İLMİ BİLGİLER

                                                                Samanyolu'nda dev kara delik

Evreni inceleyen Kaliforniyalı bilimadamları, Samanyolu'nda dev boyutlarda bir kara delik saptadılar. Çevresinde dönerek ilerleyen kara deliğin kütlesinin 2.6 milyon adet Güneş'e eş olduğunu belirten bilimadamları, deliğin çok kuvvetli olduğunu ve kaçabilmenin imkansız olduğunu açıkladılar. Son dört yıldır uzak yıldızları izleyen uzmanlar, kara deliğin saniyede 1400 km sürat yaptığını ve gittikçe hızlanarak yakınlaştığını söylediler. Hawai'deki Keck Teleskobu ile gözlemlenen kara deliğin Sagittarius adı verilen yıldızın yakınlarında olduğunu ve elektromanyetik radyasyon yaydığını açıkladılar. Radyo dalgaları göndererek Sagittarius'un toz ve gazdan oluştuğunu belirleyen ve bu yıldızın kara delik nedeniyle çok ciddi bir tehlikede bulunduğunu ifade eden bilimadamları, aynı zamanda deliğin çekim kuvvetinin etkisiyle daha uzaktaki Ucla takım yıldızının dönme hareketinin de hızlandığını tespit ettiler.

                                                                Uzay rekabetine Çin de katılıyor

ABD ve Rusya arasındaki uzay rekabetine Çin de katılıyor. Çin'in çok gizli yürüttüğü uzay programı çerçevesinde güçlendirilmiş bir uzay aracını Kasım ayında göndermeyi planladığı bildiriliyor.
Shenzhou adı verilen araçta yer alacak Çinli astronot Rusya'da özel eğitimlerden geçiriliyor. Shenzheou'yu insansız olarak uzayda test eden uzmanlar astronotun tüm güvenlik önlemlerinden iyice emin olunmadan kesinlikle araca bindirilmeyeceğini belirtiyor. Uzaya çıkabilmek için uzun hazırlıklarını sürdüren Çin Hükümeti, eğitim için Rusya'ya bir grup astronot gönderdiğini doğruladı ancak konuyla ilgili detaylı bilgi vermedi.
Çin'in 30 yıl önce yörüngeye ilk kez uydu yerleştirdiğini belirten uzmanlar, son on yıldır uzaya çıkmanın bu ülkede onur meselesi olduğu ve yatırımların artırıldığı bildiriliyor.

                                                         Astreoidlere karşı önlem çağrısı 

İngiltere'de bilimadamları, hükümete olası astreoid ve kuyruklu yıldız tehditlerine karşı dünyayı savunabilmek için erken uyarı sistemi geliştirilmesi gerektiğini bildirdi. Dünyamızı tehdit eden yakın astreoid ve kuyruklu yıldızlar ile tanımlanamayan cisimler hakkında bir panel düzenleyen bilimadamları, bugün insanlara hayal ürünü olarak gelen felaket senaryolarının gerçekleşme riskinin bulunduğunu savundular. 
Bir astreoid veya kuyruklu yıldızın gezegenimize çarpması halinde meydana gelecek felaketin düşünülenden çok daha büyük olacağını belirten bilimadamları acil önlem alınmasının gerekli olduğunu açıkladılar. 
Erken uyarı sistemi için radar mantığıyla uzayı tarayacak 15 metrelik dev teleskobun yapımı için uzmanlar, İngiltere Hükümeti'nden uluslararası ortaklar aramasını ve bir an önce gerekli maliyeti karşılamasını istediler.
Güney yarımkürede 3 metrelik bir teleskobun bulunduğunu ancak bu teleskobun birkaç yüz metreye kadar nesneleri tanımlayabildiğini belirten bilimadamları, kuzey yarımkürede çok daha kapsamlı bir teleskobun çok acil olarak yerleştirilmesi gerektiğini vurguladılar.
Bu aşamadan sonra İngiltere'nin uluslararası toplulukla birlikte göktaşı etkilerini azaltabilmek için çözüm yolları araması ve gezgenin merkezi savunma sisteminin kurulabilmesi için öncülük etmesi gerektiğini belirten bilimadamları, riskin çok düşük olduğunu ancak en küçük bir riskin sonuçlarının insanlığın sonu olabileceğini açıkladılar. 
Gezegenimizin büyük felakete her 100 bin yılda bir uğradığını bildiren uzmanlar, daha önce böyle bir felakette dünyadaki canlı türlerinin yüzde 95'inin yok olduğunu ortaya koydular.

