Kimin saldırganlığı ve tasfiyecilik
[ Forum ] Makale yazari: Doğan Arkadaş Tarih, gün ve saat : 09. Nisan 2001 15:39:49:
Su yaziya cevaben: ÖDP-DY Tasfiyeciliği ve Saldırganlığı makale yazari: Gokhan Simsek Tarih, gün ve saat : 07. Nisan 2001 18:35:50:
Merhaba,
1-) Kimin saldırganlığı ?
Gökhan arkadaşın ÖDP üzerine aktardığı yazılarına yeterli düzeyde yanıt verildi sanıyorum. Ama arkadaşımız, Devrimci Yol üzerine atıp tutmaya da devam ediyor. ( Daha doğrusu o atıp tutmuyor da, şeyhinin yazdıklarını aktararak "siyasal papağanlık" örnekleri veriyor. )
Bu papağanlık örneği, sadece papağanlık olarak kalsaydı sorun da olmazdı. ( Ve hatta güzel bir şey de olabilirdi. ) Ama arkadaşımız forumu gereğinden fazla Devrimci Yol'la işgal ederek, aslında foruma da haksızlık ediyor. Sosyal demokrasiye ettikleri bunca küfürlerden sonra, bir de burada "yazı yazmak" ( siz onu "papağanlığa devam" olarak okuyun ) nasıl bir "devrimci ahlak" anlayışının ifadesidir, onu da kendisi açıklayacaktır herhalde.
Bu arkadaşlar, kendi dışımızdaki Sol'a ve bu arada sosyal demokrasiye de kendileri gibi küfür etmediğimiz için, hakkımızda, çok kez reformist, Troçkist, tasfiyeci, sosyal demokrat, dönek, mücadele kaçkını gibi laflar etmişlerdir. Bunların dergi diye çıkardıkları, boşu boşuna mürekkep ve kağıt harcamaktan başka bir anlamı olmayan ve kendilerinden de başkasının okumadığı yayınlara bakarsanız, Devrimci Yol hakkında söylenmedik küfür kalmadığını görürsünüz.
Sanki ÖDP üzerine ( ve daha önce Devrimci Yol üzerine ) ettikleri bunca küfür yokmuş gibi, şimdi kendi haklarında "Biradım" dergisinde yer almış "tarikat" lafına bozuluyorlar ve "saldırganlıkla" suçluyorlar. Ve her zaman olduğu gibi, bu suçlama için de yine kağıt ve mürekkep tüketiyorlar !2-) Devrimci Sol, neden Devrimci Yol'a bu kadar küfür eder ?
THKP-C'nin örgütsel yenilgisinden ve dağılmasından sonra, ülkede kendi örgütlülüğünü yerel düzeyde ifade eden otonom yapılar ortaya çıkmıştı. Bu yapıların örgütsel-ideolojik ve politik birliğinin (yani partinin) yaratılması görevi temel görev olarak ortada duruyordu. Bu arkadaşlar da o zamanlar Devrimci Yol'un öncesi olan "Devrimci Gençlik dergisi okurları" arasındaydı.
Yaşanan tartışmalardan sonra hareketin partileşme süreci olarak sürdürülmesi için "Devrimci Yol bildirgesi" hazırlandı ve 1 Mayıs 1977'de derginin ilk sayısı yayınlandı.
Derginin ilk sayılarında ağırlıkla Sosyal Emperyalizm teorileri, Üç Dünya Teorisi, faşizm, mücadelenin güncel pratiği üzerine konular gibi dönemin ideolojik-politik mücadele konuları hakkında yazılar yayınlandı.
İdeolojik mücadele, sosyalizm üzerine gevezelik etmek değildir. İdeolojik mücadele, hareketin ilerleyebilmek için çözmek zorunda olduğu ideolojik ve politik sorunların açılması, aydınlatılması için gerekli bir mücadele alanıdır. ( Yani ideoloji, madencinin önünü görmek için baretine taktığı fener gibidir.) Kuşkusuz ideolojik mücadelenin konusunu, hareketin önündeki ve öngörülebilir gelecekteki sorunlar belirler. Bundan ötesi skolastik bir tartışmadan ibarettir.
