Tarihçe

  1975 yılında başladı Iron Maiden efsanesi.Elbette o zamanlar efsane değildi Iron Maiden ama günümüze gelindiğinde el ettikleri başarılar tartışılmaz boyutlarda. Tum bu başarının altında yatan en önemli isim ise grubun kurucu elemani, bas gitaristi ve başlangıçtan günümüze Iron Maiden'da müzikal yaşamını sürdüren tek isim olan Steve Harris. Ben onun kişiliğini kısaca idealist olarak özetlemek istiyorum.Genç yaşlarda başlayan müzikal yaşantısında birer birer çıkmayı başardı basamaklari.Çeşitli kasaba barlarından stadyumlara 100.000 lere uzanmayı bildi. Müzikal zevkinin temelleriniDeep Purple, Jethro Tull, Black Sabbath gibi gruplara attı. O ise rock ve hardrock'ın kendisine verdiği bu heyecanla başladı üretime, müzik ile yatıp kalkmaya. Profesyonel futbolculuk ve müzisyenlik arasında düştüğü kuvvetli ikilemlerden sonra günümüze kadar geldi ve müziğini teybimizin kolanlarından bize sunmayi başardı.
  Genç Steve Muzik yapmak istiyordu, yaşı 16-17 idi. Hard Rock ile yeni tanışmış olmasinin vermiş olduğu heyecanı ve yaşının dinamizmini sentezleyerek koyuldu yola. GYPSY'S KIIS ve SMILER'da çaldı ama istediği müziği yapamiyordu onlar. Yapışacak tek bir şey vardı, kendi grubunu kurmak. Ve başladı calışmalara.
  Birçok genç rokçı ile çalıştıktan sonra ilk kafa dengi Dave Murray oldu. Bebek yüzlü bu sirin genç, tam Steve'in istediği düşüncede ve yetenekte bir muzisyendi. Daha sonra davulcu Clive Burr, ikinci gitarist Dennis Stratton ve vokalist Paul Di'anno ile ilk albümü çıkartacak kodro tamamladi. Steve Harris Iron Maiden ile ilk konserini 1976'da Londra'nın doğusundaki The Cart and Horses isimli bir barda verdi. O senelerde yazdi "Iron Maiden" şarkısını. Hani nakaratinda "Iron Maiden's gonna get you no matter how far" yani "Iron Maiden seni elde edecek, ne kadar uzakta olman fark etmez" olan ünlü parçayı. Herhalde Steve Harris o nakarati yazarken bir zaman sonra bu sözlerin birçok insan tarafindan ne kadar ilahi bir anlam edineceğini tahmin bile etmemiştir.
   Müzikal yaşamını sürdürebilmek için daha fazla para kazanmalıydı. Ama yıllardan 1970'lerin sonuydu ve Heavy Metal revaçta değildi. Keza bizimkilerin uzun saçları ve giyim tarzlarıda öyle. Punk ve New Wave zamanıydı ve ne kulüp yöneticilerinin, ne bar yöneticilerinin, ne basının, ne de müzik şirketlerinin Iron Maiden gibi bir Heavy Metal grubuyla harcayacak zamanlari yoktu. Iron Maiden her şeyi kendi kendine başarmalıydı, nitekim de öyle oldu. Müzthiş hayran kitlesiyle gerçekleşti bu başarı. İnsanlarin bir kere dinlemeleri yetiyordu bizimkileri.
