Profosyoneller Ve Amatörler
[ Serbest kursu ] Makale yazari: V Tarih, gün ve saat : 27. Eylül 2000 06:54:50:
Profesyonellikle amatörlük arasında birinin ilgilendiği konuyu geçim aracı
haline getirmesindedir. Elbette ilgilenilen konunun geçim aracı olması
konuyla ilgili tüm bilgileri toplamak ve tüm üçkağıdını bilmek gibi
zorunluluğu da dayatır.
Gerçi sözğün kaynağı olan batı da profesyonellik bir anlamda uzmanlık içerse
de bizde daha çok kurnazlık biçiminde ortaya çıkar.Örneğin ABD nin Ermeni sorununu politik arenada kullanması politik
profesyonelliktir.
Yani konunun kullanılabilme sınırları amaca uygun olarak zorlanmış ve artık
zorlamanın amacı gölgeleyebileceği yerde durdurulmuştur.Bu gösterinin politik boyutu kendilerince buraya kadardı.
Ama bu gösterinin ideolojik boyutunun devam etmesi de gerekmekte. Bu noktada
kendisi politik güç olarak devreden çıkarak ikinci ve üçüncü derecen
kalemşorları kampanyanın etkilerini daha uzun bir zaman dilimine yayma ve
daha önce bir avuç tuzun hikayesi yazımızda bahsedilen koç başı işlevini
küçük vuruşlarla sürdürmeyi öne çıkarma dönemine girilmiştir.Bu dönemin de kendine özgü profosyonelleri var tabi.
Türkiye basınında da bu ikinci aşamanın profosyonellerini görmek mümkün. Ama
sol kökenden gelip de bizim daha yakından tanıma olanağını bulduğumuz iki
buçuk tiple bu irdelememizi sürdürelim. Tabi profesyoneller açısından.İbrahim Seven ve yanındaki buçuk giderek güçlenen inancıma göre Ermeni
lobisinin finanse ettiği ve sadece bu konunun sürekli gündemde tutulması
amacıyla oluşturdukları bir tartışma forumunun varlığı bilinmekte.Biliyorsunuz ki Mahmet Eymür yani eski mit üst düzey görevlisi ATIN adı
altındaki bir internet sitesini ABD den yayınlıyor. Devlet içindeki
kapışmalarda gereketiği zaman gereken bilgilerin kamu oyuna yansıtılabilmesi
ve tasfiye edilmek istenen grubu sıkıştırabilmek için ABD koruması altında
ve elbette onun proğramı ile bağlantılı çalışmalarını sürüdürüyor.
yine bu site birbuçukluk ekibin sitesini link olarak da verdi.
Diğer örneğimiz ise Taner Akçam kimliğinde ki devlet merkezli karşı çalışma
grubunun kalemşorudur.
Bir süredir devlete akıl verenler "konunun tümden inkarı veya yok sayılması
yerine evet böyle bir olay olmuştur ama tarihi nedenleri de vardır. Eğer
konuyu anlamak isiyorsak tüm tarafların katılacağı tarihciler aracılığı ile
tartışmaları geliştirelim" biçiminde yaklaşılmasını öneriyorlar. Ve
anlaşıldığı kadarı ile "sol akıllı devletciler" tarafından da bu kabul
edilerek resmi politika haline getirilmiştir.Bu yaklaşıma örnek olması açısından Taner Akçam ile Kanada radyosunda yapılan bir söyleşiyi internet forumlarına asmıştı . Tercümesini ve yorumunu aşağıya ilgileneler için tekrar aldım.
Bu iki profosyonel eğlimin ve onların bence ucuz kalemlerinin konunun ne entellektüel ne insani nede olayların yarattığı sosyal tahribatın boyutlarından ders alınarak kötü bir örnek olarak da olsa toplumsal bilince kazımak diye bir dertleri var.
ABD ve benzeri ülkeler kendi politik proğramlarının bir parçası olarak olayı kullanıyorlar.
İlginçtir bu kullanış biçimi bir anlamda Türkiyede köklü değişiklik isteyenlerin hedefleri ile de çakışıyor.
Devlet ise ya yaşanan bir tarihi gerçeği cepheden red ederek ya da gelin tarihcileri konuşturalım babından bir oyalama ile cevap veriyor.
Devlet ne yapıyorsa karşı çıkmayalım diyen bir seyirci arkadaş ise bu oyalama oltasındaki yeme takılarak Bahçeli ve Ecevitle paralellikte örtüşmekte sakınca görmüyor.
Yine devletin gayri meşru sol çocukları da "bağımsız Türkiye adına" bu politikalara desteğini sürüdürüyor .Peki ülkemizdeki ilericiler demokratlar sosyalistler konu ile açık net tavır alabiliyorlar mı?
