Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Ce: Aykırılık


[ Serbest kursu ]


Makale yazari: Vaner Alkaç Tarih, gün ve saat : 16. Eylül 2000 07:17:08:

Su yaziya cevaben: Özelleştirme makale yazari: Deril Tarih, gün ve saat : 16. Eylül 2000 02:16:07:


Evet aykırılığıma devam ediyorum.

Özellikle coğrafyamızda marksistlerin özelleştirmeyi savunması gerekmektedir.Dünya genelinde ise kapitalizmmin bir kontrol mekanizması olan devletin çeşitli alanlardaki yine karlılığı temel almak zorunda olan işletmelerin özelleştiilmesine tam karşıdan cephe almamalı hatta desteklemelidir.

Nu günki anlayışta bir liberalin söylemesi gerek ve söylediğinde de yadırganmıyacak olan bu görüşlerin Marksizm adına idda edilmesi bir çok insanı çaçırtığı gibi tepki de yaratcaktır.

Özlellikle Türkiye genelinde özelleştirmeye karşı çıkmak hem de bunun sosyalistlerce yapılması abesle iştigaldir.

Birincisi eğer bir emek sömürüsü varsa devlet işletmeleri olduğu zaman emek sömürüsü yok mu sorusuna cevap verilmeli.
İkincisi bu işletmeler aracılığıyla yaratılan kaynakların nerey gittiği ve kimin kontrolünde olduğu sosrusuna cevap verilmelidir.
Bir çok örnekte bu işletmeler devletten kaynak aktarmaya çalışan aç politikacıların ekonomik ve politik arpalıklarıdır.
Üretilen kaynakların nasıl politikacılarca hortumlandığı en son Demirelin yeğeni olayında görülmedi mi?
Yani marksistler bu işletmeleri sabancı veya Koç gibi büyük gruplar almasında Demirelin yeğenleri gibi açların hortumlaması için mi özelleştirmeye karşı çıkıyorlar?
Böyle bir tercih bizim konumuz olabilir mi?

Yine devleti kontrol altında tutanlar buradan yaratılan kaynaklarla halklarımızın başına bombalar olarak, hapisane katliamında kullanılan kiralık katilleri beslemek için kullanmıyor mu?
En hafifi yaklaşımla kendi oy depoları olarak bu kurumları kullanmıyorlar mı?

Özelleştirmeler devletin ekonomik kaynaklarına yönelmiş bir harekettir. özelleştirmeye karşı çıkmakla devleti savunma arasında özünde bir tercih farkı varmıdır?

Hele bu olayı ulusal bağımsızlığımıza yönelik bir saldırı olarak alanlar ne zaman uyanacaklar. Sizin ulusal bağımsızlık dediğiniz zayıf sermayenin korunması veya devletin korumasında sermaye sınıfı var etme isteğidir.

İşçi çıkarmaları göstererek devlet kurumlaşmalarının maddi kaynaklarını savunmak akıl alacak bir durum değil. İşçi çıkarımı da alımıda işletme karlılığı esasına göre gelişir. Devletin zararı ödesin ama işçi çıkarmasın denmesi bu alandaki harcamaların halkın diğer kesimlerinden çıkarılması anlamındadır. Sağlıklı bir sosyal güvenlik sistemi mücadelesi veremeyn sol tümolumsuzluklara rağmen istihdam fazlasını savunmasının ya MHP lilere yada Fazilet Partililere yaradığını göremiyorlar mı?

Özelleştirme herşeyden önce hele bizim coğrafyamızda ceberrut devletin etki alanlarının sınırlanması demektir.

Markisitlerin en büyük aymazlıklarından biri de globalleşen sermayeye karşı ulusal sermaye adı altında ortya çıkan milli açları desteklemeyi ulusal bağımsızlık diye kakalamalarıdır.

İşçi sınıfının bir anlamda ekonomik çıkarlarının ifadesi olan sendikaların güçten düşürülmemesine çalışmak elbette önemlidir. Ama bu güne dek politikleşemeyen ve kendi ekonomik çıkar sınırları içinde kalmayı tercih eden işçi sınıfı toplumun diğer kesimleri ile birlikte örgütlenmeyi öne çıkarmalıdır. Varoşlarda ölümüne kavga eden işsizler işçi sınıfının haklarını tek başlarına aramak yükünden kurtulmalıdırlar.