                                                                Küresel felaket

Çalışmalar doğrultusunda 1991 yılında bu yana dünyanın 800 bin kilometre çevresindeki nesneleri listeleyen bilimadamlarının düzenledikleri raporlarda; 1996 yılında 300 metre çapındaki JA1 isimli astreoidin dünyaya 500 bin kilometreye kadar yaklaştığı belirtiliyor.
Araştırmalar doğrultusunda astronomlar, yakın geçmişte dünyanın yakınında 1000 civarında küçük gezegen tespit edildiğini tespit ettiler.
Olası bir felaketin etkilerini de saptayan uzmanlar, küresel bir felaket halinde iklimlerin değişeceğini ve bunun sonucunda yiyecek sıkıntısının başlayacağı ve birkaç ay içinde dünya nüfusunun 4'te birinin yok olacağını tahmin ediyorlar. 

                                                          Klonlanan fare uzun yaşıyor

Genler üzerine çalışan bilimadamları klonlama yöntemiyle çoğalttıkları farelerin genç kaldıklarını açıkladı. Klonlama yöntemiyle kopyalanan hücrelerin bazılarının daha genç kalabildiğini belirleyen uzmanlar, deneylerde 6 yaşındaki bir farenin genlerinden kopyalanan farelerin 6 yaşına geldiklerinde asıl gen sahibinden çok daha sağlıklı ve genç olduklarını söylediler. 
Bu çalışmalar ışığında uzmanlar, erken ölümlerin tarihe karışabileceğini ve sağlıklı nesiller elde edilebileceğini umuyorlar. Klonlanmış farelerin davranışlarını inceleyen bilimadamları bu farelerin normalden bir yıl daha fazla yaşadıklarını saptadılar. Uzmanlar, farelerin neden daha genç ve sağlıklı kalıp uzun yaşayabildiklerini araştırmaya devam ediyorlar. 

                                                         Uçuğa karşı aşı bulundu

Araştırmacılar, jenital (cinsel organ) uçuğuna ve iltihaplarına karşı etkili bir aşı geliştirdiler. Aşı üzerindeki deneylerde elde edilen bilgilere göre uzmanlar, yeni aşının sadece sağlıklı kadınlarda etkili olabildiğini açıkladılar. Hayatında hiç bu hastalığa yakalanmamış genç kızlara yapılan aşılarda uçuğa yakalanma risklerinin yüzde 75 oranında azaldığını kaydeden araştırmacılar, bu tür iltihap ve uçukların ömür boyu sürebileceğine dikkat çekiyorlar. 
Aşıyı geliştiren Smithkline Beecham, tıpkı AIDS gibi hastalığın cinsel ilişki ile bulaştığını belirtti. Beecham, kronik hale gelen hastalıklarda sadece kısmi bir koruma etkisi yapabilen aşının sadece karaciğer iltihabını tamamen durdurabildiğini açıkladı. Aşı'nın uçuk virüsünün dış yüzeyindeki proteinden yapıldığını belirten Beecham, bu proteinin bağışıklığı sağlayan bakteriyel toksin ile birleştirildiğini açıkladı. 
İltihap ve uçuğun yanısıra yüksek ateşte kabarcıklar da oluşturan virüsün farklı çeşitleri bulunduğu ifade ediliyor. Aşı, bugüne kadar Kanada, ABD, Avustralya, İtalya ve Yeni Zelanda'da toplam 2 bin 700 kişi üzerinde denendi. 

                                                          Genetik Bilimi'nde hızlı gelişme

Araştırmacılar, uzun zaman alan gen testlerini çok kısa bir süreye indirmeyi başardılar. Amerikan Northwestern Üniversitesi'nde geliştirilen yeni bir gen tanıma tekniğiyle artık birçok rahatsızlığa zamanında müdahale imkanı doğduğunu belirten uzmanlar, yeni sistemle DNA'nın yoğunluğunu belirleyebilmenin de mümkün olduğunu açıkladılar.
Yeni tekniğin basit bir fotoğraf tarayıcısı mantığında çalıştığını belirten bilimadamları, elde edilen görüntülerin 60 bin kat büyütülebildiğini söylediler. Bu sistemin gelişmesiyle doktorların veya askerlerin kendi ofislerinde gen tanımı yapabileceğini ifade eden uzmanlar, biyolojik silahların da test edilmesinin kolaylaşacağını iddia ettiler. Ayrıca kanser gibi ölümcül hastalıkların teşhisinin erken yapılabileceğini ve gen yapısıyla oynanarak bu hastalıkların ortadan kaldırılabileceğini söyleyen uzmanlar, biyolojik savaşlarda askerlere uygun ilaçların da hemen belirlenip verilebilmesi açısından sistemin çok önemli olduğunu belirttiler.

