Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Susurluk nasıl bu hale geldi ?


[ Forum ]


Makale yazari: Doğan Arkadaş Tarih, gün ve saat : 12. Nisan 2001 15:55:07:

Su yaziya cevaben: Ce: Çarpıtıyorsun makale yazari: Baran VANLI Tarih, gün ve saat : 11. Nisan 2001 18:20:15:

Merhaba Baran,

Susurluk'la ilgili yazdığım yazıda ve sonra bu konuya ilişkin başka bazı yazılarda, "bir zamanlar açılan parka (İnsan hakları Parkı) adı veren bir kasaba, göçeden Kürtlere yemek giysi vb. götürüp yardım eden bir kasaba nasıl bu hale geldi" diye sormuştum.
Bu soru bence çok önemli.
.....
İsveç'te yabancı düşmanı/ırkçı bir parti kuruldu ve ilk seçimlerde %18 oy aldı. İsveç nasıl bu hale geldi ?
Avusturya'da nasıl ırkçı bir parti iktidar ortağı olabildi ?
Yaz tatillerini Türkiye'de geçiren Le Pen nasıl Fransa'da ortaya çıkabildi ?
Bunlar diyorlar ki, "herkes kendi ülkesinde otursun." "Neden bize ırkçı diyorsunuz" diyorlar. "Biz ırkçı değiliz ki, sadece herkes kendi evinde otursun diyoruz"!
Bu konu yeni yüzyılın sorunlarından biri olacak. Susurluk'taki olay da buna benzer bir olay.
Tartışılan konuyu daha geniş çerçevede ele alırsak, "göç" olgusunu ve bunun sonuçlarını ele almak gerekir. Kuşkusuz göçün de nedenleri var. Böyle zincirleme gidiyor. Yani çerçeveyi daha da genişletmek mümkün.
Ancak ben bazı konuları veri kabul edip, tartışmayı Susurluk nasıl bu hale geldi ile sınırlayacağım. Bu veri olarak kabul ettiklerim, devletin yanlış politikaları, PKK'nın politik çizgisi, yaşanan savaş ortamı, bunun yarattığı göç olgusu, Kürt illerindeki yoksulluk, ekonominin gelişmemişliği, Kürtçenin yasaklanmış olması, eğitimsizlik, dinsel tutuculuk vb. Bunlar veri. Aynı zamanda "nedenler".

Susurluk yakın zamana kadar sakin bir kasaba idi. Elde suç istatistikleri falan yok ama herhalde bakılsa orada da bu görülebilir.

Derken göçlerle Kürtler geldi.

Bunu söylemekten memnun değilim ama bundan sonra sorunlar başladı. Şimdi sana bir iki sorun söyleyeyim. Ne gibi sorunlar başladı anlarsın.

Balkonda kadınlar sohbet ediyorlar. Bir çoğu askılı, şortlu oturuyor.
Bu evin arkadasındaki eve bir Kürt ailesi taşınıyor. Evin erkeğinin gözü sürekli kadınların toplandığı balkonda. Perde aralığından gözetliyor. Şimdi senin eşine bu şekilde bakılsa ne düşünürsün ?

Bir başka mahalleye bir Kürt ailesi taşınıyor. Adamın 2 tane karısı var. Çocuk sayısı bilinmiyor. Ama çok sayıda olduğu belli. Mahallenin çocukları da sokakta oynuyor. Kürt çocukları sayıca fazla olduklarından, çocuklar arasında zaman zaman meydana gelen kavgada mahalle çocuklarını dövüyorlar. ( "Onlar mahalle çocukları değil mi" diye lütfen Demir gibi demogoji yapma. Tabii ki onlar da mahalle çocukları. )

Başka bir örnek...
Susurluk'ta yakın zamana kadar örneğin bisikletler sokağa bırakılırdı.
Bisikletler çalınıyor. Bakıyorlar ki çalanlar Kürt.

Bir başka örnek...
Lisede uyuşturucu görülmeye başlanıyor. Yakalananlara bakıyorlar, Kim dersin ?

Bir başka örnek...
Sıradan bir kavga çıkıyor. Yani bildiğimiz, "sen şunu yaptın bana yamuk haa" kavgası. Bir arkadaşımız, "biz aşiretiz, hepinizi .ikeriz."

başka bir örnek...
Kadınlar "okumak yerine" gidiyorlar. ( kadınların toplanıp, Kuran okudukları yer, genelde bir evdir.) Okuma sırasında başlar kapanır, okuma bitince herkes başını açar. Sohbet olur. Bir kadın da var içlerinde. Tarikatten, şeyhden, muridden söz ediyor. Aklınca oradaki kadınları tarikatçi yapacak. Kim bu dersin ?
Bunlar insanlar arasında konuşuluyor tabii. Ve bu konuşmalardan bazı sonuçlara da varılıyor.

