KUT'ÜL AMARE ZAFERİ

Aşağıdaki yazı, Mahir KÜÇÜKVATAN internetteki pdf yazısından, bazı kısaltmalar ve eklentiler ile alınmıştır... Kendisine şükran boçluyuz.

Giriş

I. Dünya Savaşının başladığı dönemde Osmanlı Devletinin Irak’ta sadece 8000 kişilik bir Türk tümeni bulunmaktaydı. Bu durum Irak’ın askerî olarak neredeyse boş bırakıldığı anlamına geliyordu. Osmanlı yönetimi cihad ilanı ile Müslüman dayanışması oluşturacağını ve Mezopotamya’daki topraklarını bu dayanışma ile koruyabileceğini düşünüyordu ancak yanıldığını anlaması uzun sürmeyecekti. Büyük Britanya İmparatorluğu, eğer Irak’ı ele geçirirse, Irak yönetimini savaş sonrasındaHindistan’a bağlamayı planlamaktaydı.

Savaş sonrasında Araplar kendilerine bağımsızlık verilmeyeceğini anladıklarında İngilizler'in dağıtmış oldukları silahları İngilizler'e karşı kullanabilirlerdi. Bu nedenle İngiltere Irak harekâtı süresince Araplar'ı silahlandırmaktan kaçındı. Araplar'dan güç alamayan İngiltere Irak harekâtını İngiliz ve Hint birliklerinden oluşan kuvvetler ile yapmak zorunda kalacaktı.

İngiliz Kuvvetlerinin İlerleyişi

İngiliz birlikleri 6 Kasım 1914’de başlattıkları saldırılarda Basra’nın girişinde bulunan Fav kasabasını ele geçirerek Basra’ya doğru harekete geçtiler. İngilizler'in hızlı ilerleyişi sonrasında Harbiye Nazırı Enver Paşa duruma müdahale etmek ihtiyacı hissederek, Irak cephesindeki kuvvetlerin başına Süleyman Askerî’yi getirdi. Enver Paşa Süleyman Askerî komutasındaki yerel aşiretlerle Basra’daki İngiliz ilerlemesinin durdurulabileceğini düşünmekteydi.

İngilizler Basra’da zorlanmadan ilerlemelerine rağmen Irak harekâtındaki mevcut kuvvetlerini yeterli görmeyerek Şubat ayında Mısır’dan yeni bir tümen destek aldılar. Alınan destek ile birlikte İngilizler'in Irak harekâtındaki kuvvetleri kolordu seviyesine çıkmış oldu. İngilizler Irak’taki kuvvetlerini arttırırken, bu kuvvetlerinin komutasına 9 Nisan 1915’de General Nixon getirildi.

Süleyman Askerî İngiliz ilerlemesini durdurabilmek için Arap aşiretlerinden para ile mücahit toplamaya çalışıyordu. Ancak durum beklediği gibi değildi. Osmanlı Devletinin yayınlamış olduğu cihad ilanı Arap aşiretleri arasında ciddiyetle karşılanmamıştı. Araplar savaş alanında kim daha fazla para verirse onun yanında yer almaya başlamışlardı. Kurna Muharebeleri'nde Muhammara aşireti İngilizler'le birlikte Osmanlı kuvvetlerine karşı taarruz etmişlerdi. Cihad ilânı sadece Irak aşiretlerini değil, İngiliz kuvvetleri içerisindeki Müslüman askerleri de pek etkilememişti.

İngilizler Osmanlı birliklerinin Kurna’dan geçmeden Fırat nehri boyunca ilerleyerek Basra’ya saldıracaklarını anladılar ve Kurna’daki kuvvetlerinin bir kısmını Kurna’nın batısındaki Şuayyibe bölgesine alarak, burada Türk saldırısını beklemeye başladılar. İlerleyişinde Nasıriye’yi ele geçiren Süleyman Askerî Şuayyibe bölgesinde İngilizler'e saldırdı.

İki gün iki gece süren çatışmalarda Süleyman Askerî Arap mücahitlerden beklediği faydayı sağlayamadı. Çünkü Arap mücahitler ikinci gün savaş alanından kaybolmuşlardı!..

Osmanlı birlikleri çatışmalarda yarı yarıya eridikten sonra 14 Nisan’da geri çekilmek zorunda kaldı. Süleyman Askerî ise yenilgiyi kabullenemeyerek tabancasıyla kafasına sıkarak hayatına son verdi. ALLAH rahmet eylesin. Büyük kahramandı.

İngilizler'in Irak seferi, Hindistan karargâhı tarafından yönetilmekteydi. Sağlık sorunları nedeniyle General Barret’in Nisan 1915’de Irak’taki kuvvetlerin başından ayrılıp Hindistan’a dönmesi üzerine, Hindistan karargâhı bu görevde başarılı olacağını düşündüğü General Townshend’i Irak sefer kuvvetleri içerisindeki 6. Tümenin komutasına getirdi. General Sir Charles Townshend öyle sıradan biri değildi. İngiliz Kralı VII. Edward'ın kızıyla evli, dönemin kralı V. George'un eniştesi , yâni saray damadı idi!

VII. Edward'ın Kızları, General Townshend'in Karısı Aralarında

İngiltere Çanakkale deniz savaşında aldığı yenilgi sonrasında Osmanlı Devleti'ne karşı diğer bir yenilgi almak istemiyordu. Çanakkale yenilgisi İngiltere’nin itibar kaybetmesine neden olmuştu. İngiltere, Bağdat’ı ele geçirerek elde edeceği askerî zaferin yaşadığı itibar kaybını hafifleteceğini düşünüyordu.

6. Tümenin komutasına görevlendirilen General Townshend Hindistan’daki İngiliz üssünden ayrılarak 22 Nisan 1915 günü emrine verilen birliklerin komutasını aldı. Süleyman Askerî’nin saldırıları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, gelişmeler İngilizler'i tedirgin etmişti. İngilizler Basra’nın güvenliğini sağlayabilmek için Kurna’nın kuzeyini kontrol etmeye çalışıyorlardı. Bu nedenle Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri kuzeye doğru ilerlemek üzere görevlendirildiler. Savaşın Osmanlı tarafında ise Süleyman Askeri’nin intihar etmesi sonrasında komutası boşalan birliklerin başına Nurettin Bey (Sakallı Nureddin Paşa) görevlendirilmişti. Irak savunmasının tamamından sorumlu olmanın dışında, fırsat bulduğunda İngilizler'e saldırması konusunda emir alan Nurettin Bey, 19 Mayıs 1915’de Bağdat’a vardı.

General Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri 31 Mayıs’ta kuzeye doğru ilerlemeye başlamışlardı. İngilizler 3 Haziran’da Amara’yı, 25 Temmuz’da da Nasıriye’yi ele geçirdiler. Basra’nın sivil yönetiminin merkezi konumundaki Nasıriye, General Nixon’a göre stratejik bir konuma sahipti. İngilizler Nasıriye’nin kontrolü ile Basra’daki büyük Arap aşiretlerinin kontrolü sağlayabilirlerdi. Zaten İngilizler Basra’ya girdikleri günden itibaren Arap aşiretleri arasında propaganda yapmaktaydılar. İngiliz propagandalarında Irak seferinin Araplar'ı değil, Türk yönetimini hedef aldığı ifade ediliyordu. İngiltere’nin Müslümanlar'a dost olduğu belirtilirken, bu duruma örnek olarak İngiliz uyruğunda bulunan diğer halklar gösteriliyordu. Ayrıca İngiltere’nin Araplar'ı Türk zulmünden korumaya çalıştığı ve eğer Araplar çatışmalara katılmazlar ise, kendilerine dostça davranılacağı belirtiliyordu.

İngilizler Türklere karşı elde ettikleri başarılar sonrasında Bağdat’a doğru hızla ilerlemeyi düşünebilirlerdi ancak birlikler Bağdat’a doğru ilerledikçe ikmal desteği aldıkları denizden uzaklaşmaktaydılar. İkmal yollarının ve zamanın uzaması nedeniyle oluşabilecek aksaklıklar İngiliz birliklerinin durumunu tehlikeye sokabilirdi. General Townshend ilerleme için kendisine talimat gelmeden harekâta devam etmedi. Bekleme süresince de savaşta yaşanacak olası senaryolar üzerine planlar yaptı. Townshend Kurna muharebelerinde yaşandığı gibi baskın şeklinde bir saldırı yaparak Türkler'in geri çekilmesini sağlayabilirse, Türk birliklerini Bağdat’a kadar takip edebileceğini düşünüyordu.

Townhend’e Hindistan karargâhından beklediği talimat 23 Ağustos 1915’te geldi. Talimatta Türk birliklerinin imha edilmesi ve Kut’ul-Amare’nin işgâl edilmesi isteniyordu. General Nixon General Townshend’den yapılacak durum değerlendirmesi sonrasında Bağdat’a ilerlemeye karar verirse, kendisine bilgi vermesini istemekteydi. İngiliz siyasî subayı Sir Percy Cox General Townshend’e Bağdat’a girmenin siyasî olarak büyük önem arz ettiğini ve İstanbul’a girmek kadar büyük yankı uyandıracağını bildirmişti.

Nurettin Bey Kut’ul-Amare’nin güneyinde Essin bölgesinde savunma pozisyonu almıştı. İngilizler 12 Eylülde Essin’in güneyindeki Ali Garbi’ye girdiler. İngiliz birlikleri 26 Eylülde yardımcı kuvvetler aldıktan sonra 27 Eylülde saldırıya geçtiler ve Türkler'e üstünlük sağlamayı başardılar. Ağır kayıplar veren Türk birlikleri 28 Eylül gecesi geri çekilmek zorunda kaldı.

Türk birliklerinin geri çekilmesi sonrasında İngiliz birlikleri 29 Eylülde Kut’ul- Amare’yi işgâl ettiler. İngilizler Kut’ul Amare’nin işgâli ile birlikte neredeyse Basra vilayetinin ve suyollarının tamamının kontrolünü ellerine geçirmişlerdi.

İngilizler Türkler'in Halep ve Erzurum’dan destek kuvvetler gönderdikleri duyumunu almışlardı. Ancak bu kuvvetlerin birkaç haftadan önce savaş bölgesine ulaşabilmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorlardı. İngilizler'in amacı Türk destek kuvvetleri toparlanmadan Bağdat üzerine ilerlemekti. İngilizler ilerleme esnasında Kut’ül Amare’yi boşaltarak geri çekilen Türk kuvvetleriyle Selman-ı Pâk’ta ciddi bir çarpışma yaşanabileceğini öngörseler de, çarpışmalardan galip gelecekleri konusunda kendilerinden emindiler. Selman-ı Pâk çarpışmalarından galip geldikten birkaç gün sonra Bağdat’a girmiş olmayı umuyorlardı. Hindistan’daki İngiliz yönetimi Irak’taki mevcut kuvvetleri Bağdat’a girebilmek için yeterli görüyordu. Ancak işgâl konusunda Fransa ve Mısır’dan gelecek olan destek kuvvetleri Bağdat’a varmadan tüm endişelerden arınamayacaklarını düşünüyorlardı. Eğer destek kuvvetleri gecikirler ve Türkler Çanakkale’den Bağdat’a yeni kuvvetler gönderirlerse, durumlarının tehlikeli bir hâl alacağını düşünüyorlardı.

Türk birliklerinin geri çekilmesiyle İngilizler ilerlemeye devam ettiler ve 3 Ekim’de Bağdat yolu üzerindeki Aziziye’yi ele geçirdiler. İngiliz birlikleri ile Bağdat arasında sadece 80 km kalmıştı.

General Townshend Kut’ül Amare çatışması sonrasında geri çekilen Türk birliklerini kovalayarak tamamen imha etmeyi planlamıştı, ancak yaşananlar buna imkân vermedi. Nurettin Bey komutasındaki birlikler oldukça düzenli bir şekilde geri çekiliyorlardı ve bu çekilme esnasında General Townshend aradığı fırsatı bulamadı. Dicle nehrinin sularının çekilmiş olması nehir yolu ile yapılan ikmalin de gecikmesine neden olmaktaydı. Bu durum İngilizler'in Türkler'i kovalamasını engellemişti. Yaşanan gelişmeler neticesinde Townshend Türk birliklerinin Aziziye ile Bağdat arasındaki Selman-ı Pâk bölgesinde toplanarak düzen aldıklarını fark etti. Çatışmalarda verilen kayıplar nedeniyle İngiliz birliklerinde eksiklikler vardı. Townshend eksik kuvvetler ile Selman-ı Pâk’ta düzen alan Türkler'e karşı saldırı yapılmasını uygun bulmayarak durumunu Kut’ül Amare’de bulunan General Nixon’a bildirdi. Townshend’e göre destek kuvvetler gelene kadar bölgede stratejik konuma sahip olduğunu değerlendirdikleri Kut’ül Amare’de beklenilmeli ve gerekli hazırlık yapıldıktan sonra ileri harekâta geçilmeliydi.