Ancak bu arkadaşlara göre, bunları tartışmak yersizdir. Dönüp dönüp öncü savaşı, suni denge tartışılmalıdır. Satır aralarına bu kavramlar sokulmalıdır ki THKP-C'nin mirasçısı olduğumuz bilinsin. Yani bunları bıraksanız, dönüp dönüp Mahir'in bu kavramlarını tartışacaklar. Bir yandan hayat akıp gidiyor, Türkiye Solu'nda dünyanın durumu, Çin Sovyet kutuplaşması karşısında alınacak tutum, faşizm olgusu ve bunun Türkiye'deki biçimi vb tartışılıyor ve herkes kendi tespitleri doğrultusunda ülkedeki faşist saldırılar ve diğer sorunlar karşısında tavır alıyor, öte yanda bu arkadaşlar, "hayır, biz suni dengeyi tartışacağız, öncü savaşı tartışacağız" diyorlar. ( Bunlardan etkilenen Gökhan gibi bazı gençler de yıllar sonra, "akıllı solculuk" diye başlıklı yazılmış yazılardan etkilenerek, mesela bu foruma gelip, "siyasal papağanlık" yapıyorlar. Herhalde Gökhan, Sol'daki kimi "hatalı elitist eğilimleri" bahane ederek, "aydın düşmanlığı" yapan şeyhinin "ideolojik mücadele" verdiğini düşünüyordur. ! )Öncü savaşı, suni denge lafları etmeyip, ülkedeki somut sorunlar karşısında politika geliştirmeye çalışan arkadaşların bu tutum, bir grup arkadaşta ( o zamanki kendi ifadeleri ile) "kuşku" yaratıyor ve görevlerini "askıya" aldıklarını açıklıyorlar. Faşist saldırıların giderek arttığı bir dönemde, görevleri "askıda" olan arkadaşlar ! ( Gökhan arkadaşımız bu "askı" durumunu, "elbise askısı" ile karıştırmamalıdır. Eğer varsa, çevresinden "askıcı" olan ağabeylerine sormalıdır, nasıl olmuş da "askı" olmuş ? )
Türkiye Solu'nda hangi örgüt hangi örgütten ayrılmış, öğrenmek isterseniz, özel bir tarih okumaya yada masal dinlemeye gerek yok. Açın o örgütün dergisini, en çok hangi örgüt hakkında küfür varsa bilin ki oradan ayrılınmıştır.
Devrimci Sol'un Devrimci Yol'a bunca ettiği küfürün anlamı budur. Ergenlik dönemindeki bir gencin babası ile sürekli tartışması gibi bir şey. ( Herhalde psikolojide buna ilişkin bir görüş vardır. )Daha sonra (yanılmıyorsam, 1978 başlarında) Devrimci Yol tarafından "Direniş Komiteleri" önerisi gündeme getiriliyor. Burada uzun uzadıya Direniş Komiteleri'nden söz edecek değilim. Ancak şurası bilinen bir şey, Direniş Komiteleri halkın söz yetki karar hakkına sahip oldukları, bunun pratiğini yaşadıkları çok önemli bir deneyimdir. Bu, aynı zamanda kitlelerin karar süreçlerinden dışlandığı (depolitize edildiği), kitleler yerine onların partisinin, partinin yerine Merkez Komitesi'nin , MK yerine de parti genel Sekreteri'nin ve üstelik her an geri almak yerine ölünceye kadar geçirildiği ( bugünkü DHKP-C'ye bakınca aynen görülen ) "sosyalizm" deneyimlerinden de farklı bir uygulamadır. Zapatistalara bakınca Direniş Komiteleri anlayışının dünyada da benzer örneklerinin olduğunu görmek mümkün. Ne de olsa aklın yolu bir. Bunun için aşağıya ilgili bir söyleşiyi astım. İlgili arkadaşların okumasını dilerim.
