LÂİKLİK BİR ATATÜRK İLKESİ VEYA İNKILÂBI MIDIR? - 2

LÂİK kavramı da bizim toplumumuza uymaz!.. Çünkü hangi yabancı sözlüğü açarsanız açın, LÂİK = DİN DIŞI tarifini bulursunuz!..

Eski Yunanca'da LAOS, halk insanı demek idi... "DİN ADAMLARI (KLERİKOS) sınıfından olmıyanlar" için kullanılırdı.

Kelimenin kökü 1100'lerde ortaya çıkan LAİ kelimesine dayanır... Manastırda yaşıyan rahip ve rahibeler, dışardan temizliğe falan gelenlere "Lai kardeş" derlerdi. (Dr. Şükrü Günbulut, Lâikliğin Kökenleri, Teori Dergisi, sayı 39)

LÂİK kelimesi 1200'lerde ortaya çıktı, 1500'lerden sonra tanındı... DİN ADAMLARI SINIFINDAN OLMAYAN, O SINIFIN BUYRUKLARINI KABUL ETMEYEN, DİNSEL İNANÇLARA KARŞIT OLAN anlamında kullanıldı!..

Dikkatinizi çekeriz, LÂİK kelimesi en önce bir SINIF farkını belirtmektedir... BATI'da eskiden DİN ADAMI-RAHİP-RAHİBE-PAPAZ olmak imtiyazlı bir sınıfa dahil olmak demekti. Bu sınıftan olmayanlara LÂİK denirdi!.. Onlar da ayrı, ama daha aşağı bir SINIF idi!..

İSLAM'da DİN ADAMI olmak bir İMTİYAZ, bir SINIF olmadığı gibi, DİN'in kurallarını yerine getirmek de sadece DİN ADAMLARI'na mahsus değildir; her MÜSLÜMAN'ın görevidir. Yani bir kişi ya İNANÇLI, DİN'ine bağlıdır; ya da İNANÇSIZ, DİNSİZ'dir!.. Hem MÜSLÜMAN olup hem DİN DIŞI OLMAK mümkün değildir!..

BATILI düşünürler ise kendi kültürlerinin etkisi altında LÂİKLİK kavramına değişik ve geniş yelpazeli tanımlar getirmişlerdir... Bunda kendi Hıristiyan inançlarının (veya inançsızlıklarının) payı elbetteki büyüktür.

Aslında LÂİKLİK Katolik-Latin kökenli FRANSA kaynaklıdır... Halbuki Protestan AMERİKA ile Anglikan İNGİLTERE'de SEKÜLERİZM'den bahsedilir... İkisi arasında büyük farklar vardır... LÂİKLİK, DİN ile kavgalı sert bir DEVLET POLİTİKASI sergilerken, SEKÜLERİZM DİN'e karşı HOŞGÖRÜLÜ'dür ve RESMİ bir İDEOLOJİ değildir!.. (Durmuş Hocaoğlu, Laisizm'den Milli Sekülerizm'e) BATI ülkelerinin hemen hepsi SEKÜLER bir görünüm sergiler... Yani DİN'le kavgaları yoktur. Bir tek FRANSA hariç!.. Yani bizim " lâiklik" kavramını aldığımız ülke.. İşte o yüzden bir sürtüşme, bir kavga sürüp gitmektedir ülkemizde!

Fransa lâiklik konusunda Avrupa'da tektir, bir istisnadır. Ancak yine de Fransız Katolisizmi, Fransız masonik aydınlanması, ve Fransız halkının karakterinin bir bileşkesidir. Diğer hıristiyan Batı ülkelerinde "lâiklik" kelimesi BİLİNEN bir terim değildir, kolay kolay okumuş bir kimse bile ne olduğunu açıklayamaz!.. Çoğu zaman yayınlarda "Fransız tipi sekülarizm" diye geçer. Fransız modeli "Kilise-Devlet" Avrupa'da bilinen görünen en radikal sistemdir, ancak o bile bizim Müslüman Türkiye'de uygulanan lâiklik kadar sert değildir. Üstelik Fransa'nın tümünde de uygulanmaz, STRAZBURG kapsam dışıdır!.. Yine "lâik" Fransa'da birçok okul, hastane, dernek Kilise'ye bağlıdır, ve Kilise kendi vergisini kendi koyar, kendi toplar!

Başından beri söylediğimiz gibi LÂİKLİK TÜMDEN BİR HIRİSTİYANLIK KURUMUDUR!.. DEVLET VE KİLİSE GİBİ İKİ DÜNYEVÎ OTORİTENİN İLİŞKİLERİNİ DÜZENLER, BİRBİRLERİNE KARIŞMAMASINI SAĞLAR!.. DİNLE ALÂKASI YOKTUR!

Meşhur Fransız aydını Regis Debray'a göre, "Fransız lâik sisteminde aslolan, demokrasi değil, cumhuriyettir!" Halbuki Türkiye'nin câhil aydınları cumhuriyeti beğenmez, demokrasi getirmeye çalışırlar!..

Yine Regis Debray'a göre, "lâiklik, Tanrı'nın elinden iktidarın alınmasıdır!" Yani, lâiklik, dünya hayatında tanrı-tanımazlıktır. Bir başka deyişle ateistliktir!.. Bunu biz söylemiyoruz, lîkliğin vatanı Fransa'dan fikrine hürmet edilir bir Fransız aydın söylüyor!.. O yüzdendir ki, Fransızlar'ın %50'den fazlası dinsizdir.

George Jacop Holyoak (1819-1906), "dinden arındırılmış dünyevî bir hayat tarzı, dinin dünyevî olan her türlü aksiyon ile bağlantısının koparılması, bütün müeyyedi güçlerinin pasifize edilmesi, tamamen ferdî, hayat ile fonksiyonel bir rabıtası kalmamış bir 'ritüeller ve inançlar kompleksi' haline getirilmesi" tezini savunmuştur. Yani, Kur'an öpüp baş üstüne konacak ve rafa kaldırılacak!.. Din, gündelik hayatta smbolik hareketlerden ibaret olacak!.. Tıpı günümüzde mevlevî dervişi kılıklı heriflerin uyduruk pop şarkı kliplerinde ortada dönmeleri gibi!.. Ne Mevlâna ile, ne tasavvuf ile, ne dervişlikle, ne de sema ile bir alâkası olmadan!..

Auguste Comte'un (1798-1857) Pozitivizm'i; yalnız beş duyu ile algılanabilen hususlara itibar eden, onun haricinde hiç bir şeyi kabul etmeyen, her türlü dinî inanışı tümüyle reddeden, ama kendi tabiriyle "insanlık dini" olan bir görüş idi. Pozitivizm, dinsiz-imansız lâikliğin bir parçasıdır. Comte bu projesini tüm Avrupa devletleri yöneticilerine, bu arada 33. Derece'den mason Tanzimat'ın mucidi Mustafa Reşit Paşa'ya da önermişti. Comte göre, din denilen şey, zihin gelişimi noksanlığından doğan, miadını doldurmuş, tabiatı, varlığı ve oluşumu bir açıklama modelidir.

Ardından Robespierre'in "Yüksek Varlık Dini" gelir. Fransız ihtilali liderlerini Akıl Dini kurallarını uygularlar. Tıpkı bugün dinsizlerin uyguladığı Lâiklik Dini gibi!..

Hadi, şimdi gelin, "müslümanlar da lâik olabilir," deyin, diyebilirseniz!

Allah'tan Fransa dışında bu sistemi benimseyen yoktur, Türkiye hariç!.. 1789'dan beri defalarca rejim değiştirmiş, ve şimdi de 5. Cumhuriyet'i yaşamakta olan Framsa'da 1948 ve 1958 anayasalarında yer alan "bölünmez, lâik, demokratik, ve sosyal bir cumhuriyet" tanımı, "cumhuriyet" kelimesinin "devlet" ile değiştirilmesiyle bizim 1960 ve 1980 anayasalarına taşınmış, üstelik bir de bu "lâik-demokratik" kelimelerinin başına "değiştirilemez" hükmü getirilmiştir ki, Fransız hayranı mason liderlerin marifetinden başka bir şey değildir! Dedik ya, Fransa dışında bu garabet "lâiklik" savunucusu bir tek Türkiye vardır, hem de müslüman bir ülke olmasına rağmen!