Townshend Türkler'in siper ve savunma savaşlarında eşsiz bir kaabiliyete sahip oldukları kanaatindeydi. Ayrıca Townshend Kut’ül Amare’de Türkler'e cepheden saldırmış olsaydı, büyük bir yenilgi almış olacağını düşünüyordu. Üstünlüğü ancak yaptığı manevralarla sağlayabilmişti.

Türkler'in Bağdat yolundaki son savunma noktaları Selman-ı Pâk idi. Müslümanlar için önemli kişilerden birisi olan Selman-ı Fârisî’nin türbesi burada bulunmaktaydı ve bölgeye adını vermişti. Selman-ı Fârisî türbesinin bulunduğu bu bölgede yaşanacak çatışmalar Hintli Müslüman askerlerin savaşma isteklerini kırabilir, ya da İngilizler'e olan bağlılıklarını yitirmelerine sebep olabilirdi. Townshend dinî inançlar nedeniyle Hintli askerler arasında oluşabilecek düzensizlikleri engellemek amacıyla bölgenin adını Helenistik dönemdeki adı olan Ctesiphon ile değiştirdi.

Townshend Türkler'i kovalamaktaki avantajını kaybetmesinden sonra yardım kuvvetlerini beklemek ve gerekli hazırlıkları yapmak üzere işgal ettiği en ileri nokta olan Aziziye’de altı hafta kadar bekledi. Hindistan Genel Kurmayı Bağdat’ın alınması ile Çanakkale’de kaybedilen itibarın tekrar kazanılacağını düşünüyordu. Bağdat’a ilerleme konusu İngiltere’de komisyonlar tarafından da görüşülüyordu.

Konunun incelendiği komisyonlardan birisi olan İngiliz İmparatorluk Savunma Komisyonu yaptığı çalışmalardan Irak’taki mevcut kuvvetlerin Bağdat’ı almak için yeterli olduğu, ancak Bağdat’ı elde tutmak için yeterli olmadığı sonucunu çıkardı. Eğer Bağdat İngiliz birlikler tarafından ele geçirilirse stratejik ve siyasî önemi nedeniyle Türkler Bağdat’ı geri almak için daha fazla kuvvetle saldıracaklardı. Bu durumda İngilizler desteğe ihtiyaç duyacaklardı. Destek kuvvetleri Bağdat’a ilerleme emri verildikten en fazla dört hafta sonra diğer kuvvetlerle birleşmiş olmalıydı. Ayrıca ilerleme süresince malzeme ve cephane ikmali nehir taşımacılığı yoluyla yapılabilecekti. İngiliz birliklerinin ikmalini sağlayabilmek için sığ sularda yüzebilen botların yapımına başlanmıştı. Bağdat ele geçirildikten sonra Türk Genel Kurmayı'nın elinde 60.000 asker olabileceği tahmin ediliyordu. Savunma komitesi Türkler'in bu miktardaki bir kuvvetle Bağdat’a saldırabileceklerini düşünmüyordu. Türk saldırısı konusunda kuvvetlerin sayısal miktarı incelendiği kadar imkân ve kaabiliyetleri de incelenmişti. Yapılan tüm değerlendirmeler neticesinde İngilizler Türkler'in üç ay içerisinde saldırıya geçebileceklerini düşünmüyorlardı. Bu durumda eğer İngilizler Bağdat’ı ele geçirirlerse, işgâl İngiltere için büyük bir moral kaynağı olacaktı. Değerlendirmelerde yaşanabilecek yanılmalar da göz önünde bulunduruluyordu. Eğer İngilizler Bağdat’ı ele geçirme konusunda başarısız olurlarsa, geri çekilmek zorunda kalabilirlerdi. Bu nedenle harekât boyunca mühimmat ve erzaklar geri çekilme ihtimaline göre taşınmalıydı.

Yapılan değerlendirmelerin Londra’ya iletilmesi üzerine konu bir kez de İngiltere Bakanlar Kurulu bünyesinde oluşturulan komisyonda görüşüldü. Harekât konusunda İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener ile Hindistan Genel Valisi Lord Curzon’un bazı çekinceleri vardı. Lord Kitchener ve Lord Curzon çekincelerini ifade etmiş olsalar da, komisyonun genel fikri harekâtın düzenlenmesi yönündeydi. Komisyonun almış olduğu karar üzerine Lord Kitchener Irak Kuvvetleri Komutanı General Nixon’a harekât için gerekli izni verdi. Harekât iznini alan Nixon ise Townshend’e 14 Kasım'da Bağdat harekâtına başlama emrini verdi. Townshend’e harekât emri verilmesinin dışında, en kısa zamanda kendisine iki tümen destek kuvvetinin gönderileceği de bildirilmişti.

Irak konusundaki tek gelişme İngilizler tarafında yaşanmıyordu. Osmanlı Devleti Irak, Musul ve İran’daki birliklerini birleştirilerek iki tümen oluşturmuştu. Oluşturulan bu yeni kuvvetler ile Nurettin Bey komutasındaki Irak kuvvetleri birleştirilerek 6. Ordu meydana getirildi. 6. Ordu komutanı olarak Alman Mareşal Von der Goltz atanmıştı. Müslüman askerlerden oluşan bu yeni ordunun komutanlığına Hıristiyan bir komutanın getirilmesinden Nurettin Bey rahatsız olmuştu. Nurettin Bey'in rahatsızlığını açığa vurması üzerine onun yerine Enver Paşa'nın amcası olan Halil Bey görevlendirildi. Ancak Nurettin Bey cepheden ayrılmadı. Halil Bey cepheye gittiğinde Nurettin Bey'in komutası altına girdi. Aslında ikisinin de rütbeleri Albay idi ancak Nurettin Bey daha kıdemliydi.

Halil Bey cepheye vardığında Nurettin Bey Selman-ı Pâk’ta düzen alıyordu. İki Türk komutan cepheyi birlikte incelediler ve kuvvet düzenlemesinde bulundular. Halil Bey komutasındaki birliklerin Nurettin Bey komutasındaki birliklere katılması Osmanlı tarafına önemli destek sağlamıştı. Selman-ı Pak Savaşı ve İngiliz Kuvvetlerinin Geri Çekilmesi Cephenin İngiliz tarafında destek alamamış olmasına rağmen General Townshend’e saldırı emri verilmişti. General Townshend destek kuvvetleri gelmeden ilerlemenin uygun olmadığını düşünse de, aldığı emir üzerine 22 Kasım’da Selman-ı Pâk’ta bulunan Türk birliklerine saldırdı. Çetin geçen çarpışmalar sonrasında Townshend birliklerine 25 Kasım’da geri çekilme emrini vermek zorunda kaldı. Hindistan karargâhı çarpışmalar sonrasında Türk birliklerinin yıpranmış olduklarını ve geri çekilen İngiliz birliklerini takip edebilecek durumda olmadıklarını düşünüyordu. General Nixon ise geri çekilen İngiliz birliklerin Aziziye’de mi, yoksa Kut’ül Amare’de mi konuşlanması gerektiği konusunda kararsızlık içerisindeydi. Nixon Türk kuvvetlerinin 27.000 kişiden oluştuğu tahmin ederken, General Townshend kuvvetlerinin en fazla 12.000 kişi olabileceğini kabul ediyordu. Türk birlikleri sayıca İngilizler'den üstün olmalarına rağmen İngilizler Türkler'in ikmal konusunda sıkıntılar yaşayacaklarını düşünerek, Ocak 1916’ya kadar ciddi bir saldırıda bulunabileceklerini öngörmüyorlardı. Aynı tarihlerde İngiliz yardım kuvvetlerinin General Townshend birlikleri ile birleşmesi planlanıyordu.

Selman-ı Pâk’taki çarpışmalar o kadar zorlu geçmişti ki, bir an için birliklerin durumu değerlendirilerek savaşın gidişâtının tâyin edilebilmesi olanaksız hâle gelmişti. Nurettin Bey oluşan karmaşada dağılan birliklerin Türk birlikleri olduklarını düşünerek, Bağdat’a doğru geri çekilme hazırlığı yapmaya başladığı sırada, Halil Bey durumu fark ederek Nurettin Beyi uyarmıştı. Dağılan birliklerin İngiliz birlikleri olduğunu kendisine ifade ederken, çarpışmaların yaşandığı son gece sabaha kadar beklenmesi gerektiğini ve sabah İngilizler'i geri çekilirken göreceğini Nurettin Bey'e iletti.

Sabah olduğunda her şey Halil Bey'in ifade ettiği gibi olmuştu ve İngiliz birlikleri gece boyunca geri çekilmişlerdi40. Üç gün süren çatışmalarda Türk kuvvetleri iyi savunma yapmışlardı. Çatışmalarda İngilizler 4567 asker kaybetmişlerdi. Bu rakam İngilizler'in saldırı yapan kuvvetlerinin yaklaşık üçte birini oluşturuyordu. İngilizler verdikleri büyük kayıplara rağmen geri çekilmelerinin asıl sebebi olarak malzeme ve yiyeceklerindeki azalmayı görüyorlardı. Nedeni her ne olursa olsun İngilizler hızlı bir şekilde geri çekilmeye devam ediyorlardı. İngilizler'in daha önce işgâl etmiş oldukları Aziziye erzak ve cephaneyle doluydu ancak geri çekilme esnasında erzak ve cephanenin hepsini taşıyamazlardı. İngilizler taşıyamadıkları erzak ve cephaneleri kendilerini takip eden Türk birliklerinin eline geçmemesi için Dicle nehrine atıyorlardı.

Townshend Kut’ül Amare’ye kadar geri çekilerek burada destek kuvvetlerini beklemeye karar vermişti. Kut’ül Amare üç tarafının Dicle nehri ile çevrili olması sebebiyle savunma için avantajlı bir konuma sahipti. Townshend ileri noktalarda düzenli savunma hatlarının olmamasından dolayı Türkler'in takibe uzun süre devam etmeyeceklerini düşünüyordu. Ayrıca Türk birlikleri İngilizler'i takibe devam etseler bile, Kut’ül Amare’nin avantajlı konumu sayesinde burada tamamen imha edilebilirlerdi.

Townshend yapmış olduğu değerlendirmeleri ordu karargâhına bildirdi. Ordu karargâhından kendisine verilen cevapta, Townshend’in karar almakta serbest olduğu ve destek kuvvetlerinin ilk kısmının 15 Aralıkta Townshend kuvvetleri ile birleşmiş olacağı ifade ediliyordu.

İngiliz birliklerini takip eden Türk birlikleri 30 Kasımda Aziziye’ye vardılar. Türk öncülerinin İngilizler'in geri çekilen ana birliklerine ulaşmasını engellemek için İngiliz artçıları Aziziye’deki Türk birliklerine saldırdılar. Bu surette İngilizler'in ana birlikleri 3 Aralıkta Kut’ül Amare’ye vardılar. Geri çekilme esnasında Türk 6. Ordusu'nun öncü birlikleri 145 km boyunca İngilizler'in arkasından hiç ayrılmamıştı.

Kut’ül Amare Kuşatması

İngilizler'in Selman-ı Pâk çatışmalarında verdikleri kayıplar genel kuvvetlerinin üçte birini oluşturmaktaydı ancak kayıpların hepsi muharip kuvvetlerdendi. Yani, General Townshend muharip kuvvetlerinin yarısını kaybetmişti. Bu durumda açık arazide Türkler'e üstünlük sağlayamazlardı. Artık konum olarak savunmaya elverişli olan Kut’ül Amare’de yardım kuvvetlerinin gelmesini bekleyeceklerdi.

Türk birlikleri Kut’ül Amare’ye vardıklarında Nurettin Bey General Townshend’e bir mesaj göndererek, birlikleri ile beraber teslim olmasını, eğer teslim olmazlar ise Türk birliklerinin şehre gireceklerini bildirmişti. Ayrıca Nurettin Bey İngilizler'den teslim olmazlar ise, saldırılardan zarar görmemeleri için şehir sakinlerini Kut’ül Amare’den çıkartmalarını da istemişti.

General Townshend Nurettin Beyin mesajına verdiği cevapta İngiliz birliklerinin teslim olmayacaklarını ve şehir sâkinlerinin de kaderlerini İngilizler ile birleştirerek şehri terk etmemeyi tercih ettiklerini bildirdi. Bu tabii doğru değildi. Townshend sivillire öne sürerek Türkler'in saldırısını önlemek istiyordu.

İngilizler'in teslim olmayı kabul etmemesi üzerine, Türk birlikleri saldırıya başladılar. Kut’ül Amare’deki kale topraktan yapılmıştı ve Türk topçusunun yapmış olduğu atışlar kale duvarlarında delikler açıyordu. Topçu ateşi ile açılan deliklerden Türk askerleri kale içerisine girerek saldırıya başladılar. İngilizler Kut’ül Amare’yi ilk ele geçirdiklerinde, geri çekilme ihtimaline karşı, sahra düzeninde hazırlıklar yapmışlardı. Ayrıca kale duvarları arkasında tel örgülerle ikinci bir savunma hattı hazırlamışlardı. Türk askerleri kale duvarı içerisine girseler de, ikinci hatta büyük kayıplar veriyorlardı. Türk birliklerinde büyük toplar yoktu ve eldeki toplarla İngilizler'e önemli kayıplar verilemiyordu. Bu durumda saldırılara devam edilmesi gereksizdi.

