filistin cephesi hezimeti ve yeni bir belge

KARŞI DEVRİMİN TARİHÇİ TETİKÇİLERİ

(10) İPSİZ RECEP 1862 yılında Rize'de doğmuştur. Yelkenlisiyle Zonguldak üzerinden kömür taşımacılığı yaparken, işlerinin bozulmasıyla eşkiyâlığa başlamış, Kandıra civarında Müslüman halka zûlmeden Rum çetelerine karşı Kuvayı Milliye saflarında başarıyla karşı koymuştur. Bir Fransız gemisini kaçırmayı başarınca Ankara hükümeti'nce milis yüzbaşı olarak onurlandırılan İpsiz Recep, düzenli kuvvetlere katılarak Yunan ordusuna karşı savaşmıştır. Ona lâyık görülen istiklâl madalyasını geri çevirerek "Ben madalya için değil, milletim içim savaştım" demiştir. Celse'de söylendiği gibi "tedip edilmesi" gibi birşey yoktur. 1928 yılında Yenimahalle’deki evinde ölmüş, vasiyeti üzerine Karasu şehir mezarlığına defnedilmiştir. TRT İpsiz Recep'in hayatını dizi filim yapmıştır.

Çok şükür, bu çalışmayı da bitirdik.... Darısı okuyanların başına!

Ruhi Selman

selman@journalist.com

***

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - MUSTAFA KEMÂL'İN KATILMADIĞI GAZZE MUHAREBELERİ VE KUDÜS'ÜN KAYBI
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - MEKTUPLAR