Seküler ve dünyevî olduğu söylenen AVRUPA BİRLİĞİ'nde hiç bir ülkede "lÂİKLİK" ANAYASA HÜKMÜ DEĞİLDİR!.. İsâ'nın haçı, İSPANYA'da bütün okullarda asılıdır, mecburîdir!.. DANİMARKA'da her sabah küçücük öğrenciler ZEBUR'dan HAZRET-İ DÂVUD'un MEZMURLAR'ını okuyarak derse başlarlar!.. İNGİLTERE'de "TANRI Kraliçe'yi korusun" ifadesi asker-sivil-diplomatik her resmî mekânda dile getirilir!

TÜRKİYE'ye gelirsek, kimse itiraf etmiyor ama, ATATÜRK'ÜN TÜRKİYE CUMHURİYETİ, BİR İSLÂM DEVLETİ OLARAK KURULMUŞTUR!.. Tıpkı Avrupa'daki Hıristiyan Batı devletlerinin anayasasında "hıristiyan" yazdığı gibi, TÜRKİYE CUMHURİYETİ 1921 TEŞKİLÂT-I ESÂSİYE KANUNU'nda da "DEVLETİN DİNİ İSLÂM'DIR" yazardı!.. Yine bu anayasada "DEVLET'İN ÇIKARACAĞI KANUNLARIN, İSLÂMA AYKIRI OLAMAYACAĞI" hükmü vardı!.. Tıpkı şimdiki Avrupa anayasaları gibi!.. MUSTAFA KEMÂL PAŞA, kanunları düzenlerken bir heyet kurmuş, MECELLE'yi (İSLÂM HUKUKU) önlerine koymuş, ancak başbakan İsmet, bir süre sonra İsviçre medenî Kanunu'nu getirtmiş, acele ile tercüme ettirmiş ve T.B.M.M.'de kitabı havaya kaldırarak, "Kabul edenler? Etmeyenler?.. Kabul edilmiştir!" şeklinde bir oylama ile, maddelerini dahi müzakere etmeden bir emrivâki yapmıştır!

Daha traji-komik bir gerçeği dile getirelim: LÂİKLİK, yine artniyetli İsmet tarafından, ATATÜRK'ün hasta olduğu günlerde 5 Şubat 1937'de anayasaya sokulmuştur!.. Lâikliğin vatanı Fransa'da anayasaya giriş tarihi kaçtır, biliyor musunuz?.. 1947!..

İşte girmek için can attığımız Avrupa'da Fransa dışında hiç bir ülke lâik değil iken, bir tek A.B.D. "seküler" olarak tanımlanırken, ve lâik Fransa'da bile lâiklik, bizdeki gibi "din düşmanlığı" şeklinde uygulanmazken, düştüğümüz hâl budur!

TÜRKİYE'de SEKÜLARİZM ifadesi hiç kullanılmaz... Buna rağmen OSMANLI döneminde 1830'lardan itibaren İNGİLTERE güdümünde yaşanan KAPİTÜLÂSYON sürecinde daha çok SEKÜLER bir uygulama vardı... Aslında İSLÂM'ın ne lâikliğe, ne sekülarizme ihtiyacı vardı ama, Hıristiyan devletlerin baskıları ile kanunlar o şekilde değiştirmişti. O zaman öyle!.. Peki, daha sonra niye böyle bir yola girildi?

Aslında ATATÜRK "lâiklik " kavramının İslam’a yamanamıyacağını çok iyi biliyordu!... Ancak Batılılar’ın Haçlı zihniyetini de biliyordu!.. Bunun için:

- "ECNEBİLERİN EN ÇOK KORKTUKLARI, DEHŞETLE ÜRKTÜKLERİ İSLAMCILIK SİYASETİNİN 'AÇIKÇA İFADESİ'NDEN, MÜMKÜN OLDUĞU KADAR UZAK DURMAYA KENDİMİZİ MECBUR GÖRDÜK." (24.4.1920)

diyerek yeni HAÇLI SEFERLERİ’ne muhatap olmıyacak tedbirleri almıştı. Bunlardan birisi de “lâiklik” kavramını kullanmak, ve genç TÜRK DEVLETİ’ni onlarınkine benzer göstermek, hıristiyanların asla ülkede baskı altında olmadığını, din ve ibadet haklarının kanunlarla korunduğunu anlatmak durumunda idi. Bu karışık durumun çözümünü o üstün zekâsıyla buldu. Onun bulduğu çözümü ilerde vereceğiz. Burada sadece ATATÜRK’ün “lâiklik” anlayış ve uygulamasının şimdikinden çok farklı olduğunu belirtelim.

ATATÜRK’ten sonra özellikle 1948'den sonra LÂİKLİK anlam değiştirdi ve "din ile devlet işlerinin ayrılması" ve "vicdan hürriyeti" olarak alındı!.. Ancak bu zamanla lâikliği savunan bir kesim tarafından "DİNİ İNANÇLARDAN BAĞIMSIZ OLAN" şekline dönüştürüldü... Bu grubun pek çoğunun dini inancı ya yoktur, ya da çok zayıftır!..Yani "BEN TAM bir MÜSLÜMAN'IM, AYNI ZAMANDA DA LÂİĞİM," diyen birine rastlanamaz!

Zaten LÂİKLİK kavramının BATI'da kullanılan değişik anlamlarını araştırırsak:

- LÂİSİZM: Dinler karşısında DEVLET'in tarafsızlığı... Kurumlara DİN DIŞI bir nitelik verme öğretisi... Sivil ve DİNSEL toplumun ayrılması...(Renan)

- ANTİKLERİKALİZM, yani din adamlarının gücüne karşı oluş...(Mourre)

tanımlarını bulabiliriz.

Buradaki ifadeler ilk bakışta, TARİH ve DİN bilgisi eksik olanlara cazip gelebilir... Ama bunlar ne İSLAM'a, ne de ATATÜRK'ün sözlerine uygun düşer!.. Hatta ne de "çoğulcu demokrasi"ye!..

"Dinler karşısında DEVLET'in tarafsızlığı"nı ele alalım...Bir defa son 1000 yıldır ANADOLU'da hüküm süren TÜRK DEVLETİ, bünyesinde her dinden insanı barındırmış, 1492'de İspanya'dan, 1938'de Almanya'dan kaçan Yahudilere kucak açmıştır.

Gerek Rum, Ermeni, İtalyan, Alman kiliseleri, gerekse Yahudi havraları Anadolu'nun pek çok şehrinde varlığını sürdürmüş, hiç birinin ibadetine müdahale edilmemiştir!... Bu tarz MÜSAMAHA, her şeyden önce İSLAM'ın gereğidir!.. Ve kendini lâik sayan hiç bir BATI ülkesinde bizdeki seviyeye ulaşmamıştır!..

Öte yandan İSLÂM'ın 4 temeli vardır: İTİKAT, İBADET, UKUBAT (ahıretteki cezalar) ve MUAMELAT (insanlar arası ilişkiler)... İlk üçüne DEVLET karışmaz.. İşte bizce BATI'dan alınan LÂİKLİK kavramının temelini teşkil eden DİN ve VİCDAN HÜRRİYETİ, bu noktada İSLÂMİYET'le en mükemmel halini alır!.. Bizce kavram olarak LÂİKLİK, bu üç temele karışmamak demektir.

