Ce:Siz Kendinizle Barışıkmısınız?
[ Serbest kursu ] Makale yazari: Vaner Alkaç Tarih, gün ve saat : 29. Ekim 2000 02:53:38:
Su yaziya cevaben: Ce:Def Halka Ve Ayılar makale yazari: Vaner Alkaç Tarih, gün ve saat : 29. Ekim 2000 02:44:36:
Siz Kendinizle Barışıkmısınız Küçükaydın!
Önce sondan başlayalım,
Eğer insanoğlu kendi ile barışık olsa idi tarihte bunca gelişme yaşanmazdı.
Kendimizle düşünce biçimimizle kavgalı olmaktır gelişmeye değişmeye
yenilenmeye açık olmak.Sosyal yaşamda kendisi ile kavgalı olmayanlar müritlerdir.
Doğal yaşamda ise hayvanlardır.
İnsanı farklılaştıran en önemli özelliktir geleceği düşünmek bu günü
değiştirmeye çalışmak ve sürekli kendi eksiklerini görmeye çalışarak onu
aşmak.Bu anlamda kendim ile kavgalı olmayı onur kabul eder ve insan olmanın bir
erdemi olarak beni hayvanlaşmaktan koruduğu için severek yaşamımın dinamiği
haline getiririm.Bilmem bu anlaşılabildimi?
Açıklanması gerekenin ne olduğu gibi pişkince bir soru ile tutumunuza
yönelen eleştirileri karşılamanız çok şaşırtmadı.
Ve herzaman alışık olduğumuz gibi kavramları çarpıtarak ve sol literatürden
sözcükleri kullanarak görevinizi yerine getirmeye çalışıyorsunuz.
Size ne söylenirse söylensin hangi gerçekler nasıl kanıtlanırsa kanıtlansın
düşünce sisteminizde (ki bu görev anlayışıdır düşünce sitemi değil) herhangi
bir değişiklik olmayacağını olmasının da mümkün olmadığını biliyorum.
Çünki sistematik sahibi bir insan öncelikle kendi sorgulamasını düşünüş
biçimindeki arızaların bulunmasını yaşamla açıklamaları arasındaki
çelişkilerin kaynaklarını bulunmasını son derece önemser.
Oysa DK yıllar önce çalakalem yazdığı Dev-Yol ile ilgili yazılarını bile
tartışılmak üzere diyerek getirir ve arkasında duramıyacağı düşünce
bozukluklarını bu gün bile düzeltme gereği duymaz. Ve herhangi bir biçimde
düşünce yapısında yaprak kımıldamıyan bir insan olduğunuzu da biliyorum.
Bunun da ne denli sağlıklı olduğunun değerlendirmesini okuyucuya
bırakıyorum.Burada tartışma konusu yapacağım şeylerin ise DK yi hedeflemediği yani
yanlış bir düşünceye karşı üretilen görüşler olarak değil DK nin
görevlendirildiği "sol yama" oyununun bozulması kaygısıyla yazıldığının
bilinmesini istiyorum.
Ona göre dağda silahıyla kavgayı karşılayanlardan tutun insan yüzüne
bakaraken sıkıntı duyan Kürt dostlarım İmralıdan sunulan kemalizmle örtüşme
çabalarına karşı çıktıkları için Kürt burjuvazisidir.
Bu son derece ciddiyetsiz yaklaşımın rastgele olmadığını biliyoruz.
Basit bir mantık bile sorar ve inandırıcı açıklama ister.Niye Kürt burjuvazisi bu çizgiye karşı çıksın.
Özellikle demokratikleşmenin savaşı durdurmanın Kürtlerin yaşadığı
çoğrafyada da kapitalizmi geliştireceğini söyliyen DK değimi?
Ve
kapitalizmin gelişmesinden en çok kimin yaralanacağını düşünür DK.Aslında tam tersi doğrudur. Kürt bujuvazisi (ki bu her ne ise) veya
yakaladıkları siyasi kontrolden kendilerine pay çıkarmak isteyen küçük
burjuva kürtler tam anlamı ile bu çizginin arkasındadırlar.Yoksa Kürt köylüsünün kaybedecek bir şeyinin olmaması değilmidir istihbarat
örgütleri arasındaki kapışmayı kitle hareketi haline getiren.Bu denli basit bir akıl yürütme bile sol desinformasyoncu DK yi açık etmeye
yeter.Bıktıran küçük kurnazlıklara rağmen (sahi Börklüce ile tartışma niye
kesildi(!) )israrla bu sol desinformasyonu teşhir etme işini sürdüreceğiz.Bunun içinde sıkıcı da olsa tekrar etmek zorundayız.
Eğer iyi niyetli gerçekten olguları dürüstce anlayıp düşüncenizi
şekillendirmek veye düşünce üretmek diye bir kaygınız yoksa,
yapılabilecek ilk kurnazlık tartışmanın hedefini değiştirerek
kişiselleştirmeyi öne
çıkararmaktır ki olay bir kişilik çatışması gibi görünebilsin.
Bu şekilde de
bir çok insanı kişisel kapışmanın dışında kalmak kaygısı ile
tarafsızlaştırabilirsiniz.Bu anlamda daha önceleride sıkca yapıldığı gibi kendi pozisyonunun
açıklaması özellikle son görüşme tutanaklarındaki söylenenlerin
değerlendirilmesi istemi, daha yazının başında "benim pozisyonumun"
tartışılması
gibi bir çarpıtılmaya uğartılmış. Ve bu çarpıtılma yapılırken de bir başka
alanın profesyoneli , lobi görevlisi olamanın ve dilindeki sorumsuzlukla da
ünlenmiş bir itici ismi de kullanarak çarpıtma, çirkinlikle, tamamlanmış.Tekrar anlamında da olsa bazı şeyleri DK nin tezgağına düşmeden
açıklama gereği doğuyor.Bir politik mücadelede -ki bu bir güç toplama sürecidir- kullandığınız
ideolojik argümanlar sizin ulaşmak istediğiniz hedefleri gösterir.
Kullandığınız yönetemler de bu hedefler ulaşmak için günün şartlarına, karşı
güçlerin zayıf ve güçlü yanına göre şekillenir.Kullanılan argümanlar ve bu argümanlarda kendi ifadesini bulduğuna inanan
insanlar başarılı bir çalışmada giderek etrafınızda toplanır.
Kullanılan ideolojik argümanların ulaşılır olup olmadığı ve bu argümanlarda
değişiklik gerekip gerekmediği, yine güçler dengesi ile belirlenir.
Bu anlamda karşıdaki güçleri aşamayıcağınızı veya en azından bu günki şekli
ile ideolojik ve politik hedeflere ulaşamayacağınızı saptarsanız, bunlarda
değişiklik yapmak geriye çekmek veya başka combination'larla ifade etmek
mümkündür.Kürt hareketi sosyal temelli çıkış olmasına rağmen giderek ulusal tabanlı
bir gelişme
seyri izlemiştir.
Ve başlangıcında bölge koşulları ve uluslar arası politik güçlerin
mevzilenişine göre rakip güçlere kendini dayatabilmek için silahlı bir çıkış
yapmıştır.
Bu onun o dönemde seçtiği mücadele biçimidir.Bu mücadele biçiminin seçiminde ideolojik değerlendirmelerin var olduğu gibi
bir görünüm yaratıldı ise de bölgedeki istihbarat örgütlerinin (öncelikle
Türkiye) beklenmedik bir gelişmeye karşı bu yapıyı kullanması ve işinin
bitmesine yakın bir süre de ise başka bir istihbarat örgütüne kontrolü
kayebetmesi daha doğru bir değerlendirme olarak ortaya çıkıyor.Bunda aslında şaşılacak fazla bir şey yok. Kürtlerin yaşadıkları bölgenin 4
ayrı politik gücün kontrolüne bölünmesi Kürtlerin arasında zaman zaman
birini diğerine karşı kullanmaya çalışma gibi bir geleneği yerleştirmiştir.