  Artik bir kayıt yanı demo yapma zamanı gelmişti. 1978'in Noel arifesinde Spacevard Studio'sundaydılar. Cambridge'in sesiz sakin yeşilliklerinde 4 tane Steve Harris bestesi kaydettiler. Bunlar, "Iron Maiden", "Prowler", "Strange World" ve "Invasıon" idiler. Bu kayır onlara 2 tam gün ve 200 sterline mal olmustu. Hemen bu kayıtı dönemin Heavy Metal djlerinden en önemlisi Neal Kay'e götürdüler. Neal Kayi müzik karşısında oldukça şaşırdı ve onları kendisinin işlettiği Bandwagon Soundhouse'da çalmak üzere işe aldi. Yaptıkları müik son derece kompleks ve yeniydi. Bu yenilik New Wave Of British Heavy Metal akımını doğuracaktı 1979'da. Bu sırada Iron Maiden için ikinci bir iyi olay gerçekleşti. Bu onlarin tarihinde adeta bir kırılma noktasıydı. Mr. Roderick Charles Smallwood ile tanışacaklardı. Rod Smallwood, Maiden tarihinde büyük başarılar kazanmış önemli bir menajerdir. Grup daha sonra The Soundhouse Tapes adında bir demo daha hazırlandı ve bundan 6.000 tane bastı. İlk hafta sonunda 5000 tane satmıştı bile. Kelimenin tam anlamıyla çılgın bir sounda sahipti.Çok yetenekli ve çatal sesli Paul Di'Anno'nun vokali coşturucu, iki çılgın gitarist Dave Murray ve Denis Strattion'ın attıkları müthis sololar ile de kendinden gecirtici bir özelliğe sahipti bu albüm. Son derece uzun ve sık enstrümantal bölümler ve cömertçe harcanan melodiler insanı farklı boyutlara götürüyordu adeta. 7.20 dakikalık Phantom of The Opera'da
kullanılan farklı melodilerin, riflerin sayısı gerçekten korkunç boyutlardadır. Ayrıca bu albümde grubun maskotu olan EDDIE'ye son hali verildi.

  Iron Maiden albümünün tanıtımı için Kiss ile bir turne ayarlandı ve son derece başarılı bir konserler serisi ardından hemen ikinci albümün çalışmalarına geçildi.
Yıllardan 1981 geldiğinde ise ikinci bomba düşecekti İngiltere merkezli olarak tüm dünyaya. Killers! Denis Stratton gruptan ayrılmıştı ve yerine yakışıklı gitarist Adrian Smith girmişti Iron Maiden'a. İron Maiden'ın KILLERS ile listeler arasında ilk albüm olan Iron Maiden kadar başarılı olmasa da hayranlarının gözünde yine muhteşem bir çalışmaydı. Bu sefer 10 parça vardı albümde ve hepsi birbirinden başarılıydı. Melodi, hız ve ritm sentezi devam editordu. Bu sefer prodökterleri daha önce Black Sabbath, Deep Purple, Rainbow ve birçok ünlü grup ile ismini
duyduğumuz Marin Birch idi.
  Albümün hemen ardından tipik bir İngiltere turnesi düzenlendi. İngiltere turnesini büyük bir Avrupa turnesi takip etti. Son derece başarılı geçen bu turnelerden sonra Japaonya 'da ziyaret edildi ve konser bombardımanına tutuldu. Japonya'dan ilk altın plaklarını aldılar.
  1981 yılı Iron Maiden için bir ilkler yılıydı. Daha sonra ilk kez Almaynya'ya gidildi.
Judas Priest'in konuğu olarak 6 hafta boyunca sayısız konser verdiler. Ardından Doğu Kanada ziyaret edildi. Hazırlamış oldukları Iron Maiden ve Killers, Capitol Records etiketiyle A.B.D 'de piyasaya sürüldü.
  1982 yılında The Number Of The Best şimşek gibi indi tepemize. Vokalde farklı ama çok tanıdık bir adam vardı bu sefer. Samson grubundan gelen ve Samson ile 2 albüm hazırlamış olan BRUCU DICKINSON'du bu adam. Gruba sonradan girmesine rağmen Samson dinyecilerinin gözdesi olan grubun Bruce-Samson olarak anılmasını sağlayan bir herifti bu. Iron Maiden dinleyicilerine de kendini sevdirmesi uzun sürmedi.
  8 parça vardı The Number Of the Beast'te. Son derece başarılı bu albümde çok sayıda şarkı adeta Iron Maiden tarihine altın harflerle kazınmıştır. Zaten Iron Maiden parçalarında bir takım net sınıflandırmalarda bulunmak yanlış olur diye düşünüyorum. 100 üzerinden minumum 95 verebileceğim parçaları iyilik derecesine göre sınıflandırmak gereksiz.