Ancak TÜRKİYE'de DEVLET'in, nüfusun %99'unu teşkil eden müslümanları bir kenara bırakıp, başka dinler ile ilgilenmesi düşünülemez!.. Öteki dinler ile ilgilenmiyor diye İSLÂM'ı ihmal etmesi, bu şekilde sözde "tarafsız" olması ise, hiç kabul edilemez!.. Nüfusun %99 ile %1'inin, "bire bir" eşit ağırlıklı olması ne insafa, ne iz'ana, ne de mantığa sığar!.. İSLAM işte bu noktada ağırlığını koyar.

İSLÂM'ın 4. temel esası, yani MUAMELÂT, (ki, UKUBAT'ın dünyevî kısmı, yani suçlulara verilecek cezalar da buna dahildir) kanunlarla kurallarla belirlenmiştir... Devlet'in çıkardığı kanunlar ile İSLÂMÎ ESASLAR arasında çelişki olursa, bu kanun ve kurallar arasında İSLÂM'a aykırı şeyler olursa, vatandaşta tereddüt uyanır... DEVLET'e mi uyacak, yoksa inandığı DİN'e mi?.. çelişki başlar!.. Şöyle ki, DEVLET hem DİN'e karışmaz, saygı gösterdiğini iddia eder; hem de DİN'e aykırı kanunlar yapar!.. Olur mu böyle şey, diye düşünmeye başlar vatandaş!.. Şimdiki durum budur!...

Lâiklik tarifindeki "Kurumlara DİN DIŞI nitelik vermek" ifadesi ise, tartışmayı arttırır... BATILILAR'ın aslında bundan kastettiği "kralı, parlamentoyu, ve kapitali, PAPA ve KİLİSE'nin etki ve yetkisinden kurtarmak"tı... TÜRKİYE'de böyle bir durum yok ki, kurtarasın!.. Neyi neden ve kimden kurtaracaksın?.. O yüzdendir ki, bütün "lâiklik" tartışmaları lâf salatası olarak sürer gider!

Sonra, " kurum" deyince akla AİLE, EĞİTİM ve HUKUK sistemleri de gelir... Bunları dinin etkisinden kurtarmak gerektiği öne sürülebilir... Teker teker onları da ele alalım.

AİLE kurumunda DOĞUM, ÖLÜM ve EVLENME dünyanın her tarafında DİNİ bir mahiyet taşır!.. Bu olaylarda kişilerin "DİN DIŞI" davranmasını beklemek, VİCDAN HÜRRİYETİ'ne ters olur. BATI'da insanlar hâlâ kilisede evlenirler... Çünkü onlara göre bu işin LÂİKLİK ile bir ilgisi yoktur!.. Halbuki TÜRKİYE'de bu fonksiyon NİKÂH MEMURU tarafından icra edilir. LÂİK geçinenler de buna bir HAK görerek sımsıkı sarılırlar!.. Her biri sıradan memur olan, din-diyânet, sosyoloji-psikoloji bilmeyen çoğu üniversite mezunu bile olmayan bu nikâh memurları, EVLİLİK gibi çok ciddi kurumun NİKÂH AKDİ'ni soytarılığa dönüştürürler, "gelinin ayağına bastın mı, basmadın mı?" tartışmasına bile girerler.

Halbuki EVLİLİK-NİKÂH gibi önemli ve hayatî konularda insanların ruhundaki DİN duygusunu, ve önemli işleri "ALLAH'ın izniyle yapma" arzusunu kaldırmak mümkün değildir!.. Bu sebepten ülkemizde çoğu kimse bu RESMİ NİKÂH'la beraber, bir de hoca önünde DİNİ NİKÂH kıydırır!.. Yani uygulama (MUAMELAT), VİCDAN HÜRRİYETİ'ni kısıtladığı gibi; çoğunluğun arzusuna, yani o pek savunulan "çoğulcu demokrasi"ye de terstir.

Aslında bu tatsız sürtüşmeyi ortadan kaldırmanın yolu vardır ve basittir:

Nasıl ki CENAZE İŞLERİ'ni BELEDİYE'YE BAĞLI İMAM yürütüyor ve DİNÎ MERASİM'i uyguluyorsa, NİKÂH MEMURU da İMAM olur ve RESMÎ EVRAK MUAMELESİ'nin yanısıra DİNÎ MERASİMİ de nikâh salonunda icra eder!..

İsteyene de sadece RESMİ NİKÂH kıyılır... İşte bu kadar!.. Bu son derece basit değişiklik yapılırsa, ortada sorun filan kalmaz.

Zaten DİNÎ ve RESMÎ nikahın farkı, yapılan DUA ile, KADIN'a ERKEK tarafından NİKÂH ÖNCESİ ev kurması için, ve BOŞANMA HALİNDE geçinebilmesi için ödenecek miktarın tesbitinden ibarettir!.. Şöyle bir durup düşünürsek, "tartışmaya değer" bir "kayıp" yoktur bizim hızlı "laik"ler açısından!.. Kazanç ise DEVLET ile MİLLET'in bütünleşmesidir.

Yine BATI'da yeni doğan çocuklar kilisede vaftiz edilir, adı orada konur... DOĞUM, ÖLÜM, EVLENME, bütün NÜFUS kayıtları kilisede tutulur, kimse bu uygulamaları "laikliğe aykırı" saymaz!..

Halbuki TÜRK İNSANI'nın buna benzer talepleri yoktur!.. O sadece NİKÂH'ını DİNİ yaptırmak ister. Bunun çözümü de yukarda belirttiğimiz gibi basittir.

EĞİTİM'e gelince, 1500'lere kadar TÜRKİYE'de eğitim dendiğinde akla sadece DİN gelmezdi... DİL, EDEBİYAT, MANTIK, FEN, TIP, ASTRONOMİ ve TARİH önemli yer tutardı... Ancak çöküş döneminde bunlar unutulmuş, eğitim yobazların denetimine geçmişti.

ATATÜRK bu sebepten mahalle mekteplerini, medreseleri, yani yozlaşmış eğitim kurumlarını ortadan kaldırmıştı... Modern mektepler açarak da bu sorunu çözmüştü. Onun döneminde yobazlık gitmiş, yerine İLİM, İRFAN gelmişti!..

Eğer DEVLET'in DİN EĞİTİMİ VERMEMESİ "LÂİKLİK GEREĞİ" ise, ATATÜRK İDARESİ LAİK DEĞİLDİ!.. Çünkü ATATÜRK, DEVLET'in DİN EĞİTİMİ yapmasını, hem de MEKTEPLER'de yapmasını emretmiş; bu görevi YOBAZLAR'a bırakmayı tehlikeli bulmuştur!.. (Bakınız: İSLAMİ ESASLARA BAĞLILIK İLKESİ)

"BİZDE RUHBANLIK YOKTUR!.. (Yani işimiz hacıya-hocaya kalmadı.) Hepimiz müsâviyiz (eşitiz) ve dinimizin ahkâmını (hükümlerini) mütesâviyen (aynı şekilde, eşit olarak) öğrenmeye mecburuz!.. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır ve orası da MEKTEP'tir!.." (31.1.1923) diyen ATATÜRK bir yanda, mekteplerden din dersini kaldırmak isteyen dönme-mason-ateist lâikler öte yanda!..

ATATÜRK'ün dile getirdiği bu uygulama, uyduruk LÂİK çözümlerden daha mantıklı olduğu gibi, ekseriyetin ihtiyacının ön planda tutulduğu "çoğulcu demokrasi"nin de gereğidir.

Peki, ondan sonra gelen sözde "laikler", ne yaptılar?.. Mahalle mekteplerinden beter olan kaçak KUR'AN kurslarına göz yumdular, gereğinden fazla İmam-Hatip okulu açarak oy toplamaya çalıştılar.

Bunları yobazlar yapmadı, gözümüzün içine baka baka Demokrat Parti, Demirel, Özal, Çiller-Karayalçın, hatta şimdinin Ecevit iktidarı yaptı!.. Çoğu da hâlâ "lâiklik" taslıyor!..