Türk komutanlar yeteri kadar kuvvet ile kuşatmayı devam ettirirken, geri kalan kuvvetleri güneye sevk etmeye karar verdiler. Güneye sevk edilen Türk kuvvetleri İngiliz yardım kuvvetlerinin Kut’ül Amare’ye ulaşmalarını engellemeye çalışacaklardı. Ayrıca Kut’ül Amare etrafında siperler ve savunma hatları oluşturmaya başladılar. Oluşturulan siperler ne kadar kuvvetlenirse, kuşatma Türkler için o kadar kolaylaşacak ve bu sayede kuvvet tasarrufu sağlanabilecekti. Sağlanan kuvvet tasarrufu ile yardıma gelecek İngiliz birliklerini engellemek için güneye daha fazla birlik gönderilebilirdi.

Türkler kuşatmayı kolaylaştırmak için çalışmalarına hızla devam ederlerken, İngiliz yardım kuvvetlerinin kısa zamanda geleceğini düşünen General Townshend konumundan memnundu. Kut’ül Amare’nin üç tarafının nehirle çevrili olması İngilizler'e savunma için avantaj sağladığı kadar, nehir yoluyla yapılan ikmali de kontrol edebilme şansını tanıyordu. Townshend Kut’ül Amare’de güneye inen Türk birliklerine nehir yolu ile ikmal malzemesi gitmesine de engel olacaktı.

İngiliz birlikleri Selman-ı Pâk’ta yenilerek geri çekilmiş ve Kut’ul- Amere’de kuşatılmış olmasına rağmen, İngiliz basınında Kral damadı Townshend birliklerinin durumunu konu alan olumlu haberler yayımlanıyordu. The Times gazetesinde Bağdat ile Barsa arasındaki en güçlü savunma pozisyonuna sahip olan bölge olarak Kut’ül Amare gösteriliyordu. Ayrıca Türk kuvvetlerinin çok büyük bir destek almasının beklenmemesi sebebiyle İngiliz birliklerini bekleyen büyük bir riskin olmadığı düşünülüyordu.

Irak savaşında yaşanan tüm gelişmeler İngiltere basını tarafından İngiliz menfaatleri doğrultusunda yorumlanıyordu. Türk birliklerinin elde ettikleri başarılar itibarsızlaştırılmaya çalışılırken, İngiliz kayıpları önemsiz, ya da normal kayıplarmış gibi gösteriliyordu. Newcastle Jurnal gazetesinde geri çekilmeye sebep olan Türk birliklerinin Alman subaylar ile desteklendiği aktarılırken, Türk başarısının geçici olduğu ifade ediliyordu. Townshend birliklerinin geri çekilmesi İngiliz kamuoyunda çok dikkat çekmişti. Bazı haberlerde İngilizler'in durumlarının iyi olduğu, geri çekilmenin olağan olduğu yönünde haberler yapılırken, bazı haberlerde ise bu geri çekilmenin asıl sebsepleri daha gerçekçi şekilde aranıyordu. Geri çekilme konusunda gündeme getirilen gerekçelerden birisi de İngiliz birliklerinin Arap aşiretleri tarafından yanlış yönlendirilmeleriydi. İngilizler her ne kadar yanlış yönlendirildiklerini ifade etseler de, sadece bir tümen kuvvet ile Bağdat’ı işgâl etmeye çalıştıklarının farkındaydılar. İngiliz komutanların Türk birliklerinin kuvvetinin farkında olmaları umut ediliyordu. Ayrıca kuvvetler yeterli değil ise, yardım alınmadan yeni çatışmalara girilmemesi öneriliyordu.

Kuşatma altındaki İngiliz birliklerinin durumlarının iyi olduğu düşüncesine sadece İngiliz kamuoyunun bir kısmı değil, kuşatma altındaki İngiliz komutanları da sahipti. İngilizler'in iki aylık yiyecekleri vardı. Kuşatmanın en fazla bir ay süreceğini düşünen İngilizler, kuşatmadan çok fazla çekince duymuyorlardı. Kut’ül-Amare’de Türkler ve İngilizler karşılıklı olarak siper kazıyorlardı. Türkler siperleri kuşatmanın güçlenmesi ve İngilizler'in olası bir yarma harekâtına engel olabilmek için kazarlarken, İngilizler şehri daha kolay savunmak için siper kazıyorlardı.

General Townshend elinde bulunan yiyecek miktarının dışında cephane miktarını da kontrol ediyordu. Hesaplamalara göre her tüfek için 600 adet, her top için 800 adet mermileri bulunmasına rağmen, Townshend askerlerini cephaneyi idareli kullanmaları konusunda uyarmıştı. Kut’ül Amare’ye Türk birlikleri tarafından neredeyse her gün saldırıyaa uğruyorlardı. Bu saldırılar İngilizler'in düzen almalarını engelleyecek türdendi.

Türkler İngilizler'in düzen almalarını engellemeye çalışsalar da, İngilizler 14 Aralık ve 17 Aralık'ta kuşatmayı yarmak için karşı saldırılarda bulundular, ancak başarılı olamadılar. İngilizler'in kayıpları Selman-ı Pâk çatışmaları da dâhil edilirse, 5000’i bulmaktaydı. Türkler devamlı saldırılarda bulunarak İngilizler'i baskı altında tutuyorlardı.

General Townshend bu durum karşısında Irak Kuvvetleri Komutanı General Nixon’a mesaj gönderdi. Mesajda Nixon’un İran üzerine harekât yapan Ruslar ile iletişime geçmesi ve harekâtın yönünün Irak cephesine çevrilmesi isteniyordu. Böylelikle Türkler Ruslar'a karşı kuvvet ayırmak zorunda kalacaklardı ve Kut’ül Amare üzerindeki baskıları azalacaktı.

Kuşatma konusunda Halil Bey ile Nurettin Bey kendi aralarında görev dağılımı yapmışlardı. Nurettin Bey İngilizler'e gelecek yardımları engellemek üzere güneye hareket ederken Halil Bey kuşatmayı devam ettirecekti.

İngiliz yardım kuvvetleri saldırılara başlamak için yığınak yapıyorlardı. Yardım kuvvetleri komutanı General Alymer 1 Ocak 1916’da Hindistan’dan Ali Garbî’ye geldi. General Alymer’in komutasına bir piyade tümeni, bir süvari ve bir piyade tugayı verilmişti. Ayrıca komutasında bu kuvvetlerin ikmalini sağlayacak çok miktarda destek unsuru da bulunuyordu. İngiliz yardım kuvvetleri 7 Ocak’ta Kut’ül Amare yakınlarındaki Türk birliklerine saldırıda bulundular. Türk birlikleri saldırılar karşısında başlangıçta büyük bir direniş göstermiş olmalarına rağmen, devam eden saldırılarda aynı direnişi gösteremediler.

Çarpışmalar sonrasındaki Türk geri çekilmesi General Alymer tarafından zaman kaybedilmeksizin Hindistan yönetimine rapor edildi.

Nurettin Bey komutasındaki birliklerin geri çekilmeye başlaması üzerine 6. Ordu Komutanı Mareşal Goltz’dan Halil Bey'e bir mesaj geldi. Mareşal Goltz Kut’ül Amare bölgesindeki tüm kuvvetlerin komutasını Halil Bey'in almasını istiyordu. Halil Bey savaş içerisinde komutan değiştirmenin kötü sonuçlar doğurabileceğini düşünerek teklife sıcak yaklaşmamıştı. Mareşal Goltz’a verdiği cevapta komutayı değiştirmek yerine, eğer Nurettin Bey de kabul ederse ileri noktada Nurettin Bey'in komutasında görev yapmayı öneriyordu. Eğer Nurettin Bey bu durumu kabul etmez ise, savaşın geleceği için Halil Bey Mareşal Goltz’un emrini yerine getirecek ve komutayı devralacaktı. Mareşal Goltz Halil Bey'in önerisine karşı gönderdiği ikinci mesajda Halil Bey'in kendi kararlarını uygulamasına izin vermiş ancak İngiliz ilerlemesinin durdurulmasını emretmişti.

Halil Bey ileri cepheye giderek Nurettin Bey ile görüştü. Görüşmede Halil Bey Mareşal Goltz’dan aldığı emri Nurettin Beye iletti ve Nurettin Bey komutayı Halil Bey'e devrederek ileri cepheden ayrıldı. Halil Bey 13 Ocak 1916 itibariyle Irak komutanlığını devralmış oldu.

Türk tarafında komuta devir teslimi yapılırken, İngiliz tarafında durum incelemesi yapılmaktaydı. Çanakkale cephesinde yer alan İngiliz generali Sir Ian Hamilton Sulva çarpışmalarındaki Türk kuvvetlerinin ancak 75.000 kişi olduğunu bildirmişti. General Alymer ile Townshend kuvvetleri arasında ise 60.000 kişilik bir Türk kuvvetinin olduğu düşünülüyordu. İngilizler farklı cephelerdeki Türk birliklerinin sayılarını karşılaştırarak, Irak’ta savaştıkları Türk birliklerinin gücünü tahmin etmeye çalışıyorlardı.

Hindistan Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain Irak’taki İngiliz birliklerinin durumlarını ağır olarak nitelemekteydi. İngiliz yönetimi her ne kadar durumlarını ağır olarak nitelese de, İngiliz birliklerinin Asya ve Afrika’da yapmış olduğu harekâtlarda elde ettiği tecrübelerin Irak harekâtını kazanmalarını sağlayacağına inanılmaktaydı. Irak’taki durum İngiltere Avam Kamarasının da gündemindeydi. Gelişmelerin delegeler arasında derinlemesine görüşüldüğü bu dönemde Irak Kuvvetleri Komutanı General Nixon hastalığı nedeniyle görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Görevine devam edemeyecek olan General Nixon’un yerine, Hindistan karargâhı tarafından General Lake görevlendirildi.

Türkler Kut’ül Amare’de siperlerin aralarından kâğıt pusulalar dağıtıyorlardı. Dağıtılan pusulalarda Türkler'e karşı İngilizlerle birlikte savaşan Hintli askerlerin İngilizler'den ayrılarak Türkler ile birlikte olmaları teşvik ediliyordu. Aynı dönemde Hintli askerler arasında tetik parmaklarına ateş edilmiş olarak yaralandıklarını ifade edenlerle karşılaşılmaya başlanmıştı. Yaralananların dışında nöbette uyuyan, ya da firar ederek Türk tarafına geçmeye çalışan Hintli askerlere de rastlanıyordu. Hintli Müslüman askerler din kardeşi olarak niteledikleri Türkler'e karşı savaşmak istemiyorlardı. Komutasındaki birlikleri disiplin içinde tutmaya çalışan General Townshend firar, yaralanma ve nöbette uyuma gibi durumları yaşayan Hintli askeri ağır cezalara çarptırıyor, ya da askeri mahkemeye veriyordu.

Kuşatma devam ederken güneyde General Alymer ve Halil Bey kuvvetleri arasında çetin çarpışmalar yaşanmaya devam ediyordu. İki ordu arasındaki cephe çok genişlemişti. Halil Bey Essin’deki mevzilerinin gerisinde Felâhiye’de yeni mevziler hazırlatmaktaydı. Felâhiye Dicle nehri ile Süveyce bataklığı arasında yer almaktaydı. Türk birliklerinin Felâhiye bölgesine çekilmesi ile cephe daralacak ve derinleşecekti. Ayrıca Türk mevzilerinin iki cephesinden birisinin Dicle nehri diğer cephesinin de Süveyce bataklığı ile desteklenmesi, İngilizler'in olası bir çevirme manevrasını engelleyerek cephe saldırısı yapmalarını zorunlu bırakacaktı.

13 Ocak ve 14 Ocak geceleri Türk birlikleri kademeli olarak geri çekildiler. Türk birlikleri geri çekilmişlerdi, ancak bu durum İngilizlerin bir galibiyetinin sonucunda yaşanmamıştı. İngilizler Türk birliklerinin Dicle nehri ile Süveyce bataklığı arasındaki güçlü pozisyonu sebebiyle kuzeye ilerlemek için Süveyce bataklığının etrafından dolaşmayı düşündüler. Bataklığın etrafından dolaşılması durumunda İngilizler 80 km’lik bir mesafeyi kat etmek zorunda kalacaklardı. Üncak ellerinde ikmallerini sağlayacak yeteri kadar kara aracı yoktu.

Irak harekâtının başlangıcından itibaren ikmallerini sağladıkları nehir hattından uzaklaşmak istemeyen İngilizler, bataklığın etrafından dolaşma fikrinden vazgeçtiler. Bu durum İngilizler'i nehir hattı boyunca ilerlemeye ve Türk birliklerine cepheden saldırı yapmaya mecbur bırakmıştı. General Alymer 17 Ocakta General Townshend’e durumu hakkında bilgi verdi. Alymer komutasındaki birlikler 7-13 Ocak arasında yaşanan çatışmalarda 6000 ölü ve yaralı vermişlerdi.

