Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Alan Woods’un Komunist Manifesto'nun 1997 Baskisi icin Yazdigi Giris


[ Forum ]


Makale yazari: commageneus Tarih, gün ve saat : 14. Nisan 2001 00:44:03:

Alan Woods’un Komunist Manifesto'nun 1997 Baskisi icin Yazdigi Giris
http://www.marxist.com/languages/turkish/woods97.html

Komunist Manifesto’nun yeniden yayinlanmasi, ilk bakista aciklanmaya muhtac gorunebilir. Neredeyse 150 yil once yayinlanmis bir kitabin yeniden yayinlanmasina neden gerek olsun ki? Oysa gercekte Manifesto, en modern kitaplardan biridir. Bu onermenin dogrulugu kolayca gosterilebilir. Ayni konularda bir bucuk yuzyil once kaleme alinmis herhangi bir burjuva kitabini inceleyecek olursak, bu turden bir yapitin ancak tarihsel acidan ilginc olabilecegi, herhangi bir pratik uygulama olasiligi icermeyecegi derhal gorulecektir. Oysa bu yapit, sasirtici olcude az sayida sozcukle gunumuzde dikkatimizi dunya olceginde ceken en temel gorungulerin parlak bir aciklamasini yapan derin bir tahlil sunmaktadir.
Komunist Manifesto, ilk kez yayinlandigi 1848’e oranla cok daha fazla gunumuz dunyasina iliskindir. Marx ile Engels’in yazdiklari donemde, buyuk cokuluslu sirketlerin dunyasi hâlâ cok uzak bir gelecege aitti. Buna karsin onlar, “hur tesebbus” ve rekabetin nasil kacinilmaz bir tarzda sermaye yogunlasmasina ve uretici guclerin tekellesmesine yol acacagini aciklamislardir. Bu, Marx’in en parlak ve tartismasiz ongorulerinden biriyken, kapitalizm savunucularinin onun bu sorun uzerinde sozum ona yanildigini one suren sozlerini okumak, gercekten de gulunctur.
1980’ler boyunca “kucuk guzeldir” demek moda olmustu. Buyuk, orta boy ya da kucugun estetiginin tartismasinin yeri burasi degil, bu konuda herkesin begenisi kendinedir. Ancak Marx’in ongordugu sermaye yogunlasmasi sureci gerceklesmistir, gerceklesmektedir ve son on yilda gorulmedik boyutlara ulasmistir.
Surecin acik bir bicimde izlenebilecegi ABD’de 500 dev tekel 1994’te tum gelirin yuzde 92’sine sahipti. Dunya olceginde en buyuk 1000 sirket tum dunya kârinin ucte biri tutarinda bir gelire sahipti. ABD’de, yuzde 0,5’i olusturan en zengin aileler tum insanlara ait mali varlik toplaminin yarisina sahiptir. ABD nufusunun en zengin yuzde biri, ulusal gelirde 1978’de 17,6 olan payini 1989’da yuzde 36,3’e yukseltmisti.
Sermayenin merkezilesme ve yogunlasma sureci simdiye dek gorulmedik oranlara erismistir. Devralmalarin sayisi tum ileri sanayilesmis uluslarda bir salgin karakteri gostermektedir. 1995’te devralmalarin sayisi tum rekorlari kirdi. Mitsubishi Bankasi ve Tokyo Bankasi birleserek dunyanin en buyuk bankasini olusturdular. Chase Manhattan ile Chemical Bank’in 297 milyar dolarlik ortak rezervle birlesmesi, ABD’ndeki en buyuk banka grubunu meydana getirdi. Walt Disney, Capital Cities/ABC’yi satin aldiginda, dunyanin en buyuk eglence sirketi cikti ortaya. Westinghouse CBS’i, Time Warner ise Turner Yayimcilik Sistemleri’ni satin aldi. Ilac sektorunde Glaxo, Wellcome’i satin aldi. Scott Kagitcilik’in Kimberley-Clark tarafindan satin alinmasi dunyadaki en buyuk kagit temizlik malzemeleri ureticisini yaratti. Devralma cilginligi Avrupa’ya sicrayarak son birkac haftada rekor sayilara ulasti. Isvicre dahi, Holvis kagitcilik grubu olayinda rekabete dayali devir islemini ilk kez yasadi. Britanya’da en buyuk oteller zinciri Forte’un, 3,2 milyar sterline rakibi restoran ve eglence imparatorlugu Granada’yi satin almasinda oldugu gibi bir dizi rekabete dayali devir islemi yasandi. Pek cok durumda, boylesi devralmalar her turlu kuskulu uygulamayla yakindan baglantilidir: iceriden bilgi sizdirma, hisse fiyatlarinda sahtecilik ve Guinness skandalinin ortaya koydugu diger sahtecilik, hirsizlik ve dolandiricilik turleri gibi.
Marx ve Engels’in sermayenin yogunlasma sureci tahlillerinde hakli olduklarini hicbir makul kuskuya yer birakmayacak olcude kanitlayacak baska pek cok rakam vermek zor degildir. Bu sermaye yogunlasmasi uretimde buyume anlamina gelmemekte, tam tersine isaret etmektedir. Her durumda, amac yeni fabrika ve makinelere yatirim yapmak degil, uretimi arttirmadan kâr marjlarini yukseltmek amaciyla mevcut fabrika ve burolari kapatip cok sayida isciyi isten cikartmaktir.
Issizlik felaketi
“Iste bu noktada, burjuvazinin artik toplumda hakim sinif olamayacagi ve kendi varlik kosullarini tartisilmaz bir yasaymiscasina topluma zorla kabul ettiremeyecegi apacik ortaya cikar. Burjuvazi yonetmeye yeterlikli degildir, cunku kolesine, bu kolelik kosullarinda bir hayati bile saglayamaz, cunku kolesinin oyle bir duruma dusmesine yol acar ki, sonunda kolesi onu besleyecegi yerde, o kolesini beslemek zorunda kalir. Toplum artik bu burjuvazinin hakimiyeti altinda yasayamaz; baska bir deyisle, artik burjuvazinin varligi toplumla bagdasmaz.” (Komunist Manifesto)
Gecmisteki isci onderlerinin yanilsamalarinin tersine, kitlesel issizlik geri dondu ve modern toplumu kemiren bir kanser gibi tum dunyaya yayiliyor. Birlesmis Milletler’e gore dunyada issizlerin sayisi 120 milyona ulasmistir. Ancak bu rakam da, tum diger resmi issizlik istatistikleri gibi gercek durumu ciddi olcude az gostermektedir. Her turlu marjinal “is”te calismak zorunda kalan devasa sayidaki kadin ve erkegi dahil ettigimizde dunyadaki issizlik ve gizli issizlige iliskin gercek rakam, bir milyarin altinda olmayacaktir.
Resmi rakamlara gore yalnizca Bati Avrupa’da 18 milyon issiz vardir; bu da faal nufusun yuzde 10,6’sidir. Ispanya icin bu oran, yuzde 20’dir. Ancak Avrupa’nin “guclu adami” Almanya’da dahi issizlik, Hitler’den sonra ilk kez 4,5 milyonu bulmustur. Japonya’da da 1930’lardan bu yana ilk kez issizlik firlamistir. Bir tam istihdam cenneti olarak Japonya imgesi artik gecmiste kaldi. Resmi rakamlara gore Japonya’daki issizlik yuzde 3’e varmistir, ancak bu yanlistir. Issizlik icin diger ileri kapitalist ulkelerde kullanilan olcutleri kullanacak olsalar, gercek oran yuzde 8’in altinda olmaz, yuzde 10’u bile bulabilir.
Bu issizlik iscilerin gecmiste tanis olduklari, resesyon donemlerinde yukselip, ekonomi belini dogrulttugunda yok olan turden dongusel bir issizlik degildir. ABD’deki mevcut patlama alti yildan fazla surdu, ancak dunya issizliginde herhangi bir gerileme emaresi gozukmuyor. Gazetelerde her gun yukarida betimlenen devralmalarla baglantili fabrika kapatmalara ve isten cikartmalara (gunumuz jargonunda “kuculme”) iliskin yeni haberler yer almakta. Bu, dongusel issizlik degildir, hatta Marx’in “yedek isci ordusu” dedigi ve kapitalist bakis acisindan gecmiste yararli bir rol oynayan durum da degildir. Hayir, bu tumuyle yeni bir gorungu, “patlama” olan yerlerde dahi hissedilir sekilde azalmayan kalici, yapisal, organik issizliktir.
Dahasi bu issizlik toplumun gecmiste hic etkilenmeyen kesimlerini, ogretmenleri, doktorlari, hemsireleri, memurlari, banka calisanlarini, bilimcileri, hatta sirket yoneticilerini etkilemektedir. Guvensizlik hali pratikte toplumun neredeyse tumunu kapsayacak olcude genellesmistir. Marx ve Engels’in yukarida alintilanan sozleri harfi harfine gerceklesmistir. Burjuvazi her ulkede ayni savas cigligini atiyor: “Kamu harcamalarini kismaliyiz!” Bu, Thatcher ile Major’un sloganiydi. Simdi Tony Blair ve sag kanat isci liderleri de ayni yolu tuttular. Bu bir rastlanti degildir. Ister sagda olsun, ister “sol”da, kapitalist dunyadaki her hukumet, gercekte ayni politikayi izlemektedir. Bu, tekil politikaci kaprislerinin, cehalet ya da (bundan bolca bulunmasina karsin) kotu niyetin sonucu degil, kapitalist sistemin kendisini icinde buldugu cikmazin apacik bir ifadesidir.
1948’den 1973’e, kapitalizmin yukseliste oldugu donemde burjuvazi –kismen ve gecici bir sure icin– ilerlemeye devasa bir fren islevi goren iki temel celiskiyle mas etmeyi basarabilmisti: uretim araclari uzerindeki ozel mulkiyet ve ulus-devlet. Kapitalizmin devreye soktugu uretim araclarinin devasa gucu, bu dar sinirlari uzun zaman once asmistir. Mevcut krizin gercek aciklamasi budur. Ikinci Dunya Savasinin ardindan, burjuvazi, bir yandan Keynesci butce acigi yontemini uygulayarak, bir yandan da uluslararasi isbolumunu gorulmedik boyutlarda yogunlastirip dunya ticaretini devasa olcekte genisleterek bu durumun ustesinden gelmeye cabaladi. Ancak simdilerde her iki surec de sinirlarina ulasti. Sol reformcularin hâlâ savundugu Keynesci yontemlerin uygulanmasi, her yerde enflasyonda patlamaya ve kapatilmaz aciklara yol acti. Marx daha Kapital’in sayfalarinda kapitalizmin kredi kullanimiyla kendi sinirlarini asabilecegini gostermekteydi. Ancak Bay Micawber’in pek iyi bildigi gibi, bunun da bir siniri vardir! Sonuc olarak simdi, “saglam bir maliye”yi yeniden tesis etme yolunda umutsuz bir cabayla kamu harcamalarini kisitlayarak surecin tumunu tersine cevirmek zorunda kaldilar. Bir baska deyisle, 1920’ler ve 1930’lardaki, hatta Marx’in gunlerindeki duruma donuldu. Bu her yerde sinif mucadelesinin patlak vermesi icin cikarilmis bir davetiyeydi. Ama yalnizca bundan ibaret degildi.
Devlet harcamalarini kisitlayarak ayni anda talebi de azaltiyor ve tam da burjuva iktisatcilarin dunya olceginde ciddi bir asiri-uretim (“asiri kapasite”) sorunu oldugunu itiraf ettikleri bir zamanda tum pazari daraltiyorlar. Bu sekilde, onumuzdeki donemde gelecek okkali bir durgunluga hazirlaniyorlar. Bu, gecmis donemde kapitalist sistemin kendi sinirlarinin otesine gecmesinin kacinilmaz sonucudur. Marx’in da gosterdigi gibi, kapitalistler krizlerini ancak “daha yaygin ve yikici krizlerin yolunu doseyerek ve krizleri onleyebilecek araclari azaltarak” cozumleyebilirler.
Sosyalizm ve Enternasyonalizm