Politikaları var mı?
Birbuçuklukprofesyoneller HADEP in görüşü nedir ÖDP nin görüşü nedir biçiminde sorularla yükleniyorlar. Ve aldıklarını da hak ediyorlar.
CHP ise içler acısı demeyiceğim.
Tarihi olarak bu yaşananların politik mirascısıdır.
Kürt sornunun olduğu gibi.
Gıkları çımıyor veya çıksa da Bahçeliyi aşmazlar aşamazlar.Peki nasıl bir duruş sahibi olmalı ilericiler.
Bir kez yaşanan bu tarihi dönem tüm yanları ile açıkça kabul edilip inkar politikasının terki savunulmalıdır.
Ama bu dönemdeki olaylar değerlendirilirken "soykırım" ifadesi genel çerçevede "katlima" dönüştürülmelidir. Olya katliamdır soy kırım değil.
Ve Ermeni konusu belli bir tarihi olayların yaşandığı dönmele sınırlandırılmayıp servet vergisi dönemine dek tüm tarafları içine alacak şekilde sorgulanmalıdır.Birinci dönemde Rus işgali ile başlıyan kısımda Ermeni komitacıların eylemleri sogulanmalı ve bu dönemdeki Türk ve Kürt halkının kayıplarının dökümanları gündeme gelmelidir.
Rusların çekilmesi ile birlikte Ermenilere yönelik saldırıların başlaması ve kayıplar dökümanlanmalıdır. Bu karşılıklı saldırı dönemleri taki Ermenilerin göç ettirilmesi ile ilgili merkezi karar anına kadar katliam olarak bile değil karşılıklı milli boğazlaşma olarak tanımlanmalıdır.Ermenilerin tamamen savunmasız olduğu göç kararı sırasındaki uygulamalar öncelikle örgütsel sorumlular ve bölgesel işbirlikcileri çerçevesinde tespit edilmeli. Ve katliam nitelemesi bu dönemle sınırlandırılmalıdır.
Yine Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki Ermeni komitacılarının aktivitesi ve gerek savaş sürecinde gerekse savaş sonrası gayrı resmi türk birliklerinin saldırısı katliam değil bir anlamda ulusal boğazlaşma olarak alınmalıdır.Ermeni iddalarında pek gündeme getirilmeyen ama istikrarlı bir sisteme geçildiğinde mutlaka yüzleşilecek olan Varlık vergisi ve uygulaması tüm sonuçları ile değerlendirilerek dökümanlanmalıdır.
Ermeni konusunun biliyoruz ki bir çok devlet açısndan politik bir kulanım değeri vardır.
Ama Ermeniler açısından olay politik olmaktan öte ekonomiktir. Bir anlamda Devlet bu boyutu gördüğü için tümden red etmekten başka seçenek bulamamaktadır.
Ermeni halkından özür dilemek aynı zamanda bizde varmı bilemiyorum ama uluslar arası hukukta tazminat ödeme zorunluluğunu getirmektedir. Bu nedeneledir ki Avusturalya hükümeti inanılmaz tavizler verdiği ve yardımlar yaptığı Avusturalya yerlilerinden resmi olarak özür dilememektedir.
Sadece maliyet değil yerlilere ait olduğu savunulan topraklarda yıllardır giden işletmeleri tehlikeye sokmak istememektedir.Hangi hükümet gelirse gelsin Türkyenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar değişmeden bu konudaki poltikasının değişmesini beklemek ham hayaldir.
Peki bu durumda ne önerilebilir.
Göç sırasında gelişen olayların sorumluluğu ve Varlık vergisi sonuçlarının yaratılmasının sorumluluğu resmi olmasa bile hukuki uygulamlarla kabul edilmelidir.Bunun dışında kalanlarda sorumluluk çift taraflıdır.
Öncelikle göç olayının karar alıcıları ve uygulayıcıları ve bu olayı kullanarak kazanç elde edenler hukukı prosüdürden sonra mali olarak sorumlu tutulmalı.
Varlık vergisi uygulaması ve yaşanan bu kötü örnek Türkiyede kapitalizmin gelişmesini inanılmaz boyutlarda geçiktirdiği gibi konusunda yetişmiş insan kaybına yol açmıştır.
Bu konunun politik karar alıcıları başta olmak üzere bu olayı kullanarak Ermeni mal varlıllarını yok pahasına alanlar hukuki prosüdürden sonra sorumlu tutulmalıdır.Bu tavrın politik olası sonuçları ne olabilir.
Birincisi bir uzlaşma sürecinin başlıyor olması bu konunun politik planda kullanılması şansını azaltır.