  İlk 45'lik Run To The Hills ile listeler hemen alt üst oldu. Bu önemli başarının ardından Beast On The Road turnesi düzenlendi. İngiltere'den Japonya'ya birçok ülkede sayısız konser verildi. Gün geçtikçe daha büyük kitleler önünde çalıyorlardı. Ağustos 1982'de A.B.D'deki Reading Festivali'nde 30.000 kişiye konser verdiler.
Bu sıralarda Rod Smallwood eski yakın arkadaşı Andy Taylor'a beraber çalışmak önerisini götürür ve Andy de Maiden ailesine katılır. Turne dönüşünde hemen yeni albüm çalışmalarına girilir ve 1983 yılında 4. albüm Piece of Mind konuk olur teybimize.

  Grup her geçen albümde prodüksiyon kalitesini ve
müzikalitesini artırmaktadır ve bizlere verdipi müzik ziyafetine tam gaz devam etmektedir. Piece Of Mind'da 9 parça vardı ve Iron Maiden her albümünde tarihine altın harflerle yazılacak ve her daim kendisiyle anılacak, dillerden düşmeyecek şarkılara yenilerini ekliyordu. Günüzde hala herkesin kendisinden geçtiği, hemen hemen hala tüm bar gruplarının repertuvarında bulundurduğu The Trooper bu parçalara verilecek en iyi örnektir. Ayrıca Flight of Icarus, Where Eagles Dare, Die With Your Boots On, Quest of Fire ve To Tamea Land gerçekten son derece saygı duyulacak çalışmalardır.
  Iron Maiden, Place of Mind albümünden hemen sonra World Piece Tour turnesine çıktı. Dünya'nın dört bir tarafından inanılmaz derecede olumlu bir reaksiyon alan grup gittiği birçok ülkeden topladığı ödüllerle altın ve playın plak koleksiyonunu zenginleştirir. Artık turneler daha uzun sürmekteydi ve verdikleri konserler daha renkli gerçekleşiyordu. Konserlerde değişik sovlar yapılıyordu, sahne düzenleri için onlarca tır dolusu yük taşınıyordu ve albümün imajını
yansıtan dekorda sahneler kuruluyordu.
  Piece Of Mind'in söz konusu mzikal niteliklerinin yanı sıra diper bir önemli özelliği
ise gruptaki yeni bir eleman değişikliğiydi. 3 albümdür kayıtlarda ve konserlerde yer alan Cliv Burr'un yerine grubum em yaşlı elemanı olan Mıchael Nicko Mcbrain geçmişti davulun başına 1983 yılının ocak ayında gerçekleşen bu değişiklikten sonra grubun en başarılı ve en önemli kadrosu bir araya gelmiş olur; Vokalde Brucu Dickinson, bas gitarda Steve Harris, gitarda Dave Murray, diğer gitarda Adrian Smith ve davulda Nicko Mcbrain.
  1984 yılında Powerslave piyasaya çıktığında henuz Piece of Mind'in etkisi kimsenin üzerinden geçmemişti. Heavy Metal dünyası tekrar allak bullak olmaya hazır değildi ama Iron Maiden daha fazla beklemek istememişti.
Powerslave albümü de patlamaya hazır birçok bomba çalışma iceriyordu. Bir destan niteliğinde ve içinde adeta birkaç parçayı barındıran Rime of The Ancient Mariner, muhteşem bir açılış parçası olan Aces High ardından gelen A Minitues To Midnight, Powerslave, Flash of A Blade albümde yer alan önemli parçalardandı.