İngiliz birlikleri Türk birliklerine göre daha donanımlıydılar. En ağır çatışmalarda Türk birlikleri günde en fazla 1000 top mermisi atabilirken İngilizler'in bir gün içerisinde 150.000 top mermisi attıkları görülüyordu.

Alymer komutasında 9000 kişilik muharip kuvvet olmasına rağmen, İngiliz yardım kuvvetleri Türk birlikleri karşısında giderek azalıyordu. General Alymer azalan kuvveti ile Felâhiye’de mevzilenen Türk kuvvetlerini geçmesinin zor olduğunu anlamıştı. Alymer güneyden yapacağı yeni saldırı sırasında Townshend birliklerinin şehirden çıkarak güneye ilerlemesini ve bu sayede Türk birliklerini iki cephe arasında bırakmayı öneriyordu. Alymer’in bu önerisi Ordu Komutanı tarafından uygun bulunmadı. Yapılacak saldırıda eğer iki İngiliz kuvveti birleşemez ise, durumları daha da kötüleşebilirdi. General Alymer 21 Ocak günü saldırıya geçti, ancak İngilizler Türkler karşısında tekrar ağır bir yenilgi aldılar. Bu saldırı sonrasında Alymer Townshend’e gönderdiği mesajda yapmış olduğu son saldırı için pişman olduğunu ve birliklerinin yeni bir saldırı yapabilmek için hazır olmadıklarını ifade etmişti.

Alymer kuvvetlerinin Türk birliklerini geçememesi üzerine General Townshend kuşatma altındaki durumunu yeniden gözden geçirdi. Townshend kuşatmanın uzayacağını öngörerek askere dağıtılan tayın miktarını yarıya indirdi. Bu sayede kuşatmaya 27 gün daha dayanabileceğini hesaplamıştı. Özellikle bu son yenilgi sonrasında General Townshend’in aklında Alymer kuvvetlerinin yardım almaksızın Türk kuvvetlerini geçemeyeceği fikri oluştu.

General Aylmer’in son saldırısı İngiliz basınında büyük yankı uyandırmıştı. İngiliz basınında Irak’taki Türk birliklerinin geçilmesi zor bir engel olduğu ifade ediliyordu. Irak’tan alınan bilgilere göre İngiliz yardım kuvvetleri yağan yağmurlar sebebiyle ağırlaşan iklim şartlarından oldukça rahatsızlardı. Ayrıca General Townshend’in elinde yeteri kadar yiyeceğinin bulunduğu ifade edilse de, yardım kuvvetlerinin ulaşamaması ihtimaliyle bir ölüm korkusunun oluştuğu da aktarılan haberler arasındaydı.

General Alymer kuvvetlerinin kısa zamanda Kut’ül mare’ye ulaşamayacağını düşünen General Townshend, durumunu tekrar değerlendirerek sonuçlarını ordu karargâhına iletti. Mesajında öncelikle kendisine yardım kuvvetlerinin 15 Ocak tarihine kadar Kut’ül Amare’ye ulaşacağının bildirildiğini, fakat bu tarihin çoktan geçmiş olduğunu ifade ediyordu. Ardından içerisinde bulundukları durumda izleyebilecekleri üç farklı hareket tarzını ortaya koyuyordu. Hareket tarzlarından birincisinde Kut’ül Amare’den bir yarma harekâtı yaparak çıkmaya ve Alymer kuvvetleri ile birleşmeye çalışmak yer alıyordu. Yarma harekâtı denenebilirdi, ancak tüm birlikler ile yapılamazdı. Komutasındaki sağlıklı askerlerden bir kuvvet oluşturabilir ve bu birliklerle harekâtı gerçekleştirmeyi deneyebilirdi. Bu durumda geride kalan İngiliz askerleri Türkler'e teslim edilmiş olacaktı. İkinci seçenek dayanılabilen son noktaya kadar savunmada kalmak ve yardım kuvvetlerinin Kut’ül Amare’ye ulaşmasını beklemekti. Son seçenek ise Türkler ile mâkûl bir anlaşma yapmaya çalışmaktı. Townshend eğer anlaşma yapılır ise Kut’ül Amare’yi teslim etmek karşılığında İngiliz birliklerinin geri çekilmelerine izin verilmesini isteyecekti.

Townshend’in mesajına kısa zaman içerisinde Ordu Komutanı General Lake’den cevap geldi. Lake savunmada kalma ve anlaşma yapma seçeneklerini, o anki şartlarda pek mâkûl bulmayarak Townshend’in yarma harekâtı yapmasına izin vermiş ve kendisinden gerekli hazırlıklara başlamasını istemişti. Ayrıca General Lake yarma harekâtında bazı İngiliz birliklerinin geride bırakılacak olması sebebiyle, konunun askerlerden gizli tutulmasını istemişti. Yarma harekâtı yapmak konusunda ordu karargâhından izin gelmiş olmasına rağmen, General Townshend çevre koşullarını tekrar gözlemleyerek bu harekâtın yapılamayacağına karar verdi.

Townshend harekâtın yapılamayacağı kararını verince yardım kuvvetleri gelene kadar Kut’ül Amare’de daha fazla süre kalmanın yollarını aramaya başladı. Townshend komuta heyetine şehirde arama yapmaları emrini verdi. Yapılan aramalarda şehir halkının İngilizler'den hububat gizlediklerini fark ettiler ve bol miktarda gıda maddesi ele geçirdiler. İngilizler buldukları hububat ile birlikte kuşatma altında 84 gün daha dayanabileceklerini hesaplamışlardı. Townshend vakit kaybetmeksizin durumunu bir mesajla General Lake ve Alymer’e bildirdi.

Mevsimin kış olması savaş şartlarını zorlaştırmıştı. Yağışlar nedeniyle Dicle nehrinde taşkınlar yaşanmaktaydı. Alymer kuvvetleri en kısa zamanda Kut’ül Amare’ye ulaşmaya çalışıyorlardı ancak Türk direnişinin dışında su baskınları ve çamur İngiliz ilerlemesine engel oluyordu. Kut’ül Amare’nin kuzey bastısındaki Türk birlikleri de su baskınları nedeniyle mevzilerini boşaltarak geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

Hava şartları her ne kadar İngiliz ilerlemesine engel oluştursa da, General Alymer saldırılara devam ediyordu. 5 Şubat günü İngilizler yeni bir saldırıda bulundular, ancak Türkler tarafından geri püskürtüldüler. Kut’ül Amere’nin güneyinde aralıklarla çatışmalar devam etse de Kut’ül-Amare çevresinde durum değişmemişti81.

Kuşatma altında geçirilen günlerin uzaması ve Alymer kuvvetlerinin Kut’ül- Amare’ye ulaşamamış olması İngiliz askerleri arasında moral bozukluklarına neden oluyordu. Townshend askere tebliğ yayınlayarak içerisinde bulundukları durum hakkında bilgi vermişti. Yayımlanan tebliğ ümit verici bir içeriğe sahip değildi. Townshend askerin mevcut durum hakkında bilgilenmelerini istemişti, ancak onlara moral aşılamayı da eksik etmemişti.

İngiltere Kralı 14 Şubatta Damad General Townshend ve askerlerine hitaben bir mesaj gönderdi. Mesajda Townshend ile askerlinin vermiş oldukları cesur mücadeleyi hayranlıkla izlediğini ve onları desteklemek için mümkün olan tüm gayretin gösterildiğini ifade ediyordu.Damad Gereral Townshend Kralının mesajını vakit kaybetmeksizin cevapladı. Townshend cevabında Kral'ın takdirini kazanmış olmalarının Kut’ül Amare’den kurtuluş için ümit kaynakları olduğunu ifade etti.

Townshend’in mesajı 17 Şubat 1916 günü İngiliz parlamentosunda okunmuş ve büyük bir coşku yaratmıştı. Kut’ül Amare’yi desteklemek konusu sadece İngiliz askeri ve sivil yönetiminin gündeminde değildi. İngiliz kamuoyu da Damad General Townshend’e nasıl yardım edileceği konusunu gündeminden düşürmüyordu. Alymer kuvvetlerinin ilerleyişinin su taşkınları nedeniyle durakladığı ve Türkler'in hava şartlarının yarattığı olumsuz durumu sonuna kadar kullandıkları ifade ediliyordu.

Alymer ilerlemenin Townshend de kuşatma altında daha uzun süre dayanabilmenin yollarını aramaya devam ediyordu. Kuşatma altındaki askerlere verilen et bitmişti. Sadece hububat ile beslenmeleri durumunda bitkin düşeceklerdi. Bu nedenle Townshend askerlere at eti yedirmeye başladı. İngiliz askerleri at eti yiyorlardı, ancak Hintli askerler at eti yemek istemiyorlardı. Askerlerin et yemeden dayanamayacaklarını düşünen Townshend Alymer’e mesaj gönderdi. Townshend Alymer’den Hindistan karargâhı ile iletişime geçmesini ve Hindistan dini liderlerinden fetva yayınlatarak savaş şartları içerisinde at eti yenmesine engel olmadığını ilan ettirmesini istiyordu. Townshend’in isteği Hindistan yönetimine iletildi. Unutmıyalım ki, o tarihteki Hindistan, bugünkü Hindistan-Pakistan-Bangladeş-Keşmir'in toplamına eşitti. Büyük bir müslüman nüfusu vardı. Hindistan Genelkurmayı'nın gönderdiği mesajda Hindistan’daki Müslüman ve Hindu dini liderler hayvanların kesim usullerine uyulması şartıyla askerlerin savaş şartları içerisinde at eti yemelerine bir engel olmadığını ifade ediyorlardı.

General Alymer 4 Martta General Townshend’e bir mesaj göndererek hava şartlarından dolayı harekâtı 7 Marta ertelediğini bildirdi. Daha sonra bir mesaj daha göndererek harekâtı bir gün daha ertelediği bilgisini verdi.

Alymer kuvvetleri 8 Mart sabahı saldırıya geçtiler. Türk birlikleri savunmadaydılar, ancak İngilizler kayıplarına bakmaksızın saldırıya devam ediyorlardı. Saldırı sonrasında bazı Türk siperleri İngilizler'in ellerine geçmişti. Durumu değerlendiren Halil Bey kendilerinden zafer beklendiğini ifade ederek askerlerini süngü hücumuna geçirdi. Savaş alanı o kadar karışmıştı ki, el bombaları daha atılamadan askerlerin ellerinde patlıyordu. Ana birliklerinin imha olması ile İngilizler geri çekilmeye başladılar. İngiliz geri çekilmesi ile Türk makineli tüfekleri tekrar saldırıya geçti ve İngiliz birliklerine büyük kayıplar verdirdiler.

İngilizler 11 Mart günü tekrar saldırıya geçtiler ancak Türk birlikleri tarafından tekrar geri püskürtüldüler. Çatışmalar sonrasında bazı siperlerin zarar görmesi sebebiyle Halil Bey bu siperleri boşalttırdı.Yine de İngilizler tüm saldırılarına ve verdikleri büyük kayıplarına rağmen, Türkler'i yerlerinden sökmeyi başaramadılar.

Alymer kuvvetlerinin tekrar başarısız olması İngiliz kamuoyunda huzursuzluk yaratmıştı. Avam Kamarasının 21 Mart tarihli toplantısında Sir Edwin Cornwall hükûmete Irak’taki İngiliz birliklerinin durumları hakkında bazı sorular yöneltmişti. Sir Cornwall General Townshend komutasındaki birliklerin sağlık durumu hakkında ve Alymer kuvvetlerinin desteklenmesi konusunda yaşanan aksaklıkların sorumlularının ortaya çıkarılması konusunda hükûmetin açıklama yapılmasını istiyordu. Sir Cornwall’ın sorularını İngiltere Başbakanı Lloyd George yanıtladı. Llyod George General Townshend birliklerinin son durumları hakkında bilgisi olmadığını ifade ederken, General Alymer kuvvetlerinin desteklenmesinde herhangi bir aksaklık olmadığı bilgisini veriyordu.

Irak harekâtındaki başarısızlıklar gün geçtikçe İngiltere basınında yapılan eleştirilerin sertleşmesine de neden olmaktaydı. Basın General Townshend’in yetersiz kuvvetler ile Bağdat’ı ele geçirme teşebbüsünde bulunmanın cezasını çektiğini ifade ediyordu. Townshend 105 gündür kuşatma altındaydı, ancak yardım kuvvetleri kendisine hâlâ çok uzaktı. Basında, yardım kuvvetleri desteklenmeye devam edilse de, Kut’ül Amere’nin sonsuza kadar dayanacağının beklenmemesi gerektiği vurgulanıyordu.

Yardım kuvvetlerinin yenilenen başarısızlıklarından sonra Townshend kuşatmaya dayanabilmek için tekrar hububat tasarrufu yapmaya karar verdi. Hububat tasarrufunu sağlayabilmek için 1000 hayvan kesilmesini onaylayan Townshend bu sayede kuşatmada altında 15 Nisana kadar dayanabilmeyi hedefliyordu.