Hemen hemen var olan her Kürt örgütünün tarihi istihbarat örgütleri
arasındaki oynaşmalarının tarihidir de.PKK nın niye başarılı olup olamadığını sorgulamak için Suriyenin bölgedeki
denge politikasına bakmak yeterlidir kanımızca.
Suriyedeki politik iktidar,
uzun ömrünü, bölgesel ve uluslar arası güçlerle akıllı biçimde oynayabilmiş
olmasına borçludur. Kendi politik hedefleri doğrultusunda PKK aklıllıca
kullanılmış ve bitmesi gereken yerde ise geriye çekilinilmiştir.PKK yı başarısız kılan, dünya genelindeki değişikliklerden öte bağımsız bir
politik güç haline gelememesi ve kendisi ile ilgili askeri ve politik
kararları kendisinin alamamasıdır.Bu nedenledirki bir çok Kürt aydını "bize
lider gerekli" gibi bir yanılsama ile karar mekanizmasını tek başına
Öcalanlaştırarak bir anlamda istihbarat örgütlerinin kontrolünü
güçlendirmişlerdir.
Farkına varanlar ise tasfiye edilmişlerdir.PKK ye ve gelişmelere bakışımdaki en önemli değişiklik bu noktadır. Daha
önceleri "bağımsız ama ilişkili(istihbarat örgütleri ile)" olarak
değerlendirdiğim bir durumdan Orta
Doğuya geçişte bağımsız bir hareket olabilme şanslarının Dev- Yol ve
Dev-Solun reddiyesi ile kaybedildiği noktasına gelmiştir.
Yine bu reddiyede PKK üzerinde kontrolünü kaybeden Türk istihbaratının
etkili olduğunu
düşünüyorum.Öcalanın yakalanması biçimde ortaya çıkan operasyon bir anlamda Türk
istihbaratının kontrolü tekrar ele geçirmesidir veya ona hediye edilmesidir.Bu noktada Kürt halk hareketi aslında son derece önemli bir başka şans da
yakalamıştı.Öncelikle Öcalanın tusak olduğu ve söylemlerinin Kürt halkını bağlamıyacağı
gibi bir çıkışla Türk istihbaratının elinden bu politik kozu almak ve
politik mücadele çizgisini tüm silahlı güçlerini tasfiye ederek tam anlamıya
demokratikleştirmek şansı bizzat Öcalanın ekibince red edilmiştir.(Öcalan
kimlik olarak İstihbarat örgütlerinin politik ve fiili uygulatıcısı
olmuştur. Bu ilişkiler başlarda hareketin büyümesini getirse de sonuçta
yenilginini de nedenidir. Suriye kendi başına açabileceği dertleri de hesaba
katarak Türkiye yakasındaki büyümeyi engellediği gibi PKK yı diğer Kürt
gruplarının üzerine salarak askeri anlamda tam bir çılgınlık olan yönelimi
sağlamış ve bilindiği gibi oldukça ağır bir yenilgi ile de sonuçlanmıştır.
Bu savaş nedeniyle yaşanan yenilgiden birinci derecede sorumlu tuttuğu
kardeşi Osman ise her ne hikmetse ikinci adamlığı koruyabilmiş çok daha
hafif
hataların sahipleri ideolojik olarak karşı oldukları için yok edilirken
Osman Öcalan yerini koruyabildiği gibi sağlamlaştırmıştır da)Ve tüm güçleri ile öncelikle Türkiye yakasında legal
mücadele alanlarına yönelmek güneyde ise yine silahsız demokratik
mücadelenin
unsuru olabilmeye çalışmak bir anlamda filistinlişebilmek şansı Öcalanın
direktifleri ile gündemden çıkarılmıştır.Türkiye yakasında ideolojik olarak Kürtlerin ulusal taleplerini demokratik
istemler çerçevesinde dillendirirken sendikalardan tüm derneklere dek
demokrasi mücadesinin önderliğine talip olmak , Kürt halk kareketinin hem
ulusal sınırlardan çıkarak sosyal katrekterini öne çıkaracağı gibi bağımsız
politika yapma yeteneğini de kazanmasını getirecekti.Bir anlamda bu beklentiler- ki normal mantığın ulaşabileceği sonuçlar-
çerçevsinde yeni hat desteklenmiştir tarfımdan. Ve hala bu anlama
yaklaştıkları ölçüde desteğim uzaklaşma noktasında karşı çıkışım söz
konusudur.Ne yazıkki soğuk savaş etkilemesi şartlarında bile türkiyedeki tek politik
örgütün,devletin, karşısına başka bir politik gücün üstelik sol kökenden
gelen politik bir gücün desteklenmesi anlayışındaki yaklaşımlarımız ve bu
tip
mücadelelere sınıfsal öz yakıştırma eğlimimiz, bizleri PKK nın iç yapısı ve
dayandığı istihbarat örgütleri ve bunların politikalarındaki
belirleyiciliğini
gözümüzden kaçmıştır.Bu noktada zaman zaman çok sert tartışmalara da girsek ve hala duruşlarını
eleştirdiğim muhalefet, dikkatlerimi bu yöne çekerek öteden beri rahatsız
eden bazı tutumların kaynağının anlaşılmasına yardımcı olmuşlardır.Özellikle demokratikleşme kararından sonra hala sürdürülen uygulamalar ve
İmralıdan sürekli yayınlanan infaz emirleri ve görüşler PKK üst yönetiminin
demokratikleşme diye bir derdinin olmadığı sadece Kemalizmin kendilerini
yasal bir statüde kabul ve af etmesi için herşeyin pazarlanarak Kürt halk
hareketinin yarattığı direnişci kimliğin hedeflendiğini görmeye başladık.
Ve bu öylesine pervasızca ve sıradan bir diktatörün bile yapamıyacağı bir
biçimde getiriliyor ki daha bir yıl önce söylediklerini söyleyenleri
hainlikle suçlayabiliyor ve ölüm emri verebiliyor.Dünyada eşine ender rastlanabilecek bir politik avantajı yakalanması ile ele
geçiren Öcalan ve bu süreçte tüm tünyayı yerinden sarsan kitlesel
direnişlere
rağmen öncelleri sonderece acemice veya hatalı diye değerlendirdiğimiz ama
özünde teslimiyetin ötesinde yaratılın tüm değerlerin bir daha canlanmaması
için parçalanarak Kemalizmin güçlendirilmesinin proğramı idi geliştirilen.Bu gün PKK üst yönetiminin dayatma tehdit ve santajla geliştirdiği bu
opersyona direnenlerin en büyük açmazı demokratikleşme proğramının en
büyük savunucuları kendilerinin olması gerekirken bu argümanı da PKK üst
yönetimine kaptırmışlardır.
Hala ellerinde son derece sert bir söylemle kullandıkları "kürtlük" ve
"direniş" kavramlarının ötesinde bir şey yok. Oysa bu kavramlarında dün en
etkili kulanıcısı ve bu kavramların yargılayıcısı yine PKK üst yönetimi idi.
Bu bağlamda önlerine alternatif bir proğram koyamadıkları gibi demokrasi
mücadelesinin bayrağını da kaptırmanın hazin burukluğu ile tepkisel düzeyin
ötesine geçememektedirler.Nedir stratejik veye taktik çizgi değiştirmek.
Strartejik çizgi değişimi uzun hedefli veya nihai hedefinizle ilgili
değişikliktir.
