Evrenle bir olma yolundaki aşılması gereken belki de en zor şey,
bireyselliği bir kenara bırakıp, bütünselliğe geçmek, yani “ben” yerine
“biz” diyebilmek, bütünü sevebilmek ve bütünün farkına varabilmektir. Peki
ama bu kadar basit bir gerçeği dile getiren bir felsefenin takibi niye bu
kadar “zor” olarak algılanıyor?
Bunun cevabını bulmak için, günlük yaşantımızı gözden geçirmemiz aslında
yeterli: Bizler kendimizi bu beden olarak kabul ederiz, yani bunun anlamı
şudur: “Bu beden dışındaki herşey benim dışımdadır.” İşte bunu dediğimiz
anda, Yoga’dan uzaklaşmaya başlarız, çünkü bu düşünce tarzı, evreni “ben” ve
diğerleri (çevremdeki herşey) olarak ikiye böler. Bu görüşe göre,
ikilikçiliğin olduğu yerde de, korku, öfke ve arzu vardır, çünkü benim
dışımda “bir şeylerin” olması benim “o şeyleri” arzulamama, arzuladığımı
elde edememem halinde öfkeye yol açar, arzuladığımı elde etsem bile bu kısa
süreli bir tatmin verecek ve bir süre sonra bu arzu yerini bende olmayan
“başka bir şeyin” arzusuna dönüşecek ve bu zincirden kurtulana dek böyle
sürüp gidecektir. Peki biz nelerden korkarız? Bir aslan kendisine korkutucu
gelmez, halbuki ceylanlar için korkutucudur, işte aynı şekilde biz de “biz
olmayan” şeylerden korkarız. Birliğin olduğu yerde korku barınamaz, çünkü bu
ışığın olduğu yerde karanlığın barınması gibi mümkün olmayan bir durumdur.
Birliğin olduğu yerde arzu yer alamaz, çünkü benim dışımda sahip olmadığım
bir şey var olamaz.
Yoga yapmanın bir ön şartı var mı sorusu tüm öğrenciler tarafından
sorulan temel bir sorudur. Genelde de verilen cevap aynıdır: “Hayır yoktur.”
Ama öğrenci gün geçtikçe, öğretmenin vejetaryen olduğunu, mümkün olduğunca
organik gıdalar aldığını, alkol, tütün ve diğer her tür uyarıcı ve
uyuşturuculardan uzak durduğunu, içtiği sudan uyku saatine belli bir
kurallar zincirine bağlı kalmaya çalıştığını görerek, tereddüt etmeye başlar
: “Acaba bana herşey söylenmiyor mu?”
Burada aslında öğretmenin söylemeye çalıştığı şey şudur: Evrenle bir
olabilmek adına yapılması gereken standart “kurallar” yoktur, bir öğrenci
bunların hiç birini yapmadan da göz açıp kapayıncaya kadarki zaman içinde
–bu yaklaşık 1 saniyedir- yogaya ulaşabilir.
Ancak, günümüz dünyasına baktığımızda, bu kadar çabuk ve kesin bir
şekilde yogada başarılı olmak çok azımıza nasip olmaktadır; tersine yoga’ya
ulaşma; uzun çalışma, azim, kararlılık, sabır, inanç (öncelikle kendimize,
sonra yoga’ya) gerektirmektedir. Sri Sankaracharya, Yoga’nın 4 aracı
–olmazsa olmazı- olduğunu söylemektedir: Bunlar:
- İnanç
- Adanma
- Meditasyon
- Özgürlüğe ulaşma arzusudur.
Dikkat ederseniz Sri Sankaracharya bu kurallar içine et yememek, günde
sadece 6 saat uyumak, mantra okumak, yoga duruşları yapmak gibi “şimdi bunun
evrenle bir olmakla ne alakası var” diyeceğiniz maddeleri listelememiştir.
Peki o halde tüm bu çalışmalar neden yapılmaktadır? Kısaca aşağıda
özetlemeye çalıştım:
- Öykünme: Öncelikle öğrenciden “sanki öyleymiş gibi” yapması
istenir. Mesela öğrenci belki ilk başlarda derin meditasyona
dalamayacaktır ama yine de sanki derin meditasyondaymış gibi sabit bir
şekilde sakin ve rahat bir pozda ortalama 20 dakika meditasyon yapması
istenir. Elbette burada kast ettiğimiz, öğrencinin taklite kaçıp bunu bir
alışkanlık haline getirmesi ve yerinde sayadığı halde, kendini ve
çevresini kandırması değildir.
- Arınma: Tüm bu çalışmalar, bizi arındıracak birer “kriya”
yani arındırma çalışmalarıdır.
- Kalbin açılması: Biz ne yaptığımızı aklen bilmesek de; beden
bilir, zihin bilir, ruh bilir. Bu nedenle, başlangıçta yapılan tüm bu
çalışmalar bizim kalbimizi açacak ve evrensel bilgiyi almamızı
kolaylaştıracak birer araç olacaktır.
Yoga’nın temel yapıtaşı, insanın sadece bu bedenden ibaret olmadığı, ama
bunun gerisinde –ismi ne olursa olsun- bir enerji olduğudur ve aslında amaç,
araç olan bedeni kullanarak, yoga’ya ulaşmaktır -yani beden bizim gerçek
Özbenliğimiz değildir. Bu nedenle, biz yaptığımız çalışmalarla öncelikle
evren olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamak adına “sanki öyleymiş gibi
yaparak” anlamaya böylelikle zamanla arınmaya, ve kalbimizi açarak evrensel
bilgiyi almaya çalışırız.
Yoga görüşüne göre, evren titreşimlerden oluşmuştur. Madde ağır bir
titreşime sahipken, örneğin düşünce çok daha süptil bir titreşime sahiptir,
bu nedenle de madde görülebilirken, düşünce gözle görülemez. İşte Yoga’ya
göre, evrenin gerçek mahiyetinin ne olduğunun anlaşılması için bu süptil
titreşime ayak uydurmak gereklidir, bunun da yolu ancak bu titreşimi
algılayacak frekansta yani aynı titreşimde bulunmakla olur. Bu nedenle,
Patanjali Yoga Sutralarında “Yoga ile çevredeki dünya şartları değil siz
değişeceksiniz, ve siz değişseniz bile diğerleri için herşey eskisi gibi
kalmaya devam edecektir” demektedir. Siz titreşiminizi yükselttiğinizde
(yani süptilleştirdiğinizde) dünyayı yepyeni bir gözle görmeye başlarsınız
ve düşünce gibi daha önce göremediğiniz formlar size görünür hale gelmeye
başlar. Böylece yine Patanjali’nin Yoga Sutralarında bahsettiği diğer
insanlara mucize gibi gelen meyveler ortaya çıkmaya başlar, bir yogi
düşünceleri okuyabilir, bir atom boyutuna inebilir, herşeyi içine alacak
kadar genişleyebilir, yıldızlara dokunabilir gibi.
İşte, kullandığımız araç olduğunu söylediğimiz bedenimizin
titreşimlerinin yükseltilmesinin yollarının her biri, Yoga’da yapılan
çalışmalara denk gelir: et yememek, yoga duruşlarını günlük olarak yapmak,
nefes çalışmaları yapmak, içe dönüş çalışmaları yapmak, meditasyon, mantra,
japa, vb. Yoga yolunda bizim yardımcılarımızdır.
GERİ