Ama "kuşku içindeki askıcı" arkadaşlara göre Direniş Komiteleri öncü savaşının inkarıdır. Öncü savaşı dururken kitle mücadelesi vermek olur mu ? Kitleler faşist saldırılar karşısında kendi güvenlikleri için kendi yerelliklerinde zaten gerekli örgütlenmeleri yapıyorlar. Bunun merkezileştirilmesi ve sadece tepki düzeyinde kalmayıp, yeni bir yaşam ve "iktidar" yönünde geliştirilmesi gerekmez mi ? Ama hayır ! Arkadaşlara göre "öncü savaşı" vermek gerekir.
"Direniş Komiteleri" anlayışı halk nezdinde de kabul görmüştür. Fatsa, YeniÇeltek, Tariş, Aşkale vb. bunun birer örneğidirler.
Eh bu kadar da olmaz değil mi ? Bunun üzerine bu arkadaşlar, "Devrimci Sol" diye broşürler çıkarıyorlar ve o broşürlerde hala da "asıl Devrimci Yolcu biziz" diyorlar. ( Gökhan arkadaşımız şeyhlerinden bu yazıları istemelidir.)
Ayrılmak istediklerini söylüyorlar. Peki ayrılmak isteyene siz olsanız ne yaparsınız ? Kapıyı gösterirsiniz deği mi ? Tartışmalarda "kuşkuları" giderilmeyince ve dahi Direniş Komiteleri gibi "öncü savaşının reddi" yapılınca arkadaşlarımız kendi yollarına devam ediyorlar. ( Bu "kuşkucu" arkadaşlarımızın bazıları halen ÖDP üyesidir. Bazıları ise ileride kendi mücadele arkadaşları tarafından öldürülecektir. )
"Tasfiyecilik" yaygarasının altında yatan neden budur. Bu arkadaşlara göre, "Ankara hizibi", "ayrılmak istiyoruz" diyen bu arkadaşlara kapıyı göstermiştir ve bu tasfiyeciliktir !
O gün bugün bu arkadaşlar, Devrimci Yol'un adının geçtiği her yerde, hemen "tasfiyecilik" demeye başlarlar. Öylesine bu konuda "altkültür" oluşturulmuş durumdadırlar ki ( evet tarikatler bir tür altkültürdür ) kendilerinden başka kimse bunların neden ikide bir tasfiyecilikten söz ettiğini anlamaz.
Öte yandan bir an için yaşanan ayrılığın "tasfiyecilik" olduğunu kabul edelim. Peki bu "tasfiye" nasıl olmuştur ?
Dönemin silahlı mücadele ortamında kolay başarılamayacak bir şekilde demokratik bir biçimde olmuştur. Bu arkadaşlar görevlerini askıya almışlardır, sonra da ayrılık kararı verince sorumluluk alanlarını Devrimci Yolculara terk ederek, kendi örgütlenmelerini kurmaya yönelmişlerdir. Ayrılık, istenmeyen bir olaydır ama demokratik bir haktır da. Türkiye Solu'nun tarihine bakarsanız, yaşanan bir çok ayrılığın nasıl "cereyan ettiğini" görürsünüz. Bu ayrılıklar genelde, bir kaç devrimcinin ölümü, bir kaç "hainin" "temizlenmesi", bir kaç "hainin" ihbar edilmesi, matbaaların yakılması vb. sonuçlanır. Ayrılık sürecinde bunca yaygara koparanların sonraki durumlarına bakarsanız, ayrılığın sonuçlarını daha da iyi anlarsınız. Örgüte isim bulmada kullanılmadık sözcük ve harf kalmaz. Sonra onlar da bu harfleri falan hatırlamazlar. Solcuların sık kullandığı sözcükleri yanyana getirin ve deneyimli yaşı uygun kişilere sorun. Muhakkak o biraraya getirdiğiniz sözcükler bir örgüte isim olmuştur ! ( Türkçenin 100.000 kelimeye yakın bir hazinesi ve 29 harften oluştuğunu hatırlarsanız, işimizin zor olduğunu da görebilirsiniz ! )
Şimdi bu arkadaşlar ÖDP içindeki bazı sorunları bahane ederek bilinen nakaratı tekrar ediyorlar. Onlara göre ÖDP=Devrimci Yol'dur. O halde nasıl Devrimci Yol tasfiyeci idi ise, ÖDP de tasfiyecidir.
