EĞİTİM EKİ

EĞİTİM VE BİLİM

BİLİM'den söz edip de, EĞİTİM'den söz etmemek olmaz!.. Çünkü bu ikisi birbirine ayrılmaz bağlarla bağlıdır. Temel hareket noktası da EĞİTİM'dir.

TÜRKİYE'nin EĞİTİM durumu bir felâket tablosudur.

2009 Türkiye istatistik Kurumu tarafından yayınlanan bilgileri esas alarak ve TÜRKİYE nüfusunu 75.000.000 kişi kabul ederek yapılan hesaplamaya göre;

Okuma yazma bilmiyen kişi sayısı : 9.625.000 kişi
İlk okulu bitirememiş kişi sayısı : 17.820.000 kişi
İlk okul mezunu kişi sayısı : 24.000.000 kişi
---------------------------

Toplamı : 51.445.000 kişi çıkıyor.

(1-6 yaş arasındak çocuk gurubunun bu ilk 9 625 000 kişi içinde olduğu varsayılmaktadır.)

13,5 milyon Orta, Lise ve yüksek tahsilli
24 milyon sadece ilkokul mezunu ve
27 bilyon cahille bu CUMHURİYET yine de iyi dayanıyor.

EĞİTİM ortalaması "ilkokul 4.sınıf"tır!

a- Hiç okuma yazma bilmeyen kişi sayısı: 9 625 000 (Bu rakam henüz ilkokul çağına gelmemiş çocuklardan ve genellikle kırsal bölgelerdeki kadın nüfustan oluşuyor)
b- İlkokulun muhtelif sınıflarından ayrılmış kişi sayısı: 17 820 000 (Bunlar bir kaç yıl EĞİTİM görmüşler, okuma yazmaları var, ama ilkokul diplomaları yok)
c- İlkokul mezunu kişi sayısı: 24 000 000 (Bunlar ilkokul diploması almışlar, ama daha fazla EĞİTİM'e devem etmemişler)
d- Ortaokul Mezunu kişi sayısı: 10 200 000
e- Lise Mezunu Kişi Sayısı: 7 600 000
f- Yüksekokul ya da Fakülte Mezunu: 5 670 000
g- Yüksek Lisans sahibi Kişi: 370 000
h- Doktora Yapmış Kişi: 97 000

TOPLAM: 75 382 000

Eskiden MAARİF VEKÂLETİ denirdi, şimdi MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI deniyor. Ve TÜRKİYE'de sadece iki bakanlığın adında MİLLÎ kelimesi vardır... Bu MİLLÎ sözünün üzerinde ilerde duracağız.

EĞİTİM kelimesine gelince, MAARİF'in karşılığı olarak kullanılmıştır ama çoğu kimse anlamı üzerinde pek durmaz. Aslında eğitim çok büyük bir ağırlığı olan kelimedir. Kendi iç manasının dışında MAARİF, TÂLİM, TERBİYE, TEDRİSAT ve TAHSİL olmak üzere beş Arapça asıllı kelimenin yerine kullanılmaktadır.Askerlikte TÂLİM, ailede TERBİYE, okulda TEDRİSAT, meslekte TAHSİL yerine kullanılmaktadır. TEDRİSAT için ÖĞRETİM deniyorsa da, gene bu kelime yaygındır. MAARİF ise, malûm, devletin bütün ülkede üstlendiği sorumluluğun üst noktası bakanlığın adı idi.

Şu halde EĞİTİM'den söz ediyorsak, bütün bu kelimelerden ne kastettiğimizi tam olarak bilmemiz gerekir. Çünkü PROBLEMLERİN ÇÖZÜMÜ PRENSİPLERİN TESBİTİNDEN, PRENSİPLERİN TESBİTİ DE KAVRAMLARIN İYİ TANIMLANMASINDAN GEÇER. Ne dediğimizi, ne kastettiğimizi bilmiyorsak, maksadımızı karşımızdakine anlatamıyorsak, bizim dediklerimizden karşımızdaki başka şeyler anlıyorsa, sonuca ulaşmak mümkün olmaz. Türkiye'nin şu anda pek çok konuda içinde bulunduğu karmaşanın gerçek sebebi de budur.