Yine aradan bunca yıl geçmesine rağmen yapılan yanlışların hesabının sorulması insanlaradaki adalet duygularını güçlendirdiği için sosyal örgünün güçlenmesine katkı koyar.
Yine etnik kimliklerin yok sayıldığı bir politikayı ciddi bir çekilde darbeler ki ülkemizde iç barışın gelişmesine katkı koyar.HADEP in sessizliğini bir dereceye dek anlamak mümkün. Gerilimli bir ortamın içine atlamaktan kendi politik dengeleri açısından kaçınıyorlar.
ÖDP yi ciddiye alamıyoruz.
Onlar devlet icazetli ve izinli oldukları kadar politikada varlar ve yap(m)ıyorlar.Asıl soru CHP.
Konunun birinci derecede muhatabı devlet kurucusu ve politikalardan mirascı sorumlu olan partidir.
Mirascılığı İş Bankasından gelen gelirleri alırken değil bakalım hesabı verirken de kabul edecekler mi?
Vaner Alkaç
ÖDENEK BOŞA GİTMİŞTürkiye solunun en büyük hareketini çökerten ve devlet
politikası ile uyumlu hale getirdikten sonra (içeride
rehabilite edilenlerin yardımınıda da unutmamak koşulu ile)
sivil toplumculukta bekledigi ilgiyi göremiyen Taner
Akçamin bir süredir Ermeni konusu ile olan ilgisi
bilinmekte.
Taneri politik pratiğini yakından tanıyan eski DY liler
olarak Ermeni konusu ile igilenmesini hep kuşku ile
karşıladık.
Türkiyenin politik gündeminde Ermeni konusundan çok
öncelikli Kürt sorunu çıkışlı başlayan isyana sırtını dönüp
giderken geride kalanların ne olur ne olmaz bir birleşik
mücadeleye yönelmesini önleyebilmek için elinden gelen
tahribati yapmayı da unutmayan birinin devletin çok hassas
oldugu bir konuda kendi başına girişimde bulunmayacağını
bilenlerdeniz.
Bakın kendisi nasıl açıklıyor ilgisinin gelişmesini;
DP: Now your interest in the Armenian Genocide, how did it
develop?TA: It was an accident. I began to do research on the history of
violence in Turkey, especially during the period of the late Ottoman
Empire, the nineteenth century. That century witnessed the beginning
of dramatic ethnic conflicts within the Empire. I then came face to
face with the Armenian massacres, especially in the Abdul Hamid
period. That piqued my interest. I quickly realized how important the
Armenian problem was to me because it coincided with my topic of
Turkish nationalism.
Dennis Papazyan; Ermeni soykırımı ile ilginiz nasil gelişti?
TA; Kazara oldu. Türkiyedeki şiddetin tarihini , özellikle
Osmanlı Imparatorluğunun 19.yuzyildaki son dönemlerini
araştırmaya basladım . Bu yüzyıl büyük etnik çatışmalara
tanık oldu imparaotorluk içinde . Sonra özellikle Abdul
Hamit dönemindeki Ermeni soykırımı ile yüz yüze geldim.
Bu benim ilgimi çekti. Benim konum olan Türk Milliyetcigi
ile bağlantısı, Ermeni sorunun ne denli önemli oldugunu
cabucak fark ettim(ettirdi).
******
Türkiye solunda ki en büyük örgütlenmenin lider kadroları
içinde yer alan Taner Akçamın konu ile karşılaşmasını ve
açıklamadaki samimiyetin değerlendirmesini okuyucuya
bırakıyorum.
Röportajın devamını okuyunca Taner Akçamın asıl ilgisinin
Tarih mi yoksa sıkıþtırılan devlet politikasının önünü açma
çabası mı olduğunu görmekte gecikmedik.
Taner bu konunun tartışılmasında devlet baskısının yükünü
azaltmakla başlamis “akademik” çalışmasına. Bu konunun
yasaklı olmasını devletin baskısı ile açıklamaya karşı çıkıyor.Therefore I must strongly
disagree with those people who claim that the lack of discussion in
Turkey on this subject is due to governmental pressure.
Many Turkish social scientists are hiding behind the excuse that the
government forbids discussion. These people avoid the issue of the
Genocide, because the moment they tackle the issue, they will have to
change the models they have used for writing history. Instead of
facing this philosophical dislocation and solving it, they prefer to
blame the government for their lack of involvement.
.... Bu nedenle bu konudaki tartışmaların eksikligine devlet
baskısının neden oldugu görüşüne şiddetle karşı çıkmalıyım.