Daha önce Gurul ismi ile bu forumda yazan arkadaşa söylemiştim. Bu kez de Gökhan'a söylemek gerekiyor. Bu şekilde ( ÖDP=Devrimci Yol ) bir değerlendirme, ne Devrimci Yol'u, ne ÖDP'yi, ne ülkenin ve halkın durumunu, ne mücadelenin gereksinimlerini, ne sosyalizmi ne de hatta Devrimci Sol'u anlamamak demektir."ÖDP=Devrimci Yol" olarak gören Gökhan'ın gözleri, politik şaşılığından mıdır nedir, sanırım "devrimci mücadele=silahlı mücadele" olarak da görüyor.
Tabii ki bu, kendi bileceği bir şeydir ve gereğini de yerine getirir.
Ama ÖDP silaha karşıdır ve silahın politik mücadele alanından çıkarılmasını savunan bir partidir. Bu sadece kendisine yönelik bir istek ve tespit değil, ülkedeki bütün siyasal güçlere de yönelik bir öneridir. Burada silahlı mücadele konusunda, en sıradan bir okuyucunun bile tahmin edebileceği bazı sakıncalara girmeyi gerekli görmüyorum.
Gökhan arkadaşımızdan da ülkemizin, halkımızın ve ÖDP'nin gerçeklerini en kısa zamanda kavramasını diliyorum.
Selamlar
>ÖDP-DY Tasfiyeciliği ve Saldırganlığı
>TÜKENİŞİN, BATAKLIĞIN
>DİBİNE VURDUĞU NOKTA
>Düzene teslimiyet dipsiz bir kuyu gibi. Duracağı bir yer yok. Kapağında “Sosyalizm yolunda“ diye yazan bir derginin içindeki satırları okuyunca bunu bir daha görüyoruz.
>ÖDP’nin kanatları arasındaki mücadele, ÖDP’nin düzene tam yerleşmesinin önündeki son pürüzleri aşıp, kendini ideolojik olarak da oligarşiye kanıtlama çizgisinde sürüyor.
>ÖDP-DY’nin yayın organı Bir Adım dergisinin Şubat sayısında, ÖDP-DY’nin yöneticilerinden Melih Pekdemir, düzenle çatışan bir devrimcilikle, ve oligarşiye karşı devrim mücadelesini sürdüren devrimcilerle, asla ve kat’a bir ilişkilerinin olmadığını, olmayacağını yemin billah bir kez daha ilan ediyor.
>Bu ilanın inandırıcı olması için oligarşiye sunulmuş iki güçlü kanıtı var Melih Pekdemir’in: Bir, ölüm orucu direnişçilerine, 19-22 Aralık direnişçilerine, devrimci harekete ve önderliğine karşı saldırganlığı, iki, ÖDP içinde olup da hala devrimci duygularını, düşüncelerini tümüyle kaybetmemiş kesimleri tasfiye kararlılığı.
>Oligarşiye sunulmuş bir ek kanıtı daha var Melih Pekdemir’in: ölüm orucu direnişçilerine, devrimci harekete saldırırken seçtiği hemen tüm kavramları, burjuvazinin literatüründen seçmiş yazar. Burjuvazi gibi “arkadaşlarını yaktırdılar” diyor, burjuvazi gibi devrimci harekete “ölüm tarikatı” diyor, önderine “tarikat şeyhi” diyor, burjuvazi gibi “devrimci tutsak, direnişçi” kavramlarına karşı çıkıyor...
>Oligarşinin içi rahat olabilir; devrimcilere böylesine ve bu kavramlarla saldıran birinden, düzen için hiç bir tehlike gelmez.
