Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!



                       MUSTAFA KEMÂL'İN OLMADIĞI  KANAL HAREKÂTI, GAZZE MUHAREBELERİ 

                                                                             VE 

                                                                 KUDÜS'ÜN KAYBI


KUDÜS'ün kaybı, hatta Filistin ve Suriye'den çekilme, Kanal Harekâtı ve Gazze muharebeleri bilinmeden anlaşılamaz!..


 Mustafa Armağan gibi târihçilerin, Kadir Mısıroğlu gibi yazarların ve bunlardan ilham alarak "70.000 asker kurşun atmadan teslim oldu" iddialarda bulunan zıpçıktıların Kanal Harekâtı'nı, Gazze Muharebeleri'ni, Osmanlı Devleti'nin vatandaşı, Ermeniler, Yahudiler ve Araplar'ın fırsattan istifade ederek hâince davranşları, Başkomutanlık ve Alman komutanlar tarafından yapılan hatâları gözönünde bulunmadan, sürekli ikazlarda bulunup, selâhiyet  ve vazife istemisene rağmen, o cepheden uzak tutulmuş olan Mustafa Kemâl'i suçlamaları kabul edilemez!.. 


Nablus'tan Toros eteklerine çekilmeye kadar cereyan eden hâdiselerin hepsi, Kanal Harekâtı'ndan ve Gazze Muharebeleri'nden sonra olmuştur... Öyleyse onları bir iyice inceliyelim.


KRONOLOJİ: 
- Birinci Kanal Harekâtı 28 Ocak - 3 Şubat 1915
- Çanakkale Savaşları 19 Şubat 1915 - 19 Aralık 1915
- Kut'ül Ammare Kuşatması ve Zaferi 7 Aralık 1915 – 29 Nisan 1916
- Arap İsyânı 5 Haziran 1916 - 30 Ekim 1918
- İkinci Kanal Harekâtı 23 Nisan - 5 Ağustos 1916
- Mustafa Kemâl Paşa'nın 7. Ordu Komutanlığı'na tâyin edilmesi 17 Şubat 1917
 - Birinci Gazze Muharebesi 26 Mart 1917
- İkinci Gazze Muharebesi 17 - 19 Nisan 1917
- Mustafa Kemâl, Halep'teki 7. Ordu Komutanlığı'na ikinci atanması 5 Temmuz 1917
  (İlkinde kabul etmemiş, 2. Ordu'ya tâyin edilmişti.)
- Mustafa Kemâl'in memleketin ve ordunun durumunu açıklayan raporunu 

  İstanbul'a göndermesi 20 Eylül 1917
- Mustafa Kemâl'in 7. Ordu Komutanlığı'ndan istifası 6 Ekim 1917
Balfour Deklarasyonu 2 Kasım 1917
- Üçüncü Gazze Muharebesi ve yenilgi 27 Ekim – 7 Kasım 1917
- İngilizler'in Kudüs'ü işgâli 9 Aralık 1917
- Mustafa Kemâl'in Filistin'de bulunan 7. Ordu Komutanlığı'na üçüncü defa 

  atanması 7 Ağustos 1918
- Mustafa Kemâl'in 7. Ordu Komutanlığı görevine başlaması 1 Eylül 1918
- Nablus Meydan Muharebesi 19 Eylül - 21 Eylül 1918
- Nablus'te mağlubiyet ve geri çekilmenin başlaması 21 Eylül 1918
- Şam'ın Kaybı ve Geri Çekilme 1 Ekim 1918
- Mustafa Kemâl'in Halep'e çekilişi 4 Ekim 1918
- Mustafa Kemâl'in Halep'ten İstanbul'a Telgrafı 11 Ekim 1918
- İngiller'in ve Araplar'ın Halep'e Ulaşmaları, Sokak Muharebeleri 23 Ekim 1918
- İngiliz Destek Birlikleri'nin Halep'e Ulaşması, Geri Çekilme 26 Ekim 1918
- Katma Muharebesi, Müslimiye'den Çekilme 26 Ekim 1918
- İngilizler'in Kilis'in Güneyi'nde Durdurulması 26 Ekim 1918
- Mondros Mütârekesi 30 Ekim 1918
- Mütâreke'ye Rağmen İngilizler'in Musul'u İşgâli 3 Kasım 1918


İttihât ve Terakkî’nin fiilen iktidara gelmesinden sonra, "Üç Paşalar" diye bilinen Talât Paşa , Enver Paşa ve Cemâl Paşa'nın bâzı kaprisleri, gerçek ve tecrübeleri bir tarafa bırakarak hayâllere kapılmaları sebebiyle Osmanlı Devleti; 1914 Kasımı'nda Rusya, İngiltere, Fransa, Sırbistan, Romanya, Belçika, Yunanistan, Portekiz ve Karadağ devletlerinden meydâna gelen İtilâf Devletleri'ne karşı; Almanya, Avusturya-Macaristan ve sonradan Bulgaristan’dan meydâna gelen İttifak Devletleri yanında harbe girdi. Osmanlı Devleti’nin fiilen harbe girmesi ve seferberliğin îlân edilmesi üzerine, Bahriye Nâzırı Cemâl Paşa, Nâzırlık uhdesinde kalmak üzere, 4. Ordu kumandanlığı ile Filistin-Arabistan Umûmî Vâliliği'ne tâyin edidi. 21 Kasım 1914 Cumartesi günü İstanbul’dan ayrıldı. Haydarpaşa İstasyonunda düzenlenen bir törenle uğurlanan Cemâl Paşa, tören sırasında;


- “Vazifemin yüksekliğini takdîr ediyorum. Bu vazîfeyi îfâ ederken 

ne büyük müşkillerle karşılaşacağımı da biliyorum.
Muvaffak olabilmek için hiç bir fedâkârlıktan çekinmeyeceğim. 

 Eğer muvaffak olamazsam, Kanal'ın sularını kendimin
ve kahraman arkadaşlarımın cesedleriyle dolduracağım. 

Hiç şüphesiz ki arkada kalanlar bizim cesedlerimizin üzerinden
geçerek Mısır topraklarına girecekler ve bu İslâm ülkesini 

İngilizler'in istilâsından kurtaracaklardır”


şeklinde bir konuşma yaptı.


İngilizler'in 1882 yılında işgâl ettikleri Mısır, Osmanlı'nın İngilizler'le sınır komşusu olduğu tek bölgeydi ve İngilizler için birinci derecede öneme sâhip Süveyş Kanalı da bu bölgede bulunuyordu. İşte o yüzden 1914 yılında Alman Genelkurmayı'nın Osmanlı için yaptığı plânlarda, Süveyş Kanalı'na yapılacak hücum iöndeydi. Amaç Türkler'le İngilizler arasında çatışma başlatıp, büyük çapta birliklerin katılacağı savaşlar çıkarmaktı. Bunun için Alman Islâhat Heyeti'nden Kress von Kressenstein Filistin'e gönderildi.

Şam’a ulaşınca, Damascus Palas’da karargâhını kuran ve Mısır fâtihi olmak hülyasına kapılan Cemâl Paşa, Ferik Zeki Paşa’nın plânsız ve techîzâtsız yapılacak bir Kanal seferinin mahzurlarını anlatmasına rağmen, görünüşte İngilizler'in Mısır’dan çıkarılması gâyesiyle, gerçekte ise, daha sonra Cemâl Paşa’nın kendi hâtıratında bildirdiği gibi, garb cephesinde fazla sıkışan Alman kuvvetlerinin yükünü bir mikdâr azaltmak ve İngiliz kuvvetlerini Osmanlı üzerine çekmek için Kanal seferine girişti. Almanlar'ın Cemâl Paşa’ya yaptıkları telkîne göre, bu sefer çok kolay ve başarılı olacaktı. Süveyş Kanalı'nın iki tarafındaki sedler top mermileriyle yıkılır yıkılmaz, Kanal tıkanacak, gemiler geçemez olacak, Türk askeri Mısır’a ayak basar basmaz da Mısırlılar, İngilizler aleyhine isyân edecekti!.. Hayâl!..



 

                                         

                                                  

Cemâl Paşa

BİRİNCİ KANAL HAREKÂTI (14 Ocak - 15 Şubat 1915)


Harekâtın amacı, Büyük Britanya'yı Mısır'da tutarak, Avrupa'daki Batı Cephesi'ne kuvvet göndermelerini engellemekti. Ayrıca mümkün olursa, Mısır'ı kurtarmaktı. Eğer Kanal geçilebilirse, Mısırlı yurtseverlerin Osmanlı ordusunun yanında, Büyük Britanya'ya karşı ayaklanacağı umuluyordu. Harekât, 4. Ordu komutanı ve Bahriye Nâzırı Cemâl Paşa'nın komutasında gerçekleştirilecekti.


1915 yılında 25 bin kişilik Osmanlı kuvve-i seferiyesi 14 Ocak'ı 15 Ocak'a bağlayan gece yarısı, toplanma bölgesi olan Gazze-Birüssebi (Beerşeba, günümüzde İsrâil toprağı) hattından ileri yürüyüşe başladı... Sağ kol müfrezesi Süvâri Binbaşı İzmitli Mümtaz Bey komutasında El Ariş-Düeydar, sol kol müfrezesi Kuşçubaşı Eşref Bey komutasında Kal'eltül Nakhl üzerinden Kanal'a yürürken, Mersinli Cemâl Paşa komutasındaki 8. Kolordu'ya bağlı 25. ve 10. Fırkalar (Tümenler) çölün ortasından batıya ilerledi... 300 km.’lik bir kum çölü olan Tih Sahra'sını (Sinâ Çölü) binbir zahmet, meşakkat ve mahrûmiyet içinde geçen Osmanlı ordusu, 3 Şubat 1915’de kanal bölgesine ulaştı.

Cemâl Paşa İngilizler'in 200.000’e yakın asker, tel örgüler, zırhlılar ve zırhlı trenlerden meydana gelen bir tahkimat yaptıklarından habersizdi. Yanlarında tel örgüleri aşmalarını sağlayacak tel makası bile yoktu. Buna rağmen, Osmanlı birlikleri 2-3 Şubat gecesi Timsah Gölü ile Acı Göl arasındaki bölgeden Kanal'a taarruza geçtiler. 25. Fırka'dan 5 tabur kıyıya indikten sonra "dumbaz" denilen çelik kaplı teknelerle karşı kıyıya doğru ilerlemeye başlandı. Ancak, İngiliz kuvvetleri kıyının bir ucundan diğer ucuna kadar raylı sistem döşemişlerdi ve bu raylı sistemin üzerindeki mitralyözler şiddetli bir ateşle karşı koydular. Dumbazların çoğu battı. Kıyıya ulaşmayı başaran 600 kişi öldü, ya da esir oldu.

          


                               


3 Şubat 1915 sabahı gün ağardıktan sonra harekât sahâsında bulunan Cemâl Paşa, verilen ağır kayıp karşısında, Kanal'ı ele geçirmenin imkânsızlığını anlamış ve kuvvetlerini geri çekmeye karar vermişti. Geri çekilen Osmanlı kuvvetleri 15 Şubat'ta Gazze-Birüssebi hattında mevzilendi...Yâni, Arap Yarımadası'nın batısındaki iimağlubiyet ve çekilme bu hezimetle başladı, Mustafa Kemâl'le değil!.. Kanal Harekâtı yürüyüşle berâber bir ay sürmüştü... Cemâl Paşa, 3 Şubat 1915’te Süveyş Kanalı’ndan Filistin istikametinde çekilme harekâtını şöyle değerlendirmiştir:


-  “Hakikati söylemek lâzım gelirse, bu Birinci Kanal Seferi’ni icra ettiğimiz zaman, 

kimse Kanal'ın ne şekilde geçilmesinin mümkün olacağını bilmiyordu...

 İngilizler, Çanakkale taarruzunu, bizim bu teşebbüsümüzün neticelerini 

beklemek üzere geri bıraktılar. Bundan başka da Mısır’da hiçbir zaman

 250.000 askerden az kuvvet bulundurmamak mecburiyetinde kaldılar.

 Bu mütalâalar tamamen gösterir ki, Birinci Kanal Seferi,
kendisinden beklenen maksatları tamâmen temin etmiş ve binâenaleyh,

 sarf olunan emekler boşuna gitmemiştir.”


Bilinmediğini Zeki Paşa sana söylemiş, dinlesene!.. Sonra o ölenler Osmanlı askeri, sen ise "Alman'a yaradı" diye seviniyorsun!.. Onca insanın hayâtının boşa gittiğini görmüyorsun!


Bu harekât esnâsında Birüssebi'ye gönderilen dört Osmanlı uçağı hiçbir faaliyet göstermemiş, buna karşılık Fransız ve İngiliz uçakları keşif, gözetleme ve topçu ateş tanzimi yapmak suretiyle, Osmanlı kuvvetlerinin Kanal'a karşı taarruzlarını ateş altına aldırmış, kendi kuvvetlerine hava destek hizmeti yapmışlardı.


Alman Von Kress Paşa’nın komutasındaki Osmanlı ordusu ise erzaksız ve yorgundur. Anadolu ve Irak’tan takviye birliklerin gelmesi beklenmekte, bu bağlamda Gazze’ye Çanakkale Cephesi’nde savaşmış askerler ve alaylar da gönderilmektedir. Bu ilk seferde Çanakkale’den gelen alayın etkisi büyük olmuştur. Bu alayın varlığını haber alan İngiliz askerleri psikolojik olarak etkilenmiştir. O sırada Gazze’de bulunan Falih Rıfkı Atay, “Zeytindağı” adlı eserinde yaşananları:


- “İngilizler cepheyi yorgun ve boş bulan taarruza kadar

Gazze ordusuna iki defa taarruz ettiler.
Denizden büyük gemi topları şehri birkaç defa yerle bir etti.

 Artık harap olan Gazze’yi ilk müthiş hücumdan kurtaran alay, 

bizim tarihte en iyi isimlerinden birini bırakmıştır."


"Bu alay kendinden en aşağı dört-beş defa üstün kuvvetlere karşı 

Gazze’yi kurtardı. Bir düzine demir yağmuru altında insanı

 deli gibi eden bu 'Gazze Muharebeleri'nde Kudüs’e dönen yaralıları 

ziyâret ederken, bir arkadaşım, neferlerden birine demişti ki:
- 'Nasıl, yine gelirler mi dersin?' ...

 - 'Gelemezler, Efendi! Bizim alayı gördüler!'... "


sözleriyle anlatmıştır.


İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri yanında Birinci Dünya Harbi ’ne girmesi üzerine, Orta Doğu’ daki Osmanlı vatandaşlarını ayaklandırmak üzere faaliyete geçmişlerdir. Osmanlı, Hristiyan azınlıklarla (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, vb.) başa çıkmasını dâima bilmiştir. Ermeniler, Birinci ve İkinci Kanal Harekâtları arasında Filistin Cephesi gerisinde bulunan Zeytun (Zeytin, Süleymanlı), Diyarbakır, Adana, Urfa ve Musa Dağı bölgelerinde isyân etmişlerdir.


İtilâf Devletleri, Osmanlı 4. Ordusu'nun, Filistin-Sina Yarımadası-Süveyş Kanalı-Mısır istikametinde yapmayı planladığı İkinci Kanal Harekâtı’nı engellemek amacıyla,19 Şubat 1915'te başlattıkları Çanakkale Savaşı’nı kaybetmişlerdi. Lord Kitchener , 9 kasım 1915’te Çanakkale’ye gelerek, cephenin boşaltılmasına karar vermiştir. İngilizler, Kral'ın eniştesi General Townshend komutasındaki 13.000 kişilik kuvvetiyle 12 Kasım 1915’te, Bağdat istikametinde taarruza başlamışlar, Halil Paşa'nın komutasındaki 6. Ordu, İngiliz kuvvetlerini önce durdurmuş, Aralık 1915’te Kut'ül Amare’de kuşatmış, 29 Nisan 1916’da teslim almıştır. Mekke Emiri Şerif Hüseyin , Peygamber torunu olmasına rağmen, para ve taht hırsıyla Osmanlı'ya ihânet etmiş, İngilizler'le işbirliği yaparak, 5 Haziran 1916’da Arap İsyânı’nı başlatmıştır. Arap İsyânı’nın babası Lord Kitchener, Muavini’nin Şerif’le antlaşmayı imzaladığı 6 Haziran 1916’da, Rusya’ya giderken, batan savaş gemisinde boğularak ölmüştür.


Şerif Hüseyin Mekke’de, oğulları Faysal ve Ali Medine’de, Abdullah Taif’te, annesi Türk olan Zeyd ise Cidde’de Arap İsyânı'nı yönetmişlerdir. Hepsi Peygamberimiz'in hayırsız torunlarıdır... Zeyd’in kuvvetleri, 9 Haziran 1916’da Cidde’ye saldırmışlar, İngiliz Deniz Kuvvetleri'ne âit iki savaş gemisinin ateş desteğiyle 16 Haziran 1916’da ele geçirmişlerdir. Şerif Hüseyin, 10 Haziran 1916’da Mekke’deki Türk Kışlası'na saldırmış, bir süre mukavemet eden müfreze, 9 Temmuz 1916’da teslim olmuştur. Abdullah’ın kuvvetleri, 12 Haziran 1916’da Taif’e saldırmış, 22 Eylül 1916’da Taif’i ele geçirmişlerdir... Bunlar Araplar'ın hâin bölüğündendir.

