Burak Ata
/kimdir
“Dünyasını kaybedenler
yeni bir dünya kurmak zorundadır.”
Cimmura I. Bölüm
Yağmur, taş yola düştükçe o bildik sesini
çıkarıyordu. Bu sesi evinizde şöminenin önünde yada bir handa pencere
kenarında duysanız oldukça rahatlatıcı olarak düşünebilirdiniz.
Ama Cimmura’da bir arka sokaktaysanız -özellikle şu dar olanlardan
birinde- ses rahatlatıcı olmaktan çok tehditkardır. Ne de olsa soyulan,
yada ölen bir insanın sesi gökgürültüsünde daha zor duyulur.
Bunun
bilincinde olan Commar eli hançerinde hızlı hızlı yürümekteydi ara
sokaklarda. Normalde bu saatlerde, hele böyle havalarda dışarıda
olmazdı. Korkak biri sayılmasa da böyle dengesiz günlerde tedbirli
davranmanın zararı olmazdı. Gerçekten de tehlikeli zamanlardı bunlar.
Ortalık Kral Aldreas ve kızkardeşi ile ilgili dedikodularla çalkalanıyordu.
Soylular genelde garip insanlar olurlardı zaten. Ama bu son durum
otoritenin kral ile piskopos Annias arasında gidip gelmesine sebep
oluyordu. Bu karmaşa da beraberinde suç oranının artmasını getirmişti
kaçınılmaz olarak.
Onu bu saate dışarı çıkaran sebep aklına
geldiğinde yüzü buruştu. Pek de isteyerek yaptığı bir iş değildi
bu. Ama son zamanlarda haber taşımak oldukça karlıydı. Önerilen
ücret piyasa değerinin nerdeyse üç katı olunca isteksizce de olsa
kabul etmişti ulaklık görevini. Elindeki mühürlü zarfta ne olduğunu
bilmiyordu. Açıkçası merak da etmiyordu. “Benim işim değil, zaten
ne kadar çok bilirsem o kadar çok derde girmiş olur başım” diye
düşündü kendi kendine.
Mesajı ona teslim edeni sanki tanıyordu
ama bir türlü kim olduğunu çıkaramamıştı. Adamın şu her yerde görülen
yüzlerden birine sahip olduğuna karar verdi. Pelerininin altında
duran zarfı buluşma yerinde iki kişiye vermesini istemişti adam.
Onları nasıl tanıyacağını sorduğunda ise “Merak etme onlar seni
tanır!” cevabını almıştı.
Bu tip alışverişler neden böyle kuytu yerlerde
yapılır diye düşünmekten kendini alamadı. Oysa pazar yerinde, herkesin
gözü önünde el değiştiren bir zarf kimsenin dikkatini çekmezdi.
“Böyle davranarak gizli kapaklı iş çevirenler kendilerini daha önemli
zannediyorlar galiba!” diye yakındı içinden.
Buluşma yerine gelmişti. Bir hanın arka
kapısıydı burası, atılan çöplerin kokusu genzini yakıyordu. Etrafına
bakındığında çöplerden başka hiçbir şey göremedi yolun sonunda.
Geç kalan alıcılara içinden sağlam bir küfür sallayıp, han binasının
saçağına doğru ilerledi. Tam o sırada ensesinde bir karıncalanma
hisseti. Bir anda karnı kasıldı ve kendisini iki büklüm yerde buldu.
Tam bu esnada, ayakta duruyor olsa başının bulunacağı hizadan bir
ok vınlayarak geçip, hanın kapısına saplandı. Bu kasılma hayatını
kurtarmıştı ama hala kendisini pek şanslı görmüyordu.
“İki kişiler” diye bağırdığını duydu iri
yarı bir adamın, biraz evvel boş sandığı sokağın sonundan. Yine
nerden çıktığını anlayamadığı başka bir adam da okun geldiği yöne
doğru koşmaya başlamıştı. O yöne doğru baktığında
merdivenin üstünde iki kişinin durduğunu gördü. Birinin elinde kısa
bir yay, diğerinin elinde ise oldukça büyük bir kılıç vardı.