Kuşatmanın diğer tarafında Halil Bey saldırıda bulunan General Alymer kuvvetlerini geri püskürttükten sonra, General Townshend’e Alymer kuvvetlerinin durumunu anlatan ve Townshend’i teslim olmaya çağıran bir mektup gönderdi. Halil Bey mektubunda Townshend’in elinde yeteri kadar yiyecek malzemesi kalmadığının ve askerler arasında hastalıkların arttığının bilgisine sahip oluğunu da belirtiyordu. Townshend Halil Beyin teslim olma çağrısını gönderdiği mektupla reddetti. Townshend Halil Beyin teslim çağrısını geri çevirmiş olsa da Kut’ül-Amare’yi teslim etme, ya da boşaltma olasılığını da göz önünde bulunduruyordu. Şehir ile birlikte, elerindeki silah, cephane ve malzemenin teslim edilmesi karşılığında, İngilizler'in şehri terk etmelerine izin verilmesini isteyen bir anlaşmayı Türkler'le yapma konusunda öneride bulunduğu bir mesajı ordu komutanlığına gönderdi. Ordu komutanlığından kendisine gönderilen mesaj şu şekildeydi; “Son kurtarma teşebbüsümüzün başarısızlıkla sonuçlanmasının sizi ve komutanız altındaki askerleri nasıl hüsrana uğratmış olabileceğini tahmin edebiliyor ve bu hissinizi derinden paylaşıyorum. Ama bu çabamızdan vazgeçmeyeceğimiz konusunda sizi temin eder ve azami kuvvetin bir sonraki teşebbüsümüz için hazırlanacağını bildiririm”.

Gelen mesajla birlikte Townshend’in, yardım kuvvetlerinin kendisine ulaşmasını beklemekten başka çaresi kalmamıştı!

Kut’ül Amare kuşatmasının uzaması ve yardım kuvvetlerinin başarısız saldırıları İngiltere yönetiminde alınan kararların daha sert ifadelerle sorgulanmasına neden olmaya başlamıştı. Lord Beresford General Townshend’in Selman-ı Pâk üzerine ilerlemede sorumluluğunun olup olmadığının hükûmet tarafından açıklanmasını istiyordu. Lord Bedesford’un sorusunu cevaplayan Lord Islington ilerleme sorumluluğunun General Townshend’de olmadığını ifade ederken, ilerleme konusunda eğer General Townshend’in bir önerisi oldu ise, bu öneriyi General Nixon’a iletmiş olabileceğini belirtiyordu. Ayrıca ellerinde Townshend’in Nixon’a bir öneride bulunup bulunmadığına, ya da Nixon’un ilerleme konusunda Townshend’e danışıp danışmadığına dâir bir bilginin bulunmadığını da açıklıyordu.

İngiliz yönetimi içerisinde bulunduğu kötü durumun sorumlularını bulmaya çalışırken, askerî yönetimde değişiklikler yapılmıştı. 8 Mart'taki saldırıdan da başarısız sonuçlar elde eden General Alymer İngiliz yardım kuvvetleri komutanlığından alındı ve yerine General Gorringe getirildi. İngiliz yardım kuvvetlerindeki bu komuta değişimi İngiliz ordusu içerisinde bazı hoşnutsuzlukların oluşmasına da sebep oldu. İngilizler başarısızlıkların sorumlularını bulmaya çalışırlar iken, cephenin diğer tarafında Halil Bey başarılarından dolayı İstanbul tarafından birinci derece Osmanlı nişanı ile ödüllendirilmişti. Ödüllendirilen sadece Halil Bey değildi. 43. Alay sancağı da altın ve gümüş savaş madalyaları ile ödüllendirildi.

Irak’taki gelişmeler İngiliz kamuoyu tarafından da dikkatle izlenmekteydi. Basın organlarına iletilen mektuplardan İngiliz askerlerinin durumlarının çok iyi olmadığı bilgisine ulaşılmış ve bu bilgiler kamuoyu ile paylaşılmıştı. Mektuplardan elde edilen bilgilere göre 500 hastaya ancak bir hastabakıcı düşmekteydi. Ameliyatlar anestezi kullanılmadan yapılırken yüzlerce yaralıya ancak üç doktor bakmaktaydı. Ayrıca hasta bakıcıların az olması nedeniyle hamallar hastabakıcılara yardım ediyorlardı. Yaralanan bir İngiliz subayına 18 gün bakılmamış ve sargıları değiştirilmemişti.

İngiliz askerlerinin yaşadığı güçlüklerin basında paylaşılmasının ardından İngiliz kamuoyunda İngiliz hükümetine karşı bir tepki oluşmuştu. Basında İngiliz birliklerinin Irak’a gönderilmesinde asıl sorumluluğun İngiltere Savaş Bakanlığında olduğu ve sorumluluğun Hindistan yönetimine devredilemeyeceği ifade ediliyordu. Ayrıca Irak’a gönderilen İngiliz askerlerinin Avrupa kökenli olduklarının altı çizilirken, mevsimin yaza yaklaşması ile bu askerlerin hava şartlarından dolayı daha fazla zorluk çekecekleri düşünülüyordu. Mevsim şartları İngiliz askeri için kaygı yaratırken bu durumun Türk askerleri için avantaj haline geleceği düşünülüyordu.

23 Mart ile 4 Nisan tarihleri arasında yağan aşırı yağmurlar İngiliz birlikleri ile Türk siperleri arasındaki bölgenin göle dönüşmesine neden olmuştu. İngilizler ilerlemelerinin önündeki doğal engellerden bahsederlerken taşkın sularının bir iç deniz durumuna geldiğinden ve sazlıkların 60 cm’den 180 cm’ye uzadıklarından yakınıyorlardı. İngiliz yardım kuvvetleri sazlıklar nedeniyle ilerleyemezlerken, Townshend’in birlikleri uzayan otlardan yemek yapmaya çalışıyorlardı.

Kuşatma altındaki İngiliz askerlerinin durumları son derece kritik hâle gelmişti. Townshend eğer yardım kuvvetleri 15 Nisan'a kadar Kut’ül Amare’ye ulaşamazlarsa askerlerinin daha fazla dayanamayacağını düşünüyordu. Yiyecek sıkıntısı nedeniyle askerin tayınlarını tekrar azaltmak zorunda kalmıştı.

Townshend 4 Nisanda genel karargâha mesaj göndererek kendilerine para göndermelerini istedi. Para istenmesinin iki nedeni vardı. Öncelikle Araplar İngilizler'e para bozmak istemiyorlardı. Bu nedenle yerel halktan malzeme satın alımında sıkıntılar yaşanıyordu. Diğer neden ise eğer Kut’ül Amare’yi teslim etmek zorunda kalırlarsa, esir düşecek İngiliz askerlerinin yanlarında para olmasının iyi olacağını düşünüyordu.

Yağışlar nedeniyle yaşanan beklemeler süresince Türk birlikleri iyi çalışmışlardı. Türk birlikleri aklın ve emeğin yapabileceği son noktada bir savunma hattı oluşturmuşlardı. Hendekler birbirleri arasında bağlantılara sahipti ve neredeyse labirent olarak nitelendirilebilirlerdi. Hazırlanan siperler oldukça büyük bir derinliğe sahip olmanın yanında makineli tüfekler ve dikenli tellerle de destekleniyorlardı. İngilizler bu siper hattını ancak cephe taarruzu ile aşabileceklerini düşünüyorlardı.

Yağışların azalması ve nehrin yükselmesinin durması ile birlikte İngiliz yardım kuvvetleri 9 Nisan sabahı saldırıya geçtiler. Ne var ki, General Gorringe komutasındaki İngiliz yardım kuvvetleri Türk siperlerini geçmeyi başaramadı. Türk kaynaklarından alınan bilgiler İngiliz basınına da yansımaktaydı. Türk kaynaklarının ilettiklerine göre, 6 saat süren çatışmalarda İngiliz birlikleri 3000 kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Verilen kayıplar konusunda en kötü durumda olanı ise tamamen İngiliz askerlerinden oluşan 13. İngiliz Tümeni idi.

İngiliz kayıplarını ilan eden haberler ardından İngiltere Lordlar Kamarasında Lord Strachie yayımlanan haberlerin doğru olmadığını ifade ederken, bu tür haberlerin basında yer almaması konusunda görüş bildiriyordu. İngiliz basınına yansıyan haberler konusunda tartışmalar yaşansa da, çatışan birliklerin komutasında bulunan General Gorringe, Damad GeneralTownshend’e 9 Nisan günü bir mesaj göndererek saldırılarda başarısız olduklarını itiraf ediyordu.

General Townshend Kut’ül Amare’de elinden geldiği kadar dayanmaya çalışsa da, içerisinde bulunduğu durum gün geçtikçe kötüleşiyordu. Yiyecek sıkıntısının da etkisiyle askerler arasında iskorpit ve dizanteri gibi hastalıklar artmaya başlamıştı. Townshend yayımladığı tebliğlerde at eti yenmesi konusunda ısrarcı olmaktaydı. At eti dağıtılmaya başladığı dönemden itibaren birçok Hintli at eti yemeye başlamıştı, ancak hâlâ yemeyenler de vardı. Townshend Genel Karargâha mesaj göndererek kendilerine 21 Nisan'a kadar yiyecek malzemesi gönderilmesini istemişti. Eğer bu tarihe kadar ellerine yiyecek malzemeleri geçmezse, at eti yemeyen Hintli askerlerin büyük bölümünün zafiyetten öleceğini düşünüyordu.

Townshend’in yiyecek malzemesi isteği sonrasında İngiliz yardım kuvvetleri Kut’ül Amare’ye kara ve nehir yoluyla ulaştıramadıkları yiyecek malzemelerini havadan ulaştırmayı denemeye başladılar. İngiliz uçakları Türk birliklerinin ateşine maruz kalmamak için yiyecek malzemelerini yüksek irtifadan paraşütlerle atarak Kut’ül Amare’ye düşürmeye çalışıyorlardı. Ancak esen kuvvetli rüzgâr malzemelerin çoğunun Türk hatlarına düşmesine neden olmaktaydı.

Yardım kuvvetleri bir yandan Kut’ül Amare’ye havadan yiyecek malzemesi ulaştırmaya çabalarken, diğer yandan da karadan ilerlemeye çalışıyorlardı. İngiliz yardım kuvvetleri ilerlemek için kayıplarına bakmaksızın saldırılara devam ederken Türkler önemli kayıplar verseler de, İngilizlerin kendilerini geçmelerine izin vermiyorlardı. Çatışmalarda siperlerin kontrolü zaman zaman el değiştiriyordu. İki tarafta savaşın sonlarına gelindiğinin farkındaydı ve var güçleri ile savaşmaya devam ediyorlardı. Yaşanan son çatışmalarda Türkler'in 3000 civarında kayıp verdileri değerlendirilirken, İngilizler'in kayıplarının ise 4000’den fazla olduğu tahmin ediliyordu. İki tarafta büyük kayıplar vermiş olsalar da, İngiliz yardım kuvvetleri Türk hatlarını geçmeyi başaramamıştı.

General Townshend sürekli olarak yiyecek sıkıntısına çözüm bulmaya çalışıyordu. Hintli askerlerin savaş şartları içerisinde at eti yiyebileceklerine dâir dini liderlerinden izin gelmesine rağmen bazı Hintli askerler savaş sonrasında Hindistan’a geri döndüklerinde at eti yemiş olmalarının halk arasında sürekli yüzlerine vurulacağını ve hatta kızlarını bu nedenle evlendiremeyeceklerini ifade ediyorlardı. Townshend Hindistan yönetimine mesaj göndererek Hindistan’da bu konuyla ilgili bildiriler yayınlanmasını istedi. Bildirilerde savaştan dönen askerlere baskı uygulayan kişilere devlet tarafından dâva açılacağının duyurulması istenirken, geri dönen bu askerlere devletin iltizam dağıtması öneriliyordu.

General Gorringe’nin başarısız harekâtları neticesinde yardım kuvvetlerinin Kut’ül Amare’ye ulaşamaması ihtimali üzerinde duran Townshend, kuşatmayı yarma harekâtı yapma konusunu tekrar değerlendirmeye başladı. Kut’ül Amare’de bulunan İngiliz birliklerinin büyük kısmının durumu oldukça kötüydü. Hastalık ve açlıktan her gün yaklaşık 15 kişi ölmekteydi. Bu durumdaki askerler ile yarma harekâtını hayata geçirmek imkânsızdı. Townshend yarma harekâtını komutasındaki sağlıklı askerler ile gerçekleştirmeyi planlıyordu. Planını komutasındaki komutanlar ile paylaşmış ve aralarından birisi geride kalan askerlerin başında kalmaya gönüllü olmuştu. Yarma harekâtının icra edildiği kabul edildiğinde harekâta katılan İngiliz askerleri Türk kuvvetlerini geçmeyi başarsalar bile, geride kalan birlikler koşulsuzca Türk birliklerine teslim edilmiş olacaktı.