 

Gelelim İKİNCİ KANAL HAREKÂTI'na... (27 Temmuz 1916 - 14 Ağustos 1916)


Bu hârekât, 5 ay sonra, 27 Temmuz 1916'da, 4. Ordu'da görevli bulunan Alman Miralayı Kreß von Kressenstein'in komutasındaki 10.000 kişilik bir kuvvetle başladı. Bu sefer daha hazırlıklı idiler. Harekâtın amacı, ilkinde olduğu gibi, İngilizler'i Mısır'da tutarak, Batı Cephesi'ne kuvvet göndermelerini engellemekti. 4. Ordu komutanı ve Bahriye Nâzırı Cemâl Paşa'nın amacı ise, mümkün olduğu takdirde Mısır'ı kurtarmaktı. Eğer Kanal geçilebilirse, Mısırlı yurtseverlerin Osmanlı ordusunun yanında, İngilizler'e karşı ayaklanacağı umuyordu... Von Kress komutasında teşkil edilen 1. Kuvve-i Seferiye'nin 4 Ağustos 1916’da başlattığı İkinci Kanal Taarruzu, öğleden sonra durmuş, iki alayı (32. ve 39. Alaylar) İngilizler'e esir düşmüştür.


Von Kress, geri kalan birliklerinin imha olmasını önlemek amacıyla, 4 Ağustos 1916’da Gazze istikametinde çekilme emri vermiştir. İngilizler, 5 Ağustos1916’da 5-6 tugay kadar olduğu tahmin edilen kuvvetleriyle Albay Refet (Bele) komutasındaki 31. Alay'a taarruz etmişler, Alay İngiliz kuvvetlerini geri atmayı başarmıştır. 1. Kuvve-i Seferiye Komutanı Albay Von Kress, İngilizler'le temâsı kesmek amacıyla, Gazze’ye çekilmeye karar vermiştir. Albay Von Kress, esir olmaktan kurtulan birliklerini, 14 Ağustos 1916’da El Ariş’e intikâl ettirmiş, böylece İkinci Kanal Harekâtı da başarısızlıkla sona ermiştir.

Liman Von Sanders, İkinci Kanal Harekâtı hakkında şöyle demektedir:


- “18.000 kişilik muharip kuvvetle yapılan ve daha başlangıçta 

bir sonuca varılamayacağı bilinen bu harekât,
bu sıralarda sadece Süveyş Kanalı’nı korumakla yetinen İngilizler’i, 

 Tih Sahrası’ndan beriye çekmiş ve Filistin’de bugün kazandıkları 

başarılara yol açmıştır..."

- "Harpte dâima en mükemmel hareketin yapılamayacağını , 

en kusursuz kimselerin dahi başarısızlığa uğrayabileceğini 

şüphesiz ben de biliyorum. Ama ben şunu da biliyorum ki, 

 hiç bir başarı ihtimâli yokken ve savunmada kalmak mı, 

yoksa taarruza geçmek mi gerektiği bilinmeksizin,

 bu kadar kıymetli birlikler fedâ edilemezdi!”


Yâni, Liman Von Sanders'e göre, eğer İkinci Kanal Harekâtı yapılmasaydı, İngilizler Kanal bölgesinden Sinâ yarımadasına ve Filistin'e geçmeyeceklerdi. Ancak Osmanlı kuvvetleri ilkinde olduğu gibi ağır bir yenilgi aldılar ve El Ariş'e çekilmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine 8. Kolordu ida şgâl etttiği İngiliz kontrolündeki Sina Çölü'nün boşaltarak, Gazze-Birüssebi-Maan hattına kadar geriledi ve mevzilerini güçlendirmeye başladı.

Bu arada 5 Haziran'da isyân etmiş olan Araplar Medine hâriç Hicaz’ı, İngilizler Sina Yarımadası’nı ele geçirerek, Osmanlı-Mısır sınırını teşkil eden Tell el Refah-Akabe hattını geçmişler, 4 Mart 1917’de Hanyunus’u işgâl ederek, Osmanlı ordusunun tertiplendiği Gazze-Teleşşeria-Birüssebi hattına (Filistin coğrafyasının sınırına) ulaşmışlardır. Yâni mağlubiyet Filistin sınırındadır ve Mustafa Kemâl orada değildir.

İngiltere, Irak ve Avrupa Cepheleri’nden Filistin Cephesi’ne kuvvet kaydırırken, Osmanlı’nın tersine Kafkas Cephesi’nde sıklet merkezi yapmaya başladığı görülmektedir. Enver Paşa Filistin Cephesi'nden asker çekmektedir. Tabii ki bu bir hatâ idi... Ahmet İzzet Paşa, 8 Mart 1917’de Kafkas Ordular Grubu Komutanlığı'nı kurmak üzere görevlendirilmiş, Mustafa Kemâl 13 Mart 1917’de Ahmet İzzet Paşa'nın yerine 2. Ordu Komutanlığı'na atanmıştır. İngilizler, Bağdat’ı ele geçirdikten ve Rusya’da Bolşevik İhtilâli olduktan sonra, sıklet merkezini Filistin Cephesi’ne kaydırmışlar, 20 Mart 1917’den itibâren Filistin Cephesi’ndeki faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır. Karşılarında perişân durumudaki Osmanlı ordusu vardır. Cemâl Paşa, Von Kress Paşa'ya şöyle der :


- “Bu gibi kıt’anın durumundan ümitsizliğe düşmemek için, 

insanda bir Jön Türk cesâretinin olması lâzımdır.
Bu insanların elbiseleri, ayakkabıları, çamaşırları yoktur amma,

 sağlam bir yürekleri vardır. Biz Türkler herşeye rağmen 

sonuna kadar mukavemet etmeye karar verdik. 

Kaybedecek şeyimiz artık kalmamıştır. Bize yalnız kazanç vardır.”


Öyle de, ham hayâller peşinde koşarsan, yürek de kâfi gelmez!..


BİRİNCİ GAZZE MUHAREBESİ (26-28 Mart 1917)


Kanal Harekâtı'nın ardından gelen Birinci Gazze Muharebesi, I. Dünya Savaşı sırasında Filistin'in güneyinde gerçekleşmiş bir muharebedir... Britanya güçleri 8 aylık zorlu bir mücâdelenin ardından Osmanlı kuvvetlerini Sina Yarımadası'ndan püskürtmüşlerdi. Britanya'nın bir sonraki hedefi Filistin içlerine doğru ilerleyerek Mezopotamya ve Arap Yarımadası'ndaki Osmanlı güçlerinin arasındaki bağlantıyı kesmekti. Bunun için ilk adım Gazze'nin ele geçirilmesiydi.


O yüzden İngilizler hummalı bir hazırlığa girişmişler ve Çanakkale'den çektikleri birliklerini yeniden organize ederek, Filistin bölgesine yönelik bir işgâl ordusu oluşturmaya başlamışlardı. Ayrıca lojistiğe önem veriyor, saldıracakları noktaya kadar demiryolu hattı ve tatlı Nil suyu götürüyorlardı. Ağustos 1916'dan Mart 1917 sonuna kadar tam 7 ay bu hazırlıklarla uğraşmışlardı.


Gazze'de muharebe başlamadan önce Türk birliklerinin durumu şöyleydi :


- Başlangıçta yaklaşık 8-9000, sonra takviyelerle 15.000 asker

 (53. Tümen sonradan savaşa katıldı)
Cephe Komutanı: Miralay Von Kress
Cemame Grubu: 3. Tümen - Albay Edip komutasında,
Telşeria Grubu:16. Tümen - Albay Halil Rüştü komutasında,
Birüssebi Cephesi: 3. Süvâri Tümeni (düşük mevcutlu, 2 alaydan ibâret)


Muharebeden başlamadan önce İngiliz birliklerinin durumu:


Cephe Komutanı:General Murray
53. ve 54. İngiliz Tümenleri,
2 Tugay Anzak Süvârisi,
2 Tugay İmparatorluk Süvârisi,
İmparatorluk Hecin Süvâri Kolordusu;
Toplam 22.000 asker.


Muharebe Türk birlikleri için tâlihsiz bir olayla başladı. Gazze'de komutayı ele almak için gelen 53. Tümen komutanı Albay Mûsa Kâzım ile 3 karargâh subayı ve askerler, Anzak süvârilerine esir düştüler.


Şehirdeki Osmanlı savunması 125. ve 79. Alaylar, 81. Alay'ın 2. Taburu, topçu ve makineli tüfek unsurlarıydı. Türk keşif uçakları 25 Mart'ta büyük birliklerin toplandığını rapor etmiş, ancak takviye 53. Tümen yola çıkarılmış, ancak daha Gazze'ye ulaşmamıştı, Gazze'ye cepheden hücum edecek olan Tümgeneral Chetwode emrindeki İngiliz birliklerine 26 Mart 1917'de saldırı emri verildi. Gazze'ye ilk saldırıyı yapan İngiliz birlikleri yaklaşık 10.000 asker ve 32 topa sâhipti. Karşısındaki Türk tarafı ise 2.400 er ve 14 topla mevzilerini savunacaktı. İngilizler dört kat daha güçlü idi. İlk taarruz, Gazze'nin güneyindeki Osmanlı siperlerine Anzak süvâri tümeninin, saat 09:00'da hücumuyla başladı. ve suvâriler Gazze'yi kuzeyden kuşatmak için Gazze'nin doğusundan hücuma geçti. İşte bu sırada 53. Tümen'le karşılaşıp Komutanı Albay Mûsa Kâzım'ı ve askerlerinin bir kısmını esir alarak yola devam ettiler. Daha doğudan Gazze vâdisini geçen İngiliz birlikleri de saat 10:00 civârında Gazze'deki Osmanlı birliklerini kuşatmış oldu.


Şehrin etrafı açık düzlük olduğundan, Anzak süvârileri hızla ilerleyerek şehrin banliyölerine girmiş ve şiddetli sokak çarpışmaları başlamıştı. Gazze Komutanı Alman Binbaşı Tiller hemen o noktalara takviye göndererek, arkadan kuşatılmayı önledi.


Kentteki Osmanlı savunmasının kilit noktası, güneydeki 84 râkımlı tepeydi. Cepheden saldıran 53. İngiliz Piyâde Tümeni de şehrin güneyinde bulunan ve savunma hattının asıl dayanak noktası olan Ali Muntar tepesine karşı hücuma geçti. Tepedeki Avusturya ve Türk topçularının şiddetli ateşi altında ilerleyen İngiliz birliklerine 54. Tümen de katıldı ve 

"1'e 10" sayı üstünlüğüyle gün boyunca yaptıkları hücumlar sonunda Ali Muntar tepesini

 ele geçirdiler. Buradaki topçular bile son ana kadar direnip, topları başında şehit düştüler... Osmanlı askerinin karşı taarruzuyla tepe yeniden Türkler'in eline geçti. Ne var ki, akşamüstü yenilenen İngiliz taarruzu, tepenin yeniden el değiştirmesiyle sonuçlandı.


Bu sırada Gazze etrafında bulunan ve saldırı sabahı hemen şehri takviyeye giden Osmanlı 3. ve 16. Tümenleri yolda harekât kaabiliyeti yüksek Anzak ve İngiliz süvârileriyle çatışmışlar ve Gazze'ye yetişememişlerdi. Fakat bu tümenlerin hareketi, İngiliz komutanını hücum eden birliklerinin kuşatılacağı zannına sevketmişti. Süvâri komutanından "şiddetli taarruza devam eden Türk tümenlerini daha fazla durduramayacağı" raporunu alan İngiliz komutan, 26 Mart gecesi, yarıya yakını henüz muharebeye girmemiş birliklerine, "geri çekilme" emri verdi. Bu emirde, susuz kalan süvâri atlarının büyük etkisi vardı. Çünkü su olmayan arâzide Anzak ve İngiliz süvârisi uzun süre kalamıyordu.


Geride zayıf örtme birlikleri bırakan İngilizler çekilirken, 27 Mart sabahı Osmanlı'nın 125. Alayı süngü hücumuyla Ali Muntar tepesini geri aldı ve şehri kurtarmaya gelen Türk birlikleriyle irtibat kurdu.


Gazze'de İngiliz kuşatması tamamlandığında, şehri savunan birliklerle Tellüşeria'daki Osmanlı Komuta Merkezi arasındaki temas da kesilmişti. Bu andan itibaren Gazze'yle ilgili tüm bilgi, Ramle'deki 6 keşif uçağından oluşan Osmanlı hava unsurlarınca sağlanmıştır. 300. Paşa Teyyare Bölüğü'nün pilotları, tüm muharebe boyunca keşif uçuşlarını sürdürmüştür.


26 Mart sabahı İngilizler'e destek için gelen 8 harp gemisi de bir müddet topçu ateşi açtıktan sonra, 10 cm.lik obüs bataryasının karşı atışı neticesinde, fazla etki yapamadan sâhili terkettiler. Anzak süvârileriyse 22 zırhlı otomobil tarafından destekleniyordu. İşte bu çelikten yığın karşısında Türk askeri yalnızca tüfeğine sarılarak, büyük bir soğukkanlılıkla ve cesâretle çarpışıyor, asla mevzilerini terketmiyordu. Savaş o kadar şiddetli olmuşti ki, 84 râkımlı küçük bir kum tepesi olan Ali Muntar, bir gün içinde 3 defa el değiştirmiş, dördüncüsünde gene Türkler'in eline geçmişti!.. Gazzeye kolayca girmeyi uman İngiliz komutan şaşkınlığa uğramış ve panik hâlinde geri çekilme emri vermişti!..


Çevredeki Osmanlı birlikleri öğleden sonra Gazze yönünde yürüyüşe geçtiler. Bir grup kuzey-doğudan, diğer grup ise güneyden Gazze'ye ilerledi. 27 Mart sabahı her iki grup da Gazze'deki İngiliz kuşatmasına taarruz etti. İşte hemen bu taarruzun ardından kentin güney kesiminde savunmada olan Osmanlı birlikleri 84 râkımlı tepeye süngü hücumuna girişip tepeyi aldılar. Tepe 4. defa el değiştirmiş oldu. Saat 11:00 dolaylarında İngiliz kuşatması yarıldı... 28 Mart sabahı tüm İngiliz birlikleri geri çekildi. Savaş alanlarında kalan 1.500 İngiliz ölüsü, Osmanlı Ordusu tarafından gömüldü.


Keşif taarruzu ve karşı taarruz niteliğinde gelişen 1. Gazze Savaşı kısa, fakat şiddetli sürmüş, kesin olarak Türk tarafının üstünlüğüyle sonuçlanmıştı. Zaferde en büyük pay, mevzilerini kahramanca savunan Gazze garnizonuydu. Takviye birliklerin etkisi ikinci derecede olmuştu.


Bu muharebe İngilizler'e pahalıya patlamış, yaklaşık 4-5.000 kayıp (yarıya yakını ölü) vermişlerdi. Ayrıca 5 subay, 241 er esir düşmüştü.Türk tarafındaysa, büyük çoğunluğu Gazze garnizonundan, 10 subay, 284 er şehit,12 subay 1.064 er yaralı olmak üzere, yaklaşık 2.000 kişi zaiyat vardı. 400 asker ise esir düşmüştü. Ganimet olarak 40 makineli tüfek,  

4 otomobil ve büyük miktarda telefon malzemesi ele geçirilmişti ki, bu İngilizler'in nasıl bir panik hâlinde çekildiğini gösterir.


1. Gazze Muharebesi, Britanya güçlerinin başındaki Kanadalı General Charles Dobell'in, askerlerini zafer kazanabilecek üstün bir konumdayken geri çekmesi nedeniyle, İngilizler açısından fiyaskoyla sonuçlanmıştır.


Bu zafer bölgedeki Türk birliklerinin moralini yükseltti. İngilizler moral olarak çökse de, kuvvetlerini hızla artırarak yeni bir taaruza hazırlandılar. İngiliz ordusundaki müslüman Hintli askerler arasında pek çok firâr olayı görülmesi üzerine, bu birlikler geriye alındı.

Von Kress, Gazze’ye gelmek üzere Şam-Amman treninde bulunan 4. Ordu Komutanı Cemâl Paşa'ya 28 Mart 1917 ’de sabah saat 5'te, “Şimdi Gazze’ den döndüm.
4. Ordu'nun kazanmış olduğu çok parlak başarıdan dolayı, zât-ı devletlerini tebrik edebilmekle pek sevinçliyim...”
diyordu. Cemâl Paşa, Von Kress’e 28 Mart 1917’de saat 14'ü çeyrek geçe, şu kutlama mesajını göndermişti:


- “Bildirdiklerinizden ve tebriklerinizden dolayı teşekkür ederim. 

Komutanız altındaki Kuvve-i Seferiye kıt’alarının
kahramanca savunma ve taarruzlarıyla elde edilen başarıdan dolayı, 

 tebrik eder, tebriklerimle takdirlerimi bütün subay, astsubay 

ve erlere duyurmanızı, hepsinin gözlerinden öptüğümü ilâve etmenizi

 rica ederim." 


"Gazze Muharebesi, 4. Ordu için övünç vericidir. Birçok yeni başarılar 

ve şerefler elde edilmesini güvenle bekliyorum.
Kahraman alayların, sancaklarının taltifi hakkındaki teklifinizi yapınız. 