EĞİTİMİN ANLAMI:

EĞİTİM kelimesinin ilk karşılığı TÂALİM'dir. İLİM kelimesinden türemiştir. Öğrenme veya öğretme anlamlarına geldiği gibi, diğerlerinden farklı yönü egzersiz ile, yani TEKRAR İLE yapılan eğitim olmasıdır. Bir başka anlamı da MEŞK ile yetiştirmedir.

Yani TÂLİM sürecinde bilgiyi veya davranışı tekrarlıyarak öğreteceksiniz, ama kişiyi sıkmadan, tekrarın monotonluğuna düşürmeden öğreteceksiniz. Hatta öyle öğreteceksiniz ki, kişi coşkulu bir ortamda MEŞK ediyormuşcasına zevk alacak. Bu şartlar altında hem kolay öğrenecek, hem de öğrendiğini unutmıyacak.

Görüldüğü gibi, sadece bu tanım bile bizim eğitim konusunda ne hatalar yaptığımızı açıkca ortaya koymaktadır. Bir defa bazı şeylerin ancak tekrarlıyarak öğrenilebildiğini kabul etmek gerekir. Eskiden ezberletilen alfabe, kerrat cetveli, moleküllerin atom ağırlıkları, tarihi olaylar buna dahil edilebileceği gibi; askerlik, judo, karate gibi savaş sanatları, spor faaliyetleri, müzik, ve hemen bütün meslekler, özellikle el sanatları ya zihnî tekrarla, ya da bedenî tekrarla mükemmele giden özellikler taşır.

Bunun dışında gündelik hayatımızda, giyinmeden bulaşığa, otomobil kullanmadan sokak süpürmeğe kadar her şey bu tarzda bir eğitim ile, TÂLİM ile hız kazanır, kolaylaşır. Ne var ki, bu saydıklarımızın hiç biri bu anlayış ve bilinç ile ele alınmadığı için, ne gereği gibi öğretilebilmektedir, ne de kişilerde bir şevk, bir coşku, bir vazife duygusu uyandırılabilmektedir. Hepsi tahammül edilmez bir sıkıntı içinde mecburiyetten yapılan işler olarak kalmakta, ve tabii aksamaktadır.

EĞİTİM, ikinci anlamıyla TERBİYE demektir. Bu kelime besleyip büyütme, alıştırma, görgülendirme anlamlarına gelir. Yeni bir şeyler ekliyerek olduğundan daha güzel, daha iyi, daha makbul hale getirmek demektir. Bu anlamıyla bazı çorbalara, yemeklere "terbiyeli" denir. Yani dışarıdan ilave edilen maddelerle mesela kerevizin o kendine has, ama pek beğenilmeyen kokusu giderilir.

TERBİYE insanları içinde bulunduğu topluma alıştırma, nerede nasıl davranacağını öğretme, verilmediği takdirde onu zayıf, güçsüz ve zavallı hale düşürecek önemli bilgilerle onu besleme, ve ona verilen ek hasletlerle ondaki kötü huyları, bencil yönleri ve zaafları ortadan kaldırma demektir.

Hemen kolayca görülür ki, EĞİTİM, TERBİYE açısından da başarısız olduğu için, insanımız büyük bir hızla şehirlere akıyor, ama onlar şehirli olacağına, şehirlerimiz köyleşiyor. İnsanımız süratle tekniğe kavuşuyor, televizyonu, vidyosu, çamaşır makinesi, otomobili, hatta bilgisayarı oluyor ama bunlar cahilce kullanıldığından büyük tehlikeler, problemler, sıkıntılar yaratıyor.

Çocuklarımız, gençlerimiz radyo, televizyon ve diğer yayınlarla çok değişik alanlarda bilgi bombardımanına maruz kalıyorlar. Ama bu bilgilerin arasında besleyici nitelikte olanları çok az olduğu için güç vereceğine zaaf getiriyor,çocuklarımızın huyları düzeleceğine başa çıkamadığımız âsi varlıklar oluyorlar, hatta sokağa düşüyorlar. Bütün bunları sebebi gerçek anlamda bir TERBİYE verilemeyişidir. Ne evde, ne okulda, ne de toplumda!...

