Insani ne zaman sevecegiz?
[ Forum ] Makale yazari: Roja Berfin Tarih, gün ve saat : 03. Nisan 2001 02:08:44:
Kum Saati / Ahmet Altan
Tragedya
Hâlâ insan bizim için önemli değil. Hâlâ kendimizi ve hayatımızı, bu
hayatın sanattaki
yansımalarını görmek isteyecek kadar ciddiye almıyoruz. Başımıza
gelenleri hâlâ "kaderin
buyruğuna" bağlarken, bu buyrukların niye bizim topraklarımızda böyle
tezahür ettiğini,
neden hep kaybettiğimizi, neden hep acılar çektiğimizi, neden
duygularımızın sığlaştığını
sorgulamıyoruz. Belki de insanla hiç ilgilenmediğimiz için duygularımız
böyle sığlaştı. Peki
neden biz kendi gözümüzde bu kadar önemsizleştik?Kalın damarlı gövdeleri ve toz yeşili yapraklarıyla ölümsüzlüğün sembolü
kabul edilmiş zeytin
ağaçlarının, aniden gözüküveren mavi ışıklı koyların arasından geçip
giderken arada sırada yarısı
yıkılmış, yarımay biçiminde eski anfiteatrlarla karşılaşırsınız, binlerce
yıl önce o yıkık basamaklarda
insanların oturmuş olduğunu pek de düşünmeden yanından geçip
gidersiniz.Bağbozumu zamanlarında, en süslü elbiselerini giyip oralara toplanan
halk tragedyalar seyrederdi.Ölümün ve yenilginin kaçınılmazlığı karşısında çaresiz kalan insanı
anlatırdı o oyunlar.Ve, daha sonra binlerce yıl filozofları meşgul edecek sorular sorardı.
Zamanı durduramayan ve ölümden kaçamayan insan acı çekmeye
mahkum mudur?Tanrısal yasalar, insanlara iyilik yapılmasını yasakladığında, bu yasalara
uymayı mı yoksa cezası ne
olursa olsun iyilik yapmayı mı seçmeliyiz?İnsanı, hayatı, insanın davranışlarını sorgulayan bu ilk edebi eserler
sonra ortadan kayboldu.Romalılar, Eski Yunan'ın tragedyalarını taklit eden oyunlar yazdılar ama
çok da başarılı olamadılar ve
tragedya insanların hayatından çıktı.Yaklaşık bin yıl insanın kaderini, davranışlarını sorgulayan eserler
yazılmadı.Sonra, on yedinci yüzyılda tragedya bütün görkemiyle ve değişik
yorumlarıyla yeniden insanların
hayatına girdi.Ama burada şaşırtıcı bir durum vardı.
Tragedya doğduğu topraklarda değil, o topraklardan çok uzakta olan
İngiltere'de ve Fransa'da dirilmişti.İngiltere'de halk, salaş belediye tiyatrolarında Shakespeare'in yazdığı
tragedyaları, insan ruhunun
karmaşasını, kararsızlığını, çılgınlıkla aklın birlikteliğini,
davranışlarındaki belirsizliği seyredip, insanla
ilgili belki de en görkemli piyesleri alkışlarken, eski Yunan tragedyalarına
evsahipliği yapmış bu
topraklarda Karagöz seyrediliyordu.Biz, insanı, davranışlarının nedenlerini, çaresizliklerini, hayatın içindeki
mücadelesini anlamaya
çalışmıyorduk.İnsan bizim için önemli değildi.
Hıristiyanların, tragedyayı ve bireyi reddeden "Ortaçağı" Avrupa'da sona
ererken sanki biz onların
"Ortaçağını" ödünç almıştık.Kendi hayatında trajediler yaşayan bir halk bunun sanatsal yansımalarına
arkasını dönmüştü.Böyle tuhaf bir tarihsel şaka nasıl gerçekleşti, bu topraklarda doğan
tragedya nasıl İngiltere'de dirildi,
biz Hıristiyanların "Ortaçağını" nasıl ödünç aldık doğrusu bilmiyorum
ama bana öyle geliyor ki biz o
Ortaçağ'ı hâlâ sürdürüyoruz.Hâlâ insan bizim için önemli değil.