Binbaşı Tiller’e samimi tebriklerimi ulaştırınız.
Size de özellikle tekrar tebriklerimle teşekkürlerimi bildiririm.”


Evet, bu zafer büyüktü ama, bakalım ileride ne olacaktı?.. Kanal'dan gelmekte olan 

İngiliz askerlerini  unutmıyalım.


İKİNCİ GAZZE MUHAREBESİ (19 Nisan 1917)


İngilizler bu ilk muharebeden sonra durumlarını gözden geçirdiler ve Türk tarafı takviye almadan tekrar taarruz etmeye karar verdiler. Türkler zayıf, kendileri güçlü idi. Dolgun mevcutlu tümenlerine ek olarak 74. Piyâde Tümeni'ni de bölgeye getirmişlerdi. Buna ek olarak 2 tugay süvâri,12 top, 8 tank ve 4.000 gaz mermisiyle cephelerini takviye etmişlerdi. 

Türk tarafındaysa komuta kademesinde büyük tartışmalar yaşanmış, Cemâl Paşa "cephenin yarılması durumunda, birliklerin tekrar toparlanamayacağı ve Kudüs'ün kaybedileceği" endişesiyle "Gazze'nin boşaltılmasını ve Kudüs'e yakın, daha derli toplu bir cephe kurulmasını" emretmişti. Muhtemelen de haklıydı. Fakat yeni kurulan 22. Kolordu Komutanı Von Kress, uzun uğraşlar sonucu Cemâl Paşa'yı fikrinden vazgeçirmiş ve Gazze'yi tahkimâta ikna etmiştir.


Tartışmalara rağmen, Türk birlikleri hummalı çalışma sonucu güçlü bir tahkimat yapmıştı. Ayrıca çok sayıda silâh takviyesi almış, top sayısı 100'e, makineli tüfek sayısı 80'e çıkarılmıştı. 54. Tümen ve 7.Tümen de Başkomutanlık tarafından 4. Ordu emrine verilmiş 

ve Kudüs'ün güneyinde toplanmaya başlamışlardı.


İngilizler Türk birliklerinin sağlam mevzileri kolay bırakmayacağı tecrübesini Çanakkale'den bildikleri için, Türk kuvvetlerini bölme yoluna gitmişler, bunun için de özel bir plan hazırlamışlardı. Plana göre, taaruzun başlayacağı 19 Nisan'dan 2 gün önce Türk telsizlerinin çözebileceği bir yanıltma mesajı yayınladılar. Bu şifrede Gazze hattının gerisine çıkartma yapılacağı yer alıyordu. Bunun bir yanıltma olduğunu anlayan cephe komutanı, her ihtimâle karşı 125. Alay'ı Askalon'a 4 makineli tüfek ve 4 topla yolladı. İngilizler'in aldatma planı böylece ancak kısmen gerçekleşti.


Türk tarafı moral bakımından mükemmel vaziyetteydi. Özellikle 1. Gazze Savaşı'da ele geçen ganimetle erlerin giyim kuşam durumu düzelmiş iâşe işleri kısmen yoluna girmiş, teçhizat durumu da iyi seviyeye gelmişti. İngiliz birlikleri de nâne şekerinden çikolatasına her türlü keyfe sâhip olduklarından ve teçhizatı mükemmel olduğundan moralleri de iyi seviyedeydi, fakat Türk askerinin siperlerine saldırmanın gizli bir endişesini taşıyorlardı.

2. Gazze Muharebesi'nde iki taraf savaşa şu vaziyette girdi:


Türk Birlikleri:
22. Kolordu (3. ,16. , 53. Tümenler) 18.000 asker,1.200 süvari,
100 top, 80 makineli tüfek, 6 uçak
Komutan: Von Kress


İngiliz Birlikleri: 

52. ,53. ,54. ,74. Tümenler,
Anzak Süvâri Tümeni,
İmpartorluk Atlı Tümeni,
Çöl Hecinsüvar Tugayı, 50.000 asker,
170 top, 8 tank, 25 uçak, 

2 kruvazör ve çeşitli harp gemileri
Komutan:Charles Dobell


Saldırı 19 Nisan 1917'de, sabah 5'te İngiliz topçusunun şiddetli ateşiyle başladı. Denizden 2 kruvazör ve çeşitli harp gemileri ile monitörler de bu ateşe destek veriyorlardı. İngiliz general gaz mermilerine ve tanklara çok güveniyordu. Gaz mermilerinin hepsi ilk saatlerde kullanıldı, fakat bu mermilerin kullanıldığından Türk tarafı muharebe sonuna kadar haberdar olmadı. Çünkü atılan zehirli gaz mermileri patladığı anda, yerdeki yüksek hararetten dolayı buharlaşmıştı ve hiçbir etkide bulunmamışlardı. ALLAH yardım etmişti.


İngilizler asıl taarruzlarını 52. ve 53. Tümenler'iyle bizim 53. Tümen'imize karşı yapıyorlardı. Eski usûlde büyük kalabalıklar halinde taarruz eden İngiliz askerleri, ileri mevzilere yaklaşana kadar Türk topçusunun isâbetli atışları ve makineli tüfekler nedeniyle büyük kayıp vermişlerdi. Buna rağmen, 7 tank eşliğinde ileri siperlere kadar gelip, tel engelleri aşmışlar ve ilk defa tank gören Türk askerinin şaşkınlığından yararlanarak, ileri mevzileri ele geçirmişlerdi. Fakat buraya kadar büyük zaiyat veren İngilizler, Türk mevzilerinin ustaca inşâsı nedeniyle, 16. Tümen'in yan ateşine mâruz kalmışlar, ardından 32. Alay'ın şiddetli süngü taarruzuyla buralardan geri atılmışlardı.


Karşı taarruz ânında büyük korku veren tanklardan biri tam isâbetle yok edildi ve böylece Türk askerleri tankların hantal ve yokedilebilir birşey olduğunu anladı.

16. Tümen cephesinde de tanklar eşliğinde bâzı mevzilere giren İngilizler, süngü hücumuyla geri atıldı ve 2 İngiliz tankı da burda yok edildi. İngiliz komutanın süvâri birliklerini de cepheye sürmesi hiçbir şeyi değiştirmedi ve bütün gün süren kanlı mücâdeleden sonra zafer Türk ordusunda kaldı.

Bu savaşta özellikleTürk topçusunun rolü çok büyüktü. Ayrıca Türk askeri iyi hazırlanmış mevzileri mükemmel savunmuş ve İngilizler'e büyük kayıplar verdirmişlerdi. Havada da uçaklar arası savaşlar olmuştu. 300. Tayyare Bölüğü'ne bağlı 6 uçak, İngilizler'in 25 uçağına karşı aktif bir rol oynamış, İngilizler'in cephenin yakınına kadar getirdikleri Nil tatlı su hattını tahrip etmiş havada cereyan eden savaşta da 2 İngiliz uçağı düşürülmüştü.


84 râkımlı Ali Muntar tepesi bu savaşta da büyük rol oynamış, özellikle İngiliz 54. Tümeni'ne bu tepedeki makineli tüfeklerce büyük zaiyat verdirilmişti.


İngiliz tarafı 2.000 ölü, 600 esir, 4.000 yaralı olmak üzere, 6-7.000 arası zaiyat vermişti. 3 tankları yok edilmiş, 2 uçağı düşürülmüş, pek çok teçhizat ta kaybedilmişti. Türk tarafında ise 9 subay, 82 er şehit, 34 subay, 1.302 er yaralı ve 250 esir olmak üzere, 1.600 civârı bir kayıp vardı.


20 Nisan günü İngiliz General saldırıya devam etmek niyetinde idiyse de, kayıp raporları dolayısıyle saldırıyı iptal etti.Türk tarafıysa elverişli bir karşı taarruz imkânına sâhip durumda olmasına rağmen, topçu cephânesinin azlığı nedeniyle, bu niyetini gerçekleştiremedi.


2. Gazze Savaşı daha sonra "cephe, siper savaşı" niteliği kazanmış ve bu durum 3. Gazze Şavaşı'na kadar devam etmiştir...


Gazze Muharebeleri’nden gözlemler aktaran Falih Rıfkı Atay,


- "Gazze’nin içinde 'Gazze Muharebeleri'nin en şiddetli günlerini 

geçiren bir arkadaşın üç mektubunu alıyorum.
'Bilsen Gazze’de ne kadar rahatım. Harp zamanı cephede yaşamaktan

başka teselli olmadığına artık inanıyorum.
Önümüzde Gazze’nin bütün kısa dağlarına ve düşmanın cephesine 

hâkim külâha benzer bir küçük tepe var.
Bu tepede Şeyh Ali Mantar’ın çıplak türbesiyle iki ölü ağaç duruyor. 

Gazzeliler kıymetli adamlarını da Şeyh Ali Mantar’ın
mukaddes toprağı etrafına gömmüşler. 

 Kısaca, 'Mantartepe' denen bu toprak çıkıntısı, 

'Gazze Muharebeleri'nde unutulmaz bir isim bıraktı. 

Cephemizle karşı cephe arasındaki en elverişli tarassut yeri burası idi. 

Arap mezarlarının altında sekiz tünel deldik, cesur tarassut zabitleri, 

bu tünellerden geçip top ateşlerini idâre ediyorlar."


"İkinci Gazze taarruzunda İngilizler karadan ve denizden 

en ağır toplarıyla üç gün Şeyh Ali Mantar’ın tepesini dövdüler.
Korkunç bir gürültü ile toprağı karıştıran mermiler altında 

ufak tepenin irtifaı birkaç metre azalmış, ateş altında bir yanardağa
benzeyen tepe, toz toprak, sarı ve siyah dumanlar içinde boğulmuş idi. 

Kaç defa türbe, mezar , ağaç ve taş parçaları
ve senelerden beri ılık mezarlarının içinde uyuyan ölülerin kemikleri 

bize kadar geldi… Mantartepe, İngilizler’e o kadar şüphe verdi ki,

biz terk ettikten sonra üstündeki taşın hareketine karşı yüzlerce mermi attılar. 

Şeyh Ali Mantar’ın tepesi altında sebat eden tarassut zabitleriyle neferler, 

Gazze günlerinin hakikaten en büyük kahramanlarıdırlar,”


şeklindeki cephe mektuplarına da eserinde yer vermiştir. Bu arada belirtelim, Emre Gül'ün Osmanlı ordusu Gazze için savaşmıştı yazısından çok yararlandık. Kendisine minnettarız.

İngilizler çabuk bir zafer kazanamayacaklarını anlayıp, büyük çapta hazırlıklara giriştiler, ayrıca cephe gerisindeki Yahudiler'i kullanarak geniş bir câsusluk ağı kurdular ve bundan faydalanmaya başladılar.


Bu ikinci girişimin de Britanya açısından başarısızlıkla sonuçlanması, Ocak 1916'dan beri Mısır ve Filistin'deki harekâtı yürüten General Archibald Murray'in Mısır Seferi Kuvvetleri Komutanlığı görevinden alınmasına ve yerine Sir Edmund Allenby'nin atanmasına yol açtı. Bu muharebede Osmanlı cephelerinde ilk kez tank kullanıldı. İngilizlerin Filistin cephesi için ayırmış olduğu 8 Mark-I tankından 3'ü, Osmanlı topçusu tarafından imha edildi. Yine bu muharebede Osmanlı cephelerinde İngilizler tarafından ilk defa kimyasal zehirli gaz kullanıldı. Gaz, hava şartları nedeniyle etkili olmadı.

Bu çalışmada Dr. Cemâl Kemâl'in BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA GAZZE’Yİ NASIL KAYBETTİK? yazısından da istifâde ettik. Kendisine şükran borçluyuz.

İtalya; İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’yı paylaşmalarından sonra, kendisinin de toprak kazançları umuduyla, 20 Mayıs 1915’te İtilâf Devletleri yanında Birinci Dünya Harbi’ne katılmıştı. 


O târihe kadar İngiltere 11 Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçirmiş,
12 Mart 1917’de Rusya’da Bolşevik Devrimi olmuş,
ABD Kongresi, 2 Nisan 1917’de, İttifak Devletleri’ne karşı savaş ilânını öngören tasarıyı onaylamış,
6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilân etmişti.
İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’ndan İtalya haberdar edilmemişti.


İtalya bu gizli antlaşmayı sonradan öğrenmiş, Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Orta Doğu’nun paylaşılmasında hak sâhibi olmak istemişti. 12 Mart 1917’de Bolşevik İhtilâli’nin olması ve Rusya’nın Sykes-Picot Antlaşması’nı açıklaması, İtalya’yı korkutmuş, İngiltere ve Fransa ile 21 Nisan 1917’de St. Jean de Maurienne Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşmaya göre, “İtalya Sykes-Picot Anlaşması’nı kabul ediyordu. Buna karşılık, Mersin hâriç, Antalya, Konya, Aydın ve İzmir bölgeleri İtalya’ya veriliyordu. İngiltere ve Fransa İzmir’de birer serbest liman kurabileceklerdi. İtalya da Mersin, İskenderun, Hayfa ve Akka’da serbest limanlara sâhip olacaktı.”


İngiltere ve Fransa bu antlaşmayla, Birinci Dünya Harbi’nden sonra yapacakları, Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasını taksim planında, İtalya’nın bölgesini genişleterek, onu ikna etmişlerdir. Rusya’da Çarlık Rejimi devrilmesinden sonra Bolşevik Devrimi’yle kurulan geçici hükûmet, iktidardan düşünceye kadar St. Jean de Maurienne Antlaşması’nı onaylamamıştır. İngiltere’nin, İkinci Gazze Muharebesi’nin bitişinden bir gün sonra İtalya’yla bu antlaşmayı imzalaması, Filistin Cephesi’nde taarruza devam edeceğinin emâresi sayılmıştır. İngilizler, Birinci ve İkinci Gazze Muharebeleri’nde başarılı olamayınca, Filistin’e yeni bir harekât yapmak üzere hazırlıklara başlamışlardır.


İsyancı hâin Araplar; Mekke, Cidde, Taif, Yanbu ve Vech’i ele geçirerek, Hicaz’ın işgâlini tamamlamışlar ve Filistin Cephesi’ne yaklaşmışlardı. Enver Paşa, doğacak fırsatlardan istifâde ederek yapılacak bir karşı taarruzla, İngilizler'in her türlü desteğini sağladıkları Mısır’la irtibâtlarının kesilerek, Akdeniz’e dökülmesini; Cemâl Paşa'ysa savunmada kalarak, karşı tarafın muharebe gücünün zayıflatılmasını düşünüyordu.


İnisiyatif ve muharebe gücü üstünlüğüne sâhip olan İngilizler'in, Gazze Vâdisi'nin batısında uzun süre savunma durumunda beklemeleri düşünülemezdi. Birinci ve İkinci Gazze Muharebeleri’nde taarruz için Gazze Vâdisi kuzeyinde bir çıkış arâzisi ele geçirmişlerdi. Türk askerlerinin vaziyeti her geçen gün daha olumsuz hâle gelmekteydi... Üçüncü Gazze Muharebesi öncesinde, 53. Tümen 161. Piyâde Alay Komutanı’nın verdiği rapor, birliklerin yaşadıkları çok kötü şartları şöyle açıklamaktadır:


- “Alay, Gazze Muharebeleri’nin başlangıcından itibâren, avcı siperlerinde bulunmaktadır.
Alay, en iyi subaylarını fedâ etmek zorunda kalmış, iyi eğitim görmüş erlerini de çeşitli
nedenlerle kaybetmiştir. Her gün düşman topçu ateşinden üç beş kişi kurban verilmektedir.
Muharebe gücünün onda dokuzu kaybedilmiş, bölüklerin komutası şimdi genç, tecrübesiz
ve yetiştirilmeye muhtaç subayların elinde kalmıştır. Şimdiye kadar kayıpları tamamlamak
üzere gönderilen ikmâl erlerinin pek azı hâriç, diğerleri hiç eğitilmemiş, hatta, tüfek tutmasını dahi bilmiyorlar! Bunlar, elbisesiz, hatta gömleksiz olarak gelmekte, hiçbirisi askerlik ruhu taşımamaktadır. Bu alaydaki altı haftalık hizmetim sırasında gördüklerimi açık ve gerçeğe tam uygun olarak arzı, bir vatan borcu bilirim...”


Yâni İkinci Gazze Muharebesi'nden sonra çatışmalar durmamış, siper savaşları, düşmanın topçu atışları durmaksızın devam etmiş, Türk birliklerini iyiden iyiye yıpratmıştır. 4. Ordu birliklerinin psiko-sosyal gücü de zayıflamıştır. Öncelikle cephedeki birliklerin içinde bulundukları olumsuz koşullar düzeltilmeli ve kuvvet dengesi sağlanmaya çalışılmalıydı.