Sonra bir kısmı din derslerini kaldırmaya soyundu. Din dersini okullardan kaldırırsan, veya İSLÂM'la hiç alâkası olmayan uyduruk dersleri "din dersi" diye yutturmaya kalkarsan, bu millet senin gibi dinsiz-imansız değil ki, o da kalkar çocuğunu imam-hatip mektebine gönderir. İmam olsun diye değil, İSLÂM'ı öğrensin, adam olsun diye!.. o okulları kapatırsan, yobazların eline düşer, işte o zaman tehlikeli olur!

O zaman bu sorunun da çözümü LÂİKLİK değil, ATATÜRKÇÜLÜK'tür!.. OSMANLI'nın güçlü olduğu dönemlerde LÂİKLİK mi vardı da, mekteplerde İLİM okutuluyordu?.. Yoo!..

İLİM İSLAM'ın gereğidir, ATATÜRKÇÜLÜK gereğidir!.. "LÂİKLİK olursa İLİM olur" düşüncesine gerek yoktur... Daha önce belirttiğimiz gibi LÂİKLİK, PAPA VE KİLİSE İLE İLGİLİDİR, İLİMLE DEĞİL!..

İngiltere'de 1988'de okullarda DİN EĞİTİMİ ve İBADET yapılmasını öngören bir kanun çıkarılmıştır!.. Alman Anayasası ise ALLAH adıyla başlar!.. 7. maddesinin 3. paragrafı DİN EĞİTİMİ'ni mecburi tutar!.. Ana okullarının çoğu kilise tarafından işletilir!..

Kaldı ki, BATI'da sadece en iyi okullar değil, hastaneler, aşhaneler, hatta Kızılhaç, dini kurumların elindedir!.. Yani BATI bu kurumlara el atmayı da "lâikliğe aykırı" saymaz!.. "Haç" sembolü de bunun delilidir!.. "Biz sadece hıristiyanlara hizmet ederiz" anlamına gelir!.. Böylece lâikliğin "dinlere eşit davranma" prensibine uymazlar!.. Meselâ Afrika'da açlık varken Etopya'ya ve Sudan'ın güneyine yardım ederlerdi de, Somali ile Sudan'ın kuzeyine yardım göndermezlerdi... Çünkü ilk ikisi hıristiyan, son ikisi MÜSLÜMAN'dır!..

Herkese "lâiklik" telkini yapan ABD, işgal ettiği Japonya ile "kurtaracağım" diye girdiği Güney Kore'ye binlerce Hıristiyan misyoner sokmuş, kiliseler açmış, Protestanlığın yayılmasını sağlamıştır!.. Şimdi aynı şeyi parayla eski Sovyet cumhuriyetlerinde yapıyor!.. Televizyonlarda sabahları protestan papazlar tarafından vaaz yayınlatıyor... Mesela nüfusunun %60'ı MÜSLÜMAN KIRGIZ, %35'i ORTODOKS RUS, kalanı da KORELİ, YAHUDİ, vs. olan KIRGIZİSTAN'da, istisnasız her sabah sahte peygamber Paul'u öven Protestan vaazlar Rusça tercümeleriyle veriliyor, böylece halkın vicdan özgürlüğü ihlal ediliyor... Aynı şey eski Doğu Bloğu ülkelerinin hepsinde varit!..

Peki, ya bizim ülkemizde?... Gözümüzün önünde, hemen burnumuzun dibinde duran bazı kurumlar nasıl gözümüzü açmıyor, hayret ediyoruz... Şu yabancı kolejlerin çoğunun adı SEN JOSEF gibi HIRİSTİYAN AZİZLER'in adlarını taşımıyor mu?.. Adam gelmiş, bizim memleketimizde kendi azizleri adına okul açmış, HIRİSTİYANLIK propogandası yapıyor; biz onlardan "lâiklik" öğrenmeye kalkıyoruz...

Ya şu kendi kendimize ettiğimiz eziyet nedir?.. Şimdi içimizden biri kalksa, AZİZ MAHMUD HÜDAİ HAZRETLERİ KOLLEJİ açsa; veya HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİ İLKOKULU, EYÜP SULTAN HAZRETLERİ LİSESİ açmaya kalksa, hali nice olur?... Ne "irtica hortladı" teranelerinden kurtulabilir, ne de "lâikler"in saldırısından!.. Peki, bu memlekette DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ sadece GAVURLAR'a ait bir İMTİYAZ mı ki, o evliyasının adını kullanacak, ben kullanamıyacağım?.. Bu sorunun cevabı maalesef utanç verici şekilde aleyhimizedir!..

Kısacası, BATI EĞİTİM'e de DİN'i sokmakta beis görmez, laikliğe aykırı saymaz!.. Ancak MÜSLÜMAN HOCALAR veya ORTODOKS PAPAZLAR her gün televizyona çıksa, aynı ABD "lâiklik elden gidiyor, radikal dincilik Orta Asya'da güçleniyor!" diye feryat eder.

BATI'da HIRİSTİYAN Demokrat partiler vardır!..(6) Papazlar komünist partileri bile kutsama törenleri düzenler... Geçenlerde Berlin Duvarı'nın yıkılmasının yıldönümü DİNÎ bir törenle kutlandı... Papa 2. John Paul'un dünya ülkelerini ziyareti hem dinî, hem siyasî idi!.. 1995'de ABD'ye gittiğinde devlet töreni ile karşılandı!.. Başkan Clinton, Başkan Yardımcısı Al Gore, Birleşmiş Milletler'in Genel Sekreteri Butros Gali tarafından gezdirildi... Bunların hiç birisi oralarda "lâikliğe aykırı" sayılmazken, bizde Diyanet İşleri Başkanlığı bile tartışılıyor.

Hiç mümkün mü bizde bir MÜSLÜMAN DEMOKRAT PARTİ kurabilesiniz?..Veya bir partinin açılışını KUR'AN okuyarak yapabilesiniz, mümkün mü?..Hele Meclis'te KUR'AN'a el basarak VATANA İHANET ETMİYECEĞİNİZE YEMİN edesiniz!.. Mümkün mü?.. Asla!.. Derhal "gerici" damgası yer, hapsi boylarsınız!..

Peki, ama LÂİKLİK kavramının kaynağı ülkelerde bu mümkün, niye bizde olamıyor?.. Cevap?.. Cevap yok!... Halbuki bunlar "LÂİKLİK olmazsa, DEMOKRASİ olmaz; DEMOKRASİ yoksa, LÂİKLİK mümkün değildir" palavrasına rağmen, HIRİSTİYAN BATI dünyasındaki en tabii uygulamalardır. Yani onların o cici demokrasisi bunlardan hiç etkilenmez!..

Hukuk sistemine gelince, "ATATÜRK DİNİ HUKUK SİSTEMİ olan MECELLE'yi kaldırdı," deniyor!.. Nasıl olduğunu kimse anlatmıyor!.. Bir medenî kanun yapılmak istendiğinde, kurulan komisyona MUSTAFA KEMÂL'in 1868'den beri kullanılmakta olan MECELLE'yi verdiğini, ancak bir süre sonra Mandacı İsmet'in İsviçre Medenî Kanunu'nu tercüme ederek komisyondan ve Meclis'ten geçirdiğini belirtmiştik. Teferruatını gene biz anlatalım.

MECELLE, yani 1300 yıllık İSLAM HUKUKU uygulamalarının düzene sokulmuş, ve zamana uyarlanmış şekli idi. Bize TANZİMAT ile girmiş bir uygulama idi, Ama AVRUPA'dan alınmış şimdiki hukuk sistemimizden çok daha iyi idi. Üstelik bir HUKUK harikası, bir EDEBİYAT şaheseridir!.. Biz deriz ki, MECELLE okunup incelenmeden TÜRKİYE'de HUKUKÇU olunamaz!