  İron Maiden, Poweerslave albümünün hemen ardından tam 11 ay sürecek ve 26 ülkede 200'den fazla konseri kapsayan bir turneye çıktı. Turnenin ismi World Slavery Tour idi. Bu başarılı konserler Martin Birch'ün prodüktörlüğünde kaydedildi ve ortaya Iron Maiden'in ilk yasal konser albümü olan Live After Death ve 85 dakikalık konser videosu çıktı. Bu kayıtlar sırasıyla
EMI, Capitol ve PMI'da yayınlandı.
  1986 sonbaharında grup 6. stüdyo albümleri olan Somewhere in Time'i piyasaya sürdüler. Albüm yne her haliyle Iron Maiden olmakla beraber, Iron Maiden tarihinde yeni bir müzikal dönem başlatan bir özelliğe sahipti. İlk kez arka planda synthesizerlar kullanılmıştı. Fakat Iron Maiden yine muhteşem bir albüm hazırlamıştı bizlere. Nelermi vardu bu albümde?
Caught Somewhere In Time gibi enfes bir açılış parçası, ardından Wasted Years isimli farklı tatta ama doyumsuz kısa bir parça, bunlara ek olarak Heaven Can Wait klasiği, The Loneliness of The Long Distanca Runner, Alexander The Great, Deja-vu ve Stranger In A Strange Land demem yeterli olur herhalde.
  Doğal olarak albümün ardından kapsamlı bir turne başladı. Turnenin adı Somewhere on Tour idi. Bu turne 8 ay boyunca sürdü, Ekim 86'da başlayıp, Mayıs87'ye kadar sürdü. Bir seneyi aşan hazırlıklar sonrasında 1986 Nisan'ında Seventh Son Of A Seventh Son piyasaya sürüldü. Müzikal gelişim bazında değişim devam ediyordu. Birçok Maiden dinleyicisi Iron Maiden'in çok değiştiğini iddia etti. Ama Seventh Son of A Seventh Son da büyük bir başarı elde etti. Albümde yine çok önemli çalışmalar vardı. Moonchild açılış parçasının ardından gelen Infinite
Dreams, Can I Play With Madness, The Evil That Men Do ve Only The God Die Young bunlardan sadece bazıları.
  1990'in başlarında Adrian Smith, solo çalışmalar yapmaya karar verdi ve Iron Maiden ile arasındaki çalışmalar incelmeye başladı. Yeni albünün şarkılarının üretimi aşaması bitmişti ama Adrian, solo çalışmalarda ıssar edince gruptan ayrılmak zorunda kaldı. No Plauer For The Dying 'deki Hooks In You, Smith'in son bestesi olmuştu. Ardından Janic Gers ile bağlantıya geçildi ve kayıtlarda Janick yer aldı.
  Tüm bu aksiliklere rağmen aynı yılın 1 Ekim'inde No Player For Dying çıktı piyasaya. Albüm, Iron Maiden'ın tipik son bahar albümü karamsarlığını taşımaktaydı. Ama bütün bunlar Iron Maiden 'ın kötü bir albüm yapacağı anlamına gelmiyordu. 1990 senesinin farklı bir anlami daha vardı Iron Maiden için. 1980'deki ilk yasal albümleriyle attıkları Heavy Metal cephesinde 10. yıl geride kalmıştı. Acısıyla tatlısıyla tam 10 yil. Kimler gelmiş, kimler geçmişti Iron Maiden'dan. Geride 8 stüdyo, 1 de konser albümü bırakmışlardı Heavy Metal dinleyicilerinin huzuruna. Ayrıca sayısız konser ve onları canlı izleme zevkini yaşayan milyonlarca Heavy Metal dinleyicisi. Böylesine bir başarının özetlenmesi gerekiyordu. Bunun üzerine 24 Lubat - 28 Nisan 1990 tarihleri arasında The First Ten Years serisi yayınlandı. Cd'lerde 4 veya 5 şarkı, özellikle bu şarkıarın Iron Maiden'in ilk yıllarında verdiği konser versiyonları ve grup elemanlarının ağzından 15-20 dakikalik konuşmalar, anlatılar yer aliyordu.