Biraz evvel arkadaşına seslenen adamın da
koşarak merdivenlere doğru ilerlediğini gördü. Adam tam yanından
geçerken Commar’a bakarak “Burda bekle!” dedi sert bir sesle. Biraz
önce bu sokaktan hemen kaçmayı düşünüyor olsa da, beyaz saçlı genç
adamın emrine uymamayı göze alamadı. Yerden doğrulmadan kapının
yanında duran bir varilin arkasına doğru süründü. Bir yandan da
merdivendeki mücadeleyi izliyordu. Elinde yay olan adam sadağından
bir ok daha almış, bir atış daha yapabilmek için hazırlanıyordu.
Önündeki kılıçlı olan ise ona bu zamanı kazandırabilmek için, kendilerine
doğru koşan adamların önüne atladı. Zaten yaptığı son hata da bu
olmuştu.Elindeki kılıcı kendisine doğru koşan iri adama fütursuzca
savurmuştu. Koşmakta olan adam çalışılmış bir refleksle kendisini
yana çevirmiş ve kılıcını rakibinin kaburgalarının arasına yan taraftan
saplamıştı. Bu manzara karşısında bir an duraksadıysa da, okunun
yerleştirmeye zaman bulan diğer adam kabaca nişan alıp, kendisinin
üç dört metre önünde duran adama okunu fırlatmıştı. O anda boynunda
yeni bir karıncalanma hissetti Commar. Gözleriyle görmese asla inanmayacağı
bir durumla karşı karşıyaydı. Üç-dört metreden, biraz evvel öldürdüğü
rakibinden kılıcını çıkartmaya çalışan adama doğru gelen ok, bir
anda yönü değiştirip duvara çarpmış ve parçalanarak yere düşmüştü.
Oku atan da en az Commar kadar şaşkındı. Çaresiz gözlerle arkadan
gelen beyaz şaçlı adamın kılıcını kendisine doğru fırlatışını izliyordu.
Kılıç, ok gibi yönünü şaşırmamıştı.
Elindeki kılıcını kınına sokan adam arkasından
gelene dönerek “ Onu öldürmen gerekmezdi, Martel!” diye çıkıştı.
“Belki bir şeyler öğrenebilirdik!”
“Ama sen, seninkini öldürdün? Neden hep
sen eğlenesin ki?” diye kendini savundu diğeri. İkisi de dönerek
varilin arkasına sinmiş Commar’ın yanına geldiler.
“Artık saklanmanı gerektirecek bir şey yok
komşu, çık o varilin arkasından istersen” dedi biraz evvel ikinci
okun hedeflendiği adam. Commar şöyle bir doğrularak yerinden kalktı.
İki adamı da korkuyla süzdü. İkisi de genç sayılabilirdi. Yirmili
yaşlarının ortalarındaydılar herhalde. İkisi de yapılıydılar ama
biraz evvelki dövüşte oldukça çevik de olduklarını ispatlamışlardı.
Varilin arkasından çıkmasını söyleyen adam direk gözlerinin içine
bakıyordu. Adamın yüzünde bir gariplik vardı. Normalde oldukça yakışıklı
sayılabilecek yüz, belli ki daha evvelden kırılmış bir burun sayesinde
biraz ürkütücü gözüküyordu. Ama adamın Commar’a dikilmiş bakışları
güven vericiydi.
“Haydi ama komşu topla kendini, sabaha kadar
şoktan çıkmanı bekleyemeyiz, bizim için bir şey getirmiş olman lazım!”
dedi şekilsiz burunlu adam. Commar kendisini toparlayarak pelerinin
içinde duran zarfı çıkarıp adama uzattı sessizce.
“Sağol komşu, bu da bu kötü havada dışarı
çıkıp bunca zahmete katlandığın için!” deyip cebinden çıkardığı
parayı Commar’a doğru fırlattı. Gözleri parlayan Commar havada dönen
parayı yere düşmeden kaptı.
“Dostumuz oldukça çabuk kendisine geldi
anlaşılan!” dedi gülerek beyaz şaçlı adam Commar’dan uzaklaşırlarken
Burak Ata
|