MECELLE, İSLAM HUKUKU'na dayanır... Peki, İSVİÇRE dahil, AVRUPA devletlerinin kanunları neye dayanır?.. Kendi iddialarına göre ROMA HUKUKU'na!.. ROMA HUKUKU tam 1700 yıllık bir sistemdir!.. MECELLE ise 100 yıllık bile değildi. Bir Avrupalı hukuk âliminin dediği gibi,

- "Dünyada ilmî bir cemiyet vasıtasıyla iki defa kanun yapıldı. İkisi de İSTANBUL'da!.. İkincisi (MECELLE - İSLÂM HUKUKU) tertibi, düzeni ve içindeki meselelerin hüsn-i temsil ve irtibatı dolayısiyle evvelkinden (ROMA HUKUKU) çok üstün ve müreccahtır (tercih edilir). Aralarındaki fark ta, insanın o asırdan bu asra kadar medeniyet âleminde kaç adım atmış olduğuna bir ölçüdür."

Kaldı ki, Batı'da uygulanan ROMA HUKUKU dahi değildir, Pavlus'un çarpık anlayışına, Luther'in Calvin'in köleci, sömürgeci, zâlim kapitalist sisteme imkân tanıyan ve suçluları savunan dejenere bir "HRISTİYAN BATI Standartları" ürünüdür.

MECELLE ve ona yön veren İSLÂM HUKUKU, ülkemizde âdeta bir tabudur. HUKUK'la ilgili olmasına rağmen, hiç bir Hukuk Fakültesi'nde bu konuda kitap-belge bulamazsınız. Ders olarak okutulmaz, incelenmez, tez konusu olarak verilmez. Yani İSLÂM HUKUKU "tu kaka"dır, ama neresinin kötü olduğunu bir türlü öğrenemezsiniz. Sadece bir tek hukukçu, Hâkim A. REFİK GÜR, "MECELLE'nin bir çok yerlerinin mevcut mevzuatımıza göre, üstün taraflar arzettiği"ni yazar... O yüzden biz MECELLE hakkında bazı kısa bilgiler vermek istiyoruz.

MECELLE 1851 maddelik bir kanunlar manzumesidir. 14 muhterem ve bilgili zâtın katıldığı bir komisyon tarafından hazırlanmıştır ama, esas gayret sahibi AHMET CEVDET PAŞA'dır. Kendisinden başka Heyet'te FİLİPELİ HALİL EFENDİ, SEYFEDDİN İSMAİL EFENDİ, ŞİRVANÎZÂDE SEYYİD AHMED HULUSİ EFENDİ, AHMET HİLMİ EFENDİ, BAĞDATLI MUHAMMED EMİN EFENDİ, İBNİ ABİDİNZÂDE ALAADDİN EFENDİ, GERDANKIRAN ÖMER HULUSİ EFENDİ, ŞEYHÜLİSLAM KARA HALİL EFENDİ, İSA RUHİ EFENDİ, YUNUS VEHBİ EFENDİ, ABDÜLLÂTİF ŞÜKRÜ EFENDİ, AHMED HALİD EFENDİ, KARİNABADLI ÖMER HİLMİ EFENDİ ve ABDÜSSETTAR EFENDİ vardı.

MECELLE, 16 kitap olarak basıldı.

1. Kitap BEY (alım, satım, menfaat değiştirilmesi) üzerine,

2. Kitap KİRA üzerine,

3. Kitap KEFÂLET üzerine,

4. Kitap HAVALE üzerine,

5. Kitap REHİN üzerine,

6. kitap EMANETLER üzerine,

7. Kitap HİBE üzerine,

8. Kitap GASB ve İTLÂF üzerine,

9. Kitap HACR, İKRAH ve ŞUF'A üzerine,

10. Kitap ŞİRKET üzerine,

11. Kitap VEKÂLET üzerine,

12. Kitap SULH ve İBRA üzerine,

13. Kitap İKRAR üzerine,

14. Kitap DÂVA üzerine,

15. Kitap BEYYİNELER ve YEMİN üzerine,

16. Kitap KAZÂ (hâkimler, hükümler) üzerinedir.

MECELLE tamamlanamamıştır, çünkü heyet erken dağıtılmıştır. O yüzden EVLENME, BOŞANMA, GAİB, MEFKUD, VAKIF, VASİYET, MİRAS mevzuları derlenip tanzim edilememiştir. Eğer 1926'daki komisyon MECELLE'yi ele alıp bu konuları tamamlasaydı, dünyaya örnek olacak bir hukuk sistemi oluşturabilirdik.

Aslında MUSTAFA KEMÂL, MECELLE'nin kaldırılmasını falan istememişti. Kurduğu komisyon İSVİÇRE yasasını getirdi. Ancak ATATÜRK de hata yaptı!..Bu olaydan sonra arkası geldi. MUASIR MEDENİYET SEVİYESİ'ne çıkabilmek amacıyla, ATATÜRK diğer BATI KANUNLARI'nı tercüme ettirdi... Ondan sonrakiler de BATI'ya yaranmak için bu tercüme ve kopya işine devam ettiler... Ama HEPSİ bir hususu gözden kaçırdılar.

BATI HUKUK SİSTEMİ'nin temelinde ROMA HUKUKU değil, dejenere edilmiş HIRİSTİYANLIK yatar!.. Şahitler İNCİL üzerine yemin eder... Parlamento mensupları, cumhurbaşkanları da bu uygulamanın dışında değildir!.. İNCİL'e el basarak göreve başlarlar! Nüfus kayıtları kilisede tutulur... Mülkiyet hakları ARİSTOKRASİ ve KİLİSE'nin yarattığı problemler gözönünde tutularak düzenlenmiştir.

Yani BATILILAR; AİLEDE, EĞİTİMDE olduğu gibi HUKUKTA da DİN'e sÂdık kalmışlar, HIRİSTİYAN ESASLARI'nı muhafaza etmişlerdir!..

Biz onları taklit edince, İSLAM HUKUK SİSTEMİ'nden uzaklaşıp HIRİSTİYAN HUKUK SİSTEMİ'ni kabullenmiş olduk!.. Hem de Paul'un uyduruk Hıristiyanlığının!.. Üstelik "medeni" kanunumuz BATI'nın en ÜÇKAĞITÇI ülkesi İSVİÇRE'den, ceza kanunlarımız da MAFYA'SIYLA MEŞHUR İTALYA'dan alındı... İŞTE TÜRK İNSANININ TEPKİSİNİ ÇEKEN DURUM, bugünkü sorunları yaratan durum BUDUR!

Dahası var... ATATÜRK; MEDENİ HUKUK, TİCARET HUKUKU, CEZA HUKUKU kanunlarının ülkemiz örf, âdet ve ihtiyaçlarına göre ADAPTE edilmesi için komisyonlar kurmuştu... Ancak başbakan İsmet Paşa "bu uygulamanın zaman kaybına yol açacağı" iddiasıyla kanunları, alelacele ve aynen TERCÜME ettirerek, GÖRÜŞME yaptırmadan Meclis'in onayından geçirmiştir!

Atilla İlhan şöyle der:

- "BATI'da soylular devre dışı kalınca burjuvazi kendi ahlâk ve hukuk kurallarını ilan eder... TÜRKİYE'de ulusal demokratik devrim ümmet ahlâkının yerine lâik ahlâkı koymak istiyor... Gel gör ki, o ahlâkı ve kurallarını oluşturacak ulusal burjuvası yok!.. Burjuva ahlâkı da, BATI burjuvazilerinden aktarılmak isteniyor."

"Tutum başından yanlış!.. Kimsenin BATILI burjuva ahlâkının ne olduğunu bildiği yok!.. Halkın çaresiz kalarak aileyi ve bireyi ayakta tutabilmek için iyi-kötü eski ÜMMET ahlâkına sığınması da bundan!" (Hangi Lâiklik?..sf. 100-102)

Kesinlikle belirtelim ki, "Biz bir dizi KANUN yaparız, sonra da HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ deriz, iş biter" zihniyeti ile bir sonuca ulaşılamaz!..

