Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Tarihe Yaşarken de Doğru Bakmak!


[ Serbest kursu ]


Makale yazari: Mendüh Haci Tarih, gün ve saat : 31. Eylül 2000 02:24:34:

Su yaziya cevaben: Tarihi Yaşarken Yakalamak makale yazari: Doğan Arkadaş Tarih, gün ve saat : 26. Eylül 2000 15:49:04:

Sayın Doğan Arkadaş,
Tarihi Yaşarken Yakalamak" başlıklı yazınızı zevkle okudum. kısmet bugüne imiş, nihayet yazabiliyorum. Aslında bi süredir bu forumda şöyle adamakıllı söyleşmeyi özledik. Umarım bu karabasan gibi çöken, agresif yazılardan bir an önce kurtulur, umut ettğimiz bir tartışma ortamı sağlayabiliriz. Aslında bu konuda belki haksızlık ediyoruz, belkide bu tür zeminlerin doğası gereği, "sert" polemikler daha bir ilgi görüyor. Yine de ben kişisel olarak bundan pek keyif almadığımı söylemek isterim.
Yazınıza gelince; önce sondan başlamak istiyorum. Zira beni rahatsız edip duruyor söylemeden esas konuya gelemeyeceğim herhalde.
Efenim şöyle yazmışsınız:
"Marksizm, geçmişi ve şimdiyi analiz ederken, öncelikle üretim ilişkilerine ve üretim süreçlerine bakılması gerektiğini söyler. Maddi altyapı sadece bundan ibaret değildir kuşkusuz. Fikirler de toplum tarafından içselleştirildiği ölçüde maddi bir güç haline gelirler. Ancak o zaman değerlendirme kapsamına alınırlar. "
Şimdi bu cümleler beni hemen irkiltip rahatsız etti. Aslında uzunca bi süredir Marxist terimler üzerinde tartışmayı unutmuştum. Belki de bu bellek erezyonundan olsa gerek, sizin cümllerinizde önemli bulduğum bir "maddi" hata fark ettim. Evet geçmişe marxistler öncelikle üretim güçleri ve ilişkileri perspektifinde bakarlar ve sizin "fikirler" dediğiniz(bunların toplum tarafından içselleştirilmesi-ki ne anlama geldiği bence meçhul-nin pek de önemi yok) üstyapı unsurları da bu güçler ve ilişkilerle diyalektik bir ilişki içinde değerlendirilirler. Dolayısıyla Tarihe bakarken Marxistler, sizin "maddi güç" teorinize ihtiyaç duymadan, "fikirleri" (içselleşmiş ya da bu şansı bulamamış!)de hesaba katarak bir sonuç çıkarırlar.
Bu bütünlük içinde herhangi yeni bir teori ya da kavrama ihtiyaç duymadan düşünecek olursak, tarihsel gelişimi Marxistler kadar iyi açıklayabilmiş, temellendirmiş düşünsel bir akımın olmadığını söyleyebiliriz. En azından ben öyle düşünüyorum ve bundan böyle yazacaklarım da bu perspektif içinde yazılmaya çalışılacak.