Son birkac yilda iktisatcilar, patlamalar ve durgunluklar dongusunu tumuyle lagvetmelerine olanak saglayacak bir formul oldugu yanilgisiyla “kuresellesme”den cokca soz etmeye basladilar. Bu dusler Ekim 1997’deki borsa cokuntusu ve Asya Kaplanlari’nin krizleriyle birlikte darmadagin oldu. Bu satirlari kaleme alirken, onemli Japon finans sirketi Yamaichi Sigorta Sirketi’nin coktugu haberi geldi. Bunun dunyanin geri kalani uzerinde onemli bir etkisi vardir, zira Japonya’daki mali cokuntu, ABD’yi de batakliga cekebilir. Asya krizi, ihracatinin yuzde 44’unu bu bolgeye yapan Japonya’yi ozellikle sert bicimde etkilemektedir. Borsa cokuntusunun bir sonucu olarak, Japon bankacilik sisteminin zayifligi su yuzune cikmistir ve Japonya dunyanin en buyuk borc verenidir. Japonya’nin en buyuk bes bankasinin simdi teknik bakimdan muflis oldugu hesaplanmaktadir. Japonya’nin onde gelen mali gazetesi Nihon Keizai Shimbun’a gore, Japon bankalarinin supheli alacaklari 1,5 trilyon yen dolayindadir. Mali cokuntu tehlikesi The Economist’e (22/11/97) “bir sistem riskinin acikca mevcut oldugunu” soyleyen Japonya Bankasi’nin onemli bir yoneticisi tarafindan dahi kabul edilmektedir. Boylesi bir kriz, Japon fonlarinin ABD’den buyuk olcekli bir cekilmesine yol acarsa, sonuc felaket olacaktir.
Tum bunlar, “kuresellesme”nin arka yuzunu ortaya koymaktadir. Kapitalist sistem dunya ekonomisini gelistirdigi olcude, belirli bir evrede yikici bir durgunlugun da kosullarini hazirlar. Dunya ekonomisinin bir sektorundeki bir kriz (bu durumda Asya) hizla tum digerlerine yayilir. Patlama-cokus dongusunu ortadan kaldirmak bir yana, kuresellesme ona daha spazmli ve evrensel bir karakter kazandirir.
Manifesto’yu okuyan herkes, Marx ile Engels’in bu durumu 150 yil once tami tamina ongordugunu gorebilir. Onlar kapitalizmin bir dunya sistemi gelistirmek zorunda oldugunu anlatiyorlardi. Gunumuzde bu tahlil, olaylarca parlak bir bicimde dogrulanmistir. Gunumuzde kimse dunya pazarinin yikici egemenligini inkâr edemez. Gercekte bu, yasadigimiz cagin en belirleyici olgusudur. Bu cag, dunya ekonomisi, dunya siyaseti, dunya kulturu, dunya diplomasisi ve unutmayalim ki dunya savasi cagidir. 20. yuzyil boyunca kapitalist krizin bir sonucu olarak bunlardan ikisini yasadik. Ikincisi 55 milyon insanin olumune ve insan uygarliginin neredeyse yikimina yol acti.
Sosyalizm ya enternasyonaldir ya da hicbir sey degildir. Ancak sosyalist enternasyonalizm ne bir duygusallik urunudur ne de yalnizca “iyi bir fikir”dir. Marx ile Engels’in, burjuvazinin tarihsel olarak ilerici kazanimlarindan biri olan ulus devletin yaratilisinin kacinilmaz olarak dunya ticaretine yol acacagi yolundaki tahlillerinden cikmaktadir. Kapitalizm kosullarinda uretim araclarinin asiri gelismesi, ulus devletlerin dar sinirlari icine hapsedilemez ve dolayisiyla en buyugu dahil tum kapitalist devletler, gitgide daha buyuk olcude dunya pazarinda yer almaya zorlanmaktadirlar.
uretici guclerin dev potansiyeliyle ulus devletin deli gomlegi arasindaki celiski 1914 ve 1939’da dramatik bir bicimde sergilendi. Bu kanli altustlukler tarihsel bir bakis acisiyla kapitalist sistemin ilerici misyonunu tukettigini gozler onune sermekteydi. Ne var ki, otomatik bir cokus anlaminda kapitalizmin nihai krizi diye bir sey yoktur. Toplumun donusumunu gerceklestirmek icin eski sistemin krizde olmasi yeterli degildir. Kriz ne denli siddetli olursa olsun, gelir, ayricaliklar ve prestij konusunda eski statukonun muhafazasina dayanan guclu cikarlar mevcuttur ve bunlar toplumun degistirilmesi yonundeki tum girisimlere karsi siddetle direnirler. Tam da bu nedenden dolayi Marx ve Engels Manifesto’yu soyut bir belge olarak degil, bir eylem cagrisi olarak; bir ders kitabi olarak degil, devrimci partiyi harekete gecirmeye yonelik bir program olarak kaleme aldilar.
Kapitalizmi yikmak icin isci sinifinin kendisini, sinif cikarlarini savunan bir sinif olarak orgutlemesi gereklidir. Onlarca yil boyunca tum ulkelerin, ozellikle de ileri kapitalist ulkelerin iscileri guclu orgutler –partiler ve sendikalar– yaratmislardi. Ancak bu orgutler boslukta var olmazlar. Kapitalizmin, ozellikle ust katmanlarda yogun bicimde duyumsanan baskilarina tâbidirler.
Genelde milliyetciligin, ozellikle de “tek ulkede sosyalizm” denen garip sapmanin iflasi, Stalinizmin cokusunde, hatta ondan da once cin ve Rusya burokrasilerinin dunya pazarlarina katiliminda kendini gosterdi. Emperyalizmin dogrudan yonetimine karsi savasarak bagimsizligini kazanan tum Afrika, Asya ve Latin Amerika ulkeleri, dunya ticareti araciligiyla kendilerini bir kez daha eski efendilerine zincirlenmis buldular.
Her zeki insan, uretici guclerin ozgurce gelisiminin, tum ulkelerin ekonomilerinin gezegenimizin kaynaklarinin herkesin yararina uyumlu bir sekilde kullanilmasina olanak saglayacak ortak bir plan vasitasiyla birlestirilmesi gerektigini kavrayabilir. Bu oylesine asikardir ki, sosyalizmle bir iliskisi olmamakla birlikte, insan soyunun ucte ikisinin yasadigi karabasan benzeri kosullara ofke duyan ve cevresel yikimi kaygiyla izleyen bilim insanlari ve uzmanlar tarafindan kabul edilmektedir. Ne yazik ki, dunya ekonomisine hukmeden ve hesaplarini insanligin refahi ya da gezegenin gelecegi uzerine degil, yalnizca acgozluluk ve kâri her turlu kayginin uzerinde tutan cokuluslu sirketlerin cikarlariyla celistiginden, onlarin iyi niyetli tavsiyeleri sagir kulaklara carpmaktadir.
20. yuzyilin son on yilinda, kuresellesme uzerine tum laflara karsin, ulusal celiskiler her zamankinden daha yogundur. On yil once ABD GSMH’sinin yuzde 6 kadarini ihrac ederdi. Simdi bu oran yuzde 13’e ulasmistir ve Washington 2000 yilinda bu ihracati yuzde 20’ye yukseltmeyi planlamaktadir. Bu, basta Japonya olmak uzere, dunyanin geri kalanina savas ilani anlamina gelmektedir; soz konusu olan savas askeri degil ticaridir. Dogru, eskiden de ABD ile Japonya arasindaki celiskiler her an bir savasa yol acabilirdi. Ancak nukleer silahlarin varligi artik baslica kapitalist devletler arasinda savas olasiliginin ortadan kalkmasi anlamina gelmektedir. Dolayisiyla mevcut kriz, 1914 ya da 1939’da oldugu gibi cozulemez. Askeri catismalarin olmadigi durumda, her bir kapitalist ulke icindeki celiskiler daha da yogunlasacaktir. Yonetici sinif, krizin tum yukunu isci sinifinin omuzlarina yuklemenin disinda bir secenek gormemektedir.
Manifesto yazarlari, su satirlarinda inanilmaz bir ongoruyle tum ulkelerdeki iscilerin simdi yasadigini onceden gormuslerdir:
“Makinenin genis olcude kullanilmasi ve isbolumu yuzunden, proleterlerin calismasi tum bireysel niteligini, ve dolayisiyla, calisan icin tum cekiciligini yitirmistir. Isci makinenin bir uzantisi olmustur; ondan istenen ancak, en basit, en can sikici, en kolayca edinilebilen bir beceridir. Bu yuzden de, bir iscinin uretiminin maliyeti, hemen hemen tumuyle, yasamini ve neslini surdurmesi icin gereksindigi zorunlu gecim araclarindan ibarettir. Ama bir metanin, dolayisiyla emegin fiyati, uretim maliyetine esittir. Onun icin, isin cekiciligi azaldigi oranda ucret de azalir. ote yandan, makine kullanilmasi ve isbolumu arttikca, ayni oranda, ya is saatlerinin uzamasiyla ya belirli bir zamanda yapilan isin artmasiyla ya da makinenin daha hizlandirilmasiyla vb. isin de agirligi artar.” (Komunist Manifesto)
Gunumuzde ABD Marx’in zamanindaki Britanya’nin konumundadir, yani en gelismis kapitalist ulkedir. Kapitalizmin genel egilimleri en acik biciminde burada ortaya cikmaktadir. Son yirmi yil icinde Amerikali iscilerin gercek ucretlerinde yuzde 20’ye varan oranda bir dusme gerceklesmis ve buna calisma saatlerinde yuzde 10’luk bir artis eslik etmistir. Bu sekilde, mevcut patlama, isci sinifi pahasina gerceklesebilmistir. Gunumuzde bir Amerikali isci her yil ortalama 168 saat fazla mesai yapmaktadir ki, bu da asagi yukari bir aylik fazla calisma anlamina gelir. Bu durum, ozellikle gunde dokuz saat, haftada alti gunluk calismanin norm oldugu otomobil sanayiinde gecerlidir. Amerikali sendikalara gore, calisma haftasi yalnizca bu sektorde 40 saatle sinirli olsaydi, 59.000 yeni is yaratilabilirdi.
Time dergisinde cikan bir makaleye gore (24/10/94): “Isciler, ekonomik gelismenin kendileri icin yorgunluktan tukenme anlamina geldiginden yakinmaktadir. Amerikan sanayiinde sirketler, ABD’li iscilerden azami verim elde edebilmek icin fazla mesai uyguluyorlar: ortalama is haftasi gunumuzde rekor duzeydeki 42 saate yaklasiyor; bu ise haftada yaklasik 4,6 saat fazla mesai anlamina gelmekte.” Ayni makalede, personel sayisinda azaltma nedeniyle gunde ortalama 4 saat fazla mesai yapan ve her uc hafta sonundan birinde calisan Fibre Optics iscisi Joseph Kelterborm’un durumuna deginilmekte: “Eve dondugumde”, diye yakiniyor, “yapmaya zaman buldugum tek sey, bir dus yapip bir seyler atistirdiktan sonra biraz uyumaktan ibaret; bir sure sonra yeniden kalkip isbasi yapma zamani geliyor.”
Fazla mesainin neden oldugu asiri baskilar, gercek ucretlerdeki dusus, artan uretim hizi, vb. isci sinifi ailelerinin yasam kalitesini ciddi bir bicimde etkiliyor. Baska ulkelerde oldugu gibi ABD’de de dogum oranlari, 1960’lardaki aile basina 2,5 cocuktan, 1980’lerin sonunda 1,8’e dustu. Bosanma sayisi 1970’lerde ikiye katlandi; 1980’li yillarda evliliklerin yuzde 60’i bosanmayla sonuclanmaktaydi. 1980’lere dek uzayan yasam suresi dahi gunumuzde duraklamada.
Ayni durum, Thatcher hukumeti doneminde sanayide 2,5 milyon is kaybi olmasina karsin uretim duzeyinin korundugu Britanya’da da soz konusudur. Bu, yeni makineler sayesinde degil, Britanyali iscilerin asiri somurusu sayesinde gerceklestirilmistir. 1995’te genel saglik muduru Kenneth Calman, “is guvencesi yitimi, strese bagli hastaliklarin salgin haline gelmesine yol acti” demektedir.
1994’te Britanya’da 175 milyon isgunu hastalik nedeniyle yitirildi: isci basina yaklasik sekiz isgunu. Ilac recetelerinin sayisi bir yilda (1995) 11,7 milyona cikti. TGWU’nun gazetesi The Record, "Stres, trafik sikisikligi ve kirlilik Britanya’da profesyonel suruculeri olduruyor” demektedir. Sendikanin yaptigi bir incelemeye gore, suruculerin yuzde 30’u direksiyon basinda uyuyakaldiklari ve bunun sonucunda iclerinden yaklasik yuzde 45’inin de kaza yaptigi ortaya cikmistir. Benzeri ornekler baska herhangi bir kapitalist ulkeden de verilebilir.
Marx’in yontemi
Manifesto’da yapilan ongorulerin sasirtici isabeti rastlanti olmayip, Marksizmin bilimsel yonteminden, tarihe uygulanmis haliyle tarihsel maddecilik olarak bilinen diyalektik maddecilikten kaynaklanmaktadir. Marksist tarih kuraminin temeli, onlarin Kutsal Aile ve Alman Ideolojisi gibi erken yapitlarinda atilmisti.