HUKUK, KANUN'DAN ÖNCE vardır; kanunlar HUKUK sağlamaz!..Aksine; KANUNLAR TOPLUMUN ÖRFLERİNE, YANİ TOPLUM VİCDANININ MEYDANA GETİRDİĞİ HUKUK'A UYGUN OLURSA, DÜZEN'İ SAĞLAR!.. Yoksa fertler kanunu çiğner, geçer!.. "Medeni" nikâhta olduğu gibi!.. (Sanki ötekisi " gayr-ı medeni" imiş gibi!.. Ne kötü bir tabir bu!..)

İşte bu yüzden farklı toplumlarda farklı HUKUK sistemleri hüküm sürer... ABD'nin bazı EYALETLER'inde suç olan şey, ötekinde değildir!.. Bazısında İDAM cezası vardır, bazısında yoktur... Bir ülkenin içinde bile farklı uygulamalar varsa, "evrensel hukuk, evrensel prensipler" bir palavradan ibaret demektir!.. Bu, HIRİSTİYAN BATI'nın dünyanın geri kalan kısmına kendi menfaatine uygun kuralları dayatmasından başka bir şey değildir!..

AVRUPA'nın HUKUK anlayışı da, KANUNLAR'ı da bize uymaz!.. Çünkü biz OĞUZ TÖRESİ'ne kadar uzanan TÜRK ÖRF ve âDETLERİ, ve 1100 yıldır İSLAM PRENSİPLERİ ile yuğrulmuşuz!.. Bu ikisini kaynaştırarak OSMANLI DEVLETİ'ni 624 yıl yaşatan, kendimize has bir HUKUK SİSTEMİ oluşturmuşuz!..

TÜRK ANLAYIŞINA GÖRE İSLÂM HUKUKU diyebileceğimiz bu sistemin bir özelliği de, esnek olmasıdır... Yani ZAMAN'a, YER'e, OLAY'a ve ŞARTLAR'a göre değişiklik gösterir... ÖRF ve ÂDET'e önem verir!..

Bu sistem, ne Şİİ İRAN SİSTEMİ ile, ne de VEHHABİ SUUD SİSTEMİ ile kıyaslanamaz!.. Gerçeğe, PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED'in getirdiği İSLAMİYET ANLAYIŞI'na en yakın sistemdir!..

TÜRK ANLAYIŞINA GÖRE İSLAM HUKUKU'nda HÜKÜMDAR ile SADE VATANDAŞ arasında fark yoktur!.. Eğer SANIK ise, ikisi de HÂKİM'in önünde boynu bükük durur... Tıpkı PEYGAMBER zamanında olduğu gibi!

Bir örnek verelim:

FATİH, Ayasofya civarında bir köşk yaptırtmak istiyordu... Ünlü Rum mimarlarından birisine işi verdi ve isteklerini bildirdi. Bu arada sütunların boyunu da kendi tesbit etti... Rum mimar binayı yaparken baktı ki, FATİH'in istediği yükseklik estetik olmayacak, sütunların boyunu iki arşın kısa tuttu.

Köşk tamamlanınca FATİH vezirleri ile görmeye geldi... Sütunların söylediğinden kısa olduğunu görünce çok sinirlendi ve mimarın ellerinin kesilmesini emretti!

Rum mimar bu haksız davranışı İstanbul Baş Kadısı Hızır Bey'e şikayet etti... Hızır Bey derhal olaya el koydu ve Padişah'ı sanık olarak mahkemeye çağırdı.

FATİH geldi, ama alışkanlıkla baş köşeye doğru yürüyüp oturmak istedi... Birden Hızır Bey, gür sesiyle FATİH'i uyardı:

- "Oturma begüm!.. Hasmınla mürafaa-ı şer olup ayak beraber dur!"

Padişah bu ikaz üzerine toparlandı, ve sanıklara mahsus yere geçip ayakta durdu!..

Duruşma sonunda Rum mimarı haklı bulan Hızır Bey, KISAS'a uygun olarak FATİH'in de ellerinin kesilmesine karar verdi!..

Bu ağır cezayı duyan Rum mimar şoke oldu... Kendisine bir haksızlık yapılmıştı ama, koca padişahın ellerinin kesilmesi de olacak şey değildi!.. Kısas hakkından vazgeçti.

Bunun üzerine Hızır Bey cezayı diyete çevirdi... FATİH'i KENDİ KESESİ'nden mimara hayat boyu günde 10 akçe ödemeye mahkûm etti!.. Padişah, ellerini kurtarmanın sevinci ile diyeti 20 akçeye çıkardı... Ayrıca Rum mimara bir de ev bağışladı... Adil kadının eteğini öperek mahkeme salonundan çıktı!

İşte İSLAM ADALETİ, İSLAM HUKUKU budur!..

Şimdi sorarız:

TÜRKİYE'de fedailere adam vurdurma işine karıştığı söylenen Semra Özal'ı mahkemeye çıkartabildik mi?..

Yolsuzluk yaptığı gün gibi aşikâr bakanları, bürokratları mahkemeye çıkartıp mahkÛm ettirebildik mi?

Bırakın bunları, arabasını hızlı süren milletvekiline trafik polisi ceza yazabiliyor mu?..

Hatta önüne gelene silah çeken şarkıcı Tatlıses tutuklanabiliyor mu?..

Öyleyse nerede kaldı HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ?.. Şimdiki hukuk mu üstün, 500 yıl öncesininki mi?..

Sakın kimse "Ama BATI'da öyle değil" demesin!..

Orada politikacılara verilen en büyük ceza, "istifa ettirmek"tir!..

İtalya'daki "temiz eller" operasyonu, ABD'deki mafya davaları hep sonuçsuz kalır!.. 1994 yılında karısını ve aşığını öldüren zenci basketbol oyuncusu Simpson, bütün delillere rağmen beraat etmedi mi?.. Sırf şöhreti ve parası sayesinde!

Çünkü BATI HUKUK SİSTEMİ, YASALAR ve AVUKATLIK MÜESSESESİ ile SUÇLUNUN ve GÜÇLÜNÜN YANINDADIR!.. PARASI OLAN DAVAYI KAZANIR, HAKLI OLAN DEĞİL!..

Polis arama izni olmadan bir kaatilin arabasında suç aracı silahı bulsa; kaatilin "insan hakları"nı çiğnediği için, bütün diğer deliller aleyhine de olsa, o herif beraat ettirilir!.. Peki, ya maktulün kaybolan "insan hakları"?..

İSLAM HUKUKU'nda ne AVUKAT'a gerek vardır, ne de SAVCI'ya!.. Çünkü muhakeme usülleri bir padişah ile bir sade vatandaşı denk görecek şekilde adil ve basittir.

KİŞİNİN KENDİNİ SAVUNAMIYACAĞI KADAR KARIŞIK BİR HUKUK SİSTEMİ, ADALET DAĞITAMAZ!..

Şimdi bu sözlerimiz gene bazı okuyanları şoke edecektir... Ancak gerçektir!.. İSLâM ADALETİ din, mevki, zenginlik farkı tanımaz!.. ADALET sağlamak için paraya ihtiyaç göstermez!..

Sistemin 1600'lerden sonra dejenere olması, İSLâM'dan değil; DEVLET'in zayıflamasındandır.

Zaten hiç bir güçsüz devlette ADALET tam olmaz!.. ADALET sağlamak DEVLET'in güçlü olması ile ilgilidir... Kişilerin zorbalıkla, rüşvetle ADALET'i saptırma çabaları, ancak bu şekilde önlenebilir.

Bazıları ŞERİAT deyince sadece 4 KADIN alma, mirasta erkeğe 2 KAT pay vermeyi anlar... İSLAM HUKUKU deyince de recm, kısas, el kesme gibi konuları göstererek "VAHŞİ olduğunu" öne sürer... Bunların bir kısmını KADIN başlıklı yazımızda ele alacağız. Burada sadece bir kaç hususa cevap verelim.