>Bu saldırganlık, iflasın ve paniğin yarattığı bir ruh halidir
>Devrimci harekete karşı bu küfürlerin, bu toprakların gördüğü en büyük kahramanlıklardan birinin yaratıcısı olan tutsak direnişçilere karşı bu karalamaların yer aldığı derginin adında ne yazık ki “Eşitlikçi ve özgürlükçü sosyalizm yolunda Bir adım” diye yazıyor.
>Oysa, derginin sayfalarında atılan her adım, sosyalizm yolunda değil, düzene kapağı atma yolunda atılıyor. Hem de aceleleri var, hızlı hızlı atıyorlar adımlarını.
>Çünkü panik ve telaş içindeler. Ruh halleri sağlıklı değil. Çünkü, bir yandan oligarşi bastırıyor, diğer yandan tüm politikaları iflas etmiş, birlikçilik, devrimcilik maskeleri düşmüş, sıkışmışlar, panik halindeler. Parti içindeki tasfiyecilikte ve devrimcilere saldırganlıkta bu kadar pervasızlaşmaları, işte bu sağlıksız ruh halinin sonucudur.
>Belki artık maskelerden yoruldular. Artık yeter, bu birlikçilik maskesini de, devrimcilik maskesini de atalım diyorlar belki. İyi de yaparlar.
>Artık gerçek yüzünüzü açıklayın.
>Sosyal demokratız falan diyebilirsiniz mesela, ama sosyalistlikle, devrimcilikle ilginiz yok. Bunu itiraf edin.
>Yenilen sizsiniz Melih Bey!
>Tüm derdi tasfiyeciliklerini haklı göstermek ve devrimci hareketi, statükoları bozan büyük direnişi karalamak olan Melih Pekdemir, sol adına büyük tesbitler yapmaktan da geri durmuyor. Şöyle diyor:
>“Türkiye solu, henüz farkında olmayabiliriz ama, 12 Eylül yenilgisinden daha ağır bir yenilgi yaşamıştır. Çünkü, kimliğini yitirmiştir; öz benliği çifte cinayete kurban gitmiştir.”...
>Hayır Melih Bey, siz yenildiniz!
>Hem de şimdi değil, yıllar önce yenildiniz siz. Yenilgi fermanınızı daha Mamak’ta imzaladınız.
>Şimdi olsa olsa, yenilginizin yeni sonuçları çıkıyordur ortaya.
>Devrimcilerin yenildiğine dair sözleriniz, bir “durum tebitini” değil olsa olsa, “gönlünüzden geçeni” ifade ediyordur. Oligarşinin “beyinlerini dağıttık, bellerini kırdık” sözlerinin hemen ertesinde bu tür sözlerin “sol”dan tekrar edildiğini çok gördük.
>Ne zaman katledilsek, hemen birileri ortaya çıkmış, yenildiler, bittiler diye teoriler yapmaya başlamıştır.
>Düzen içine yerleşmeye kararlı olanlar, düzen içi solcu olmaya karar verenler, ne zaman katledilmişsek, bundan gizli-açık bir memnuniyet duymuşlardır. Çünkü devrimciler yok olursa, onlar daha rahat olacaktır.
>Bunun için değil mi, devrimci harekete karşı karalamadan, propagandadan hiç bir zaman vazgeçmediniz. Güya devrimciydiniz ama, “bunlar adamın başını belaya sokar”, “bunlar gizli örgüt” propagandasından hiç bir rahatsızlık ve utanç duymadınız.
>Hayır, yenilen Türkiye solu değil sizsiniz. Avrupacı umutlarınız yenildi, sola Avrupa kültürünü empoze etme politikanız, birlik, legal parti projeleriniz, “geceleri rahat uyuyan devrimcilik” teorileriniz yenildi. Ölüm orucu, 19 Aralık karşısında, Türkiye gerçeğini reddeden teorileriniz ve küçük dünyalarınız yenildi.
>Tüm bu yaşananlar ve ardısıra hızla giriştiğiniz tasfiyeciliğiniz, saldırganlığınız, sistem içi solculuğun iflasıdır. ÖDP’deki krizin anlamı da budur.