Hâlâ kendimizi ve hayatımızı, bu hayatın sanattaki yansımalarını görmek
isteyecek kadar ciddiye
almıyoruz.Başımıza gelenleri hâlâ "kaderin buyruğuna" bağlarken, bu buyrukların
niye bizim topraklarımızda
böyle tezahür ettiğini, neden hep kaybettiğimizi, neden hep acılar
çektiğimizi, neden duygularımızın
sığlaştığını sorgulamıyoruz.Belki de insanla hiç ilgilenmediğimiz için duygularımız böyle sığlaştı.
Peki neden biz kendi gözümüzde bu kadar önemsizleştik?
Neden duygularımızı şiirden başka bir yolla ifade etmeye hiç
çalışmadık?Niye, karşılaştığımız çıkmazlarda, "bu kaderin buyruğu mu yoksa bizim
hatalarımızdan mı
kaynaklandı" sorusunu soramadık.Zeytin ağaçlarımız, mavi ışıklı koylarımız ve yıkık anfieatrlarımız böyle
dururken insan neden kayboldu?Neden İngilizler 17. yüzyılda "Romeo ve Jülyet"i seyrederken biz aşkı
küçümsedik?Bugün yaşadıklarımız, insanı hiç önemsemeyen bir "Ortaçağı" ısrarla
sürdürmemizden mi?İnsana önem verseydik bugün yaşadıklarımızı yaşamamız mümkün olur
muydu?Yaşadıklarımızdan kurtuluş yolu, acaba, insanla, kaderiyle,
mücadelesiyle ilgilenmekte mi yatıyor?Tragedyalarımız olmadığı için mi trajediler yaşıyoruz?
Bunların cevaplarını bilmiyorum doğrusu.
Ama sanıyorum ki, insanı ve onun sanattaki yansımasını önemsemeyen
bir toplum içine sürüklendiği
çıkmazlardan kurtulacak bir gücü bulamaz, edebiyatın kendisine tuttuğu
aynada kendisini görmeyen
bir halk kendini ve elinde bulundurduğu imkânları tanıyamaz.Tragedyalarla başlayan bir sanat geleneğini bir "Ortaçağın" içine
gömmüş bir toplum, kendini,
mutluluğu, özgürlüğü, zenginliği haketmiş gibi hissedemez.Trajediler yaşayan tragedyasız bir toplumuz.
Avrupa, kendi ortaçağından kurtulmak için Eski Yunan'a dönmüştü.
Orada yaratılanlardan yararlanarak, insanı ve hayatı yeniden
yorumlamış, duyguları yeniden keşfetmiş,
davranışların bilincine varmıştı.İnsanlığın yarattığı her değerin yeryüzünde yaşayan bütün insanlara ait
olduğunu kabul etmişti.İnsan olmanın, bütün insanlığın parçası olmakla mümkün olduğunu
görmüştü.Acaba bizim de kendi ortaçağımızdan kurtulmamız için, geniş yelpazeli o
muhteşem insanlıkla
bütünleşmemiz mi gerekiyor?Bunu yapabilecek miyiz?
Kendi değerimizi anlamanın ve bu değere sahip olanın hakettiği yaşama
biçimini elde etmenin yolu bu
mu acaba?"Biz insanız ve bütün insanlığın parçasıyız" dediğimizde bizim
Ortaçağ'ımız da biter mi?Ortaçağımızı bitirmeden çektiğimiz dertler sona ermeyecek mi?
Zeytin ağaçlarına, mavi ışıklı koylara ve yıkık anfiteatrlara bir daha
baksak, bilmem ki, cevapları bulur
muyuz...