Kutsal olan ne?
[ Forum ] Makale yazari: Roja Berfin Tarih, gün ve saat : 05. Nisan 2001 03:03:28:
Sağır kutsiyet
Bu köşenin sadık ve fil hafızalı okurları,
hatırlayacaklardır.
17 yaşında, Kurtuluş gazetesi satarken
polis tarafından öldürülen İrfan Ağdaş'ı. İrfan
Ağdaş'ın 'maksatlı' anası Şükran Ağdaş'la
görüştüğümü. Şükran Ağdaş'ın dediklerini.
Arzu ettiğim (ya da etmediğim) kadar sadık
ve fil hafızalı olmayan okurlarım da
öğrensinler şimdi: Alibeyköy'de (şehrin
çemberinde unuttuğumuz o vahşi topraklardan birinin vahşi
yoksulluğunda) 17 yaşında bir çocuk, bir lise öğrencisi,
polis tarafından vurularak öldürüldü.
Yıllardır süren mahkemede Adli Tıp Kurumu'ndan gelen
raporlarla, telsiz konuşmalarıyla, bir sürü delille İrfan
Ağdaş'ın SİLAHSIZ olduğu kanıtlanmış vaziyette.
Cumhuriyet Savcısı'nın da apaçık ortaya koyduğu üzre,
polis önce kaçmaya başlayan İrfan Ağdaş'ı kolundan
yaralıyor. Sonra da yaralı olarak aldığı polis arabasında
'hunharca öldürüyor.' Ve bu pazartesi günü Eyüp 2. Ağır
Ceza Mahkemesi, polislerin, MEŞRU MÜDAFAA
gerekçesiyle beraatine karar veriyor.
Evet! Meşru! Müdafaa! Silahı olmayan 17 yaşında bir
çocuğu gazete satarken kıstırıp kovalayacak, kolundan
vuracak, otona alıp öldürecek; sonra da Yüce Türk Adaleti
tarafından 'suçsuz' bulunacaksın. Kendini 'savunurken' onu
öldürmüş olduğun gerekçesiyle, beraat ettirileceksin.
'Kullanılan silahların' (mahkemeceden tercüme edersek 17
yaşında bir oğlanı öldüren silahların) istenmesi dahi gerekli
görülmeyecek. Yıllarca süren davanın sonunda, Türkiye
Cumhuriyeti, sana bu adaleti layık görecek.
Şimdi siz İrfan Ağdaş'ın annesi olsaydınız, başınıza bu
gelseydi, O AN'dan itibaren,
lise öğrencisi oğlunuzun katledildiği AN'dan itibaren; o
malum, o klişe deyimiyle
'maksatlı bir ana' olmaz mıydınız?
Siz olsaydınız... Siz olsaydınız...
Boş bu laflarım. Boş!
Siz olamazdınız. Siz olmayacaksınız. Yoksulların
tepesinde dolanıyor bu kara bulutlar.
Salı gecesi televizyonda, Ümraniye'de toplanmış mahkûm
yakınlarının üstüne panzerlerden boyalı su sıkılma
sahnelerini izledim. Hepsi, tüm o mahkûm yakınları,
öylesine yoksuldular ki. Üstlerine başlarına boyalı su
sıkılırken öylesine kızgın, öylesine çaresiz, yalnız...
80 öncesi 'güzel' günlerdeki gibi orta sınıfların çocukları
değil artık 'içerde' olanlar. Hiç tanımadığımız, bilmediğimiz,
bir bağlantımız olmayan insanların; yeni varoşların
çocukları.
Belki ağır duyarsızlığımızın sırrı, burada gizlidir. Bu
mahkûmlar ve onların yakınlarıyla hiçbir 'özdeşleşme'
kuramamamızda... 'Biz'den olmamalarında...
Geçenlerde Hikmet Sami Türk'ün tenis kıyafetleriyle
çekilmiş bir fotoğrafı, içimi yaktı. Çok tenissevermiş. Eşiyle
tenis olayı esnasında tanışmış. Şuymuş. Buymuş.
Medeni Kanun tartışmalarındaki duruşuna bakın Sami
Türk'ün. Medeni bir bakan. Bir profesör. Bir şu, bir bu.
Peki aynı Hikmet Sami beyin F tipleri konusunda olsun,
ölüm oruçları, açlık
grevleri konusunda olsun, artık kayıtsızlık sınırlarını ihlal
edip ağır sorumsuzluk ve aldırışsızlık, dahası sağırlık
sınırlarını zorlayan tutum ve davranışlarına, daha doğrusu
davranışsızlığına bakın.
Başka bir yerden haber alamıyorsanız, ben size haber
vereyim: Ölüm orucundaki yüzlerce mahkûma bilinçleri
HER kapandığında serum takıldığından; onlarca mahkûm
hayatınlarının sonuna dek sürecek ağır sakatlıklara
mahkûm edilmiş durumda. Şu an bir sürü YARI ÖLÜ F
tiplerinden çıkan ceset sayısı az olsun diye, T.C.
hapishaneleri tarafından 'imal edilmiş' durumda.
Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan, İstanbul Barosu
Başkanı Yücel Sayman ve İzmir Barosu Başkanı Noyan
Özkan'ın yolladığı ve 'bazı' gazetelerde 'kısmi' olarak
yayımlanan mektuplarını alıntılayarak 'huzurlarınızdan'
çekiliyorum:
"Ölümün önüne geçilebilir. Tutuklu ve hükümlülerin gün
boyunca, tecride yol açmayacak biçimde, makul sayıda bir
arada yaşamalarını, ortak mekânlardan yararlanmalarını
sağlayarak; hiçbir önkoşula, 'tretman'a, 'uyum'a, 'eğitim'e,
vb. bağlamaksızın, birlikte spor, kültür, rekreasyon
faaliyetlerinde bulunabilmeyi 'hak' kabul ederek; yani,
tutuklu ve hükümlülerin maddi-manevi varlıklarını
geliştirebilmelerine yönelik, insancıl ve demokratik infaz
anlayışını benimseyerek, yani Terörle Mücadele Yasası'nın
16. maddesini kaldırmayı, gerekli mekânsal değişiklikleri
yapmayı, toplumun demokratik örgütlenmesine ağır darbe
vuran Üçlü Protokol'ü yürürlükten kaldırmayı vaat ederek ve
vaatleri gerçekleştirme güvencesini vererek ölümün önüne
GEÇİLEBİLİR.
KUTSAL OLAN DEVLET DEĞİL, YAŞAMIN TA
KENDİSİDİR."Perihan Magden-Radikal 05/04/01