Efenim, tarihdeki olayları, kişilerin niyetiyle (yanlız başına) açıklamak elbetteki doğru bir yaklaşım değildir. bununla beraber bireylerin tarihsel rollerini izah ederken, onların bakış açılarından yararlanarak, onlara bir niyet atfetmek mümkündür. Şöyleki, "Fatih büyük bir batı hayranı olduğu için Roma'yı fethetme sevdasındaydı. Yavuz sa doğu kültürüne hayran olduğundan doğuya doğru açıldı" ifadelerine daha baştan karşı çıkmak mümkün değil. Aksini ifade edebilmek için onların aksi yönde talimatlarını veya farklı niyetlerini kanıtlayan belgeleri ortaya dökmek gerekli. Marxistler bu iki padişahdaki bu ayırdedici özellikleri yok sayabilir mi? Elbetteki doğuya ya da batıya açılmaların başka bazı tarihsel nedenleri vardı(bunların detayı konu dışı olduğu için girmiyorum) ama bu iki kişiliğin özel yanlarının da, dönemi(başarıları ya da başarısızlıkları) anlayabilmek için mutlak zorunluluğunu görmek lazım.
Yani kısaca niyetlerin(iyi ya da kötü) anlaşılabilmesi, sonuçlar çıkarmak açısından gereklidir kimi yerde zorunludur. Ancak bu niyetlerin iyi ya da kötü biçiminde sınıflandırılması ise bizim bulunduğumuz nokta itibariyle belirginleşir. Kimine göre niyet(anlaşıldıktan sonra) iyidir, kimine göre kötüdür. Maalesef(!) Marxistlerin sınıf teorisi gereği, sermaye sınıfı açısından iyi olan bir şey, emekçiler açısından yıkım ve felaket olabiliyor. Herşeyde değil tabii:=))) Ama çoğunlukla böyle olduğunu aklı başında kim inkar edebilir.
Bu nedenle, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşananların değerlendirilmesi sınıfsal parspektiften uzaklaştırıldığı ölçüde karmaşıklaşıyor. Bu çoğunlukla biliçli bir şekilde yapılsa da son yıllarda kimi "iyiniyetli"lerinde aynı katara koşulduğunu acıyla izliyoruz.
Efenim "Vahdettin durumu öyle değerlendirdiği için İngilizlere teslim olmuştu. Yoksa kötüniyetli olduğundan değil" buyurmuşsunuz. Bu kadar naifliği size yakıştıramadım. Varsayalım ki Vahdettin hazretleri iyiniyetli olarak durumu öyle değerlendirmişti. Bu niyetin iyilik kısmının kime ait olduğunu izah etmek lazım, tebaasının geleceğini düşündüğünden İngiliz işgaline karşı direnmenin gereksiz olduğunu düşünüyordu. Şimdi en "iyiniyetli" yaklaşımla Vahdettinin iyi niyetini böyle izah edebiliriz öyle mi? Bakın tarihe bakanların en büyük şansı sonuçlar gibi mutlak yargı oluşturmayı sağlayan verilere sahip olmalarıdır. Şimdi öncelikle bugünden bakarak Vahdettin efendinin çok yanlış, haksız, onursuz bir davranış sergilediğini söyleyebiliyoruz. Biliyorum Sizin itirazınız "ama efendim o gün bunu göremeyebilir" biçimindedir. Oysa bu zatın bulunduğu konum itibariyle doğru tavrı almasını beklemek zaten hatadır. O yanlış adam. doğruyu bulmasına imkan yok. Çünkü üstlendiği tarihsel misyon onu emperyalistlerle işbirliğine mahkum eder. Onun niyeti de budur aksi mümkün değildir. Tahtda oturmayı sürdüren biri, yeni ve demokratik bir toplumun temellerini atmak için emperyalizme direnebilir mi? Bunu aklından bile geçiremez. Varsayalım geçirdi:)))yeni ve demokratik bir toplumun temellerini atmak için emperyalizme sığındı. Şimdi buradaki niyeti çözmekte bu kadar aciz miyiz? Bu niyet nedir, emperyalistlerin iradesiyle yeni ve demokratik bir toplum yaratma sevdası de mi?
Biliyorum uzattım, ama bir iki şey daha söylemekten kendimi alamayacağım. Cumhuriyeti kuran iradenin de, niyetlerini çözmek, onları sınıflandırmak, ve tarihi böylece daha kolay anlamak mümkündür. Siz omlara hangi niyeti biçseniz de, emekçi yığınlar, kürtler ve dinsel azınlıklara dönük niyetlerini ortadan kaldıramazsınız. Evet onlar bir misyonun insanlarıydılar ve kitaplarında, niyetlerinde, torbalarında işçi sınıfı hareketi, kürt ulusal istemleri ve dinsel azınlıklar için iyi hiç bir şey yoktu.
Saygılarımla




Cevaplar:


[ Serbest kursu ]