General Falkenhayn, 7 Mayıs 1917’de İstanbul’a, Irak Cephesi’ni inceledikten sonra, 16 Mayıs 1917’de Halep'e, ve oradan da 4. Ordu Karargâhı'nın bulunduğu Kudüs’e geldi. General Falkenhayn’ı, Ordu Komutanı Cemâl Paşa, Kurmay Başkanı Albay Ali Fuat (Erdem) ve Von Kress Paşa karşıladılar. General Falkenhayn, Türk Başkomutanlığı'nca taarruz imkânlarını incelemek üzere görevlendirildiğini açıklayınca, 4. Ordu Komutanı Cemâl Paşa tarafından, “Filistin Cephesi’nde İngilizler'e taarruzun hiçbir temele dayanamayacağı, sözü edilen 7 tümenin bu amaç için yeterli olamayacağı, taarruza başlamadan önce en az bir aylık yiyecek maddesi depo etmek gerektiği, Kanal Taarruzu’nda bundan daha az bir kuvvetin, bir yıl çalışıldığı halde bir haftalık bile yiyeceğinin sağlanamadığı” ifâde edildi. Bunun üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa, durumu yerinde görmek ve incelemelerde bulunmak üzere, Filistin Cephesi’ne gitmeye karar verdi. Von Kress Paşa son durum hakkındaki düşüncelerini, 8 Haziran 1917’de 4. Ordu Komutanı’na şu şekilde bildirdi:


- “İngilizler'in Filistin’i ele geçirmeye kararlı olduklarına şüphe yoktur...

 Filistin’in kaybı Bağdat’a karşı yapılacak harekâtı imkânsız kılacağı gibi, 

Filistin’le birlikte Hicaz’ın da elden çıkmasına yol açacaktır.

 İngilizler, mevcutlarının % 60’ını elde bulundursalar dahi, 

 5 Türk tümenini kuvvetli mevzilerden atamayacaklarını 

kendileri de kabul ediyorlar. Buna rağmen, ben kesin olarak taarruzun

 birkaç hafta sonra yapılacağı kanısındayım. 

İngilizler’in, deniz ve demiryolundan faydalanmak için asıl taarruzlarını 

Gazze kesimine yapacaklarını tahmin ediyorum. 

Ancak kesin olarak sanıyorum ki, bu asıl taarruzdan önce
Birüssebi’yi ele geçirmek isteyeceklerdir. 

Eğer Birüssebi su tesisleri tahrip edilecek olursa, 

İngilizler’in sağ yanlarını tehdit edecek olan korku 

ortadan kalkmış olacaktır...”


4. Ordu Komutanı Cemal Paşa, Von Kress Paşa'dan aldığı raporu Başkomutanlık Vekâleti’ne göndermiş, Başkomutan Vekili Enver Paşa, 13 Haziran 1917’de Cemâl Paşa'ya şu cevabı vermişti:


- “İngilizler taarruz edecek olurlarsa, ben bunun Gazze kesimine yapılacağını 

daha kuvvetli bir ihtimal sayar ve düşmanın Birüssebi’yi ele geçirmek amacıyla, yapabileceği taarruzun bugünkü duruma göre ancak süvâri kuvvetiyle
yapılabileceğini gözönüne alırım. Ve bu duruma göre hiçbir zaman

 büyük tehlike dolayısıyla, asıl kuvvetlerimizi yan tarafta bırakarak,

piyâdesiyle Birüssebi istikametinde ilerlemesini muhtemel bulmam... 

Birüssebi Garnizonu'nu, topçu ve makineli tüfeklerle teçhiz edilmiş, 

yalnız bir piyâde alayı tarafından bir direnek biçiminde tahkim 

ve takviye ederek, Birüssebi’nin elde tutulması sağlanmış olur...”


Enver Paşa 24 Haziran 1917’de Halep’te bir toplantı yapılmasını istedi. Halep toplantısına; Başkomutan Vekili Enver Paşa, Kafkas Orduları Grubu komutanı Ahmet İzzet Paşa, Bahriye Nâzırı ve 4. Ordu Komutanı Cemâl Paşa, 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemâl Paşa , 6. Ordu Komutanı Halil (Kut) Paşa, Başkomutanlık Karargâhı Kurmay Başkanı Bronzart Paşa, Harbiye Nâzırlığı Müsteşarı Mahmut Kâmil Paşa, 4. Ordu Kurmay Başkanı Albay Ali Fuat (Erdem), 3. Ordu Kurmay Başkanı Von Goze, Kafkas Orduları Kurmay Başkanı Yarbay Von Falkenhavzen ve 6. Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Kreçman katıldılar. Enver Paşa şöyle dedi:


- "Düşüncem; Bağdat’ı bir taarruzla geri almaktır. 

2. Ordu Komutanı Mustafa Kemâl Paşa'nın komutasında bir 7. Ordu kurmak
ve bu orduyla Halil Paşa'nın komutasındaki 6. Ordu'yu 

 Yıldırım Grubu adı altında bir Ordu Grubu Komutanlığı'nın emrine verip,
Bağdat üzerine göndermektir."


Osmanlı Devleti’ne bir Alman Ordu Komutanı ve çoğunluğu Alman subaylarından oluşan 

bir ordular grubu karargâhı gönderilecekti. Ordular grubu, bir kısım Alman muharebe, muharebe destek ve muharebe hizmet destek kıt’alarıyla Türk birliklerinden kurulacaktı. Yıldırım Ordular Grubunun kuruluş amacı, Bağdat’ı ele geçirmekti. Ancak, 7. Ordu'nun Filistin Cephesi’nde de kullanılması düşünülmüştü.


Enver Paşa da, tıpkı Kanal muharebelerinde Cemâl Paşa'nın olduğu gibi, hayâl peşinde idi!.. O bunları söylerken Gazze'deki askerlerimiz her gün İngiliz saldırısına uğruyor, günden güne eriyordu. İngiliz birliklerinin başına geçmiş olan General Allenby, Ekim 1917 sonuna kadar hazırlık yapmayı planlıyor, General Murray’ın hatâsını tekrar etmek istemiyordu. Allenby, Filistin muharebelerinin hedefini; Türkler'in yenilgiye uğratılarak kuvvetlerinin imha edilmesi, Filistin’den çıkarılması, başlangıçta Kudüs, müteakiben Filistin, Ürdün ve Suriye’nin ele geçirilmesi olarak tespit etmişti!


Enver Paşa, İngilizler’in 11 Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçirmesinden sonra, Hilafet’in kutsal saydığı bu şehri, ne pahâsına olursa olsun, tekrar geri almak ve Osmanlı İmparatorluğu’nun prestijini kurtarmak istiyordu. Başlangıçta harbin kesin sonucunun Avrupa Cepheleri’nde alınacağı düşüncesiyle, Türk kuvvetlerini Avrupa cephelerine göndermiş, Filistin ve Irak cephelerindeki durum kritikleştikten sonra, Avrupa’nın Romanya, Galiçya ve Makedonya cephelerinde bulunan 6., 15. ve 20. Kolordular'ı kademeli olarak çekmeye başlamış, aynı zamanda Almanya’nın kuvvet göndermesini istemişti. Ama geç kalmıştı!.. Enver Paşa'nın hatâları saymakla bitmez!..


Cemâl Paşa, " Dünya Harbi başladıktan sonra çok önemli stratejik hatalar yapıldığını, Bağdat seferinin de Filistin Cephesi’nin kaybedilmesine neden olacağı" görüşünü şöyle ifâde etti:


- “ Dünya Harbi’ne girişimizden itibâren, strateji bakımından 

yapılan hatâları gözümün önünden geçiriyordum...
Önce Kars’ı ele geçirmek düşüncesiyle Aralık 1914’te yapılan 

 Sarıkamış taarruzu (Doğu Cephesi), Kafkas Ordu'muzun
(3. Ordu) tamâmen elden çıkmasına neden olmuş, 

bir daha aynı kudret ve kuvvete sâhip olarak teşkil edilememiş olan
bu ordu, Erzurum’u savunamayarak Ruslar’ın eline geçmesine neden oldu. 

Sonradan düşmanın Çanakkale’den çekilmesi üzerine, 

2. ve 3. Ordular tarafından girişilen Erzurum’un geri alınması hareketi, 

Erzincan’ın düşmesine sebep oldu... Kut'ül Amare’deki İngiliz ordusunun 

 esir edilmesinden sonra, Irak ordusunun bir kısmının alınarak
(13. Kolordu) İran’da fetihler icrâsına memur edilmesi, neticede 

Bağdat’ın düşmesine sebep oldu... İşte şimdi de Kudüs, Filistin 

ve belki bütün Suriye’nin düşmanın istilâsına mâruz kalmasına neden olacak!”


Doğru teşhis bu iken, daha orada olmayan Mustafa Kemâl Paşa sonradan 

 "9 günde 500 klm. kaçmakla, Suriye'yi düşmana terketmek"le nasıl suçlanabilir ki???


Komutanlar, Halep toplantısında Enver Paşa'nın Bağdat seferi düşüncesine katılmamışlardı. Cemâl Paşa, Enver Paşa'nın Bağdat seferi düşüncesini kabul etmiyor, Anadolu’yu tehdit altına sokacak muhtemel bir cephe yarılmasına karşı, Filistin Cephesi’nin daha güçlü tutulmasını istiyordu. Cemâl Paşa, önceden birçok defa Irak Seferi’nden vazgeçilmesini teklif etmiş olmasına rağmen, Enver Paşa teklifi kabul etmemiş ve ısrarla yapılmasını istemişti.

Kurulan Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na Mareşal Von Falkenhayn (Eski Almanya Genelkurmay Başkanı olan General Falkenhayn’a Osmanlı İmparatorluğu tarafından Mareşallik rütbesi verilmişti) ve Kurmay Başkanlığı'na Albay Von Dommes (Almanya’dan gelmiştir) atanmıştır. Yıldırım Ordular Grubu'nun Kuruluşu şöyledir:


- 6. Ordu: (Komutanı: Halil Paşa) 2. , 6. ve 46. Tümenler'den kurulu 13. Kolorduyla,
14. ,15. ve 52. Tümenler'den kurulu 18. Kolordu
- 7. Ordu: (Komutanı: Mustafa Kemâl Paşa) 19. ve 20.Tümenler'den kurulu 15. Kolordu'yla,
24. , 50. ve 59.Tümenler'den kurulu 3. Kolordu
- Alman Asya Kolu: II. No.lu Paşa Karargâhı,
- 3'er bölüklü 3 piyâde taburu (6’şar makineli tüfekli),
- diğer topçu ve destek birlikleri


Enver Paşa, Alman ordularının başarısızlığına neden olan ve Avrupa'da Allenby'e yenilmiş olan Falkenhayn’ı, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na getirmekle büyük bir stratejik hata yapmıştı. 1914-1916 yılları arasında Avrupa Cephesi’nde savaşan bu iki komutan bundan sonra Filistin Cephesi’nde savaşmaya devam edeceklerdi... Ve Falkenhayn yine yenilecekti!..

Enver Paşa, 31 Temmuz 1917’de verdiği emirle, Filistin Cephesi Komutanlığı'nı fiilen teşkil etmiş, komutanlığına General Von Kress Paşa'yı atamış, kuruluşuna
20. ve 22. Kolordular'la, Birüssebi Grubu'nu vermişti... Yıldırım Ordular Grubu emrine verilen Alman Asya Kolu'nda bulunan personel, Filistin Cephesi’ndeki halkı tanımıyor, Türkçe ve Arapça bilmiyordu. 
Osmanlı İmparatorluğu’nu tanımayan Alman subaylardan teşkil edilmiş olan Yıldırım Ordular Grubu karargâhı için pek çok zorlukla karşılaşmak kaçınılmazdı. 



                                                            


General Allenby Peygamber'in hâin torunu Faysal'la

Karşılarında, Filistin Cephesi’ndeki İngiliz Mısır Sefer Gücü Komutanlığı’na yeni bir profesyonellik, heyecan ve disiplin getiren Sir Edmund Henry Hynman Allenby (1861-1936), başarılı bir askerî kariyer ile dikkati çekiyordu... Kraliyet Askerî Akademisi’ni bitirdikten sonra 1882’de Inniskilling Dragoons birliğinde göreve başladı. Güney Afrika’da 2. Boer Şavaşı'nda 1899-1901 yılları arasında çarpıştı. Kurmaylık eğitimini de başarıyla tamamlayan Allenby, Birinci Dünya Savaşı’nda Batı Cephesi’ndeki İngiliz Ordusu'nun 1. Süvâri Tümeni komutanıydı. Birinci Ypres Savaşı’ndan sonra 3. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Allenby Almanlar'a karşı Batı cephesinde 3. Ordu’yu başarılı bir şekilde kumanda etmişti. Birinci Dünya Savaşı’nın İngiliz ordusunda yıldız parlayan generallerinden Douglas Haig’le özellikle Arras Savaşı'ndaki taktikler konusunda uyuşamaması nedeniyle, 1917 yılının Haziran ayında Mısır’daki İngiliz Ordusu'nun komutanlığına atandı... Heybetli bir görünüme sâhip olması, sinirliliği ile aynı zamanda soğukkanlılığını birleştirmesi, “Bull-Boğa" lâkabıyla anılmasına sebep olmuştu. Kaba ve haşin davranışları astlarını irrite etse de, tüm orduda askerlerini eğitmede yetenekli bir komutan olarak kabul ediliyordu. Çok daha önemlisi, modern savaş yönetiminin dinamiklerini çok iyi bilmekteydi. Başarı için piyâde ve topçunun uyumlu olması gerektiğinin farkındaydı. Orduda yaptığı zihniyet değişikliği de dikkati çekmişti. Güçlü karakterinin, kişisel görünümünün askerler üzerindeki moral etkisi çok büyüktü. Cephe hattındaki birlikleri sık sık ziyaret eder ve güven telkin ederdi... O dönem İngiliz er ve subaylarının hâtıratlarında, "hiç tahmin etmedikleri bir anda Allenby’nin ön hatlara ziyaret gerçekleştirdiği, askerlerin elini sıktığı, konuştuğu" sıkça vurgulanır.

İngiliz câsusu Lawrence’in koordinesinde hareket eden Araplar, 6 Temmuz 1917’de, Filistin’in Kızıldeniz kıyısındaki limanı olan Akabe’yi işgâl etmişlerdi. Cemâl Paşa, Arap İsyânı’nın yayılması ve Filistin Cephesi’ni çok olumsuz şekilde etkilemeye başlaması üzerine, 7 Temmuz 1917’de Başkomutanlığa,


“... Suriye’de bir ayaklanmanın yakın olduğunu, örgütlenmesi 

devamlı gelişmekte olan ihtilâlin, dış düşmanların
Suriye ve Filistin’e yapacakları taarruzla aynı zamanda 

ve birlikte başlayacağını gösterdiğini, bir yıl önce Mekke’de
çıkan Arap İhtilâli’nin bir yıl sonra Suriye’ye girdiğini, 

yakında tüm Suriye’ye yayılacağının muhakkak olduğunu...”


yazmıştı. Enver Paşa, bu rapora 10 Temmuz 1917’de,


- “Suriye’de genel bir ayaklanma tehlikesini biraz büyütülmüş görüyorum”


cevâbını verdi!.. Sâdece hayâlperest değil, aynı zamanda basiretsiz!.. 


 Cemâl Paşa, Enver Paşa'nın olumsuz tutum ve düşünceleri karşısında bir yazıyla görevden alınmasını istemek durumunda kaldı. Ne var ki, Enver Paşa, bir şekilde Cemâl Paşa'yı istifa etmekten vazgeçirdi.


İkinci Gazze Muharebesi’nin bitiş târihi olan 20 Nisan 1917’den itibâren 100 gün geçtiği hâlde, komutanlar arasında tartışmalar sürmüş, uygun hareket tarzı seçilerek karar verilememiş, muharebe gücü üstünlüğü, zamanla İngilizler’in lehine gelişmişti. Enver Paşa, Filistin Cephesi Komutanlığı'nın sol (doğu) kanadıyla İngilizler’in sağ (doğu) kanadına taarruz edilmesini düşünüyordu. Bu maksatla, Albay İsmet’i (İnönü) Kafkas Cephesi’nden, Albay Hüseyin Hüsnü'yü (Emir) de Romanya’dan getirtmişti... İngilizler ise, kuvvetlerini takviye ederek, Filistin Cephesi’nde 4 kat kuvvet üstünlüğüne ulaşmışlardı... Başkomutanlık tarafından, Romanya’dan 6. Kolordu, Galiçya’dan 15. Kolordu Filistin Cephesi’ne sevk edilerek, Birüssebi bölgesinde sıklet merkezi yapılabilir ve İngiliz Ordusuna karşı muharebe ve destek gücü üstünlüğü sağlanabilirdi. Ancak, 6. Kolordu nedense Romanya’da bırakılmış, 46. Tümen Irak Cephesi’ne gönderilmiş, 15. Kolordu Bağdat seferi için taşınmaya başlanmıştı... Bu sûretle, kaybedilen 4 ay kadar uzun bir zaman, Filistin Cephesi’de Osmanlı ordusunun zayıflamasına neden olmuştur.

Mareşal Falkenhayn 6 Eylül 1917’de, Filistin Cephesi’ne hareket etti... Mareşal Falkenhayn, Filistin Cephesi’ne hareket ettikten sonra, aynı gün, Haydarpaşa İstasyonu’nda cepheye gönderilmek üzere vagonlara yüklenmiş bulunan cephâne sandıkları infilâk etti!.. Patlamada Haydarpaşa İstasyonu, iskele ve birçok yiyecek maddesi tahrip oldu... Almanya’dan trenle İstanbul’a gelen cephâne sandıklarından birinin yere hızlı atılmasıyla bu infilâkın meydana geldiği düşünülemez!.. Bunun düşman tarafından tertiplenmiş bir sabotaj olması ihtimâli daha kuvvetlidir. Aslında Üçüncü Gazze Muharebesi o gün başlamış, düşman cephânemizi havaya uçurarak bizi müsgül durumda bırakmıştı!..