  Ten First Ten Years serisi ayni zamanda grupta yaşanan problemler yüzünden bozulan moralleri düzeltmek için bir zaman kazanma nitelipindeydi. Adrian Smith ile yaşananlar ve onun gruptan ayrılması Iron Maiden'a kan kaybettiriyordu. O Artık kendi yolunda, kendi müziğiyle yürüyecekti. Grubua dahil edilen Janick Gers, Ian Gillan'in grubu olan Gillam White Spirit, Marillion, Fish ve birçok projede çalışmış deneyimli bir muzisyendi. Aslında Janick ile grup daha önceden de tanışıyordu. Hatta bu gelişmeler olduğu sırada Brucu Dickinson'un ilk solo çalışması olan Tattooed Millionaire'in çalışmalarında bulunuyordu. Hemen ardından ise Tattooed Millionaire'in tanıtım turnesine çıktılar Brucu ve Janic.
  11 Mayıs 1992'de Iron Maiden, ticarı açıdan en önemli albümünü yayınladı. Fear of The Dark, Fear Of The Dark! Bu albümle beraber herşey adeta alt ist oldu. Grupi Fear of the Dark albümünde yeni ve daha çekici bir sound yakalamıştı. Şarkı sözleri eskiye göre daha çeşitliydi. Epik konulardan, kitap ve filmlerden etkilenilmişti. Ayrıca eskiye nazaran nakaratlar daha çok tekrarlanıyordu. Akılda kolay kalan sözlere, müthis melodilere sahip enfes 12 parça vardı. Grup Fear of The Dark i yeni gitaristleri Janick Gers ile hazirlamıştı. Bu albüm, Janick Gers'in ilk
Maiden albümüydü.
  Fear of The Dark ayni zamanda Iron Maiden'in gireceği uzun bir sessizlik döneminden önce yaptığı son stüdyo albümüydü. Brucu Dickinson ile grup arasındaki sorunlar büyüyordu Steve Haris bakın nasil açıklıyordu problemi, "Eğer Maiden'a kendini yüzde yüz vermiyorsa onu zaten grupta
istemiyoruz. Sanırım Brucu bir sürü şey yapmak istiyor ama Iron Maiden çok emek gerektiren bir grup."Grup üretim yapmakta zorlanıyordu ve çareyi kapsamlı bir Avrupa turnesi yapmakta buldu. A Real Live Tour ismindeki turnede ispanya, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya, çekoslavakya, Hollanda, İsviçre ve İrlanda adım adım dolaşıldı. A Real Live Tour kaydedildi ve A Real Tour ve A Real Dead
Tour olarak piyasaya sürüldü.

  Mart ayındaki bir konserde Brucu Dickinson, 46.000 Iron Maiden fanın
önünde grubu bırakma kararı verdiğini açıkladı. ardından 26 Ağustos'ta çok özel bir şov ile Iron Maiden'a veda etti Brucu Dickinson. Herşey alt üst olmultu. Dünyadaki en önemli ve en yetenekli vokalistlerden biri olan Bruce Dickinson artik Maiden'da değildi. Elbetteki Brucu, Iron Maiden'in her şeyi değildi ama grubun
duvarını oluşturan tuğlalardan vokalislik için en uygun olanıydı.
  Daha sonra bir bekleme süreci başladı. Iron Maiden'in kendine uygun vokalisti arama süreci, bizim için ise yeni Maiden şarkıları dinlemek için bekleme süreci.
Wolfsbane grubundan, sıkı bir Iron Maiden fanı olan Blaze Bayley geldi gündeme ve gruba dahil oldu. Elbette büyük zorluk çekti Blaze ama 1996 yılının Ekim ayında çıkan The X Factor'da oldukça başarılıydı. Sesinin renginden, karizmasına kadar Bruce ile hiç benzeşmiyorlardı ama şimdi mikrofon Blaze'de idi.