Taktik değişiklik ise günü karşılamayı zayıf yanlarınızı kapatmayı veya
karşı tarafın güçlü yanlarını zayıflatmayı hedefleyen dönemsel ve şartlı
değişikliklerdir.Stratejik değişikliklerle ilgili PKK uzun zamandır sinyaller veriyordu.
Bağımsız bir Kürt devleti hedefinin bu tarihi ve bölgesel şartlarda
gerçekleştirilebilir olmadığı ve soğuk savaşın bitimiyle sosyalist bağımsız
bir devlet olabilmenin ise hiç mümkün olmadığı ortaya çıkıyordu. Ve bu
bağlamda da söylemler -amblemler gürültüsüzce değiştiriliyordu.
Dünyadaki değişikliği görenler ve güçler dengesindeki alt üst oluşun bölge
için sonuçlarını görmede geç bile kalmışlardı. Bu anlamda bu değişiklik çok
tepki toplamadan yaşandı.Bu süreçte belli bir dönemden sonra israrlı ateş kesleri ve barış istemini
askeri ve politik nedenlerle açıklamaya çalışıyorduk.
Sol kökenden gelmesi nedeniyle savaşın tırmandırılmasının halkların çok daha
kanlı bir boğazlaşmasına dönüşme ihtimalinin engellenmesi diğeri de askeri
olarak kesin veya ciddi bir darbeleme yapamıyacağını gördüğü için bir
uzlaşma ile daha kötü sonuçları engellemek diye yorumluyorduk.Oysa bu gün ortaya çıkan biçimi ile savaşın tırmandırılarak sadece Kürtlerin
yaşadığı bölge değil tüm Türkiyenin ısıtılması PKK nın iradesi ile değil
SURIYE ISTIHBARATININ POLTİK SINIRLARI tarafınadan belirlenmiş.Yani bir anlamda Suriye istihbaratının izin verdiği ölçüde savaş
yükseltilebilmiş. Yoksa askeri gücünü aşması anlamında değil. Özellikle bir
dönem kitle hareketlerinin yükselişinde ve bu hareketlerin kullanılmasında
bir filistin Kurtuluş hareketi kadar bile başarılı olunamamıştır.Filistin Kurtuluş Ordusunun son günlerdeki başarılı politil çıkışının
gerekçesi de Suriyenin politik çıkarları o bölgedeki kavganın serleştirlerek
götürülmesindedir.
Ve bu süreç henüz yaşanırken Türkiye yakasındaki PKK üzerinden uygulama
şansı buldukları politikalarını sınırlı tutarak arada sıkışacak bir
pozisyonla karşı karşıya kalmamaya da büyük özen gösteriyorlar( Suriye). Ve
bu
yüzdendir ki şartlar ne denli elverişli olursa olsun PKK mevzi kazanamıyor
giderek yıpranıyordu.
Bu tespitlerden çıkan sonuç PKK nın bağımsız bir hareket değil Suriye
istihbaratının tam kontrolünde olduğudur ki bunun yaratıcısı ve uygulayıcısı
birinci derecede Öcalandır. Ve yine bu ilişkinin boyutlarından çıkarılan bir
sonuç daha olarak PKK nın başarılı bir çıkış ve gelişme göstermesinin
arkasında ki neden Öcalan kliğinin başarılı yönetimi ve stratejisi değil
Suriyenin askeri lojistik desteğidir denilebilir.
O dönemlerde Suriyenin istemleri doğrultusunda yükseltilen savaş
politikasına karşı çıkan ve Öcalanın bu günki savunduğu çizgiden çok daha
sol ve radikal eğilim gösterenlerin hemen hepsi ajan olarak yargılanmış ya
imha edilerek tasfiye edilmiş ya da kaçma zorunda bırakılmış.Bu gün ise Öcalanın yakalanması olarak bilinen süreç Suriyenin politik
oyunlarının sınırıdır.
ABD nin gayreti ile geliştirilen Türkiye-İsrail anlaşması Suriye için
perdeyi kapatmıştır.
Üstelik sadece Suriye değil Kürt hareketini kendi politk çıkarları için
kullanmaya çalışan Yunanistan içinde ABD nin dayatması ile kapanmıştır.Özellikle Avrupa kendi iç hukuğunu bile çiğneyerek ABD daha dorusu
globalizmin projesine uyumlu davranmıştır.( birileri de hala ABD-AB
çatışmasının olduğunu düşünecek kadar gelişmelerden habersiz)Öcalanın Türk istihbaratına teslimi aslında globalizmin projesi için de bir
açık başlangıç işaretidir.
Ve Kürt halk hareketi açısından da mücadeleyi radikal bir biçimde
sivilleştirebilmek için inanılmaz bir avantaj ve potansiyel taşıyordu.
Ki teslim edilmenin hemen arkasından Kürt kitleleri tüm dünyaya ne denli
kararlı olğunu gösteren çok sert bir mesajı ilettiler.
Türk solunu bile ideolojik ve politik olarak arkasına takan dünyanın her
tarafında yüzbinlerce kişiyi mobilize edebilen ve uluslar arası sol kamu
oyunun desteğini alma potansiyeli taşıyan bu gelişme dünyadaki çok az
harekete nasip olabilecek korkunç bir politik avantajdı.Şimdi denilebilir ki daha yumuşak ve uzlaşmacı bir çizgi seçilmiştir.
Ne yazık ki başlangıçta verilen bu görüntüye rağmen sorun yumuşak ve
uzlaşamacı olmanın ötesine bilinçli bir şekilde Öcalan tarafından
çekilmektedir.Yumuşaklık da ve uzlaşmacılıkta bağımsız duruşunuzu korursunuz ama tavizler
veririsiniz.
Bu gün gerek PKK da yaşanan gerekse HADEP e dayatılan bağımsız duruş
sahibi olMAmaktır.Siyasi hedeflerinizden geriye çekilmek ve buna bağlı olarak ideolojik
söylemlerinizi değiştirmek sizin bağımsız duruşunuzu kaybettirmez. Oysa
Öcalanın israrla geliştirmeye çalıştığı Devletin fiili parçası haline
gelmenin ötesinde (ki devlet hala güvenmiyor) ideolojik olarak Kemalizmle
bütünleşmektir.
Kemalizmle bütünleşme süreci is KESİNLİKLE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ DEĞİLDİR.Bir Türkiyeli ilerici demokrat olarak bu güne dek tek ve hakim güç olan
devletin dışında bağımsız politik güç oluşturulmasını son derece hayati ve
önemli buluyorum.
Ne yazık ki islamcısından tutun ÖDP sine CHP sine dek hiç bir yapı devletten
bağımsız olmamıştır.
İlk kez Kürt halk hareketi bu şansı ve potansiyeli yakalamıştı. Ve savaşı
durudurup sivil mücadeleyi öne çıkarması ile diğer demokratik güçleride
kapsayacak genişleme gösterebilir gerek Türkiye de gerekse ortadoğu
genelinde etkin bir siyasi nokta haline gelinebilirdi.Özellikle global projenin ortadoğu coğrafyasını tam anlamı ile kapitalizme
açma sürecinde karar mekanizmasına müdahale edebilecek demokratik ve sol
karekterli bir hareket kapitalizmin tahripkar yönelimleri karşısında da
ciddi bir baraj olabilirdi.
Bu gün Türkiyeli sol öncelikle ve ivedilikle bir sorunu daha doğrusu ana
çizgiyi gündemlerine almak zorundadır.Türkiyenin tek politik gücü olan devletten bağımsız örgütlenebilme politika
yapabilme.Ne yazık ki bu Dev-Sol gibi radikal görünümlü bir örgüt için bile
tartışmalıdır.Geçmişte Türk istihbaratına karşı başka bir istihbaratın kontrolünde olması
nedeniyle bağımsız ve çatışan bir güç izlenimi yaratmayı beceren Öcalan
kliği, Öcalanın yakalanması ile devletle bütünleşme sürecini başlatmıştır.