                                                          Atlantis'in sırrı ağaçlarda saklı

Yıllardır kayıp kıta Atlantis'in bir efsane mi yoksa gerçek mi olduğu sorusunun yanıtını arayan arkeologlar, bütün sırrın ağaçlarda saklı olduğuna inanıyorlar. Çok eski çağlardan günümüze kadar bataklıklar sayesinde bozulmadan kalabilmeyi başaran çam ağaçlarını inceleyen uzmanlar ilginç sonuçlara vardılar. Volkanik patlamalar sonucunda oluşan bataklıklarda kömürleşen ağaçların tüm geçmişini bozulmadan içinde sakladığını belirten arkeologlar, ağaçların yaşlarını radyokarbon sistemi ile bulmaya çalıştılar. Yapılan tarihlendirme çalışması sonucunda M.Ö. 1695 - 1496 yıllarında canlı oldukları saptandı. Ağaçların gövdelerindeki halkalardan büyüme hızlarını tespit etmeye çalışan uzmanlar özellikle M.Ö. 1636 yılından başlayarak 4 yıl boyunca büyüme hızının çok yavaşladığını farkettiler. 
Tarihi bulgulara dayanan uzmanlar M.Ö. 1600 yıllarında Santorini ismi verilen bir yunan adasında tüm dünyayı sarsan çok önemli bir volkanik patlama olduğunu ve atmosferin tamamen toz ve külle kaplandığını belirlediklerini açıkladılar.
Patlama sonrası zengin bir kültüre sahip olduğu inanılan Santorini Adası ile birlikte Atlantis'in de volkandan ve volkanın oluşturduğu büyük depremlerden etkilendiğini belirten uzmanlar, kıtanın sarsıntılar sonucunda sulara gömüldüğünü tahmin ediyorlar.
Çok büyük ihtimalle çalışmalar sırasında bu korkunç olayın meydana geldiği tarih ise M.Ö. 1628 - 1627 yılları olarak belirlendi.Santorini'nin M.Ö. 1628'de kesin olarak patladığını bildiklerini açıklayan araştırmacılar, bugüne kadar elde ettikleri bilgilerdeki eksiklikleri Santorini'nin patlaması ile tamamladıklarını söylediler.
Yanardağların iklimlere etkisine de değinen araştırmacılar, M.S. 1816 yılında Endonezya'da Tambora Yanardağı'nın patlaması sonucu İngiltere'de yaz mevsiminin yaşanmadığı ve Haziran'da bu ülkeye kar yağdığını ve aynı yıl dünya çapında küresel soğuma yaşandığını vurgulayarak, Santorini'nin etkisinin çok daha büyük olduğunu belirttiler.

                                                         Maymunlar da ağlar

İnsan ve hayvan davranışları üzerine araştırma yapan bilimadamları, şempanze ile insan bebeklerini karşılaştırdılar. Doğduğu andan itibaren insan bebeklerinin belirli bir yaşa kadar hep ağladığı herkes tarafından bilinir. Şempanze yavrularını inceleyen uzmanlar, bu hayvanların da tıpkı insanlarda olduğu gibi doğar doğmaz aynı şekilde ağladıklarını tespit ettiler. 
İngiltere'de bulunan Portsmouth Üniversitesi'nde psikoloji dalında görevli Kim Bard, doğumlarından 12 haftalık oluncaya kadar 30 şempanzeyi gözlemledi. Şempanzeleri iki farklı gruba ayırarak gözlemleyen Bard, ilk grupta bulunan şempanzeleri günde 24 saat annelerinin yanından ayırmadı. İkinci gruptaki şempanzeleri ise ayrı bir bölümde her dört saatte bir fiziksel temas kuran bakıcılarının yanında inceledi. 
Şempanze ve insan bebeklerinin ağlarken çıkardıkları sesleri ve çığlıkları inceleyen Kim Bard, iki türde de çığlıkların frekanslarının tepe noktası ve düşüş oranlarının birbirlerine benzediğini farketti. Yine her iki türde de çığlıkların sayısının ilk altı hafta yükseldiğini keşfeden Bard, 6. haftadan 12. haftaya kadar kademeli olarak azaldığını belirledi.
Hem insan hem de şempanze bebeklerinin aldıkları dış temasların miktarına orantılı olarak sıkıntılarını farklı düzeylerde gösterdiklerini de ortaya koyan Bard, sempanzelerin ağlama konusunda insanlardan daha dayanıklı olduklarını açıkladı. İnsanların ağlamak için günde 3 saat harcadıklarını belirten Kim Bard, şempanzelerde ise bu oranın haftada üç gün olduğunu söyledi.
Şempanzelerin hayata insanlardan daha çabuk uyum sağlayabildiklerini de ifade eden Bard, bu hayvanlarda kimse kendileriyle ilgilenmezse yine de ayakları üzerinde durabildiklerini ve başparmaklarını kendi kendilerine emerek ilgiye ihtiyaç duymadıklarını açıkladı. 