Bir çok Türk sosyal bilimci devlet yasağı mazeretinin
arkasýna saklanmaktadır. Soykırım konusundan uzak
duranlar konuyla ilgilenmeye başlar başlamaz alışkın
olduklari biçimde tarih yazmayı değiştirmek zorunda
kalacaklar.
******
Yukardaki paragraf batı toplumlarının alışkanlıklarını veya
beklentilerini kurnazca kullanmanın bir ifadesidir başlı
başına. Taner bilmezmi ki Türkiyede bağımsız tarih
yazıcılığı gibi bir akedemik kurumlaşmanın olmadığını?
Devletten bağımsız tarih yazmaya kalkarsanız İsmail Beşikci
gibi Yalçın Küçük gibi ya içerden hiç çıkamazsınız ya da sık
sık ziyaret edersiniz. Hele hele hiç bir çalışmanızın eğitim
sistemine sokulmayacağı gerçeği...
Herhalde çok ileri gittiğini düşünmüş olacak ki bakın bir
sonraki parağrafta nasıl viraj alıyor.
I am not saying that there is no pressure at all from the government.
But you must understand that in Turkey there is the possibility of
having open discussions on various topics and the opportunity is not
sufficiently utilized.
Devletten hiç bir baskının olmadığını söylemiyorum. Ama
anlamanız gereken Türkiyede çesitli konularda açık tartışma
ihimali var ve bu firsat etkili şekilde kullanılmadı.
Obviously, this does not mean that I see
solutions of these problems in the immediate future. On the contrary,
there may be more reasons to be pessimistic rather than optimistic.
Taner durumu öyle ballandırmış ki birileri kulağını
çekmeden o kendi kulağına asılıyor hemen. Yukardaki kısmı
tercümeye devam ediyoruz.
“Kesinlikle bu çok yakın gelecekte problemin çözümünü
gördügüm anlamına gelmez. Ters noktadan bakacak olursak
kötümser olmak için iyimser olmaktan daha fazla neden
var.”
...............
Taner bir yandan Türkiyedeki gelişmeleri pazarlarken diğer
yandan da aman fazla umutlanmayın ama gelin biz oturup
konuşmaya başlıyalım diye akıl veriyor ki biraz aşağıda
devlet adına talebinin ne olduðunu göreceğiz.
By
establishing direct relations with the Turks you will encourage them
to start communicating with you. There is nothing more important than
open and rational communication.
“Türklerle direkt ilişki kurarak onları sizinle iletişim
kurmaya cesaretlendireceksiniz. Açık ve gerçekci bir
iletişimden daha önemli bir şey yoktur. ”
DP: Your view is that if you approach the issue objectively,
the Turks will come to new conclusions, which in my mind would be
recognition of the Genocide.
Yalnız bu arada Dennis Papazyanı da yabana atmayın.
Karşısındaki insanın hangi düzeyde ve neyi temsil ettiğini de
biliyor. Ve sorularını Tanerin yetkilerini aşacak şekilde ve
son derece uyanıkca soruyor. Bakın ne diyor yukardaki
sorusunda.
“Sizin gürüşünüz eğer konuya objektif olarak yaklaşırsanız
Türkler yeni bir sonuca gelecektir ki bu da benim
düşüncemde soy kırımın kabul edilmesidir.”
Sorunun bu şekilde sorulması bizim “yeni” bilim adamımızı
sıkıntıya sokmuş ki onlar soykırımın kabul edilmesini
dayatmadan, Tanerin yetkili olduğu konuların kıvırtılmadan
ifadesine baþlanmış.TA: There is an important rule you must remember. First you must
put the question correctly, and then you must normalize the question.
You must make your question a part of an existing discourse.
”Hatırlamanız gereken önemli bir kural var. Önce soruyu
doğru koymalısınız ve soruyu normallestirmelisiniz.
Sorunuzu var olan söylemin parçası yapmalısınız “
Gördünüz mü bak ne diyor Taner, alıştığınız biçimde
sorarsanız havanızı alırsınız. Resmi söyleme yaklaşarak
sorunuzu sormalısınız. Sanıyorum Kürtlerin gittiği yolu
öneriyor “ilericilik ve ya sol adına veya devlet adına” kim
bilir(!) Bakın devamda ağzındaki baklayı nasıl çıkarıyor;
The
demand of Armenians for recognition of the Genocide is not a real
issue in Turkey at the moment. Dear Dennis, that is not quite what I
want to say.