Aslında ideolojik söylemlerdeki taban tabana zıt değişme hangi bağlantıların
kontolünün arttığının da çok önemli göstergesidir.Yoksa ne strateji değişikliği ne seçilen mücadele biçininin farklı olması,
ölümüne kavga ettiğiniz bir başka anlayışın söylemlerini kabulünü
gerektirmez.
Bu gün bayrak, istiklal marşı veya tatürkin resmi olarak gündeme gelen sizin
değişikliğinizin zorunlu sonucu olamaz. Bu askeri ve politik iradenin
kabulünden öte ideolojik diz çöktürmenin ve dolayısı ile bütünleşme
sürecinin işaretidir.Bu gün ülkemizde gerçekten demokrasiye gelişmeye gereksinimi olanların
bağımsız politik iradelerinin yaratılması zorunludur.
Ve hasbel kaderde olsa ilişkileri nedeniyle de olsa devlet karşısında
bağımsızlaşabilme şansını yakalamış ve diğer bağlanrılarından da bu gelişen
süreçle kurtulmuş Kürt halk hareketi gerek kendi talepleri gerese tüm etnik
yapıları kapsayabilen toplumsal talepleri ile halklarımızın acı ile
yarattığı bir kazanımdır.
Bu bağlamda devletle ideolojik ve fiili bütünleşemeye direnmek ve bunun
demokrasi mücadelesinin zorunlu sonucu imiş gibi lanse edilmesine karşı
durmak kaçılamıyacak bir görevdir.Sorun bu bağlamda sadece Kürt halk hareketi değildir.
Sorun legal platformda politik kimlik olmak isteyen tüm ilerici demokrat
örgütlenmelerdir.
Yani bir anlamda ÖDP dir de CHP dir de.Bu anlamda Kürt halk hareketinin yarattığı potansiyeli devlet hizmetine
sunmaya çalışan Öcalan kliğinin tavırlarına sol dan açıklama getirmeye ve
ona sol bir meşruiyet kazandırmaya çalışmak istense de istenmese de Türk
istihbaratına hizmet etmek anlamındadır.Sevinerek belkide umud ederek belirtmeliyim ki Öcalan kliği HADEP üzerinde
istediği hakimiyeti kuramamaktadır. Öcalanın önerdiği isim örgüt tarafından
geri çevrildiği gibi yine Öcalanın istemi doğrultsunda HADEP ideoliji olarak
diz çökmeye direnmiştir kongre salonundan yansıyanlara göre.Kitlelerin bir anlamda bu gösterdiği reflekse bakarak DK gibi yapışmacı
sosyalistlerimizin yerlerde sürünmesini sol gelenekten gelen biri olarak acı
ve utançla karşılıyorum.Saygılarımla
Vaner Alkaç
NOT,
AŞAĞIDAKİ ALINTILAR EN SON AVUKAT GÖRÜŞMELERİ TUTANAKLARINDAN ALINMIŞTIR.
YORUMUNU OKUYUCUYA BIRAKIYORUM
VADevlet diyorki, HADEP demokratik hukuk düzeyine uymalıdır, yanlış iş
yapmasın iyi olur. Bende bunu isterim, HADEP’in demokratik hukuk düzenine
ters düşmemesini isterim. HADEP’teki.... bunu iyi anlasınlar.
Bugün söyleyeceklerimide düzenleyip taslak halinde sunarsınız, onaylanır.
Size bir öneri sunacağım, 1922 sürecindeki Atatürkün kalpaklı bir-iki
fotağrafını asın. 1922 sürecindeki kuvayi milliye resimlerinden olsun. Bu
bizide kapsar, altında kendi sözlerinden Kürt, Türk kardeşliklerine ilişkin,
savaşı birlikte verdiklerine ilişkin çarpıcı bir iki slogan yazın. Altınada
Mustafa Kemal Atatürk yazın, öneriyorum. İstiklal marşına gelince basının
yazdıkları önemli değil, önemsemeyin ama kendinizi doğru açıklayın. İstiklal
marşından gocunmayız ama kongre salonlarında marş okunmaz.Av.: Çıktığımız TV programında istiklal marşına ilişkin soruyu böyle
cevaplandırdık ve inandırıcıda oldu. Avni Özgürel bu şekildeki anlatımdan
hoşnuttu ayrıca basından izlemiş olmalısınız cumhuriyet bayramı
kutlamalarında İstanbulda HADEP olarak ilk kez katıldık ve basının yoğun
ilgisi vardı.
Öcalan: Okudum, iyi oldu, güzel oldu, cesur olamlısınız. Basının yoğun
ilgisi var diyorsunuz. 19919-1924 arasındaki Atatürkü bol bol tartışın. Yeri
geldiğinde istiklal marşıda söylenir. Bayrakta yeri geldiğinde asılır. O
bayrakta bizimde kanımız var.
İİstiklal marşı için durumu iyi açıklayarak okumayabilirsiniz. M.Kemalin
resmi asılabilir, öneriyorum.Bir slogan yazdırmak istiyorum;
Oligarşik düzen kaybedecek, Demokrasi ve adalet kazanacaktır.
Bunun üzerinde spekülasyon yapmayın, ertelemeyin. Karar düzeyine geçin,
ertelemeyin. Zaten geçeçektir, bundan sonra başka şeyler olursa
getiririsiniz
bu isimler islami tarihi inceleyerek demokratik islamı açıklamalıdırlar.
İslami çevrelere karşı bunun yorumunu yapabilirler. Hizbullahın tarzını aşıp
islamın demokratik yorumun yapabilirlerse iyi olur. Selamlarımı söyleyin, bu
temelde çalışsınlar. Devlette bunun hazırlığı var. Diyanetin bu yönlü
çalışmaları var ve bunlar olumlu. İranda da bu yönlü tartışmalar var. Bence
Türkiye bunun öncülüğünü yapabilir. Bu İrana bırakılmamalı.
>DEF HALKA VE AYILAR
>Bu yazı başlı başına kendisine Marksist diyen birinin alt yapı ile üst yapı
>arasindaki sebep sonucu ilişkisini kavramamanın ve tüm gelişmeleri niyetle ideolji ile
>açıklamaya çalışmanın tipik bir sefalet örnegi.
>DK sürekli Marksist oldugunu vurgulamaya özen gösterir.
>Simdi anlaşılıyor ki buna gereksinimi var.
>Marksizm sürekli ekonominin daha geniş bir deyimle alt yapının
>belirleyiciliğini vurgular. Ve politik planda yine geniş bir deyimle üst
>yapıdaki gelişmeleri alt yapıyla ilintiler.
>Bu yazıda globalizmi anlamaya çalışan DK ne sermaye hareketinin değişimini
>ne de ihtiyaçlarını görebilmiş.
>Sanki birileri kafalarından yeni tanım yapıp yeni ulus kavramı üretmeye
>çalışıyor.
>Bir yerde bile bunun ekonmik gerekçesi ne hangi ihtiyaçtan doguyor gibi
>soru somamış soramamıştır.
>Niye özelillikle Sovyetlerin çöküşünden sonra kendilerine Marksist
>diyenlerin(eski
>anlamda) ekonomi tartışamadıklarını ve bundan şeytan görmüş gibi
>ürktüklerini sormak gerekir.
>Gerçi DK için özel bir neden de var. O ekonmiden hiç anlamıyor.
>Aslıda ulus kavramını tartışan biri niye insanlığın tarihinin bir evresinde
>ulus ortya çıkmıştır diye sorar. Ve bunu sormak için Marksist olmaya bile
>gerek yok.