                                                            Okyanusun gizemi araştırılıyor

Doğa olaylarındaki değişimi anlayabilmek için bilimadamları okyanusları incelemeye karar verdiler. Özellikle hava ve mevsim değişikliklerinde okyanusların etkisini araştıracak uzmanlar okyanusların çeşitli bölgelerine toplam 3 bin şamandıra bırakmayı planlıyor. Şamandıraların, Yerküre'nin yüzeyinin üçte ikisini oluşturan okyanusların sıcaklık ve tuzluluğunu ölçmeye yarayacağı açıklandı. 
Aynı zamanda okyanusların derinlerinde neler olduğunun da bugüne kadar bir sır olarak kaldığını vurgulayan uzmanlar, bu sayede eksik bilgilerin tamamlanabileceğini düşünüyorlar. 
Son yıllarda sayıları giderek artan kasırga ve tayfunlara dikkat çeken araştırmacılar okyanus üzerinde oluşan ve insanlığı tehdit eden bu felaketlere karşı tedbir yöntemlerinin de çalışmalar sonucunda belirlenebileceğini belirtiyor. El Nino ve La Nina gibi kasırgalarda sıcaklığın özellikle Pasifik Okyanusu'nun yüzeyinde karaya oranla çok daha değişik olduğunu belirten bilimadamları, okyanusların büyük fırtınaları üretmek için nem ve enerji sağlayan tropikal bölgeler olduğunu söyleyerek, üç büyük okyanusun birbirinden çok farklı özellikle gösterdiğini açıkladılar.
Şamandıraların deniz seviyesinin 2 bin metre altına yerleştirileceğini açıklayan uzmanlar, suyun yüzeyindeki ve derinliklerindeki sıcaklık ve tuzluluk derecelerini ölçeceklerini ve gerekli bilgileri uydu aracılığıyla elde edeceklerini belirttiler.
Tüm şamandıraların yerleştirilmesinin 4-5 yıl alabileceği belirtilirken, 2002 yılında 3 bin şamandıranın 700 tanesinin yerleştirilmiş olacağı tahmin ediliyor. 

                                                             En uzun lağım tüneli 

Dünya'nın karadan uzak en uzun lağım tüneli Boston'da açıldı. Atık ve kirli suları Boston Limanı'ndan başlayarak okyanusun derinliklerine taşıyacak tünel tamamen denizin altından ilerliyor. 10 yıl boyunca yapımı süren ve denizde 10 millik bir mesafeyi kateden tünel 390 milyon dolara mal oldu. 
Tünelin, okyanusa çöp, katı lağım ve bakteriyel maddelerden oluşan atıkları boşaltacağını belirten uzmanlar, lağım tünelinin içinden geçecek bu maddelerin yüzde 85'inin saf sudan oluşacağına dikkat çekiyorlar. Günde 320 milyon galon atık taşıyacağı açıklanan tünelin günde 1200 milyon galon kapasitesine sahip olduğu belirtiliyor. Tünelin inşaatı sırasında boru hattı 1991 yılında delinmiş ve kaza sırasında üç işçi hayatını kaybetmişti.