”Ermenilerin isteği olan soykırımın kabulu şu anda
gerçek bir konu değil Türkiyede. Sevgili Denis bu benim asıl
söylemek istediğim değil.” Garibim içinden gelmesede
dostuna kötü haber veren birisi ayaklarında. Devam ediyor
“ şöyle anlatayım;sorunun var olan resmi söylem
çerçevesinde normalleştirilmesine dek, soru soy kırkım
mıydı yoksa değilmiydi veya açıklama (olarak)”önce
soykırımı kabul etmelisin ki ben seninle tartışmayı kabul
edeyim”(demek) gerçekci değil Türkiyede.
Gerçek problem bu soruyu (soykırım sorusunu) nasıl
Türkler ve Ermeniler için normalleştireceğiz. Bunun anlamı
kabul Türkiyede gündemde değil.”
Let's put it like this: Until the question is
normalized and place in the context of existing discourse, the
question "was it a genocide or not" or the statement "you must first
accept genocide then I can discuss with you" are not very realistic
in Turkey. The real problem is how we make this question [the
question of Genocide] a normal one for both Armenians and Turks. It
means, I think that recognition is not in the agenda in Turkey.
Bizim kurnaz solcu ve acemi devlet elçisi soru şekilinin
sadece Türklerin soru olarak kabul edebileceği şekilde resmi
görüşün içine sıkıştırılmasını önermiyor sorunun Ermeniler
tarafından da yanlış sorulduğunu işaret ediyor.
But before discussing "genocide," we must normalize the problem. For
example, if a worker wants more money, it is an economic question,
and everyone can discuss it without rancor. In the case of the
Genocide, we must first calm down angry feelings. We must normalize
the discourse on this issue in terms of general relations between the
Turks and ethnic groups in the Ottoman Empire.
”Soykırımı tartışmadan önece sorunu normalleştirmeliyiz.
Örneðin işçi daha fazla para isterse bu ekonomik bir
sorudur ve herkes öfkesinin (kininin)dışında tartışır
konuyu.Soykırım konusunda önce öfkeli duygularımızı
yatıştırmalıyız. Osmanlı içindeki etnik grupların Türklerle
genel ilişkileri çerçevesinde söylemleri normalleştirmeliyiz.
(buradaki söylem bazı kaynaklarda remi söyleme yakın diye
açıklanıyor (discourse)”
Taner diyor ki ücret artışında patronu sevmemeniz nasıl
önemli değilse konu ekonomiktir- bu konuda da
duygularımızı bastırarak Osmanlı içindeki etnik grupların
ilişkileri çerçevesinde kabul edilebilir bir biçimde konuya
yaklaşalım.There is another important aspect of the problem regarding the term
"genocide." If we analyze the situation, we must concede that because
of the denial, the term "genocide" has been mystified. It now has a
symbolic character for all Armenians. And today everything has been
reduced to a very simple question: "Are you accepting the Genocide or
not?" In my opinion this simplification creates a very negative
attitude and hinders our talks and real progress.
“Soykırım kavramı ile ilgili başka bir önemli problem
var.Durumu analiz edecek olursak kabul etmeliyiz ki inkar
nedeniyle soykırım kavramı karmaşıklaştırıldı.Bunun
sembolik bir karekteri var tüm Ermeniler için şimdi. Ve bu
gün herşey basit bir soruya indirgendi. Soykırımı kabul
ediyormusun etmiyormusun? Benim kanıma göre bu
basitleştirme çok olumsuz davranış ve engel yaratıyor
bizlerin konuşmasına ve gerçek gelişmeye.”
Ne diyor Taner? Basitce soykırım dayatmasını getirmeyin de
tartışalım. Ne tartışılacak o zaman. Ve bu isteğin gerçek
sahipleri kim olabilir dersiniz. Birileri yukardan bastırıyor
onlarda Tanerle zaman kazanmaya çalışıyorlar. Ve bir
sonraki parağrafta bakın nasıl bir adım öne gidiyor.
We should discuss Turkish-Armenian relations in all its aspects
unconditionally. Today, people in Turkey have little knowledge about
what happened in history. To approach them by saying: "First accept
the Genocide, then we'll talk" would be an injustice.
“Biz Türk ve Ermeni ilişkilerini tüm yönleri ile koşulsuz
tartışmalıyız. Bu gün Türkiyede yaşayanlar çok az bilgi
sahibi tarihte olanlar hakkında. Onlara önce soykırımı kabul
et sonra konuşuruz diyerek yaklaşmak adil olmaz.”