EĞİTİM, üçüncü olarak TEDRİSAT demektir. DERS kökünden gelir. Bir konuyu öğrenmek için öğretmenden azar azar alınan telkin, tembih, talimat, akıl ve en önemlisi VAZİFE'dir.

Yani ders veren kişi öğrencisine kendi bilgi ve tecrübesinin ışığında,akıl verir ve karşısındakinin cahiliğinden kaynaklanan sıkıntıların bilincinde olarak ona yol gösterir, öğütlerde bulunur ve ona öğretmek istediği konuda yavaş yavaş sonuca götürecek ödevler verir. Her ögüt, her ödev öğrenciyi bir adım daha gerçeğe yakınlaştırır.

Türkiye'de EĞİTİM'in bu şekilde yapılmadığı herkesin malûmudur. Ödevler birer angarya, uygulamalar birer formaliteden öteye gitmez. Sonuçta öğrenciler hayata atıldıklarında ilk, orta ve lise eğitimlerinden bir kırıntı bile hatırlamazlar. Hatırladıkları da zaten hemen her an kolaylıkla edinebilecekleri bilgilerdir.

EĞİTİM'in dördüncü anlamı TAHSİL'dir. HUSûL kelimesinden türemiştir. Hâsıl etme, elde etme, ele geçirme, TOPLAMA ve TÜRETME demektir. Vergi tahsildarı nasıl gerekirse kapı kapı dolaşır vergi toplarsa, TAHSİL gören öğrenci de okuduğu okuldan, karşılaştığı kişilerden, gittiği yerlerden bilgi toplar, dağarcığını zenginleştirir.

İş burada da kalmaz. TAHSİLLİ kişi topladığını, yani dağarcığındakini ortaya çıkarır, ondan yeni bilgiler üretir, türetir, elindekini verimli toprak gibi çoğaltır. Bir almışsa, 20 verir. Öğrendiklerinin muhassalasını alır. Yani onun kafasında bilgiler artık FİZİK, KİMYA, MATEMATİK, TARİH, TÜRKÇE, DİN gibi değişik başlıklar altında değildir. hayata bütün bu bilgilerin ışığında bir BÜTÜN olarak bakar, bilgisinden yararlanıp kendisinin tabiat ile ilişkisini kurar. Yeni sonuçlar çıkarır. Ancak bu niteliklere sahip kişi TAHSİLLİ insan sayılabilir. Bunun dışındakiler ise sadece DİPLOMALI kişilerdir ki, ETİKETLİ herhangi bir maldan farkları yoktur.

Bu noktada EĞİTİM'in çok önemli bir yönü ortaya çıkar. Yani EĞİTİM sadece hocanın kafasındaki veya kitabın sayfalarındaki bilgileri öğrenciye aktarmak değildir. Bu yönüyle EĞİTİM, kişiye sadece belirli kaynaklardan değil, çeşitli yerlerden bilgi toplamayı, bunları değerlendirmeyi, birbiriyle ilişkisini kurmayı, onlardan sonuç çıkarmayı da öğretir. Bu tarzda bir eğitimle kişinin kendi kendini yetiştirmesin TAHSİL deriz.

Eğer böyle olmuş olsaydı, üniversiteye girememiş gençlerimiz sokaklarda gezmez; dışardan bilgilerini arttırmaya, bir meslek edinmeye gayret ederlerdi. Eğer böyle olsaydı, mühendislerimiz, doktorlarımız, hatta öğretmenlerimiz mezun olduktan sonra da kendilerini yetiştirmeye, geliştirmeye, dünyada olup biteni öğrenmeye alıştırırlardı. Öyle olmadığı maalesef ortadadır.

Bütün bu belirttiklerimizde BİLGİ ve İLİM kelimeleri geçiyor. EĞİTİM'in elbette ki en başta gelen amaçlarından biri bilgidir, İLİM sahibi olmaktır. Üzerinde ilerde duracağız ama, şimdilik İLİM kelimesinin kısaca tanımını verelim.