>Ama bir Marksist uluslaşma gibi bir olayın ekonomik nedenlerini bulmak ve
>anlamakla yükümlüdür.
>Defalarca tekrarlandı ama yinelemek gerkiyor anlaşılan.
>Uluslasma süreci ile kapitalizmin ortaya çıkışının ayni tarihi döneme
>gelmesi bir rastlantı bir keyfi gelişme değildir.
>Uluslaşma kapitalizmle ortaya çıkan yöresel sermayenin politik örgütlenmesi
>ve yeni ideolojik şekillenmesidir. Bir biriyle yarışma ve rekabet halinde
>ortaya çıkan sermaye birikimleri kendi pazarlarını güvenceye alabilmek ve
>giderek başka pazarları kontrol edebilmek için uluslaşarak ideolojik ve
>devletleşerek askeri ve politik olarak örgütlenmişlerdir.
>Yani uluslaşma herşeyden önce ekonomik nedenlidir.
>Umarım DK bu sonderece yalın açıklamaya itiraz etmiyordur.
>Peki bu gün uluslaşma olayında diyelim ki DK nin dedigi gibi sadece bir
>takım ulus devleti yeniden tanımlamya çalışsinlar (kesinlikle son derece
>eksik ve ekonomik temelden yoksun bir açıklama)
>bir Marksist isterse bu denli yüzeysel olsun bunun
>ekonomik gerekçesi nedir diye sormali.
>Böyle bir soruyu DK nin bu çalakalem yazsinda görebilen varsa beri gelsin.
>Üstelik kendisini komik duruma düşürme bahasına Avrupanin birliğine
>yönelinmesi Amerika Birlesik Devleti karşısında Avrupa Birlesik Devleti gibi
>bir yapıyla çıkma isteği olarak kondugu gibi nereden keşfetti ise yer
>yüzünün ilk uluslasmasi dedigi ABD ve Fransa ( ABD iç savas yaşadığı Fransa
>da ihtilal oldugu için DK bunlari ilk sayıyor. Biraz tarih kitaplarını
>karıştırırsa bu tip ihtilal ve iç savaslar yaşamadan uluslaşma sürecini yaşamiş
>bir sürü devlet bulacaktır) etniye ve dine dayanmadıkları biçimine dönüsün
>oldugunu idda ediyor.
>Yine soru diyelim ki öyle .
>Niye.
>Hangi ihtiyaçtan kaynaklandi bu.
>Ekonomik temeli ne?
>Bunlara cevap bulamazsınız DK karalamalırında.
>DK Kayserilinin eşegine benzetmis gelismeleri.
>Onun ekonomiden anladigi da eşegin iki kez satılmasından edilinen ticaret
>kadardır.
>Kapitalist ekonomiyi eşek boyama düzeyinde kavrayabilen bir "Marksist" tarih
>tarafından,ekonominin belirleyiciliği ilkesi tarafindan, yerle bir edilen
>Leninizmi bize tekrar boyayarak satmaya çalışıyor.
>Marksiszm herseyden önce kapitalizmin anlaşılması eleştirilmesi
>dinamiklerinin ögrenilmesi ve bilince çıkarılmasıdır.
>Kapitalizmi anlayamıyan birisi Marksist olamaz. Ve DK de aslında değildir.
>Cehaletin tipik örnegine bakın.
>"...arti degeri yaratan biricik meta olan iş gücü için aksine
>sinirlar kalinlastirilmaktadir."
>"Arti degeri yaratan biricik meta isgücü"
>Iş gücü kendi başına hiç bir şeydir. Işgücünün artı deger yaratabilmesi için
>üretim araçlarına gerek vardır. Ve kapitalist ekonomide sermaye, üretim
>araci ve is gücü artı deger üretebilir. DK nın tanımına göre milyonlarca
>işsizi olan Türkiye en fazla arti deger üretilen yer herhalde(!)
>DK nin belli ki gerkli birikim olmadan filzofluk yapmaya kalmasının
>sonuçlarından olsa gerek sürekli kısa devre yapan bir sistematiksizliği var.
>Iş gücü olmadanArti değer yaratılmayacagına ve kar olamıyacagına göre, kar
>olmadan da kapitalist ekonomi olmayacağına göre nasıl oluyorda iş gücüne
>konulan sınırların kalınlastığı sonucuna varabiliyor. Çünki "ulustan" baska
>kuş tanımayan DK sermaye yöneliminin sınır tanımadan o kahvelerde "ağır"
>üretimde kullanılan işgücüne kendisi gitmektedir. Bu süreçteki gelişme ile
>birlikte Soguk savaşin sonuçlarından olan gelişmemiş ülkelerdeki iş gücünün
>dengesiz daha dogrusu dengeleri alt üst ederek baska cografyalara akma
>eglimi zayıflatılabilecektir.
>Yani is gücü için sınır kalınlaştırılmıyor. Sermeye iş gücünün yogun ve atıl
>oldugu bölgelere yöneliyor.
>Soguk savas nedeni ile güvencesiz buldugu için rahat hareket edemiyen
>sermaye bir yandan politik stabilze çalışmalarını sürdürürken diğer yandan
>da ulusal sınırların politik nedenlerle belirledigi hukuk sistemini aşarak
>kendi gelişmesi için en uygun zemini yaratmaya yöneliyor.
>Eger örnegin ülkemiz kapitalist gelişmesini normal sartlarda yasamis olsa
>idi bu gün milyonlarca insan Avrupa kapılarında olmazdı. Ve o zamnda DK de
>sınır fobisi üzerine felsefe yapamazdı.
>Buyrun bir baska cevher.
>Birakın ekonomiden bahsetmeyi kazara biraz ilişkilendirse gaf üzerine gaf
>yapıyor.
>"Ulus her seyden once, genis yeniden uretimin geregi olan standart ve
>egitilmis is gucu ihtiyacinin urunu olarak ortaya cikmistir...."
>Şimdi anlamak istiyorum. Geniş standart ve eğitilmiş iş gücü için neden ulus
>gereksin. Kapitalizmin çıkışı ile uluslaşmanin ortaya çıktığına sanıyorum DK
>itiraz etmez. Peki kapitalizmin yeni geliştiği dönemlerde de "eğitilmiş
>standart is gücüne" gereksinimi vardi sistemin?
>Genis yeniden üretim
>kapitalizmin belirli bir gelişmişlik dönemine tekabül eder. Bu bir.
>.
>Komedi ama olsun.
>Mesela Bengaldeş standardasyonu.
>Veya Türkiye standardasyonu.
>Kenya standarsyonu.
>Vietnam uluslaşmasını sonucu Vietnam standardasyonu.
>Bu görüşün ciddiye alınabilecek bir yanı yok.
>Bakın belli bir gelişmilik düzeyinde ancak kapitalizm standardasyona gitmeye başlıyor. Ve Bu standardasyona ulaşabildikleri ölçüde gelişme yaşanıyor. Bunun uluslşama ile ilgisi hakim oldukları coğrafya ile başlangıçta standardasyonu sınırlamaktan başka bir şey değildir. Üretim sürecinde yakalanan bir gelişmedir.
>Aşağıda söz edeceğiz ki DK nin dediği dğru bile olsa evrensel bir sistem alaon kapitalizmin belli bölgelerde ulaştığı standardasyonu evrensel hale getimek diye bir sıkıntısı yok mu? Bu bile uluşılan yoğun yeniden üretim standardisyonunun tüm dünyada genelleştirilebilmesi için ulusal sınırların yarattığı farklı hukuk kuralları ve ekonomik işleyişi kaldırarak merkezi anlayşının ve kuralların yerleştirilmesini zorunlu hale getirmez mi.Ki bu gün yapılan da bu değilmidir.