Sosyalizm ve komunizmin Marx ve Engels ile baslamadigini aklimizdan cikartmamaliyiz. Onlardan once de ortak mulkiyete dayali sinifsiz bir toplum fikrini savunan buyuk dusunurler vardi: Robert Owen, Fourier, Saint Simon ve digerleri. Thomas More komunist bir toplumu betimledigi unlu kitabi utopya’yi daha 16. yuzyilda kaleme almisti. Ondan da once, ilk Hiristiyanlar, ozel mulkiyeti kati bir bicimde distalayan cemaatler halinde orgutlenmislerdi.
Marx ile Engels tum bu egilimleri utopyaci sosyalizm olarak nitelerken, kendi savunduklari bilimsel sosyalizmin oldukca farkli oldugunu vurguluyorlardi. Farklilik nerede yatmaktadir? utopyacilar icin sosyalizm iyi bir fikirden, insanlarin vaazlarla ikna edilebilecegi, ahlaksal bakimdan arzu edilir bir seyden ibaretti. Bu acidan bakildiginda, eger hakli olsalardi, yeni bir toplum iki bin yil once de yaratilabilirdi; ve kuskusuz bu, insan soyunu pek cok sorundan kurtarirdi!
Ancak Marx ve Engels sosyalizmin uretici guclerin –sanayi, tarim, bilim ve teknoloji– gelismislik duzeyiyle baglantili maddi bir temeli oldugunu aciklamislardir. Tarihsel maddecilik tarihsel gelisimin son tahlilde bunlarin gelismesi uzerine temellendigini aciklamaktadir. Dogrulugu tum insanlik tarihinde acikca gorulen bu olumlama Marksizmi carpitanlar tarafindan en keskin saldirilara ugratilmistir. Ancak saldirilan gercekte Marx ve Engels’in fikirleri degil, onlarin kaba bir karikaturu, Marksizmde “herseyin ekonomiye indirgendigi” yolundaki sacma anlayistir. Manifesto yazarlari bu sacmaligi, Engels’in Bloch’a mektubunda da gorebilecegimiz gibi, pek cok kez yanitlamislardir:
"Tarihin maddeci kavranisina gore tarihte belirleyici unsur, son tahlilde gercek yasamin uretimi ve yeniden uretimidir. Bunun otesini ne Marx ne de ben ileri surmus degiliz. Bu nedenle, eger biri bunu iktisadi unsurun tek belirleyici unsur oldugu seklinde carpitirsa, onu anlamsiz, soyut ve garip bir tumceye donusturmus olur. Iktisadi durum temeldir, ancak ustyapinin cesitli unsurlari, sinif mucadelesinin ve sonuclarinin siyasal bicimleri, zafer kazanan sinifin kurdugu yapilar vb., yasa bicimleri ve sonra tum bu mucadelelerin savasanlarin beyinlerindeki yansimalari: siyasal, yasal, felsefi kuramlar, dinsel fikirler ve bunlarin dogma halindeki gelisimleri, tum bunlar da tarihsel mucadelelerin akisini etkilerler ve pek cok durumda, bicimlerinin belirlenmesinde agir basarlar.”
Din, siyasa, ahlak, felsefe vb.nin de tarihsel surecte bir rol oynadigi asikardir. Ancak son tahlilde verili bir toplumsal-iktisadi sistemin basarisi insanlarin temel gereksinimlerini karsilama yetisine baglidir. Erkekler ve kadinlar dinsel, siyasal ya da felsefi fikirleri gelistirmeden once, yemeye, giyinmeye ve baslarinin uzerinde bir cati olmasina ihtiyac duyarlar. En erken caglardan bu yana, insanlar bu gereksinimlerini karsilamak icin mucadele etmek zorunda kalmislardir ve gunumuzde dahi bu, insanligin buyuk cogunlugu icin gecerlidir.
Tarihin verili bir aninda, tarihsel olarak toplumun siniflar halinde bolunmesine denk dusen isbolumu ortaya cikar. Bu, ileri dogru buyuk bir atilimi temsil etmektedir; ilk kez calismak zorunlulugundan kurtulan bir sinif tarafindan el konulan bir arti urunun yaratilmasina olanak saglamistir; baskalarinin emegiyle gecinen egemen bir siniftir bu: bu “otekiler” antikitede kolelerdi; daha sonra feodalizm altinda serfler ve nihayet kapitalizm altinda isci sinifi oldu.
Kendisiyle baglantili tum dehsetlere, adaletsizliklere ve acilara karsin, sinifli toplumun, Marksist acidan, yani ahlakci degil de bilimsel bir bakis acisiyla tarihsel bir mesruiyeti vardi ve toplumun ileri goturulmesinde ilerici bir rol oynamisti. Yunanistan ve Roma’da bilim, sanat ve felsefenin en parlak basarilari, unutmayalim ki, Romalilarin, “instrumentum vocale” –sesli alet– dedikleri kolelerin emegi uzerine temellenmekteydi (patronlar acisindan modern iscinin gercek durumu da pek farkli degildir). Somurulen siniflarin emegiyle uretilen arti, bir somurucu azinligi ozgurlestirmeye yeterliydi; ancak kolelikleri uretim araclarinin gelisiminin olanakli kildigi uygarligin yukselmesinin on kosulu olan cogunlugu ozgurlestirmeye yeterli degildi.
Marx ve Engels insanlik tarihinin gelisimini aciklamaya muktedir cok onemli bir toplumsal gelisim yasasini kesfetmislerdi. Verili bir toplum biciminin uretici gucleri gelistirdigi olcude hayatta kalabilecegini, hicbir toplumun icerdigi gelisim potansiyelini tuketene dek yok olmayacagini soyluyorlardi. Bu anlamda, canli bir organizmayla da karsilastirilabilecek olan bir toplumsal-iktisadi sistem, pazar ekonomisinin genetik temeline iliskin gulunc iddialarda bulunan kapitalizm savunucularinin bizi inandirmaya calistigi gibi, statik ve her zaman sabit bir sey degildir. Diger tum toplumsal sistemler gibi kapitalizm de dogmus, gelismis, olgunlasmis, ardindan sinirlarina erismistir ve simdi olumcul bir cokuse gecmistir.
Bu bilimsel bakis acisini bir kere benimsedigimizde, ilk kez tarihi salt rastlantiyla belirlenen anlamsiz ve tutarsiz bir olaylar zinciri, ya da (tarihte oznel etkenin verili kosullarda belirleyici rol oynayabilmesine karsin) “buyuk insanlar”in faaliyetlerinin bir sonucu olarak degil, doganin tum diger alanlari gibi anlasilabilir yasalarla yonetilen bir surec olarak anlamak mumkun hale gelir.
Charles Darwin’in turlerin degismez olmadigi ve bir gecmis, simdiki zaman ve gelecekleri bulundugu, degisip evrimlestikleri yolundaki aciklamasi gibi, Marx ile Engels de verili toplumsal sistemin sonsuza dek sabit bir sey olmadigini soyluyorlardi. Bu her cagin yanilsamasidir. Her toplumsal sistem, insanlar icin olasi tek bir varolus tarzini temsil ettigini, kurumlarinin, dininin, ahlakinin soylenebilecek son soz oldugunu savlar. Gunumuzde burjuvazi ve ozurculerinin, tumuyle temelsiz bir bicimde, –tam da batmaya basladigi bir donemde– “hur tesebbus” sisteminin, yegane mumkun sistem oldugunu soylerken bize gostermeye calistiklari tam da budur.
Reform ve Devrim
"Evrim" fikri bugunlerde genel olarak kabul gormektedir. Darwin’in, kendi gununde son derece devrimci olan fikirleri, neredeyse dogal hakikatler olarak kabul ediliyor. Ne ki evrim genelde kesinti ya da siddetli altustluklerden yoksun yavas ve tedrici bir surec olarak kavranilmakta. Siyasette bu tip argumanlar sikca reformizmin hakli cikarilmasinda kullanilmaktadir. Ne yazik ki, bu savunu, bir yanlis anlama uzerine temellenmistir. Bizzat Darwin tarafindan anlasilmadigindan, bu pek sasirtici da degildir. Ancak son on yillarda, kesintili denge kuramini formule eden Stephen J. Gould’un paleontoloji alaninda gerceklestirdigi buluslarla birlikte, evrimin tedrici bir surec olmadigi anlasilmistir. Herhangi buyuk bir degisimin gozlenmedigi uzun surelerin ardindan, verili bir anda evrim hatti bir patlamayla kirilmakta ve gercek bir biyolojik devrim, bazi turlerin tukenmesine, digerlerinin ise hizli bicimde yukselisine yol acmaktadir.
Toplum ile doga arasindaki analoji, kuskusuz yaklasiktir. Ancak tarihin en yuzeysel incelemesi dahi, tedrici yorumun temelden yoksun oldugunu gostermektedir. Tipki doga gibi toplum da yavas ve tedrici degisimin ardindan, degisim surecinin son derece hizlandigi, patlayici gelismelerle –savaslar ve devrimler– hattin kirildigi anlar yasar. Gercekte tarihsel gelisimin ana motor gucu islevini gorenler, bu olaylardir. Ve devrimin kaynagindaki neden belirli bir toplumsal-iktisadi sistemin sinirlarina erismesi ve uretici guclerini eskiden oldugu gibi gelistirememesidir.
“Simdiye dek varolan tum toplumlarin tarihi, sinif mucadelesinin tarihidir" demektedir Manifesto, en unlu cumlelerinden birinde. Ama sinif mucadelesi nedir? Emekci sinifin urettigi artinin bolusumu mucadelelerinden baska bir sey degildir. Ve bu mucadele, uretici guclerin, yoksulluk ve urun kitliginin yalnizca ayricalikli bir azinlik icin degil, herkes icin ortadan kalkmasina olanak saglayacak bir geliskinlik duzeyine erismesine dek hep kacinilmaz olacaktir. Bu nedenle sosyalizm insanlar istedigi surece her an gerceklestirilebilecek “iyi bir fikir” degildir. Sosyalizmin sanayi, tarim, bilim ve teknolojinin geliskinlik duzeyi uzerinde yukselen maddi bir temeli vardir.
Daha 1845-1846 arasinda kaleme alinan Alman Ideolojisi’nde Marx ile Engels “... uretici guclerin bu gelisimi (ki bu bizzat insanin yerel degil, dunya-tarihsel duzeyde fiili ampirik varolusu anlamina gelir), mutlak olarak gerekli pratik bir onculdur, cunku bu olmaksizin kitlik genel bir hal alir ve yoksullukla birlikte zorunlu ihtiyaclar icin mucadele ve diger tum eski pis isler yeniden uretilir...” demekteydi.
Marx ve Engels "tum eski pis isler” tumcesiyle esitsizlik, somuru, baski, yozlasma, burokrasi, devlet ve sinifli topluma ickin diger tum kotulukleri kastetmektedir. Gunumuzde, Rusya’da Stalinizmin cokusunden sonra, sosyalizm dusmanlari Marksizmin fikirlerinin hayata gecirilemeyecegini gostermeye cabaliyorlar. Rusya’nin 1917 oncesinde gunumuzdeki Hindistan’dan daha geri oldugu gercegini, bu kucuk ayrintiyi ise atliyorlar. Marx’in yazilarini iyi bilen Lenin ve Bolsevikler Rusya’da sosyalizmin maddi kosullarinin bulunmadigini bilmekteydiler. Ancak ne Lenin ne de Trocki hicbir zaman, en azindan Rusya gibi geri bir ulkede ulusal bir devrim ya da “tek ulkede sosyalizm” fikrini tasimamislardi.
Bolsevikler 1917’de iktidari bir dunya devrimi perspektifiyle ele gecirdiler. Ekim Devrimi, kapitalizmi kurtaran sosyal demokrat onderlerin korkakca ihaneti olmasa devrimin basarili olabilecegi Almanya basta olmak uzere, Avrupa’nin geri kalani icin guclu bir itilim olmustu. Dunya bu sucun bedelini, savaslar arasindaki yirmi yilin iktisadi ve toplumsal altustlukleri, Almanya’da Hitler’in zaferi, Ispanya’da ic savas ve nihayet yeni dunya savasinin dehsetleriyle, cok agir odedi
1945’ten sonra tum olanlari irdelemenin yeri burasi degildir. Kapitalizm en azindan Bati Avrupa’nin ileri kapitalist ulkeleri, Japonya ve ABD’de bir sureligine, onceden sozu edilen yollarla goreli bir istikrar saglamayi basarmistir. Ancak bu donemde dahi temel celiskiler ortadan kalkmis degildir. Insan soyunun ucte ikisi icin bunlar aclik, sefalet, savaslar, devrimler ve karsi-devrimler cagiydi. Ne var ki, en azindan sanayilesmis ulkelerde tam istihdam, refah devleti ve yasam standartlarinda genel bir yukselme soz konusuydu.