Kurnazlığı görüyormusunuz. Önce tarihçiler bilim adamları
ve toplumdan topluma ilişkiler başlasın önerisi ile konunun
asıl muhataplarının sırtından yükü alıyor, sonrada
konuşmak için soykırımı kabul edin diye koşul getirmenin
konu hakkında bilgisi olmayan halka haksızlık olacağını
belirtiyor. Yine Taner bilir ki halk arasında Ermeni katliamı
genel kabul gören bir olgudur. İnkar edenler resmi
yetkililerdir. Tanerin işi de bu yetkilerin yükünü sol ağızla
azaltmak. Röportajın akışından görülüyor ki karşısındaki
insan bu basit çalımı yemiyor. Bakın Dennis Papazyan ne
diyor;DP: I think we can divide this problem into a academic issue
and a political issue. Politically the Turkish government has said we
should leave the issue of genocide to the historians. Many Armenians
see this merely as putting off recognition. You get the scholars to
argue and discuss the problem, and when the political issues come up,
they can say the scholars are still working on it and until they
agree we can do nothing.
“Sanıyorum bu konuyu akedemik ve politik olarak
ayırabiliriz. Politik olarak Türk hükümeti konuyu
tarihçilere bıraktığını söyledi. Bir çok Ermeni bunu sadece
kabullenmenin dışında kalmak olarak görüyor. Konuyla
ilgili uzmanları getirip problemi tartıştırırısın ve politik
konular ortaya çıkınca uzmanlar halihazırda konu ile ilgili
çalışıyorlar onlar bir sonuçta anlaşana dek bir şey
yapamayız diyebilirler.”( Gördün mü Taner eloğlu senin
saftirik DY lilere benzemiyor. Lep demeden gerisini
anlayıveriyorlar dilinin altındaki baklanın)
In reality to demand recognition before discussion is a political
issue, not a academic issue. The two however get mixed up. On the one
hand academics can read, think, and talk forever. But meanwhile there
is no political closure to the issue, no recognition and
compensation. Nothing really changes. Armenians suspect that they are
being deceived, that they are being used to put off political
questions, that this is a game, that they are being played with.
Devam ediyor Dennis “Gerçekte soykırımın kabulünü
tartışmadan önce istemek politik bir konu akedemik
değil.Her nasılsa bu iki konu karıştırıldı. Diğer yandan
akedemisyenler sonsuza dek okuyabilir düşünebilir ve
konuşabilirler. Bu arada ne politik bir sonuç ne kabul ne de
tazminat (söz konusu) olacak. Gerçekten değişen bir şey
yok. Ermeniler aldatılmaktan kuşkulanırlar ki politik
sorulardan kaçışa alışıktırlar.Bu oyundur onlarla oynanan.
So I think that we can understand the reticence of many Armenian
scholars to get involved because Armenian scholars are so few,.......
Sanırım anlıyabiliriz bir kaç tane olan Eremeni uzmanların
konuyla ilgilenmekteki sessizliğini”
Basitçesi diyorlarki bizi oyalamaya çalışmayın bu
yöntemleri tanıyoruz. Taner direniyor. Alışmış
demogojilerinin yenmesine. Bizim oğlan vazgeçermi hiç...TA: I disagree with your division of the problem into academic and
political. We have a situation that on one side we have Armenian
scholars who try with all their energy and resources to make the
Turkish government accept the Genocide. But as far as I can see,
there is no urgent political necessity for Turkey to accept the
Genocide. Maybe it is a way of avoiding acceptance to say let the
historians discuss it, we can argue that. .. “
Problemi akedemik ve politikolarak sınıflamanıza
katılmıyorum.Bir tarafta tüm enerji ve kaynakları ileTürk
hükümetinin soykırımı kabuletmesini sağlamaya çalışan
Ermeni akedemisyenlerimizin olduğu bir durum var. Fakat
görebildiğim kadarı ile Türkiye için acil bir gereklilik yok
soykırımı kabul için. Belki kabülden kaçınmak için tarihçiler
tartışsın demek bir yol, bunu tartışabiliriz.
But if there is a new way to discuss the issue, why don't you use it?
What's the aim of not using it? There was a problem in history also.
We will try to make a picture. One way is political, pressure from
outside, to get France or England, for example, to press Turkey to
accept the Genocide. It is the way of confrontation. “Eğer tartışma için yeni
bir yol varsa niye kullanmıyorsun. Kullanmamanın amacı
nedir. Ve de Tarihte problem de vardı. Bir resim çizmeye
çalışacağız. Tek yol politik baskıdır dışardan örneğin
Fransanın İngilterenin baskı yapması soykırımı kabul
için.Mücadele yoludur.
You cannot reach a goal by confrontation. You press Turkey to do
something, and it could be counterproductive as you know from
history. The other way that I am suggesting is to begin a process of
solving problems between two societies. To discuss these things, and
start the process inside Turkey, too. Amaca ulaşamazsınız savaşarak.
Türkiyeye baskı ile birşeyler yaptırmaya çalışmanın zıtlık
üretiğini (üretici olmadığını) tarihten biliyorsunuz. Diğer
taraftan benim tavsiyem iki toplumun arasındaki sorunu
çözme çalıþmasına başlamaktır.