  lineup6.jpg (24841 bytes)The X Factor, 3.5 senelik bekleyişe değmişti doğrusu. Sonbahar albümü karakterini taşıyordu The X Factort ama yine bomba gibi gibi parçalar ardı ardına geliyordu. 12 dakikalik Sign of The Cross açılış parçasının ardından Lord of the Fliss, Man on the Edge, Fortunes of War, The Aftermath, Blood on the World's Hands gerçekten son derece başarılı çalışmalardı. Prodüksüyonda bazı problemler yaşanmış diye düşünürken kadroda prodüktor Martin Birch'ün eksikliği gözüme çarpıyordu. Steve Harris kendisi üstlenmişti prodüksiyonu. Bu seferlik çok başarılı olmasa da Virtual XI'da prodüksiyon işindeki becerisini kanıtlayacaktı Steve.
  The X Factor'ın soundu diğerlerinden farklılık gösteriyordu aslında. Birçok tanıdığım heavy  metal dinleyicisi beğenmiyordu The X Factor'i. Ama aslinda süreç içinde yanlış bir gelişme yoktu. Müzikteki farklılık, değişim değil gelişimdi. Hem de uygun dozajda bir gelişim. Steve Harris, tüm röportajlarında her zaman istedikleri müziği yaptıklarını ve sonsuza kadar öyle olacağını bildiriyordu. Diğer bir unutulmaması gereken nokta ise Steve Harris'in; "Müziğimizi hep solistimizin
sesinin rengine göre ayarlamışızdır" sözüdür. Blaze'in daha kalın ve tok ses tonu ile yapılabilecekler bunlardan ibaretti doğrusu.
  The X Factor'dan bir yıl sonra yine bir Iron Maiden tarihinin özeti niteliğinde ve double Cd'den oluşan Best Of The Best çıktı piyasaya. 1996'nin sonlarıydı. Albümde grubun çeşitli zamanlarındaki değişik kadrolarına örnekler niteliğinde parçalar yer alıyordu. Ayrıca albümün açılış parçası Virus adında yeni bir çalışmaydı. Virus 'de The X Factor soundundaydi ve grubun geleceği hakkında
bize ip uçları veriyordu.Bir an önce yeni albümün çalışmalarına başladı Maiden, kaptan Steve Harris önderliğinde.

  Çeşitli ertelemelerden sonra 1998 Mart ayında piyasaya sürüldü yeni albüm.
Albümün adı bize grubun 11. stüdyo albümü olduğunu hatırlatan bir özelliğe sahipti, Vırtual XI. Yeni albüm, bir önceki stüdyo çalışması olan The X Factor'in soundundaydi ama onun kadar karamsar ve melankolik bir havaya sahip değildi. Bir ilkbahar albümü Virtual Xı'da daha neşeli melodiler hakimdi
parçalara. 8 şarkıdan oluşuyordu Virtual XI hızlı ve karakteristlik bir Iron Maiden parçası olan Futureal'den sonra farklı bir tatta olan ve bu farklı tadın Steve Harrris tarafından da itiraf edildiği ancak yine istedikleri için yaptıklarının da ifade edildiği The Angle And The Gambler geliyordu. Oldukça uzun ve tekrarların çok sayıda olduğu bir çalışmaydı. Vasat denilebilecek 2. parçadan sonra albümün sonuna kadar neredeyse yerinize çivileniyorsunuz Virtual XI'da. Lighting Strikes Twice, The Classman, When Two Worlds Collide, The Educated Fool ve Don't Look To The Eyes Of The Stranger'dan sonra güzel bir kapanış parçası olan Como Estais Amigos ile kapanıyordu perde. Doğrusu kimse onlardan bu denli başarılı bir albüm beklemiyordu. Neredeyse boş yok denilecek Virtual XI ile Iron Maiden fanlari oh çekmişlerdi.
  Ama tüm bu olumlu yönlerin yanında Blaze Bayley hic hoş durmuyordu. Son derece basit ve özgün olmayan bir stil ile şarkılara pek katkıda bulunamamıştı..

 

Mp3ler - Videolar - Röportaj - Tarihçe - Tablar - Albümler - Resimler
Linkler - Webmaster - Anasayfa

Heavy As Hell Banner Exchange