Bu bir olgu.
Eminim bizim Avrupa'daki Türkiyeliler de orada benzer durumdalar.

Yani ortada sorun var.
Şimdi ben bu olguyu saptadığım zaman, bazı arkadaşlar, "satır aralarında ırkçılık" diye yargıladı beni. Haksız bir yargılamaydı bu.
Durum bu. Bu durumun nedenleri var kuşkusuz. Ama durum bu. Durumun bu olması, benim görüşlerimi değiştirmiyor. Durumun bu olduğunu ifade etmek ırkçı yapmaz bir kişiyi.
Irkçılık da, sosyalistlik de, başka şey de bu durum karşısında takınılacak tavırla ortaya çıkar. Oraya geliyorum.

Bu durum nedeniyle halk Kürtlere ve hatta aslında bütün Doğululara tepki duyuyor. Bu nedenle "etnik nefret" yerine "bölgesel nefret" dense belki daha doğru olur demiştim. ( Bazı arkadaşların gözlerinden kaçmış. )
Ve bu durum karşısında varılan değerlendirme şu : "PKK da, DHKP-C de, TİKKO da, Hizbullah da, tarikat de, şeyh de, aşirette de, mafya da, uyuşturucu da, kan davası da, şeriatçılık da hep oradan (Doğu'dan) çıkıyor." Şeriatle TİKKO'nun ne ilgisi var ? Ama var ! Hepsi "Doğu'dan" çıkıyor !
Böylece "günah keçisi" de yaratılmış oluyor. Bir sorunu çözmede toplumların en fazla yararlandıkları yöntem, "günah keçisi yöntemi"dir. Günah keçisi bulup, onunla mücadele ettin mi, sorun çözülür !
( Oysa ben günah keçisine en son bakarım.)

Bu değerlendirmeye varmak için de elde çok veri var. Bunlar da öyle sayısal, bilimsel veriler falan değil. Vatandaşın bizzat yaşadığı, gördüğü tanık olduğu veriler.

Bu konularda ben, orada konuştuğum arkadaşlara her zaman, bu "sonucun" "nedenlerini" söyledim. "Tamam, bu sonuçlarla mücadele edelim ama nedenlerle de mücadele edelim" dedim.
"İyi de" deniyor, "ortada bir sonuç var. O nedenler ortadan kalkıncaya kadar, biz bu "sonuçla" yaşamak zorunda mıyız ? Yani o nedenler ortadan kalkıncaya kadar, bizim kadınlarımıza bakılmasına göz mü yumalım, çocuklarımız uyuşturucu mu içsinler, çocuklarımız sokakta oynamasınmı ? vb. Ama o nedenlerin ortadan kalkması onyıllar alır."

Şimdi bu ortamda birileri ortaya çıkıyor ve diyor ki, "en iyisi bunları kovalım. Böylece "sonuç" ortadan kalkmış olur !" Bunları kim diyor tahmin edersin. Tartışmaya bile gerek yok.

Peki biz ne diyeceğiz ? Soru net. O nedenler ortadan kalkıncaya kadar biz ne yapacağız ? Nedenlerle mücadele ediyoruz. Buna tamam. Peki sonuçları ile mücadele ediyor muyuz ? Yoksa sonucun da sonucu olanla mücadele etmekle mi yetiniyoruz ?

Sevgili Baran, faşizmin ürediği batak, bu bataktır.
Ben Susurluk yazısını yazarken, şimdi de sana bu yazıyı yazarken, sorunun aslında ne kadar büyük ve çözümünün kolay olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bu konuda tavır geliştirilmemiş olunmasını eleştiriyorum. Ne yapacağız şimdi ? "Kahrolsun faşizm" demekle yetinecek miyiz ?
Yoksa faşizmi sadece döktüğü kanda değil, kültürel alanda da boğacak mıyız ?

Balkonda şortu ile, askılı bluzu ile oturan senin eşin olsaydı, bir erkek de balkondan onlara dikiz atıyor olsaydı ne yapardın ?