İtilâf Devletleri, Filistin Cephesi’nde Gazze’ye taarruz hazırlıklarını sürdürürlerken, İngilizler'in Avrupa’da yaşayan Yahudiler'i Türkler'e ve Almanlar'a karşı kullanmak için plan ve propaganda yaptıkları, yalan haberler yayınladıkları görülmüştür... İngilizler ve Fransızlar’ın propaganda faaliyetlerine karşı Küdüs Ermeni Patriği, 9 Temmuz 1917’de Avrupa gazeteleri ve Bern Sefâreti'ne bir beyannâme göndererek,


- ”Osmanlı ve Alman otoritelerince, Kudüs ve Filistin’de kilise 

ve manastırların yağmalandığı, mallarına el konulduğu, tahrip edildiği, 

Yafa (Tel Aviv)’daki Yahudiler'in sürgün edildiği 

ve Cemâl Paşa'nın bölgedeki icraatları konusunda çıkan haberlerin 

gerçek dışı olduğu”


şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu bildirinin Ermeni Patriği tarafından gönderilmesi, Filistin’deki Emeniler'in Osmanlı idâresinden memnun olduklarını gösterdiği dikkatten kaçmamalıdır. Kaldı ki, bildiri, "Ermeni soykırımı" ile suçlandığımız 1915 tehcirinden sadece 2 yıl sonrasına âittir ve bir Ermeni tarafından yayınlanmıştır.


Mustafa Kemâl Paşa, komutanı olduğu 7. Ordu'nun Filistin Cephesi’ne gönderilmesi hâlinde, "emir ve komutanın Von Kress Paşa'yla kendisi arasında bölünmesine, Mareşal Falkenhayn’ın Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na atanmasına ve taarruz planına" karşı çıkmıştır. 7.Ordu Komutanı MUSTAFA KEMÂL PAŞA, ülkenin yaşadığı problemleri ve çözüm tarzlarını kapsayan, aşağıdaki târihî raporunu, 20 Eylül 1917’de Halep’ten Başkomutan Vekili Enver Paşa, Sadrâzam Talât Paşa, Bahriye Nâzırı ve 4. Ordu Komutanı Cemâl Paşa'ya göndermiştir:


- “... Bütün Suriye ve Hicaz, şimdiye kadar olduğu gibi, her hususta (bir Alman'a değil)
bir İSLÂM OSMANLI'ya âit olur ve bunun emri altında olarak Sina-Filistin Cephesi’nin harekâtını bağımsız olarak diğer bir İSLÂM OSMANLI üzerine alır... İşte yurt yararına 

en uygun şekil budur!.."


"General Falkenhayn’ın gelmesi ve onunla ivedi taahhütlere girişilmesi ve Kress’in 

daha önce hak kazanmış olması, sözün kısası, 'Almanlar’ı idâre etmek' gibi sebep 

ve etkenler, yurt yararlarının gerektirdiği açık ve kesin şekli engelleyemez inancındayım."


"Ölüm kalım meselelerinde olsun, karar verme hakkından yoksun bulunduğumuzu sanmıyorum. Bununla birlikte benim bildiğim sebepler, Falkenhayn’ın kullanılması zorunluluğu uğrunda, memleket yararlarını az da olsa, tehlikeye düşürecek derecede kuvvetli sayılmıyor! "


"Ve Sinâ-Filistin Cephesi’nin Kress’in ve 7. Ordu Komutanı’nın emri altında iki ordu
tarafından savunulması ve bu iki orduya Falkenhayn’ın komuta etmesi gerekiyorsa,
vatan menfaatleri için bu sûretle hizmetten kaçınılamaz!"


"Ancak, bu hâlde, General Falkenhayn’ın bütün Suriye ve Hicaz’a komuta eden kişinin emri altına girmesi, tartışmaya tahammülü olmayan bir meseledir. Bu hâlde, Devlet gözünde en yüksek sorumlu bir OSMANLI olup, bütün iç ve siyâsî kuvvetler onun elinde bulunur... Ve Falkenhayn yalnızca bir askerî komutan durumunda kalır... İki ay sonra durum taarruza elverişli olmayıp, bütün kuvvetlerle Filistin’in savunulması ağlanabilirse,
General Falkenhayn'ın, Dünya ve memleketimize karşı en büyük başarıyı kazanmış şeklinde ortaya çıkacağına şüphe yoktur. Fakat, bu hâlde Hükûmet'in takviyesi ve memleket şartları şöyle dursun, memleket tamâmen elimizden çıkarak, bir ALMAN SÖMÜRGESİ hâline girmiş olacaktır ve General Falkenhayn bu amaç için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son TÜRK kanlarını kullanmış bulunacaktır!"


"Sözün kısası, gerek mülkî idâre ve gerek halk içinde yapılacak işlerin herhangi olağan bir memleket meselesi değil, en birinci bir memleket savunması meselesi olduğu, bu dönemde yurdun hiçbir köşesinin herhangi bir YABANCI İİDÂRESİ altına verilmesi, SALTANAT hayâtını kesin olarak yıkar ve ortadan kaldırır... İşte benim düşüncelerim bunlardır."


"Bulunduğunuz mevki sebebiyle bunları açıklayarak, vicdânımın üzerinden büyük bir yükü atmış olduğum kanısındayım.”


6 sayfa olan bu raporunun 5 sayfası memleket, sâdece 1 sayfası askerî konuları kapsamaktadır... Suriye, Filistin ve Hicaz’da yüksek EMİR-KOMUTA sorumluluğunun bir TÜRK komutanının elinde bulunması önemi, bundan daha güzel açıklanamazdı!.. Böyle bir yetkiyi, hiçbir bağımsız devlet kendi toprağında bir yabancıya vermemiştir!.. Kaldı ki, MUSTAFA KEMÂL, "zafer kazanılsa bile, bununla Falkenhayn'ın öğüneceğini, ve ülkemizin bir Alman sömürgesi hâline geleceğini" belirtmiştir... Osmanlı'nın "mareşal" yaptığı Falkenhayn'dan sâdece "general" diye bahsetmesi de, dikkat çekicidir... MUSTAFA KEMÂL PAŞA daha o târihte yanlış uygulamalarla bölgenin elden çıkmasının kaçınılmaz olduğunu görmüş ve yetkililere endişelerini en açık şekilde iletmiştir. Buna rağmen, nasıl olur da, "cepheden kaçtığı, Kudüs'ü, Filistin'i, Suriye'yi düşmana terkettiği" öne sürülebilir ki?.. MUSTAFA KEMÂL PAŞA'nın bu mektubu aslı ve sâdeleştirilmiş hâli okullarda okutulmalı, târihçilerin gözüne sokulmalı, cibilliyetsiz politikacıların ve ATATÜRK düşmanlarının beynine satır satır kazınmalıdır!..

MUSTAFA KEMÂL PAŞA, 4 gün sonra, 24 Eylül 1917’de Başkomutan Vekili Enver Paşa ile Suriye ve Batı Arabistan Genel Komutanı Cemâl Paşa'ya gönderdiği ikinci raporda, "Filistin Cephesi’ndeki askerî durumu olumsuz şekilde" değerlendirdikten sonra, şöyle yazmıştı:


- “... Falkenhayn asla Sina Cephesi’nde vazife alamaz!..
Arabistan Başkomutanlığı taht-ı emrinde olarak, Sinâ’nın müdafaası,
yalnız 7. Ordu Komutanı’na âit olur.
Yâhut âcizleri 7. Ordu'nun kumandasından af olunurum...”


Yâni, "Falkenhayn'ı, Kress'i boş verin! Ben Sinâ'nın müdafaasını Cemâl Paşa'ya bağlı olarak tek başıma üstlenirim! Kabul etmezseniz, istifa ederim," diyordu!..


Ne yazık ki, Enver Paşa, Alman komutanları, TÜRK komutanlara tercih etti. Sayısız hatâlarından birini daha yaptı!.. Üçüncü Gazze Muharebesi’nden bir ay kadar önce yapılan bu teşkilâtlanma, komutanlar arasındaki anlaşmazlığı şiddetlendirdi, savunma hazırlıklarımızı çok olumsuz şekilde etkiledi... Enver Paşa, Mustafa Kemâl'e yazdığı cevapta, "Zât-ı âlinizi eskiden beri tanıdığım ve takdir ettiğim için, en müşkül zamanda ve en mühim vazifede bulunmanızı yurt yararlarına uygun bulmuş ve böylece Pâdişâh’ın iznini almıştım. 7. Ordu, büyük kısımlarıyla Sinâ Cephesi’ndeki Kress Paşa'nın 8. Ordusu yanında, 7. Ordu Komutanı sıfatıyla kemâl-i muvaffakiyetle ifâ-yı hizmet buyurulacağına eminim," dedi.


Mustafa Kemâl Paşa, Enver Paşa'nın bu yazısına 30 Eylül 1917’de şöyle karşılık vermişti:

- “Vazifemin gereği olan ve hakikatten ibâret olan mâruzatımda doğruladığım gibi,
güçlükler ne kadar büyük olursa olsun memleketimizi selâmete ulaştırabileceğime
olan güvenim asla sarsılmamıştır."


- "Sinâ Cephesi’ne bu kadar çok ordu karargâhı sığmayacağı hakkındaki düşüncemin
lütfen nazar-ı iltifata alınmasını istirham ederim. Zâten Müşir Paşa verdiği emirde, 7. Ordu'yu hâlen lâğvetmiş olup, görev bölümü ve tertibata imkân bulamamakta ve bundan sıkılmaktadır. Bunun için, işin içinde bulunmasını lütfen arzu buyurduğunuz 7. Ordu Karargâhı, verilmiş olan emirle, zâten işin dışına çıkarılmıştır..." 

"
Meselâ, daha Halep’e varışımda Remadiye Cephesi’nin bana verilmesini yazılı olarak da
teklif etmiştim. Birkaç gün sonra karar verileceğini bildirdiler...”


Ne diyor, Mustafa Kemâl?.. "Memleketimizi selâmete ulaştırabileceğime olan güvenim asla sarsılmamıştır!" ... E, Millî Mücâdele'de ulaştırmadı mı?


Enver Paşa, 2 Ekim 1917’de, "Sinâ Cephesi Komutanlığı'na 8. Ordu adı verilmiştir. Von Kress Paşa bu ordunun komutanıdır. 7. Ordu'nun konuş durumuna göre,
7. ve 8. Ordular'a verilecek kıtalar, Yıldırım Ordular Grubu tarafından saptanacak ve Başkomutanlığa bildirilecektir..”
emrini yayımlamıştı... Von Kress, 27 Eylül 1914’te "Kurmay Yarbay" rütbesiyle 8. Kolordu Kurmay Başkanlığı’na atanmış, üç yıl sonra general rütbesiyle 2 Ekim 1917’de 8. Ordu Komutanı olmuştu. Yâni, Mustafa Kemâl'e denk durumuna getilmişti!.. Mustafa Kemâl'in kendine ve milletine yediremediği  buydu.


Mustafa Kemâl Paşa, yetkilerini kullanıyor, Falkenhayn ise kolordu komutanlarının ve ordunun işlerine müdâhale ediyordu. Mustafa Kemâl Paşa, sorumluluk bölgesindeki Arap işlerine doğrudan doğruya müdâhale etmek isteyen Falkenhayn’a, "buna yetkili olmadığını, Araplar’la ilişkilerin ordunun vazife ve sorumluluğu dâhilinde bulunduğunu" söylüyordu. Cemâl Paşa, "Mustafa Kemâl Paşa'nın haklı olduğunu, Falkenhayn Suriye’de bulundukça, kendisinin tesis ettiği otoritenin bozulacağına ve ülke için telâfisi mümkün olmayan kötü sonuçlar meydana geleceği"ne inanıyordu.


Cemâl Paşa Almanya gezisinden Filistin Cephesi’ne döndüğü zaman durumu şöyle ifâde etmiştir:


- "Alman Cephesi’nden İstanbul’a avdet ettiğim zaman, 

7. Ordu Kumandanı Mustafa Kemâl Paşa'yla 

General Von Falkenhayn’ın arasının açılmış olduğu haberini almıştım. 

Esbâbını tetkik edince, Mustafa Kemâl Paşa'nın tamâmiyle 

haklı olduğunu anladım. Mustafa Kemâl Paşa Ordu Kumandanlığı'na
âit selâhiyetlerini tamâmiyle muhafaza etmek istiyor. 

Halbuki Von Falkenhayn, hatta kolordu kumandanlarına karşı bile 

yapılmayacak sûrette 7. Ordu umuruna (işlerine) müdâhale etmeye 

kalkışıyordu...”


Cemâl Paşa Halep İstasyonu’na ulaştıktan sonra, Falkenhayn ve Mustafa Kemâl ile görüşmüştür. Mustafa Kemâl’in “Paşam, bu vaziyet muvâcehesinde benim yerimde olsanız, ne yapardınız?” sorusuna karşılık Cemâl Paşa'nın, “İstifadan başka çâre ve yapılacak hiçbir iş yoktur” cevâbı üzerine Mustafa Kemâl, “Zâten ben de çoktan bu karara varmış bulunuyordum” demiş, istifa dilekçesini Cemâl Paşa'ya vermiştir.

Düşüncelerinin doğruluğuna inanan Mustafa Kemâl Paşa, 7 Ekim 1917’de 7. Ordu Komutanlığı'ndan istifa etmiş, yerine 2. Ordu Komutanı Fevzi (Çakmak) Paşa atanmış, onun yerine 2. Ordu Komutanlığı'na getirilen Mustafa Kemâl bu görevi de kabul etmeyerek, yerine bir vekil bırakıp, İstanbul’a gitmeye karar vermiştir. Hâtıralarında:


- "7. Ordu'nun içinde bulunduğu Grup Komutanı General Falkenhayn’ın 

askerlik ve iç siyâsetimiz bakımından izlediği usûl, tutum ve hareket tarzı, 

aramızda önemli bir tartışmaya sebep oldu. Bu tartışma, sonunda, 

daha büyük makamlara aksetti. Ben, çok önem verdiğim düşüncelerime 

iltifat edilmediğini görünce, sükût etmedim. Her türlü sonuçları 

önceden kabul ederek, usûl ve alışkanlık dışında, denebilir ki, 

biraz isyankâr şekilde, kendi kendimi Ordu Komutanlığı'ndan af 

ve hatta vekilimi de kendim tâyin ederek görevime son verdim. 

Bu oldu-bittiyi büyük makamlara bildirdim. 

Beni bu hareketten vazgeçirmek için General Falkenhayn 

özel bir mektupla, ayrıca Başkomutanlık Vekâleti ve bu durumla ilgili
4. Ordu Komutanı, iyi niyetle ve dostça aracılıkta bulundular. 

Bu durum, gerçeğin hâlâ bu kişiler ve makamlar tarafından 

ne kadar anlaşılmamış olduğunda; yahut anlaşılmışsa, 

gerçeği saklamak için ne hazin şartlar ve zorluklar içinde 

kalmış olduklarına delil olduğundan, beni ancak üzüntülerimi
daha şiddetli ifâdeye sevk etti. Sonunda oldu-bittiyi kabul ettiler...”


Mustafa Kemâl Paşa, istifa ettikten sonra, Halep’ten İstanbul’a gidecek tren parasının olmadığını: “...Burada hatırıma gelen hazin bir noktayı da ilgilenirseniz, işaret edeyim. Ben, Halep’te mevki ve görevime son veren bu girişimde bulunduğum ve en son teklif olunan 2. Ordu Komutanlığı'nı da reddettiğim sırada, Halep’ten İstanbul’a gitmek için, tren ücreti ödeyecek kadar param olmadığını bilmiyormuşum...” şeklinde ifâde etmektedir.


Mustafa Kemâl, ayrıca “Şahsına âit olan ve çok sevdiği beş-on at ve kısrağından bir kaçını satıp da İstanbul’a gidebileceğini, fakat o en güzel atlarını pazarda satın alacak bir tek adamın çıkmadığını, Cemâl Paşa'nın 2.000 altın karşılığı atları satın aldığını, at ve kısrak parasıyla İstanbul’a geldiğini, sonradan hayvanları 5.000 liraya satan Cemâl Paşa'nın 3.000 lira daha gönderdiğini, bu paranın mütâreke yıllarında İstanbul’daki girişimlerinde kendisine destek olduğunu” beyan etmektedir.


ÜÇÜNCÜ GAZZE MUHAREBESİ (31 Ekim–7 Kasım 1917)


10 Ekim 1917’de Essane sırtlarında, keşif kollarının önünden telâşla kaçan bir düşman binek otomobili görülmüş, ateş açılmış ve tâkip edilmişti. Bunun üzerine İngiliz subay Vadi el Hanefiş civârında yaralanmış gibi hareketler yapmaya başlamış, kana bulaştırdığı dürbün ve harita çantasını bırakarak kaçmayı başarmıştı. Çantanın Filistin Cephesi’nde İngiliz irtibat subayı olan Vaynertshagen’e âit olduğu anlaşılmış, Von Kress Paşa, çantayı ve içindekileri bizzat incelemiş, içinde İngiliz taarruz planı, bu subaya, bir kurmay subay tarafından yazılmış, "asıl taarruzun Gazze’ye yapılacağı"nı belirten yazı, İngiltere’den gelen mektuplar ve para bulunmuştu.