Bir defa İSLâM'da recm yoktur!.. Bu uygulama sözde müslüman olmuş Yahudilerin, kendi dinlerinden İSLâM'a soktukları uydurma bir hükümdür... KUR'AN'da yer almadığı için, geçerliliği yoktur... RECM'i kabul etmek İSLÂM'a aykırıdır!.. (Bak: Süleyman Ateş, KUR'AN Tefsiri; Yaşar N. Öztürk, KUR'AN'daki İSLÂM)

Kısasa gelince, zalimler için caydırıcı bir hükümdür, KUR'AN'da vardır... Adam öldüren, ölüme mahkûm edilir!

Ancak tercih, ölenin yakınlarınadır... Yani onlar bu haktan vazgeçer, diyete razı olurlarsa; kişi affedilebilir... Kanunlarımızda bu anlayış yer almadığı için, ülkemizdeki KAN DAVALARI sonucu daha fazla insan ölür!.. Biz adam öldürenlere İDAM cezası uygulanmamasını, "masumları idama mahkûm etmek" olarak değerlendiririz!.. Çünkü siz KAATİL'i bağışlarsınız ama, KAATİL bağışlamaz!..

Aslında ADALET, MAĞDUR ile DAVALI arasındadır... DEVLET ancak ADALET dağıtmakla görevlidir!.. Yani tarafmış gibi olaya girip, mağdurun işine hiç yaramıyan bir ceza verip geçiştiremez... Hele AF hakkı hiç yoktur!

İSLÂM'da HAPİS CEZASI ancak belirli durumlarda verilebilir... Zaten ZİNDAN, İŞKENCE, HAREM Araplar'a hep ROMALILAR'dan geçmiş, sonra diğer İSLÂM devletleri tarafından da benimsenmiştir!.. Hepsi İSLÂM'A AYKIRI uygulamalardır!.. DİN ve TARİH bilmeyenler bunları hep İSLÂM'a maleder! (7)

El kesmeye gelince; İSLAM'da el kesme hırsızlıktan vazgeçiremediğiniz kişilere uygulanır... Yani masum vatandaşları zarara sokan vahim bir suçun cezasıdır... Hz. Ömer kıtlık zamanlarında yiyecek çalanlara uygulamamıştı... Yani mutlak ve tek ceza da değildir!.. Halbuki BATI aleminde, bilhassa ABD'de okuma-yazma öğrenen zencilerin elini kesen kanunlar vardı!.. BATI'da kölelikten kaçanların da baldırlarındaki sinir kesilir, ömür boyu kötürüm bırakılırdı!..Bugün bile ABD'de ırza geçme suçunu müteaddit defa işliyenlere "hadım etme" cezası uygulanır!.. Her nedense onlarınki vahşet olarak nitelenmez de, İSLÂM hükümlerine gelince kıyamet kopar!

Kısacası gerek BATILILAR'ın, gerekse BATI hayranlarının bilip bilmeden İSLÂM'ı ve ŞERİAT'ı suçlamaya kalkması en azından yüzsüzlük olur!..

Gerçek şu ki, eğer ŞERİAT kelimesi KUR'AN HÜKÜMLERİ anlamında kullanılıyorsa, buna "müslümanım" diyenin karşı çıkması düşünülemez!.. "KAHROLSUN ŞERİAT" DİYE BAĞRILAMAZ!..

Ama çoğu zaman ŞERİAT, İSLÂM ALİMLERİ'nce oy çokluğu tesbit edilen FIKIH KURALLARI'na verilen genel addır... Bu durumda ŞERİAT'a gene saygısızlık edilmez, ancak tartışılabilir, geçmişin FIKIH HÜKÜMLERİ bugüne uymaz ise DEĞİŞTİRİLEBİLİR. DEĞİŞMİYECEK OLAN, KUR'AN AYETLERİ ve İSLÂMÎ PRENSİPLER'dir... Bu PRENSİPLER, çağımızdaki "insan hakları"ndan çok daha insani, çok daha gerçekçi ve kaabil-i tatbiktir.

Kaldı ki, ŞERİAT'ın bir anlamı da AKAR SU'dur!...Filistin'deki ŞERİA Nehri gibi... Nasıl aynı AKAR SU'da ancak bir kere yıkanabilirseniz, zaman geçtikçe yeni bir AKAR SU ile karşılaşırsanız; ŞERİAT ta (yani FIKIH kuralları) ZAMAN ve ZEMİN'e göre değişir!.. Hiç bir ülkenin ŞERİAT'ı başka bir ülkeye, hiç bir dönemin ŞERİAT'ı zamanımıza uymaz!.. Bu açıdan İSLÂM, en modern hukuk anlayışından, en gelişmiş ülke hukukçularından ileridedir!..İSLAM'da her şarta, her ortama, her topluma ve her ana göre uygun ve diğerlerinden farklı bir kural vardır!..İSLAM ŞERİATI akar su gibidir, dondurulamaz!

TAASSUB, YOBAZLIK "bir noktada takılıp kalmak" anlamına geldiğine göre, ŞERİAT'ın değişmediğini, İÇTİHAT kapısının kapandığını" öne sürenler YOBAZ'dır!

Ancak "Şeriat istiyenler"in yobaz kimseler olması, KUR'AN'a hakaret edilmesini haklı gösteremez. Böyle bir davranış, nüfusun %99'u MÜSLÜMAN olan ülkemizde, çoğunluğun yobazların safına kaymasına yol açar!

Kaldı ki, yobazlara "ŞERİATÇILAR" denmesi bile yanlıştır!.. Şimdi hırsız ve dolandırıcılardan, kaatillerden oluşan bir grup çıkıp "DEMOKRASİ İSTERİZ!" diye bağırsa; onlara "DEMOKRASİCİLER" adını takacak mısınız?.. Onlar kötü niyetli diye, "KAHROLSUN DEMOKRASİ!" diye bağıracak mısınız?..

Veya aynı kötü vasıflı kişiler "ADALET İSTİYORUZ!" diye binaları ateşe verse, kadınlara kızlara saldırsa; onlara "ADALETÇİLER" adını takıp siz de "KAHROLSUN ADALET!" diye gösteri yapacak mısınız?.. Bu ne ters mantıktır!..

Biz "BAĞIMSIZLIK" diye yırtınıp, "MİLLİYETÇİ TÜRKİYE" diye nutuklar atıp; ondan sonra ülkenin bağımsızlığını da, milli değerlerini de, ürünlerini de sömürgeci ülkelere, tekelci şirketlere peşkeş çeken nice politikacılar gördük... Şimdi sırf bu reziller savundu diye, bu kavramları afaroz etmemiz mi gerek?..

Elbette ki değil!..İSLAM, KUR'AN, DEVLET, MİLLET, ADALET, AİLE mukaddestir!.. Onları savunuyor görünenlerin namussuz olması, değerlerini azaltmaz... Yapılacak şey, yobazlar savundu diye ŞERİAT'a karşı çıkmak değil; ŞERİAT'ın temelini teşkil eden İSLAMİ PRENSİPLER'in ne olduğunu anlamaya çalışmaktır!..

Tekrar edelim, biz burada yobazlığı savunmuyoruz... Doğru olanı savunuyoruz!.. Şimdiye kadar doğrular dile getirilmediği için, söylediklerimizin bir balyoz gibi sersemletici etkisi olabilir... Ama salim kafa ile düşününce, GERÇEK hemen görülecektir.

"MÜSLÜMAN'ım" diyen herkesin KURAN'a inanıyor olması gerekir... KUR'AN'ın hükümlerinin geçerli olduğuna inanması gerekir... İnanmıyorsa, müslümanlığı ne işe yarar ki?. MÜSLÜMAN olmasının ne anlamı olur ki?..