>Sosyalizmi sürekli evrensel anlamda yorumlamaya çalıştığına vurgu yapmayı seven DK kapitalizmin de evrensel bir sistem olduğunu ne zaman görecek.
>Peki nasıl oluyor da uluslar arası büyük firmalar çeşitli cografyalarda
>egitilmis standard iş gücüne ulaşabiliyorlar.
>Toyata dünyanin neresine giderseniz gidin standard egitilmis iş gücünü
>yaratir ve her yerde ayni sistemle çalisir.
>Beki bunun için niye ulus gereksin.
>Veya Türk ulusculugu ile Japon ulusculugunun bu alandaki ilintisi ne?
>Tek argüman merkezi egitim olabilir ama bu egitim de standardasyon
>firmalarca saglanir.
>Egitimin ekonomi ile ilgisini biliyoruz. Tabii bizimkisi hariç. Ama DK
>diyorsa isçi egitimi için uluslasilmistir ne diye ayri ayri ulusal egitime
>gerek duysunlar.
>Ford egitim sistemi veya Mc donald egitim sistemi ile pek ala
>çözümlüyebilirlerdi.
>Diyelim ki bu "harika" tespit doğru.
>Bu idda bile globalizmin ulusal sınırları (ki her halde her ulusal sınır
>ayrı bir standardlaşmayı ifade eder) uluslar arası strandartları hakim
>kılmak için kaldırmak zorunluluğu ortaya çıkar. Yani bir anlamda DK kendi
>kendini yalanlıyor.
>Bir başka nokta (noktalar diğer deyişle gaflar bitmiyor ki) Avrupa
>birliğinin oluşma sürecini ABD ile mücadele etmek için uluslaşmanın yeniden
>tanımlanması olarak alıyor.
>Gel de gülme.
>ABD Türkiye gibi kendisine göbekten bağlı bir müttefiğini AB liğine girmesi
>için zorluyor. Ve bu nedenledir ki ABD nin bastırması ile AB birliği onca
>sızlanmalara rağmen Türkiyeyi aday olarak kabul etti. Peki madem böyle bir
>karşıtlık ve kutuplaşma vardı ise nasıl oluyorda kendi hakimiyetinde olan
>bir pazarını AB liğine ikram ediyor. Veya Yunanistanın AB de olmasına tek
>itiraz koymuşmudur. Veya niye Yugoslavyadaki gelişmeler müdahale etmiştir.
>Veya Avrupa ABD nin peşine taklıarak Irak operosyanına dahil olmuştur.
>AB ne benzer gelişmelerden birisi de Amerika kıtasında yaşanıyor. Diğeri
>uzak asyada.
>Yani bu gelişmeler hep birileri biryerlere karşı olduğu için mi yaşanıyor.
>Yoksa yoğunlaşan ve UZUN ZAMANDIR ULUSSUZLAŞAN sermeye ulusallığı bölgesel
>örgütler aracılığı ile aşma sürecine mi girmiştir.
>Bu denli net gelişen ve günlük pratikte de sürekli kendini ifade eden bir
>süreci niye DK miğde ağrıları çekerek tersten yorumluyor.
>Çünki onun öğrendiği Marksizim dünyayı ulusal bazda anlamaya çalışmış ve bu
>"anlamadıkları" çerçevesinde ideoloji üretmiştir.
>Bir dünya devriminden bahsederken bile ulusların bu günki şekili ile var
>olacağı öngörülmüştür.
>Eğer uluslaşma sürecinin aşıldığı kabul edilecek olursa ayaklarını
>basacakları yer kalmayacaktır.
>Bunun da ötesinde Kapitalizmin girdiği bu evrenin ilerici karekterini öne
>çıkarmak zorunda kalacaklardır.
>Garibim üstüne üstüne gelen onca veriye bu uluslaşmanın açılması değil
>uluslun yeniden tanımlanmasıdır biçiminde kıvrılma ile cevap vermek
>zorunda kalıyor.
>Ve bu sürecin olmadığına tek kanıt olarak da işgücüne konulan sınırlama
>gerekçe gösterilebiliyor.
>Bu gerekçesi ortadan kaltığında ise tam bir teslimiyet ve çaresizlik ortaya
>çıkıyor.
>
>"Kimileri globallesmenin bunu engelleyecegini sanmaktadirlar. Hayir,
>kapitalizm bir yandan esitleme egilimi icindedir ama, diger yandan da
>esitsizlikleri derinlestirir. Mallarin ve sermeyenin akisinda sinirlar
>kalkmaktadir ama, arti degeri yaratan biricik meta olan is gucu icin aksine
>sinirlar kalinlastirilmaktadir. Eger yer yuzu olcusunde, isgucunun serbest
>dolasimi olsa; isteyen istedigi yere gidip, tipki bir ulke icindeki gibi
>esit hakli bir yurttas olsa, yani kelimenin gercek anlamiyla ulusal devletin
>sonu olsa, uzun vadede bu fark ortadan kalkar, ama bu olmadigi surece de,
>globallesme fiilen apartheit sonucunu verir."
>Bu pararafta belirtilen düşünceleri maddeliyelim.
>1-kapitalizm bir yandan eşitleme eğilimi içindedir.
>2-Diğre yandan da eşitsizlikleri derinleştirir.
>bu iki görüşü açıklarkende
>1- Malların ve sermayenin akışında sınırlar kalkmaktadır
>2-İşgücüne sınırlar kalınlaştırılmaktadır.
>Bu iki yandan işgücüne sınırlama kalkarsa ne olur sorusuna bakın ne diyor.
>"Eger yer yuzu olcusunde, isgucunun serbest
>dolasimi olsa; isteyen istedigi yere gidip, tipki bir ulke icindeki gibi
>esit hakli bir yurttas olsa, yani kelimenin gercek anlamiyla ulusal devletin
>sonu olsa, uzun vadede bu fark ortadan kalkar,"
>Büyük marksist diyor ki kapitalizmin eşitsizlikleri derinleştirmesi iş
>gücünün dolaşımındaki engeller kaldırıldığında ortadan kalkar.
>Hayır bu kalkse da kapitalizmin eşitsizlikleri derinleştirmesi kalkmaz.
>kapitalizm eşitsizlik üzerine kurulmuş ve özünde sosyal kaygıları olmayan
>doğal bir sistemdir.
>Bu gün gelinen aşamada sosyal kaygılar, iradi müdahale ile kapitalizme kabul
>ettirilmiştir.
>Yine iradi müdahale (insan insiyatifi) sosyal kaygılarla kar arasındaki
>doğru orantıyı sisteme kabul ettirmiştir. Bu da(iradi müdahale) kapitalizmin
>dayandığı bireysel insiyatifin sınırsızlığına sistem niteliği kazandırmış ve
>belirli düzeyde sistemleştirebilmiş sosyalleştirebilmiştir.
>Bunu burada bırakıp yukardaki maddelemenin mantığını bir başka açıdan
>tartışalım.
>DK karalamasına göre iş gücündeki sınırlama kaldırılırsa sorun çözülecek.
>Peki işçi akışının gelişmiş ülkelere ( bu bugünün gerçeğidir) önlenerek
>yaratacağı sosyal dengesizliklerden kaçınmak için yoğunlaşan sermayenin iş
>gücünün yoğun olduğu alanlara yönelerek o bölgelerdeki kapitalistleşmeyi
>geliştirmesi ve insanların yaşadıkları sosyal çevreyi terk etme
>zorunluluklarının kaldırılması niye sorunu çözmüyor. Eğer bu gün AB birliği
>üyesi bir ülkeden diğer ülkeye gidebilen bir işgücü açısından bir sınırlama
>yoksa veya en aza indirilmişse bu birlikteki ülkeler arasında gelişmişlik
>düzeyinde bir yakınlığın olmasından değlmidir.