Falkenhayn ve Von Kress çantanın içindeki bilgilerin gerçek mi, yoksa sahte mi olduğunu, anlamaya çalıştılar... Çantanın sahte olduğuna karar verilirse, İngilizler’in asıl taarruzunun cephenin Birüssebi-Teleşşeria kısmından, yakında yapılacağı anlaşılıyordu. Paşalar birbirleriyle tartışmalarından dolayı, Mısır Kuvve-i Seferiye Komutanı General Allenby’ın niyet ve maksadını, ne kadar kuvvetle, ne zaman, nerede ve ne yapacağını tespit edemediler. Süratli, doğru, tam ve zamanında yeterli muharebe istihbaratını 

temin edemediler!


Şu sonuçlara ulaştılar:


- ”Sinâ Cephesi’ndeki taarruz ertelenmiştir. Taarruz yağmur mevsiminin en şiddetli zamanında başlayacaktır.
- Birüssebi-Telleşşeria hattına karşı kuvvetli süvâriyle gösteriş, asıl taarruz ise Gazze Cephesi’nin batı kesimine yapılacaktır.
- Taarruzdan önce Gazze'nin sağ kesimine taarruz için çıkış yerleri hazırlanacaktır.
- Gece taarruzları ve tankların kullanılması planlanmıştır.
- Gazze Cephesi’ndeki taarruzla koordineli olarak Vâdi Hesi, Mecdel ve Nebi Yunus’a birer tugay çıkarma yapacaktır.
- Çıkarma harekâtına Fransız kuvvetleri de katılacaktır."


Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Falkenhayn ve 8. Ordu Komutanı Von Kress Paşalar, Türkler'i aldatmak amacıyla, İngilizler tarafından hazırlanmış çantanın içindeki sahte planlarla meşgul olurken, General Allenby 2 ay önce, 15 ağustos 1917’de şu taarruz emrini vermişti:


- “ ...Asıl taarruz, Osmanlı savunma mevziinin sol kanadına, Birüssebi bölgesine yöneltilecek!..
- Bu taarruzu 20. Kolordu ve Atlı Çöl Kolordusu yapacak!
- Tâli taarruz, 21. Kolordu tarafından Gazze bölgesine icrâ edilecektir.”


Kayıp çanta içindeki evraklar, gerçek harekât planının aynı kopyaları olup, General Allenby’ın ana fikriyle küçük, ancak önemli teferruatlarda tam tersine farklılık gösteriyordu. Birliklerin tertiplenmesi aynı olmakla birlikte, asıl taarruz gerçekte Birüssebi’ye düşünüldüğü hâlde, bu evrakta Gazze’ye yapılacakmış gibi görünüyordu!.. Alman komutanlar bu dolmayı yuttular!..


Yıldırım Ordular Grubu Karargâhı, "düşmanın Gazze istikametinde yapacağı taarruzda dikkati çekmek için Birüssebi’ye karşı gösteriş hareketi, 8. Ordu Karargâhı'ysa denizle Teleşşeria arasından asıl taarruz, Birüssebi’ye şiddetli gösteri taarruzu, bu harekâtıyla koordineli olarak Gazze kuzeyine çıkarma yapabileceği"ni değerlendiriyordu. Gazze bölgesini takviye etmeyi düşünüyorlardı!.. İngiliz istihbarat subayının bilerek düşürdüğü, yâni düşürmüş gibi yaptığı çanta ve içindeki evraklar, böylece ilk başarıyı sağlamış oluyordu! General Allenby’ın akıllıca hazırladığı aldatma planı, Filistin Cephesi’ndeki durumu değiştirecekti. Ne kadar büyük bir oyuna gelmişlerdi!..


İngilizler tüm taarruz hazırlıklarını yapmışlardı. Osmanlı tarafındaysa birliklerin görev bölümü, emir ve komuta bağlantıları bile kesinlik kazanmamıştı. Yüksek komuta heyeti arasında hoşnutsuzluk ve anlaşmazlık vardı. Silahlı Kuvvetler'in sevk ve idâresi Almanlar’a ihâle edilmişti. Stratejik ve taktik seviyede yeterli ihtiyat ayrılmamıştı. Yıldırım Ordular Grubu'nun ihtiyâtı olarak elinde sâdece bir tümen kalmış, bu tümenin yeri de uygun seçilmemişti. İâşe durumu kritik, personel durumu çok kötüydü. Düşmanın niyet ve maksadı tam olarak anlaşılamadığından uygun bir savunma planı ve sıklet merkezi yapılamamıştı.


İngilizler’in Filistin Cephesi’nde; 20., 21. ve Çöl Atlı Piyâde Kolorduları; Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'nın Gazze-Birüssebi hattında 8. Ordu Komutanlığı'na atanmış olan Von Kress Paşa komutasında 20., 22. ve 3. Kolordular'ı bulunuyordu. Filistin Cephesi’nde 20. Kolordu Komutanı Albay Ali Fuat (Cebesoy), 22. Kolordu Komutanı Albay Refet (Bele), 3. Kolordu Komutanı Albay İsmet (İnönü) olmuşlardı.


Sinâ-Filistin Cephesi’ndeki 4. Ordu'nun Mayıs 1917’de elinde 174.908 personel, 36.225 hayvan, 5.351 deve, 145.840 tüfek (28.225’i eski) 187 makineli tüfek ve 282 topu bulunuyordu. Bu mevcut, 1 Temmuz 1917’de, 167.119 personel, 39.082 hayvan, 5.568 deve, 151.742 tüfek (52.927’si cephede kullanılan), 354 makineli tüfek ve 330 top olmuştu.


İngiliz Kuvve-i Seferiyesi'nin Nisan 1917’deki personel mevcudu 225.000’i bulmuştu. Bu mevcut giderek artmış olup, Eylül 1918’de 226.900 İngiliz, 111.800 Hintli ve 128.950 Mısırlı olmak üzere toplam 467.650 personel ve 159.900 hayvana yükselmişti... Filistin Cephesi’ndeki Osmanlı İmparatorluğu ve İngiliz kuvvetlerinin tamâmı mukayese edildiğinde; İngilizler’in piyâdede 2, süvâride 8, topçuda 3 kat üstünlüğe sâhip oldukları görülmekteydi.


ABD, Birinci Dünya Harbi’ne, 2 Nisan 1917’de alınan Kongre kararıyla 6 Nisan 1917’de katılmıştı... İngiltere, Amerika'daki Yahudi Lobisi'ni kazanarak, ABD’nin daha fazla desteğini sağlamak amacıyla, Üçüncü Gazze harekâtına başlarken Lord Arthur Balfour, 2 Kasım 1917 târihinde, uluslararası Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild'e bir mektup göndererek, "Filistin topraklarında bir Musevî devleti kurulması konusunda İngiliz Hükûmeti'nin destek vereceğini" bildirmiştir ki, Balfour Deklarasyonu olarak bilinir. Şöyle ki:


- "Saygıdeğer Lord Rothschild,

Majestelerinin Hükûmeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen 

Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile
karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım.


'Majestelerinin Hükûmeti, Filistin'de Museviler için bir milli yurt 

kurulmasını uygun karşılamaktadır
ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için 

elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut
Musevî olmayan toplumların sivil ve dini haklarına 

ve başka ülkelerde yaşayan Museviler'in sahip oldukları
hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı 

açıkça anlaşılmalıdır.'


Bu deklerasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan 

memnuniyet duyacağım.


Saygılarımla,
Arthur James Balfour"


Balfour Deklarasyonu’yla Yahudiler için Filistin’in bir ulusal yurt (National Home) olarak ilân edilmesinden sonra, Osmanlı’ya ihânet eden Araplar’ın günümüze kadar sürecek, petrol oyunlarıyla sömürülecek ve Yahudiler’e karşı onar senelik aralıklarla sürekli savaş kaybedecekleri çileli târihî gelişmeler başlayacaktır. Balfour Deklarasyonu’nu gerçekleştirmek amacıyla, teşkil edilen bir Yahudi Tugayı, İngilizler’le birlikte Türkler’e karşı savaşmak üzere önce Mısır’a, sonra Filistin Cephesi’ne gönderilmişti. Daha öncesinde de böyle bir taahhüdün yapılması için Çanakkale savaşlarında Yahudi Katır Birliği bize karşı cephe almıştı... Filistin Cephesi’ndeki muharebeler, Türkler’den başka Osmanlı teb'ası olan unsurların hareket tarzlarını da etkilemiştir. Birinci Kanal Harekatı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, 1915’te Ermeniler, 1916’da Araplar isyan etmişlerdir. Birüssebi Muharebesi’nin kaybedilmesinden sonraysa, Yahudiler İngilizler’in emrine birlik göndererek, fiilen askerlerimizle savaşmışlardır.

Gördünüz mü şer ittifâkını?.. İngilizler, Fransızlar, Yahudiler, Araplar, memlekette Ermeniler, Rumlar, vatan hâinleri!.. Sonra kalk, "Mustafa Kemâl Filistin'de 70.000 askeri kurşun atmadan esir verdi" diye yalan at!..


İngilizler’in Arap İsyânı’nı başlatmak amacıyla, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in Arap krallığına Filistin’i dâhil edecekleri sözünü vermeleri, aynı zamanda Yahudiler’e tahsis edeceklerini beyan etmeleri, Araplar’ın İngilizler’e ve Museviler’e karşı düşünce, tutum ve davranışlarını olumsuz şekilde etkilemiştir. Yedikleri kazığı çok geç anlamışlardır ama, ne fayda!..


İngiltere’nin, Gazze’ye taarruz etmesinin amacı, İngiltere ve Fransa arasında 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması’nı uygulamak, 2 Kasım 1917’de yayımlanacak olan Balfour Deklarasyonu’nun şartlarını gerçekleştirmek için, Filistin’i işgâl ederek, Yahudiler'e verdikleri "Filistin’de yurt edinme" sözünü uygulamaya koymak, Suriye’yi ele geçirerek Fransa’nın Hristiyan Araplar üzerindeki nüfusunu artırma isteğini yerine getirmektir. Filistin Osmanlı hâkimiyetinden kurtulunca, ortaya çıkan boşluğa bir Yahudi Devleti’nin kurulmasını temin etmektir. Lloyd George Hükûmeti bu bölgeye, İngiltere’nin ekonomik gücünün ihtiyâcı olan topraklar olarak bakmış, egemenlikleri altına alınması gerektiğine inanmıştır.


 

                                



Üçüncü Gazze Muharebesi’nde; birinci ve ikinci denemelerinde Gazze’yi işgal edemeyen İngilizler , 31 Ekim 1917 ’de saat 8'e 20 kala, 20. Kolordu'yla (74., 60. ve 10.Tümenler) Birüssebi’yi savunan 3. Kolordu'ya, 2 Kasım 1917 ’de saat 23'e çeyrek kala, 21. Kolordu'yla (52. ve 54. Tümenler) Gazze-Teleşşeria hattında tertiplenen 8. Ordu'ya (20. ve 22. Kolordular) taarruz ederek, aynı gün Birüssebi’yi ele geçirmişlerdir.


İngilizler’in 31 Ekim 1917’de saldırıp Birüssebi’yi almalarıyla birlikte savaş kızıştı. 8. Ordu'nun solunda (doğusunda) açık yan meydana gelmişti. Açık yan, savunma yapan birliklerin çok kritik bir yanı olup, en kısa zamanda karşı taarruzla veya geri çekilerek, savunma hattının düzeltilmesini gerektirir... Yıldırım Ordular Grubu'nun yeterli ihtiyat kuvveti ve zamânı olmadığından, hiçbir hareket tarzı uygulanamamış, Gazze’de savunmada ve sâbit olarak beklemek zorunda kalınmıştır. İngilizler’in 21. Kolordusu Gazze Mevzii karşısında tertiplenmiş, 21. Kolordu'nun 54.Tümeni, 52.Tümen'in 156. Tugayı, 97., 100. ve 102. Ağır Topçu Grupları ve 52.Tümen topçusu Gazze taarruzuna katılmıştır. 8. Ordu, batıdan doğuya, 22. Kolordu (53. ve 3.Tümenler) ve 20. Kolordu (54. ve 26. Tümenler) birinci hatta, 7. Tümen Beytiya bölgesinde ihtiyatta olarak, Gazze-Teleşşeria hattında tertiplenmişti. General Allenby, Gazze Harekâtı’nın Türk ihtiyatlarını bu cepheye çekeceğini ve bu sûretle asıl yarma taarruzunu yapacak olan 20. Kolordu'nun görevinin kolaylaşacağını düşünmüştü.

21. Kolordu, 2 Kasım 1917 günü saat 23'e çeyrek kala Ahmet Tepe (Şemsiye Tepesi)-Gazze istikametinde taarruza başladı. Düşman kuvveti bir alay tahmin edilmesine rağmen, gerçekte bir tabur kadardı. Bu mevzide bulunan birlikler, saat 23'te asıl muharebe hattının gerisine çekildi. Düşman daha sonra, Katya ve Biri Abd kesimine taarruz ederek, ele geçirdi, ama 2 adet tankı Üçağaçlar siperlerinde tahrip edildi. Sol kanat grubu, düşman baskısı karşısında ikinci hat siperlerine, sağ kanat grubuysa, düşman karşısında fazla zâyiat vererek Elmine’nin doğusundaki siperlere çekildi. 7. Tümen, XXII. Kolordu'nun emrine verildi, 2 alayıyla 53. Tümen bölgesinde tıkama yaparak, düşman taarruzunu durdurdu.


Filistin Cephesi’nde, 2 Kasım 1917’de, akşama kadar 3. Kolordu Birüssebi kuzeyine çekilmiş, 22. Kolordu düşman tarafından Gazze’de tespit edilmiş, 20. Kolordu geniş bir cepheye yayılmış ve Mısır Kuvve-i Seferiye Komutanı General Allenby Yıldırım Ordular Grubu'nun cephesini her yerinden yarma fırsatına sâhip olmuştur.


Üçüncü Gazze Muharebesi’nde, İngilizler’in Mısır Kuvve-i Seferiye Komutanlığı'nın elinde, 11.000 tüfeği ve 148 topu; Türkler’in ise, 8.000 tüfeği ve 116 topu bulunmaktaydı. Mareşal Falkenhayn, Birüssebi’nin geri alınması için 7. Ordu'ya "karşı taarruz" emri vermiş, bu amaçla 8. Ordu'nun ihtiyâtı olan 19.Tümen, 7. Ordu emrine verilmişti. 7. Ordu İngilizler’in sağ (doğu) kanadına karşı taarruza başlamış, ancak, 3-4 Kasım 1917 gecesi yapılan karşı taarruzlarda, İngilizler işgâl ettikleri bölgelerden geri atılamamışlardı. Düşman topçusu, 3 Kasım 1917’de saat 17'yi 30 geçeden, 4 Kasım 1917’de saat 7'ye kadar, 12 saat süreyle Türk mevzilerini sürekli olarak ateş altına almış, siperlerin çoğunluğu tahrip edilmişti. Türk topçu bataryaları da düşman mevzilerine ateş toplaması yapmıştı. İngilizler, taarruzlarını Gazze batısında Akdeniz’de bulunan savaş gemileriyle de desteklemeye başlamışlardı. İngilizler’in kara topçusuna ilâveten yapılan çok etkili deniz topçusu atışları, birliklerimizin savunma gücünü zayıflatmış, moral ve motivasyonlarını çok olumsuz şekilde etkilemişti.


8. Ordu Komutanı Von Kress Paşa, Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Mareşal Falkenhayn’ın onayını almak sûretiyle, Gazze şehrini ve buradaki mevzileri 4 Kasım 1917’den itibâren boşaltmaya başlamış, 8. Ordu'nun geri çekilme harekâtı 6-7 Kasım 1917 gecesi tamamlanmıştır.


Asıl Üçüncü Gazze Muharebesi ise 1917'nin 6 Kasım'ında yaşandı ve ordumuz İngilizler'in yanısıra Osmanlı'ya ve hilâfete başkaldıran Mekke Şerîfi Hüseyin'in oğullarından Faysal'ın kumandasındaki isyancı Araplar'ın saldırıları karşısında ancak bir gün dayanabildi. 7 Kasım'da Gazze'den çekilmek ve 120 kilometre geriye gidip Suriye'de bir savunma hattı kurmak zorunda kaldık!