Townshend kendi askerlerini geride bırakmayı göze aldığı planını Ordu komutanlığına bildirdi. Ordu komutanlığından kısa zaman içerisinde Townshend’in planına cevap geldi. Ordu komutanlığı yarma harekâtında bulunmanın son çare olarak tercih edilmesi gerektiğini değerlendirirken, harekâtta bulunan kuvvetlerin başında General Townshend’in bulunmasını uygun görmemişti. Eğer geride askerler kalacaksa, başlarında General Townshend kalmalıydı. Yarma kuvvetlerinin seçimi ve düzeni konusunda General Townshend yetkilendirilirken konunun askerlerden gizli tutulması tavsiye edilmişti. Irak’ta savaş devam ederken 6. Ordu Komutanlığını yürütmeye devam eden Mareşal Goltz 19 Nisan'da Bağdat’ta vefat etti. General Goltz’un ölümü sonrasında 6. Ordu komutanlığı terfi etmiş olan Halil Paşa'ya verildi.22 Nisan 1916 günü terfi emrinin gelmesi ile birlikte Halil Bey “General, Ordu Komutanı ve Irak Genel Valisi olmuştu.”

General Gorringe ilerleyebilmek için saldırılarına devam ediyordu. Bu sırada General Townshend Genel Karargâh'tan 22 Nisan günü bir mesaj aldı. Mesajda Gorringe’nin 22 Nisan sabahı yapmış olduğu saldırıda da başarısız olduğu bilgisi veriliyordu. Gelen bu son haber sonrasında General Townshend’in kurtarılma konusunda artık ümidi, askerlerinin ise dayanacak güçleri kalmamıştı. Townshend komutasındaki askerler ile kışla hizmetlerini bile yürütemez hâle gelmişti. Askerlerden nöbet esnasında bayılanlar oluyordu. Townshend Genel Karargâh'a bir mesaj göndererek Halil Paşa ile anlaşma yapma konusunda fikir sordu. Townshend mesajına Genel Karargâhın cevap vermesini beklerken, bir İngiliz gemisi Kut’ül Amare’ye gizlice yardım malzemesi götürmeye çalışıyordu. Türk birlikleri gemiyi kısa zaman içerisinde fark etmişlerdi ve açtıkları top ateşi sonrasında gemi isabet alarak karaya oturmuştu. Townshend’e yardım ulaştırma konusunda bu deneme de başarısız olurken Kut’ül Amare’deki Araplar her gün şehirden kaçarak Türk birliklerine sığınıyorlardı.

22 Nisan günü kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan bir grup Türk mevzilerine varmışlardı. Bu durum Türk tarafı için istenilen bir şey değildi. Halk Kut’ül-Amare’yi terk ettikçe mevcut erzakla İngilizler'in dayanma gücü artmaktaydı. Gelişen durum üzerine Halil Paşa Townshend’e bir mektup gönderdi. Mektubunda:“Biz Kütül Amare’yi muhasaraya başladığımız zaman, size halkın şehirden çıkarılmasını teklif etmiştik. Siz halkın âkıbetini İngiliz hükûmetiyle birlik gördüğünüzü söylemiştiniz. Ve halkı çıkarmadınız. Şimdi açlık baş gösterince bunları çıkarmak suretiyle kalenin mukavemetini arttırıyorsunuz. Siz de pek güzel takdir edersiniz ki, biz buna müsaade edemeyiz. Birinci hatlarımıza iltica edecek halka karşı silah kullanacağız. Bu tarzı hareketinizden dolayı tarih sizi sözünü tutmamış bir kumandan olarak tanıyacaktır”121 ifadeleri ile Townshend’i ikaz ediyordu.

Townshend zaman kaybetmeksizin Halil Paşanın mektubunu; “Kütül Amare muhasarası başladığı zaman, müracaatınız üzerine ben de halka Kütül Amare’yi terk etmelerini tebliğ etmiştim. O vakit onlar bunu kabul etmediler. Takdir edersiniz ki, İngiliz ordusuyla mukadderatını birleştirmek isteyen bu halkı zorla yurtlarından çıkarmak elimden gelemezdi. Muhasaranın bütün meşakkatine bizimle birlikte katlanmış olan bu halk, nihayet askerin tahammüle mecbur olduğu zorluklara tahammül edemedi, çıkmak istedi. Kendilerine yaptığım her türlü tebligat ve yardıma rağmen, çıkmaya devam ettiler. Şimdi de sizin silahla karşılayacağınız yolundaki tebligatınızı tekrar halka ilan ettim. Fakat müessir olmadı. Tekrar çıkıyorlar. Çıkaran ve tutan ben değilim, kendileridir. Tarih bizi sözünde durmayan bir kumandan olarak tanıyamaz. Fakat siz, perişan ve aç bir halka silah kullanırsanız, tarih sizi kendi teba’sına silah kullanmış bir kumandan tanıyacaktır” ifadeleriyle cevaplıyordu.

Kut’ül Amare’nin Düşüşü

Halil Paşa ile Damad General Townshend arasındaki psikolojik ve fiziki savaş daha fazla devam edemeyecekti çünkü Townshend’in elinde yiyeceği kalmamıştı. İngilizler arasında her gün yaklaşık yirmi kişi ölmeye başlamıştı. General Townshend 26 Nisan 1916 günü Türkler ile anlaşmak için görüşmelere başlamak zorunda kalmıştı. Halil Paşa Townshend’in görüşme isteğine olumlu yaklaştığını kendisine gönderdiği mektupla bildirmişti. Görüşme Dicle nehri üzerinde yapılacaktı. İki komutan da anlaşılan saatte botları ile birlikte nehir üzerinde belirlenen noktada buluştular. Görüşmede General Townshend ellerindeki bütün silah ve cephaneyi teslim etmek, savaş boyunca Türk kuvvetleri ile bir daha karşılaşmamak ve 1 milyon İngiliz Sterlini vermek karşılığında İngiliz birliklerinin Kut’ül Amare’yi terk ederek Basra’ya doğru geri çekilmelerine izin verilmesini istedi!... Halil Paşa kendisine yapılan bu teklifi reddetti. İngilizler'in elerindeki silah ve cephanenin çeşidi Türk birliklerinde kullanılanlar ile uyuşmamaktaydı. Ayrıca Halil Paşa beş aydır İngilizler ile savaştığını, bunun karşılığının ise para olmadığını ifade etmişti. Yapılan görüşmede anlaşmaya varamayan Halil Paşa ve General Townshend ayrılarak birliklerinin başlarına döndüler. Birliklerinin başına varan Halil Paşa komutasındakilere son bir saldırıda bulunmak için hazırlıklara başlamaları emrini verdi.

Halil Paşa Kut’ül-Amare’yi teslim almak için savaşmaya devam edebilirdi, ancak İngilizler'in savaşacak ya da kuşatma altında daha fazla dayanabilecek güçleri kalmamıştı. Townshend’in dayanma gücünün kalmadığı anda İngiltere Savaş Bakanlığı anlaşma görüşmelerinde arabuluculuk yaparak Townshend’e yardım etmeleri için Yüzbaşı Aubrey Herbert ve casus Yüzbaşı T.E. Lawrence’sı görevlendirdi. General Townshend ile Halil Paşa'nın ilk görüşmeleri sonrasında anlaşmaya varamamaları üzerine, Herbert ve Lawrence General Townshend’in Halil Paşa'ya teklif ettiği 1 milyon Sterlin tazminatı arttırmak için Londra’dan izin istediler. İzinin gelmesi üzerine İngilizler daha önce teklif edilmiş olan silah ve cephanenin teslim edilmesi ile Basra’ya geri çekilme hususları aynı kalmak üzere, vermeyi teklif ettikleri paranın miktarını 2 milyon Sterlin'e çıkardılar!..

Casus Lawrence İngilizler'in yeni teklifini iletmek üzere Türk hatlarına gitti ve teklifi Halil Paşa'ya bizzat kendisi iletti. Halil Paşa Türk hükümetinin silah ve paraya ihtiyacının olmadığını belirterek teklifi reddetti ve Lawrence’ı geri gönderdi. Ayrıca İngilizler'e eğer 29 Nisan günü teslim olmazlar ise saldırıya başlanacağını da bildirdi.

Halil Paşa'nın uyarısı sonrasında 28 Nisan akşamı Kut’ül Amare’den patlama sesleri duyulmaya başladı ve sabaha kadar şehirden alevler yükseldi. İngilizler cephanelerini imha ediyorlardı. 29 Nisan sabahı iki İngiliz subayı Türk mevzilerine gelerek Kral Damadı General Townshend’in koşulsuz olarak teslim olduğunu bildirdiler. General Townshend’in teslimiyet kararını İngiliz subayları Türk tarafına iletirlerken, bu durumu kendisi 29 Nisan 1916 saat 13:20’de çektiği acil durum mesajı ile İngiliz karargâhına bildirdi.

Binbaşı Nazmi Solak yönetimindeki 3. Piyade Alayı askerleri Kut’ül Amare’ye giren ilk Türk birliği oldu. Aynı gün saat 14:30 civarında Kut’ül Amare’deki hükûmet konağına Türk bayrağı çekildi. Türk birliklerinin şehre girmesi ile birlikte uzun zamandır yiyecek sıkıntısı çeken İngiliz askerleri sağlık kontrolünden geçirilmeye başlandı. Şehrin teslim alınması ile birlikte Halil Paşa General Townshend’i ziyaret etti. Ziyaret esnasında teslim olan bir komutan ve asker olarak General Townshend kılıç ve silahını Halil Paşa'ya teslim etti, ancak Halil Paşa “Bunlar şimdiye kadar sizindi, bundan sonra da öyle olacak” ifadeleriyle silah ve kılıcı teslim almayı kabul etmedi. Halil Paşa bu davranışı ile General Townshend’in askerlik onurunu korurken kendisine İstanbul’a götürülerek misafir edileceği bilgisini de verdi. Teslim olan İngiliz birlikleri hakkında da bilgi veren Halil Paşa İngiliz birliklerinin Anadolu’da iklimi güzel deniz kenarı yerlere götürülerek gözaltında tutulacaklarını ifade etti.

13 general, 481 subay olmak üzere 13.309 kişiden oluşan İngiliz birliği teslim olmuştu. Teslimden hemen sonraşerefli ve insanî duyguları yüksek Türkler, İngilizler'e yemek için koyun eti ve diğer yiyecek maddeleri gönderdi. İngiliz askerlerinin bir sıkıntısı da sigaralarının bitmiş olması idi. Türkler İngilizler'e bol miktarda sigara ve tütün verdiler. İngilizler Türkler'in Hıristiyan Batı'da asla görülmmeyen bu davranışlarından dolayı çok duygulandılar. Zirâ İngilizlera esir düşen Türk askerlerini Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare kampında mikrop kırma bahanesi ile süngü zoruyla normalin çok üzerinde krizol maddesi attıkları suda yıkanmaya zorlayarak kör etmişlerdi!..

Türkler şehre yardım ederken İngiliz yardım kuvvetlerini temsilen iki İngiliz subayı teslim olan İngiliz Hânedan Damadı General Townshendve birlikleri için bazı tekliflerde bulundular. Londra belediyesi teslim olan İngiliz askerleri için bazı yiyecek maddeleri ve hediyeler göndermişti. Bu yiyecek ve hediyelerin teslim olan İngiliz askerlerine dağıtılmasını istiyorlardı. Ayrıca İngiliz askerleri arasındaki hasta ve yaralıların ayrılmalarına izin verilmesi de isteniyordu. İngilizler'in yaptığı tüm teklifler kabul edildi. İngiltere’den gelen yardımlar Türk ve İngiliz ortak heyetlerince İngiliz askerlerine dağıtılmıştı. İngiliz askerlerinin İngiltere’den gönderilen yiyecekler ile beslenmelerinin dışında kendilerine para da dağıtıldı.

Halil Paşa elde ettikleri zaferi vakit kaybetmeden Dâhiliye Nezâreti'ne bildirmişti. Dâhiliye Nezâreti ise Halil Paşa komutasındaki Türk birliklerinin bu zaferini tüm vilâyetlere duyurdu. Dâhiliye Nezâreti'nce bu zafer duyurusu yapılırken Halil Paşa komutasındaki askerlerin göstermiş oldukları başarılar da unutulmamıştı. Teslim alınan İngiliz birliklerinin beslenmesi tamamlandıktan sonra daha fazla zaman kaybetmeden İngiliz birliklerinin bölgeden ayrılarak Anadolu’ya gönderilmeleri gerekiyordu. Halil Paşa yorgun haldeki İngiliz askerlerini bu yolculukta yürütmek istememişti. Elinde nehirde kullanılabilecek vapuru vardı, ancak yeterli miktarda kömürü mevcut değildi. Bu nedenle Halil Paşa İngiliz yardım kuvvetlerinin komutasındaki General Gorringe’e durumu ve niyetini belirten bir mektup göndererek kendisinden kömür istedi. General Görringe’den gelen cevapta kömür gönderecek imkânlarının olmadığı ifade ediliyordu. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı ve yolculuğa yürüyerek devam edilecekti. Kıtalar yürümek zorunda kalırlar iken, teslim olan İngiliz generalleri araçla Bağdat’a gönderildiler.