Yine Kürt köyleri bombalanırken ve ortalık kan gölüne dönüştüğü günlerde bir Türk barış hareketi bile yaratmadıkları gibi oluk oluk oylarını en gerici en katliamcı partilere vererek hiç de öyle saygı değer olmadıklarını göstermediler mi?
Kimse bu durumu propoganda ve yanlış yönlendime olarak açıklama kolaycılığına kapılmasın. Yıllardır memurların sendikalaşma mücadelesine bile yüz vermediler.

Bir diğer nokta sermaye yoğunlaçmasının tekeller yaratcağı ve bu tekellerin rakipleri olmadığı için yeni yatırımlara ve araştırmaya gitmeyerek sitemi geliştirmeyeceği düşüncesi yaşam tarafından doğrulanmadı. Kendi aralarındaki rekabeti hareket ettirici dinamik olarak düşünmenin sermeye yönelimini açılamıyor. Pazara mal sunmak insanın ihtiyaçlarına cevap vermek zorunluluğunu da geliştiriyor. yeni buluşların ve araştırmaların temel motifi de bu.
Elbette zaman zaman reklam ve propogandalarla doğal olarak ihityaç olmaıyan şeylerin bir ihiyaçmış gibi kabul ettirilmesi kurnazlığı da yaşanıyor.
Bunun karşısına konulack şey ise bilinçtir.

Bu bağlamda devlet işletmelerinin büyük sermaye kaynakları ile birleşiyor olması uzun vadede ekonomik olarak toplumsal gelişmenin aleyhine değil bir anlamda herşeyin yerli yerine oturma sürecidir de.

Artık soğuk savaş korumacılığı yöresel küçük sermaye gruplarına karşı kaldırlmaya başlandığı gibi ayni korumacılıktan fazlası ile nasibini alan batı işçi sınıfının da üçüncü dünya halklarının kanları ile oluşan saltanatları bitme sürecine girilmiştir. Komünizm korkusu ile kendilerine verilen sus payını eskisi kadar rahat alamayıcaklarını görmenin tepkisi ile anti-globalci olmaları doğaldır.
Ama bu bizim çoğrafyamız için lükstür.

kapitalizme karşı mücadele iyi ve kötünün bir arada olduğu mantığı ile yürütülmeli.