If you feel the old way of dealing with this is right, you must know
that is a dead end street. It will lead us nowhere. It has been that
way for eighty years. It could keep going forever. But I am saying
that there is a new situation, and for this situation we need new
thinking. We need new words. We need new discourse. We must find a
new way of speaking about these topics.
“Eğer eski yol doğru yoldur bu konyla ilgili bilmeniz gerekir
ki çıkmaz sokaktır. Bu bizi bir yere götürmez. 80 yıldır bu
yol oldu. Sonsuza kadar gidebilir. Fakat ben başka bir
durumun olduğunu söylüyorum ve bu durumda
düşünmemiz gerekli. Yeni sözcükler bulmalıyız. Yeni
söylemlere ihityacýmýz var.Bu konuda yeni bir konuşma yolu
bulmalıyız.”
Taner tehdit ediyor. Taner korkutmaya çalışıyor. Sözleri
söylemleri değiştirelim ve kendi aramızda konuşmaya
başlıyalım ve konuyu politik ve akedemik olarak
ayırmayalım diye dayatıyor.DP: Should we not fear deception?
“Aldatılmaktan korkmamalımıyız” diye soruyor Dennis.
Kokumu aldı ki...TA: On the contrary, no matter what the motives of the government
may be, a new discourse is a positive step. There is the possibility
of real progress, and to reject it is out of the question. It is a
golden opportunity. We should not miss it. Denis aldatılmaktan
bahsediyor Taner Reklamlara devam ediyor.
“Diğer taraftan hükümetin niyeti ne olursa olsun yeni söylem
olumlu bir adım. Gerçek bir ilerleme şansı var ve reddetmek
olanaksýz. Altın bir fýrsat. Kaçırmamalıyız.”
On the one hand the Armenians are saying this is a Genocide and
successive Turkish governments are saying no. With great effort,
Armenians are trying to make the Turkish government accept the fact
that it was genocide. The Armenians want other countries to accept
the Genocide and exert pressure upon Turkey, thinking that Turkey
finally will give up and admit to the Genocide.
Öte yandan Ermeniler bu bir soykırım ve mirascısı Türk
hükümetinin hayır dediklerini söylüyorlar. Büyük bir enerji
sarfederek Türk hükümetine bunun bir soykırım olduğunu
kabul ettirmeye çalışıyor Ermeniler. Ermeniler diğer
ülkelerin soykırımı kabul etmesini istiyor ve Türkiye
üzerindeki baskıları kullanırıken Türkiyenin sonuçta
vazgeçerek soykırım olduğunu itiraf edecekler.
Bu politikaya itiraz ediyorum. Bunu çıkmaz sokak olarak
alıyorum. Türk-Ermeni ilişkilerine yeni bir anlayışla
yaklaşmaya çalışıyorum. Farklı bir söyleme gerek yok mu?
Bu ancak Türk ve Ermeni gruplarının bir araya gelerek
konuşmasıyla başarılabilir.
Bu nedenle Ermeni ve Türk toplumu arasındaki dialog en
sağlıklı yaklaşım. Bizi etnik kimliklerimiz değil (soruya)
vereceğimiz cevaplar ayırmalı ve birleştirmeli.
I object to this policy. I find this to be a dead end street. I am
trying a new approach to approach Turkish-Armenian relations. Isn't
there a need for a different kind of discourse?
This can only be accomplished by Turkish and Armenian groups coming
together and talking.Therefore dialogue between the Armenian and Turkish communities is
the healthiest approach. It is not our ethnic identities, but rather
our answers, which should unite or divide us.
Buraya kadar olan kısımda Tanerin dediklerini okudunuz.
Eminim ki devletin üstünden politik sorumluluğu alarak
Taner gibilerinin gevezeliğine konunun terkedilmesine ne
Ecevit ne de Bahçeli itiraz eder. Yolların yürüyerek aşınmadığı
bizim gibi ülkelerde konularda tartışmakla bitecek değil ya.
Konular bitmez de DY gibi koca örgütler bittiğine göre
Ermeni örgütlenmelerine de bir çözüm bulunur herhalde.
Bir de neye takıldım biliyormusunuz. Diyorki etnik
kimliklerimizi öne çıkarmadan sorulara verilen cevaplarda
saflaşalım veya birleşelim. Öyle ya Taner Akçamın dedesi
değildi katliamdan geçirilen.