Rahmetli Halil Paşa Bağdat'ta emrindeki kahraman TÜRK subay ve askerlerine şöyle hitap etti:

ORDUMA

- "Arslanlar!.."

- " Bugün Türkler'e şeref-ü şan, İngilizler'e kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semâsında
şühedâmızın ruhları şâd-ü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pâk alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum."

- "Bize 200 seneden beri tarihimizde okunmayan bir vak'ayı kaydettiren Cenab-ı Allah'a hamd-ü şükür eylerim.
Allah'ın azametine bakınız ki, 1500 senelik İngiliz Devleti'nin tarihine bu vak'ayı ilk defa yazdıran TÜRK süngüsü oldu.
2 senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vak'a daha göstermemiştir."

- "İşte TÜRK sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vak'ayı Çanakkale'de, ikinci vak'ayı burada görüyoruz."

- "Bugüne KUT BAYRAMI nâmını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken
şehitlerimize yasinler, tebârekeler, fâtihalar okusunlar. Şühedâmız, hayât-ı ulviyatta, semâvatta kızıl kanlarla uçuşurken,
gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar."

Mirliva Halil (Kut)
Altıncı Ordu Komutanı
29 / nisan / 1916- Bağdat

Osmanlı birliklerinin kazandığı büyük zafer başlangıçta Osmanlı Devleti ve İngiltere olmak üzere savaşın iki cephesinde de büyük bir yankı yaratmıştı. Halil Paşanın Kut’ül Amare zaferi Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda gündeme gelmiş ve Halil Paşa'nın elde etmiş olduğu başarının savaş içerisinde Afganistan ve Hindistan’da da büyük etkiler yaratacağı değerlendirilmişti. Başarılarından dolayı Halil Paşa altın imtiyaz madalyası il.

6. Ordunun başarısı Osmanlı yönetiminin dışında halk arasında da büyük coşkuyla karşılanmıştı. İstanbul’da İtfaiye ve Merkez Muhafaza taburları meş'alelerle Beyazıt meydanına inerek tören yaparken, halk da törenlere coşkuyla katılmıştı. Prusya’da askerî orkestra müdürü Paul Ivan, kazanılan Türk zaferi sonrasında Kut’ül Amare Marşı adında bir marş bestelemişti. Paul Ivan’ın yazıp bestelediği bu zafer marşı daha sonra Sultan Reşat’a da sunulmuştu. Beyazıt meydanında yapılan zafer gösterilerin benzerleri Almanya’daki birçok şehir ve Berlin’deki Osmanlı elçiliği önünde de gerçekleşmişti. Kut’ül Amare zaferi Almanya’da öyle büyük bir coşkuyla karşılanmıştı ki, Alman İmparatoru okulları zafer dolayısıyla bir gün tatil etmişti. Almanya’nın Berliner Tageblatt gazetesi Kut’ül Amare’nin düşüşünün siyasî ve askerî olarak büyük bir öneminin olduğunu ifade ederken Vossische Zeitung durumu İngiltere’nin şimdiye kadar almış olduğu en acı verici askeri darbe olarak nitelendiriyordu. Keolnische Volks Zeitung Kut’ül Amare’nin düşüşünün İngiltere’yi derinden etkileyeceği konusunda şüphe olmadığını ifade ediyordu.Kolay değil, müttefikiniz sizin yapamadığınız, hiç kimsenin yapamadığını yapmış, İngiliz Kralı'nın damadını ordusuyla birlikte esir etmişti!..

İngiltere basını da İngiliz mağlubiyetine büyük yer veriyordu. Basın General Townshend ve birliklerinin teslimiyeti hakkında öncelikle erzaklarının tükendiğini ifade ederken, silah ve mühimmatın imha edildiğini aktarılıyordu.

Teslimiyet esnasında Halil Paşa'nın General Townshend’in silah ve kılıcını kendisine iade etmesi de aktarılan öncelikli haberler arasındaydı. İngilizler Irak savaşlarında sadece mücadeleyi değil, itibarlarını da kaybettiklerinin farkındaydılar. Bu nedenle Kut’ül Amare’deki mağlubiyetlerinin Avrupa’da nasıl algılandığını yakından takip ediyorlardı. Kut’ül Amare’nin Türkler tarafından yeniden ele geçirilmesi, savaşın farklı taraflarındaki devletler içerisinde farklı şekillerde karşılanmıştı. Kut’ül-Amare’nin alınması Osmanlı Devletinin savaştaki müttefiki olan Almanya kamuoyunda sevinç ve heyecanla karşılanırken İngiltere’nin savaştaki müttefiki olan Fransa kamuoyunda daha farklı karşılanmıştı. Fransız basınında Kut’ül Amare’de teslim olan İngiliz askerlerinin onurluca savaştıkları ifade ediliyordu. Ayrıca Fransızlar İngilizler'in ve Ruslar'ın Anadolu’da icra ettikleri harekâtları değerlendirdiklerinde, İngilizler'in Kut’ül Amare’deki mağlubiyetini çok önemli bulmadıklarını da belirtiyorlardı. Diğer bir Fransız gazetesi olan Echo de Paris durumu kuşatma altında kalan İngiliz birliklerinin başarısı olarak yorumlamıştı. Onlara göre kuşatma altındaki İngiliz birlikleri Osmanlı'nın Irak bölgesinde kuvvet bulundurmasını mecbur bırakarak savaşın diğer cephelerine kuvvet göndermesini engellemişti. Figaro İngilizler'in Townshend’in öcünü almak için Kut’ül Amare’yi düşüreceklerini düşünürken, Martin Türkler'in Mezopotamya’da her zaman İngilizler'le yüzleşmek zorunda kalacaklarını tahmin ediyordu. Irak cephesindeki Türk galibiyeti diğer cephelerdeki gelişmelerle karşılaştırılarak Kut’ülAmare’nin teslim alınmasındaki başarı hafifletilmeye çalışıyordu. Bu konuda çıkan haberlerde Türklerin Kut’ül Amare galibiyetinin Trabzon ve Erzurum mağlubiyetlerinin acısını telâfi eder derecede olup olmadığı sorgulanıyordu. Fransızlar İngilizler'in mağlubiyeti hakkında her ne kadar ılımlı ifadeler kullansalar da, Amerikan basını durumu İngiliz itibarının kaybı olarak nitelendiriyordu.

Kut’ül Amare’nin Türk birlikleri tarafından tekrar teslim alınmasının yarattığı etki kamuoyunun gündemine yerleşmişken, Hindistan ve Avustralya yönetimleri de İngiliz mağlubiyeti konusunda üzüntülerini dile getiriyorlardı. Kut’ül Amare’nin teslim olması tabii ki İngiltere yönetiminin de gündemindeydi. İngiltere parlamentosunda öncelikle Halil Paşa'nın Kral Damadı General Townshend’e esaretleri boyunca kendilerine her türlü ilginin gösterileceği ve sağlıklı yerlerde misafir edilecekleri konusunda verdiği güvence gündeme getirilmişti. Lord Beresford Dışişleri Bakanı'na Halil Paşa'nın Townshend ve birliklerinin cesurca savunma yapmış olmalarından etkilenerek Townshend’e kılıç ve silahını iade etmiş olup olamayacağını sormuştu. Lord Kitchener yöneltilen soruya Townshend’i överek ve kuşatma altındaki mücadelesinden bahsederek cevap verdi. Lord Kitchener’in konuşması İngiliz parlamentosunda büyük coşku ve alkışlarla dinlenirken, konuşmanın sonunda Townshend’in teslim olmadan önce gönderdiği son mesaj da okundu. Kut’ül Amare mağlubiyeti İngiliz kamuoyunun gündeminde yer almayı sürdürürken, Irak’ta İngiliz ve Türk birlikleri arasında yaralı değişimi kapsamında İngiliz askerleri tahliye edilmeye devam ediyordu!

--------------------------------

Bu arada belirtelim: Biz bu çalışmayı yaparken 4-5 yıl önce internette General Townshend'in "İngiliz Kralı'nın damadı" olduğunu, hatta karısı, Kral'ın kızıyla birlikte esir düştüğüne dair bilgileri muhtelif sayfalarda görmüştük. Ama şimdi bakıyoruz (2015), ne Türkçe, ne İngilizce hiç bir sayfada bu bilgiler yok!.. Niye???

Çünkü üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu'na ve İngiliz Kraliyet Âilesi'ne böyle bir darbe vuran bir Kraliyet mensubunu ordusuyla birlikte esir alan bir tek TÜRKLER var!.. İngilizler bu olayı örtbas etmek istiyor. Herhalde bizden de rica etmişler ki, hemen hiç bir tarih kitabında bu gerçek yer almıyor!..

SÜLEYMAN ASKERÎ bey (1884, Prizren - 14 Nisan 1915, Basra) Teşkilât-ı Mahsusa'nın başkanlarındandır..

1909'da Bağdat Jandarma Alayı'nı yeniden düzenledi. Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı'na katıldı, daha sonra Bağdat valiliğine atandı.

Irak Ordusu komutanlığı ise, o bir anlık paniğin ordunun dağılmasına sebep olacağını sezerek silahını çekip, "Kumandan benim! Karşı geleni vururum!" diyen Ahmet Erner'e geçmiştir.

Meşrutiyetin ilan sürecinde ismi çok geçen, Teşkilat-ı Mahsusa’nın da lider kadrosunda yer alan Süleyman Askerî Bey, Makedonya’da yürütülen çete takibinde kendini göstermiş, Rumeli’de Sultan II. Abdülhamit’e karşı olan genç subaylar arasında yer almış, gayet teşkilatçı ve maceraperest bir insandı. Meşrutiyetin ilanından sonra biraz geri planda kalmış, Bağdat’taki jandarma birliklerinin ıslahı için Albay Nuri Bey'le Irak’a gitmişti. İtalyanların Trablusgarp’ı işgâl teşebbüsü karşısında kılık değiştirerek yakın arkadaşlarıyla beraber Bingazi’ye gelmiş, Enver ve Mustafa Kemal Paşalar'la birlikte mücadeleye katılmıştı. Trablusgarp Savaşı’nın bitimiyle birlikte emekliye ayrılana kadar Bağdat Jandarma mektebinde öğretmenlik yapan Süleyman Askerî Bey, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyetinde teşkilat işleriyle meşgul olmaya başladı. Enver ve Cemal Paşalar'ın da sonsuz güvenini kazandı. Cemal Paşa hâtıratında Süleyman Bey'le ilgili şunları söylüyor:

- “Süleyman Askerî Bey biraz acul (aceleci), biraz da nikbin (iyimser) biri olmasına rağmen, pek mükemmel ve müteşebbis bir idare adamı addolunabilirdi.”

I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte tekrar orduya alınan Süleyman Askerî, Kurmay Yarbay rütbesiyle Irak cephesine gönderildi. Daha evvel Rumeli’de birlikte çalıştığı subay ve seçkin gönüllülerden oluşan bir taburla (Osmancık Taburu) Basra’yı düşmandan kurtarmak için harekete geçti. Bağdat’tan itibaren bütün yol boyunca yerel halkın sevgi gösterileriyle karşılaşan Süleyman Bey, özellikle bölgedeki aşiret güçlerinin yardımını çok önemsiyordu.

Teşkilât-ı Mahsusa'nın başkanı ve Irak Havâlisi Kumandanı Süleyman Askerî, İran'ın Ahvaz şehrini ele geçirmiş, Abadan'daki İngilizler'in kontrolündeki petrol kuyularını ateşe vermiş, ve Basra'da İngiliz kuvvetlerini çelmeye almışken, bir tel makası olmadığından tel örgüleri aşamadıkları için eratı Bercisiye bataklığında boğulduğu ve bunu kendine yediremediği içinp tabancasını kafasına sıkarak intihar etmiştir.