>DK nin kapitalizmde gördüğü eşitleme eğlimi (gelişmişlik açısından)
>geliştikçe işgücüne yönelik sınırlamada doğal olarak azalarak kalkacaktır.
>Ve aslında iş gücünün sınırlanması konusunda yaşananlar insanlık açısından
>bu gün daha olumludur.
>Artı değerin oluşmasındaki ana unsurlardan olan iş gücünün yoğun bulunduğu
>bu yoğunluğu nedeniyle daha ucuz olduğu alanlara sermayenin yönelerek
>kapitalistleşmenin sağlanması yönündeki eğilim uzun vadede insanlığın soğuk
>savaş nedeniyle kaybettiklerini onarmak anlamındadır da.
>Basit bir biçimde işgücünün hareketinin sınırlanmamasının sonuçlarını
>Türkiye çerçevesinde görmek mümkün.
>Bakın İstanbula.
>Bakın Kocaeline
>Bakın izmire
>Adanaya
>İş gücünün hareketi sınırlanmamış ve bu kentlerde anormal yığılmalar
>gecekonduları yoksulluk plansızlık kontrol edilmemz hale gelmiştir.
>Yatırımların karlılık nedeniyle en fazla yapıldığı bölgelere akışı kimse
>durduramamış ve şu anda kimse çözememektedir.
>Önümüzdeki dönemde Türkiye ve Ortadoğu pazarı için çok ciddi geliçme
>potansiyeli taşıyan Güney ve güneydoğuda yaşanabilecek bir sanayileşme
>herşeyden önce büyük kentlerin üzerindeki o korkunç baskıyı kaldıracağı gibi
>iş gücü akışı doğuya doğru yönelim kazanacaktır. Ve bu nefes alış ise bir
>çok şeyi yeniden düzenliyebilme şansı da yaratabilecekitr.
>Bırakın sınırları. İşgücü akışı tamamen ekonomik nedenlidir.Bu nedenler
>azaltıldığı veya kaldırıldığı ölçüde sınırlamanın da anlamı kalmayacaktır.
>Bu gün gelişmiş ülkelerin koyduğu sınırlama başka başka ulusların kaş göz
>rengini sevip sevmeme değil bir İstanbulun veya bir başka mettropol kentin
>yaşadığı sonuçları yaşamamak için alınan bir önlemdir. Eğer bunun da
>sorumlusu aranacaksa kapitalizin karekterinden önce erken sosyalizm
>maceracılığının yarattığı politik ve ekonomik sonuçlara yoğunlaşılmalı.
>Nitekim kendilerinin gidemediği dönemde sermaye işgücüne kapısını açmış ve
>bu yüzdendir ki milyonlarca insan DK nin yaşadığı yerlere akmıştır.
>Yaşadığımız tarihi dönem yoğunlaşan ve ulussuzlaşan sermayenin yörsel
>politik örgütlenmeler olan ulus ve devlet örgütlenmesinin aşıldığı bir
>süreçtir. Ve ilericidir. Ve kala kala elinde bir tek iş gücü sınırlaması
>gibi argümanı kalan DK eğer bu sürecin aşılmasının işaretlerini görecek
>kadar yaşarsa
>elinde def ile burnuna "demir marksizm komedisi" halkası takılmış
>"ayı"bulmakta zorlanacaktır.
>
>Vaner Alkaç
>
>Globalleşme ve “Ulus Devlet”in Sonu
>Herkes “Ulus Devlet”in sonundan ve bunun globalleşmenin veya Avrupa Birliği’ne girmenin gereği olduğundan söz ediyor.
>Globalleşme “ulus devlet”in sonunu değil, ulusun yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde, Avrupa Birliği de, ulus devletin reddetmemekte, ulusu yeniden tanımlamaktadır.
>Ulusun bu günkü gibi bir “etni” ya da dile bağlı olarak tanımlanması çok yenidir. Ulusçuluk ilk çıktığında, yurttaşlık ve ulusdaşlık kavramları adeta özdeşti ve ulusun dil ve etniyle zorunlu bir ilişki içinde olduğu türden, bu günün ulusçularına çok yabancı gelen, bir anlayış yoktu. Ulusçuluğun ilk çıktığı, yeryüzünün ilk uluslarını kuran Amerikan ve Fransız devrimleri böyle bir anlayışla ilk ulusları kuruyorlardı. Bu günkü gibi, dil ya da etniyle bire bir çakışmaya dayanan ulus anlayışı daha sonra, yirminci yüzyılın başında doğmuş ve Wilson ve Lenin’in “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı” formülüyle de adeta evrensel bir nitelik almıştır.
>Ne var ki, bu günkü dünyada, iki önemli değişim, ulusal devletleri tekrar ulusçuluğun doğuşundaki ulus anlayışına dönmeye zorlamaktadır.
>Birincisi, Amerika Birleşik Devletlerin gücüyle rekabet edebilmek için, Avrupa ülkelerinin bir Avrupa Birleşik Devletleri kurmak zorunda olması ister istemez, ABD’nin dayandığı ulus anlayışına bir geri dönüşü zorlayacaktı. Onun eski olması, daha modern ve kapitalizmin ihtiyaçlarına daha uygun bir ulus anlayışına dayanmasını ortadan kaldırmıyordu.
>Bugün, ulusçuluğun bu eski biçimine dönüş, “ulus devlet”in sonu veya aşılması türünden sözlerle, tıpkı Kayserilinin eşeği boyayıp babasına satması gibi, allanıp pullanıp piyasaya sürülüyor. Hayır, ne ulus devlet sona eriyor, ne de aşılıyor. Olan, ulusun yeniden tanımlanması, ve yurttaşlık ve ulus tanımlarının çakışması, yani kültür, dil ve etninin bir ulusun tanımından çıkarılarak, politika dışı alana itilmesi ve bunlar karşısında devletin “laikleşmesi”dir. Yani, devletin dile, etniye veya beli bir kültüre dayanmaması, nasıl insanların dinleriyle uğraşmıyorsa, dilleri, kültürleri ya da etnileriyle uğraşmamasıdır, en azından biçimsel olarak, hukuki bakımdan.
>Ama geç ulusçuluğun çıkardığı ulus anlayışın aşındıran ikinci yön, teknik ve iş gücündeki değişmelerdir. İş gücü göçleri, bütün dünyanın kapitalist şehirlerinde, farklı etnilerden, kültürlerden, dillerden insanların yoğunlaşmasına ve bunların bir çok nedenle bu kimliğe sarılmasına ve ona siyasal bir anlam vermesine yol açmaktadır. Diğer yandan, enformasyon teknolojisindeki gelişmeler de hem bir yandan bu süreci güçlendirici bir etki yaratmakta, (örneğin Türkiye’deki Kürtlerin Medya TV’yi veya Almanya’daki Türklerin Türkçe Kanalları izlemesi) ama aynı zamanda bu sorunun geniş yeniden üretim ve standartlaşmaya engel olmadan, aksine onu destekleyerek çözümünün yolunu açmaktadır.
>Ulus her şeyden önce, geniş yeniden üretimin gereği olan standart ve eğitilmiş iş gücü ihtiyacının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle başlangıçta standartlaşmaya vurgu ve farklılıkların silinmesi temel dayanağı olmuştur. Ama bu bir kere sağlandıktan sonra, teknik gelişmeler de olanak sunuyorsa, bu standart olan içinde belli bir renklilik pek ala kapitalist yeniden üretimin bir gereği haline gelebilirdi. Ve işte tam da bu nedenle, çok kültürlülük, renklilik, ulus devletin sonu gibi söylemler günün modasıdır. Bu Değişim, Avrupa Birliği gibi farklı ulus devletlerin bir araya gelip yeni bir ulus devlet içinde erimeleri gibi bir gereklilikten kaynaklanmasa bile aynı türden bir ulus anlayışını mümkün ve gerekli kılar.