Saygılarımla
Vaner Alkaç


>ÖZELLEŞTİRME
>
>1970'li yılların başında, uluslararası sermaye grupları kârlarının giderek azalması karşısında yeniden bir yapılanma içine girdiler.
>Sermayenin yeniden yapılanma sürecinin temel hedefi; sermayenin önündeki engellerin kaldırılması, sömürünün yoğunlaştırıiması ve işçi sınıfının ideolojik, siyasi ve ekonomik olarak ezilmesiydi.
>Uluslararası sermaye bu doğrultuda, işçi sınıfının ve emekçi kesimlerin haklarına karşı esaslı bir saldırı başlattı. Devletin eğitim, sağlık ve çevre gibi sosyal hizmetlere olan katkısı azaltıldı. Emekçi kesim üzerindeki vergi yükü artırıldı. Sosyal güvenlik kurumları etkinliğini yitirdi. Özelleştirme politikaları tüm dünyada emekçilere yönelik saldırıların mızrak ucu işlevini gördü.
>Sermayenin kamu mülklerine ve işletmelerine yönelik yağma politikası olan özelleştirmeler, ülkemiz gündemine 1984 yılında girdi. Özelleştirmeler 1984 yılında, kamuya ait yarım kalmış tesislerin tamamlanması ve sermayeye devredilmesiyle başladı.
>İşçi sınıfının 12 Eylül darbesiyle yaşadığı sarsıntı, özelleştirme politikalarıyla derinleştirilmeye çalışıldı. Özal-ANAP Hükümeti özelleştirmelerin önündeki hukuki engelleri hızla kaldırdı.
>1985 Yılından bugüne dek, 208 kuruluştaki kamu hisseleri, 21 yarım kalmış tesis ve 5 elektrik santrali özelleştirme kapsamına alındı. Özelleştirme saldırıları, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) kurulmasıyla bir merkez tarafından yürütülmeye başlandı. 1992-1993 Yılları, özelleştirmelerin en fazla hız kazandığı yıllar oldu.
>ÖİB verilerine göre, 1985-2000 yılları arasında özelleştirme kapsamındaki kuruluşlardan yarısından fazlası tamamen özelleştirildi. Geriye kalanın yüzde 90'nının da özelleştirilmesine yönelik kısmi adımlar atıldı.
>Halen özelleştirme kapsamında 76 kamu kuruluşu bulunuyor. Özelleştirme kapsamındaki bu 76 kuruluşun 32'si 2000 yılında, geriye kalanları ise 2 yıllık dönemde özel sermayeye teslim edilmek isteniyor. Bu kuruluşlar, daha önce özelleştirilen kuruluşlardan çok farklı özelliklere sahip. Sözkonusu kuruluşların tamamına yakını, Türkiye'nin en büyük 500 firması arasında yer alıyor.Örneğin 7 Nisan'da bir kısmı satılan TÜPRAŞ, Türkiye'nin en büyük birinci sanayi kuruluşu. Satış listesindeki diğer kuruluşlardan SEKA, TEAŞ, TELEKOM ve THY de sıralamanın en üstlerinde yer alıyor. Ve tamamı kâr ediyor.
>Kuruluşların bu özelliklerine rağmen satışa çıkarılmasıyla, ciddi üretim krizi içinde bulunan büyük sermayeye yeni birikim alanları sunmak ve işçi sınıfının örgütsel gücünü dağıtmak amaçlanıyor.
>Sermayenin bu hedeflerini, daha önce uygulanan özelleştirme politikalarında açık bir şekilde hepimiz gördük. KİT'lerde çalışan işçilerin, Türkiye'de toplam istihdam içindeki oranı 1991 yılında yüzde 3,6 iken, 1996'da 2,7'ye geriledi. 1991-1996 döneminde 132 Bin işçi işten çıkartıldı. 1991-1994 arasında her yıl 30-40 Bin işçi erken emeklilik başta olmak üzere, çeşitli uygulamalar sonucu işsiz kaldı. Yoğun bir sendikasızlaştırma politikası uygulandı.
>2000 Yılının özelleştirme programındaki KİT'lere bakıldığında, sendikasızlaştırma politikalarının hızlanacağı ortadadır. POAŞ, TÜPRAŞ, PETKIM, TÜGSAŞ, IGSAŞ Petrol-İş Sendikası'nın örgütlülüğünün temel dayanaklarını oluşturmaktadır. THY, Hava-İş, TÜRK-TELEKOM, Haber-İş; SEKA, Selüloz-İş ERDEMIR, ISDEMIR ve TZDK, Türk Metal; SUMER HOLDING, Teksif ve Deri-İş sendikaları için yaşamsal önemde işletmelerdir. Konfederasyonumuz ve üye sendikaların önündeki bu tehlike bizleri acil önlemler almaya yöneltmelidir.
>Baţta medyanın bütün yastıklamalarına ve cilalamalarına rağmen özelleştirmelerin işsizlik, yoksulluk, açlık anlamına geldiği herkes tarafından kabul edilmektedir. Bundan dolayı bütün hızıyla süren özelleştirme saldırılarına karşı yanlızca; "Özelleştirmelere Hayır" demek yeterli değildir. Bu yönde hukuki mücadelenin yanında, işçi sınıfının üretimden gelen gücü devreye sokulmalıdır.
>Çünkü saldırı; yaşamımıza, ekmeğimize, özgürlüğümüze, ulusal bağımsızlığımıza saldırıdır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda yabancı tekellerin elinde olan ATAŞ'ın Türk Ordusu'na akaryakıt sağlamadığı unutulmamalıdır.
>Uluslararası tekellerin, özelleştirme adı altında ülkemizi, ulusal bağımsızlığımızı, ekonomik maddi kaynaklarımızı yağmalamasına izin vermemeliyiz. Çağın vebası özelleştirmeye karşı tek yumruk, tek vücut olmaktan başka çaremiz yok.





Cevaplar:


[ Serbest kursu ]