İLİM, OKUYARAK veya DİNLEYEREK öğrenilen BİLGİ'dir. Âlim de okuyarak bilgisini arttıran kişidir. Okunanlar da daha öncekilerin bildikleri, araştırıp buldukları ve düşündükleridir. Ancak bunlar âlim kişi için NAZARÎ BİLGİ olarak kalır. İşte bu sebepledir ki, KUR'AN'da "İLM'i ile amel etmeyen kişiler kitap yüklü eşeklere benzer" âyeti yer almıştır. İLİM İLE HERŞEYİN DOĞRUSUNU BİLMEK MÜMKÜNDÜR, İLM'in derin anlamı da budur, ama uygulamadıkça işe yaramaz!...

EĞİTİM, insana İLİM verebilir, ÂLİM yapabilir ama bunun yeterli olmadığını, aramızda ayaklı kütüphane gibi dolaşıp ta hiç bir işi başaramıyanları görünce anlıyoruz.

Aslında ülkemizdeki EĞİTİM, bunu bile tam sağlayamamaktadır. Yani,okumayı bile sevdirememektedir. "Kitap kurdu" tabir edilen okumaya çok düşkün insan sayımız, son derece düşüktür. İnsanımız EĞİKİM sistemimizdeki aksaklıklardan dolayı okuma alışkanlığı kazanamamakta; değil şevkle zevkle okumak, bilmesi muhakkak gerekli konularda bile kitaba bakmaktan sıkılmaktadır.

Kaldı ki kitabî BİLGİ, hakikate ulaşma yolunun sonu değil, olsa olsa başlangıcıdır. Eskilerin İLMEL YAKÎN, AYNEL YAKÎN, HAKKEL YAKÎN diye sıraladıkları olgunlaşma mertebeleri,bugün dahi geçerlidir. OKUYARAK ÖĞRENME, GÖREREK ÖĞRENME ve YAŞIYARAK ÖĞRENME anlamına gelen bu ifadeler, halk arasında "ÇOK OKUYAN DEĞİL, ÇOK GEZEN BİLİR" şeklinde yer almıştır. Öte yandan Batılılar "audio-visual" dedikleri bu metodu henüz 50 yıl önce farkettikleri halde, bizler bunu en az 1000 yıldır kullanmaktayız.

Meselâ çalışkanlığın çok iyi ve yararlı bir şey olduğunu okursunuz, babanız, öğretmeniniz size söyler, belki kabul de edersiniz. Ama gerçek anlamda bu size fazla bir şey ifade etmez. Çalışkan olanla dürüst olanın, hatta hiç çalışmayanın farkını pek kavrıyamazsınız...

Eğer okulda veya işyerinde çalışkan birisini görürseniz, bu size okuduğunuzdan daha fazla şey öğretir. Onun nasıl koşturduğunu, nasıl işe kendini verdiğini, nasıl sonuç aldığını, ve nasıl takdir edilip yükseldiğini görürseniz, çalışkanlık hakkından daha fazla bilginiz olur.

Ama bu da yetmez, size yarar sağlamaz. Esas istenen sizin çalışkan olmanızdır. Ve çalışkan olmanın ne demek olduğunu, ancak kendiniz canınızı dişinize takıp, alnınızdan ter damlar şekilde işe koyulursanız tam mânâsıyla anlıyabilirsiniz. İşte bu yaşayarak öğrenmektir ki, EĞİKİM'in gerçek amacı budur. İnsanlara bu hedefin verilmesi icap eder. Ama tabii okumanın, kitapların, ondan sonra da görmenin, TV da bile olsa, seyretmenin gittikçe artan faydasını göz ardı etmemek gerekir.