Banker Bilo isimli filimi seyrettiniz mi bilmiyorum. Banker
bilo kendi köylüsü ve hizmetcisi olan Kemal Snala her kazık
attığında “hele bir sor bir sor niye yaptı bunu bilo diye”
başlar anlatmaya garibim kazık yiyen Kemal Sunal acır ve
hak verir hep. Niye bilmiyorum ama Taner bana Biloyu
hatırlattı. Ve devam ediyor bizim pazarlamacı
and new situations require new thinking.
We need new words. We need new discourse. We must find a new way of
thinking and speaking about these topics. In the new way of
thinking, I suggest that our ethnic identity is not important. The
determinant should not be the ethnic status of an individual, but
rather our position, our answers to certain questions. It means we
must developed a language in which ethnic identities don't play a
role...
Yeni durum yeni düşünceyi gerektirir. Yeni sözcüklere
ihtiyacımız var. Yeni yaklaşımlara ihtiyacımız var. Konular
hakkında yeni biçimde düşünmenin konuşmanın yolunu
bulmalıyız. Yeni düşünce biçiminde etnik kimliğin önemli
olmamasını tavsiye ederim. Faktör bireylerin etnik
kimliğinden ziyade pozisyonumuz, belli sorulara verdiğimiz
cevaplar olmalı. Bunun anlamı bir dil geliştirmeliyiz ki etnik
kimlik rol oynamasın.”
Yavaş yavaş soyuyor Taner. Önce politik sorumlulukları
soydu, sonra politik sorumlulardan azade etti peşinden
toplumlararası görüşme düzeyine indirdi ve şimdi de etnik
kimlikten arındırmaya çalışıyor. Uzmandır Keratalar. Bizim
DY nin ihtilalci ruhunu soyup çırılçıplak bıraktıktan sonra
teslim etmişlerdi.. I am proposing
conscious organization. Not only between scholars of genocide, but
between scholars on all topics ??journalists, scientists, artists,
businessman, in every level of society. We must try to find ways to
bridge the gap.
“Yoğun örgütlenme öneriyorum. Sadece soykırım üzerinde
çalışanların değil, tüm konulardaki uzmanların. Gazeteci,
bilim adamı,sanatçı iş adamı toplumun her
seviyesinde...Uçrumun arasına köprü kuracak yolları
bulmalıyız.”
Dennis hileyi görmüş. Niyeti anlamış. İtirazını belirtiyor
ama Taner tam bir pazarlamacı. Bakın Dennisin itirazına
nasl bir soruyla karşılık veriyor;TA: What's there to lose? Other than what you have already lost,
what else do you have to lose? “ Kaybedecek ne var? Halihazırda
kaybettiniz, kaybedecek başka neyiniz var.”
Dennisin yüzündeki acı gülümsemeyi görür gibi oluyorum;
DP: That's a good answer. I see you as a Turkish patriot. You
may or not be in sympathy with the establishment. I am sure you would
certainly like to see your homeland improve into an even more modern
country.” Bu güzel bir cevap. Seni bir Türk yurtseveri olarak
görüyorum.Yapılanmaya sempati duyarsın veye duymazsın.
Eminim kesinlikle yurdunu daha modern bir topluma doğru
geliçmiş görmek istersin.”
Dennis Taneri yerine oturtturmuş. Bir ilerici bir demokrat
bir insan hakları mücadelecisi olarak değil Türk yurtseveri
olarak yerine koymuş. Hatta daha ileri de giderek
yapılanmaya sempati duyup duymadığını bile soru olarak
bırakmış.
Ama Taner bir sol cila ile karşılamıl Dennisin atağını;TA: A democratic Turkey is the interest of the region. Its good
for Turkey, Armenia, Kurds, its good for everyone.”Demokratik Türkiye
bölgenin yararınadır. Tükiye için iyidir, Ermenistan için
iyidir, Kürtler için iyidir, herkes için iyidir.”
Ropartajdan çıkan sonuç Tanerin arkasına baka baka geri
döneceği. Ermenilerin bu ayak oyununu yameyeceği kesin.
Ama hiç olmazsa soldan satıþ denemesinin yolu açılır belki
diye denemeden de edememişler. Ödenek boşa gitmiş.Saygılar
Vaner Alkaç
Not;
Tercüme sırasında bazı bölümleri atlamak zorunda kaldım.
Isınma ve gevezelikten öte anlamı pek olmayan yerleri es
geçtim. Yine tercüne sırasında oluşan bazı boşluklar Taner
Akçamın İngilizcesinden kaynaklanıyor. O da zaten İngilizce
pratik yapmak için geldim gibi laflarla boşluğu kapamaya
çalığmış. Düzelterek güzel bir Türkçe çeviriye ulağabilirdim.
Ama bunun Tanere kıyak olacağını düşündüğümden
yapmadım.