İngilizler 7 Kasım 1917’de herhangi bir engelle karşılaşmadan Gazze’yi işgâl ettiler. Böylece düşman, Gazze-Birüssebi hattını ele geçirerek, Filistin’in güneyinden giriş kapısını açmış oldu. İngilizler’in, 2 Kasım 1917’de başlayan taarruzları, 7 Kasım 1917’de Gazze’nin ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Mısır Kuvve-i Seferiye Komutanlığı, Gazze’den çekilen Türk kuvvetlerini imha etmeyi başaramamışsa da, oldukça fazla zâyiat verdirerek, Osmanlı Filistin Cephesi’nin düşmesini ve Gazze-Kudüs genel istikametinin açılmasını sağlamıştır. Söylemeye gerek yok, bu savaşta MUSTAFA KEMÂL orada değildi. General Falkenhayn ile anlaşamadığı için 7. Ordu Komutanlığı'nı kabul etmemiş, tâyin edildiği 2. Ordu Komutanlığı'ndan da, kurallara aykırı bir şekilde kendini görevden af ve yerine vekil tâyin ederek, bırakıp İSTANBUL'a gitmiş idi. Bir ay sonra, 15 Aralık 1917'de, Veliaht Vahdeddin ile Almanya'ya gidecekti.


General Allenby, 1919 yılında kaleme aldığı hâtıralarında, Üçüncü Gazze Muharebesi’ndeki çatışmaları şöyle ifade etmiştir:


- “Türkler siperlerinde Çanakkale’de olduğu gibi, 

güçlü bir dirençle mukavemet gösterdiler.
Ele geçirilen esirlerin ifadelerinden, ne pahasına olursa olsun,

Gazze’yi savunacaklarına dâir emir almış olduklarını öğreniyoruz. 

Sonraki birkaç gün boyunca Gazze’nin kuzeyinden güneyine
uzanan şeritte bulunan Türk birliklerini ağır bombardımana tuttuk. 

Düşman bâzı karşılıklarda bulundu.
Özellikle Gazze’deki Türk birliklerinin gücü sarsılmıştı. 

Deniz gücü çok etkili olmuştu.”


Bu savaşta orduların durumu:


Osmanlı Ordusu: Komutan Kreß von Kressenstein
Güç: 9 piyâde bölüğü, 1 süvâri birliği,
Kayıplar: 13.000 ölü ve 12.000 esir


İngiliz Ordusu: Komutan Edmund Allenby
Güç: 7 piyâde bölüğü, 3 atlı birlik
Kayıplar: 18.000 ölü, yaralı ve kayıp


Gazze’yi savunmakla görevli 8. Ordu Komutanı Von Kress Paşa, Gazze’nin boşaltılmasıyla ilgili olarak şöyle demektedir:


- “Düşmanı 7. ve 8. Ordularımız'ın arasını yarmaktan menetmek için,

 lâzım olan kuvvetlerin hazırlanması, bana bundan böyle yapılması 

en önde gelen bir vazife görünüyordu. Fakat, bu maksat için lüzumlu olan
kuvvetleri serbestleştirmek, ancak, Gazze’nin tahliyesiyle temin edilebilirdi. 

Bunun için, hiç istemeyerek Gazze’nin tahliye edilmesine

 müsaade edilmesini Ordular Grubu'ndan ricaya karar vermiştim.”


Von Kress Paşanın Gazze’deki birlikleri geri çekme ve tahliye etme gerekçesine katılmak mümkün değildir. Çünkü, Gazze’nin kaybedilmesi, Filistin’in giriş kapısının açılması ve bu cephede savaşın kaybedilmesi sonucunun başlangıcı olacaktır.


Von Kress, 17 kasım 1917’de Üçüncü Gazze Muharebesi’yle ilgili olarak, Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na gönderdiği raporda şöyle yazmıştır:


- “Karadan ve denizden günlerce devam eden şiddetli bombardıman nedeniyle 

savunma kuvvetlerinin pek fazla hırpalanmış olmalarından, 

bunları takviye etmek veya değiştirmek imkânı da bulunmadığından
Gazze’nin boşaltılması zorunluluğu meydana geldi. 

Ordunun mümkün olduğu kadar uzun süre geride tuttuğu ihtiyatları 

(16. ve 19.Tümenler) muharebe durumunun gereği olarak sol kanada, 

Birüssebi kuzeyine gönderilmişlerdir. Düşman tarafından 

7 Kasım 1917’de ele geçirilmiş olan Gazze’nin en ileri hattındaki
görev, plan dâhilinde yapılmıştır.”


Von Kress’e göre, “Arap İsyânı’nı bastırmak, Medine’yi tutmak, aynı zamanda Boğazlar'ın güvenliğini temin etmek, Filistin’i İngilizler’in tehditkâr çok kuvvetli taarruzlarına karşı müdafaa etmek ve bundan başka Bağdat’a karşı büyük ölçüde bir taarruza girişmek için lâzım olan askerlerin ve harp malzemesinin teminine Osmanlı Devleti artık muktedir değildi.”


Von Kress, Falkenhayn hakkında şöyle diyordu:


- “...İlk defa olarak Von Falkenhayn’la benim aramda emirlerimiz altında 

bulunan Türk birliklerinin muharebe kuvvetleriyle manevra kabiliyetleri hakkında 

çok bâriz ihtilâflar meydana gelmişti.
Von Falkenhayn’la mâiyetinin harp sahnesini, sevk ve idâre edecekleri 

 Türk kıt’alarını henüz birazcık olsun, anlamaya vakit bulamadan 

 İngilizler'in taarruz etmesi, çok büyük bir tâlihsizlikti. 

Bu fenâlık, Ordular GrubuKarargâhı'yla cephe arasındaki uzun mesâfenin 

her türlü şifâhî fikir teâtisine imkân bırakmamasıyla daha da artmıştı.
Bu şartlar altında, General Falkenhayn benim bir Türk kıt’asını 

bir taarruza sevk etmeden önce tecrübelerime dayanarak 

çok düşünmüş olmamı, azim ve inisiyatif noksanlığına atfetmesini 

 kabul etmek mümkün değildi....”


Cemal Paşa, olayı şöyle anlatmaktadır:


- ”Enver Paşa Şam’dan geçerken ona, Falkenhayn’nın affedilmesi

 kaabil olmayan hatâlarını birer birer saydım.
Bu zâtın bizi ciddi bir felâkete sürükleyeceğini ve bugünkü şartlar içinde, 

 Falkenhayn’ın istemediği Von Kress'in bu cepheden çekilmesindense, 

Falkenhayn’nnın çekilmesini, Yıldırım Ordular Kumandanlığı'na

 Mustafa Kemâl Paşa'nın getirilmesini söyledim."


Getirdiler mi?.. Hayır!.. Sonra da "Kaçtı!" diyorlar!.. 


Üçüncü Gazze Muharebesi'nin kaybedilmesinde; İngilizler’in güç üstünlüklerine ilâve olarak, propaganda ve aldatma faaliyetleri, harekât alanının kuzeyinde Ermeniler’in, güneyinde Cihat çağrısına uymayan Araplar’ın isyân etmeleri, Yahudiler’in istihbarat ve bir tugay (üç alaylı) kadar birlik sağlamaları etkili olmuştur. Osmanlı, Filistin Cephesi’nde içte kendi vatandaşlarıyla (Araplar, Yahudiler ve Ermeniler), dışta İtilâf Devletleri’yle savaşmak zorunda kalmıştır. Savaş süresince, Filistin, Ürdün ve Suriye’de tarım üretimi yapılamamış, 1915 ve 1916 yıllarındaki çekirge felâketinden sonra, Anadolu’dan gönderilen yiyecek maddeleri, halkın ve askerlerin bir günlük ihtiyâcını bile karşılayamayacak duruma gelmiştir. Yıldırım Ordular Grubu'nun, ikmâl yolları kesilmiş, personelin giyecek ve sağlık hizmetleri sağlanamamış, silâh, araç ve gereçlerinin çoğu tahrip olmuş, zâyiatı karşılanamamış ve muharebe gücü çok zayıflamıştır. 5 Haziran 1916’da başlayan Arap İsyânı’nın, 6 Temmuz 1917’de Filistin’in Kızıldeniz kıyısındaki Akabe Limanı’na ulaşması, Yahudiler’in İngilizler'e sağladığı birlik ve istihbarat desteği Gazze’yi savunmamızı olumsuz etkilemiştir. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un, Üçüncü Gazze taaruzu başlarken 2 Kasım 1917’de yayınladığı Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de İsrail Devleti’nin kurulmasının temeli atılmış, daha sonra cereyan edecek olan Arap-İsrail Savaşları ve bugün Gazze’de meydana gelen çatışmaların ön koşulları hazırlanmıştır.


Gazze’nin kaybı, Filistin’in batı kapısının açılmasına, 1918 yılında Yafa, Kudüs, Nablus, Şeria, Ürdün ve Suriye’nin elden çıkmasına, bu cephede görevli bulunan
4. ve 8.Ordular'ın imha olmasına, 7.Ordu'nun büyük zâyiat vermesine neden olmuş, Mustafa Kemal’in 7. Ordusu, İngiliz ve Arap ordularını ancak Halep kuzeyinde durdurabilmiş, düşman Anadolu’nun yumuşak karnını tehdit etmeye başlayınca, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’yle Osmanlı İmparatorluğu egemenliğini ve bağımsızlığını da kaybetmiştir.


                                                    


 

Kudüs'ün teslim töreni - 9 Aralık 1917

KUDÜS’E KADAR GİRDİLER


İngilizler sonraki günlerde ilerlediler. Filistin'in tamamı elimizden çıktı. 17 Kasım'da Yafa işgâl edildi ve 9 Aralık'ta tam 401 sene boyunca hâkimiyetimiz altında bulunan Kudüs de elimizden çıktı.


İstanbul, Gazze'nin artık bize âit olmadığını, o sırada Sivas'taki Üçüncü Ordu'yu teftişe gitmiş olan İmparatorluğun en güçlü adamının, yâni Başkumandan Vekili ve Harbiye Nâzırı olan Enver Paşa'nın 8 Kasım'da Sadrâzam Talât Paşa'ya gönderdiği şifreli bir telgrafla haber aldı. Paşa, Harbiye Nezâreti'nin şifre dâiresi vâsıtasıyla gönderdiği dört maddelik telgrafının hemen başında, Gazze'nin artık bizim olmadığını sıradan bir haber gibi bildiriyor, daha sonra diğer cephelerdeki gelişmeleri yazıyordu.


PEKİ, BUNDAN SONRA NE OLDU?


Bu soruya cevap vermeden önce, savaş stratejisi ve taktik konularda doğru teşhislerde bulunmuş, Enver Paşa'yı sık sık uyarmış olan Cemâl Paşa'nın vahim hatâlarına değinmek isteriz. Onun da pek çok hatâsı vardı. Bölgenin Arap halkını Osmanlı’ya bağlayacak yerde, mevcutları da bizden uzaklaştıracak ne kadar siyâset varsa onları uygulamıştı.

İttihat ve Terakki Teşkilâtı mensupları iktidârı ele geçirdikten sonra (1908) kısa zamanda büyük toprak kayıpları ile karşılaşmışlar, Balkan ülkeleri milliyetçi akımların tesirinde bağımsızlıklarına kavuşmuştu. Bunun üzerine İttihatçılar daTürkçülük (Turancılık, Panturkizm) görüşünü benimsediler. Cemâl Paşa da bu görüşe sâhip olan İttihatçılar'dan biri idi.


Filistin bölgesine çekilmiş bulunan Cemâl Paşa, Araplar'ı zorunlu göçe tâbi tutmuş ve silâhla Türkleştirmeye çalışmıştı. Cemâl Paşa buradaki halkı o kadar korkutmuş olmalı ki, Araplar tehcir kararına sevinir hâle gelmişti. Çünkü Cemâl Paşa Araplar için mânevî önemi büyük olan şâirleri ve Arap ileri gelenlerini idam ettirmekteydi. 21 Ağustos 1915'te 9 kişi, 6 Mayıs 1916'da ise 21 kişi idâm edilmişti. Bununla da kalmamış, Cemâl Paşa, idâm edilenlerden Selim el-Ahmed’in amcası ve Cenin şehrinin önderi olan Hâfız Muhammed Abdülhâdi Paşa’ya telgrafla haber yollamış ve Cenin’e geldiğinde evine misâfir olacağını bildirmişti!.. Âdetâ hakaret eder gibi!..


Bir olay da şöyle: Cemal Paşa, Kudüs’teki karargâhındadır. Filistin’in Nablus şehrinden gelen 20 kadar insan, kendilerini sürekli paylayan Cemâl Paşa’nın neredeyse ayaklarını öpeceklerdir. Durmadan yalvarıp yakarmaktadırlar. Kaderleri, karşılarındaki Paşanın ağzından çıkacak tek bir kelimeye bağlıdır çünkü. O ‘idam’ dedi miydi, kurtuluş yoktur!..Neyse ki, bu defa şanslıdırlar. Anadolu’ya sürgünle yakayı kurtarmışlardır. Adamlar dışarıya çıktıktan sonra Cemâl Paşa birden değişir, “Ne yaparsın, burada böyle söküyor,” der!... Falih Rıfkı, "Zeytindağı" kitabında Paşa’nın tavrındaki bu değişimi, “Rôl bitmişti” diye özetler.


Filistin’de bir posta memuru olan İzzet Derveze, İttihatçı hükûmetin, savaşı fırsat bilip, Arapçılık hareketi mensuplarının işini bitirmek üzere Cemâl Paşa’yı gönderdiğine inanır. “Zâlim tehcir hareketi” diyor Derveze, “Suriye, Filistin ve Lübnan’dan Anadolu’ya gerçekleşmiş ve erkek, kadın ve çocuklardan oluşan yüzlerce âileyi kapsayan sürgün, 

bu kimseleri iki yıl boyunca yoksulluk ve hakarete mâruz bırakmıştı.”


Öte yandan Lübnanlı aydın Şekip Arslan, Cemâl Paşa’nın Suriye’deki “Arap ruhu”nun öldürülmesi görevini üstlendiği kanaatindedir. Şam’da bir Tehcir Komisyonu kuran Cemâl Paşa, 2.000 Arap’ı Anadolu’ya sürmüş olup, ev ve arâzilerine el konulması için de hazırlıklara girişmişti. "Bana göre," diyor Şekip Arslan, "sürgün yöntemi Osmanlı Devleti’nin geleceği açısından büyük bir tehlikeydi. Devletin tehlikeli bir dönemeçten geçtiği bir zamanda zor kullanma, yıldırma ve Türkler'le Araplar arasında kin ve nefret uyandırma siyâsetini uygulamak doğru değildi." Ona göre Cemâl Paşa’nın Suriye’de tâkip ettiği siyâsetin sonu hüsran ve isyân olmuştur.


"Filistin için tehcir, Suriye için tedhiş ve Hicaz için ordu kullandık.” diyor Falih Rıfkı Atay. Bir şey daha söylüyor: “O zaman Suriye’de esaslı bir tedhiş politikasına neden lüzum olduğunu, Cemâl Paşa bir sır olarak kara toprağa götürmüştür.” Halbuki onun görevini devralan Mersinli Cemâl Paşa, o sıkışık dönemde Araplar'la barışma politikası gütmüş, tehciri durdurmuş, sürgüne gönderilen âileleri geri getirtmişti. Bir şey daha yapmıştı: 1917 Ekim Devrimi’nde Çar’ın kasalarında gizli anlaşmaları bulan Bolşevikler, Cemâl Paşa’nın Müttefikler'le bazı yazışmalarını deşifre edince, Mersinli Cemâl Paşa bu bilgileri doğrudan Emir Faysal’a göndermiş, onu nasıl bir oyuna düşürdükleri konusunda uyararak, Osmanlı ile savaşmak yerine ayrı bir barış antlaşması imzalamaya çağırmıştı.

Ne var ki artık çok geçti. Filistin ve Suriye, Mehmetçiğin döktüğü onca kana rağmen elden çıkmıştı. "Gazze’nin etrafında dev bir mezarlık bıraktık" diyordu Falih Rıfkı Atay. Şimdi Anadolu’yu kurtarma telâşı başlamıştı. Astığı astık, kestiği kestik Cemâl Paşa, yakında yalnız Filistin ve Suriye’yi değil, İngilizler gelmeden anavatanı da terk edecekti.