>Ne var ki, ulusun bu yeniden tanımlanışı, otomatik olarak eşit haklı ve eşit düzeyde ulusları yaratmaz. Ulusun bu yeni tanımlanışı madalyonun öbür yüzü, yeryüzü ölçüsünde bir apartheit anlamına gelmektedir. Avrupa, ulusu, etniden, dilden, kültürden soyutlayarak, tıpkı bir zamanların ABD’sinde olduğu gibi tanımlamakta; Amerika İspanyolca’yı ikinci dil yapmayı tartışmakta, ama diğer yandan, yurttaşı olmayana, yani bölgenin dışında yaşayan veya içinde ama yurttaşlık hakkı olmadan yaşayana karşı duvarlar örmektedir. Dolayısıyla, ulus devletin sonu diye tanımlanan, ulusun yeniden tanımlanışı ve bu tanımlamada dilin, etninin ve kültürün değil, hukukun ve belli bir yerin kriter olması, yeryüzü ölçüsünde bir apartheit rejimine denk düşmektedir. Ulus devlete son verdiği söylenen yeni ulusçuluk, yeryüzü ölçüsündeki ırkçılığın aracı olmaktadır.
>Kimileri globalleşmenin bunu engelleyeceğini sanmaktadırlar. Hayır, kapitalizm bir yandan eşitleme eğilimi içindedir ama, diğer yandan da eşitsizlikleri derinleştirir. Malların ve sermeyenin akışında sınırlar kalkmaktadır ama, artı değeri yaratan biricik meta olan iş gücü için aksine sınırlar kalınlaştırılmaktadır. Eğer yer yüzü ölçüsünde, işgücünün serbest dolaşımı olsa; isteyen istediği yere gidip, tıpkı bir ülke içindeki gibi eşit haklı bir yurttaş olsa, yani kelimenin gerçek anlamıyla ulusal devletin sonu olsa, uzun vadede bu fark ortadan kalkar, ama bu olmadığı sürece de, globalleşme fiilen apartheit sonucunu verir.
>Bunun için, sosyalistlerin ve ulusçuların programı arasındaki temel fark, ulusun yeniden tanımı ile; nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusal birim ile siyasi birimin çakışmasını reddetmek arasındaki farktır. Yani dil ya da kültürü değil, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusu politik alanın dışına atmaktır.
>Bunlardan biri, örneğin, Türkiye gibi bir ülkeyi, örneğin bütün dillerin özgürce konuşulup öğrenildiği ve geliştirildiği, yani demokratik, dolayısıyla gelir farklarını nispeten törpülemiş, İspanya, Yunanistan benzeri bir ülke yapma; yani yeryüzünün beyazları arasına katılma sonucunu verir; ama diğeri yeryüzünden beyazlı yok etme. Bu nedenle biri demokratik muhalefetin, diğeri de sosyalistlerin programı olabilir.
>24 Kasım 2000 Cuma
>>
>>Değerli Arkadaşlar
>>Sanıyorum bir server arızası yüzünden iki gündür Ne Duvar Gazetesine ne de Serbest Kürüsye girmedim.
>>Sevinerek söylemeliyim ki giderek ortak bilincin ve dilin geliştiğini gözlemliyorum bu forumda.
>>Öncelikle Mehmet Aslanın yazsına yönelik tepkilerde haklılığı ne olursa olsun kullanılan dille Sayın Aslanın vurgusunun zayıflatılmasına bizzat kendisinin gösterdiği sert tepki yakalanması gereken kültürel düzeyin işaretlerini yansıttığı için son derece sevindirici.
>>Bunun yanısıra Sayın Arkadaş içten ama kişiselliği ağır basan bir açıklama ile karşılamış bu yazıyı.
>>Ve yanlış tahmin etmiyorsam kendisi ÖDP li.
>>Yine bir başka ÖDP li olan Sayın Vanlının cevabı da oldukça ilginç.
>>Ayni siyasi yapıda kendilerini ifade etmeye çalışan bu iki arkadaşın birbirlerinden son derece farklı değerlendirmeleri bile bize yaratılması gereken demokratik anlayışın örneklerini verirken oluşturulması gereken yeni sistematiğimizdeki arızalar üzerine yoğunlaşmamız uyarısını da yapıyor.
>>Peşinden Memduh Hacı arkadaşımız Nuri Nemrut adlı bir tartışmacıyla sanıyorum başka forumlardaki bir tartışmasını aktarmış. Özellikle Sayın Hacının sistematiğindeki son derece sevindirici gelişmeler (veya var olanı benim görebilme durumum)umutlandırıyor keyiflendiriyor.
>>Bunun da ötesinde sayın Rojanın doğmatik önyargıları takmadan sol literarür diye bize kakalananların üstüne yürekilce giderek lafazanlık dayatmalarına düşünsel meyden okuyuşu herşeyi yeniden yeniden ve birdaha yeniden düşünüp bu günün en gerçekci ve gerekli politik hattını bulabilmenin akıncılığını üstlenmesini heycanla karşıladığımı da vurgulamak isterim.
>>Tolos bizim yüreğimiz heycanımız olmayı istiyor.
>>Ve artık isim vermeden evrenselleştirerek eleştirmeye çalışıyor. Mesajının alındığının bilinmesini istedim.
>>Birazda benim hastalığım olsa gerek. müziğini daha güçlü duymak isterim.
>>Kısacası sevindim.
>>Aslında bu açıklama yazısını yazarken derdim başka idi. Ama bir anda sevincimi paylaşmaktan alıkoyamadım kendimi.
>>Forumlara ulaşamadığım süre içinde hazırladığım bazı yazıları da istediğim yerlere asamadım tabi.
>>Bir çok kez tekrarladım.
>>Sol içindeki demokratik kesim içindeki tartışmaları bu gün için sağla yapılabilecek devletle yapılabilecek tartışmalardan çok daha fazla önemsiyorum.
>>Bizler yenilmeden önce yanıltıldık. Ki bizi yenebildiler.
>>elbette karşı güçlerin bu yanltılmamızda misyonları gereği payı var. Ama asıl yanıltmayı biz kendi kendimize doğmalar mitler yaratarak demokraisi kültürünü yaratmayarak yaptık.
>>Bu bağlamda uzun zamandır Demir Küçükydın şahsında götürülen ve zaman zaman son derece tehlikeli boyutlara ulaşan bir yanıltma girişimine karşı koyma diye bir görev çıkardım kendime.
>>Bir şey yanlış anlaşılmasın. DK ne söylerse yanlış söyler diye bir mantığım yok.
>>Örneğin Kolombusun Yumurtası adlı yazsına ilk tepkim kutlama yazsıydı. Ve peşinden düşünce sistematiğindeki arıza nedeniyle vardığı sonucun zorlama ile yamultulmuş ve ters sonuç çıkarılmış olmasını temel alan bir çalışmam oldu.
>>Hatırlanacaktır en son İmralı açıklamaları çerçevesinde Öcalanın bayrak, istiklal marşı, Atatürk resimlerinin asılması ve islamiyetin demokratik yorumu gibi HADEP e yönelik talepleri konusundaki düçüncelerini açıklmasını istemiştim DK den. Yine bu forumda da yer alan açıklaması gereken nedir başlıklı bir cevap verilmişti.
>>Bu konuyla ilgili cevabi yazımla yine Globalleşme ulusallığın sonu mu başlıklı yazısını tartışan bir başka yazıyı da buraya asıyorum.
>>Saygılarımla
>>Vaner Alkaç
>>