Tum bunlar, (hem sagdaki hem de soldaki) isci liderlerinin, kapitalizmin artik sorunlarini astigi, kitlesel issizligin geride kaldigi, sinif mucadelesinin sona erdigi ve (tabii ki) Marksizmin asildigi yolundaki fikirlerine inandiricilik kazandirdi. Bu fikirler gunumuzde ne denli ironik gozukuyor! OECD ulkelerindeki 30 milyonu askin issiz ve iscilerin yasam standardina her yerdeki siddetli saldirilarla, siniflar arasindaki celiski giderek daha fazla yogunlasmaktadir. Avrupa’da Fransa, Almanya, Ispanya, Italya, Belcika’da grevler birbirini izlemektedir. ABD’de UPS iscilerinin gorkemli grevi zaferle sonuclandi ve Amerikali iscilerin daha yuksek kârlar ugruna dusuk ucretleri ve kotu kosullari daha fazla kabule yanasmadigi yolunda bir uyari olusturdu. Britanya’da da 18 yillik Tory yonetiminin ardindan Isci Partisi hukumetinin kurulmasi toplumun ruh halinde koklu bir degisikligin gostergesiydi.
“Toplumsal varlik bilinci belirler.” Bu da tarihsel maddeciligin temelini olusturan bir baska derin fikirdir. Er ya da gec toplumsal kosullar insanlarin bilincinde bir degisimi gundeme getirecektir. Ne var ki, toplumda gerceklesen sureclerle bunlarin erkeklerin ve kadinlarin bilincine yansiyis tarzi arasindaki iliski otomatik degildir. Bu boyle olsaydi, uzun zamandir sosyalizmi yasiyor olurduk! “Normal” donemlerde insanlar bildik seylere tutunurlar. Aliskin olduklari fikirlere, ahlaka, kurumlara, partilere ve liderlere inanmayi yeglerler.
Engels bir keresinde tarihte 20 yilin birbirinin benzeri gunler gibi gectigi donemlerin yani sira, 20 yillik tarihin 24 saate sikistigi donemlerin oldugunu soylemisti. Uzun bir sure boyunca hicbir sey degismiyormus gibi gorunur. Ne var ki, gorunusteki devinimsizligin altinda, devasa bir hosnutsuzluk, kizginlik, dus kirikligi ve ofke birikir. Verili bir anda, bu bir toplumsal patlamayi kiskirtacaktir. Kriz anlarinda insanlar kendileri icin dusunmeye, ozgur erkekler ve kadinlar gibi davranmaya, edilgin kurbanlar gibi degil, aktif aktorler gibi hareket etmeye baslarlar. orgutlu ifade araclari yaratmaya cabalar, toplumu degistirme cabasiyla, sendikalarinda ve kitle partilerinde etkinlesirler.
Manifesto’da yeterince anlasilmayan onemli bir bolumde sunlar denilmektedir:
“Komunistler bir butun olarak proleterlerle nasil bir iliski icindedirler? Komunistler, oteki isci sinifi partilerine karsi duran ayri bir parti olusturmazlar. Bir butun olarak proletaryanin cikarlarinin disinda ve ayri cikarlari yoktur. Onlar, proletarya hareketini bicimlendirecek ve bir kaliba sokacak kendilerine ozgu sekter ilkeler ileri surmezler.
“Komunistler, oteki isci sinifi partilerinden ancak soyle ayrilirlar: 1) Ayri ayri ulkelerin proleterlerinin ulus olcusundeki savasimlarinda, her turlu ulusalliktan bagimsiz olarak, tum proletaryanin ortak cikarlarini gosterir ve one cikartirlar. 2) Isci sinifinin burjuvaziye karsi savasiminin gecmek zorunda oldugu cesitli gelisme asamalarinda, her zaman ve her yerde, bir butun olarak hareketin cikarlarini temsil ederler.
“Bu nedenle komunistler, hem uygulamada her ulkenin isci sinifi partilerinin en ileri ve kararli, butun otekileri ileriye iten bolumudur; diger yandan, buyuk proletarya yigini ustunde, proletarya hareketinin yuruyus cizgisini, kosullarini ve en sonunda ulasacagi genel sonuclari teorik olarak anlama ustunlugune sahiptirler." (Komunist Manifesto)
Bu satirlar son derece onemlidir, cunku her zaman yola, bizim arzu ettigimiz haliyle degil de, oldugu haliyle isci sinifinin gercek hareketinden cikan Marx ve Engels’in yontemini gostermektedirler. Bu yontem, isci hareketinin sacaklarinda surunen o “devrimci” tarikatlarin kisir sekterliginin binlerce isik yili uzagindadir.
Marksistler icin parti oncelikle program, fikirler, yontemler ve gelenekler anlamina gelir, ancak ondan sonradir ki bu fikirleri isci sinifina tasiyacak bir orguttur. Isci sinifi, tarihi boyunca cikarlarini savunmak ve toplumu degistirmek icin kitle orgutleri kurmustur. Sendikalardan baslamak uzere belirli donemlerde sinifin temel orgutleriyle birlikte isciler, kendinde ve kendisi icin kismi iktisadi talepler ugruna mucadelenin yetersiz oldugunu anlamaya baslarlar. Gunumuz kosullarinda bu sonuc tumuyle kacinilmazdir. Kapitalizm kosullarinda ilerlemek icin gundelik mucadele olmaksizin sosyalist devrim olanaksizdir. Isci sinifi grev ve gosterilerle kendi gucunu ogrenir ve bilincine varir. En saglam ve basarili grev dahi, isci sinifinin karsisindaki temel sorunlari cozumleyemez. Dahasi, her basarili greve karsilik, cok sayida yenilgi vardir. Mucadele zaferle sonuclansa dahi, ucret artislari zamanla enflasyon onunde erimektedir. Kapitalistler bir elleriyle verdiklerini obur elleriyle geri almaktadirlar. Kapitalist kriz donemlerinde, Blair hukumetinde de tanik oldugumuz uzere, reformlar yerini karsi-reforma birakir. Bunun kendine ozgu bir mantigi vardir. Kapitalist sistem kabul edilecekse, yasalari da kabul edilmelidir. Issizlik, ozellestirmeler, sosyal harcamalardaki kesintiler, tumu kapitalizmin genel krizinden kaynaklanmaktadir. Bu, onemli olmakla birlikte, yalnizca sinai eylemle cozumlenemeyecek siyasal bir sorundur. Sendikal faaliyetin sinirlarinin otesine, siyasal mucadele alanina gecmek gerekir.
Sendikalar ve kitlesel isci partileri isci sinifi tarafindan kusaklar boyu mucadele ve ozveriyle kuruldu. Tum tarih iscilerin pratikte tekrar tekrar sinamadan geleneksel kitle orgutlerini terk etmeyeceklerini gostermektedir. Neredeyse yuzyil kadar once, sendikalar isci sinifini Parlamentoda temsil etmek uzere Isci Partisini kurdular. Isci Partisi sendikalarin siyasal ifadesi olarak kurulmustu. Ancak kitle orgutleri boslukta var olmazlar. Elinde guclu ikna araclari –basin, televizyon, Kilise ve Isci Partisi temsilcileri uzerinde baski kuracak, etkileyecek ve yozlastiracak daha bin bir yol– bulunan egemen sinifin surekli baskisi altindadirlar. Yakin zaman once patlak veren, bir is adaminin Isci Partisine bir milyon sterlin bagislamasi skandali, cok buyuk bir aysbergin yalnizca tepesidir. Is adamlari bu tip bagislari bosuna yapmazlar! Mevcut curumeyi hesaba katmasak dahi, buyuk sermayenin Isci Partisi liderleri uzerindeki baskisi muazzamdir. Kapitalist sistemi yurekten benimsediklerinden, sag kanat onderlerin bu tip baskilara uyarlanmalarinda bir sorun olmamaktadir. Tam da cokmeye basladigi sirada “Pazar”a ovguler duzmeye baslamalari gercekten de ironiktir. Isci Partisi’nin sag kanat onderleri kendilerini korlemesine artik mevcut olmayan bir kapitalizme dayandirmaya cabalamaktadir. Onlar gelecegi degil, gecmisi temsil ediyor. Kendilerini buyuk gercekciler olarak gorseler de, gercekte en kotusunden utopyacilardir. Isci Partisi uzerindeki denetimleri onumuzdeki donemde olaylar tarafindan kirilacaktir.
Ancak sol reformistlerin konumu da bundan iyi degildir. Sagin izledigi karsi-reform politikasina hakli olarak karsi olmalarina ragmen, pratikte gercek bir alternatif sunmamaktalar. Kapitalist sistemi kabul ederken, onun daha sefkatli, kibar bir tarzda islemesini istiyorlar. Bu, bir kaplanin et degil de ot yemesini istemek gibidir! Dunyadaki tum hukumetler ayni kesinti politikasini izliyorsa, bu onlarin secimi degil, kapitalizmin derin bir krizde oldugunun ifadesidir. Keynesci butce acigi politikasina donus, enflasyonda patlamaya yol acar. Ve isci sinifi icin enflasyon ile deflasyon arasindaki secim, kirk katir ile kirk satir arasinda secim yapmak anlamina gelmektedir. Ne birini ne de digerini istiyoruz; bizim istedigimiz, tek gercek cozum olan, toplumun sosyalist donusumudur.
Marx ve Engels Manifesto’yu kaleme aldiklarinda biri 29, digeri 27 yaslarinda iki genc adamdilar. Kara bir gericilik doneminde yaziyorlardi. Isci sinifi gorunuste hareketsizdi. Manifesto, yazarlarinin siyasal siginmaci olarak kacmak zorunda kaldiklari Bruksel’de kaleme alinmisti. Ancak Komunist Manifesto’nun gun yuzu gordugu Subat 1848’de Paris sokaklarinda devrim patlak vermisti ve izleyen aylarda bir yangin gibi tum Avrupa’yi etkisi altina almisti.
Toplumu degistir
Eger tarihin bize ogretecegi bir sey varsa o da sudur: hic kimse ya da hicbir sey isci sinifinin toplumu degistirme yonundeki kendiliginden istegini yok edemez. Evet, 1848 devrimi, Paris Komunu, ve simdi de Rusya’da Ekim Devriminin son kalan kazanimlarinin nihai tasfiyesi gibi cok sayida trajik yenilgi yasanmistir. Ancak, bu durumlarin her birinde, isciler her geri adimin etkisinden siyrilmayi basarmislar ve mucadele yoluna geri donebilmislerdir, cunku baska secenekleri yoktur. Geriye bakildiginda, yenilgilerin en agiri dahi isci sinifinin nihai kurtulusu icin uzun erimli savasiminda evrelerden biri olarak gozukmektedir.
Ancak tarih bize bir baska sey daha ogretiyor. Basarmak icin savasmaya istekli olmak yeterli degildir. Bilimsel bir program ve perspektifle donanmis, bilincli bir mucadele gereklidir. Bu olmazsa zafere ulasamayiz. Boyle seyler gokten zembille inmez. Kitleler mevcut duzene meydan okumak uzere harekete gectiklerinde program, taktikler ve stratejiyi dogaclama gelistirmek mumkun degildir. Bunlar, yalnizca Britanya’da degil, Avrupa’da ve tum dunyada yaklasan dramatik olaylar icin onceden hazirlanmalidir.
Muarizlarinin tum cabalarina karsin, gunumuzde Marksizm hem gunumuz toplumunun dogru bir tahlili, hem de onu degistirmeye yonelik bir mucadele programi olarak tum gecerliligini korumaktadir. Su ya da bu ayrinti degismis olabilir; ancak Komunist Manifesto’nun fikirleri, temelde ilk gunku gecerliligini korumaktadir. Gercekte bu fikirler bugun bazi bakimlardan daha da dogrudur. 1848 devrimi tum Avrupa’yi kasip kavurmakla birlikte, disarida pek az yankilandi. 1917 Ekim Devriminden dogan buyuk devrim dalgasi yalnizca Avrupa’yi degil, cin, Hindistan, Iran ve Turkiye’yi etkiledi. Ancak gunumuzde, tum yerkurenin dunya kapitalizmi tarafindan ic ice orulmesi, cok daha dramatik bir gelismenin zeminini hazirliyor. Karsilikli iliskiler o dereceye vardi ki, isci sinifinin herhangi onemli bir ulkedeki zaferinin kisa surede kapitalizmin bir ulkeden digerine birbiri ardi sira yikilmasina yol acacagini ve boylelikle de sosyalist bir Britanya, sosyalist bir Avrupa Birlesik Devletleri ve tum dunyanin Sosyalist bir Federasyonunun zeminini olusturacagini guvenle ongorebiliriz.
Londra, 26 Kasim 1997
Alan Woods
http://www.marxist.com/languages/turkish/woods97.html