                                                                  600 yıllık tarih canlanıyor
İtalya'nın Floransa kentinde bulunan iskeletin ortaçağın ünlü sanatçılarından Giotto'ya ait olduğu belirlendi. 30 yıl önce Santa Maria Del Fiore Katedrali'nin altında bulunan kemiklere ve kafatasına uygulanan bilimsel testler sonucunda iskeletin Giotto'ya ait olduğunun kesinleştiğini açıklayan uzmanlardan Antonio Paolucci, ilk olarak sanatçının ölümünden sonra yazılmış 200 yıllık belgeleri incelediklerini belirtti. 
Daha sonra mahkemelerin suçluları bulabilmek için uyguladıkları yöntemleri uygulayan Pisa Üniversitesi'nde görevli antropolojist Francesco Mallegni, kafatasını yeniden şekillendirerek Giotto'nun yüz hatlarını yeniden ortaya çıkardı.
Geniş bir kafası ve asimetrik (biri diğerinden daha büyük) gözlere sahip olduğu tespit edilen Giotto'nun burnunun orantısız, çenesinin büyük ve boynunun çok kalın olduğu açıklandı. Ortaya çıkan sonuçları Mallegni; "Dürüstçe söylemek gerekirse yakışıklı bir adam diyemem" sözleriyle açıkladı.
Tekrar canlandırılan yüzü iyice inceleyen uzmanlar, Giotto'nun yüzü ile Padua'nın Capella Degli Scrovegni isimli dairesel freskindeki portrenin birbirlerine çok benzediklerine dikkat çekti.
Tuscani'nin Mugello bölgesinde 1266 yılında doğan Giotto Di Bondone canlanma sanatının en büyükleri arasında yeralır. Padua ve Floransa'daki freskleri modern batı sanatının doğuşunu sağlamıştır. Bizans dönemine ait insan figürleri ile üç boyutlu portre çalışmaları da gerçekleştiren Giotto, 1337 yılında 69 yaşında öldü.
İskeleti inceleyen Mallegni, Giotto'nun gövdesinin uzun, bacaklarının ise kısa ve topalladığını açıkladı. Bu açıdan bakıldığı zaman dönemin şairi Petrarch tarafından; "Böylesine şekil bozukluğu olan bir adamın nasıl resimsel zerafet ve dehaya sahip olduğunun herkesi şaşırttığı" üzerine söylediği şiirinde de yine Giotto'dan bahsettiği ortaya çıkar. 
Diğer kemikleri de inceleyen Mallegni, Giotto'nun hayatı boyunca çok fazla et yediğini söyledi. Diğer taraftan eserlerini inceleyen uzmanlar ise ünlü ustanın resimlerinde arsenik, manganez, demir, alüminyum, bakır ve çinkoya rastladığını açıkladı. 

                                                          Maya'nın kayıp şehri bulundu

Guatemalalı ve Amerikalı bilimadamları uzun süren çalışmalar sonucunda Kuzey Guatemala'daki Yağmur Ormanları'nda Maya Uygarlığı'nın kayıp şehrini buldular. Mayaların en büyük ticaret merkezi olduğu bildirilen Cancuen kenti 1200 yıl önce inşa edilmiş. 270 bin metrekare bir alan üzerine kurulu kenti 10 yıl süren yoğun çabalar sonucu bulan bilimadamları Maya mimarisinin en güzel örneklerinin uygulandığı şehirde 170 bin oda bulduklarını açıkladılar. Kentin kendi çağına göre çok kalabalık bir nüfusa sahip olduğunu belirten uzmanlar, Cancuen'in ağır ve büyük taşlardan oluşan kalın duvarlarla çevrili olduğunu söylediler. 
Daha önce 1905 yılında yeri keşfedilen kentin ihmaller sonucu bilinen tüm bilgilerin unutulmasıyla tekrar kaybedildiğini ifade eden uzmanlar, yerlilerin hazine avcıları ve yağmacılardan bıktıkları için kent hakkındaki her şeyi yokettiğini açıkladılar.

                                                             Galveston felaketi anılıyor

Meksika Körfezi'nde yer alan Galveston adasında tam 100 yıl önce yaşanan büyük bir felaket sonucu sadece 93 kişi kurtarılabilmişti. Birdenbire bozan hava ve ardından gelen kasırga ile hortumlar bir anda denizin kabarmasına yol açmış ve bütün adayı tahrip etmişti. Hala kesinleşmeyen rakamlara göre felakette 6 bin ile 10 bir arasında kişi hayatını kaybetmişti. 8 Eylül 1900 tarihindeki büyük felaketten önce Galveston bölgesinin en zengin ve önemli liman kentiydi. Yeni bir acı yaşamak istemeyen Galveston halkı o tarihten sonra denizden gelecek dev dalgalara karşı korunmak için 5 metre yüksekliğinde bir duvar ördüler. Fırtına sırasında yaklaşık 4 metrelik dalgalara karşı koyamayan yüzlerce yapı yıkılmış ve birçok insan yaşamını yitirmişti.
Toplam nüfusunun yüzde 40'ını yitiren ada halkı durmadan fırtına ve dev dalgalara karşı önlemler alıyor.