>Siz, “tarikat” bile olamazsınız
>Diyor ki Melih Pekdemir, “Bir ‘ölüm tarikatı’ ve onun sürgündeki ‘şeyhi’...” Devrimcilere karşı burjuvazinin ideologluğunu yapıyor. “Tarikat” lafını ilk burjuvazi kullandı. Katliamcı devlet kullandı. Şimdi Melih Pekdemir’lerin ağzında.
>Demek ki, sosyalist görünüp burjuvazinin ideologluğunu yapmak için “Paralı ajan” olmanın önemi yok. Bu kelimelerle, tasfiyeciliklerinin daha 1977-78’li yıllarda deşifre etmiş olanlara karşı onyılların kinini kusuyor belki.
>Ama ne devrimci harekete, ne direnişe saldırmak, kendi gerçeklerini gizleyemiyor yine de.
>Siz kendinize bakın. Siz, ne parti, ne örgüt, ne tarikat olamayacak halinize bakın.
>Tabii, tarikat üyesi olmak bile bir inanç gerektirir; yeri, zamanı geldiğinde fedakarlık yapmayı, birşeyleri paylaşmayı, inançları uğruna birşeyleri göze almayı gerektirir. Hiçbiri yok sizde. Hepsini tüketmişsiniz.
>Tükettiğiniz içindir ki,
>60-60 yaşındaki tutsak yakınları, polis ve sivil faşistlerin saldırısı altında kapınıza geldiğinde, hayır, size kapımı açmam, içeri almam diyebiliyorsunuz.
>Sola karşı, dayanışmaya karşı, burjuva partilerin bile bu kadar rahat davranamayacağı bir yabancılaşma içindesiniz.
>Sol, devrimci dünya sizin dışınızda kalıyor aslında. Alavere, dalavere solculuğu. Tekke solculuğu. Bezirgan solculuk. Düzen solculuğu.
>O yaşlı insanlarımıza bile kapısını açamaz ama, alır eline kalemi, kime küfredeyim, kimi tasfiye edeyim diye aranır.
>Siz, hiç bir şey olamayacak kadar tükenmişsiniz. “Parti olmayan bir parti” bile olamadınız işte.
>Sen de yaşa Melih Bey, bir daha mı geleceksin dünyaya?
>Hiç bir şeyi kalmayanlar, hayatın ve ölümün ancak gevezeliğini yapıyorlar. Ölüm orucuna karşı olan Melih Pekdemir yazıyor:
>“Gelin bir kez daha Kral Çıplak diyelim: eşitlik, özgürlük, tüketim, ekonomi, politika, program, tüzük... Bütün bunlar ‘yaşamak’tır. Sosyalizm, yaşamaktır. Sosyalizm hemen şimdi yaşamak ve yaşatmaktır.”
>Sözlere bakın. Tam bir felsefi sefalet.
>Çürümüş bir burjuva ideolojisinin sosyalizm sosuna bulandırılmış mide bulandıran bir formülasyonu.
>F Tiplerinde şu anda yüzlerce insan mezarsız ölü haline getiriliyor... Bu kadar yaşam tutkunu Melih Bey kılını kıpırdatmıyor.
>Hani sosyalizm hemen şimdi yaşamak ve yaşatmaktı.
>“Yaşamak için”, devrimden kaçıyorsun, bunu biliyorsun, peki, “yaşatmak için” ne yapıyorsun?
>Hiç! Koca bir hiç!
>Direnişe attığın her çamur, bir devrimcinin daha fazla ölmesi demek belki. Ama yaşamak-yaşatmak sevdalısı Melih beyin umrunda değil bu. Kedileri seviyorlar, insanları sevmiyorlar! Ne güzel! Kendi yaşamlarını seviyorlar, ama devrimcilerin yaşamlarının sözkonusu olduğu bir direnişe, yüzlerce insan ölümün eşiğindeyken saldırmaktan geri durmuyor. Ne ala devrimcilik!