Top of Form 1
Alan Woods’un Komunist Manifesto'nun 1997 Baskisi icin Yazdigi Giris

Komunist Manifesto’nun yeniden yayinlanmasi, ilk bakista aciklanmaya muhtac gorunebilir. Neredeyse 150 yil once yayinlanmis bir kitabin yeniden yayinlanmasina neden gerek olsun ki? Oysa gercekte Manifesto, en modern kitaplardan biridir. Bu onermenin dogrulugu kolayca gosterilebilir. Ayni konularda bir bucuk yuzyil once kaleme alinmis herhangi bir burjuva kitabini inceleyecek olursak, bu turden bir yapitin ancak tarihsel acidan ilginc olabilecegi, herhangi bir pratik uygulama olasiligi icermeyecegi derhal gorulecektir. Oysa bu yapit, sasirtici olcude az sayida sozcukle gunumuzde dikkatimizi dunya olceginde ceken en temel gorungulerin parlak bir aciklamasini yapan derin bir tahlil sunmaktadir.

Komunist Manifesto, ilk kez yayinlandigi 1848’e oranla cok daha fazla gunumuz dunyasina iliskindir. Marx ile Engels’in yazdiklari donemde, buyuk cokuluslu sirketlerin dunyasi hâlâ cok uzak bir gelecege aitti. Buna karsin onlar, “hur tesebbus” ve rekabetin nasil kacinilmaz bir tarzda sermaye yogunlasmasina ve uretici guclerin tekellesmesine yol acacagini aciklamislardir. Bu, Marx’in en parlak ve tartismasiz ongorulerinden biriyken, kapitalizm savunucularinin onun bu sorun uzerinde sozum ona yanildigini one suren sozlerini okumak, gercekten de gulunctur.