Susurluk'ta ortaya çıkan şey budur. Bunu anlarsak, kitlelerin faşizmin
hegemonyasından ( deyim yerinde ise ) "kurtarılması" için, ne yapacağımızı anlamak daha kolaylaşır.
Adam faşistliğini yapıyor ve kovalım "gitsin" diyor. Biz ne diyeceğiz peki ?
Bu sadece Susurluk'un sorunu olsaydı, aslında pek de sorun olmazdı. Yöresel bir tepki der geçerdik. Ama öyle değil. İsveç'te bunun muhatabı Türkiyeliler, Afrikalılar, burada da Kürtler yada Doğulular.
Ve bu öyle uzak bir konu da değil. Giderek gelişen bir şey.
Bu tip sorunlara ilişkin Avrupa'da bir yığın çalışma var. Orada önemli deneyimler de var.
Bu forumlara yazan arkadaşlar, ben bu olgu karşısında ne yapmak konusunu tartışmaya açmak istediğimde, beni "satır aralarında ırkçılık" yapmakla suçladılar. Bu kadar emek sarfedeceklerine, bulundukları ülkelerdeki Türklerin, Kürtlerin ve Afrika'dan, Asya'dan gelenlerin yaşadıklarına ve gördükleri tepkilere baksalardı ve bu konuda orada ne gibi demokratik tavırlar geliştirildiğini bize aktarabilselerdi, inan daha yararlı olurdu.
Bu konuda Türkiye Solu çok hazırlıksız. Bence öyle. Benim gördüğüm bu.
Bu hazırlıksızlık da beni rahatsız ediyor.
Bu konuda "politikacı" arkadaşlardan bir şey beklememem gerekiyor galiba. Onlar politik kaygılarla, ezilen ulusu korumak, faşizme karşı çıkmak vb adına olayları bir iki "değerlendirme" ile geçiştirebilirler.
"Kovalım gitsin" anlayışına karşı, bizler "kaynaşalım gitsin" demeliyiz. Uyuşturucu ile uğraşmanın yolu "Kürtlere ölüm" demek değildir demeliyiz. Balkondan bakan adamı şiddete başvurmadan nazikçe uyarmalıyız. ( Bu söze "ne nezaketi be, anlar mı, adam kaç yaşında ?" diye yanıt almıştım. ) "Kız pazarından" kuma beğenen adamı, kadınlar, evlik, eş vb. konularında "aydınlatmalıyız." ( Kız pazarı= bayramlarda kızlı erkekli gruplar, tanışmak için parkta, yada belirli bir yolda volta atarlar. Orada tanışırlar ve sevgili arkadaş vb olurlar. Bir "Doğulu" bu volta işine "kız pazarı" demişti. Yani bunu argo anlamda yada nazire olsun diye değil. Ciddi ciddi söylemişti. Bunu söyleyen ve kız bakan kişi 50 yaşlarında bir köylü idi. )

Benzetmek ne derece doğru bilmem ama daha çok "Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği"'ne gereksinim var. Neden bunlardan bir de sosyalistler kurmasınlar ? Neden sosyalist kadınlar, bu konularda çalışma yapmasınlar ? Neden cinsel korunma, çocuk sayısı, tek eşlilik vb. konularında çalışan bir tane derneğimiz yok ? Yoksa bütün bu sorunlar, "silahlı mücadele" ile mi çözülecek ? Yada güzel salonlarda şık hanımlara verilen panellerle mi ? Yada yoksul bir Doğu kasabasına gidip, bir iki gün orada kalıp, hani Hindistan gezileri gibi, sonra gördüklerini anlatarak mı çözülecek ?

Buradaki derdimi anlatmaya çalıştım. Umarım yanlış anlamalara gelebilecek bir cümlem yoktur. Çünkü konu çok hassas ve kolaylıkla yanlış anlamalar çıkarılabilir.
Daha önce de söylediğim gibi, mutlaka politik bir laf etmek gerekiyorsa, şunu söylemeli :
Demokratik bir halk kültürünün geliştirilmesi, (hele ki 12 Eylül ve sonrası yaşanan savaş sürecinin geliştirdiği tüm yozlaştırıcı ve bozucu etkiler karşısında) devrimci bir hareketin olmazsa olmaz görevidir. Bu öyle entellektüel bir çaba, soyut bir aydınlanma çağrısı değildir. Susurluk örneğinden de görülebileceği gibi, bugünün güncel somut bir görevidir.
Şimdi bu görev çağrısı yankı bulacak mı, yoksa dönüp dönüp "faşizm yükseliyor, mücadeleye" gibi soyut çağırlarla mı yetinilecek ? Sorun benim açımdan budur.

Selamlar...





Cevaplar:


[ Forum ]