EĞİTİM'in MAARİF anlamına gelince, kökü İRFAN'dır. BİLMEK, ANLAMAK, İDRAK ETMEK, KÜLTÜR olarak EDİNMEK demektir. Ama esas derin anlamı, ilâhî kudret sonucu fışkıran pınarlar gibi, "İNSANIN İÇİNDEN KÂİNATIN SIRLARINI BİLME KUDRETİNİN TAŞMASI"dır. Yani TÂLİM ile, TERBİYE ile, TEDRİSAT ile TAHSİL ile belli bir noktaya gelmiş kişinin artık okumadığı, hiç görmediği karşılaşmadığı meselelere, birikimi ile bakabilmesi, İŞİN ÖZÜNÜ GÖREBİLMESİ ve ÇÖZÜM BULABİLMESİ demektir.

Bu noktaya gelmiş insan, ÂRİF'tir. Olgunlaşmanın ulaşabileceği en üst mertebelerden biridir.

Eski Maarif Vekâleti'nin amacı işte bu nitelikte her meseleye eğilebilen, her problemi çözebilen insan yetiştirmekti. Gerçekleştirememiş olabilirler. Ama biz şimdi insanımızı doğru dürüst eğitemiyoruz bile!

Son olarak EĞİTİM kelimesinin bir de TÜRKÇE anlamı üzerinde durmak gerekir. EĞ-EĞE-EĞİR-EĞİT kelimeleri hep aynı köktendir. EĞMEK'ten, yeniden ŞEKİL VERMEK'ten gelir. "Ağaç yaş iken eğilir" atasözü, ağaca bile şekil vermek istiyorsak, onun gelişme halinin başlangıcından ele almak gerektiğini gösterir. İnsan için bu elbetteki çocukluğundan başlar. İyiye, daha makbul olana yöneltmek demektir.

EĞELEMEK ise bir şeyin sivri ve gereksiz taraflarını atıp onu pürüzsüz istenen şekle sokmak demektir. EĞİRMEK de, bilindiği gibi, koyundan kırkılmış kaba yüne evire çevire şekil vermektir. Onu daha ince, daha çok işe yarar hâle getirmektir. EĞER ata, katıra, eşeğe vurulur. O hayvanları ehlileştirmek, hizmette, işte kullanmak için kullanılır. Yabanî hayvanı değiştirip uysal hâle getirmeye yarar.

Şu halde EĞİTİM, İNSANI DEĞİŞTİREREK, EĞRİLİKLERİNİ BÜĞRÜLÜKLERİNİ DÜZELTEREK,ONU İNCELTEREK, VE EVİRE ÇEVİRE İŞLİYEREK ONA YEPYENİ BİR NİTELİK KAZANDIRMAK DEMEKTİR. Bu yeni nitelik hiç bir zaman eskisinden daha kötü olamaz. Yani eğitmek daima daha güzele, daha iyiye, daha makbul olana yöneltmek demektir.

İşte bütün bu saydıklarımızı bir tek paragrafta toplarsak, EĞİTİM insana bellemesi gerekenleri sıkmadan tekrarlıyarak öğretmek, eksiklerini tamamlayıp kusurlarını örterek onu topluma alıştırmaktır. Bunu ona uygun bir tarzda, azar azar vererek ve her aldığını bir ödevle pekiştirmesini sağlıyarak yapmak gerekir. Ayrıca bu insanın sadece kendine verilenle yetinmemesi, gerekeni arayıp bulması ve bulduğundan sonuçlar çıkarması; okuduğunu görerek, gördüğünü yaşıyarak pekiştirmesi kendinden beklenmelidir. Ve nihayet, bütün bunları gerçekleştiren kişinin, böyle dolduktan sonra taşmaması mümkün değildir. Öğrendiklerinin yardımı ile öğrenmediklerine, bildiklerinin yardımı ile bilmediklerine eğilmesi ve çözüm bulması onun özelliklerinden biri haline gelir.

Bu son verdiğimiz, işte aradığımız BİLİM ADAMI'nın tarifidir. Çünkü gerçek BİLİM ADAMI bilinenle değil, bilinmeyenle uğraşan ve böylece yeni şeylerin bilinmesini sağlıyan kişidir.

DEVAM EDECEK!..

*****

> ATATÜRK DÖNEMİ < > ERDOĞAN DÖNEMİ < > İÇİNDEKİLER <