>Korkuya bakın!
>ÖDP-DY teorisyeni Melih Pekdemir yazıyor: “Şimdi devrimcilik bu ‘ölüm tarikatı’yla dostmuş gibi görünmekten ölesiye korkmaktır”. (abç)
>Bu cümlenin ne anlama geldiğini çözmek kolay. ÖDP-DY şeflerinin Mamak’tan tahliye olduklarından beri, bütün maharetleri, düzen içiliği, devrimcilik gibi göstermeye çalışmaktan ibarettir.
>Onların bu karakterini biliyorsanız, artık yukarıdaki cümleyi nasıl okuyacağınız da bellidir:
>“Şimdi düzen içilik bu ‘ölüm tarikatı’yla dostmuş gibi görünmekten ölesiye korkmaktır”...
>Zaten tam da böyle yapıyorlar.
>“Ölesiye korku” içinde valla billa biz ölüm oruçlarına karşıyız açıklamaları yapıyor, “ölesiye korku” içinde “şu andan itibaren parti binalarımızda ölüm orucuyla ilgili her türlü eylem yasaklanmıştır... bütün sokak eylemleri iptal edilmiştir” talimatları yayınlıyorlar.
>Yazık! Devrimcilerle dost görünmekten korkan bir devrimcilik...
>Bu devrimcilik, tam da işte hep belirttiğimiz gibi, düzen içilikten, yani daha Türkçesi devrim kaçkınlığından başka bir şey değildir.
>ÖDP, artık selası verilecek bir “proje”dir
>DY (Devrimci Yol) tasfiyeciliği kendi dışındaki herkesi ya tasfiye etmiş, ya kendine benzetmiştir. Yani ÖDP projesi başladığı noktaya dönmüştür. Artık ÖDP çatısı altında, gökkuşakları, halk sarmaşıkları değil, yalnız DY tasfiyeciliği vardır. ÖDP’ye yüklenen tüm işlevler, ölmüştür, çoğu daha hayat bulmadan yokolmuştur.
>Örgütsel iflası gibi, siyasi açıdan da bir iflastır.
>Her dediği yalan çıkmıştır.
>Her politikası yanlış çıkmıştır.
>ÖDP’den ne kalmış geriye... Kendi sözlerine göre, hiç bir şey yoksa, “Bir dakika aydınlık, ne refahyol, ne hazırol sloganı” varmış ÖDP tarihinde. Zırıltıları, süpürgeleri unutmuşlar.
>Burjuva basın, aydınlık eylemlerini niye ÖDP’ye maletti? Devrimci etki ve talepleri gözlerden uzak tutabilmek için sizi öne çıkardı. Bunun cevabı belli değil mi?
>Ne palavra yutturuyorsunuz millete? Siz 50-60 kişiyi bir araya getiremezken, başkaları hala binlerle meydanları dolduruyordu.
>Sultanahmet mitingine gelince... hala anlamadınız mı, o MGK’nın mitingiydi. Geriye de ÖDP’den bir şey kalmıyor işte.
>ÖDP, düzen içileşmenin adıydı zaten. Geldiği noktada da sistemi bozmaya, statükoları sarsmaya yönelen en küçük bir harekete bile karşıdır. Ölüm orucu direnişi, 19-22 Aralık direnişi, statükolarını sarstığı için böylesine feveran ve panik halinde değiller mi zaten?
>Bugün ülkede alenileşmiş bir kriz var. Burjuva partileri, bu krizin ortaya çıkardığı tepkileeri hükümeti düşürme hareketine dönüştürmeye çalışıyor.
>ÖDP ne yapmaya çalışıyor örneğin? Halkı devrime kanalize etmeye mi çalışıyor? Hayır? Söyleyebileceği tek şey, “seçim” yapılsındır.
>Peki ne olur seçim olursa?
>Sistem içiliğin anlamı budur zaten. Kitlelere bugün bile, bu düzeni alternatif olarak gösteriyor. Kitlelerin tepkilerini, memnuniyetsizliğini, yine düzen kanalları içinde eritmeye çalışıyor, düzenin parlalentosunu, çözüm yeri haline getiriyor.