 

         


Gelelim, KUDÜS'ün elden çıkmasından sonra gelişen olaylara... Buraya kadar MUSTAFA KEMÂL PAŞA zâten bölgede değildi. Mağlubiyette en ufak bir rôlü olmamıştı... Yine bir kronoloji verelim:


15 Ekim 1917 - 7. Ordu Komutanlığı'ndan ayrılan Mustafa Kemâl, 2. Ordu komutanı olarak tâyin edilmiş, Ordu Grubu Komutanı General FALKENHEIN ile anlaşamadığı için, kurallara aykırı bir şekilde kendini görevden af ve yerine vekil tayin ederek, bırakıp İSTANBUL'a gelmişti.
9 Aralık 1917 - İngilizler, Kudüs'ü işgâl etti.
15 Aralık 1917 - Mustafa Kemâl, Veliaht Vahdeddin ile Almanya'ya gitti. Seyyahat 5 Ocak 1918 târihine kadar sürdü. Mustafa Kemâl bu seyyahat sırasında Almanlar'ın savaşı kazanmasının imkânsız olduğunu gördü.
3 Ocak 1918 - Hâin Faysal’ın orduları Ölü Deniz’in güneydoğusundaki Ebi’l Lesen’i ele geçirdiler.
14 Ocak 1918 - Hâin Faysal’ın ordularıTüfeyle’yi ele geçirdiler.
21 Şubat 1918 - Eriha’nın (Jericho) düşmesiyle Osmanlı Devleti bütün Filistin’i kaybetmiş oldu.
21 Mart 1918 - General Allenby, harekete geçince, Osmanlı orduları Amman’a çekilmek durumunda kaldı. O târihe kadar teslim olan 150 bin kadar subay ve er İngilizler'in Mısır 

esir kampına sevk edildiler. Bu esârette Mustafa Kemâl'in zerre kadar kusuru yoktu. Öyle "70.000 askeri tek kurşunu atmadan teslim etmiş" falan değildi.
30 Nisan 1918 - İkinci Şeria muharebesi... 4 Mayıs'a kadar sürdü. Türkler lehine sonuçlandı. Ancak Fevzi (Çakmak) Paşa komutasındaki 7. Ordu'nun muhârebe gücü son derece zayıfladı. Geri ulaşım yolu kesilen 8. Ordu birlikleriyse, yiyecek ikmâli yapılamadığından aç kaldı. Muhârebeye katılan birlikler, personelinin yarıdan fazlasını kaybettiler. O yüzden çekilen düşmanı tâkip mümkün olamadı, İngilizler, köprübaşına az bir kuvvet bırakarak, birliklerinin çoğunu Seria Nehri batısına çektiler.
1-19 Mayıs 1918 - İsyancı Araplar, 25 adet demiryolu köprüsünü tahrip ettiler.
Haziran 1918 - Böbreklerinden rahatsızlanan MUSTAFA KEMÂL yurtdışına, KARLSBAD'a kaplıca tedâvisine gitti.
3 Temmuz 1918 - Sultan REŞAD vefat etti.
4 Temmuz 1918 - 57 yaşındaki Vahdeddin Pâdişah oldu. Mütâreke'ye sâdece 3 ay kalmıştı.
14 Temmuz 1918 - 7.Ordu'nun Şeria Nehri batısından Vadi Avca istikametinde yaptığı taarruz başarılı olmadı. 4.Ordu da Şeria Nehri doğusundan batı istikametinde taarruz yaptı, o da başarılı olmadı.
2 Ağustos 1918 - MUSTAFA KEMÂL tedâvisini tamamlayıp Karlsbad'dan yurda döndü.
5 Ağustos 1918 - MUSTAFA KEMÂL'in talebiyle, SULTAN VAHDEDDİN'le Dolmabahçe Câmii mahfilinde görüşme gerçekleşti. MUSTAFA KEMÂL, Pâdişâh'ın Başkumandanlığı üzerine almasını, ENVER PAŞA'nın "Başkumandan Vekili" ünvânının değiştirilmesini teklif etti.
7 Ağustos 1918 - Mustafa Kemâl, Filistin'de bulunan 7. Ordu Komutanlığı'na üçüncü defa atandı... Bâzıları KRONOLOJİ tâkip etmediğinden, Mustafa Kemâl Paşa'yı 17 Şubat 1917'den beri 7. Ordu'nun başında zannediyor!.. Halbuki o, MÜTÂREKE'den sâdece 3 ay önce bu göreve tâyin edilmişti.
26 Ağustos 1918 - Yola çıkan MUSTAFA KEMÂL HALEP'e vardı.
28 Ağustos 1918 ---Mustafa Kemâl, YILDIRIM ORDULARI'na bağlı 7. Ordu'da görevli olduğu, KUDÜS'ün 63 kilometre kuzeyindeki NABLUS'a geçti. MÜTÂREKE'ye
2 ay kalmıştı. Sinâ Yarımadası, Filistin'in çoğu, Arabistan Yarımadası'nın çoğu, Bağdat'a kadar kaybedilmişti.
18 Eylül 1918 - General ALLENBY'nin birliklerinin gece saat 3:00'de umumî taarruzu başladı. Düşmanın 7. Ordu cephesinin merkez ve sol kanadına taarruz etti. İngilizler, 19 Eylül 1918 günü saat 04:30’da, Mersinli Cemâl Paşa'nın 4. Ordusu'na bağlı II. Kolordu cephesine ve 10 dakika sonra da Cevad Paşa'nın 8. Ordusu'na bağlı 19.Tümen cephesine yoğun bir topçu ateşi açtı. Düşman topçu ateşinin tesiriyle telefon bağlantıları hasar gördüğünden, birlikler arasındaki irtibat kesildi. MUSTAFA KEMÂL PAŞA'nın batısındaki CEVAD PAŞA komuta ettiği 8. Ordu, âni bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında dağıldı.
Mustafa Kemâl Paşa, direnemiyeceğini anladığı için, NABLUS'tan çekilmeye başladı. İngilizler, Suriye'ye doğru ilerlediler... Mustafa Kemâl'i suçlayanlar "o çekildiği için 8. Ordu'nun bozulduğunu" öne sürüyorlar. Hangi olay önce, aşağıda belirteceğiz.
22 Eylül 1918 - Bu çekilmeye rağmen, MUSTAFA KEMÂL PAŞA, "Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyârî", yâni PADİŞAH'ın (özel) şeref yâveri tâyin edildi.
8. Ordu mensubu Albay Fon Oppen, Bisan batısındaki sırtlara ulaşmış, Semah’la iki tarafındaki cepheyi takviye etmek amacıyla, 22 Eylül gecesi Bisan-Şeria arasından düşman süvâri hattını yararak, Semah üzerine ilerlemeyi düşünmeye başlamıştı. Ancak 8. Ordu Komutanı Cevad Paşa saat 21:00’de Albay Fon Oppen’i Vâdi Subas’a çağırdı, teklifini kabul etmeyerek Şeria Nehri doğusuna çekilmesini emretti.
22-23 Eylül 1918 gecesi - 7. Ordu'ya bağlı Albay İsmet (İnönü), Kolordusu'nu, Tumbas’tan doğu istikametinde hareket ettirmiş, Ebu Malih’e gelindiği sırada düşmanla temas sağlamıştı. III. Kolordu dört istikametten taarruz eden düşman birlikleri arasında kalmış ve iki kilometre çapında bir dâire biçiminde çepeçevre savunma tertibi almıştı. Top başına 10 atım ve makineli tüfek başına 1000 atım cephâne kalmış, su ve yiyecek bitmişti. Tümen ve alay komutanları Kolordu Komutanı'na gelerek, muhârebeye son verilmesini teklif ettiler. III. Kolordu Komutanı Albay İsmet (İnönü), teslim olmanın askerî şeref ve nâmusla bağdaşmayacağını bildirdi. Bunun üzerine Tümen ve Alay Komutanları tutanak hazırlamaya başladılar. Buna karşılık, Albay İsmet Bey, “Böyle bir tutanağı getiren kişiyi, kendi tabancamla öldürürüm,” dedi.
23 Eylül 1918 - Alman Asya Kolu, Cevad Paşa'nın bu emri gereğince, sabah Şeria Nehri doğusuna çekildi. 16. ve 19.Tümenler'in Şeria Nehri doğusuna geçemeyen karargâhlarıyla perâkendeleri; düşmanın topçu, makineli tüfek ve uçak ateşlerinin etkisiyle teslim oldular. Cevad Paşa'nın, Albay Fon Oppen’e "Şeria Nehri doğusuna geçmesi için" verdiği bu çok yanlış emir, 16. ve 19. Tümenler'in imha ve esir olmalarına sebep olmuştur. Filistin Cephesi’nde kendisine tahsis edilen bölgeyi savunamayan Cevad Paşa, 8. Ordu'nun imhâsına yol açtığı gibi, Mustafa Kemâl Paşa'nın 7. Ordusu'na ve özellikle Albay İsmet’in III. Kolordusu'na, Ali Fuat'ın XX. Kolordusu'na çok zor anlar yaşatmış ve imha olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.
23 Eylül sabahı düşman süvârisinin geçit yapılacak noktalarla Malih arasındaki boşluğa kadar sızmış olduğu anlaşıldı. Düşman keşif uçakları III. Kolordu üzerinde dolaşıyordu. Artık kaybedilecek zaman kalmamıştı. III. Kolordu Komutanı Albay İsmet kısa bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, “Geçitler batısına sokulan bu düşman süvârisini yararak, zorla Şeria Nehri’ni geçmek üzere harekâta devam etme” kararını verdi. Bu da doğru bir karar değildi. 

IIII. Kolordu'nun Şeria Nehri doğusuna geçişi, düşmanın topçu ve makineli tüfek ateşi altında yapıldı, çok sayıda şehit ve yaralı verildi. III. Kolordu Karargâhı Şeria Nehri doğusundaki sırtlara tırmanırken, 3. Süvâri Tümeni'ni güneye atan düşman süvârisi, Şeria Nehri doğusundan geçiş yerine ilerlemişti. Bir çok personelimiz, bu mızraklı düşman süvârisi tarafından şehit edildi. Diğer taraftan, sallara bindirilmiş olan düşman unsurları Şeria Nehri yoluyla kuzey istikametinden gelerek en son geçiş hareketi yapmakta olan unsurlarımızı muhârebe dışı bıraktı. III. Kolordu Komutanı Albay İsmet, 1. ve 11.Tümenler'in Karargâhları ve kadrolarının çok altına düşmüş olan birlikler, çok zor şartlarda Şeria Nehri’nin doğusuna geçmeyi başardılar. 

23 Eylül akşamı, Mustafa Kemâl Paşa ve 7. Ordu Karargâhı, hareket etmiş, bir gece yürüyüşünü müteâkip, gece yarısından sonra, Havale’ye ulaşmış, bahçeler içinde örtü ve gizleme tedbirleri almış ve molaya geçmişti.
25 Eylül 1918 - Amman düştü.
26 Eylül 1918 - 7. Ordu, Şam doğrultusunda yürüyüşe geçti ve akşama doğru Der'a bölgesinde toplandı.
29 Eylül 1918 - 7. Ordu, Şam'ın güneyine çekildi.
30 Eylül 1918 - İngiliz kuvvetleri Şam yakınlarına kadar geldi. Fakat aynı gün Şam’ı savunmakla görevlendirilen MERSİNLİ CEMAL PAŞA ordusunu terkederek RİYAK'a gitti. Kolordu komutanlarından biri de askerlerini düşmana teslim ederek, Beyrut’a kaçtı.
1 Ekim 1918 - ŞAM düştü, İngilizler'in eline geçti... Bozguna uğramış olan Yıldırım Ordular Grubu, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemâl Paşa'nın gözetiminde derlenip toparlandı. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemâl Paşa, bölge vâlileri ile danışma toplantısı yaptı. Ancak boşluğu doldurması mümkün olmayan MUSTAFA KEMÂL çekilmeye devam etti... Fransız ve İngiliz kuvvetleri denizden donanma yardımı alarak, 1 Ekim’de Beyrut’u da işgâl ettiler. Beyrut sözde bağımsızlığını ilân etti... Bu olaydan sonra da Yıldırım Orduları'nın Halep’te toplanmasına karar verildi.
3 Ekim 1918 - Yıldırım Ordular Grubu, Halep'e doğru çekilmeye başladı.
Bölgedeki Arap halkı, İngilizler'in kışkırtmasıyla ayaklandı.
4 Ekim 1918 - Mustafa Kemâl Paşa'nın Karargâhı, Halep'e getirildi.
5 Ekim 1918 - Mustafa Kemâl Paşa, 7. Ordu'yu yeniden düzenlemeye başladı.
Aynı gün Osmanlı Devleti, ateşkes konusunda aracılık yapması için Amerika Birleşik Devletleri'ne başvurdu.
6 Ekim 1918 - Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Sanders Halep’e gelmiş, burada aynı gün 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemâl Paşa ve yüksek rütbeli sivil memurlarla toplanarak görüştüler ve şu sonuca vardılar:
- Şehirde güvenliğin ve Halep istasyonunda da düzenin sağlanması,
- Sâhilde Arap hareketinin genişlemesinin önlenmesi,
- Ordular Grubunun geri ile bağlantısının kurulması,
ve 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’nın, İskenderun veya Mersin’den düşmanın çıkarma yapma ihtimâline karşılık, Adana’ya gönderilmesi.
7 Ekim 1918 - MUSTAFA KEMÂL, İstanbul'a çektiği telgrafta "7. Ordu üzerine yapılan saldırıyı durduğunu" bildirdi. Ancak "19 Eylül sabahı batısındaki CEVAD PAŞA komuta ettiği 8. Ordu'nun kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında dağıldığını, bundan dolayı da çekilmek zorunda kaldığını, ŞAM'ı müdafaa ile görevli MERSİNLİ CEMAL PAŞA'nın da ordusunu terkederek RİYAK'a gittiğini" belirterek kendini savundu.
8 Ekim 1918 - Sadrazam TALAT PAŞA istifa etti. İTTİHAK VE TERAKKİ FIRKASI'nın iktidardan çekildi.
Mustafa Kemâl Paşa, Halep civârındaki Araplar'ın düşmanca hareket ve propagandalarına karşı yeni tedbirler aldı.
13 Ekim1918 - 4. Ordu, kaybının fazla olması nedeniyle, lağvedildi. Artık Yıldırım Orduları, Mustafa Kemâl’in Halep’teki 7. Ordu’sundan ve bir de bu harekâta katılmayan ve Adana’da bulunan 2. Ordu’dan ibâret idi. Mustafa Kemâl Paşa durumun vehâmetini görerek Padişah'ın Başyâveri Albay Nâci (Eldeniz) Bey'e 'çok gizli' telgraf çekerek "Yıldırım Orduları Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke için müracaat etmesini ve Furgaç Ahmet İzzet Paşa'nın yeni kabinesinde Fethi (Okyar), Tahsin (Özer), Rauf (Orbay), İsmail Canbulat, Azmi Beyler ile Şeyhülislâm Mustafa Hayri Efendi (Ürgüplü) ve kendisinin de Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili olarak görevlendirilmesini" istedi... Kabul edilmedi.
16 Ekim 1918 - Kaldırılan 4. Ordu karargâhıyla bütün kıt'aları 7. Ordu emrine verildi. Bu arada Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Liman von Sanders ve karargâhı Adana’ya varmış, Suriye cephesi bütün sorumluluğu artık 7. Ordu’nun ve Mustafa Kemâl'e kalmıştı. Onun da elinde fazla birşey yoktu.
20 Ekim 1918 - İngiliz, Fransız ve Amerikan Temsilcileri, Suriye Lâzkiye'de geçici bir hükümet kurdu.
23 Ekim 1918- İleri hatlarda muhârebe başladı.
25 Ekim 1918- Muhârebe Halep’in güneyine intikâl etti. İngilizler'le birlikte hareket eden Araplar ile Şerif Faysal’ın kuvvetleri de, doğudan şehre hücum ederek Halep’e girdiler ve Kale ile Hükûmet konağını da ele geçirdiler. Sokak çatışmaları başladı.
26 Ekim 1918 - . Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı "7. Ordu Komutanlığı’na, sebepsiz bir karış toprak terk edilmemesi esas olmakla beraber; düşmanın üstün kuvvetleri karşısında Halep civarının terk edilmesi ve mukavemetin dağlık kısımda yapılması için" talimat verdi. Bunun üzerine Mustafa Kemâl, XX. Kolordu’yu Halep civârında, III. Kolordu’yu ise diğer gerekli yerlerde ve 24. Tümen’i Halep kuzeyinde Katma’da, 43. Tümen’i gene Halep kuzeyinde Müslimiye’de mevzilendirdi. Akşam ağır saldırı altındaki 7. Ordu kıt'aları Halep’in 5 km. kuzeyine çekildi ve ordu karargâhı da Katma’ya nakledildi. HALEB elimizden çıktı.
Mustafa Kemâl'in komuta ettiği 7. Ordu Birlikleri, İngilizler'in taarruzunu Halep'in kuzeyinde, durdurdu.
28 Ekim 1918 - Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı Kilis’e vardı... 7. Ordu Komutanlığı, 28 Ekim’de son emrini vermişti. Bu emre göre, “Türk süngüleri bu bölgedeki millî hududu çizmişti.” 7. Ordu İskenderun ve kıyılarıyla birlikte Reyhanlı, Kırıkhan, Belen, Der el Cemal, Tel el Rifat ve doğuya uzanarak genel hattını koruyordu. Antakya ve çevresini de hatta dâhil ederek, Britanya İmparatorluğu ve Şerif Hüseyin’e bağlı birliklerin Toros geçitlerine ulaşarak, oradan Anadolu içlerine sızması önlenecekti.
30 Ekim 1918 - 1. Dünya Savaşı'nı, Osmanlı Devleti için, sona erdiren Mondros Mütârekesi Limni adasında imzalandı.
MUSTAFA KEMÂL, General LİMAN VON SANDERS'in yerine YILDIRIM ORDULARI Kumandanlığı'na getirildi.
3 Kasım 1918 - İNGİLİZLER, MÜTÂREKE'ye rağmen üç gün daha ilerlemeye devam edip MUSUL-KERKÜK bölgesini ele geçirdi.
7 Kasım 1918 - "Yıldırım Ordular Grubu" kaldırıldı. Mustafa Kemâl Paşa, Harbiye Nezâreti emrine alındı. İstanbul'a çağrıldı.

Hadi, bakalım... Bu gerçekleri inceleyip, Mustafa Kemâl Filistin'den kaçmış mı, 70.000 askeri tek kurşun atmadan teslim etmiş mi, siz karar verin!..   Ama önce bir sonraki sayfamızı da okuyun!.. 



Yaşar Atakam