Burada hemen belirtelim ki, "DİN işi ayrı, DÜNYA işi ayrı" sözü, son derece yanlıştır!.. İstisnasız bütün DİNLER DÜNYA'DA YAPILACAK İŞLERİ BELİRLER, AHİRET'TEKİLERİ DEĞİL!.. KUR'AN'da AHİRET sadece tarif edilir... DİNLER'in amacı DÜNYA HAYATI'nı düzene koymaktır!. DİN tercih etmek te, o DÜZEN'E GİRMEK demektir!.. Hindu iseniz ET yiyemezsiniz... Yahudi iseniz CUMARTESİ günü çalışmanız yasaktır... Kurallar kanunlar kişilerin inandıklarının aksine davranmasını isteyemez... MÜSLÜMANLAR da elbetteki KUR'AN'ın koyduğu ESASLAR'a tâbidirler!..

Daha önce de söylediğimiz gibi, LÂİKLİK kavramının çıktığı dönemlerde kullanılan terim "DİN ve DEVLET işlerini ayırmak" değil; "KİLİSE ile DEVLET'i ayırmak", Papa'nın, piskoposların ve papazların DEVLET idaresine karışmasını önlemek demektir!..

"DİN ve DÜNYA işlerini ayırmak" diye de bir şey yoktur!.. "Demokrasi" vardır, ve "DÜNYA MALI'nı KİLİSE'nin ve onların ortağı ASİLLER'in elinden almak, KİLİSE ve ASİLLER'in servetine ve yetkilerine el koyup, sözümona halka vermek" demektir!.. Başka hiç bir anlamı yoktur... ve başka türlü de kullanılmaz! "LÂİKLİK DEMOKRASİ'den ayrılmaz," ifadesinin anlamı budur. Ancak ikisi bir arada olursa KİLİSE'nin ve PAPA'nın hegemonyası kırılabilir.

Maalesef ülkemiz hem "müslümanım" diyen, hem de bunları bilmediği için BATI hayranlığı içinde okumadığı KUR'AN'a tepki duyan insanlar diyarı olmuştur.

Aslında KUR'AN hükümleri, İSLÂM'ın hükümleridir. İSLÂM ise, ta HZ. İBRAHİM'DEN BERİ PEYGAMBERLERİN İNSANLARI DAVET ETTİĞİ DİNİN ADIDIR, sadece HZ. MUHAMMED'in dini değildir!..

Bu hükümler, DÜNYA HAYATI için gerekli ve ÂLEMŞUMÛL PRENSİPLER'i ihtiva eder... Daha hiç bir İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ yazılmadan önce, insanca yaşamanın temelin atan esaslardır!.. Her dinde bunlar vardır, ama yine her dinden bazı insanlar, kasıtlı olarak bunları arka plana atarlar.

Nedir bu hükümler?.. Herkes bilir ama, bir daha sayalım:

Nahak yere adam öldürmemek!.. Hırsızlık etmemek!.. Anaya babaya saygı göstermek!.. Yetim malı yememek!.. Zina etmemek!.. Yalan söylememek!.. Adaleti korumak!.. Teraziye hile katmamak!.. Toplumda fitne çıkarmamak!.. İşi ehline vermek!.. Hastaya, yolcuya, fakire, zayıfa yardım etmek!.. İnsana, hayvana, tabiata eziyet etmemek!..Ve daha niceleri!..

Bunlara itiraz etmek mümkün değildir!.. Bunlar olmadan İSLÂM da olmaz, DEVLET de olmaz, İNSANLIK da olmaz!..

İSLAM HUKUKU'nun da esasları vardır... İlki mağdurun MAĞDURİYET'inin GİDERİLMESİ'dir... İkincisi ADALET'e ulaşmanın KOLAY olmasıdır... Üçüncüsü CAYDIRICI olmasıdır... Dördüncüsü ALTERNATİFLİ olmasıdır, ancak tercih hakkı da, AFFETME hakkı da mağdura aittir.

Bizim dediğimiz, bu prensiplerin sözde modern HIRİSTİYAN BATI HUKUKU'nda olmaması; bu yüzden de BATI ülkelerinde şiddetin, suçun, ahlâksızlığın ve yolsuzluğun LUT KAVMI'ni, POMPEİ'yi hatırlatır boyutlara ulaşmasıdır!..

Hemen ekliyelim ki, buradaki "hıristiyanlık" kelimesi, HZ. İSA'nın DİNİ'ni değil; sahte peygamber PAVLUS'un uydurma dinini kastetmektedir... Her kullandığımızda bu anlamda alıyoruz.

Memleketimizde KANUNLAR artık ADALET sağlamamaktadır!.. İnsanların MAHKEME'ye de, HÂKİMLER'e de, SAVCILAR'a da, AVUKATLAR'a da, verilen CEZA ve BERAAT kararlarına da, MAĞDUR'a hiç bir yarar sağlamıyan HAPİSHANELER'e de güveni kalmamıştır!..

Yalancı iki şahitle adam asılırken; şahiti olmadığı için dayak yiyenler, tecavüze uğrayan kadınlar hak arayamamakta, cinayet failleri bile "delil yetersizliğinden" serbest kalmaktadırlar!.. Avukatlık müessesesi parası olanın MAHKEME'den haklı çıkmasına, parası olmayan HAK sahiplerinin ise MAHKEME kapısından boynu bükük dönmesine yol açan bir tarzda işlemektedir!.. İCRA yetkisi, YARGI'nın tahakkümüne girmiştir!.. Hemen her karar DANIŞTAY'dan, ANAYASA MAHKEMESİ'nden dönmekte; mahkûmiyet kararları YARGITAY'daki iş çokluğundan okunmadan bozulmakta, böylece her olay için aslında en az iki dava görülmektedir!.. Hâkimler artık dosya bile okumamakta, hısım-akraba-tanıdıktan bilirkişi tâyin edip dosyaları onlara okutmakta, kararları da "bilirkişi raporu^na dayanarak vermektedir. Yani artık adaleti(daha doğrusu adaletsizliği) hâkimler değil, bilirkişiler dağıtmaktadır!.. Her gücün sahibi olması gereken DEVLET, en açık ifadeli kanunları bile, "mahkeme kararı" olmadan uygulayamamaktadır!... Gaziantep valiliğinin kapattığı bir kumarhane, Kütahya'daki bir nöbetçi mahkemeden alınan kararla açılabilmektedir!.. (1996)

Bunlar ve daha niceleri, hep çarpık BATI HUKUK SİSTEMİ'nin MİLLET'imizin özellikleri, örf ve âdetleri düşünülmeden kopya edilmesinden kaynaklanan çözümsüz sorunlardır!... Bütün tarihi boyunca başka ülkelere paralı askerlik (fedailik) yapmış, hâlen de kara paraların toplandığı, bütün karanlık işlerin planlandığı İSVİÇRE'den; MAFYA ile idare edilen, bu yüzden de kanunları SUÇLU ve GÜÇLÜLER'i koruyan İTALYA'dan tercüme edilen kanunlar, bu ülkeyi düzene sokabilir mi hiç?..YARGITAY Genel Kurulu Başkanı Mehmet Uygur bile "Ceza Kanunu'nun yeniden yazılması gerektiğini" söylemiştir...(1996)

Çıkar yol KANUNLAR'ımızı tümden ele almak; oluşturulacak yeni ve modern bir HUKUK SİSTEMİ'nde, yukarda saydığımız basit ama vazgeçilmez İSLÂMÎ PRENSİPLER'e, TÜRK ÖRF ve ÂDETLERİ'ne mutlaka yer vermek, ZÂLİM ve EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI'nın iğrenç hukuk anlayışından kurtulmaktır!..

***

> İÇİNDEKİLER< > LAİKLİK BİR ATATÜRK İLKESİ VEYA İNKILABI MIDIR? - 3 <> LAİKLİK BİR ATATÜRK İLKESİ VEYA İNKILÂBI MIDIR? - AÇIKLAMALAR <