1980’ler boyunca “kucuk guzeldir” demek moda olmustu. Buyuk, orta boy ya da kucugun estetiginin tartismasinin yeri burasi degil, bu konuda herkesin begenisi kendinedir. Ancak Marx’in ongordugu sermaye yogunlasmasi sureci gerceklesmistir, gerceklesmektedir ve son on yilda gorulmedik boyutlara ulasmistir.

Surecin acik bir bicimde izlenebilecegi ABD’de 500 dev tekel 1994’te tum gelirin yuzde 92’sine sahipti. Dunya olceginde en buyuk 1000 sirket tum dunya kârinin ucte biri tutarinda bir gelire sahipti. ABD’de, yuzde 0,5’i olusturan en zengin aileler tum insanlara ait mali varlik toplaminin yarisina sahiptir. ABD nufusunun en zengin yuzde biri, ulusal gelirde 1978’de 17,6 olan payini 1989’da yuzde 36,3’e yukseltmisti.

Sermayenin merkezilesme ve yogunlasma sureci simdiye dek gorulmedik oranlara erismistir. Devralmalarin sayisi tum ileri sanayilesmis uluslarda bir salgin karakteri gostermektedir. 1995’te devralmalarin sayisi tum rekorlari kirdi. Mitsubishi Bankasi ve Tokyo Bankasi birleserek dunyanin en buyuk bankasini olusturdular. Chase Manhattan ile Chemical Bank’in 297 milyar dolarlik ortak rezervle birlesmesi, ABD’ndeki en buyuk banka grubunu meydana getirdi. Walt Disney, Capital Cities/ABC’yi satin aldiginda, dunyanin en buyuk eglence sirketi cikti ortaya. Westinghouse CBS’i, Time Warner ise Turner Yayimcilik Sistemleri’ni satin aldi. Ilac sektorunde Glaxo, Wellcome’i satin aldi. Scott Kagitcilik’in Kimberley-Clark tarafindan satin alinmasi dunyadaki en buyuk kagit temizlik malzemeleri ureticisini yaratti. Devralma cilginligi Avrupa’ya sicrayarak son birkac haftada rekor sayilara ulasti. Isvicre dahi, Holvis kagitcilik grubu olayinda rekabete dayali devir islemini ilk kez yasadi. Britanya’da en buyuk oteller zinciri Forte’un, 3,2 milyar sterline rakibi restoran ve eglence imparatorlugu Granada’yi satin almasinda oldugu gibi bir dizi rekabete dayali devir islemi yasandi. Pek cok durumda, boylesi devralmalar her turlu kuskulu uygulamayla yakindan baglantilidir: iceriden bilgi sizdirma, hisse fiyatlarinda sahtecilik ve Guinness skandalinin ortaya koydugu diger sahtecilik, hirsizlik ve dolandiricilik turleri gibi.

Marx ve Engels’in sermayenin yogunlasma sureci tahlillerinde hakli olduklarini hicbir makul kuskuya yer birakmayacak olcude kanitlayacak baska pek cok rakam vermek zor degildir. Bu sermaye yogunlasmasi uretimde buyume anlamina gelmemekte, tam tersine isaret etmektedir. Her durumda, amac yeni fabrika ve makinelere yatirim yapmak degil, uretimi arttirmadan kâr marjlarini yukseltmek amaciyla mevcut fabrika ve burolari kapatip cok sayida isciyi isten cikartmaktir.

Issizlik felaketi

“Iste bu noktada, burjuvazinin artik toplumda hakim sinif olamayacagi ve kendi varlik kosullarini tartisilmaz bir yasaymiscasina topluma zorla kabul ettiremeyecegi apacik ortaya cikar. Burjuvazi yonetmeye yeterlikli degildir, cunku kolesine, bu kolelik kosullarinda bir hayati bile saglayamaz, cunku kolesinin oyle bir duruma dusmesine yol acar ki, sonunda kolesi onu besleyecegi yerde, o kolesini beslemek zorunda kalir. Toplum artik bu burjuvazinin hakimiyeti altinda yasayamaz; baska bir deyisle, artik burjuvazinin varligi toplumla bagdasmaz.” (Komunist Manifesto)

Gecmisteki isci onderlerinin yanilsamalarinin tersine, kitlesel issizlik geri dondu ve modern toplumu kemiren bir kanser gibi tum dunyaya yayiliyor. Birlesmis Milletler’e gore dunyada issizlerin sayisi 120 milyona ulasmistir. Ancak bu rakam da, tum diger resmi issizlik istatistikleri gibi gercek durumu ciddi olcude az gostermektedir. Her turlu marjinal “is”te calismak zorunda kalan devasa sayidaki kadin ve erkegi dahil ettigimizde dunyadaki issizlik ve gizli issizlige iliskin gercek rakam, bir milyarin altinda olmayacaktir.

Resmi rakamlara gore yalnizca Bati Avrupa’da 18 milyon issiz vardir; bu da faal nufusun yuzde 10,6’sidir. Ispanya icin bu oran, yuzde 20’dir. Ancak Avrupa’nin “guclu adami” Almanya’da dahi issizlik, Hitler’den sonra ilk kez 4,5 milyonu bulmustur. Japonya’da da 1930’lardan bu yana ilk kez issizlik firlamistir. Bir tam istihdam cenneti olarak Japonya imgesi artik gecmiste kaldi. Resmi rakamlara gore Japonya’daki issizlik yuzde 3’e varmistir, ancak bu yanlistir. Issizlik icin diger ileri kapitalist ulkelerde kullanilan olcutleri kullanacak olsalar, gercek oran yuzde 8’in altinda olmaz, yuzde 10’u bile bulabilir.

Bu issizlik iscilerin gecmiste tanis olduklari, resesyon donemlerinde yukselip, ekonomi belini dogrulttugunda yok olan turden dongusel bir issizlik degildir. ABD’deki mevcut patlama alti yildan fazla surdu, ancak dunya issizliginde herhangi bir gerileme emaresi gozukmuyor. Gazetelerde her gun yukarida betimlenen devralmalarla baglantili fabrika kapatmalara ve isten cikartmalara (gunumuz jargonunda “kuculme”) iliskin yeni haberler yer almakta. Bu, dongusel issizlik degildir, hatta Marx’in “yedek isci ordusu” dedigi ve kapitalist bakis acisindan gecmiste yararli bir rol oynayan durum da degildir. Hayir, bu tumuyle yeni bir gorungu, “patlama” olan yerlerde dahi hissedilir sekilde azalmayan kalici, yapisal, organik issizliktir.

Dahasi bu issizlik toplumun gecmiste hic etkilenmeyen kesimlerini, ogretmenleri, doktorlari, hemsireleri, memurlari, banka calisanlarini, bilimcileri, hatta sirket yoneticilerini etkilemektedir. Guvensizlik hali pratikte toplumun neredeyse tumunu kapsayacak olcude genellesmistir. Marx ve Engels’in yukarida alintilanan sozleri harfi harfine gerceklesmistir. Burjuvazi her ulkede ayni savas cigligini atiyor: “Kamu harcamalarini kismaliyiz!” Bu, Thatcher ile Major’un sloganiydi. Simdi Tony Blair ve sag kanat isci liderleri de ayni yolu tuttular. Bu bir rastlanti degildir. Ister sagda olsun, ister “sol”da, kapitalist dunyadaki her hukumet, gercekte ayni politikayi izlemektedir. Bu, tekil politikaci kaprislerinin, cehalet ya da (bundan bolca bulunmasina karsin) kotu niyetin sonucu degil, kapitalist sistemin kendisini icinde buldugu cikmazin apacik bir ifadesidir.