>Saflaşmada “hayır” var
>Bu bir saflaşmadır. ÖDP içindeki tasfiyecilik de, devrimcilere saldırganlıkları da, saflaşmanın sonuçlarıdır.
>Devletin yaptıkları ve söyledikleriyle, ÖDP’nin yaptıkları ve söyledikleri arasındaki paralellik kimsenin gözlerinden kaçacak gibi değildir.
>Devlet F Tipi ve ölüm orucu konsunda önce genelgeler yayınladı... Tehditler, gözdağı, uyarılar birbirini izledi ve sonra soruşturmalar, tutuklamalar başladı.
>O da aynı yolu izledi. Önce sokağa çıkmayın, açlık grevi yapmayın genelgeleri... Ve şimdi ihraçlar.
>Sonra, oligarşiyle aynı ağızdan direnişe, devrimci harekete saldırılar.
>Ondan sonra kendi içindekileri tasfiye ediyor.
>Despotturlar.
>Sol içi çatışmaları DY’lilere sorun siz.
>Demokratlık mı?
>Başka siyasi hareketlerin çalışmaları, propagandaları nasıl engellenir, onlara sorun.
>Bırakın örgüt içi demokrasiyi... Onlar burjuvaziye şirin gözükmek için, üç beş aydını tavlamak için uydurulan yalanlardır.
>Ne solculuğu, ne devrimciliği? Kime ne yutturuyorsunuz?
>
>ÖDP-DY, tükenişin ve tasfiyeciliğin adıdır
>DY, hep örgütsel ve siyasi tasfiyelerle varolmuş bir harekettir. Tasfiyecilik onların karakteridir. Siyaset sahnesine öyle gelmişlerdir. Çocuk böyle doğmuştur. Doğuştan sakattırlar, hiç bir şey bunu değiştiremez.
>Ama birilerini tasfiye ettikçe, gerçekte kendilerini biraz daha bitirmişlerdir. Hala şu kadar, bu kadar insanı etkiliyor olmalarının bir önemi yoktur. Düzen partilerinin de yüzbinlerce üyesi var. DY, kendini siyasi olarak tasfiye etmiştir. Her tasfiye de devrimden biraz daha uzaklaşmış, düzene biraz daha yaklaşmıştır. Bugün aynı zamanda kendini tasfiyesinin de sınırındadır. Bir kaç adım daha attıktan sonra, artık siyasi olarak tasfiye edeceği bir şey de kalmayacaktır.
>Evet Melih Bey, sen buna bak. Yüksek perdeden, öyle devrimcilik olacaksa, öyle sosyalizm olacaksa, ben yokum demekle, bu siyasi tükenişi gizleyemezsin.
>Sol maske altında bireyler. Solculuğu, bencil bir özgürlük anlayışıyla karıştıran teoriler. Senin gerçeğin bu.
>Sen bırak akıl vermeyi. Solun, sosyalizmin teorisini yapmayı. Bırak nasıl mücadele edileceğini öğretmeyi.
>Sen bir binanı bile her gün sabah düzenli, disiplinli açamazsın. Tembelliği teorileştirmişsin, yozlaşmayı teorileştirmişsin, kaçkınlığı teorileştirmişsin.
>Kime, ne satıyor, ne öğretiyorsun?
>Bir Adım’ın aynı sayısındaki bir başka yazının başlığı “ÖDP’de sözün bittiği yerdeyiz” diyor.
>Başlık bir kelime fazlasıyla doğru. Fazlalık kelime “sözün”...
>Evet, işin doğrusu şu ki; “ÖDP’nin bittiği yerdeyiz”...
>Parti binalarının varolması bir şeyi değiştirmez. ÖDP’yi ÖDP yapan tüm teoriler, politikalar iflas etmiştir.
>Bitmemesi, eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
>
>Yazinin orjinali icin :
>http://www.vatan-online.com/www/vatan85/melih.html