Osmanlı kuvvetleri 20 Ocak 1915’te, Dicle boyunda keşif harekâtı yapan İngilizler'le karşılaşmış, çıkan çatışmada başarılı olmuş, fakat Süleyman Bey bacağından yaralanmıştı. Tedavi için Bağdat’a gitmiş, ancak doktorların tüm ısrarlarına rağmen hastanede kalmayıp tekrar cepheye koşmuştu. Bu olaydan kısa bir süre sonra Basra yakınlarında Şuaybe ve Bercisiyye’de İngilizler'e karşı kanlı mücadeleler tekrar başladı (12 Nisan 1915). Uceymi Sadun Paşa ve aşireti de burada düşmana karşı Osmanlı kuvvetlerini destekliyordu. Çarpışmaların ilk günlerinde başarılar elde edilse de, düşmanın elindeki modern silahlar Türk kuvvetlerini çaresiz bırakıyor, iş piyade askerlerinin İngiliz askerleriyle göğüs göğüse çarpışmasına kalıyordu. Bu çetin mücadele devam ederken İngilizler'in yardımına ihtiyat kuvvetleri yetişti ve durum birden Osmanlı Ordusunun aleyhine döndü. Üç gün boyunca devam eden çarpışmaların sonunda İngilizler karşı taarruza geçti. Bize yardım edecek Arap aşiretlerin Şammar, Necd ve İbnü’r Reşid haricinde hiçbirinden maalesef ses seda çıkmıyordu. Bu durum Süleyman Askerî Bey’i umutsuzluğa sürükledi. Lâkin o, asla mücadeleden vazgeçmedi. Harekâtı sedyede yaralı bir şekilde yöneten Süleyman Bey, aleyhimize dönen durumu gördükçe ayağa kalkmaya çalışmış ancak bacağındaki kurşun yaraları kemiğine kadar işlediğinden tekrar sedyesine oturmak zorunda kalmıştı. Düşman mermileri Türk komuta merkezinin iyice yakınlarına isabet etmeye başlayınca, Süleyman Askerî Bey bir arabaya bindirildi. Kendisine Binbaşı Âdil, Yaver Rüsuhi, Kâtip Manastırlı Seyfi, Emir subayı Sâdık, Topçu Yüzbaşı Şevki, Üstteğmen Fikri Bey ve Teğmen Hadi Beyler eşlik etti. Maiyetine yeniden savaş hattına dönmelerini emreden bu fedakâr komutanın arabasından birkaç dakika sonra bir el silah sesi duyuldu. Süleyman Bey elinde tabancası ile cansız bir halde arabada yatıyordu. Nâşı Nuhayle’deki karargâha götürüldü ve aynı gece kaldığı çadırının içinde kazılan mezara defnedildi. (13 Nisan 1915) ALLAH rahmet eylesin!

NUREDDİN BEY : (Nureddin İbrahim Konyar veya Sakallı Nurettin Paşa; 1873, Bursa - 18 Şubat 1932, İstanbul) Müşir (Mareşal) İbrahim Paşa'nın oğludur. 1890 yılında Pangaltı'daki Mekteb-i Füsûn-u Harbiyye-i Şahâne'ye girdi. 1893 yılında piyade sınıfının 31. olarak bitirerek Mülazım-ı Sani rütbesiyle mezun oldu.[ Arapça, Fransızca, Almanca ve Rusça bilirdi.

31 Ocak 1895 tarihinde Mülazım-ı Evvel; 22 Temmuz 1895 tarihinde de Yüzbaşı rütbesine terfi etti. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Başkomutan Ethem Paşa'nın yaverliğini yaptı. Ekim 1898 tarihinde Sultan II. Abdülhamid'in yaverliğine atandı. 1901 yılında, Binbaşı rütbesine terfi etti. 1902-1903 yılları arasında da Makedonya'da çetecilerle savaştı.1907'de Kaymakam (Yarbay) ve 1908'de Miralay (Albay) rütbesine terfi etti. 1908'de babasını dinlemeyerek, İttihat ve Terakki Komitesi'ne katıldı. 1909 tarihinde Tasfiye-i Rütbe-i Askeriye Kanunu ile rütbesi Binbaşılığa indirildi ve Birinci Ordu'ya bağlı yedek kuvvetlere atandı. 1911 tarihinde XIV. Kolordu bünyesindeki kuvvetleriyle Yemen'de isyancılarla mücadele ederken Yarbay rütbesine terfi etti. 1913 yılında Balkan Savaşı'nın son aşamasında komutasındaki 9. Piyade Alayı ile Yemen'den döndü ve savaşa katıldı.

Süleyman Askerî Bey'in intihar etmesinden sonra 20 Nisan 1915'de Irak ve Havâlisi Genel Komutanlığı'na atandı. Haziran ayında komutayı aldı. Aynı zamanda bu komutanlığın yanında Basra ve Bağdat Valiliği'ne de atandı. Tümgeneral Charles Vere Ferrers Townshend komutasındaki İngiliz 6. Poona Tümeni (Hint Tümeni) Bağdat'a ilerlemeye çalışırken 22-23 Kasım 1915'te Selman-ı Pâk Muharebesi'ni (Ctesiphon) kazanamayarak geri çekildi ve 3 Aralık'ta Kut'a sığındı. İngilizler'i takip eden Nureddin Bey'in komutasındaki Türk birlikleri İngiliz kuvvetlerini Kut şehrinde kuşatma altına aldı. 20 Ocak 1916 tarihinde, Harbiye Nazırı Enver Paşa, Nureddin Bey'in yerine amcası Miralay Halil Bey'i atadı. Nureddin Bey 9. Kolordu komutanı ve 3. Ordu komutan vekili olarak atandı. 1918 yılında Mirlivalığa terfi etti ve Paşa unvanını aldı.

Kasım 1918'de, aynı zamanda İzmir merkezli 17. Kolordu komutanı ve Aydın Vilâyeti Vâlisi olarak atandı. 30 Aralık 1918 tarihinde, İstanbul merkezli 25.. Kolordu komutanı olarak atandı. Urla'da isyan çıkınca, 2 Şubat 1919 tarihinde tekrar Aydın Vâliliği'ne ve Aydın Bölge Komutanlığı'na atandı.

Vâliliği sırasında, İzmir'in Sevr Antlaşması uyarınca Yunanlar'a verilmesine karşı çıkan İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti'ni destekleyerek bir direniş komitesi kurulmasını sağladı. Bu faaliyetleri İtilâf Devletleri'ni rahatsız etti. İtilâf Devletleri Osmanlı Hükûmeti'ne baskı yaparak, Nureddin Paşa'nın vâlilik görevinden alınmasını istediler. Nitekim Yunan işgâlinden kısa bir süre önce 22 Mart 1919 tarihinde vâlilik görevinden alındı. Haziran 1920'de Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. 9 Aralık 1920 tarihinde Pontus Rum çetelerine karşı Amasya'da kurulan 10,000 askerden oluşan Merkez Ordusu Komutanlığı'na atandı. İsyanı bastırmak için çok sert önlemler aldı. Amerikan misyonerlerin sınır dışı edildi. İsyana destek veren Hıristiyan ahaliden birçok kişi vatana ihanet suçundan idam edildi.

Millî Mücadele sırasında Sakallı Nureddin Paşa’ya bağlı kuvvetler bir yandan Rum köylerine baskınlar yaparak çetecileri imha etti. TBMM’de kabul edilen bir kararname ile Muğla, Aydın, Burdur ve Silifke livalarındaki 18-50 yaş arasındaki Hıristiyanlar ile Karadeniz havalisindeki 15-50 yaş arasındaki Hıristiyanların Sivas, Elazığ, Ergani, Malatya, Maraş’a tehcir edilmeleri emredilmişti. Nureddin Paşa’ya bağlı birlikler bölgede çok sert uygulmalar yaptılar. Sonunda Karadeniz ve Doğu vilayetlerinin milletvekilleri isyan etti. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) ve 106 arkadaşının imzaladığı dilekçe Dâhiliye Vekâleti’nce haklı görülünce, Nureddin Paşa 4 Kasım 1921’de Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alındı ve Ankara’ya çağrıldı. Ama savaş vardı, ve isyanharın mutlaka bastırılması gerekiyordu. Nureddin Paşa’yı milletvekillerinin gazabından Mustafa Kemâl kurtardı, Genelkurmay Başkanı’nın kendisini yargılaması koşuluyla Meclis soruşturmasından vazgeçilmesini sağladı. Fevzi (Çakmak) Paşa tahmin edileceği gibi Nureddin Paşa’yı cezalandırmadı, sadece askerlik görevine son verdi.

1922'de Ali İhsan Paşa'nın görevden alınması sonrasında ve Refet Paşa ile Ali Fuat Paşa'nın komutanlık teklifini reddetmesi üzerine 29 Haziran 1922 tarihinde 1. Ordu komutanlığına atandı. Bu görevinde Büyük Taarruz'a katıldı. Nureddin Paşa’ya Uşak, Alaşehir, Nazilli istikametine kaçmakta olan Yunan askerlerini ve yol üzerindeki direnen Rumlar'ı ‘tepeleme’ görevi verilmişti. Paşa bu görevi de hakkıyla yaptı. 9 Eylül günü İzmir’e giren ve düşmanı ihanet eden Rumlar'la birlikte “denize döken” askerlerin komutanı Nureddin Paşa’ydı. Zaferden sonra Ferikliğe terfi etti.

İzmir'in geri alınmasından sonra kurulan askerî mahkemede, Millî Mücadele'yi sabote eden, düşmanla müşterek hareket eden bazı yerli ve Rum asıllıları muhakeme ettirmekten çekinmemiştir. Bunlar arasında Islahat Gazetesi sahibi Süreyya ve Efes Metropoliti Hrisostomos da bulunmaktadır. İşgal döneminde gazetesinde işgal kuvvetlerini metheden ve Millî Mücadele'yi kötüleyen gazeteci Süreyya mahkemece idama mahkûm edilmiş ve cezası infaz edilmiştir. Osmanlı tebasından olmakla, Yunan işgali sırasında Türklere karşı bariz bir nefret ve bir din adamına yakışmayacak tavırlar sergilemiş olan Hrisostomos ise, Nurettin Paşa'nın makamına çağırılmasını takiben gevşek bir koruma ile Türk mahallelerinin ortasından geçirilmiş ve halk tarafından linç edilmiştir. Aynı şekilde yazılarıyla milliyetçi cephenin tepkisini çeken gazeteci Ali Kemâl'i Kurtuluş Savaşı'nın son günlerinde İzmit'te linç ettirmesi, ve Koçgiri İsyanı'nı bastırma şekli tartışma konusudur. İsyanda 500 âsiyi kendi tâbiriyle 'temizledi', 2000 kişiyi sürdü. Nureddin Paşa, Orgeneral (dört yıldızlı rütbe) olarak, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak'ı izleyen dördüncü kişi olarak gösterildi. Büyük başarıları olmuştur. ALLAH rahmet eylesin.

HALİL (KUT) PAŞA: (d. 1882, İstanbul - ö.20 Ağustos 1957, İstanbul) Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük amcası olan Halil Paşa, Kut'ül Amare Kuşatması sonucundaki zafere istinaden Kut soyadını almıştır. Harp Akademisi'nde Mustafa Kemal Atatürk ile aynı sınıfta okumuştur. İttihat ve Terakki Fırkası mensubu idi.

İkinci Meşrutiyet ve 31 Mart İsyanı arasında İran'da sınır ötesi askerî görev yapmıştır. 23 Ocak 1913 tarihindeki Bâb-ı Âli Baskını'ndan sonra İstanbul Merkez Komutanlığına atandı.

19 Nisan 1916'da Osmanlı ve Alman İmparatorluğu Mareşali Colmar von der Goltz Paşa, Bağdat'ta bulunan karargâhında tifüsten ölünce, genç yaşta olmasına rağmen Mirliva Halil Paşa 6. Ordu komutanlığına atandı. 29 Nisan 1916'da Irak Cephesi'nde Kut'ül Amare kasabasında İngiliz Kralı'nın damadı General Sir Charles Townshend komutasındaki İngiliz ordularını esir aldı. İngiliz General, Kut'ta yaşanan açlıktan dolayı diğer 13 general, 481 subay ve 13109 er ile birlikte teslim oldu. Kut'un alınmasından sonra Halil Paşa, Irak askerî valiliğine getirildi. 11 Mart 1917'de General Maude yönetimindeki İngiliz birlikleri Bağdat'a girerken, Halil Paşa'nın komutasındaki Osmanlı askerleri Bağdat'ı boşaltmak zorunda kaldı.

Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Diğer İttihaçılarla birlikte Bekirağa Bölüğü’ne kapatıldıysa da, Yahya Kaptan tarafından kaçırıldı. Sivas’a giderek Heyet-i Temsiliye başkanı Mustafa Kemâl ile görüştü. Buradan Azerbaycan’a giderek Enver Paşa ve kardeşi Nuri Paşa ile buluştu. Kurdukları İslam Ordusu’yla Ermeniler’e karşı savaştı. Bu arada Ankara Hükûmeti adına Moskova yönetimi ile görüştü. Sovyetler’in Ankara Hükûmeti'ne gönderdiği külçe altınları getirdi. Enver Paşa'rın amcası olması dolayısiyle Millî Mücadele sırasında Türkiye'de kalmasına izin verilmeyince, önce Moskova'ya, Enver Paşa'nın Türkistan'da Sovyet yönetimine karşı savaş başlatması üzerine de 1922'de Berlin'e gitti.

Cumhuriyet'in ilanından sonra hükûmetin verdiği özel izinle Türkiye'ye dönen Halil Paşa, 1957 yılında vefat etti. Anıları ölümünden çok sonra 1972'de "Kut'ül Amare Kahramanı Halil Paşa'nın Anıları: Bitmeyen Savaş" adıyla yayınlandı. ALLAH gani gani rahmet eylesin.

*****

> KUT ZAFERİ -VİDYO <> ÇANAKKALE GÜNLÜĞÜ < > GALİÇYA SAVAŞI < > ATATÜRK DÖNEMİ < > İÇİNDEKİLER <