1948’den 1973’e, kapitalizmin yukseliste oldugu donemde burjuvazi –kismen ve gecici bir sure icin– ilerlemeye devasa bir fren islevi goren iki temel celiskiyle mas etmeyi basarabilmisti: uretim araclari uzerindeki ozel mulkiyet ve ulus-devlet. Kapitalizmin devreye soktugu uretim araclarinin devasa gucu, bu dar sinirlari uzun zaman once asmistir. Mevcut krizin gercek aciklamasi budur. Ikinci Dunya Savasinin ardindan, burjuvazi, bir yandan Keynesci butce acigi yontemini uygulayarak, bir yandan da uluslararasi isbolumunu gorulmedik boyutlarda yogunlastirip dunya ticaretini devasa olcekte genisleterek bu durumun ustesinden gelmeye cabaladi. Ancak simdilerde her iki surec de sinirlarina ulasti. Sol reformcularin hâlâ savundugu Keynesci yontemlerin uygulanmasi, her yerde enflasyonda patlamaya ve kapatilmaz aciklara yol acti. Marx daha Kapital’in sayfalarinda kapitalizmin kredi kullanimiyla kendi sinirlarini asabilecegini gostermekteydi. Ancak Bay Micawber’in pek iyi bildigi gibi, bunun da bir siniri vardir! Sonuc olarak simdi, “saglam bir maliye”yi yeniden tesis etme yolunda umutsuz bir cabayla kamu harcamalarini kisitlayarak surecin tumunu tersine cevirmek zorunda kaldilar. Bir baska deyisle, 1920’ler ve 1930’lardaki, hatta Marx’in gunlerindeki duruma donuldu. Bu her yerde sinif mucadelesinin patlak vermesi icin cikarilmis bir davetiyeydi. Ama yalnizca bundan ibaret degildi.

Devlet harcamalarini kisitlayarak ayni anda talebi de azaltiyor ve tam da burjuva iktisatcilarin dunya olceginde ciddi bir asiri-uretim (“asiri kapasite”) sorunu oldugunu itiraf ettikleri bir zamanda tum pazari daraltiyorlar. Bu sekilde, onumuzdeki donemde gelecek okkali bir durgunluga hazirlaniyorlar. Bu, gecmis donemde kapitalist sistemin kendi sinirlarinin otesine gecmesinin kacinilmaz sonucudur. Marx’in da gosterdigi gibi, kapitalistler krizlerini ancak “daha yaygin ve yikici krizlerin yolunu doseyerek ve krizleri onleyebilecek araclari azaltarak” cozumleyebilirler.

Sosyalizm ve Enternasyonalizm

Son birkac yilda iktisatcilar, patlamalar ve durgunluklar dongusunu tumuyle lagvetmelerine olanak saglayacak bir formul oldugu yanilgisiyla “kuresellesme”den cokca soz etmeye basladilar. Bu dusler Ekim 1997’deki borsa cokuntusu ve Asya Kaplanlari’nin krizleriyle birlikte darmadagin oldu. Bu satirlari kaleme alirken, onemli Japon finans sirketi Yamaichi Sigorta Sirketi’nin coktugu haberi geldi. Bunun dunyanin geri kalani uzerinde onemli bir etkisi vardir, zira Japonya’daki mali cokuntu, ABD’yi de batakliga cekebilir. Asya krizi, ihracatinin yuzde 44’unu bu bolgeye yapan Japonya’yi ozellikle sert bicimde etkilemektedir. Borsa cokuntusunun bir sonucu olarak, Japon bankacilik sisteminin zayifligi su yuzune cikmistir ve Japonya dunyanin en buyuk borc verenidir. Japonya’nin en buyuk bes bankasinin simdi teknik bakimdan muflis oldugu hesaplanmaktadir. Japonya’nin onde gelen mali gazetesi Nihon Keizai Shimbun’a gore, Japon bankalarinin supheli alacaklari 1,5 trilyon yen dolayindadir. Mali cokuntu tehlikesi The Economist’e (22/11/97) “bir sistem riskinin acikca mevcut oldugunu” soyleyen Japonya Bankasi’nin onemli bir yoneticisi tarafindan dahi kabul edilmektedir. Boylesi bir kriz, Japon fonlarinin ABD’den buyuk olcekli bir cekilmesine yol acarsa, sonuc felaket olacaktir.

Tum bunlar, “kuresellesme”nin arka yuzunu ortaya koymaktadir. Kapitalist sistem dunya ekonomisini gelistirdigi olcude, belirli bir evrede yikici bir durgunlugun da kosullarini hazirlar. Dunya ekonomisinin bir sektorundeki bir kriz (bu durumda Asya) hizla tum digerlerine yayilir. Patlama-cokus dongusunu ortadan kaldirmak bir yana, kuresellesme ona daha spazmli ve evrensel bir karakter kazandirir.

Manifesto’yu okuyan herkes, Marx ile Engels’in bu durumu 150 yil once tami tamina ongordugunu gorebilir. Onlar kapitalizmin bir dunya sistemi gelistirmek zorunda oldugunu anlatiyorlardi. Gunumuzde bu tahlil, olaylarca parlak bir bicimde dogrulanmistir. Gunumuzde kimse dunya pazarinin yikici egemenligini inkâr edemez. Gercekte bu, yasadigimiz cagin en belirleyici olgusudur. Bu cag, dunya ekonomisi, dunya siyaseti, dunya kulturu, dunya diplomasisi ve unutmayalim ki dunya savasi cagidir. 20. yuzyil boyunca kapitalist krizin bir sonucu olarak bunlardan ikisini yasadik. Ikincisi 55 milyon insanin olumune ve insan uygarliginin neredeyse yikimina yol acti.

Sosyalizm ya enternasyonaldir ya da hicbir sey degildir. Ancak sosyalist enternasyonalizm ne bir duygusallik urunudur ne de yalnizca “iyi bir fikir”dir. Marx ile Engels’in, burjuvazinin tarihsel olarak ilerici kazanimlarindan biri olan ulus devletin yaratilisinin kacinilmaz olarak dunya ticaretine yol acacagi yolundaki tahlillerinden cikmaktadir. Kapitalizm kosullarinda uretim araclarinin asiri gelismesi, ulus devletlerin dar sinirlari icine hapsedilemez ve dolayisiyla en buyugu dahil tum kapitalist devletler, gitgide daha buyuk olcude dunya pazarinda yer almaya zorlanmaktadirlar.

uretici guclerin dev potansiyeliyle ulus devletin deli gomlegi arasindaki celiski 1914 ve 1939’da dramatik bir bicimde sergilendi. Bu kanli altustlukler tarihsel bir bakis acisiyla kapitalist sistemin ilerici misyonunu tukettigini gozler onune sermekteydi. Ne var ki, otomatik bir cokus anlaminda kapitalizmin nihai krizi diye bir sey yoktur. Toplumun donusumunu gerceklestirmek icin eski sistemin krizde olmasi yeterli degildir. Kriz ne denli siddetli olursa olsun, gelir, ayricaliklar ve prestij konusunda eski statukonun muhafazasina dayanan guclu cikarlar mevcuttur ve bunlar toplumun degistirilmesi yonundeki tum girisimlere karsi siddetle direnirler. Tam da bu nedenden dolayi Marx ve Engels Manifesto’yu soyut bir belge olarak degil, bir eylem cagrisi olarak; bir ders kitabi olarak degil, devrimci partiyi harekete gecirmeye yonelik bir program olarak kaleme aldilar.

Kapitalizmi yikmak icin isci sinifinin kendisini, sinif cikarlarini savunan bir sinif olarak orgutlemesi gereklidir. Onlarca yil boyunca tum ulkelerin, ozellikle de ileri kapitalist ulkelerin iscileri guclu orgutler –partiler ve sendikalar– yaratmislardi. Ancak bu orgutler boslukta var olmazlar. Kapitalizmin, ozellikle ust katmanlarda yogun bicimde duyumsanan baskilarina tâbidirler.

Genelde milliyetciligin, ozellikle de “tek ulkede sosyalizm” denen garip sapmanin iflasi, Stalinizmin cokusunde, hatta ondan da once cin ve Rusya burokrasilerinin dunya pazarlarina katiliminda kendini gosterdi. Emperyalizmin dogrudan yonetimine karsi savasarak bagimsizligini kazanan tum Afrika, Asya ve Latin Amerika ulkeleri, dunya ticareti araciligiyla kendilerini bir kez daha eski efendilerine zincirlenmis buldular.

Her zeki insan, uretici guclerin ozgurce gelisiminin, tum ulkelerin ekonomilerinin gezegenimizin kaynaklarinin herkesin yararina uyumlu bir sekilde kullanilmasina olanak saglayacak ortak bir plan vasitasiyla birlestirilmesi gerektigini kavrayabilir. Bu oylesine asikardir ki, sosyalizmle bir iliskisi olmamakla birlikte, insan soyunun ucte ikisinin yasadigi karabasan benzeri kosullara ofke duyan ve cevresel yikimi kaygiyla izleyen bilim insanlari ve uzmanlar tarafindan kabul edilmektedir. Ne yazik ki, dunya ekonomisine hukmeden ve hesaplarini insanligin refahi ya da gezegenin gelecegi uzerine degil, yalnizca acgozluluk ve kâri her turlu kayginin uzerinde tutan cokuluslu sirketlerin cikarlariyla celistiginden, onlarin iyi niyetli tavsiyeleri sagir kulaklara carpmaktadir.

20. yuzyilin son on yilinda, kuresellesme uzerine tum laflara karsin, ulusal celiskiler her zamankinden daha yogundur. On yil once ABD GSMH’sinin yuzde 6 kadarini ihrac ederdi. Simdi bu oran yuzde 13’e ulasmistir ve Washington 2000 yilinda bu ihracati yuzde 20’ye yukseltmeyi planlamaktadir. Bu, basta Japonya olmak uzere, dunyanin geri kalanina savas ilani anlamina gelmektedir; soz konusu olan savas askeri degil ticaridir. Dogru, eskiden de ABD ile Japonya arasindaki celiskiler her an bir savasa yol acabilirdi. Ancak nukleer silahlarin varligi artik baslica kapitalist devletler arasinda savas olasiliginin ortadan kalkmasi anlamina gelmektedir. Dolayisiyla mevcut kriz, 1914 ya da 1939’da oldugu gibi cozulemez. Askeri catismalarin olmadigi durumda, her bir kapitalist ulke icindeki celiskiler daha da yogunlasacaktir. Yonetici sinif, krizin tum yukunu isci sinifinin omuzlarina yuklemenin disinda bir secenek gormemektedir.

Manifesto yazarlari, su satirlarinda inanilmaz bir ongoruyle tum ulkelerdeki iscilerin simdi yasadigini onceden gormuslerdir:

“Makinenin genis olcude kullanilmasi ve isbolumu yuzunden, proleterlerin calismasi tum bireysel niteligini, ve dolayisiyla, calisan icin tum cekiciligini yitirmistir. Isci makinenin bir uzantisi olmustur; ondan istenen ancak, en basit, en can sikici, en kolayca edinilebilen bir beceridir. Bu yuzden de, bir iscinin uretiminin maliyeti, hemen hemen tumuyle, yasamini ve neslini surdurmesi icin gereksindigi zorunlu gecim araclarindan ibarettir. Ama bir metanin, dolayisiyla emegin fiyati, uretim maliyetine esittir. Onun icin, isin cekiciligi azaldigi oranda ucret de azalir. ote yandan, makine kullanilmasi ve isbolumu arttikca, ayni oranda, ya is saatlerinin uzamasiyla ya belirli bir zamanda yapilan isin artmasiyla ya da makinenin daha hizlandirilmasiyla vb. isin de agirligi artar.” (Komunist Manifesto)

Gunumuzde ABD Marx’in zamanindaki Britanya’nin konumundadir, yani en gelismis kapitalist ulkedir. Kapitalizmin genel egilimleri en acik biciminde burada ortaya cikmaktadir. Son yirmi yil icinde Amerikali iscilerin gercek ucretlerinde yuzde 20’ye varan oranda bir dusme gerceklesmis ve buna calisma saatlerinde yuzde 10’luk bir artis eslik etmistir. Bu sekilde, mevcut patlama, isci sinifi pahasina gerceklesebilmistir. Gunumuzde bir Amerikali isci her yil ortalama 168 saat fazla mesai yapmaktadir ki, bu da asagi yukari bir aylik fazla calisma anlamina gelir. Bu durum, ozellikle gunde dokuz saat, haftada alti gunluk calismanin norm oldugu otomobil sanayiinde gecerlidir. Amerikali sendikalara gore, calisma haftasi yalnizca bu sektorde 40 saatle sinirli olsaydi, 59.000 yeni is yaratilabilirdi.

Time dergisinde cikan bir makaleye gore (24/10/94): “Isciler, ekonomik gelismenin kendileri icin yorgunluktan tukenme anlamina geldiginden yakinmaktadir. Amerikan sanayiinde sirketler, ABD’li iscilerden azami verim elde edebilmek icin fazla mesai uyguluyorlar: ortalama is haftasi gunumuzde rekor duzeydeki 42 saate yaklasiyor; bu ise haftada yaklasik 4,6 saat fazla mesai anlamina gelmekte.” Ayni makalede, personel sayisinda azaltma nedeniyle gunde ortalama 4 saat fazla mesai yapan ve her uc hafta sonundan birinde calisan Fibre Optics iscisi Joseph Kelterborm’un durumuna deginilmekte: “Eve dondugumde”, diye yakiniyor, “yapmaya zaman buldugum tek sey, bir dus yapip bir seyler atistirdiktan sonra biraz uyumaktan ibaret; bir sure sonra yeniden kalkip isbasi yapma zamani geliyor.”

Fazla mesainin neden oldugu asiri baskilar, gercek ucretlerdeki dusus, artan uretim hizi, vb. isci sinifi ailelerinin yasam kalitesini ciddi bir bicimde etkiliyor. Baska ulkelerde oldugu gibi ABD’de de dogum oranlari, 1960’lardaki aile basina 2,5 cocuktan, 1980’lerin sonunda 1,8’e dustu. Bosanma sayisi 1970’lerde ikiye katlandi; 1980’li yillarda evliliklerin yuzde 60’i bosanmayla sonuclanmaktaydi. 1980’lere dek uzayan yasam suresi dahi gunumuzde duraklamada.

Ayni durum, Thatcher hukumeti doneminde sanayide 2,5 milyon is kaybi olmasina karsin uretim duzeyinin korundugu Britanya’da da soz konusudur. Bu, yeni makineler sayesinde degil, Britanyali iscilerin asiri somurusu sayesinde gerceklestirilmistir. 1995’te genel saglik muduru Kenneth Calman, “is guvencesi yitimi, strese bagli hastaliklarin salgin haline gelmesine yol acti” demektedir.

1994’te Britanya’da 175 milyon isgunu hastalik nedeniyle yitirildi: isci basina yaklasik sekiz isgunu. Ilac recetelerinin sayisi bir yilda (1995) 11,7 milyona cikti. TGWU’nun gazetesi The Record, "Stres, trafik sikisikligi ve kirlilik Britanya’da profesyonel suruculeri olduruyor” demektedir. Sendikanin yaptigi bir incelemeye gore, suruculerin yuzde 30’u direksiyon basinda uyuyakaldiklari ve bunun sonucunda iclerinden yaklasik yuzde 45’inin de kaza yaptigi ortaya cikmistir. Benzeri ornekler baska herhangi bir kapitalist ulkeden de verilebilir.

Marx’in yontemi

Manifesto’da yapilan ongorulerin sasirtici isabeti rastlanti olmayip, Marksizmin bilimsel yonteminden, tarihe uygulanmis haliyle tarihsel maddecilik olarak bilinen diyalektik maddecilikten kaynaklanmaktadir. Marksist tarih kuraminin temeli, onlarin Kutsal Aile ve Alman Ideolojisi gibi erken yapitlarinda atilmisti.

Sosyalizm ve komunizmin Marx ve Engels ile baslamadigini aklimizdan cikartmamaliyiz. Onlardan once de ortak mulkiyete dayali sinifsiz bir toplum fikrini savunan buyuk dusunurler vardi: Robert Owen, Fourier, Saint Simon ve digerleri. Thomas More komunist bir toplumu betimledigi unlu kitabi utopya’yi daha 16. yuzyilda kaleme almisti. Ondan da once, ilk Hiristiyanlar, ozel mulkiyeti kati bir bicimde distalayan cemaatler halinde orgutlenmislerdi.

Marx ile Engels tum bu egilimleri utopyaci sosyalizm olarak nitelerken, kendi savunduklari bilimsel sosyalizmin oldukca farkli oldugunu vurguluyorlardi. Farklilik nerede yatmaktadir? utopyacilar icin sosyalizm iyi bir fikirden, insanlarin vaazlarla ikna edilebilecegi, ahlaksal bakimdan arzu edilir bir seyden ibaretti. Bu acidan bakildiginda, eger hakli olsalardi, yeni bir toplum iki bin yil once de yaratilabilirdi; ve kuskusuz bu, insan soyunu pek cok sorundan kurtarirdi!

Ancak Marx ve Engels sosyalizmin uretici guclerin –sanayi, tarim, bilim ve teknoloji– gelismislik duzeyiyle baglantili maddi bir temeli oldugunu aciklamislardir. Tarihsel maddecilik tarihsel gelisimin son tahlilde bunlarin gelismesi uzerine temellendigini aciklamaktadir. Dogrulugu tum insanlik tarihinde acikca gorulen bu olumlama Marksizmi carpitanlar tarafindan en keskin saldirilara ugratilmistir. Ancak saldirilan gercekte Marx ve Engels’in fikirleri degil, onlarin kaba bir karikaturu, Marksizmde “herseyin ekonomiye indirgendigi” yolundaki sacma anlayistir. Manifesto yazarlari bu sacmaligi, Engels’in Bloch’a mektubunda da gorebilecegimiz gibi, pek cok kez yanitlamislardir:

"Tarihin maddeci kavranisina gore tarihte belirleyici unsur, son tahlilde gercek yasamin uretimi ve yeniden uretimidir. Bunun otesini ne Marx ne de ben ileri surmus degiliz. Bu nedenle, eger biri bunu iktisadi unsurun tek belirleyici unsur oldugu seklinde carpitirsa, onu anlamsiz, soyut ve garip bir tumceye donusturmus olur. Iktisadi durum temeldir, ancak ustyapinin cesitli unsurlari, sinif mucadelesinin ve sonuclarinin siyasal bicimleri, zafer kazanan sinifin kurdugu yapilar vb., yasa bicimleri ve sonra tum bu mucadelelerin savasanlarin beyinlerindeki yansimalari: siyasal, yasal, felsefi kuramlar, dinsel fikirler ve bunlarin dogma halindeki gelisimleri, tum bunlar da tarihsel mucadelelerin akisini etkilerler ve pek cok durumda, bicimlerinin belirlenmesinde agir basarlar.”

Din, siyasa, ahlak, felsefe vb.nin de tarihsel surecte bir rol oynadigi asikardir. Ancak son tahlilde verili bir toplumsal-iktisadi sistemin basarisi insanlarin temel gereksinimlerini karsilama yetisine baglidir. Erkekler ve kadinlar dinsel, siyasal ya da felsefi fikirleri gelistirmeden once, yemeye, giyinmeye ve baslarinin uzerinde bir cati olmasina ihtiyac duyarlar. En erken caglardan bu yana, insanlar bu gereksinimlerini karsilamak icin mucadele etmek zorunda kalmislardir ve gunumuzde dahi bu, insanligin buyuk cogunlugu icin gecerlidir.

Tarihin verili bir aninda, tarihsel olarak toplumun siniflar halinde bolunmesine denk dusen isbolumu ortaya cikar. Bu, ileri dogru buyuk bir atilimi temsil etmektedir; ilk kez calismak zorunlulugundan kurtulan bir sinif tarafindan el konulan bir arti urunun yaratilmasina olanak saglamistir; baskalarinin emegiyle gecinen egemen bir siniftir bu: bu “otekiler” antikitede kolelerdi; daha sonra feodalizm altinda serfler ve nihayet kapitalizm altinda isci sinifi oldu.

Kendisiyle baglantili tum




Cevaplar:


[ Forum ]